18- KEHF SÛRESİ
Mekke döneminde inmiştir.
28. âyetin Medine döneminde indiği de rivayet edilmiştir. 110 âyettir.
Sûre, adını; ilk defa dokuzuncu âyette olmak üzere, birkaç yerde geçen
“kehf” kelimesinden almıştır. Kehf, mağara demektir. Sûrede temel konu
olarak, inançları sebebiyle öldürülmekten kurtulmak için bir mağaraya
sığınan gençlerin mucizevî hâlleri, ayrıca Hz. Mûsâ ile Zülkarneyn konu
edilmektedir.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
1.
Hamd, kuluna Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren ve onda hiçbir eğrilik yapmayan
Allah’a mahsustur.
2,3,4.
(Allah onu), katından gelecek şiddetli bir azap ile (inanmayanları) uyarmak,
salih ameller işleyen mü’minleri, içlerinde ebedî olarak kalacakları güzel
bir mükâfat (cennet) ile müjdelemek ve “Allah, bir çocuk edindi” diyenleri
de uyarmak için dosdoğru bir kitap kıldı.
5.
Bu konuda ne kendilerinin, ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Ne büyük
bir söz (bu) ağızlarından çıkan! Onlar ancak yalan söylüyorlar.
6.
Demek sen, bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta
kendini tüketeceksin!
7.
İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye şüphesiz biz
yeryüzündeki şeyleri ona bir zinet yaptık.
8.
Biz, elbette (zamanı gelince) yeryüzündeki her şeyi bir kuru toprak hâline
getireceğiz.
9.
Yoksa sen, (sadece) Ashab-ı Kehf ve Ashab-ı Rakîm’i mi bizim ibret verici
delillerimizden sandın?
10.
Hani o gençler mağaraya sığınmışlardı da, “Ey Rabbimiz! Bize katından bir
rahmet ver ve içinde bulunduğumuz şu durumda bize kurtuluş ve doğruluğa
ulaşmayı kolaylaştır” demişlerdi.
11.
Bunun üzerine biz de nice yıllar onların kulaklarını (dış dünyaya) kapattık
(Onları uyuttuk).
12.
Sonra onları uyandırdık ki, iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha
iyi hesap ettiğini bilelim.
13.
Biz sana onların haberlerini gerçek olarak anlatıyoruz: Şüphesiz onlar
Rablerine inanmış birkaç genç yiğitti. Biz de onların hidayetlerini
artırmıştık.
14,15.
Kalkıp da, “Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. O’ndan başkasına asla ilâh
demeyiz. Yoksa andolsun ki saçma bir söz söylemiş oluruz. Şunlar, şu
kavmimiz, O’ndan başka tanrılar edindiler. Onlar hakkında açık bir delil
getirselerdi ya! Artık kim Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir?”
dediklerinde onların kalplerine kuvvet vermiştik.
16.
(İçlerinden biri şöyle dedi:) “Mademki onlardan ve Allah’tan başkasına
tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o hâlde mağaraya çekilin ki,
Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda
yararlanacağınız şeyler hazırlasın.”
17.
(Orada olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına
kaydığını, batarken de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün.
Kendileri ise mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah’ın
mucizelerindendir. Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır.
Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.
18.
Uykuda oldukları hâlde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola
çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta
idi.) Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin
yüzünden için korku ile dolardı.
19.
Böylece biz, birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri:
“Ne kadar kaldınız”? dedi. (Bir kısmı) “Bir gün, ya da bir günden az”,
dediler. (Diğerleri de) şöyle dediler: “Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha
iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın;
(şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size
bir rızık getirsin. Ayrıca, çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve sizi
hiçbir kimseye sakın sezdirmesin.”
20.
“Çünkü onlar sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler, yahut kendi
dinlerine döndürürler. O zaman da bir daha asla kurtuluşa eremezsiniz.”
21.
