Serîka (Hırsızlık) Bahsi: 1
Eşribe (İçkiler) Bahsi: 3
Sayd (Av) Ve Zebaih (Kesmeler)
Bahsi; 3
Kurban Bahsi: 5
Yeminler Bahsi: 6
Dava Bahsi: 10
Şahitlik Bahsi: 15
Şahitlikten Dönmek Bahsi: 18
(Kadının Adabı Hakkında:) 19
Taksîmat Bahsi: 21
İkrah (Zorlama) Bahsi: 23
Siyer Bahsi 23
Haram Ve Helâl Bahsi: 30
Vasiyetler Bahsi: 31
Feraiz Bahsi: 34
Asebe Bahsi: 35
(Hacp (Tamamen Veya Kısmen Payından Mahrum Olmak) Bahsi: 36
Red (Geri Vermek) Bahsî: 36
Öldürme Bahsi: 36
(Feraiz Hesabı Bahsi:) 38
Münasahat Bahsi: 38
(A'vl Meselesi Bahsi:) 39
Âkil ve baliğ bir
kimse, on dirhemi veya on dirnem kıymetindekî bir şeyi ister darbedilmiş para,
ister külçe olsun— belli bir kasadan (muhafaza yerinden) çalarsa, elinin
Kesilmesi vacip olur.
Köle ve hür insan el
kesmede eşittirler (yâni her ikisinin de eli kesilir.)
Bir defa ikrarı veya
iki şahidin şahadetiyle kişinin eli kesilir. Bir cemaat topluca hırsızlık yapar
ve her birisine on dirhem düşerse. hepsinin eli kesilir. Ondan az cjüşerse
kesilmez.
İslâm diyarında, bolca
ve mubah olarak bulunan şeylerin çalışrnasiyle el kesilmez; odun, kamış, ot,
balık ve av hayvanları gibi.
Yine el kesilmez eğer
çalınan şey tez bozulan nevinden ise. Yaş meyveler, süt, et, kavun",
ağacın dalındaki meyve ve biçilmemiş ekinler gibi...
Sarhoş yapan
içkilerin, zurna ve Kur'anm çalmmasiyle el kesilmez. Her ne kadar.Kur'an altın
işlemeli ise de.
Altından yapılmış haç,
satranç ve dama tahtası ve taşlarının çalınmasında el kesmek yoktur. Üstünde
kıymetli zinet bulunursa dahi hür bir çocuğu çalanın eli kesilmez.
Büyük kölenin
çalmmasmda el'kesmek yoktur. Küçük kölenin çalınmasında ise el kesilir. Hesap
defterleri hariç, hiç bir defterin çalınmasiyle el kesilmez. Köpek, pars, saz,
davul ve düdük çalınmakla el kesilmez.
Saç ağacı, mızrak,
abnus ve sandal ağaçlarının çalmmasiyle el kesilir.
Elindeki emanette
hainlik yapan erkek ve kadına, kefen soyan, yağmacı ve ihtilâsçı (devlet malını
yiyen) nm eli kesilmez.
Devlet hazinesinden
veya ortak olduğu bir maldan çalanın
eli kesilmez.
Ana ve babasından veya
evlâdından yahut mahreminden çalanın eli kesilmez.
Yine el kesilmez,
eşlerden birisi diğerinden çalarsa veya köle mev-lasmdan yahut mevlasmın
hanımından veya mevlası bulunan hanımın kocasından çalarsa, mevla, mukâtep
kölesinden, kişi ganimetten çalarsa eli kesilmez.
Hırz, (kasa, muhafaza yeri) iki kısma ayrılır:
1 -Kendisinde
mevcut olan bir mânadan ötürü hırz olan,
2 -Bekçi ile
hırz olandır. O halde bir şeyi gerek hırzdan ve gerekse sahibi yanında bulunduğu ve
koruduğa halde gayri hırzdan çalarsa eli kesilmesi vacip olur.
Hamamdan ve herkesin
görmesine açık bulunan bir evden bir şeyi çalanın eli kesilmez. Sahibi yanında
olduğu halde camiden bir şey çalanın eli kesilir. Misafir, konağından bir şey
çalarsa eli kesilmez.
Hırsız, evi delip
içeri girer ve malı dışarıda bekleyen birisine vermek suretiyle çalarsa, her
ikisinin eli de kesilmez.
Malı, dışarıya atıp
sonra çıkıp alırsa eli kesilir.
Bir merkebe yükleyerek
dışarıya çıkarıp alırsa yine elli kesilir.
Malın muhafaza
edildiği yerine bir cemaat girdiği .spinan, kısmı malı almaktan men olursa dahi hepsinin
eli kesilir.
Bir evi delip, elini
delikten uzatıp bir şeyler çalarsa eli Kesilme?, Elini sarrafın sandığına veya
başkasının koynuna sokup malım'alırsa eli kesilir.
Hırsızın, sağ eli
bilekten kesilir ve kaynar yağın içine sokulur. İkinci defa hırsızlık yaparsa
sol ayağı kesilir, üçüncü yaptığında bir şeyi kesilmez, belki tevbe edinceye
kadar hapse atılır.
Hırsızın sol eli sakat
ise veya kesik veya sağ ayağı kesikse (bütün Iju durumlarda) sağ eli kesilmez.
Mal sahibi hazır
olmadıkça ve kesilmeyi istemedikçe hırsızın eli kesilmez.
Eğer mal sahibi,
çalman malı hırsıza hibe ederse veya satarsa veya malın kıymeti hırsızlık
nisabından (on dirhemden) az olursa hırsızın eli kesilmez.
Bir ayni çalıp eli
kesildikten sonra onu geri. sahibine verirse bilâhare bozulmamış ayni şeyi bir
daha çalarsa eli kesilmez. Eğer hali değişmişse, meselâ iplik iken çaldı, eli
kesilip o mal da geri verildi, bilâhare o iplik dokununca çalarsa eli kesilir.
Hırsızın eli kesildiği
halde çalınmış mal mevcutsa sahibine iade olunur, yok olmuş ise, hırsız zâmin
olamaz.
Hırsız, çalman malın
mülk edindiğini iddia ederse, delili yoksa bile eli kesilmez.
Başkasının
.saldırmasını defetmeye kudretli olan bir cemaat veya bir ferd yol kesmeyi
kastederek yola çıkarsa daha kimseden mal almazdan ve bir nefis öldürmezden
tutulurlarsa, tevbe edinceye kadar hâkim onları hapseder.
Bir müslümanm veya
zımmînin malını alırlarsa o mal araların..
da taksim olunduğu
halde her birisine, on dirhem veya kıymetinden daha aşağı düşmese, (fazla
düşerse) hâkim hepsinin el ve ayaklarını çapraz olarak keser. Eğer mal almazdan
yolcuları öldürürlerse had olarak imam onları öldürür, öldürülen yolcuların
velileri onları affederse bile imam onların affına bakmaz ve derhal öldürür.
Hem öldürmüş ve hem de
mal almışlarsa, imam, muhayyerdir; dilerse evvelâ el ve ayaklarını çapraz
olarak keser, öldürür ve asar, isterse yalnız öldürür. İsterse asar. Her birisi
diri diri asılır ve ölünceye kadar karınlarına mızraklar saplanır.
Üç günden fazla asılı
kalmazlar.
Eğer yol kesenlerin
arasında çocuk veya deli veya yolu esilenin yakını varsa, had diğerlerden de
sakıt olur öldürmek, Ölünün velilerine ait olur, dilerse Öldürür, dilerse
affedebilirler.
Yolu o cemaatin tek
kişisi keserse yine de hepsine had tatbik edilir.
Haram olan itkiler
dört nevidir:
1-Hamr
(şarap) üzümün şırası kendiliğinden köpürür, köpüklerini dışarı atarsa, şarap
olur.
2 -Üçte
ikisinden daha azı gidinceye kadar kaynatılmış şıra,
3 -Kuru
hurma Naki'i.
4 -Kuru üzüm neki'i katılaştığmd şarap olur.
Hurma ve üzüm sicisi
(ekşimiş hoşab-i) ki buna Nebîz derler az kaynatıldığında, katılaşırsa dahi,
yeter eğlenmek ve neşelenmek için içilmesin
tahminen sarhoş etmiyecek bir miktarın içilmesi helâldir.
Hurma ve üzüm naki'nin
karışımından meydana gelmiş halitanın içilmesinde beis yoktur. .
Bal, incir, buğday,
arpa ve darı sicisi (clcşimiş hoşafı) pişirilmişe dahi helâldir .
Taze üzüm şırası üçte ikisi gidip üçte birisi
kalıncaya kadar kaynadığında katılaşırsa dahi helâldir.
Taze kabak, yeşil
testi, ziftlenmiş küp ve ağaçtan yapılmış kaplarda hoşaf yapmakta beis yoktur.
Şarap sirkeye inkılâp
edince, helâl olur. îster kendiliğinden veya içine atılan bir şeyle sirkeye
tahvil olunsun.
Şarabı sirkeye
çevirmekte her hangi bir kerahat yoktur.
Talimli köpek, pars,
doğan ve alıştırılmış her yırtıcı hayvanla avlanmak caizdir.
Köpeğin talimli olması: Üç defa (üstüsto) avladığı hayvandan yememesidir.
Doğanın talimli olmayı: Çağırdığın zaman geri gelmpplflir. Avcı, talimli
köpeğini veya doğanını yahut şahinin ava göndrediği zaman, Allah'ın ismini zikrederse,
o hayvanın tutup yaladığı av ölürse "'yenilmesi helâl olur;
Köpek, avdan yediği
takdirde avın eti yenilmez. Dpğan, kuşu, yediğinde yenir.
Aycı,.hayvan,daha sağ
iken yetişirse, kesmesi vacip olur- Kesmeden ölüme tetkedilirse yenmez.
Eğer- köpek avladığını
yaralamadan boğmak surefiiylp öldürürse yenmez.
Eğer talimli köpeğe,
talimsiz bir köpek veya ateş perestin köpeği yahut besmelesiz salıverilmiş
köpek yardım ederse avlanmış hayvanin eti. yenmez.
Kişi,, besmele çektiği
halde ava ok atarsa, isabet edip öldürülen hayvanın eti yenir.
Diri yetişirse kesmesi
lâzımdır. Kesmediği takdirde eti yenmez.
Hayvana Qk isabet
ettiğinde ancak avcının gözünden kaybolduktan sonra düşerse, avcı ölüsünü
buluncaya kadar arar, görürse yiyebilir, aramadan vazgeçip bilâhare tesadüfen
ölüsüne rastlarsa yiyemez.
' Av hayvanına ok
attığında suya düşüp ölürse yenmez. Dama veya d&tğa düşer, oradan
yuvarlanıp yere düşüp ölürse hüküm yine. böyledir ve yenmez- Eğer başka
yere,düşerse yenir.
Okun eniyle vurulmuş,
yarasız Ölmüş bir avın eti yenmez, eğer yara yaparsa yenir.
Balçıktan yapılmış
gülle isabet eder öldürürse yenmez.
Avcı hayvanın; bir
azasını koparırsa hayvanın etini, yer, fakat Kopmuş azasını yiyemez.,
Fazlası kuyruk
tarafında kaldığı halde hayvanı üçe parçalarsa, bütün parçalar yenir.
Ateşe tapanın,
rnürtedin ve putperestin avladığı yenmez.
Avcılardan birisi
vurup kaçacak halden düşürmese diğer birisi vurup öldürürse av yenir ve
ikincinin malı olur. Eğer birinci atıcı vurup kaçacak halden düşürürse
ikincisi atıp öldürürse eti yenmez.
İkinci avcı, birinci
avcının yaralamasiyie eksilen mjlçtar haricinde kalan hayvanın kıymetiyle
birinciye zâmin olur.
Eti yenen ve yenmeyen
hayvanların avlanması câizdir.
Müslümanın ve ehli
kitabın boğazladığı helâldir.
Ateşperest, mürted,
putperest ve ihramda bulunan kişinin kestiği yenmez. Kasap, kasden besmeleyi
terkederse, kesilen fyayvarı murdardır ve yenmez. Unutarak terkederse yenir.
Boğazlama: Halk (boğaz)
ile göğsün başlangıcı, arasındadır.
Boğazlamada kesilen
damarlar dörttür:
1-Hulkum {Nefes borusu)
2 -Meri (Yemek ve içmek borusu),
3 ve 4 -Boğazını iki tarafındaki kan boruları ki, bunlara
«Vedeç» denir.
Bütün bu damarlar
kesildiğinde yenmesi helâl ölür, Ebû Hanife (R.A.) ye göre, çoğunu (yâni
üçünü) Keserse yine yenir. Ebû Yusuf ve Muhammed (R,A.)
hulkum, meri vet Vedeçten birisinin kesilmesi behemehal lâzımdır, dediler.
Keskin kamış, kesici
taş (çakmak taşı g'bî) ve her kan akıtıcı nesnelerle kesmek helâl ve caizdir.
Ancak yerinden kaldırılmamış diş ve tırnak bu hükümden hariçtir.
Bıçağı bilemek kasap
için, müstehaptır.
Hayvan ölmezden evvel
boyun kemiğinin içindeki beyaz şeridi (omurga iliği) veya başını bıçakla kesmek
mekruhtur. Fakat kesildiğinde yenir.
Ensesinden kesilen
hayvan damarlar kesilinceye kadar diri kalırsa bu kesiş caiz olur, fakat
mekruhtur. Eğer damarlar kesilmezden evvel ölürse murdardır, yenmez..
Av hayvanlarından
evcil olanların zebhi, boğazlanmaktır ki, zebh bunların hakkıdır Evcil
hayvanlardan vahşileşenin kesişi boğazlamak ve yaralamaktırki ısdtırarîdir
mecburîdir.
Devenin kesişinde
«nahr» (göğsün bitişiğindeki damarları kesmek müstehaptır,) fakat normal
kesmek caiz olmakla beraber mekruhtur.
Sığır ve koyunda (yâni boğazın yukarısından kesmek)müstehaptır.
Eğer bu iki cinsi de
deve gibi nahr eylerse caiz olmakla beraber mekruhtur.
Deveyi nahr veya
sığırı yahut koyunu kesip karnında ölü bir yavru bulursa ister tuylensin,
isterse tüylenmesin yenilmez.
Yırtıcılardan azı
dişleri olan, kuşlardan pençesi olanın eti yenmez. Ziraat kargasının yenmesinde
beis yoktur. Cifeyi yiyen karga yenmez. Sırtlan, keler, tilki ve diğer
haşeratın etini yemek tahrimi şekilde mekruhtur.
Ehli merkeplerin ve
katırların eti yenmek haramdır.
Ebû Hanifeye (R.A.)
göre, at etini yemek mekruhtur.
Tavşanı yemekte beis
yoktur. Eti yenmeyen hayvan kesilirse, herri eti hem de derisi temiz olur.
Ancak insan ile domuz bu hükümden hariçtir, Çünkü kesmek onların ikisinde de
(insanın şerefi, domuzun necaseti için) tesir etmez. Su hayvanlarından ancak
balık yenir.
Balıkların
kendiliğinden Ölmüş ve su yüzüne çıkmış - olanları yenmez. Sıcaktan soğuktan
dolayı ölen veya kuşlar tarafından öldürülen balıklar yenir. Sazan ve yılan
balığının yenmesinde hiç bir beis yoktur. Çekirge yenir ve boğazlanması da
yoktur
Kurban gününde,
zengin, yerli, müslümaıı ve hür olan herkese, kendisi ve küçük çocukları için
kurban kesmek vaciptir.
Her birisi için' bir
koyun kurban keser veya bir deve yahut bir sığırı yedi kişi için kurban eder.
Fakir ve misafir bir
kimseye kurban düşmez.
Kurbanın vakti: Bayram
gününün fecri ile başlar, ancak İmam bayram namazını kıldırmadıkça şehirlilere
kurbanın kesilmesi caiz değildir. (Bayram namazı kılman yerler hepsi bu hükme
dâhildir.)
