GEÇİCİ EVLENME ENGELLERİ:
Mutlak evlenme engelleri hiçbir şekilde ortadan kalkmazken, geçici veya nisbî
evlenme engelleri belirli hallerde ortadan kalkabilir ve önceden evlenmeleri
yasak olanlar geçerli bir şekilde evlenebilirler. Geçici evlenme engelleri; din
ayrılığı, dört kadınla evli olma, üçlü boşama, bekleme süreleri, başkası ile
evli bulunma, iki hısımla birden evlenmek gibi başlıklar altında toplanabilir.
Bunları kısaca açıklayacağız.
1) Din ayrılığı: Evlilik hayatı, karıkoca arasında karşılıklı sevgi, saygı ve
anlaşmanın bulunmasını gerektirir. Aynı dine mensup olanlar farklı dine
inananlardan daha kolay ve daha iyi anlaşırlar. Eşlerin farklı dinden olması,
doğacak çocukların dinî ve ahlâkî eğitimlerini de etkiler. Bu yüzden İslâm'da
olduğu kadar, Hristiyanlık ve Yahudilikte de din ayrılığı bir evlenme engeli
sayılmıştır.
Müslüman erkek veya kadın, müşriklerle evlenemez. Müşrik kapsamına puta tapanlar
girdiği gibi aya, güneşe, ateşe ve tabiat güçlerine tapanlarda girer. Hiç bir
dine bağlı olmayan ateistlerde yasak kapsamındadır.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar imana
gelinceye kadar evlenmeyin. Şüphesiz inanmış bir câriye, hoşunuza gitse bile,
müşrik bir kadından daha hayırlıdır. İslâm'ı kabul etmedikçe mü'min kadınları
müşrik erkeklere nikâhlamayınız. Çünkü mü'min bir köle, hoşunuza gitse bile
müşrik erkekten daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/21). Bu yasağa uymadan yapılacak
bir nikâh akdi bâtıldır.
Bugünkü Hristiyan ve Yahudilerin akîdelerinde Allah'a şirk unsurları bulunduğu
(bk. el-Mâide, 5/5, 72; et-Tevbe, 9/30) öne sürülerek onların da müşrik
kapsamına girdiği söylenebilir. Ancak çoğunluk İslâm fakihlerine göre,
müşriklerle evlenme yasağı bildiren el-Bakara Sûresi 21 nci âyeti, aşağıdaki
âyetin hükmü tarafından tahsis edilmiştir ve ehl-i kitap kadınları ile evlenmeye
izin verilmiştir: "Namuslu, zinaya sapmamış ve gizli dostlar da edinmemiş
insanlar hâlinde yaşamanız şartıyla mü'minlerden hür ve iffetli kadınlarla,
kendilerine sizden önce kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi,
siz onların mehirlerini verip, nikâh edince (size helâldir)" (el-Mâide, 5/5).
Ancak İslâm toplumuna düşman olan harbî ve ehl-i kitap olan bir kadınla evlenmek
mekruh olup, bu konuda İslâm fakihleri arasında görüş birliği vardır (el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi', Mısır 1327-28/1909, 1910, II, 271; İbnü'l-Hümâm, a.g.e., II,
372 vd.; el-Cassâs, a.g.e., II, 324; es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, Dımaşk
1397/1977, II, 564).
2) Üçlü boşamadan doğan evlenme engeli: İslâm hukuku kocaya ve bazı durumlarda
da kadına boşanma yetkisi vermiştir. Boşanan eşler yeniden evlenebilir. Ancak
kadın üç defa boşanmış olursa, dördüncü defa aynı erkekle evlenebilmesi için,
başka bir erkekle normal olarak evlenip, başka bir evlilik tecrübesi geçirmesi
şart koşulmuştur. İşte, kadını önceki kocasıyla yeniden evlenmede helal hale
getiren bu ara evliliğine "tahlîl (helâl kılma)" veya "hulle" adı verilir. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: "Yine erkek, karısını (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan
sonra kadın kendinden başka bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helâl
olmaz. Bununla birlikte, eğer bu yeni koca da onu boşarsa, onlar Allah'ın
sınırlarını ayakta tutacakları kanaatinde iseler birbirlerine dönmelerinde her
ikisi hakkında bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/230).
Meşrû bir hullenin şartları şunlardır: a) Bir defada veya ayrı zamanlarda üç
kere boşanan kadın iddetini tamamlayacak, b) Bundan sonra, başka bir erkekle,
sahih nikâhla evlenecek, c) Evlendiği ikinci kocasıyla zifaf meydana gelecek, d)
Ölüm veya boşanma yoluyla bu ikinci evlilik sona ermiş bulunacak, e) Kadın
ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış bulunacak.
İkinci erkekle yapılacak hulle evliliği, boşamak şartıyla anlaşmalı olursa
Hanefilere ve bazı Şâfiîlere göre, bu mekruh olmakla birlikte geçerlidir. Yalnız
hulle için konuşulan şart yok sayılır. Hadislerde anlaşmalı nikâh yapana
"Muhallil (helâl kılıcı)" ifadesinin yer alması bu ikinci nikâhın sahih olduğunu
gösterir. el-Evzâî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Anlaşmalı nikâh yapân
ne kötü yapmıştır, ancak bu nikâh câizdir" (es-Sâbûnî, a.g.e., I, 341).
İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel ve bazı Şâfiîlere göre ise, anlaşmalı yapılan hulle
evliliği bâtıl olup, bununla kadın ilk kocaya helâl olmaz. Dayandıkları delil
şudur: Rasûlüllah (s.a.s) anlaşmalı nikâh yapana ve yaptırana lânet etmiş ve
birincisine "kiralık teke" tabirini kullanmıştır (Alûsî, Ruhul-Meânî, II, 141).
Gerçekte anlaşmalı evlilik ilk kocaya gerekli teminatı sağlamaz. İkinci koca
boşanmaktan vazgeçerse buna çare bulunmaz. Ancak kadın boşama yetkisi (tefvîz-i
talûk) almışsa bunu kullanabilir (bk. el-Cassâs, a.g.e., II, 88, 89; Alûsî,
a.g.e., II,141; Tefsiru İbn Kesîr, Mısır t.y., I, 280; es-Sâbûnî, a.g.e., I,
341; Bilmen, a.g.e., II, 109; H. Döndüren, a.g.e., 228 vd.).
