YİRMİ DÖRDÜNCÜ LEM'A
Tesettür hakkındadır
On Beşinci Notanın İkinci ve Üçüncü Meseleleri iken,
ehemmiyetine binaen Yirmi Dördüncü Lem'a olmuştur.
(ilâ âhir) âyeti,
tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur'ân'ın bu hükmüne
karşı muhalif gidiyor.
Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor.
Haşiye
Elcevap: Kur'ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı
fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan
ederiz.
BİRİNCİ HİKMET
Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor.
Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından
ziyade sevdiği yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç
bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz
kalmamak için fıtrî bir meyli var.
"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü'minlerin
hanımlarına söyle, evlerinden çıktıklarında dış örtülerini üzerlerine
alsınlar." Ahzâb Sûresi: 33:59.
Haşiye: Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin
müdafaatından bir parça:
"Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede
ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve
hakikatlı bir düstûr-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve
ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın
itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı,
elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir."
Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya
çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya
kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve
ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle
müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en
ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi
bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten
sıkılmasın.
Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların
nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel
bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi
sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın,
nazik ve serîü't-teessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki
semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık
yeri olan Avrupa'da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, "Bu alçaklar
bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar" diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek,
medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur'ân'ın tesettür emri fıtrî
olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen
kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten
kurtarıyor.
Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık,
tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz
dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü
zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o
sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle
vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti
sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştahını açmamak ve tecavüzüne meydan
vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi,
çarşafı olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükümette,
çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı,
dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık
etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!
İKİNCİ HİKMET
Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet,
muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir
kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir.
Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.
Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır;
elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının
nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak
lâzım gelir. Madem mü'min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası
hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus,
muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat
noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır
Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki
ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor.
Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini
ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok
kaybeder.
Şer'an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip
olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.
Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder;
refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.
Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp "Ebedî
arkadaşımı kaybetmeyeyim" diye takvâya girer.
Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan
sefahete girer.
Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o
mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.
Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin
fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım
ediyorlar.
ÜÇÜNCÜ HİKMET
Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir
emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder.
Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve
muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir
tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye
sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan
ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet
ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his
uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki:
İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî
his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki
şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı
kırar. Fakat bacaklar gibi şer'an mahremlere de göstermesi caiz olmayan
yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin
uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir
ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir.
Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir
nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar
ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!
DÖRDÜNCÜ HİKMET
Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir
millet ve hükümet yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i
Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
(ev kemâ kâl.) Yani, "İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin
kesretinizle iftihar edeceğim."
Halbuki tesettürün ref'i, izdivacı teksir etmeyip çok
azaltıyor. Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu
ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır,
belki de fuhşa sülûk eder.
Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz.
Çünkü kadının-aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün
malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan-en esaslı hasleti
sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında
emniyeti kaybeder, ona vicdan azâbı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet
olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu
için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi,
ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir. Onun
için, o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.
Memleketimiz Avrupa'ya kıyas edilmez. Çünkü orada, düello
gibi çok şiddetli vasıtalarla, açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza
edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna
kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan Avrupa'daki tabiatlar, o
memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yani âlem-i İslâm kıtas¨, ona
nispeten memâlik-i harredir. Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde
tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesât-ı hayvâniyeyi tahrik
etmek ve iştahı açmak için açık saçıklık belki çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta
medar olmaz. Fakat seriütteessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların
hevesât-ı nefsâniyesini mütemadiyen tehyiç edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i
istimâlâta ve isrâfâta ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebeptir. Bir
ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir
israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar
münasebetiyle kadından tecennüp etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlûp ise
fuhşiyata da meyleder.
Şehirliler, köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz.
Çünkü köylerde, bedevîlerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve
yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nispeten nazar-ı dikkati az celb eden,
mâsûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı
nefsâniyeyi tehyice medar olmadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az
bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz Öyleyse onlara
kıyas edilmez.
el-Münâvî, Feyzü'l-Kadîr, 3:269, no: 3366; el-Aclûnî,
Keşfü'l-Hafâ, 1021; Süyûtî, Câmiu's-Sağîr, no: 3366.
|