Köylülere (bayram
namazı kılınmayan yerlere) gelince onlar fecirden itibaren kesebilirler.
Kurban üç günde caizdir: Bayram ve ondan iki gün sonrası (Bayramın bilinci,
ikinci ve üçüncü günüdür. Bilinci günü efdaldir.)
İkisi veya bir gözü
kör, mezbahaya gidecek durumda olmayan topal ve çok zayıf hayvan kurban olamaz.
Kulağı ye kuyruğu
kesik ve kulağının çoğu kesik bulunan hayvan kurban edilmesi kâfi gelmez. Eğer
kulak veya kuyruğun çoğu kalmışsa kurban edilmesi caizdir.
Boynuzsuz, burulmuş,
derisi uyuzlu ve yaylanmasına halel getirmeyecek şekilde deli bulunan hayvanın
kurban edilmesi caiz olur.
Deve, sığır ve koyun
cinslerinden kesilen kurbanda «Senyi» ve daha fazla yaşlı olanı kâfidir.
Ancak koyunda (cüsseli
ise) altı aylığı da kâfi gelir. (Kesen) kurbanın etini yer, zengin ve
fakirlere yedirir, birazını da zahire yapabilir.
Sadakaya verilen
miktarın üçte birinden az olmaması müstehaptır.
Kurbanın derisini
sadaka olarak verir veya evde kullanmak için ondan bir âlet yapar.
Kurban sahibi eğer
kesmeyi güzelce biliyorsa kurbanını kendi eliyle kesmesi daha efdaldir.
Kurban kitaplı bir
kâfir keserse mekruh olur. îki kişi yamlarak birisi diğerinin kurbanını
keserse, her ikisi için de kâfi gelir ve yekdiğerine karşı zâminde değildir.
Yeminler üçe ayrılır:
1-Gamus yemin,
2 -Mun'akide yemin,
3 -Lağıv yemindir.
Gamus yemin:
Geçmiş bir iş için bile bile yalanla yemin etmektir ki, bu yemini eden günahkâr
olur. Fakat istiğfar etmekten başka her hangi bir kefaret vermek durumu yoktur.
Mun'akide yemin: Gelecek bir emri yapıp veya yapmayacağına dair yaptığı yemindir. Kişi
bu yeminim yerine getirmezse kefaret vermesi lâzım gelir.
Lağıv yemin:
Geçmiş bir iş için yemin ediyor. Fakat o işin dediği gibi olduğunu zannediyor,
halbuki onun zanmnn tam tersinedir.
Allah'tan umarız ki,
bu yeminin sahibim muahaze etmiyecektir.
Yemin babında, kasden,
zorlanarak veya unutarak yemin etmek eşittir.
Yapmamasına yemin
ettiği bir şeyi zorlanarak veya unutarak yapmak eşittir.
Yemin: Lafza-i Celâl
(Allah). Rahman ve Rahim gibi, Allah'ın her hangi bir ismi yahut izzetullah,
celâlullah ve kıbriyaullah gibi, bir zatı sıfatiyle yapılır. Ancak kişinin
«Allah'ın İlmine yemin ederim» demesi yemin oîmaz.
Allah'ın fiilî
sıfatlarından birisiyle (Allah'ın öfkesi gibi) yemin ederse, yemin etmiş
sayılmaz.
Allah'tan başkasiyle
Peygamber, Kur'an ve Kâ'be gibi yemin
eden bir kimse yeminli sayılmaz.
Yemin, kasem
harfleriyle olur, kasem harfleri ise, Vav, Ba ve Ta harfleridir. Misali:
«Vallahi, Billahi ve Tallahi» dir.
Bazen kasem harfleri
takdirî olur o zaman da kişi yeminli sayılır. Allah'ı Lâ Efalenne Keza Yâni
Allah'a ysmin ederim o şekilde yapmam.
Ebû Hanife (R.A.) der
ki Ve hakîkillehi (Allah'ın hakkına yemin
ederim) diyen yeminli değildir.
Kasem ederim veya
Allah'a Kasem ederim yemin ederim veya Allah'a yemin ederim, şahitlik ederim
veya Allah'a şahitlik ederim dediğin de yeminli sayılır.
Benim üzerime nazır
olsun veya Allah'ın nazarı üzerime olsun demesi yemin olur.,
Bu işi yaparsam yahudi
veya hıristiyan veyahut kâfir olayım dese yemin olur. .
Bu işi yaparsam,
Allah'ın gazabı üzerime olsun veya zinacı olayım yahut şarap içici olayım
veyahut da faiz yiyici olayım dese yemin edici olmaz.
Yeminin; kefareti: Bir
köleyi azat etmektir. Zihar meselesinde azat edilen köle, burada da azat
edilir. Dilerse; köle azat etmek yerinde on fakiri giydirir. Her birisine bir
elbise veya daha fazlasını giydirmeli-dir. Giydirilen elbise en az içinde namaz
kılınabilecek kadar olacaktır.
Dilerse on miskine
yedirir. Zihar kefaretindeki yedirmek gibi...
Bu üç (köle azat
etmek, giydirmek ve yeclirmek) şeyden birisine gücü yetmezse üç gün arka arkaya
oruç tutacaktır.
Evvelâ kefaret verip
bilâhare yeminini bozarsa, kâfi değildir.
Günahkârlığa yemin
eden Namaz kılmayacağına, babasıyle konuşmayacağına veya falan adamı
öldüreceğine yemin etmesi gibi bir zata yeminini bozup kefaret vermek daha
uygundur.
Kâfir iken yemin edip
sonra küfür halinde veya müslüman olduktan sonra yaptığı yeminin aksine
hareket ederse kefaret düşmez.
- Mülk edindiği bir
şeyi kendisine haram edene o, şeyi haram olmaz. Fakat o şeyi mubah sayarak
kullandığında yemin kefareti kendisine lâzım gelir. :
Her helâl bana
haramdır dediğinde yalnız yemek ve içmek dahil olur, ancak onlardan başkasını
niyetlerse niyet ettiği de dahil olur.
Mutlak bir nezr (adak)
yapan behemehal nezrini yerine getirmelidir.
Nezrini bir şarta
bağladığında o -şartta tahakkuk ederse nezrettiği nesnenin ta kendisini yapmak
mecburiyeti vardır.
Ebû Hanife'nin (B.A.)
bu fetvadan döndüğü rivayet edilir ve demiştir «şöyle yaptığımda bana bir defa
hacca gitmek veya bir senenin orucu yahut mülk edindiği melır şeyin sadakaya
verilmesi nezir olsun»
dediğinde bir yemin
kefaretinin verilmesi kâfi gelir. îraam-ı Azamın bu fetvasından dönüşünü îmam-ı
Muhammed söyledi..
Bir eve girmeyeceğine
dair yemin edip sonra Kâbeye, mescide, kiliseye veya havraya girerse hanis
olamaz. (Yâni kefaret kendisine düşmez.)
Konuşmayacağına yemin
eden, namazda okursa hanis (yemini, bozucu) olamaz.
Elbiseli ve giyinik
olduğu halde hiç bir elbiseyi giymiyeceğine yemin eden, sırtındaki elbiseyi
derhal çıkarırsa hanis olmaz.
Binek hayvanın
sırtında iken bu hayvana bınmiyeceğine yemin edip derhal inerse yine hanis
olmaz. Bir saat durup bilâhare inerse hanis olur (kefaret vermek lâzımdır.)
Evde iken, bu eve
,girmiyeceğine yemin ederse dışarı çıkıncaya kadar oturmakla hanis olmaz.
Eve girmiyeceğim diye
3remin edip bilâhare harabe bir eve girerse hanis olmaz.
Bu eve girmem diye
yemin edip bilâhare ev yıkılıp arsa olduğunda girerse hanis olur.
Bu odaya girmiyeceğine
yemin eder, yıkıldıktan sonra girerse hanis olmaz. .
Zeyd, hanımınla
konuşmam diye yemin ederse ve bilâhare Zeyd o hanımı boşadıktan sonra konuşursa
hanis olur.
Falanın kölesiyle
konuşmam evine girmem diye yemin ederse bilâhare o kişi kölesini ve evini
satarsa yemin eden de o köle ile konuşur ve o eve girerse hanis olmaz.
Bu kürkün sahibiyle
konuşmam diye yemin ederse adamcağız kürkünü sattıktan sonra konuşursa hanis
olur.
Bu gençle konuşmam
diye yemin edip bilâhare ihtiyarlığında kendisiyle konuşursa veya bu kuzunun
etini yemem deyip te, koç olduğu zaman yerse yine hanis olur.
Bu hurma ağacından
yemem diye yemin ederse meyvesine râcidir.
Bu, busur (ekşi hurma)
dan yemem diye yemin edip bilâhare yetiştiği zaman o hurmadan yerse hanis
olmaz.
Hiç bir busuru yemem
diye yemin ettiğinde rütebi (olmuş hurma) yerse hanis olmaz.
Rüteb yemem diye yemin
edip sonra kuyruklaşan (yeni yetişen) busur yerse Ebû Hanife'ye göre hanis
olur.
Et yemiyeceğine dair
yemin edip balık yiyen hanis olmaz.
Dicle nehrinden
içmiyeceğine yemin edip bilâhare kova île su alıp içerse, Ebü Hanife'nin
kavline göre boynunu uzatıp ağziyle içmeyince hanis olmaz.
Dicle suyundan içmem
diye yemin ederse bilâhare bardakla içerse hanis olur.
Bu buğdaydan yemiyeceğine
yemin edip bilâhare ekmeğinden yiyen hanis olmaz.
Bu undan yemem diye yemin
edip ekmeğini yerse hanis olur.
Un olduğu halde
avuçlayarak yerse hanis olamaz.
Falanla
konuşmayacağına yemin edip, bilâhare sesini dinleyecek derecede kendisiyle
konuşursa ancak kendisiyle konuşulan uykuda ise bile konuşan hanis olur.
Falan adamla ancak
izni olursa konuşurun! diye yemin ederse, bilâhare izin yerdiğinden habersiz
olarak kendisiyle konuşursa hanis olur. -
Şehrin valisi, bir
kimseyi şehre giren her fesatçıyı kendisine haber vermek üzere yemin
ettirirse, bu yemin ancak o valinin zamanına mahsustur.
Falan adamın hayvanına
binmem diye yemin edip, kölesinin hayvanına binerse hanis olmaz.
Bu eve girmiyeceğine
yemin ederse bilâhare damında durup veya salonuna girerse hanis olur. Kapı
kapandığı takdirde dışarıda kalacağı şekilde kapı kemerine gîrese hanis olmaz.
Kebap yemem diye yemin
ederse et kebabına hami olunur, patlıcan ve havuç kebabına hami olunmaz.
Pişirmiş yemem diye yemin ederse, etin pişirilmişine hamlolunur.
Baş yemiyeceğine yemin
ederse, tandırda pişirilen şehirlerde satılan başlara hami olunur (yâni deve
başını yiyebilir.)
Ekmek yemiyeceğine
yemin ederse şehirde âdet edilerek yenilen ekmeğe hamlolunur. O halde kadayıf
yese veya Irak'ta pirinç ekmeği yese hanis olmaz
Alış veriş ve ücretle
muamele yapmıyacağma yemin ederse, sonra kendisine bu konuda vekâlet eden
birisini tayin ederek ona bu işleri gördürürse hanîs olmaz.
Evlenmiyeceğine veya
boşanmıyacağma yahut azat etmiyeceğine yemin edip, bu işleri tedvir eden
birisini vekil yaparsa hanis olur.
Yer üstünde
oturmıyacağma yemin edip, halı veya hasır üzerinde oturursa hanis olmaz.
Karyola üstünde
oturmıyacağma yemin edip, üstüne halı serili karyolada oturursa hanis olur.
Eğer o karyolanın üstüne diğer bir karyola koyup onun üstüne oturursa hanis
olmaz.
Bir döşekte
yatmıyacağma yemin edip bilâhare üzerinde çarşaf olduğu halde yatarsa hanis
olur. -
Ancak o yatağın
üzerine diğer bir yatak serip öyle yatarsa hanis olmaz
Yemin edip hemen
arkasından: «Eğer Allah dilerse» cümlesini ek--lerse hanis olmaz.
Yar m Zeyd'in jranına
sıhhatli olursa geleceğine yemin ederse, beden sıhhatine hamlohmur, kuvvet ve
kudrete değil.
Falan adamla bir hîn veya
bir zaman, muayyen bir hîn veya muayyen bir ?aman konuşmayacağına yemin
ederse, altı aya namlulunu?, Ebû Yusuf ve Muhmmed'e göre denir dese yine altı
aya hajnlolunur.
Birkaç gün
konuşmayacağına yemin ederse üç güne hamlolunı*r. İmam-ı Ebû Hanife'ye göre,
günlerce konuşmayacağına yemin ettiğinde, on güne hamlolunur.
Ebû Yusuf ve
Muhammed'e göre, günler haftaya hamlolunur.
Onunla aylarca
konuşmıyacağına yemin ederse, Ebû Hanife'yş göre, on aya hamlolunur. Ebû Yusuf
ve Muhammed'e göre on. iki ayf) hamlolunur.
Şöyle yapmıyacağına
yemin ettiği zaman ebedî terketmesi lazımdır.
Şöyle yapacağına yemin
ederse bir defacık yapmasiyle yemini yerine gelir.
Hanımı izin almaksızın
dışarı çıkmıyacağına yemin ederse, sonra izinle bir defa çıkarsa ikinci defa
izni almaksızın çıktığında hanis olur. Her çıkışta izin vermesi lâzımdır.
Eğer ancak sana izin
verdiğimde çıkabilirsin dese ve bir defa çıkmasına müsaade ederse ondan sonra
çıktığında hanis olmaz.
Kuşluk yemeğini
yemiyeceğine yemin ederse, fecrin (şafağın) çıkışından öğleye kadar dahildir.
Akşam yemeği öğleden gece yarısına kadar dahildir, sahur, gece yarısından
şafağa kadardır.
Borcunu yakın zamana
kadar ödeyeceğine yemin ederse bir aydan az zaman irade edilir.
Uzağa kadar öderim
dese, bir aydan daha fazla müddet irade olunur.
Bu evde oturmayacağına
yemin ederse bilâhare kendisi çıkıp, eşyasını ve aile efradını orada bırakırsa
hanis olur.
Göklere çıkacağına
veya bu taşı altın yapacağına yemin edenin yemini derhal münakit ve hemen hanis
olur, (çünkü böyle yapmaktan âdet yönünden âcizdir.)
Falan adama, alacağını
bugün vereceğine yemin edip, verirse bilâhare verilen paranın bir kısmı kalp
çıkarsa......
"bakırı daha
fazla veya başkasının malı çıkarsa yemin eden zat haniâ
olmaz.
Kalay veya satuka
(karışığı çok fazla) çıkarsa hanis olur.
Alacağını müteferrikan almayacağına yemin edip bir kısmını alıp hepsini-
ayrı ayrı parça parça almadıkça hanis olmaz. Alacağını iki ölçüde alıp aralık ancak ölçmek kadar
verirse hanis olmaz. Ve buna parça parça olmak da denilmez.
Basra şehrine
gideceğim diye yemin ederse ölünceye katiar gedmezse, hayatının en son anında
hanis olur.
Terkettiği zaman
husumete cebr edilmeyen müdde-i (davacı) olur. Müddeialeyh (dâvah) husumeteı
mecbur edilendir. Müddeti, cinsî ve miktarı malûm olan bir şeyi zikretmedikçe,
dâvası kabul olunı maz. (Yâni dâva açılmaz.) Şikâyet mevzuu olunan şeyi
davalının elinde bir âyin ise, onun hazır edilmesi bakamından dâvâlı zorlanır.
Tâi davacı dâvanın yürütülmesi bakımından ona işaret ederek, göstersin.