3) İddete bağlı evlenme engeli:
İddet; evliliğin ölüm, boşanma veya nikâhı fesih sebeplerinden biriyle sona
ermesi halinde, yeniden evlenebilmek için kadının beklemeğe mecbûr olduğu
süredir. İddet süresince, kadının başka bir erkekle evlenmesi haram olduğu için,
bu geçici engel doğurur.
İddet süreleri: Evliliğin kocanın ölümüyle sona ermesi halinde 4 ay 10 gündür
(el-Bakara, 2/234 Kadın gebe ise, bu süre doğuma kadardır (et-Talâk, 65/4).
Boşanma hâlinde ise kadın üç hayız (kurû') suresince iddet bekler (el-Bakara,
2/228). Hayız görmeyen küçüklerle, hayızdan ümit kesen yaşlıların iddeti üç
aydan ibarettir (et-Talâk, 65/4). Buna göre, henüz ergenlik çağına girmemiş olan
kız çocukları ile 55 yaşını geçmemiş bulunan kadınların iddet süresi boşamadan
itibaren üç aydır (bk. et-Talâk, 65/4). Evlilik dışında yanlışlıkla veya istekle
cinsel ilişkide bulunmuş veya zorla ırzına geçilmiş kadınların nikâhla
evlenebilmesi için bir defa hayız görünceye kadar bekletilmeleri gerekir.
Buna "istibrâ" denir. Hayız görmekle kadının önceki erkekten
gebe olmadığı anlaşılmış olur. Hayat kadınları veya efendisi ile cinsel ilişkide
bulunmuş olan cariyeler hakkında da aynı hükümler uygulanır (İbnü'l-Hümâm,
a.g.e., II, 383, 384; el-Cassâs, a.g.e., I, 414, 415; İbn Rüşd, a.g.e., II, 40,
41; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 526; M. Zihni, Münâkehat ve Müferekat, İstanbul
1324/1906, s. 232; Hamdi Döndüren, a.g.e., s. 231 vd.).
4) Çok karılığa bağlı evlenme engeli: Dört kadınla evli olan erkek, bir
beşincisiyle evlenemez. Ancak bu eşlerden birinin ölümü veya boşanma hâlinde bu
engel kalkar. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli
davranamamaktan korkarsanız, sizin için helâl olan diğer kadınlardan ikişer,
üçer ve dörder olmak üzere nikâh edin. Eğer bu şekilde de adalet
yapamayacağınızdan korkarsanız o zaman bir tane ile yahut mâlik olduğunuz câriye
ile yetininiz. Bu (tek eş veya cariye) sizin haktan eğrilip sapmamanıza daha
yakındır" (en-Nisâ, 4/3).
5) İki hısımla aynı zamanda evlenmekten doğan engel:
İki kız kardeşin birlikte aynı erkekle nikâhlanması hâlinde, önceki tarihli
nikâh geçerli, sonraki geçersiz olur. Âyette şöyle buyurulur: "İki kız kardeşi
birlikte olmanız da haram kılındı. Ancak cahiliye devrinde geçen
geçmiştir" (en-Nisâ, 4/23). Bu yasak hadis-i şeriflerle genişletilerek, karının
hala ve teyzesi de yasak kapsamına alınmıştır. Karı ile hala ve teyzesi bir
nikâh altında toplanamaz" (Buhârî, Müslim).
6) Başkası ile evli olmaktan doğan engel: Bir kadın için evli
bulunmak, başka bir erkekle yeniden evlenmek için bir engel teşkil eder. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: "Savaş tutsağı olarak sağ ellerinizin mâlik olduğu kadınlar
müstesna olmak üzere, diğer bütün kocalı kadınlarla (evlenmeniz de size haram
kılındı). (Bu haramlar) üzerinize Allah'ın farzı olarak yazılmıştır" (en-Nisâ,
4/24).
GELİNİN KAYINPEDERLE HALVETİ
Gelini ile kayınpeder tek başlarına bir
odada kalabilirler mi?
Gelin kayın pederine ebediyyen haram olduğu
için, bir odada başbaşa kalmalarında haramlık yoktur. Ancak bir odada beraber
ikâmet· etmeleri ve bir odada başkası yokken yatmaları haram olduğundan değil,
fitneye sebep olabileceğinden uygun görülmemiştir. Bunun sebebi bir de
Buhârîdeki bir hadisten bazılarının anladığı mânâdır. Söz konusu hadîs-i şerifte
Rasûllüllah Efendimiz : "Kadınların yanına girmekten sakınınız." buyurdular.
Ensardan birisi : "Ya erkek akrabasına (Hamv) ne dersiniz? diye sordu.
Rasûlüllah "Onlarla başbaşa kalmak ölümdür" buyurdu. Burada kadınla başbaşa
bulunması yasaklanan, hattâ ölüme benzetilen (hamv), kocamın kardeşi, dayı ve
amca çocukları, kısacası kocamın Babası, dedesi ve oğullarından başka
akrabasıdır denmiştir. ( Aynî, XX/213; Kâmil Miras Tecrid XI/324 ) Ancak Tirmizî
gibi, kayınpederi de bu kelimenin anlamına soktuğundan, ( Tirmizî, radâ 16;
Aynî,XX/213; ibnü'I-Esîr, en-Nihâye I/148; Sevkânî, Neyl VI/129) gelinin onunla
aynı odada başbaşa kalmasını mahzurlu görenler de vardır. En azından o, kardeşi
ya da Babası gibi değildir.
GELİNİN SAÇINI YAPTIRMASI
Gelinin yabancı bir erkeğe görünmeden,
makyaj yapması; saçlarını yaptırması câiz olur mu?
Saçını erkeklere ve ahlâksız kadınlara
yaptırmaz ve "erkek gibi olmuş" denecek kadar kısaltmaz, süslenmede de haram ve
vücuda zararlı kozmetikler kullanmazsa, yabancı erkeklere ve fitne söz konusu
olduğunda da mahremi olan erkeklere göstermedikten sonra, Saçını istediği gibi
yapar, istediği gibi süslenir: Hattâ, bu kocanın arzusu ise sevap bir
davranıştır ve hakkı olmaktan öte, kadının kocasına karşı bir görevidir. Burada
ölçü: Kadının süsünü ve süs yerlerini yabancı erkeğe ve gayr-i müslim ya da
ahlâksız kadına göstermemesi, kokusunu başkalarına duyurmamasıdır.