Böylece biz, (insanları) onların hâlinden haberdar ettik ki, Allah’ın
va’dinin hak olduğunu ve kıyametin gerçekleşmesinde de hiçbir şüphe
olmadığını bilsinler. Hani onlar (olayın mucizevî tarafını ve asıl hikmetini
bırakmışlar da) aralarında onların durumunu tartışıyorlardı. (Bazıları),
“Onların üstüne bir bina yapın, Rableri onların hâlini daha iyi bilir”
dediler. Duruma hâkim olanlar ise, “Üzerlerine mutlaka bir mescit yapacağız”
dediler.
22.
(Ey Muhammed!) Bazıları bilmedikleri şey hakkında atıp tutarak: “Onlar üç
kişidirler, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler. Yine, “Beş kişidirler,
altıncıları köpekleridir” diyecekler. Şöyle de diyecekler: “Yedi kişidirler,
sekizincileri köpekleridir.” De ki: “Onların sayısını Rabbim daha iyi bilir.
Zaten onları pek az kimse bilir. O hâlde, onlar hakkında (Kur’an’daki)
apaçık tartışma(yı aktarmak)dan başka tartışmaya girme ve bunlar hakkında
onlardan hiçbirine bir şey sorma.”
23.
Hiçbir şey hakkında sakın “yarın şunu yapacağım” deme!
24.
Ancak, “Allah dilerse yapacağım” de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve “Umarım
Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır” de.
25.
Onlar mağaralarında üç yüz yıl kaldılar. Buna dokuz daha eklediler.
26.
De ki: “Kaldıkları süreyi Allah daha iyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını
bilmek O’na aittir. O, ne güzel görür; O, ne güzel işitir! Onların, O’ndan
başka hiçbir dostu da yoktur. O, hükmüne hiçbir kimseyi ortak etmez.”
27.
Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek
hiçbir kimse yoktur. O’ndan başka asla bir sığınak da bulamazsın.
28.
Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol.
Dünya hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini
bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık
olmuş kimselere boyun eğme.
29.
De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”
Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları
kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım
dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile
kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir
yaslanacak yerdir.
30.
Gerçek şu ki, iman edip iyi işler yapanlara gelince, elbette biz iyi iş
yapanların ecrini zayi etmeyiz.
31.
İşte onlar için içlerinden ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada
tahtlar üzerine kurularak altın bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın
ipekten yeşil giysiler giyeceklerdir. O ne güzel karşılıktır! Cennet de ne
güzel bir yaslanacak yerdir!
32.
Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş,
bağların çevresini hurmalarla donatmış, ikisinin arasına da bir ekinlik
koymuştuk.
33.
Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik
bırakmamıştı. Bu iki bağın arasından bir de nehir fışkırtmıştık.
34.
Derken onun büyük bir serveti oldu. Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki:
“Benim malım seninkinden daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm.”
35.
Derken kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: “Bunun sonsuza değin yok
olacağını sanmıyorum.”
36.
“Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun
bundan daha iyi bir sonuç bulurum.”
37.
Arkadaşı, ona cevap vererek dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir damla döl
suyundan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen
Allah’ı inkâr mı ediyorsun?”
38.
“Fakat O Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam.”
39,40.
“Bağına girdiğinde ‘Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah’ındır’ deseydin ya!. Eğer
benim malımı ve çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki
Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten
bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir.”
41.
“Ya da suyu çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık onu arayamazsın
bile.”
42.
Derken bütün serveti helâk edildi. (Yıkılmış) çardakları üzerine çökmüş
hâldeki bağına yaptığı harcamalar karşısında ellerini oğuşturuyor ve şöyle
diyordu: “Keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım..”
43.
Onun, Allah’tan başka kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi
kendini kurtaracak güçte de değildi.
44.
İşte bu durumda velayet (himaye ve koruyuculuk) yalnızca hak olan Allah’a
mahsustur. O’nun mükâfatı da daha hayırlıdır, vereceği sonuç da daha
hayırlıdır.
45.
Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz
yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine
karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer
çöpe döner. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.
46.
Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise,
Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.
47.
Dağları yürüteceğimiz ve senin yeryüzünü çırılçıplak göreceğin günü bir
hatırla. Biz onları mahşerde toplarız da içlerinden hiçbirini bırakmayız.
48.