Dâva mevzuunu teşkil
eden nesne hazır değilse, kıymetini zikretmelidir, dâvanın mevzuunu bir tarla
teşkil ettiğinde hudutlarını zikretmeli, dâvâlının elinde bulunduğunu ve
davalıdan istediğini söylemelidir.
Dâvâlının zimmetinde
olan bir hakkı isterse, davalıdan o hakk] istediğini zikretmelidir.
Dâva sahih olunduğunda
kadı, kendisinde bu hakkın olup olmadığını davalıdan soracaktır. Dâvâlı evet
bendo vardır diye, itiraf ederse, o hakla dâvâlının üzerine hükmedecektir.
Davalı, dâvayı inkâr
ettiğinde, kadı davacıdan delil ister, eğer delil getirirse, onun lehinde hüküm
verir. Delilin getirilmesinden âciz olup hasmın yemin etmesini talep ederse,
dâvah yemine çağrılır. Müd-dei (davacı) elimde hazır delil vardır ve dâvâlının
yemin etmesini de isterim dese, Ebû Hanife'ye göre, yemine davet edilmez.
Hiç bir zaman yemin davacıya
reddolunmaz .
Kayıtsız ve şartsız
bir gayri menkulü elinde bulunduranın o malın kendisine ait olduğu için delil
getirmesi kabul değildir. (Çünkü dâvâlıdır.) .
Müddeialeyh (dâvâlı)
yeminden kaçtığı zaman, kaçışından Ötürü aleyhinde hüküm verilir ve dâva edilen
şey kendisinden istenir.
Kadı, «üç defa» sana
yemin teklif ediyorum
(Mütercim)
eğer yemin edersen
kurtardın, yemin etmezsen dâva olunan şeyle üzerine hükmediyorum, demelidir.
Üç defa bu teklifi
yaptığı halde davalı sükût edip yemm etmezse yeminden kaçtığı için aleyhinde
hüküm verir,
Dâva nikâh dâvası ise,
Ebû Hanife (R.A.) ye göre, inkâr eden yemine davet edilmez.
Nikâh, ricat, ganimet,
iyla, kölelik Ümrnülveletlik, velâ (yâni mevlâlik) ve hadlar meselelerinde
dâvâlı inkâr ederse, yemin ettirmek yoktur. ,
İmam-ı Muhammed ve Ebû
Yusuf (R.A.) dediler; Hadler harig diğer meselelerde inkâr eden dâvalınm, yemin
etmesi lâzımdır.
İki kişi, başkasının
elinde bulunan bir aynı, iddia edip ve her birisi kendi açısından malın kendisine
ait olduğ-unu delil ile ispat ederse kadı her ikisine birden ortaklaşa
hükmeder.
İkisi birden bir
hanımın nikâhlısı olduğunu dâva edip delil getirirse, kadı hiç bir delil ile
hükmetmez. Ancak hanımın birisini tasdik etmesine baş vurulacaktır.
îki kişi iddia ediyor:
Ben Zeyd'ten bu köleyi satın aldım ve her ikisi de delil getiriyor. Her ikisi
de muhayyerdir dilerse kölenin yarı fiyatını verp yarısına sahip olur, dilerse
terkeder.
Kadı, ikisine
ortaklaşa hükmettiğinde, birisi ben istemem dese, diğeri kölenin bütününü
kabul etmeye zorlamak yoktur. Eğer bu iki davacıdan her birisi bir, tarih
zikrederse, hangisinin tarihi daha evvel ise, ona hükmedilir. '
Tarih zikretmemekle
beraber mal birisinin elinde ise, ona vermek daha uygun düşer.
' Birici satın
aldığını iddia edip diğeri bana hibe edildi ve aldım dese ve her ikisi
iddiasının doğruluğunu delHle tevsik edip fakat her ikisinde de tarih yoksa,
satın alana hükmetmek daha uygundur.
'' Birisi ben Zeyd'in
öküzünü satın aldım dîye iddia edip, hanım da aynı öküzü bana mihir vererek
evlendik dese, her iki davacı da burada müsavidirler.
Birisi bu mal bana
rehin verilmiş ve kabzettiğini söylerse, diğeri de bana hibe edilmiş ve kabz
etmişim diye iddia ederse, rehin aldığını söyleyene hükmetmek daha evlâdır.
İki yabancı, Ali'nin
elindeki gayri menkulün kendilerine ait olduğuna dair delil getirip ve her
ikisinin elinde de kendisine ait tarih varsa en uzak tarih sahibinindir o
mal...
İkisi aynı adamdan
satm aldığını iddia edip, satın alma tarihlerine dair delil getirirse, birinci
tarih sahibi daha evlâdır...
Yekdiğerinden satın
aldığını iddia edip her ikisi de tarih zikrederse her ikisi de eşittir. -
Yabancı, tarihli olan
bir gayri menkulün kendisine ait olduğunu delille ispat ederken aynı gayri menkulü
elinde bulunduran daha kadim bir tarihten beri kendisinde olduğunu ispat
ederse, mülkün kendisine olması daha evlâdir.
Yabancı ile, malı
elinde .bulunduran zatın her birisi, doğar hayvanın yanında doğurduğunu
delille ispatlarsa, malı elinde bulunduran daha velâdır. Tek bir defa dokunan
elbisenin dokuması konuşuru da yapılan iddiada da hüküm budur.
Mülk edinmenin
tekerrür etmeyen her sebebinde hüküm budur, Yabancı, mülkün kendisine ait
olduğunu delil ile ispat ettiğinde, mtij-kü elinde bulunduran şahıs da ondan
satın aldığına delil getirirse, elinde bulundurana vermek daha evlâdır.
Her birisi başkasından
satın aldığına dair delil getirip ve hiç birinde tarih yoksa iki delil de
sükût eder (dâva mevzuu olan nesne kimin elinde ise onda kalır.)
Davacı ile dâvâlının
birisi iki şahit, diğeri dört şahit getirirse, her ikisi eşittirler.
Birisi, başkasında
kısas hakkım vardır diye dâva açıp, davalı da bende böyle bir hak yoktur dese,
davalıdan yemin etmek istenir. Ölümden başka bir dâvada yeminden istinkâf ederse;
kendisine kısas lâzım gelir. Ölüm meselesinde yemin etmekten imtina ederse
ikrar veya yemin edinceye kadar hapsolünur.
Ebû Yusuf ve îmam-ı
Muhammed «Her iki takdirde de, irş (diyet para cessası) verir» dediler.
Davacı, benim hazır
delilim vardır, dediğinde, hasmına (dâvâlıya) anefsinden ötürü üç günlük bir
kefil ver» denilir. Eğer kefil verirse, ne âlâ, Eğer kefil vermezse davacı
kendisini takip etmekle emrolu-mır. Meğer misafir ve yolcu ise, o. zaman
kadı'nm meclisinden kalkıncaya kadardır takip müddeti, (yâni dâvâlıdan hak
alınır öylece bırakılır.)
Dâvâlı, bu malı burada
olmayan falan adam bana emanet veya bana rehin bıraktı veya ondan gasbettim ve
buna dair delil de getirirse, onunla davacı arasında husumet kalmaz. Ben kayıp
kişiden satın aldım dediğinde, hasım olur
Davacı, «bu
mal benden çalınmıştır» der ve
delil getirirse malı elinde
bulunduran da, «bana falan adam emanet
bırakmıştır» dese ve delil de getirse husumeti defetmez.
Davacı, falan adamdan
satın aldım dese, dâvâlı da falan adam bu malı bana emanet olarak teslim
etmiştir derse husumet delilsiz ortadan kalkar.
Yemin, Allah'a
yapılır, başkasına yapılmaz. Allah'ın sıfatlarını eklemekle tekitli olur.
Talâkla ve köle azat
etmekle yemin edilmez.
Yahudi, Musa (A.S.) ya
Tevrat indiren Allah'a yemin eder. Hris-tiyan İsa (A.S.) inen incile yemin
eder. Ateşperest, ateşi yaratan Allah'a yemin eder. Mabetlerinde yemin
ettirilemez. Müslüman kişiye, zamanla ve mekânla galiz (ağır) yemin verdirmek
vacip değildir. (Y£-m cuma günü ikindiden sonra camide gibi.)
Ben bundan, kölesini
bin liraya satın aldım, diye iddia edip karşıdaki zat da inkâr ederse,
aranızda mevcut herhangi bir alışveriş olmadığına yemin edermisin diye, yemin
ettirilir. Ben satmadım diye yemin ettirilemez. Gasp meselesinde, Allah'a yemin
ederim sana geri verilmesine müstehak değilsin diye, yemin ettirilir. Ben
gasbetmedim diye Allah'a yemin etmez.
Nikâh meselesinde
aramızda elan mevcut bir nikâh yoktur diye, yemin eder. Boşanma dâvasında,
kadının dediği şekilde bu saatte kadın benden boş değildir, diye yemin eder,
boşamadım diye yemin etmez.
Bir kişinin elinde
bulunan bir evin bütününü birisi, yarısını diğeri birisi iddia eder ve her
ikisi de delil getirirse, Ebû Hanfe'yei göre, hepsini iddia edene, dörtte üç
pay verilir, yarısını iddia edene,-, dörtte bîr pay verilir. Ebû Yusuf ve
Muhammed'e göre, aralarında üçlü olarak taksim olunur. Ev ikisinin elinde ise,
hepsini iddia edene yarısı hüküm bakımından yansı da hükümsüz şekilde olmak
üzere hepsi verilir.
İkisi bir hayvan
hakkında münazaa edip her ikisi de, yanında doğduğuna dair delil getirir ve her
ikisi de tarih zikrederse, hayvanın sinni de iki tarihten birisine muvafık
gelirse, o tarihin sahibine vermek daha evlâdır.
Eğer isbatı zor
olursa, her ikisinin, arasında e§it olarak kalır.
Birisi bindiği, diğeri
dizginine yapıştığı bıv hayvan için münazaa ederlerse, binene verilmesi daha
evlâdır. Birisinin yükü yüklü bir deve hakkınca münazaa ederlerse, yük sahibine
vermek yine evlâdır. Bir} giyinmiş, diğeri yenine yapışmış bir iç gömlek
hakkında da hükürn böyledir; giyene vermek daha uygundur.
Alışverişte iki taraf
ihtilâfa düştüğünde birisi bir miktar yaty iddia-edip, satan ondan daha fazlasını
iddia eder veya satan, satılan malın bir kısmını ikrar edip, müşteri daha
fazlasını iddia eder ve bu esnada birisi delil getirirse ona hükmedilir.
Her iki taraf ta delil
getirip fazla miktarı hangi delil ispaü edjerse onun sahibine hükmetmek daha
uygun olur.
Her iki tarafın elinde
delil olmadığı takdirde alıcıya «ya satanın iddia ettiği fiyatla iktifa et,
yahut da alışverişi feshederiz» denir. Satıcıya da «Müşterinin iddia ettiffi
malı teslim et, aksi takdirde Jtey'i (alışverişi), iptal ederiz» denir. Bu
takdirde her iki taraf da dâvayı kabul etmezse, hâkim her' iki tarafı diğerin
dâvası batıldır diye, yemin ettirir, evvelâ müşterinin yemininden başlar. Ne
zaman her iki taraf yemin ederse, kadı aralarındaki alışverişi fesheder. Eğer
bu meyanda taraflardan birisi yeminden men olunursa dâva onun aleyhinde tecelli
eder.
Müddet hakkında veya
muhayyerlik şartı yahut fiyatın bir kısmını almak bakımından ihtilâfa düşerse
aralarında ihtilâf yoktur demektir. Yemin ederek muhayyerlik, ve zamanı inkâr
edenin sözü kabul olunur.
Satılan mal helak
olduktan sonra ihtilâfa düşerlerse, Ebû Hanife ve Ebû Yusuf nezdinde yemin
ettirmek yoktur ve hüküm müşterinin sözüne göre verilir.
îmam-ı Muhammed (R.A.)
«Yemin ederler ve helak olan malın kıymeti üzerinde alışveriş feshedilir,»
decB.
İki köleden birisi
helak olunduktan sonra fiyatında ihtilâfa düşerlerse Ebû Hanife (R.A.)
nezdinde iki tarafın da yemin etmesi lâzım değildir. Meğer ki, satıcı helak
olunan kölenin bahasından vazgeçerse. Ebû Yusuf (R.A.) der ki, her iki taraf
ta yemin edip, dirinin zatı ve ölünün kıymeti hakkında bey'i feshedilir. Bu
kanaat ayni zamanda İmam-ı Muhammed'in de kanaatidir.
Karı, koca mihir
hakkında ihtilâfa düştüğünde, koca, ben bin lira mihir mukabilinde hanımımla
evlendim, diye iddia edip, hanım da «iki bin mukabilinde benimle evlendi»
iddiasında bulunursa, iki eşten hangisi delil getirirse derhal kabul edilir.
Eğer her iki taraf da delil getirirse, hanımın delili kabul olunur. Her iki
tarafın delili yoksa, Ebû Hanife'ye göre iki taraf da yemin eder, nikâh
feshedilmez, fakat mih-ri misille hüküm edilir. Mihri misil, kocanın iddiası
kadar veya daha az ise, kocanın dediğiyle hükmedilir. Eğer hanımın iddiasına
müsavi veya daha fazla ise, hanımın iddiasiyle hükmedilir. Eğer mihri misil,
kocanın iddiasında fasla ve hanımın iddiasında az ise, hanıma mihri misille
hükmedilir.
icar müddeti bitmezden
evvel ihtilâfa düşerlerse, her birisi '(doğru okluğuna dair) yemin eder ve
birbirine malım geri verirler.
Müddet bittikten sonra
ihtilâfa düşerlerse, yemin etmeleri belki müstecir (icar eden) in sözü kabul
olunur (yeminiyle).
Müddetin bir kısmından
istifade ettikten sonra ihtilâfa düşerlerse, yemin ederler,- geri kalan
kısımda-akd feshedilir ve geçmişin hakkında mUsteciriıa sözü makbuldür.
Mevlâ ile mükâtep
kölesi, kitabet malının miktarında ihtilâfa düştüklerinde Ebû Hanife (R.A,) ye
göre, yemin etmezler, Ebü Yusuf ve İmam-ı Muhammed'e göre, yemin ederler ve
kitabet muamelesi bozulur.
Koca ile karısı, ev
eşyaları hakkında ihtilâfa düştüklerinde erkeklere elverişli olan eşya
erkeğin, kadına yakışır eşya kadınındır. Hem erkeğe hem de hanıma yakışır mal
ise, erkeğindir.
Eşlerden birisi
öldüğünde, ölenin vârisleri diğeriyle ihtilâfa düşerse, her ikisine uygun olan
mal, sağ kalana aittir.
Ebû Yusuf «Kadınlara
çeyiz yapıla» nesnelerin benzeri kadına verilir, geri kalan (yeminle) kocaya
verilir.»
Kişi, bir cariyeyi
sattığında cariye doğursa ve satan adam çoğun kendisine ait olduğunu iddia
ederse satış gününden itibaren altı aydan az bir müddet zarfında doğurmuş ise,
çocuk satanın oğludur ve annesi ümmülveled olur, akd feshedilir ve para
sahibine geri verilir.
Satıcının iddiasiyle
veya ondan daha sonra alıcj da çocuğun kendisine ait olduğunu iddia ederse,
satıcının dâvası daha uygundur. Eğer altı aydan fazla bir müddette doğurursa,
satıcının dâvası —ancak alıcı tasdik ederse— kabul olunur.
Çocuk öldüğü halde,
satıcı kendisine ait olduğunu iddia ederse ve annesi çocuğu altı aydan az bir
müddet zarfında doğurmuş ise, annesi hakkında ümmülveledlik sabit olmaz.
Annenin vefatında,
satıcı oğlanın kendisine ait olduğunu iddia ederse, —halbuki annesi de altı
aydan daha az bir müddet de onu doğurmuştu çocuğun nesebi sabit olur ve satıcı
onu teslim alır. Ancak Ebû Hanife'ye göre, aldığı paranın bütününü geri vermek
mecburiyeti vardır.