GELİNLİK GİYMEK GÜNAH MIDIR? İSRAF OLMASI, ÖDÜNÇ ALINMASININ MAHZURU SÖZKONUSU
OLABİLİR Mİ? :
Soruyu cevaplamadan önce su bilgileri
yeniden hatırlamamız faydalı olur: Rasûlüllah Efendimiz, "Kim hangi millete
benzemeye uğraşırsa o da onlardandır."(Ebû Dâvud, libâs 5127) buyurmuştur.
Buradan hareketle, fukahamız, başka milletlere, onların dinlerine has şiarlarda
(alâmetlerde) isteyerek ve benzemeye çalışarak benzeyenin küfrüne hükmedilir,
demişlerdir. Zimmîlere has zünnâr denilen kemer bağlamayı, başa papazlara has
başlık giymeyi, putun önünde eğilmeyi (rukû ya da secde yapmayı) buna örnek
olarak gösterirler. Dinlere has bu tür özellikler dışında, bütün insanların
zamana; zemine, tecrübe ve ilmî îcad ve inkisâflara bağlı olarak, pratik
yararlarına binaen ortaklaşa yapmakta oldukları şeyler, kullandıkları araç gereç
ve eşyalar, herhangi bir dinin alâmeti değillerse ve başka mahzurlar ihtiva
etmiyorlarsa, ortanın malı demektirler ve onları kullanmakta da bir mahzur
olmaz.Gelinliğe gelince: Bilindiği gibi bu, gelin olan kızların süslenmesinde
kullanılan en önemli unsurdur. Gelini süslemek ise meşru olmayan bir keyfiyet
değildir. Hattâ bir anlamda sünnet olduğu(gelinliğin değil, gelini süslemenin )
dahî söyleyebiliriz. Çünkü Âişe vâlidemizi, gelin olacağı zaman, bu işi
beceren kadınlar süslemiş ve taramışlardır.(bk. Müslim, nikâh 69; Müsned VI/438,
458; Muhammed el-Ahmedî Ebu'nnûr, Menhecü s-Sünne fiz-zevâc 146) Sahâbeden de bu
işle meşgul olan kadınlar vardır. Rasûlüllah Efendimiz de (s.a.s.) Câbir'e bir
düğün münasebetiyle: "Enmât edindiniz mi?"(bk. Buhârî, nikâh 62. Ayrıca bk. Aynî
XVI/344; Ibn Hacer, Fethu'1- Bârî IX/225) buyurmuşlardı. "Enmât" Nevevî'ye göre
hevdec'in (gelin mahfe'sinin) üzerine cibinlik gibi örtülen örtüdür.( Aynî,
XVI/344) Duvak da onun bir benzeridir.(Ibn Hacer'in ifâdesinden bu anlaşıliyor.
bk. age. IX/225. Hattâ o bizzat "tekellül" (taç takma) tabirini kullanıyor.) Bu
yüzden bizim eski âdetlerimizde "duvak" meşhurdur. Dolayısıyla duvağın dini
kökeni (menşei) sünnetteki bu uygulama olmalıdır. Çünkü nikâh bütün milletlerde
dini bir özellik taşır ve nikâhla ilgili merasimlerde çoğunlukla mensup olunan
dinin boyası ve sembolleri vardır. Bu açıdan bakıldığında bugün kullanılan
gelinliklerin batı ve Hristiyan kökenli olduğunu söyleyenlerin biraz hakkı
olduğu anlaşılır. Ortaçag Avrupasını konu edinen filmlerde kadınların giydikleri
kat kat kabarık elbiselerde bunu görmek mümkündür. Ne var ki bugünkü şekliyle
gelinlik, herhangi bir dinin sembolü olmaktan çıkmıştır. Bu yüzden bir bakıma
mahzuru ortadan kalkmış, ama bir bakıma da başka bir mahzuru doğmuştur. O da,
bugün dünyaya hakim olan kendini hiç bir dinle bağımlı görmeyen orta malı
(seküler) bir anlayışın malı olmasıdır. Ama bu onu elbette haram kılmaz; fakat
fazîletten ve dini boyadan da soyutlar. Oysa dinî bir merasim olan nikâh, mensup
olunan dinin boyasını taşımalı ve ibâdet kılınabilen evlenme gibi bir
müessesenin temelinde, dinî semboller de ihmal edilmemelidir. Gelin süslenmeli,
süslü bir elbisesi olmalıdır. Bu fıtratın da bir gereğidir. O ani özlemeyen genç
kız yok gibidir. Ama bu mümkünse inananlara has ve onların inancını yansıtan ve
öyle heyecanlı bir günlerinde dahî kulluklarını sembolize eden bir modelle
olmalıdır. Meselâ duvak yeniden gündeme gelmeli ve onunla bütünleşen bir model
geliştirilmelidir. Çünkü değindiğimiz gibi, duvağın bizim geleneğimizde aslı
vardır ve Anadolu müslümanı da bunu yüzyıllarca kullanmış ve ona türküler ve
ağıtlar yakılmıştır. Duvak gelinin başıyla beraber yüzünü ve omuzlarını da örter
ve bu yönüyle aynı zamanda bir cilbab özelliği de kazanır. Allah, gelin olan ve
olmayan diye ayırmadan kadınların "cilbâb" kuşanmalarını emretmiştir(K.Ahzab
(33) 59) ve cilbâbın asgarisi; başla beraber göğüslere (bele) kadar örten
üstlüktür.(Cilbab ve özellikleri hakkında geniş bir araştırma için bk. F. Beşer,
Fıkhı risaleler adlı eserin birinci bölümü) Duvak da başı örterdi ve genellikle
bekâret sembolü olarak kullanılırdı. Nikâh yapılıncaya kadar duvak açılmazdı.,
Nikâhtan sonra damat tarafından açılırdı. Köylerde daha çok yeşil duvak
kullanılırdı.(bk. TA XIV/153) Bugünkü uygulanışıyla gelinliği mahzurlu kılan bir
yönü de, sizin de değindiğiniz israf meselesidir. Milyonlar verilerek alınan
gelinlikler, bir gün giyildikten sonra ise yaramaz biçimde atılmakta ya da
saklanmaktadır. Bunu akıl dahî onaylamaz. Bir yönden de bu, fakir olan, ama
mutlaka gelinlik alması istenen eş adayını maddî sıkıntıya sokar, ezer ve
evlenmeyi zorlaştıran unsurlara katılarak başka kötülüklere az da olsa sebep
olur. Bunun yerine gelinlik, başka münasebetlerle de giyilebilen bir tarzda
yapılsa, hiç olmazsa israf önlenmiş, gelinlik de çok daha ucuza mal edilmiş
olur. Gerçi gelini süsleyecek giysiler ödünç alınabilir. Bunun da sünnette aslı
vardır. Yine bu maksatla Âişe vâlidemiz Esmâ'dan(Bu Esmâ, Hz. Âişe'nin kardeşi
Esmâ da olabilir. Ama muhtemelen kendisini süsleyen Esmâ bnt. Yezîd'dir.