Hepsi saf saf Rabbinin huzuruna çıkarılırlar. Onlara, “Andolsun, sizi ilk
önce yarattığımız gibi bize geldiniz. Oysa siz, sizin için hesaba
çekileceğiniz bir zaman belirlemediğimizi sanmıştınız” denir.
49.
Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış
görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey
bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını
karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
50.
Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka
hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına
çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı
ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler
için ne kötü bir bedeldir!
51.
Ben onları ne göklerin ve yerin yaratılışına, ne de kendilerinin
yaratılışına şahit tuttum. Saptıranları da hiçbir zaman yardımcı edinmiş
değilim.
52.
(Ey Muhammed!) Allah’ın, “Ortağım olduklarını iddia ettiklerinizi çağırın”
diyeceği, onların da çağıracakları, fakat kendilerine (çağırdıklarının)
cevap vermeyecekleri ve bizim de aralarına bir uçurum koyacağımız günü
hatırla!
53.
Suçlular (o gün) ateşi görünce, onun içine düşeceklerini iyice anlayacaklar
ve ondan kurtuluş yolu da bulamayacaklardır.
54.
Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde
açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.
55.
İnsanlara hidayet geldikten sonra onların inanmalarına ve Rab’lerinden
mağfiret dilemelerine, ancak, öncekilerin başına gelenlerin kendi başlarına
da gelmesi, ya da kendilerine azabın göz göre göre gelmesi (yönündeki
beklentileri) engel olmuştur.
56.
Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz.
İnkâr edenler ise, hakkı batılla çürütmek için mücadele ederler.
Âyetlerimizi ve kendilerine yapılan uyarıları alaya alırlar.
57.
Kim, kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren ve
elleriyle yaptığını unutandan daha zalimdir? Şüphesiz biz, onu anlamamaları
için, kalplerine perdeler gerdik, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Sen
onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayet bulamazlar.
58.
Rabbin, çok bağışlayıcıdır, merhamet sahibidir. Eğer yaptıkları yüzünden
onları (dünyada) cezaya çarptırsaydı, elbette azaplarını çarçabuk verirdi.
Hayır, onlar için belirlenmiş bir gün vardır ki (o gün gelince) hiçbir
kurtuluş çaresi bulamazlar.
59.
İşte zulmettiklerinde yok ettiğimiz memleketler.. Helâk edilmeleri için de
belli bir zaman tayin etmiştik.
60.
Hani Mûsâ, beraberindeki gence şöyle demişti: “İki denizin birleştiği yere
varıncaya kadar durmayacağım, ya da uzun zaman gideceğim.”
61.
Onlar iki denizin birleştiği yere varınca, balıklarını unuttular. Balık
denizde yolunu tutup kayıp gitti.
62.
Oradan uzaklaştıklarında Mûsâ beraberindeki gence, “Öğle yemeğimizi getir,
bu yolculuğumuzdan dolayı çok yorgun düştük” dedi.
63.
Genç, “Gördün mü! Kayaya sığındığımız sırada balığı unutmuşum. –Doğrusu onu
sana söylememi bana ancak şeytan unutturdu- Balık şaşılacak bir şekilde
denizde yolunu tutup gitmişti” dedi.
64.
Mûsâ: “İşte aradığımız bu idi” dedi. Bunun üzerine tekrar izlerini takip
ederek gerisingeri döndüler.
65.
Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet
vermiş, kendisine tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
66.
Mûsâ ona, “Sana öğretilen bilgilerden bana, doğruya iletici bir bilgi
öğretmen için sana tabi olayım mı?” dedi.
67.
Adam, şöyle dedi: “Doğrusu sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin.”
68.
“İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?”
69.
Mûsâ, “İnşaallah beni sabırlı bulacaksın. Hiçbir işte de sana karşı
gelmeyeceğim” dedi.
70.
O da şöyle dedi: “O hâlde, eğer bana tabi olacaksan, ben sana söylemedikçe
hiçbir şey hakkında bana soru sormayacaksın.”
71.