Ebû Yusuf ve
Muhammed'e göre, çocuğun* hissesine düşen parayı geri verir, ölü annenin
hissesine düşen parayı ise geri vermez.
İkizlerden birisinin
nesebesini iddia edene, diğeri de nisbet edilir. Allah daha iyi bilir.
Şahitlik yapmak
farzdır. Müddei (davacı) istese şahitlik etmek farz ve terketmesi haram olur.
Hadd-i şer'iyi icap
ettiren meselelerde iki şahit muhayyerdir; İsterlerse örter, dilerlerse izhar
ederler. Fakat örtbas etmek daha uygundur. Ancak hırsızlık şahidi, hırsız malı
alırken gördüğünü şahitlik yapar ve der ki, «aldı» hırsızlık yaptı demez.
Şahitlik birkaç
çeşittir:
1-Zina
hakkında şahitliktir, Bu şahitlikte ancak dört erkek muteberdir. Kadınların
şahitliği burada makbul değildir.
2 -Zina
hariç, diğer had (ceza) lar ve kısas şahitliğidir. Bu gibi şahitlikte iki
kişinin şahitliği kabul olunur. Kadınların şahitliği kabul olunmaz.
3-Bunlardan
başka haklarda, iki kişi veya 'bir kişi iki kadının şahitliği kabul olunur, isterse,
bu hak mal olsun, ister nikâh, talâk, vekâlet ve vasiyet gibi malî dâva olmayan
dâvalar olsun.
4 -Doğum,
bakirelik ve erkeklerin muttali olması mümkün olmayan yerlerde bulunan diğer
ayıpların hakkında tek bir hanımın şahitliği
kabul olunur.
Bütün bu kısımlarda
şahidin âdil olması, şahitlik kökünden 'gelen bir kelimenin bulunması lâzımdır.
Öyle ise eğer şahit, bilirim veya ya-kinirn budur, gibi kelimelerle söyler,
şahitlik ederim demese şahitliği kabul olunmaz.
Ebû Hanife (R.A.)
«hadler ve kısaslar şahitliği hariç, diğer şahitliklerde, hâlâm, müslümanın
zahiri adaletiyle iktifa eder» dedi. Hadler ve kısaslarda ise, hâkim şahitlerin
halini araştırır. Hele hasım onları itham ederse derhal hallerini tahkik eder.
Ebû Yusuf ve Muhammed «Gizli ve açıkça şahitlerin halini tetkik etmek hâkim
için behemelıal lâzımdır» dediler.
Şahidin, şahitlik
yapacağı konu iki kısımdır:
1-Hükmü
kendi nefsiyle sabit olan şeydir. Bey'i ikrar, gasp, kati ve hâkimin hükmü
gibi. O halde şahit bunları işittiğinde veya gördüğünde bunlar hakkında her iki
takdirde de şahitlik yapması ne kadar görmemişse de caizdir ve,sattığına dair
şahitlik ederim der. Ancak bana bunu
gösterdi diyemez (yâni gözümle gördüm diyemez.)
2 -Hükmü
kendisiyle sabit olmayan kısımdır. - Şahitlik üzerine şahitlik yapmak gibi...
Bir şahidin herhangi
bir konuda şahitlik yaptığını işittiğinde, gözüyle görmeyince onun şahitliği
üzerine şahitlik yapması caiz değildir., Şahitlik ettiğine dair şahit ediniyor
diye, işitirse, yine işitene (görmedikçe) şahitlik yapmak caiz değildir.
Şahit, yazısını görüp
hemen şahitlik yapmaya yeltenirse, caiz değildir, meğer ki şehadet hâdisesini
hatırlarsa.
İki gözden kör olanın,
kölenin, tevbe ederse bile iftiradan dolayı had yiyenin şahitliği kabul
olunmaz.
Babanın evlâdına ve torunlarına
şahitliği, evlâdın ebeveynlerine ve ecdadına şahitliği kabul değildir.'
Eşlerin yekdiğerine,
mevlânın kölesine ve .mükâtebine, ortaklardan birisi diğerin lehinde yaptığı
şahitlik eğer ortaklık malı ile ilgili ise kabul olunmaz.
Kişinin, kardeşi ve
amcası için yaptığı şahitlik kabuldür.
Hovardanın, maternci
ve şarkıcı hanımın, keyfi için daimi bir şekilde içkiye devam edenin, kuşlarla
oynayan bir kimsenin, halka türkü ve şarkı söyleyenin, hadları (cezaları)
mucip günahlardan birisini işleyenin, peştemalsız hamama girenin, faiz yiyenin,
tavla, ve satranç ile kumar oynayanın ve hafifliği icap eden amellerde —yolun
üstünde bevl etmek ve yemek yemek gibi bulunanların şahitliği kabul olunmaz.
Selefe (geçmiş sahibi
ve müçtehitlere) küfredenin şahitliği mer-duttur. Hitabiye.;
akidesinde bulunanlar hariç, diğer sapık mezhep sahiplerinin şahitlikleri kabul
olunur.
Zümmilerin bir
kısmının diğer kısmı hakkında şahitlikleri kabul olunur. Milletleri-ayrı ayrı
olursa bile (çünkü küfür tek bir milistir.)
Harpli bir kâfirin,
zümmî bir kâfir hakkındaki şahitliği kabul değildir. Kişi, büyük günahtan
sakınanlardan, olduğu halde hasenatları (fcayu'larO günahlarından daha fazla
ise, bir küçük günah işlerse dahi- şahitliği kabul olunur.
Sünnet olunmamış,
iğdiş edilmiş bir kimsenin ve evlâdı zinanın şahitliği.kabul olunur
(erkeliği ve dişiliği belli
olmayan zat) in şahitliği câizdir.
Şahitlik, dâvaya uygun
geldiğinde kabul olunur. Muhalefet ederse kabul olunmaz.
Ebû Hanife (E.A.)
nezdinde iki şahidin lâfz ve mânada müttefik olmaları muteberdir. Öyleyse
birisi binle, diğeri iki binle şahitlik yaparsa kabul olunmaz.
Birisi binle, diğeri
bin beş yüzle şahitlik yaparsa dâva sahibi de bin beş yüzü iddia ediyorsa, her
iki şahidin binle yaptıkları şahitlikler kabul olunur.
İki şahit de binle
şahitlik yaptığında, birisi lıu binin beş yüzünü verdi diye, şahitlik yaparsa,
binle yaptıkları şahitlikleri kabul olunur, ancak (beş yüzünü verdi.) sözüne
bakılmaz. Moğer ki onunla o konuda başkası şahitlik yaparsa kabullunur-
Davacının beş yüz lira
aldığını bilen şahit için, davacı o beş yüzü ikrar etmeyince bin lira için
şahitlik etmemesi gerektir.
İki şahit «Zeyd» in
kurban bayramı günü Mekke'de öldürüldüğüne dair iki şahit te aynı gün «Küfe»
de öldürüldüğüne dair kaclı'nın yanında bir anda şahitlik ederseler, her iki
şahitlik te kabul olunmaz. Birisi daha evvelce yapıldığı için onunla
hükmetmişse, ikincisi kabu} olunmaz.
Kadı, dâvâlının,
şahitleri cerh (Fasik veya paralı olduklarını) etmesini dinlemez ve onunla
hükmetmez.
Şahit için, görmediği
bir şey hakkında şahitlik yapmak caiış değildir. Ancak itimat ettiği bir
kimseden işitnce nesep, ölüm, nkâh, evlenme,ve kadı'nın kadı olması hakkında
şahitlik yapabilir.
Şüphe ile sakıt
olmayan her hakta şahitlik üzerine şahitlik yapmak caizdir. Meğer ki şüphe ile
sakıt olunan hadler ve kısaslarda, caiz değildir.
İki şahidin aleyhinde
ancak iki şâidin sâhidliği caizdir. Tek şahidin diğer bir şahidin aleyhindeki
sâhidliği caiz değildir.
Şahitliğine dair şahit
tutmanın keyfiyeti: Asim şahidi ikinci şahide «Benim lalan oğlu falanın
yanımda şunu ikrar ettiğini bizzat müşahede ettiğime ve beni kendisine şahit
yaptığına dair şahitliğime şahit ol» demesidir. «Beni kendisine şahit yaptı»
cümlesini demese de caiz olur.
Fer'î şahit (birinci
şahidin şahidi) şahitlik yaptığı zaman '-şahadet eylerim ki, falan kimse beni
şahitliği üzerine şahit yaptı ki, o şe-hadct eder falan oğlu falan benim yanımda şöylece ikrar
eyledi ve şahitliğim üzerine şahitlik yap dedi» diyecektir.
Asıl şahitler, en az
üç günlük mesafede bulunmadıkça veya hâkim huzuruna çıkmayı beceremiyecek kadar
hasta düşmedikçe, feri şahitlerin şahitlikleri kabul olunmaz.
Per'î şahitler, asıl
şahitlerin âdil olduğuna şahitlik ederse caizdir.
Âdil olduklarından
sükût ederse de caizdir. Kadı, onların tezkiyesi için başka kimselere
başvurur.
Asıl şahitler, ikinci
şahitlerin şahitliğini inkâr ederlerse, fer'j şahitlerin şahitlikleri kabul
olunmaz.
Ebû Hanife (R.A.),
yalancı şahit hakkında «Hiç bir sakınca görmeden sokaklarda teşhir ederim»
der. Ebû Yusuf ve Muhammed ı*Acı-tıcı darbeler vurur ve hapsederiz» derler.
Şahitlikle
hükmetmezüen evvel, şahitler cayarlarsa, şahitlik hükumsuz kalır.
Şahitlikleriyle hükmolunduktan sonra ricat ederlerse, hüküm bozulmaz ve
şahitlikleriyle telef ettikleri hakka zâmin olurlar. Şahitlikten dönmek, ancak
hâkimin huzurunda caiz olur.
İki şahit, bir malın
hakkında şahitlik edip, hâkim de onunla hükmettikten sonra, dönerlerse,.
aleyhinde şahitlik yaptıkları zata o malı 2âmin olurlar. Yalnız birisi
şahitlikten cayarsa, malın yarısına zâmin olur.
Mal hakkında üç kişi
şahitlik yaptığı halete birisi bilâhare şahitlikten cayarsa, kendisine hiç bir
şey lâzım gelmez. (Çünkü şahitlik nisabı
baki kalır). Eğer diğer birisi de cayarsa dönen iki şahit malın yarısına zâmin olurlar. -
Bir kişi ile iki kadın
şahit oldukları halde bir kadın şahitlikten cayarsa hakkın dörtte birine zâmin
olur. İki şâhid hanım birden cayarsa hakkın yansına zâmin olurlar.
Bir erkekle on kadın
şahit olursa bilâhare sekiz tane kadın şahitlikten dönerse onlara hiç bir şey
lâzım gelmez. Eğer dokuzuncusu da cayarsa hepsine birden hakkın dörtte biri
düşer. Erkekle kadınlar birden cayarlarsa, Ebû Hanife'ye göre, hakkm altıda
birisi erkeğe, geri kalan diğer altıda beşi kadınlara düşer.
Ebû Yusuf ve Muhammed
«Erkeğe yansı, kadınlara da yansı lâzım gelir» dediler.
Bir kadının mihri
misliyle evli olduğuna, iki şahit şahitlik yapar, bilâhare cayarsa kendilerine
hiç bir tazminat terettüp etmez. Yine zâ-rnin olmazlar, eğer bir erkeğin mihri
misille bir hanımla evlendiğine şahitlik ederseler. Mihri misilden fazlasiyle
şahitlik edip cayarlarsa, fazlasına zâmin olurlar.
Kıymetin misli veya
daha fazlasiyle bir alışverişe şahit olup bilâ: hare dönerlerse zâmin olmazlar.
Eğer kıymetinden daha az bir miktarla şahitlik yaparlarsa, eksik kısmına zâmin
olurlar.
Bir kişinin temastan
evvel hanımını boşatiığma dair. şahitlik yapar, bilâhare dönerlerse, mihrin
yarısıan zâmin olurlar. Eğer temastan sonra ise, zâmin olmazlar.
Kölesini azat ettiğine
şahitlik yapıp bilâhare dönerlerse, kölenin kıymetine çarptırılırlar.
Kısas hakkında
şahitlik yapıp, aleyhinde şahitlik yapılan zat öldürüldükten sonra dönerlerse,
ancak diyete çarptırılırlar ve öldürülmezler.
Feri şahitler,
caydıkları takdirde zâmin olurlar. Asıl şahitler, hükümden sonra dönüp, biz
fer'î şahitleri şahitliğimize şahit yapmadık deseler zâmin olmazlar. Biz onları
şahit yaptık, fakat yanlışlıkla yaptık deseler zâmin olurlar.
Fer'î şahitler, asil
şahitler yalan söyler veya şahitliklerinde yanlıştırlar deseler de sözlerine
bakılmaz.
Dört şahit, zina ile,
iki şahit te aynî adamın evli olduğuna? şahitlik eder, sonra evlilik şahitleri
dönerse bile zâmin olamazlar. Şahitler hakkında tezkiyede bulunanlar cayarlarsa
zâmindirler.
İki şahit Zeyd'in
yemin ettiğine, iki.şahit te şartın vücuda geldiğine dair şahitlik yapıp hüküm
verildikten sonra cayarlarsa, ancak yemin ettiğine şahitlik yapanlar zâmin
olurlar.
Kadılığa tâyin olunan
şahısta şahitlik şartlarına hâiz ve içtihat edecek derecede olmadıkça verdiği
hüküm sahih olmaz.
Kadı'lık farzını
yerine getirmesinden emin olan bir kimsenin kadı olmasında hiç bîr beis
yoktur.
Acizliğinden korkar ve
nefsinin zalimlik yapmasından emin olmayan bir kimse için, kadılık kabul etmek
mekruhtur. Bir müslüma-nın kadılığı kalbiyle talep ve lisaniyle isteyişi hiç de
uygun değildir .
Kadılık vazifesini
yeni alan kadı, kendisinden evvelki kadının divan (defter) mı teslim alır,
hükümlülerin haline bakar.
Bir hakkı ikrar edene
o hakkı ilzam eder. înkâr ederse, ancak azlolunan kadı'nm onun hakkındaki sözü,
delil getirmekle beraber kabul olunur.
Azlolunan kadı, delil
getirmezse, o mevkuf adamı hemen çarçabuk bırakmaz belki onun hakkında tellâl
bağırtılır ve onun emri i?har edilir.
Yeni kadı, emanetler,
ve vakıfların hasılatına bakar, delil nasıl isterse veya mezkûr hakları elinde
tutan şahıs itiraf ederse o şekilde amel eder.
, ,
Düşük kadının sözü,
ancak hakkı elinde tutan zat, düşük kadının kendisine bu hakkı teslim ettiğini
itiraf ederse, kabul olunur.
Kadı, hüküm etmek için
camide alenen oturur. Ancak mahremi olan bir kimseden veya kadı olmazdan evvel
4e daima hediyeleştiği bir kimseden hediye kabul edebilir. Umumî olmadıkça,
herhangi} bir hususî davete gidemez. Cenazeye gider, hastayı ziyaret eder,
hasımlardan birisini, diğersiz misafir edemez.
Mahkemeye, iki hasım
gelince, oturmakta ve onlara bakmakta ikisini bir tutar. Birisiyle gizli konuşamaz,
işaret edemez ve kendisine herhangi bir delil telkin edemez.
Kadıya göre, hak sabit
olduğunda, hak sahibinin isteğine uyularak verecekliyi acele tarafından hapse
atamaz. Belki hakkı vermesini emreder. Vermediği takdirde eline geçen mal
mukabilinde satın aldığı malın bahası gibi veya herhangi bir âldtten dolayı
—mihir ve kefalet gibi— kendisine lâzım gelen borç mukabilinde hapsedilir.