Şerhlerde bu konuda bir açıklık yoktur.)bir gerdanlık almıştı, sonra da
kaybetmişti...( bk. Buhârî, nikâh 65) Bunu değerlendiren âlimler bunun elbiseye
de şâmil olduğunu ve gelini süslemek için bu tür eşyanın iâre edilebileceğini
söylemişlerdir.( bk. Aynî XVI/347; Ibn Hacer, Fethu'1-Barî IX/228) .
Hulâsa edersek:
1- Gelinlik giymeyi bizzat haram kılan bir sebep yoktur, ancak
onun yerine kendi dînî boyamızı taşıyan duvaklı gelinlik modelleri geliştirip,
kızlarımıza onları giydirmemiz daha güzel olur.
2- Herşeye rağmen bugünkü gelinlik uygulaması bize ait
olmamakla, haram olmasa dahî kerahatten de hâlî değildir.
3- Buna rağmen giyilirse; haram olmaması için:
a- Erkeklerin
gördüğü yerde üzerine duvak vb. atılmak sûretiyle süsü kapatılmalı ve tam
örtünmeyi sağlamalıdır.
b-Erkeklerin
görecegi yerlerde dar ve şeffaf olmamalı,
c-Yine
erkeklerin duyacağı mahallerde koku ihtiva etmemelidir.
4- Bir seferliğine giyilip atılacak tarzdaki gelinlikler israf
tır, israf ise haramdır ve Allah'ın sevmediği bir şeydir.
5- Gelinlik ve gelini süsleyen diğer aksesuar ödünç alınabilir.
GENELEVLERİN LUZUMLU OLUP OLMAMASI
Deniliyor ki, günümüzde umumhanelerin
açılması lüzumludur ve daha iyidir. Aksi takdirde halihazırdaki şartlardan ötürü
fuhuş, sokak aralarında daha çirkef düzeyde yapılacak, daha yaygınlaşacak
kontrolsüz olacağı için de sağlık açısından daha kötü sonuçlar doğuracaktır.
Çok yönlü olan bu sorunuzun cevabını da çok
yönlü düşünmek gerekir. Önce Islâm, başka sistemlerin yanında müsavir olarak
çalışan bir müessese, bir stepne, bir emniyet simidi değildir ki, onlara
temizleyemedikleri pisliklerini temizleme çârelerini üretsin ve önersin.
İslam'ın kendi sistemi içinde bunun çaresi vardır ve böyle bir pisliğin bir
Islam ülkesinde yükselmesi mümkün değildir. Bu çarelerin neler olduğu başka bir
konudur. Şimdilik şu kadarını söyleyelim: Islâmda zina çok ağır maddi ve manevî
müeyyidelerle yasaklanmıştır. Cinsel tatmin tabiî bir ihtiyaç olarak görülmüş ve
giderilmesi için meşru yollar gösterilmiştir. Tıpkı def-i hacet yapmak gibi. Bu
herkesin ihtiyacıdır ama her yerde, gelişi güzel yapılmaz. Zina yasak olduğu
gibi zinayı teşvik, "zinaya yaklaşma" dahi yasaktır. Kadınlar süslenmiş ve
müşterilere arzedilmiş vitrin malı gibi "müteberric" sokaga dökülmemişlerdir.
Televizyonunda popo müzigi haline gelen pop müzigi ve bunu teşvik eden kukla ve
hain TV idarecileri yoktur. Kısaca, nice milletleri tarihe karıştıran zinaya
giden bütün yollar kapalıdır. Öyle ise genelevler Müslümanların bir meselesi
değildir. Ama denebilir ki, Türkiye'nin bir Islâm ülkesi olduğu yönetenlerce
kabul edilmemekle beraber, halkının çoğunluğu Müslümandır ve şu andâ bu,
Müslümanların da problemleridir. Buna göre bu konuda Müslümanların şu andaki
tavırları ve konumları da belirlenmelidir: ‚
Bu noktaya, yurdumuzdaki bir sürü
"kârhaneyi" zavallı feministlerimize ithaf ederek geçelim. Kadın erkek arasında
tam eşitliği savunan (Biz mutlak eşitliği değil, insanı eşitliği ve adaleti
savunuyoruz ve bunun izahı da başlı başına ayrı bir konudur.) bu zavallılar,
aslında sırf belli evrensel güç merkezlerinin papağanlığını
yaptıklarından,"kadınların dövülmesine karşıyız" gibi sathî sloganlarla meşgul
olurken (sanki kadınlar bir sistem öyle istediği,için dövülüyormuş, ya da
feministleri hedefledikleri bütün haklar elde edildiğinde dövülmeyeceklermiş
gibi) bilmem hangi kadın dernekleri, bağbaşlarındaki memolara kadar prezervatif
dağıtıp onları şöyle ederseniz çocuğunuz olmaz, diye egitmeye (!) çalışırken,
yüzbinlerce kadının (7.1.1988 tarihli Cumhuriyet gazetesi, yurdumuzda beşyüzbin
(500.000) ruhsatlı fahişenin bulunduğunu emniyet raporlarına dayanarak
anlatıyor.) Vücutlarını parayla satmasına göz yumuyor ve daha enteresanı, aynı
mutlak eşitliği savunan düzen de bu satışı legal esaslara bağlıyor, bunun için
özel pazarlar ve vitrinler tanzim ediyor. Evet, kadına değer verdiklerini idia
edenler, onu bir mâl olarak pazarlıyorlar. Madem mutlak eşitlikten yanalar,
öyleyse erkek genelevleri de açsalar, ya da öbürünü de kapatsalar ya! Işin bir
yönü de budur.