Derken yola koyuldular. Nihayet, bir gemiye bindiklerinde (adam) gemiyi
deldi. Mûsâ, “Sen onu içindekileri boğmak için mi deldin? Doğrusu, şaşılacak
bir iş yaptın.” dedi.
72.
Adam, “Sen benimle beraberliğe asla sabredemezsin, demedim mi?” dedi.
73.
Mûsâ, “Unuttuğum için bana çıkışma ve bu işimde bana güçlük çıkarma!” dedi.
74.
Yine yola koyuldular. Nihayet bir erkek çocukla karşılaştıklarında, adam
(hemen) onu öldürdü. Mûsâ, “Bir cana karşılık olmaksızın suçsuz birini mi
öldürdün? Andolsun çok kötü bir iş yaptın!” dedi.
75.
Adam, “Sana, benimle beraberliğe asla sabredemezsin demedim mi?” dedi.
76.
Mûsâ, “Eğer bundan sonra sana bir şey hakkında soru sorarsam, artık benimle
arkadaşlık etme.
Doğrusu, tarafımdan (dilenecek son) özre ulaştın (bu son özür dileyişim)”
dedi.
77.
Yine yola koyuldular. Nihayet bir şehir halkına varıp onlardan yiyecek
istediler. Halk onları konuk etmek istemedi. Derken orada yıkılmaya yüz
tutmuş bir duvar gördüler. Adam hemen o duvarı doğrulttu. Mûsâ, “İsteseydin
bu iş için bir ücret alırdın” dedi.
78.
Adam, “İşte bu birbirimizden ayrılmamız demektir” dedi. “Şimdi sana
sabredemediğin şeylerin içyüzünü anlatacağım.”
79.
“O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak
istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral
vardı.”
80.
“Çocuğa gelince, anası babası mü’min insanlardı. Onları azgınlığa ve küfre
sürüklemesinden korktuk.”
81.
“Böylece, Rablerinin onlara, bu çocuğun yerine daha hayırlı ve daha
merhametli bir çocuk vermesini diledik.”
82.
“Duvar ise şehirdeki iki yetim çocuğa ait idi. Altında onlara ait bir define
vardı. Babaları da iyi bir insandı. Rabbin, onların olgunluk çağına
ulaşmalarını ve Rabbinden bir rahmet olarak definelerini çıkarmalarını
istedi. Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin
şeylerin içyüzü budur.”
83.
(Ey Muhammed!) Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size
ondan bir anı okuyacağım.”
84.
Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda (amacına
ulaşabileceği) bir yol verdik.
85.
O da (Batı’ya gitmek istedi ve) bir yol tuttu.
86.
Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar
(gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları)
cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.
87.
Zülkarneyn, “Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine
döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.
88.
“Her kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak daha güzeli
var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
89.
Sonra yine (doğuya doğru) bir yol tuttu.
90.
Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü
koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.
91.
İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.
92.
Sonra yine bir yol tuttu.
93.
İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan
bir halk buldu.
94.
Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde
bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman
karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
95.
Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz
vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle
onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.
96.
“Bana (yeterince) demir madeni
getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya
getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, “Bana
erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
97.
Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
98.
Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma
vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.
99.
O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra
üfürülür de onları toptan bir araya getiririz.
100,101.
O gün cehennemi; gözleri Zikr’ime (Kur’an’a) karşı perdeli olan ve onu
dinleme zahmetine dahi katlanamayan kâfirlerin karşısına (bütün dehşetiyle)
dikeriz!
102.
İnkâr edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar?
Biz cehennemi kâfirlere konak olarak hazırladık.
103,104.
(Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını
sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size
haber verelim mi?”
105.
Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece
amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi
kurmayacağımız kimselerdir.
106.
İşte böyle. İnkâr etmeleri, âyetlerimi ve Peygamberlerimi alay konusu
yapmaları yüzünden onların cezası cehennemdir.
107,108.
Şüphesiz, inanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar için içlerinde ebedî
kalacakları Firdevs cennetleri bir konaktır. Oradan ayrılmak istemezler.
109.
De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar
da ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce
denizler tükenirdi.”
110.
De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin
ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır” diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı
umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.”