Bu şekillerin
haricinde hiç bir şekilde hapsolunmaz, ben fakirim dediği zaman. Meğer ki,
alacaklı, borçlunun malı olduğunu ispat ederse. Kadı, borçluyu iki veya üç ay
hapsettikten sonra malının olup olmadığını araştırır. Eğer malın yokluğu sabit
olursa tahliye eder: Hapisten çıkardıktan sonra onunla alacaklıların arasını
kapatmaz (belki onu takip eğebilirler.X
Kişi ailesinin
nafakası için hapsolunur.
Baba, evlâdının
borcunu vermediği için değil, ancak yedirmesinden men olursa hapsedilir.
Hadlar ve kısaslar
haricinde kadının her şeyde hüküm vermesi caiz olur.
Kadı'nm yanında bir
hak için şahitlik yapıldığı takdirde o kadı başka bir kadı'ya yazarsa kabul
olunur.
Yazan kadı'mn yanında
bir hasmın aleyhinde şahitlik yaparlarsa şahitlikle hükmedilir ve bu hüküm
unutulmasın diye yazılır.
Hasım hazır olmadığı
takdirde şahitlik yaparlarsa hükmedilmez .
Hasmın bulunduğu
şehrin kadı'sına yapılan şahitlikler hakkında yazı yazılır tâ ki o kadı,
yazılarla hükmetsin.
Kendisine yazı yazılan
kadı, ancak iki erkeğin veya bir erkek ile iki hanımın şahitliğiyle yazılan
yazıyı kabul eder.
Yazar kadı'ya, öbür
kadı'nın yanında yazı için şahitlik yapapak şahitlerin huzurunda yazdığının
okuması farzdır. Tâ ki, yazıdaki hükmü anlasınlar.
Okuduktan sonra mühür
(ve imza) ederek onlara teslim edeif.
Yazı, ikinci kadıya
geldiğinde ancak hasmıri huzurunda kabul eder. Şahitler yazıyı teslim ettiğinde
mührüne bakar. «Bu falan kadı'nın mektubudur- Hükmü yerinde okuyarak ve mühür
ederek biz* teslim etti» diye şahitlik yaptıklarında kadı mektubu açar, hasma
okur ve içindeki hükmü hasma lâzım kılar.
Hadlar ve kısaslar
hakkında kadı'nın diğer kadıya yazması kabul değildir. Kadı, hükmetmek için
yerine ancak me'zun ise naiplik yapacak birisini tâyin edebilir .
Bir hâkimin hükmü,
kitaba, sünnete, icma muhalif veya delilsiz bir söz olmadığı takdirde kadıya
geldiğinde kadı onu infaz edebilir.
Kaybolan bir kimsenin
aleyhinde, ancak yerinde vekâlet eden birisi bulunursa kadı hüküm verebilir.
İki kişi, bir zatı
aralarında hükmetsin diye seçer ve hükmüne razı olsalar verdiği hüküm caiz
olur. Fakat o hâkemde hâkimlik sıfatlarının olması lâzımdır.
Kâfir, köle, zümmî,
iftiradan had yemiş, fâsık ve çocuğun hakemliği caiz olamaz.
Hakemin hükmünden
evvel hasımlardan birisi cayabilir. Hüküm verdikten sonra derhal her ikisi de o
hükmü kabul etmelidir.
Hakemin hükmü kadıya
geldiği zaman, mezhebine mutabık ise, derhal infazına hüküm verir, muhalif
gördüğü takdirde iptal eder.
Hadlar ve kısaslarda
hakem edinmek câi:z değildir. (Çünkü devlet işidir.)
İki hasım, yanlışlıkla
akıtılan bir kan dâvasında bir hakem seçip o hakem de diyeti katilin a'kilesine
yüklerse, hükmü nafiz değildir.
Hakem için delili
dinleyip, yeminden kaçanı, mahkûm etmek caiz olur.
Ebeveynleri, evlâdı ve
hanımı lehinde hâkimin verdiği hüküm bâtıldır.
Maaşı hazineden
verilen bir. taksimatçmm tâyin edilmesi imama (devlet başkanına) lâzım gelen
vazifelerdendir. Tâ ki, ücretsiz olarak halk arasında (müşterek malı) taksim
etsin.
Maaşlıyı tâyin
etmediği takdirde, ücretle yapan birisini tâyin etmesi lâzım gelir: Âdil, emin
ve taksimat konusunda âlim olma,si lâzımdır.
Kadı, halkı tek bir
taksimatçiya işi bırakmaları yönünde icbar edemez. Taksimcilerin ortak
çalışmalarına da göz yummaz.
Ebû Hanife. (R.A.) ye'
göre, taksimatçüarın ücretleri taksmafa. dahil olanların adedine göre organize
edilir.
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) dediler ki, paylara göre taksimci memurun ücretleri verilir. '
Ortaklar ellerinde bir
ev veya bir başka gayri menkul olduğa halde kadının yanma gelip o malı falan
adamdan, miras olarak elçje ettiklerini iddia ederlerse Ebû Hanife'ye göre,
malın esas sahibinin olduğunu ve vârislerin adedini delil ile ispat
etfrıeyince o mal taksirn edilmez.
Ebû Yusuf ve İmam-ı
Muhammed'e göre, vârislerin itibarıyla kadı o malı taksim eder ve taksim
evrakında «Vârislerin itirafiyle taksimatı yaptım» diye meşruhat verecektir.
Eğer müşterek mal
gayri menkulün gayrisi ise, bütün imamlara ,göre, onların itiraflariyle derhal
mal aralarında taksim olunur. Gayri menkulü satın aldıklarını iddia ederseler
aralarında derhal taksim eder. ÎVtülküniüzdür diye iddia ederlerse ve ne
şekilde mülk edindiğini de beyan temezseler aralarında derhal taksimat yapılır.
Ortakların hepsi
paylariyle menfaatlendiğinde birisinin isteği üzerine taksimat yapılır,
birisinin payı çok olduğu için menfaatlenir diğer biris} de payı az olduğu için
zarar etmekten şikâyet etsei bile yine de taksimat yapılır .
Taksimatta çok pay
alan taksim taraftan ise, derhal taksim yapılır. Fakat azm sahibi talep
ederse, taksim onun talebine binaen yapılmaz. Ortakların her ikisi de zarar
görecek iseler, ancak her iki tarafın rızasiyle taksimat yapılabilinir.
Eşya bir cinsten ise,
taksimatı yapılır. İki cinsin ise, karışık 'bir halde taksim olunmaz.
Ebû Hanife, (R.A.)
«Köle ile cevher taksim olunmaz» dedi. Çüncü her bir ferdi diğerinden
farklıdır. İmam-ı Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed'e göre, kölenin taksimi caizdir.
Hamam, kuyu ve
değirmen ancak ortakların rızasiyle taksim olunur.
İki vâris kadıya gelip
murislerinin öldüğünü ve vârislerin adedini delille ispat ederse, ev de
kendilerinin elinde ise, ve beraberlerinde de bayıp bir vâris varsa iki hazır
vârisin talebine binaen taksimat yapar ancak kayıp vârise bir vekil tâyin eder
ve o vekile kayıp vârisint malı teslim olunur. . .
Ortaklar satın
alanlarsa, birisi kaybolduğu halde mal taksim; olunmaz.
Müşterek mal kayıp
vârisin elinde ise, diğer vârisler taksimtar raftar iseler de yine taksimat
yapılmaz.
Bir vâris kadıya gelip
taksimat isterse, taksim yapılmaz. Aynı şehirde birkaç ev bulunursa Ebü Hanife'ye
göre, her ev ayrı ayrı telsim. edilir.
Ebû Yusuf ve
Muhammed'e göre; Eğer ortaklar için, hepsini bir arada taksimat yapmak daha
hayırlı ise, kadı aynı şekilde taksimat yapar.
Ev ile arsa veya ev
ile dükkân varsa her biri ayrı ayrı taksin* edilir.
Taksimat memuru,
taksim ettiği arazinin haritasını çizmeli, taksimat paylarına göre tanzim edip
ölçmelidir. Binaların kıymetini, takdir etmelidir. Her payın yolunu, suyunu
diğerinden ayırmalıdır, tâ ki birinin payı diğerin payına karışmasın.
Bilâhare bir parçaya
(paya) birinci, diğerlerine ikinci üçüncü ve buna göre isim verecektir. Bundan
sonra kur'a çekecektir, kimin ismi ilk çıkarsa bir numaralı parça onun, ikinci
parça ikincinindir.
Taksfmatçı memur,
vârislerin rızası olmadığı halde dinar ve dirhemleri (parajan) taksimata dahil
edemez.
Birisinin, diğer bir
hissectann arazisinde yplu veya su arkı olduğu halde taksimatta bu keyfiyeti
belirtmeden taksim cihetine giderse, duruma bakılır; eğer yol ve su
güzergâhının değiştirilmesi mümkünse-ne âlâ, değilse taksimatı derhal iptal
eder (yeniden taksimat yapar.)
(Evin) alt katta
müşterek fakat üst kat kendilerine ait değilse,, üst kat Kendilerine ait, alt
kat başkasının veya alt, üst her ikisi de-kendilerine ait ise, her bir katı
ayrı ayrı kıymetlendirecek ve kıymet, itibariyle taksim yapacaktır. Kıymetten
başka taksim şekli düşünülemez. Ortakların ihtilâfa düştüğünde iki taksimcinin
şahitliği kabul, olunur.
Vârislerden birisi,
yanlışlığı iddia edip, bana düşen nesne ortağa mın elindedir dese, halbuki daha
evvelqe o nesneyi teslim aldığına dair ikrarı vardır dâvası ancak hüccet ile
sabit olur.
Hakkımı tamamen aldım
dedikten sonra/ seâ hakkımın bir kısmını aldın diye ortağına haykırırsa, ortağın
yeminli sözü sözdür, (kabul olunur).
Bana falan yere kadar
düştüğü halde sen bana teslim etmedin, deyip iddia ederse daha evvelce hakkını
aldığına dair herhangi ikrarı da yoktur
ortağı da onu yalanlarsa, her ikisi (doğruluğu dair) yemin ettikten sonra
taksimat feshedilir.
Ortaklardan birisinin
payına düşen belli bir miktar, başkasın»! hakkı olarak meydana çıkarsa Ebû
Hanife (R.A.) ye göre, taksimat bozulmaz, ancak o kadarını ortağının payından
geri alır. Ebü Yusuf (R.A.) «taksimat
bozulur» dedi.
Tehdidini,
hükümdarlığından veya hırsızlığından tahakkuk edebilecek birisinden tehdit
sadır olduğu zaman, ikrahın hükmü sabit olur-
Kişi, malını satmaya
veya bir şeyi satın almaya yahut diğer bil kişinin bin lirası bendedir demeye
ya da evini kiraya vermeye, zorlandığında hem de ölümle şiddetli darpla veya
hapisle tehdit edildiğinde— malını satar, veya bir şeyi satın alırsa bilâhare
muhayyerdir; isterse muameleyi olduğu gibi kabullenir, isterse fesheder, kendi
ihtiyariyle malının kıymetini aldıysa satışı caiz kıldığının belirtisi olur,
Zorlanma Suretiyle aldıysa caiz kılmış değildir.
Bu surette elindeki
parayı mevcut ise derhal geri. vermesi,
icabeder.
Parasını ödemezden
evvel ve zorla değil belki kendi ihtiyariyle kabullendiği halde müşterinin
elindeki mal helak olursa kıymetine zâmin olur. Zorlanan dilerse zorlayanı
zâmin kılabilir.
Ölü etini yemediği
veya içki içmediği takdirde hapisle, vurmakla veya bağlamakla tehdit edilir,
zorlanırsa, ancak nefsinden veya herhangi bir azasının telef olunmasından
korkarsa zorlandığı şeyi yapabilir. Yapmamakla bu tehditlerin tatbikine göğüs
germesi caiz delildir
Cezayı tatbik edinceye
kadar sabredip yemezse günahkâr olur.
Allah (C.C.) nin
inkarına veya Resulü zişana sövmeye, kelepçe, tıapis yahut şiddetli darpla
zorlanırsa, bu zorlanma sayılmaz, meğer ki, nefsinden veya âzalarının
birisinden korkarsa, o zaman'istediklerini izhar edebilir. Fakat teverri
(kalbinin hilafını söylemek) edecektir. Kalbi îman ile mutmain olduğu halde bu
teklif edilen küfrü izhar ederse, hiç bîr günahı yoktur.
Öldürülmesine sabredip
küfür etmezse me'cur olur (şehit sayılır.)
Bir müslümamn maimı
telef etmeye zorlandığında nefsine veya âzalarının birisine zarar geleceğinden
korkarsa telef edebilir. Malın sahibi zorlayanı tazmin ettirir.
Başkasını öldürmeye,
ölümle zorlanırsa başkasının Öldürülmesine tevessül edemez. Belki ölümüne
sabreder. Tehditten dolayı başkasını öldürürse günahkâr olur. Öldürmek kasden
olursa kısas, (kana kan) zorlayana terettüp eder.
Hanımını boşanmaya
veya kölesini âzaî etmeye zorlanır ve yaparsa hanımı boş ve kölesi azat olur.
Lâkin zorlayandan, kölenin tam kıymetini ve hanımın yarı mihrîni alır, meğer
hanımla temas etmemiş olsa.
İmam-ı Ebû Hanife
(R.A.) göre —Sultan hariç herhangi birisi tarafından zinaya zorlanan bir kimse,
zina yaparsa had kendisine'vacip olur.
Ebû Yusuf ve Muhammed,
had lâzım değildir dediler. Mürdet olmaya zorlanan, mürted olursa hanımı
kendisinden boşanmaz.
' . ,
Cihad farzı kifayedir.
Eir grup yaparsa diğerlerden sakıt olur.
Hiç bir kimse yapmazsa
terkinden dolayı bütün müslüman halk günahkâr olur.,
Bizlere hücum edip
harp açmasalar bile, kâfirlerle harp
etmek vaciptir.
Çocuğa, köleye,
hanıma, köre, kötürüme ve eli kasik olana cihâd etmek vacip değildir.
Düşman bir memlekete
hücum ederse o memleketi müdafaa etmek yer yüzündeki bütün müslümanlara vacip
olur.
Bu durumda kadın
kocasının, köle mevlâsının izni olmaksızın harbe iştirak eder.
Müslümanlar, bir şehri
veya bir kaleyi muhasaraya aldıklarında oranın ahalisini evvelâ İslâm dinine
davet ederler, müslümanliğı kabullenirlerse derhal harpten vazgeçilir.
Müslüman olmayı reddederlerse haraç vermeye davet edilirler, haraç verdikleri
takdirde müslüman-larm kazandıkları hakları onlar da kazanır. Müslümanlara tatbik
pdi-len kanunlar onlara da tatbik edilir,
İslâm dâvasını
işitmemiş bir milletle ancak dâvayı duyurduktan sonra harp edilir.
Bir defa dâvayı işiten
kimselere ikinci bir çağrı yapmak müs,te-haptır, vacip değildir, isterse ikinci
çağrısız onlara ilânı harp eder. Müslüman olmaktan imtina ettiklerinde,
müslümanlar onlara karşı Allahtan yardım talep edip, harp açar, onlara
mahceniklerle taş yağdırır, eşyalarını yakar, üzerlerine sel bırakır,
ağaçlarım keser ve ziraatlerini
ifsat ederler.
Kâfirler içinde esir.
müslüman veya tacirler olursa dahi onları topa tutmak caizdir. Müslüman
yavruları veya eslileri kendilerine siper yaparlarsa yine de dövülmelerinden
vazgeçilmez. Ancak atıcı kâfirleri kasdederek atacaktır.
İslâm ordusu büyük bir
ordu ise, beraberlerinde Kur'anı kerimin ve kadınların çıkmasında hiç bir beis
yoktur. Çünkü emniyet vardır. Emniyetsiz ibir. çete ile kadınların çıkması
mekruhtur. Düşmanın hücum zamanı hariç, kadın kocasının, köle efendisinin izni
olmadığı takdirde harbe katılamaz.