Bütün bu manzaralar karşısında dahî Islâm,
genelevlerin açılmasm tasvip etmez ve buna cevaz vermez, çünkü:
1. Insan Allah'ın yarattığı en şerefli
varlıktır. Mü'min olsun olmasın, meta' sayılıp kazânca konu yapılamaz.
2. Zinâ İslamın kesinlikle yasakladığı
fîillerden olduğu gibi, "ırzın muhafazası" da Islâmda korunması hedeflenen beş
temel haktan biridir (zaruriyyet). Hastalıkların sirayetine engel olmak gibi
ikinci derecede bir ihtiyaç (hacıyyat) buna gerekçe gösterilemez.
3. Genelevlerin kapatılması halinde fuhşun
daha yaygınlaşacağı doğru değildir. Istanbul'da gurbet hayatı olarak çalışan
Anadolulu isçiler, her gün giriş yapan binlerce şoför ve oranın müşterisi olan
fakir halk kesimi (çünkü zengin fuhuş severler bu işi başka yollarla yapıyorlar)
bu insan pazarları olmasa, bu gayr-i meşru arzularına ulaşamayacaklar, ayrıca
paralarını ve sıhhatlerini de korumuş olacaklardır. Istanbul'a yakın olup
genelevi bulamayan illerden sırf bu iş için Istanbul'a gelenlerin bulunduğu
hesaba katılırsa, her türlü teşvik ortamına rağmen, bu çirkin fîili,
bölgelerinde icra edemedikleri anlaşılır. Bunda küçük şehirlerde herkesin herkes
tarafından tanınıyor olması da etkilidir. Eğer yakın bir ilde böyle bir pazar
bulamasalardı, yüzde doksan sekiz bu çirkin fiili yapmayacaklardı.
4. Genelevlerin bulunmasını isteyen bir
düzende böyle bir soru sormak zaten yersizdir. Çünkü liberal kapitalist
sistemlerin yaşayabilmesi, zihinsel ve bedensel enerji fazlasını, bu ve benzeri
yollarla nötürleşmesini sağlamaya bağlıdır. Evrensel bir din haline getirilen
futbol da bu yollardan biridir. Nitekim bir zamanların Ispanya başkanının
"futbol sayesinde ülkeyi onbeş yıl idare ettim" dediği meşhurdur.
5. Ülkemiz insanın çoğunda hâlâ Osmanlı'dan
kalma bir kabulleniş olan "devlet baba" düşüncesi hakimdir. (Şimdilerde ise
devletin malı deniz... felsefesi yaygınlaştı). Bu düşüncede olan insanlar
"meşru" ile "legal"i birbirlerinden ayıramadıklarından, "devlet yaptırıyorsa
câizdir" gibi çürük bir saplantıya girerler ve fuhşu meşru görürler. Aksi halde
bu insanların çoğu fuhus yapmayacaktır.
6. Bir kısım insanlar da ücretle icra
edilen bu legal fuhşu, Iran'da olduğu gibi "müt'a" nikâhı kabul ederek, yine
meşru çerçevede görür ve kendine fetva uydurur. Nitekim, Ortadoğu ülkelerinden
gelen bir çok insandan bu kabil sözleri duyuyoruz.
7. Cinsel özgürlüğün acısını tatmaya
başlayan Batılı insan, bu yolla yayılan bir sürü habis hastalığı, bu arada
AlDS'i genelevlerde daha kolay yurdumuza getirmektedir. Bu yerlerin olmaması
halinde yabancıların yapabilecekleri fuhus oranı bununla kıyaslanamayacak kadar
az olacaktır.
8. Büyük şehirlerimizde her arandığında
bulunabilecek bu günah evleri olmasa, gurbette bulunmak zorunda olan Anadolu
insanı, evini ve köyünde bıraktığı hanımını bu kadar uzun süre.terkedemeyecek ve
bundan doğacak tatsızlıklar, arkada bırakılan kadının gayr-i meşru cinsel
davranışları, yuva yıkılmaları asgari"ye inmiş olacaktır.
9. Bütün bu ve benzeri sebeplerden ötürü
İslam'ın bugünkü şartlarda dahi böyle bir müesseseye câiz demesi mümkün
değildir.
GERDEK GECESİ
Evlenmiş karı ve kocanın ilk defa bir araya
geldikleri gece. Bu buluşmanın özelliği, kadın ve erkek için daha önce bilinmesi
mümkün olmayan maddî ve manevî mahremiyetin ortadan kalkmasıdır. Çünkü o geceden
önce, ayrı dünyalarda yaşayan iki insan, birbirlerine yaklaşarak aynı hayatı
paylaşma durumuna gelmişlerdir. Bunun da ötesinde, aile olarak belirli hak ve
görevleri "fiilen yaşama" olayını başlatmışladır.
Gerdek gecesini, sadece cinsî yönden iki
farklı cinsin birbirlerini tanıması olarak görmemek gerekir. Bu beraberlik aynı
zamanda, manevî ve hissî bir bütünleşmenin de başlangıcı olmaktadır. Olgunluk
seviyesine gelen iki gencin, ondan sonraki hayatları belirli bir ölçü ve plan
dâhilinde sürecektir. Bu bakımdan gerdek gecesi; son derece ciddî ve ağır
sorumluluklarla dolu bir hayatın başlangıçanıdır. Tek kelime ile bir planlama
kararının verileceği zamandır. Iki çift, paylaşacakları hayatta birbirleri için
düşündüklerini açıkça anlatacak ve karşılıklı olarak yekdiğerinden beklediği
tavır ve davranışları konuşacaklardır.
Gerdek, Islâmî bir olaydır.