,
Hile yapmamak, ganimet
malından çalmamak, düşman esirlerinin bazı azalarını kesmemek, kadın, takatsiz
kalmış ihtiyar, çocuk, iki gözünden kör ve kötürümleri öldürmemek müslümanm
şanından-dır. Meğer ki bu saydıklarımızdan birisi harp hakkında direktif veriyorsa
veya kadın kraliçe ise. (Deliler de öldürülmezler.)
Harpçüarla veya
onlardan bir grubuyla, müslümanların maslahatı ve menfaati için'imam (Padişah)
sulh, ederse hiç beis yoktur.
Bir müddet için sulh
edip bilâhare sulhun bozulmasını daha men-faatli görürse suîhu —onlara
bildirmek şartiyle— bozar ve harbe devam eder.
, ' ,
Düşmanın bilittifak
hiyanet ettikleri halde, îmam anlara bildirmeden harbe başlatır. İslâm
ordusuna sığman düşman köleleri hür olurlar.
Darül harpte düşmanın
malını hayvanlarına yedirmekte müslu-manlar için beis olmadığı gibi kendileri
de bulduklarını yerler, odlun-ları yakarlar, yağlarla yağlanırlar ve elde
ettikleri silâhla harp ederler Bütün bunlar ganimet paylaşılmazdan evvel
caizdir. Bu malların hiç bir şeyini ne satarlar ne de mülk edinirler.
Düşmandan müslüman
olan nefsini, küçük yavrularını, kendisinde, müşlümanm veya zümminjn elinde
bulunan bütün servetini müslüman olmak sayesinde emniyet altına alır.
Darül harbi zapt
ettiğimizde daha evvelce müslüman olan o zatın gayri menkulleri, ailesi ve
onun karnındaki çocuk ve büyük çocukları Fe'y (ganimet) tir.
Harpli düşmana silâh
satılmadığı gibi diğer malzemeler de onlara götürülme z.
Ebû Hanife (R.A.) ye
göre, müslüman esirJeriyle kâfir esirleri değiştirilmez. .
Ebû Yusuf ve Muhammed
(E.A.) «Müslüman esirleriyle değiştirilirler» dediler.
Düşman esirlerini
karşılık olmaksızın salıvermek caiz değildir.
İmam, bir memleketi
zorla fethettiğinde isterse müslümanlara taksim eder, dilerse ahalisini
yerlerinde haraç vermek bahasına bırakır. Esirler hakkında da imam
muhayyerdir, dilerse hepsini öldürür, isterse köleliklerini kabul eder, isterse
müslümanlarm zimmetinde bırakır dar-ı harbe,asla gönderemez.
İslâm ordusu geri
dönmek istediğinde, İslâm diyarına getirmiyecekleri hayvanları varsa keserek
yakarlar. Ayaklarını keserek bırakmak veya diri bırakmak caiz değildir.
İslâm memleketine
gitmedikçe, darı harpte ganimeti taksim etmek caiz değildir. Ganimet
taksimatında orduda geri hizmette çalışanlarla muharip askerler eşittirler.
Evvelce aldıkları
ganimeti daha İslâm diyarına çıkarmadan evvel yardımcı ordu imdatlarına
yetişirse son gelen asker de ganimette müşterektir.
Askeri sevkedenler
harbe bilfiil iştirak etmedikçe ganimette payları yoktur.
Hür bir müslüman erkek
veya hanım, bir kâfire veya bir ate bir kalenin halkına yahut bir şehrin
halkına emniyet sözünü ve^ rirse emin olurlar, artık hiç bir müslümana caiz
değildir ki onlarla harp etsin. Meğer ki o müsalehada müslümanlann zararı
olsun. O zaman imam bizatihi sulhu bozar.
Zümminin, düşmanın
elindeki esir müslümanm ve o diyarlara ticaret etmek için gidip gelen tacirin,
düşmana emniyet sözü vermeleri caiz değildir.
Ebû Hanife, kölenin
verdiği' emniyet sözü de muteber değildir, dedi. Meğer ki, mevlâsı harp etmeye
mezun kıla, Ebû Yusuf ve Muhammed kölenin sözü makbuldür dediler.
Türkler, Rumlara galip
gelip onları esir ve mallarını alırsalar mülk edinmiş olurlar, o halde biz,
türklere galip gelirsek ele geçirdikleri Rum malından bulduğumuz bize helâl
olur
Kâfir malımızı apanp
memleketlerine götürdüklerinde mülk edinmiş olurlar, İslâm oldukları onların,
memleketini istilâ ettiğinde mal sahibi müslümanlara taksim etmezden evvel
mallarını bulurlarsa karşılıksız mallan kendilerine verilir, taksimattan sonra
bulurlarsa istedikleri ıtakdirde ancak kıymet ile alırlar.
Müslüman bir tacir,
darı harbe gidip o malları satın alır ve İslâm memleketine getirirse o
malların sahipleri muhayyerdir; dilerse verdiği parayı tacire verir, malını
geri alır, dilerse almaz.
Harpliler, üzerimize
galip olmak sebebiyle müdebbir, mükâtep ve ümrnülveled kölelerimiz ve
hürlerimize malik ve sahip olamazlar. Ancak biz bütün bunlarda onlarmîûne
sahip oluruz. .
Müslümanm kölesi
onlara kaçarsa Ebû Hanife (R.A.) nin kanaatine göre, mülk edinemezler. Deve
kaçarsa tutup mülk edinirler.
Ganimet malını taşımak
için devletin hususu taşıyıcıları yoksa darı İslama getirmek üzere ganimet malı
gaziler arasında taksim edilir. Memlekete gelince imam hepsinden geri alır ve
taksimat yapar/ taksimden evvel ganimet malının satılması caiz değildir.
Daha darı harpte iken
ölen gazinin payı düşer. Ganimet malı İslâm diyarına çıkarıldıktan sonra ölenin
payı vârislerine verilir.
Devlet başkanı harp
halinde muhariplere paylarından fazlasını vaadederek, böylece harbe onları
teşvik edebilir. «Düşmanı öldürene; düşmanın"selebi (Atı, silâhı ve diğer
malzemeleri) olsun» diyebilir.
Bir çeteye «Devletin
payı olan beşte birden sonra size ganimetin dörtte biri fazîa olarak
verilecektir,» diyebilir.
Ganimet malı emniyete
alınıp ve elde edildikten soriîa ancak devletin payı olan beşte birden teşvik
için vaadde bulunabilir.
Öldürülen düşmanın
soygunu öldürene söz verilmediği takdirde ganimetten sayılır. Öldüren ile diğer
askerler orada eşittirler.
Selep: Ölünün
elbisesi, silâhı ve binek hayvanı demektir.
Ordu darı harpten
çıkınca artık ganimeti ne hayvanlarına yedi-rir ve ne de yerler. Darı harpte
iken aldığı âlet ve yiyecekten bazı şeyler kalmışsa ganimete katmak üzere geri
verir.
Ganimet İmam (Devlet
Başkanı) tarafından taksim edilir. Beşte "birini devlet payı olarak
çıkarır, geri kalan dört payı ganimetçiler arasında taksim eder. Süvarilere
iki, piyadelere bir pay verir. îmameyn (Ebû Yusuf ve Muhammed) süvariye üç pay
verilir, dediler. Bir kişinin ancak bir atı hesaba katılır. Arap ve Acem
atları eşittir. Yük taşıyıcı ata ve katıra pay yoktur.
Düşman memleketine
atlı olarak girdikten sonra atını nafakasına sarfeden bir asker süvari payını
alır. Piyade giderek bilâhare at alan piyade payı verilir. Köle, kadın, zümmî
ve çocuklara pay yoktur. Fakat İmamın reyine göre onlara az bir şey verilir.
Ganimetin beşte biri
ise üçe taksim edilir.
1-Yetimlerin,
2- Miskinlerin,
3 -Yolda kalanlarındır. Peygamberimizin yakını bulunan
fakirler bu üç sınıfa dahil olurlar, belki herkesten evvel onlara verilir
(çünjtü zekât, fıtır ve sadaka alamazlar). Fakat zenginlerine hiç bir şey
verilmez.
Soru: Peki âyet-i
celilede ganimetin beşte biri Allahındır deniyor. Neden Allah burada
zikredilir.
Cevap: Allah kelimesi
burada ancak teberruk. için zikredilmiştir.
Peygamberimizin
ganimetten olan payı ölümüyle Seffiy (peygamberin ganimetten İhtiyar ettiği
kılıç, cariye veya kürk gibi bir şey) denilen bayi gibi, düşmüştür,
yakınlarının payına gelince, yakınları peygamberin hayatı zamanında yardım
ettiklerinden verilirdi, bugün ise, ancak fakir iseler verilir.
Bir veya iki kişi,
imamın izni olmadığı halde darı harbe hücum edip düşmandan bir şeyler
alırlarsa, o malın beşte biri alınmaz. Kuvvetli bir cemaat, imamdan izin
almadığı halde düşmana hücum edip bir şeyler koparır getirirse getirdiklerinin
beşte biri alınır.
Bir müslüman tacir
olarak dar-ı harbe girerse, onların mallarına ve canlarına saldırması caiz ve
helâl değildir. Hile yoluyla bir şey alıp getirirse, mahzurlu bir şekilde mülk
edinmiş olur, onu sadaka vermekle emrolunur.
Harbî bir kâfir, «min
edilerek memleketimize gelirse, kalmasıına müsaade verilmemelidir. İmam «Bîr
sene burada kalırsan sana haraç yüklerim» diyecektir. Kaldığı halde haraç
kendisinden alınarak zim-mî addedilecek ve bir daha dar-ı harbe gitmesine
müsaade edilrniye-çektir. Dar-ı harbe (bu şartlara rağmen) avdet ettiğinde
malını bir müslüman veya zürnmiye vedia bırakıp veya alacaklı kalırsa, gitmesiyle
kanı mubah olur. İslâm diyarında kalan malı tehlikede olur, o halde esir düşer
veya öldürülürse alacakları düşer, emanetleri ganimete inkılâp eder.
Müslümanların harpsiz
olarak elde ettikleri muharip kâfirlerin maîı ise, haraç gibi bütün müslümanm
mesalihine sarfedilir.
Bütün Arap arazisi
öşüriyye (onda biri alınır)
arazisidir. Arap arazisinin hudutları: (Küfeye tâbi) «Özeybe» (köyün) den
Yemenin Mehdesindeki en son taşa ve Şam hududuna kadardır.
Sevvad (Bağdad Frak)
arazisi tamamen haraç-arazisidir. Bu arazinin eni Özeybeöen Helvan körfezine
uzunluğu ÂIsdan Abadana kadardır.
Sevvad arazisi,
sahiplerinin mülküdür. Satabilir ve her türlü tasarruf edebilirler. (Çünkü
mülkleridir.)
Sahibi kendiliğinden
müslüman olan veya fethedilerek fatihlere taksim edilen her arazi Öşür
arazisidir.
Fethedilerek haraç
mukabilinde eski sahiplerine terkedüen her arazi haraç arazisidir.
Ebft Yusuf'a (R.A.)
göre, ölü bir arazi hayy edildiği zaman etrafına bakılır, arazi-i haraciyeye
dahilse haraciyye, razi-i öşriyyeye da-hilse öşriyyedir. Ebû Yusuf nezdinde
bütün ashab-ı kiramın ittifakiy* le «Basra» şehrinin arazisi Öşridir.
İmam Muhammed (B.A.)
«kazdığı kuyu, çıkardığı güze, »icicı nehri Fırat veya hiç kimsenin
tasarrufunda bulunmayan büyült nehirlerin şüyu ile sulandırarak kaybetmişse
öşridir. Acemler tarafımdan açılan küçük nehir (JCanaI) larla —Melik ve
Yezdcürd nehirleri gibi-r-sulandırmak şekliyle ihya etmişse, haraç arazi
sayılır» dedi.
Hz. Ömer (R.A.), her
altmış argınlık sulu yere bir Haşimî Kefiki, tam bir sa' ile bir dirhem
ağırlığmdadır (mahsul vergi olarak
verilecektir demiştir. Yaş meyveli (karpuz gibi) altmış arşmlık yerden beş,
arası sık üzüm ve hurmalıkların altmış arşınından on dirhem vergi almış ve
takdir etmiştir. Diğer sınıflara yerin gücüne göre vergi konulur. . ' .
Yüklenen haracı
verecek nitelikte değilse, imam imkânlı dereceye irca edebilir ve etmelidir.
Haraç arazisini su
basar, veya susuz kalır yahut ziraate herhangi bir semavi âfet isabet ederse, o
arazileri işleten vatandaşlardan haraç-alınmaz. |
Arazi sahibi keyfî
olarak araziyi işletmezse haremi vermek mecburiyetindedir. Haraç verenlerden
birisi müslüman olduğunda durum değişmez. Müslüman'ın zümmnden haraç yerini
satın alması caizdir ve haracı bundan böyle o müslümandan alınacaktır.
Haraç arazisinden
çıkan mahsulün ondalığı (öşrü) yoktur. Haraç iki çeşittir:
1 -Ahalinin
rızası ve sulh yoluyla konan harçtır ki, ittifaka göre takdir edilir.
2 -Kâfirlere
galip geldiğinde imam tarafından başlatan haraçtır ki, serveti açık zenginlere
senede kırk sekiz dirhem yükletilir. Beher ayda dört dirhem alınır.- '
Orta halliye yirmi
dört beher ayda iki dirhemi tahsil edilir. Çalışan fakire on iki dirhem
yükletilir. Beher ayda, bir dirhem alınır,
Haraç, Acemlerin
kitaplı, ateşperest ve putperestlerinden alınır.
Arabm
putperestlerinden ve irtidat eden müslümânlardan kabul edilmez. (Çünkü bunlara
yaşama hakkı yoktur.)
Kadın çocuk, topal,
iki gözü kör çalışamaz fakirden ve halka karışmayan rahiplerden haraç alınmaz.
Geçmişto haraç borcu olduğu halde müslüman olandan o haraç sakıt olur. İki
senelik haraç bir araya geldiğinde ancak bir senelik haraç alınır.
Dar-ı İslâmda yeni bir
kilise veya havra yapılamaz. Ancak eskileri yıkıldığında yenilenebilirler.
Zümmüeri
müslümânlardan ayırmak için, elbise, merkep, eyet ve {eslerinde ayrı olmaya zorlanırlar.
Ata binemez ve silâh taşıyamazlar.
Haraç vermekten imtina eden, veya bir müslüman öldüren yahut peygamber (A.S.) i
söven ya da bir müslüman kadınla zina eden bir zümmînin ahdi bozulmaz (ancak bu
fiillerin cezalarını görür) Ahidler, ancak dar-ı harbe iltihak etmek veya bir
yeri ele geçirip bizimle muharebe etmekle bozulur.
Bir müslüman îslâmdan
caydığı zaman kendisine Islâmın hakikati anlatılır, şüphesi varsa, izale
edilir ve üç gün hapse atılır. Müslüman olursa bırakılır, küfründe ısrar
ederse öldürülür. Mürtede İslâm arzedümezden evvel birisi .vurup öldürürse
mekruhtur. Fakat katile hiç bir ceza terettüp etmez.
Kadın mürted olursa,
Öldürülmez, belki müslüman oluncaya kadar hapsolunur.
Mürtedin malları
îrtidadından dolayı muvakkat olarak mülküm den çıkar, tekrar müslüman olursa
iade edilir, mürted olarak ölürse ve öldürülürse, müslüman iken kazandığı
müslüman vârislerine, irti-dattan sonra kazandığı mal da ganimete intikal eder.
Mürted olduğu halde
dar-ı harbe kaçar ve hâkim de kaçtığına dair hükmünü verirse, müdebbir ve
ümmülveledleri azat olunur. Borçlarının zamanı derhal gelir. Müslümanlık zamanında
kazandığı, müslüman vârislerine intikal eder o zamanki borçları da o zamanın
kazancından verilir. İrtidad halinde kendisine lâzım gelen borçları da bu halde
kazandığından verilir. İrtidat halinde iken sattığı, aldığı veya tasarruf
ettiği mallar muvakkat olarak durdurulur. Eğer müslüman, olursa hepsi caiz
olur. Mürted olarak ölür, öldürülür veya dar-ı harbe kaçarsa bâtıl olur.