Çünkü gerdek olayında gözümüze çarpan
olağanüstü durum, kadın ve erkeğin meşrû ölçüler içerisinde biraraya gelmesi ve
evlilik gibi büyük bir hadisenin düşünülüp, tartışılarak gerçekleştirilmesidir.
Gerdek olayında, birbirlerini uzaktan
tanıyan iki çiftin yakın bir temas ile ve ciddî bir ortamda karşısındakıni
ölçülü bir şekilde değerlendirmesi sözkonusudur. Çünkü evlilik ile yeni bir
hayata başlangıçta, karşıdaki insan, bütün özellikleri ile tanınmak
durumundadır. Islâmî mahremiyetin olmadığı durumlarda ve günümüz gibi
kadın-erkeğin birbiriyle ölçüsüz ve gayrî ciddî bir biçimde biraraya gelmesi
hâli, gerdek olayına gerek duyurmamaktadır. Çünkü olayda ne bir mahremiyet, ne
de geleceğe dönük ciddî bir hesap bulunmaktadır. Taraflar; ya kendilerini
bekleyecek akıbetlerden habersizdirler veya biraraya gelişlerinde sadece "cinsel
tatmin" ağır basmaktadır.
Dolayısıyle bazan bu tür gayrî meşrû
ilişkilerde "evlilik" gibi bir müesseşeye bile ihtiyaç duymayan insanlar
görülmektedir. Tabii ki bu tür ilişkilerin sonu, büyük acılar ve felâketlerle
bitmektedir.
Islâm'daki evlilik, cinsî duyguların dinî
bir program çerçevesinde ve beşerî aşkın en temiz özellikleri ile biçim
kazanmasıdır. Elbette ki bu temiz ve saf beraberlik, gerdek gecesi gibi
başkalarının malûmu olmayan ruhî ve bedenî birlikteliğe ihtiyaç duyacaktır.
GUSLÜ GEREKTİRMEYEN
HALLER;
Henüz şehvet duygusu oluşmamış ve bulûğa ermemiş çocuğun cinsî yakınlaşmada
bulunması. Tenâsül uzvundan şehvetle açık bir sıvı hâlinde meni akması. Cinsî
bir şehvet duyulmasına rağmen meninin dışarıya çıkmaması. Şehvetten, başka bir
şeyden (hastalık, heyecan vs.) dolayı meninin akması, kızın bekâretini
gidermeyen cinsî bir yakınlaşma (çünkü kızlık zarı haşefenin sünnet yerine kadar
girişini engeller). Bu gibi durumlarda gusül farz değildir.
Gusletmeleri farz olanların, gusülsüz olarak yapmaları caiz olan hususlar da
şunlardır:
Zikretmek; tesbih etmek; salât ve selâm getirmek; Kur'an ayetlerini kelime
kelime öğretmek; dua maksadıyla Kur'an'dan ayetler okumak: Kelime-i şehâdet
getirmek; Kur'an'a bakmak; bitişik olmayan bir kap içerisinde bulunan mushafa
dokunmak; uyumak (Cünübün abdest aldıktan sonra uyuması daha iyidir). Cünüp iken
yemek yeneceği veya içileceği zaman elleri yıkamak ve ağzı çalkalamak gerekir.
Bunların yanısıra, Ramazan'da cünüp olarak sabahlayan kimse veya gündüz uyuyarak
ihtilam olan kimsenin orucu bozulmaz.
Cünüb olan kimsenin ise;
Dinî kitaplardan herhangi birini elle tutması ve okuması; elini ve ağzını
yıkamadan yiyip içmesi ve eliyle tutmadığı bir kağıda Kur'an ayetleri yazması
mekruhtur.
Gusl, Allah'u Teâlâ'nın müslümanlar için emrettiği en önemli maddî-manevî
temizlik biçimidir. Cenâb-ı Hak, "Eğer cünüb iseniz yıkanıp temizlenin"
(el-Mâide, 5/6) buyurmaktadır. Bu yıkanmanın şeklini de Hz.
Peygamber (s.a.s.) kendi tatbikatıyla bize öğretmiştir. Guslün daha çok manevî
bir temizleme aracı olduğu unutulmamalıdır. Çünkü vücudumuzun herhangi bir
yerinde görünür bir pislik veya kir-pas olmasa bile cünüb olan kimsenin
ibadetlerini yerine getirebilmesi için mutlaka gusletmesi gerekir. Ayrıca
gerekli şartları yerine getirilmeyen yıkanma, ne kadar itinalı yapılırsa
yapılsın guslün yerine geçmez ve bununla cünüblükten kurtulmak mümkün olmaz.
Cünüb olan kimse ilk fırsatta gusletmeye çalışmalıdır. Bu durumda ancak, içinde
bulunduğu namaz vaktinin çıkmasına kadar müsaade vardır; daha fazla
geciktirnıesi günâh kazanmasına sebep olur.
Guslün vücud için faydalarına işaret eden doktorlar bu hususta
şunları söylemektedir: İnsanın başına gusletmesi gerektiren bir hal gelince
bütün damarlarda büyük bir sarsıntı olur. Vücutta bir yorgunluk ve gevşeklik
meydana gelir. Bu yorgunluk ve sarsıntıyı gidermek için vücudun her tarafını
yıkamak lâzımdır. Demek ki; guslü gerektiren hallerde sadece bazı organlar
değil, vücudun tamamı yıkanma ihtiyacı hissetmektedir. Çünkü gerek cünüblükte,
gerekse hayız ve nifâs hâlinde, başta kalp olmak üzere bütün organlar ve kan
dolaşımı, yorgunluklarını, ancak güzel bir boy abdesti ile tertemiz bir
zindeliğe terkedeceklerdir. Allah'ın her emrinde olduğu gibi gusül abdestinde de
bizim bildiğimiz ve bilemediğimiz daha birçok hikmet ve faydalar bulunmaktadır.
GUSLÜN ADABI
Guslün adabı aynen abdest adabı gibidir.
Gusletmek isteyen kimse önce besmele çekerek gusle niyet eder. Ellerini
bileklerine kadar yıkar ve üzerinde yapışıp kurumuş bir şey varsa onları
temizler. Sonra herhangi bir pislik olmasa bile avret yerlerini ve uyluklarını
yıkar. Sonra sağ avucu ile ağzına bolca su alarak iyice çalkalar; bunu üç defa
tekrar eder; oruçlu değilse suyun boğazına ulaşmasını sağlar. Sonra yine sağ eli
ile burnuna üç defa su çekerek iyice temizler. Bundan sonra namaz abdesti gibi
bir abdest alır. Şayet yıkandığı yere su toplanıyorsa, ayaklan, abdest alırken
değil gusülden çıkarken yıkar. Abdest aldıktan sonra, önce başına, sonra sırayla
sağ ve sol omuzlarına üçer defa su döker. Her defasında vücudun her tarafını
iyice oğuşturur. Hiçbir yerinin kuru kalmaması için dikkat eder. Bunun için
saçlarının, sakallarının diplerine, göbeğinin içine suyun ulaşmasını sağlar.
Eğer vücudunun bir yerinde, herhangi bir yaradan dolayı ilaç veya sargı varsa ve
fazla su bunlara zarar verecekse, bunların üzerinden suyu hafifçe geçirmekle
yetinir; bu da zarar verirse sadece eliyle üzerini mesheder.
Cünüb bir kimsenin veya hayız ve nifâs hâlindeki bir kadının bu durumdayken
yapması haram olan hususlar, şunlardır:
Namaz kılmak; Kur'an niyetiyle Kur'an'dan bir parça okumak (ancak dua niyetiyle
okumak caizdir. Ayrıca Kur'an ayetlerini çocuklara kelime kelime öğretmek,
Kelime-i Şehâdet getirmek, tesbih ve tekbirde bulunmakta da sakınca yoktur);
Kur'an-ı Kerîm'e ve onun en ufak bir parçasına dokunmak ya da tutmak (fakat
bitişik olmayan bir kılıf veya kutu içerisinde ise tutmak caizdir); Kâbe-i
Muazzamayı tavaf etmek ve zaruret olmadığı halde bir mescide girmek ve içinden
geçmek; Üzerinde ayet yazılı olan bir levhayı veya buna benzer birşeyi tutmak.
GUSÜL (BOY ABDESTİ)
Tepeden tırnağa kadar vücudun her tarafını hiçbir yer kuru
kalmayacak şekilde yıkamak.
Fiil kökünden isim olan gusl, sözlükte; yıkanmak ve temizlenmek manasına gelir.
"Gasele" fiili de, kirin suyla giderilmesi ve temizlenmesini
ifade eder.
Erginlik çağına gelmiş her müslüman erkeğin ve kadının şu
durumlarda boy abdesti alması gerekir.
1) Cünüplük; yani cinsî münasebet, ihtilam ve ne şekilde olursa
olsun meninin (sperm) şehvetle vücut dışına çıkması.
2) Hayız (kadının âdet görmesi) ve nifâs (lohusalık) hâlinin
sona ermesi.
Bu hallerde gusletmek farzdır. Bazı durumlarda da gusletmek, sünnet veya
müstehabdır. Meselâ; Hac ve Umre yapmak maksadıyla Mekke ve Medine'ye girmeden
önce, hac mevsiminde Mina ve Müzdelife'de bulunmadan önce; yağmur duasından
önce; herhangi bir hayırlı iş için müslümanlarla bir araya gelmeden ve mübarek
gecelerde gusletmek sünnet ve müstehabdır. '
Namaz için alınan abdest "küçük abdest" kabul edilerek, gusle "büyük abdest"
veya "boy abdesti" adı verilmektedir.
Guslün farzları üçtür.
I) Ağza su alıp boğaza kadar çalkalamak. 2) Buruna su çekmek ve yıkamak. 3)
Tepeden tırnağa bütün vücudu yıkamak.
Vücut yıkanırken en ufak bir yerin kuru kalmamasına dikkat edilmelidir. Aksi
taktirde gusül yerine gelmemiş olur. Onun için kulaklar, göbek çukuru, saç,
sakal ve bıyıkların dipleri iyice yıkanır.
Guslün sünnetlerine gelince: 1) Gusle besmele ve niyet ile başlamak. 2) Avret
yerini yıkamak ve bedenin herhangi bir yerinde pislik varsa onu temizlemek. 3)
Gusülden evvel abdest almak. 4) Abdestten sonra, önce üç defa başa, sonra üç
defa sağ, üç defa da sol omuza su dökerek her defasında bedeni iyice oğuşturmak.
5) Guslederken çok fazla veya çok az su kullanmaktan kaçınmak. 6) Kimsenin
göremeyeceği bir yerde yıkanmak. 7) Tenha bir yerde yıkanılsa bile, avret yerini
açmamak. 8) Guslederken konuşmamak. 9) Gusl bitince bedeni bir havlu ile
kurutmak 10) Gusulden sonra çabucak giyinmektir.
GÜZEL VEYA ÇİRKİN GÖRÜLEN İŞLER
Kadının oğlunun kızının kocasına
-fitnesinden emin olmak şartıyle- görünmesi caizdir.
Sütkız kardeşin, süterkek kardeşe -fitne
konu olursa- görünmesi caiz değildir.
Karı-koca ilişkide bulunurlarken
birbirlerinin tenasül uzuvlarına bakmaları helâldir. (Kadının tenasül uzvunun
içine bakılmasının ise unutkanlık meydana getirdiği kitaplarda konu edilmiştir.)
(Fetevây-i Abdürrahim)
Kocanın, kayınvalidesi mahremi olup ona
görünmesi caizdir.
Kocanın cinsel ilişkide bulunduğu karısının
diğer kocadan getirdiği kızına fitne korkusu yoksa görünmesi caizdir.
Kadının, kocasının erkek kardeşine
görünmesi caiz değildir.
Kadının, kocasının üvey Babasına görünmesi
caiz değildir.
Kadının, kendi kız kardeşinin kocasına
görünmesi caiz değildir.
Müslüman olan kocanın karısının, kafir olan
akrabalarına görünmesi caizdir.
Kadın dini bir konuyu kocasından öğrenmek
ister fakat bilemiyecek veya bilene gidip öğrenip kadına anlatmayacak olsa,
kadının kendisinin bir alime gidip problemini sorup öğrenmesi caizdir.