Dar-ı harbe iltihak
etmesine hüküm edildikten sonra müslüman olarak dar-ı İslama dönerse
vârislerinin elinde bulduğu malını geri alır.
İrtidat eden bir hanım
o durumda malında tasaruf ederse tasarrufu caizdir.
Beni Tiğlep
kabilesinden olan hristiyanlann malından müslümanlarm zekâtının iki misli
alındığı (gibi) kadınlarından da haraç alınır. Ancak çocuklarından alınmaz.
Haraçtan Beni Tiğlep
malından, muhariplerin imama hediye ettiğinden ve cizyeden neyi toplarsa İmam,
hepsini müslümanlarm içtimaî (sosyal) hizmetlerine sarfedecektir. O malla
hudutlar muhkem-leştirilir, köprüler yapılır, müslümanlarm kadılarına, zekâtı
toplayan personele ve âlimlerine yetecekleri kadar verilir.
Harpçiler ve
çocuklarının erzakları o maldan verilir.
Müslümanlardan bir
grup, bir beldeyi elde edip devlete karşı baş-kaldırırsa, îmam ilkönce onları
cemaate davet edip, şüphelerini izaleye (gidermeye) çalışacaktır. Onlara önce
harp açmaz, onlar başlamadıkça. Onlarla, harbe başladıkları takdirde,
topluluklarını dağıtm-caya kadar çarpışacaktır. Arkaları olursa yaralılarını
öldürür, kaçanlarını da takip ettirir. Arkaları olmazsa yaralıları öldürülmez,
kaçanlarının arkası takip edilmez hiç bir şekilde çocukları esir edilip malları
taksim edilmez. Müslümanlar, mecbur kalırlarsa onlardan aldıkları silâhlarla
onlr.rı vururlar.
Tevbe edinceye kadar,
imam mallarını hapsedip onlara geri vermez. Fakat taksim edemez. Tevbe
ettiklerinde mallarını geri iade eder. Âsilerin elde ettikleri beldeden
aldıkları haraç ve öşürü imam ikinci bir defa alamaz. Ancak bağiler yerli
yerine sarfetmişlerse verilen kâfi gelir. Eğer yerine sarftmemişlerse verenlere
sizinle Allah arasında olsun. Onu iade ediniz denir (dilerse versinler
vermezlerse günâh onlara aittir.)
İpeği giymek erkeklere
haram, kadınlara helâldir. Ebû Hanifeye göre, yastık yapmasında beis yoktur.
Ebû Yusuf ve Muhammed «Yastık edinmesi mekruhtur» dediler. Harpte erkek için
ipeği giymek bu iki imama göre, zararsızdır, Ebû Hanife'ye göre, mekruhtur.
Mülhem denilen
elbiseyi giymekte damarları ipek, eti (dokusu) pamuk veya şalteli olursa beis
yoktur.
Erkekler için —gümüş
yüzük kemer ve gümüşle süslenen kılıç hariç altın ve gümüşle süslenmek caiz
değildir. Kadınlar için ise, altın ve gümüşün her türlüsüyle süslenmek caizdir.
Erkek çocuğa altın ve
ipekli giydirmek velisi için mekruhtur.
Gerek erkeğe ve
gerekse kadınlara altın ve gümüş kaplarda yemek, içmek, yağ ve kolcu sürmek
asla caiz değildir
buyurmuştur.
Cam billur ve akikten
yapılan tabakların kullanılmasında hiç biı beis yoktur.
Ebû Hanife'ye göre,
gümüş suyu ile süslenmiş kaplarda yemek, bu gibi eğerlere binmek ve tahtalarda
oturmak caizdir. Mushafm her cun âyet4 celüesinin arasına ta'şir koymak ve
noktalamak mekruhtur. Altın suyu ile Kur'anı Kerimi süslendirmek, caminin
nakış ve zinetini yapmakta beis yoktur.
Burulmuş erkekleri,
evde çalıştırmakta kerahet vardır.
Hayvanları burmakta,
katır doğursun diye kısrağı eşekten yapmakta beis yoktur.
Hediye almak veya
vermek hususunda ve izinde çocuk ve kölenin sözünü kabul etmek caizdir.
Muamelâtta fâsığın
sözü kabul olunur. Fakat dinî meselelerde ancak âdil bir kimsenin sözü kabul
olunur.
Kişi, ancak ecnebisi
olan bir hanımın yüzüne ve bileklerine kadar iki eline bakabilir. Şehvetten
emin değilse hacet zamanı hariç yüzüne de bakamaz.
KacJı, bir hanımın
aleyhinde hüküm, şahit ele aleyhinde şahitlik yapmak istediğinde şehvetten
korkarsalar bile, yüzüne bakmaları caiz olur.
Hanımın hasta
yerlerine tabibin bakması caizdir.
Diz kapağı ile göbek
arası hariç, erkek erkeğin bedeninin diğer kısmına bakabilir, erkek, hanımın
neresine bakabilirse, hanım da erkeğin ayni yerlerine bakabilir.
Erkek erkeğin neresine
bakabilirse, hanım da hanımın oralarına bakabilir.
Kişi, kendisine helâl
olan cariyesinin ve hanımının fercine (tenasül uzvuna) bakabilir. .
Erkek, mahremleri
bulunan hanımların yüz, baş, göğüs, bacak ve pazularına bakabilir. Ancak sırt
ve karnına bakamaz.
Bakabileceği .yerleri
ellemesinde beis yoktur.
Başkasının cariyesine
gelince, kişi öz mahremlerinin nerelerine bakabiliyorsa o cariyenin de
oralarına bakabilir.
Bir cariyeyi satın, almak istediğinde,
bakabileceği yerleri şehvetten korksa bile ellemesinde hiç bir mahzur yoktur.
Burulmuş erkek, ecnebi
bir hanıma bakmakta, burulmamışlar gibidir. Köle, mevlası bulunan bir hanımın
ancak ecnebiler için bakılması caiz olan beden kısımlarına bakabilir.
Erkek, cariyesinin
izni olmasa bile cima anında menisini dışarıya dökebilir.
. Hanımiyle yaptığı cimada ancak hanım izin
verirse meniyi dışarı akıtabilir.
İnsan ve hayvan
yeminde ihtikâr yapmak (yâni pahalanması fcfıj biriktirmek) eğer biriktirmenin
zarar vereceği bir beldede ise mekruhtur.
Öz mahsulünü veya
başka bir memleketten getirip biriktirirse karaborsacı olmaz.
Eşyanın fiatmı tâyin
etmek sultana caiz değildir.
Fitne günlerinde silâh
satmak mekruhtur. İçki yapacağını bilen birisine şırayı satmakta beis yoktur.
(Yâni ateşperest ve zümmîîere satabilir.)
Vasiyet yapmak vacip
değil, belki müstehaptır. Diğer vârisler caiz kılmadıkça herhangi bir vârise
hususî vasiyet yapmak caiz değildir.
Terekenin üçte
birinden fazlasiyle vasiyet yapmak caiz değildir. Kişi, kendisini öldürene vasiyet
yapamaz. Müslümannvkâfire, kâfirin de müslümana vasiyet etmesi caizdir.
Vasiyet ancak ölümden
sonra kabul edilir. Öyleyse kendisine vasiyet yapılan zat, Müsî daha hayatta
iken o malı alırsa veya reddederse her iki hareket te bâtıldır.
Her insanın, sülüs
(üçte bir) den daha az bir miktarı vasiyet etmesi müstehaptır..
Kendisine vasiyet
yapılan, vasiyet yapanın huzurunda kabul, ardında reddederse kabul etmiş
sayılır, meğer ki yüz yüze iken reddederse o zaman reddolunür.
Vasiyet, edilen nesne,
kabulle mülk edinir. Ancak bir meselede hüküm değişir: Vasiyet eden öldükten
sonra, kendisine vasiyet yapılan daha malı kabullenmezden evvel Ölürse, o mal
doğrudan varislerine naklolunur. Kadı, köleyi, kâfir veya fasık bir kimseyi
vâsi tâyin edenin vasiliğinden bunları çıkarır, bunlardan başkasını tâyin
eder.
Vârislerde baliğler
olduğu halde, kölesini vâsi tâyin ederse, vasiyeti sahih değildir.
Vasiyeti yerli yerine
getirmekten âciz olan birisini vâsi tâyin ederse, kadı, başka birini bu vasiye
katar (ikisi beraber işi yürütürler.)
İki kişiyi birden vasi
tâyin ederse, Ebû Hanife ve Muhammed'e °öre biri diğersiz hiç bir tasarrufta
bulunmaz, meğer ki, kefen satın almakta, teçhiz yapmak, küçük çocukların
yemeğini ve elbisesini teminde muayyen bir emaneti sahibine geri vermekte,
muayyen bir kölenin azat edilmesinde ve ölünün haklarını müdafaa etmekte tasarruf
edebilir.
Bir şahsa, malının
üçte birini, diğer bir şahsa da aynı malının üçte birini vasiyet ettiğinde,
vârisler kabul etmezlerse, malın üçte biri ikisinin arasında yarıyanya bölünür.
Bütün servetini kaplayacak kadar borçlu olan bir kişinin vasiyetinin caiz
olması ancak alacaklılar alacaklarını affetmelerine bağlıdır.
Oğlunun payına düşecek
malı vasiyet ederse, vasiyeti bâtıldır. Oğlunun payı kadarını vasiyet ederse,
caizdir. İki oğlu olduğunda mü-sâleha malın üçte birisi düşer. .
Ölüm Hastalığında
hatıra binaen az bir fiyatla kölesini satar veya hibe ederse bütün bunlar
sülüsten (üçte birden) sayılır, diğer vasiyet sahipleriyle üçte bir olan
sülüste ortak olurlar.
ölüm hastalığında,
evvelâ müsamaha ile muamele edip bilâhare kölesini azat ederse, Ebû Hanife'ye
göre, ölümünden sonra muhaba (1) ile yapılan muamele nazarı itibare alınır.
Evvelâ azat eder
bilâhare az bir fiyatla müsamahalı muamele yaparsa bu takdirde her iki surette
müsavidir.
Ebû Yusjıf ve Muhammed
«İki meselede de azat edilmek nazarı itibare alınırsa daha evlâdır» dediler.
Servetinin bir payını
vasiyet eden bir kişinin servetinden varislerin en az pajfı kadar çıkarılır.
Ancak varislerin en az payı malın altıda biri olan südüsen az ise itibar
olunmaz.
Muhabanm sureti: üç yüz liralık bir atı bir
kişiye yüz mtirsele (Belirsiz para): Serveti üç yüz liradan ibaret olan birisi,
sahibine üçte iki, diğerine üçte biri verilir. (Cevhere)
Ancak südüs (altıda bir) den azsa südüs
tamamlanır.
Malının bir cüzünü
vasiyet ederse, varislerine «dilediğinizi veriniz» denilecektir.
Allah, hukukundan bir
şeyler vasiyet ederse, farzlar evvelâ yapılmalıdır. İster Musi daha evvel
yapılmasına veya tehirine taraftar olsun. O ilâhî haklar (Hac, zekât ve
kefaretler gibi) farz olmayan kısımlardan, Musi dilediğini daha evvel
yapabilir. Farz haccı vasiyet eden zat için, vârisler aynı memleketten bir
vekil gönderirler, o gönderilen vekil binerek hacca gider ve gelir.
Aynı beldeden gidip
gelmeye nafaka yetmezse, nereden yetiyorsa oradan vekil tutulur.
Hac niyetiyle
memleketinden çıkıp yolda vefat eden «hacciım yapınız» diye vasiyet ederse,
Ebû Hanifeye göre, memleketinden vekjl tutup hacca gönderilir.
Çocuğun ve mükâtep
kölenin vasiyeti caiz değildir. Mükâtep köle borcunu ödeyecek bir miktar miras
bırakırsa bile yine vasiyet etmesi caiz değildir.
Vasiyet yapan,
cayabilir. Açıkça caydığını bildinr veya caydığına delâlet eden bir fiil
yaparsa, caymış sayılır. Vasiyetini inkâr edenin inkâr hareketi caymak
sayılmaz.
komşularına vasiyet
yaparsa Ebû Hanifeye göre, ancak bitişik komşular dahildirler.
Kayınlarına vasiyet
ettiğinde, hanımının bütün yakınları dahil olurlar. , ,
Eniştelerine vasiyet
yaparsa, mahremi bulunan her hanımın kocası (eniştesidir) dahil olurlar.
Akrabalarına vasiyet
ederse, evvelâ mahremlerinin en yakınından yakınlık derecesine göre başlar,
valideynleri ve öz evlâtları bu vasiyete dahil değildir. Akraba (çoğul)
tâbirini kullandığında en az ikiden başlar . '.
Bu gibi vasiyet;
yaptığında, iki dayısı ile iki amcası varsa Ebü Hanifeye göre, ancak iki
amcasına verilir. Bir amcası ile iki dayısı varsa vasiyet edilen miktarın
yarısı amcasına, diğer yarısı iki dayısı nın arasında taksim olunur.
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) «akrabalara yapılan vasiyet, ilk müslüman blan dedesine mensup bulunan
herkese verilir» dediler.
Bir kişiye, parasının
veya koyununun üçte birisini vasiyet ederken paranın veya koyunun üçte ikisi
helak olup, ancak üçte biri kalır •ve o da bütün servetin üçte birinden
çıkabilirse......
servetin bütünü
kendisine vasiyet yapılana verilir.
Elbiselerinin üçte
birisini vasiyet ettiğinde, üçte ikisi helak olup üçte birisi kalırsa ve o
kalan elbise umumî servetin üçte birisinden çıkartılırsa bile, yine kalan
elbisenin üçte birisi verilecektir. Hazır serveti ve alacağı olduğu halde,
birisine bin lira vasiyet ederse, eğer o bin lira hazır servetin üçte birinden
çıkarsa j müsâlehe (kendisine vasiyet yapılana) verilir, kâfi gelmezse hazır
servetin üçte bîrini verirler. Bin lirası tamamlanıncaya kadar, ne zkman
alacağı alıpırpft üçte birisini alır. Vasiyet gününden itibaren altı aya
varmazdan dçb ğarsa, hamle vasiyet, hami ile vasiyet caizdir
Birisine, gebeli
cariyesinin karnındaki hami hariç olmak üzere, vasiyet yaparsa, hem vasiyet,
hem de istisna caiz olur.
Ebû Yusuf ve Muhammed
(R.A.) dediler ki: «Zeyd» cariyesini (Ali'ye) vasiyet ederse Zeyd'in ölümünden
sonra ve Ali'nin kabulünden evvel cariye doğurursa, anne ile evlâdı servetin
üçte birisinden sayılarak Ali'ye verilir. Sülüs (servetin üçte birisi) anne ile
çocuğu karşılamazsa, her ikisinden de payını alır..
Ebû Hanife (R.A.)
«Yalnız anneden hisse alır, fazla kaldığı takdirde çocuğundan alır» dedi.
Belli seneler için
kölesinin îiizmeti ve evinden istifade etmeyi vasiyet etmek câizdir,olmak
üzere de bunlarla vasiyet edebilir, fakat eğer köle servetin üçte birisinden
çıkıyorsa hizmet için, kendisine vasiyet yapılana teslim edilir, köleden başka
malı yoksa, iki gün. vârislere bir günde musaleha (kendisine vasiyet yapılana)
hizmetten,, müsâlehe öldükten sonra, tamamen vârislerin olur.
Vasiyet eden daha
hayatta iken müsaleh ölürse vasiyet bâtıl olur..