Ihtiyar yaşlı kadın mecburiyetten ötürü
yüzü açık olarak erkekle sohbet edip bazı yabancısı olduğu erkekler eline
dokunsalar -şehvet hissi olmamak şartıyle- bir mahzur görülmez.
Kadın kocasını veya koca karısını
yaralayıcı bir aletle öldürecek olsa kısas gerekli olur. (Kısas: Şer'î bakımdan,
öldüreni öldürülen mukabilinde öldürmek veya yaralanan veya uzvu koparılana
karşılık bu işi yapana da aynı cezayı uygulamaktır.)
Erkek kadını zorla zina etmek maksadıyle
kaçırıp, kadının da kurtulmak için öldürmekten başka çaresi olmayıp, erkeği
öldürecek olsa kadına herhangi bir ceza verilmez.
Kadın kocasını boğazından tutup yatırıp,
diğer iki erkek de yaralayıcı bir aletle bilerek kocayı öldürecek olsalar
öldüren iki erkeğe kısas kadına da şiddetli ta'zir ve iyi hali zahir oluncaya
kadar hapis cezası verilir.
Koca karısını yabancı bir erkekle oturup,
sohbet ederken görüp, zina etmedikleri halde koca yaralayıcı bir aletle kadını
ve yabancı erkeği öldürecek olsa kısas gerekli olur.
Kadın, kocasının tenasül uzvunu ve
hayalarını tamamen dibinden kesecek olsa her birisi için kamil birer diyet
vermesi gereklidır. (Kamil diyet :Öldürülen şahsın nefsine bedel olarak cinayeti
işleyen veye akrabasından alınan tam diyettir.(Hür bir erkeğin diyet-i kamilesi
yüz deve veya karşılığı olan mebladır.))
Çocuğun annesi uyurken çocuğun üzerine
yuvarlanıp, çocuk bunalıp ölecek olsa kadının diyet vermesi gerekir.
Kadın kocasının vurmasından dolayı uzuvları
belli olmuş ölü bir çocuk düşürecek olsa kocasına gurre gerekir. (Gurre: Beş yüz
dirhem gümüş veya kıymetidir. Bir dirhem yaklaşık üç gramdır.)
Kadının diyeti beş bin dirhem gümüştür.
Erkek kadının tenasül uzvunu bıçakla yarar,
fakat iyileştikten sonra kadın sidiğini tutamayacak olursa kocanın bir kadın
diyeti vermesi gerekir.
Koca karısının saçlarının bir kısmını yolup
bir seneye kadar saçları bitmeyecek olsa kocaya hukümet-i adl gerekir.(Hukümet-i
adl:Miktarı şer'an muayyen olmayıp bilirkişinin usulü dairesinde taktir ve tayin
edeceği diyettir.)
Hamile kadın çocuk düşürmekle iddeti sona
ersin diye ilaç alıp diri diri diğeri iki cenin düşerse diri derhal ölecek olsa
kadına ölen için gurre diri için diyet ve kefaret gerekirli olur.
Koca hanımının bir gözünü çıkarıp diyetini
vermeden ölecek olsa kadın gözünün diyetini kocasının terekesinden (bıraktığı
mirasadan) alabilir.
Kadın, oturmakta olduğu kocasının evinde
kendi kendini aşacak olsa varisleri kocadan diyet isteyemezler.
Erkek kadının üç parmağını diplerinden
kesecek olsa, kadının parmaklarına has olan her bir parmak için beşyüz dirhem
gümüş veya kıymetini vermesi gerekir. (Bir dirhem yaklaşık üç gramdır.)
Bir' kadın diğer bir kadının yemeğine zehir
koyup, diğer kadın yemeği kendi eliyle yiyip zehirin etkisiyle ölecek olsa
zehiri koyan kadına şiddetli ta'zir ve hapis cezası verilir.
Kadın kocasına zehir verse de yine ona
varis olabilir.
Erkek hamile kadının göğsüne veya arkasına
vurmakla kadın diri bir cenin düşürüp cenin o anda ölecek olsa vurana diyet
cezası verilir.
Hamile kadın kocasından izinsiz olarak
çocuk düşürmek için ilaç alıp uzuvları belli ölü bir çocuk düşürürse kadına
gurre gerekir. (Gurre: beşyüz dirhem gümüş veya kıymetindedir.)
Bir kadın bir hamile kadınla çekiştikten
bir ay sonra hamile kadın diri bir çocuk düşürüp çocuk ölecek olsa çekişen
kadına bir şey gerekmez.
Koca karısının burnunu ve kulağını
diplerinden kesecek olsa, burun için tam, kulak için yarım kadın diyeti
gerekir.(Diyet miktarı az evvel açıklanmıştı.)
Erkek cinsi münasebet gücü olmayan küçük
kızla cinsel ilişkide bulunduğunda tenasül uzvuyla dübür arası yırtılıp kız
sidiğini tutamaz hale gelirse, erkeğin kadın diyeti vermesi gerekir.(aralarında
karı kocalık varsa gerekli olmaz.)
Koca karısının çenesine vurup çene kemiği
kırılsa kocanın, kadın diyetinin ondâ birini (Beşyüz dirhem gümüş veya
kıymetini) vermesi gerekir.
Adam kadına tekme ile vurup kadın
merdivenden aşağı yuvarlandıktan sonra darbe tesiriyle ölecek olsa. Kocanın
diyet vermesi gerekli olur.
Hamile kadın kocasından izinsiz kendi
annesine çocuk düşürmek için ilaç yapmayı emreder o da ilacı yapıp, bundan
dolayı ölü bir çocuk düşürür. sonra da kendisi ölecek olsa, annesine ceza olarak
bir şey gerekmez.
Ebe olan kadın, hamile kadını doğurturken
doğum esnasında bırakıp gider, çocuk da ölü olarak dünyaya geldiği zaman anne de
ölecek olsa ebe olan kadına bir ceza gerekmez.
Kocanın hanımı, kocasının kendi evinde
asılı olup ölmüş olsa -katili belli değilse- kocaya kaseme ve diyet gerekir.
(Koca ölü bulunsa kadına diyet cezası verilmez.) (Kasame: Katili bilinmeyen ve
üzerinde öldürme eseri bulunan bir katilin bulunduğu yerin ahalisinden kimsenin
belli şekilde yemin etmeleridir.)
|