Herhangi bir şahsın evlâtlarına vasiyet yaptığında erkek, kız hepsine müsavi şekilde
vasiyeti verilir. Bir şahsın varislerine vasiyet ettiğinde erkeklere, iki kadın
kadar verilir. Malının sülüsünü Zeyd ile; Â Zeyd'in olur. «malının sülüsü Zeyd
üe
. vasiyet ederse
bilâhare çalışıp „ zamanda, olan malının üçte birisi musalehe vasiyet yapılana)
verilir. Allah daha
iyi bilir.
Vâris olmaları İttifakla
sabit olan erkekler ondur:
1-ölünün öz oğlu,
2 -
Torunu alabildiğine aşağı mer
3.Babası
4 -
Büyük babası alabildiğine yukarı çıkar,
5 _
Kardeş
6
idesinin oğlu (yeğeni),
7 - Amcası,
8 - Amcası oğlu,
9 -
Kocası,
10 -Azat
eden efendisidir.
Kadın vârisler
yedidir:
.
' 1-Kızı
2 -oğlunun kızı (torunu),
3 - Annesi,
4 ninesi .
5 kızkardeşi
6-Kendisini
azat eden hanım
kimse vâris olamaz:
1 - Köle,
2 - Katil, öldürülene,
3-İslam «en dlıen (mürted)
4 - iki ayrı milletten olanlar yânı müsffiman kâfirden,
kâfir müslümandan irsiyet götüremez.
Zhm Mtabın (Kur'an) da
belirten farz (pay) lar alüdır:
1-Nıslt (varı),
2 _ RUb' (flörtte bir)
3 - Sümün (»d™tel»r)
4 - Su-msan (ü2 M)
5 - Sülüs (üçte bir)
6 - Südüs (altıda tar).
NzS (y⪠beş sınıfın
payıdır
: 1 - ölünün km,
2 - Öz^ol-
5 - Ölünün evlâdı ve
torunu olmadığı takdirde kocasının pay dır.
Rub' (dörtte bir) iki
kişinin payıdır:
1 - Evlâd ve torunu bulunduğu takdirde
kocasının,
2 — Evlâdı ve oğlunun evlâdı bulunmadığı
takdirde zevcelerin (ölünün hanımlarının) payıdır.
Sümün (sekizde bir),
ölünün çocuğu veya oğlunun çocuğu olduğu
takdSülüsanr(ü^e"M>1)!yölünün
kocası hariç, tek başına olduğu halde terekenin yarısını alan kimseler -iki ve
daha fazla oldukları tak-
»üçte bir), ölünün çocuğu,
oğlunun çocuğu, iki ve daha fazla kardeş ve taz kardeşleri olmadığı takdirde
annesinin payıdır.
1 -Ölenin
vârisi: Kocası ile ebeveynleri. .
2-Veya
hanımiyle anne ve babası olursa, bu iki meselede anneye ancak kocanın veya
hanımın paylan çıkarıldıktan sonra gen kala-
mn lÎL'bir »er iki ve
daha fazla oldukları zaman terekenin üçte Uriv"2 ^ir şekilde, erkek ve
kadmlann arasta taksnn olunur.
Terekenin südüsü
(altıda biri) yedi kimsemin payıdır. '
1-Ölünün öz
evlâdı ve torunuyla beraber anne ve babasından her birinin
2 -Hangi
cihetten olursa olsun ölünün kardeş ve kızkardeşleriy-le beraber olan
annesinin.
3 -Çocukla beraber olan ninelerin,
4 -Çocukla
birlik kalan dedenin (yâni baba tarafından olan dede)
5 -Öz
kıziyle beraber olan oğlunun kızlarının,
6 -Ana-baba
bir kızkardeşle beraber olan baba bir kızkardeşle-rin.
7 -Annenin
tek bir evlâdının payıdır.
Nineleri, ölünün öz
annesiyle, dedesi, kardeş ve kız kardeşleri ba-basiyle düşer terekeden mahrum
olurlar.
Anne bir kardeşler
dört kişiyle sakıt olurlar:
1 -Ölünün
çocuğu,
2 -Oğlunun çocuğu,
3 -Babası,
4 -Dedesiyle,
sakıt olurlar.
Meyyitin (ölünün)
kızları üçte ikinin tamını alınca, oğlunun kızları sakıt olurlar.
Ancak seviyelerinde
veya bir derece daha aşağı oğlun oğlu olursa onları asabe (servetin geri
kalanım aralarında taksim eden vârisler) kılar.
Anne - baba bir olan
kızkardeşler, malın üçte ikisini tamamen alınca baba bir, kızkardeşler paysız
kalırlar. Meğer ki' beraberlerinde kardeşleri bulunsun, bu takdirde onları
asabe kılar.
Asebelerin en-
yakınları: Ölünün oğullan, sonra oğullarının oğulları, sonra, babası, sonra
dedesi, sonra kardeşleri, sonra amcaları, sonra dedesinin kardeşleridir.
Bir babanın evlâtları,
derecelerinde eşit oldukları takdirde, ana baba bir olanlar daha evlâdırlar.
Ölünün oğlu, oğlunun
oğlu ve kardeşleri, kızkardeşleriyle, erkeğe iki kız payı vermek üzere
paylaşırlar. Bunlardan başka olan asebelerin yalnız erkekleri pay alırlar,
kadınları pay alamazlar.
Meyyitin nesebesinden
asebeleri olmadığı takdirde, azat edilenin mevlası (azat edeni) asebesi olur,
ondan sonra da onun en yakın akrabası asebe olur.
.
Meyyitin öz evlâdı
veya iki kardeşi olduğu zaman, annesinin payı üçte birden altıda bire düşer.
Kızlarının payından
artan mal, erkeğe iki kadın kadar vermek üzere, oğlunun evlâtlarına taksim
olunur.
Ana-baba bir olan
kızkardeşlerin payından artan servet, baba bir olan kardeş ve kızkardeşlere
erkeğe kadının iki payı kadar vermek üzere verilir. Meyyit, bir öz kızını,
oğlunun kızlar ve oğullarını geride bıraktığı. zaman malın yarısı öz kızmındır.
Geri kalan kısım erkeğe iki kadın payı kadar vermek üzere oğlunun evlâtlarına
taksim olunur. Aynen böylece ana-baba bir kızkardeşin payından artan mal, erkeklere
iki kadın payı vermek üzere baba bir kardeşlere ve kız kardeşlere verilir.
Meyyit, birisi ana bir
olmak üzere, iki amca oğlunu geride bırakırsa, ana bir olana terekenin altıda
biri pay olarak düşer geri kalan mal eşit bir şekilde ikisinin arasında taksim
edilir.
«Müşerreke»
meselesi: Meyyite kadın, kocasını, annesini veya
ninesini, ana bir iki
kızkardeşini ve ana-baba bir, bir kardeşini geride, bırakırsa, servetin yarısı
kocasının ,altıda biri annesinin, ana bir kardeşlere de üçte biri düşer. Ana-baba
bir olan kardeşlerine hiç bir şey kalmaz.
Pay sahiplerinin
paylarından artan serveti alacak asebeler yoksa, karı ve koca hariç, diğer pav
Rahiplerinin paylarına fföre, o servet onlara geri verilir.
Katil, öldürülene
vâris olamaz. Küfrün hepsi bir millettir, (memleketleri bir olduğu takdirde)
küfürden dolayı kâfirler birbirinin vârisi olurlar. Müslüman kâfire, kâfir de
müslümana vâris olamaz.
Mürted (dininden
cayan) in malı müslüman vârislerinindir. İrtî-dat halinde kazandığı parası da
ganimet malıdır.
Bir cemaat suda
boğulur veya üzerlerine duvar yıkılırsa hangisinin daha önce öldüğü bilinmezse
her birisinin malı hayatta bulunan vârislerine verilir. (Beraber öldükleri için
biri diğerine vâris olamaz.)
Ateşperestte iki
yakınlık vardır ki, başka kişilerde olsaydı her ikisi de o yakınlık sayesinde
vâris olurdu. Her iki yakınlığıyla da vâris olur. .
Ateşe tapanlar,
dinlerinde helâl gördükleri fasit nikâhlarla vâris olamazlar. Nesebi gayri
sahih ve anası ile babası mulaâne yapan bir kimsenin asabeleri annesinin (asebe
ve) azat eden mevlasıdır.
Ebû Hanife (E.A.) ye
göre, ölüp karısını gebeli bırakan bir kimsenin malı hanımı doğum yapıncaya
kadar taksim olunmaz.
Ebû Hanifeye göre, öz
decleşi mirası almak yönünde kardeşlerinden daha evlâdır, Ebû Yusuf ve
Muhammed «dede kardeşlerle malı paylaşır» dediler, meğer ki taksim onu
servetin" üçte birinden aşağı düşürürse.
nineler toplandığı
halde en yakınma altıda bir verilir.
Dede annesini hacpeder (düşürür) meyyitin anasının
babasının anası vâris olamaz.. Her nine anasını hacbeder.
, Ölünün asabeleri ve
payları belli olan vârisleri olmadığı takdirde, biraz uzaktan akrabaları
vârisleri olurlar. Uzaktan akrabalar on İtişidir
1-Kızının çocuğu,
2 -Kızkardeşinin çocuğu,
3 -Kardeşinin tek bir kızı
4 -Amcanın tek kızı,
5 -Dayısı ve halası,
6 -Annesinin babası,
7 -Ana bir amcası,
8 -Teyzesi,
9 -Ana bir kardeşinin çocuğu,
10-Bu dokuz sınıfın vasıtasiyle ölüye akraba olan kimselerdir.
Uzaktan akrabaların en
yakını, ölünün çocukları (yanı kızıınu» çocukları) sonra ana-baba bir olan
çocuklar veya birisinin çocukları ki, bunlar kardeşlerin kızları ve
kızkardeşlerin çocuklarıdır, daha sonra ölünün ana-babasınm ana babalarının
birden veya birisinin evlâtları gelir ki, bunlar dayılar halalar ve
teyzelerdir.
Aynı derecede bulunan
ve bir babanın evlâtları olan kimselerin, ölüye en yakınları bir vârisle (yâni
bir pay sahibiyle) ölüye yakınlık peydah edendir. En yakınları en uzaklarından
daha evlâdır.
Annesinin babası,
kardeşinin ve kızkardeşinin çocuklarından daha yakındır.
Azat edenden başka bir
asabesi yoksa, pay sahiplerinin payından artan mal uzak akrabalardansa, ona
daha lâyiktir.
Mevlayı muvalat vâris
olur .
Azat olunan zat öldüğü
zaman, mevlasınm (azat edeninin) babası ve oğlu hayatta ise, malı oğula gider,
Ebû Yusuf «bu şekilde babaya altıda bir düşer, geri kalan oğlanındır» dedi.
Mevlasınm dedesi ve
kardeşi hayatta ise Ebû Hanifeye göre, malın tamamı dedesinindir, Ebû Yusuf ve
Muhammed'e göre aralarında taksim olunur.
Velayet, ne satılır ne
de hibe edilir.
Meselede iki nısıf
(ikide bir) veya bir nısıf ile geri kalan bulunduğunda, meselenin aslı ikidendir.
Meselede üçte bir ve mabek (geri kalan) veya üçte iki ile mabeka bulunduğu
zaman, mesele üçten gelir, dörtte bir ile kalan veya dörtte bir ile nısıf (yan)
bulunduğu takdirde meselenin aslı dörtten gelir. Meselede sekizde bir ile
geride kalan veya sekizde bir ile nısfı (yan) olduğunda meselenin temeli
sekizden gelir.
Meselede yarı ile üçte
bir veya altıda bir olduğu zaman aslı altıdan gelir, (fakat bu mesele)
/e altı amcayı geride
bıraktığı takdirde altı ve dört nısıfta (yanı her ikisinin de yansı vardır)
muvafıktır, O halde birisinin yansını diğerinin tümüne çarp, elde edilen adedi
de meseleni naslına çarp, kırk sekizi. eide edersin. Bundan mesele doğru ve
sahih olur, mesele sahih olduktan sonra her vârisin payım bütün terekeye çarp,
çarpıdan sonra elde edilen meblâğı payların sıhhati için yapılan toplama taksim
et o zaman her vârisin hakkı çıkmış olur.
Tereke taksim
olunmazdan evvel vârislerden birisi ölürse, şayet, ilk ölüden aldığı hissesi
geride bıraktığı vârislerine taksim olunursa her iki meselede birinci meselenin
doğru .olduğu meblâğdan sahih olur, eğer taksim olunmazsa ikinci ölünün
meselesi daha evvelce zikrettiğimiz şekilde tashih edilip bilâhare birisinin
tamamını —eğer ikinci ölünün birinci ölüden aldığı pay ile meselesinin son
vardığı şekil arasında muvafakat yoksa— diğerine darp edilir, eğer aralarında
muvafakat varsa ikinci meselenin kesrini birinci meselenin tamamına vur ne
toplanırsa iki mesele de ondan tashih olunur.
Birinci meseleden payı
olanın payı, ikinci meselenin vufküne (kesrine) çarparak alınır, ikinci
meseleden payı olanın payı, ikinci ölünün geride bıraktığı terekesinin vufkuna
çarpılarak alınır.
Münasahat meselesi
düzgün olduğunda, sen her vârise düşen dirhemleri bilmek istersen meselenin
vardığı miktarı kırk sekiz habbeye taksim edersin ne çıkarsa her vârisin payından
ona karşılık bir habbe elde
edersin.
ALİ ARSLAN Tekirdağ:
Müftüsü
Yediye, sekize, dokuza
ve ona kadar a'vl (ziyade) olunur. Rub' (dörtte bir) ile üçte bir ve altıda bir
olduğunda meselenin esası on ikidir.
On üçe, on beşe ve on
yediye a'vl olunur (yükseltilir.)
Sümünle (sekizde bir)
beraber üçte iki veya altıda bir olduğu takdirde meselenin esası yirmi dörtten
gelir, fakat yirmi yediye yükseltilir.
Mesele kusursuz olarak
vârisler arasında taksim edildiği takdirde, sahih addedilir.
Bir grubun payları
kendilerine taksim olunmadığı takdirde o grubun adedini meselenin aslına çarp,
a'vl mümkünse a'vl eyle nereye baliğ olursa ondan mesele sahih olur, misali:
Meyyitin hanımı ile iki kardeşi kaldığında hanıma dörtte bir düşer iki kardeşe
dörtte üç kalır ki, onlara taksim olunmaz. O halde ikiyi meselenin aslına
(dörde) çarp sekize yükselir ve mesele tashih edilmiş olur.
Payları kendilerine
taksim olunmaz grubun payları ile adetleri birbirine uygun ise, adetlerin
muvafık bulundukları sayı meselenin aslına çarpılır.
Hanımı ile altı
kardeşinin geride kalması gibi dörtte bir, bir pay olarak hanıma verilir.
—Altı kardeşi dörtte
üç kalır. O'halde altının üçte birisi (ki iki eder) meselenin tamamına (dörde)
çarpılır (sekize çıkar) orada mesele doğru bir şekil alır.
Varislerden iki veya
daha çok grupların payları kendilerine taksim edilmezse bu takdirde gruplardan
birisini diğerine bilâhare top-lamm üçüncü gruba son_ra hepsini birden
meselenin temeline çarp, eğer grupların adetleri eşitse birisi çarpıldığı zaman
diğerinin yerini tutar. Meyyitin, iki hanım ve iki kardeş terkettiği gibi... O
zaman iki-yi meselenin esasına çarp (çıkandan.mesele sahih olur.)
Adetlerin birisi
diğerinin bir parçası ise, en fazlası en azının yerine geçer. Yani en fazlası
meseleye çarptırılır: Dört hanım ve iki kardeşi geri bıraktığı gibi... DÖrtdü
çarptığın zaman ikiyi çarpmaya lüzum kalmaz. Adetlerden birisi diğerine bir
kusurda muvaffak ise, birisinin muvaffak kesri diğerinin tümüne
çarptırıldıktan sonra tümü meselenin aslına çarptırılır.
DÖRT kadm, bir kız
kardeş......