Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Şehidlik Ve Gazilik

                      ŞEHİDLİK VE GAZİLİK

Yüce dinimiz İslam, insanın dünya ve ahrette mutluluğunu hedefleyen bir dindir. İslam dini, vatan- millet ve bayrak gibi kutsal değerlere büyük önem vermiş ve bu değerlerin korunması için de, gerktiği zaman canın feda edilmesini bir vazife olarak insana yüklemiştir. Peygamberlik mertebesinden sonra gelen ilk mertebeye İslam'da şehitlik mertebesi denir. Allah (cc) şehitliğin mükafatını kendisi verir. Allah (cc.) ın rızası için, din, vatan, namus için yapılan savaşlarda ölenlere şehit geride kalanlarada gazi denir. Mü’min’in, Allah (cc) a karşı sevgisini ispatlamak için yapabileceği en büyük fedakarlık canını vermektir. Bunun adı şehitliktir. Şehidlerin Allah katında kıymet ve değeri pek yüksektir. Bunun içindir ki, şehidlerin bütün günah ve kusurları Allah tarafından af edilmiştir. Şehîtler ilâhî nîmetlerin sonsuzluğuna erişmek için daima diridirler. Ruhları, Allah katında üstün makam ve mevkilere erişirler. Bakara süresinde Allah (cc.) şöyle buyuruyor:

وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِنلاَّ تَشْعُرُونَ

“Allah yolunda öldürülenlere "Ölüler" demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.”([1][1])

Cennete giren hiçbir kimse tekrar yeryüzüne dönmek istemez, ancak şehitler müstesna, onlar şehitliğin üstün mertebesini, Allah katındaki derecelerini gördükçe tekrar dünyaya dönmek, Allah yolunda savaşıp tekrar şehit olmak isteyecekler. Böylece şehitlerin Rableri katında hakikî bir ha­yatları vardır. Bu hayat daimidir; elemsiz ve kedersizdir. Müslümanları, düşmanlarına üstün kılan en mühim esaslardan biri "ölürsem şehid, kalırsam gazi..." inancıdır. Allah (cc.) K.Kerim’inde şöyle buyuruyor:

قُلْ هَلْ تَرَبَّصُونَ بِنَا إِلاَّ إِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِ وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ أَن يُصِيبَكُمُ اللّهُ بِعَذَابٍ مِّنْ عِندِهِ أَوْ بِأَيْدِينَا فَتَرَبَّصُواْ إِنَّا مَعَكُم مُّتَرَبِّصُونَ

De ki: "Bize iki iyiden, (gazilik ve şehidlikten) başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz? Oysa biz Allah'ın kendi katından veya elimizle, sizi bir azaba uğratmasını bekliyoruz. Bekleyiniz, doğrusu biz de sizinle birlikte beklemekteyiz."([1][2]) Mü'minlerin yegâne sahibi ve işlerini düzene koyanı Allah'tır. Şüphesiz ki, Cenâb-ı Allah, bütün hayır, iyilik, rahmet ve mağfiretin kaynağıdır. Savaşa inanarak ve karşılığını sadece Allah'tan bekleyerek çıkan mü'minlere mut­laka iki hayırdan biri erişecektir: Ya gazilik şerefine nail olacaklar, me­leklerin duâ ve istiğfarına lâyık görülecekler, ya da şehîtliğin saadet şer­betini içerek Arş'a kanat açıp yükseleceklerdir. Mü'min’in imân ve irfanı, bu idrâk ve teslimiyet derecesine yükselince, artık ölümün yokluk değil, ebedî hayata açılan bir kapı olduğu onun kal­binde ve kafasında kesinlik kazanmış olur. İşte Peygamber (s.a.v.)’in mektebinin seçkin talebesini zaferden zafere koşturan ve Allah adını kıtalar üzerinde kafa­lara, kalblere, taşlara ve ağaçlara nakşetmelerini sağlayan bu imân de­ğil midir? Çünkü onlar için iki iyilikten mutlaka biri vaad edilmiştir. Bunlar: Gazilik ve şehitliktir…([1][3]) Mü´min için savaşta iki güzel neticeden biri vardır: Ya galip gelecek, ya şehit olacaktır.

« الشُّهَدَاءُ خَمسَةٌ : المَطعُونُ ، وَالمبْطُونُ ، والغَرِيقُ ، وَصَاحبُ الهَدْم وَالشَّهيدُ في سبيل اللَّه »

"Şehitler beş kısımdır:

1-Bulaşıcı hastalığa yakalanan,

2-İshale tutulan,

3-Suda boğulan,

4-Göçük altında kalan,

5-Allah yolunda savaşırken şehit olanlar."([1][4])

Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

"Siz kimleri şehit sayıyorsunuz?" diye sordu. Sahâbîler:

– Yâ Resûlallah! Kim Allah yolunda öldürülürse o şehittir, dediler. Peygamber Efendimiz:

– "Öyleyse ümmetimin şehitleri oldukça azdır" buyurdu. Ashâb:

– O halde kimler şehittir, yâ Resûlallah! dediler. Resûl-i Ekrem:

– "Allah yolunda öldürülen şehittir; Allah yolunda ölen şehittir; bulaşıcı hastalıktan ölen şehittir; ishalden ölen şehittir; boğularak ölen şehittir"(5) buyurdu.

İslâm âlimleri şehitleri üç kısma ayırmıştır:

1)- Allah yolunda savaşırken öldürülen ve hem dünya hem âhiret ahkâmı itibariyle şehit sayılanlar.

Harp esnasında savaş meydanında müşrikler tarafından öldürülen veya üzerinde yara bere olduğu halde harp alanında ölü bulunan kimselerdir. Zulmen öldürülen müslümanlar da aynı hükme girer. Harp meydanında şehit olanlar kefenlenir, fakat cenazesi yıkanmaz. Hanefî mezhebi imamlarına göre şehidin üzerine cenaze namazı kılınır. Fakat İmam Şâfiî ve İmam Mâlik'e göre şehitlerin üzerine cenaze namazı da kılınmaz.

2)- Âhiret ahkâmı itibariyle şehit sayılan, ancak dünyada kendilerine şehit muamelesi yapılmayanlar.

Bunlar; dünyada kendilerine yapılacak muamele itibariyle birincilere yapılanın hiçbirine tabi olmadığı için, âhiret ahkâmı itibariyle şehittir. İşte bunlar, bulaşıcı hastalıktan, aşırı ishalden, suda boğulmaktan ve bir göçük altında kalmaktan dolayı hayatlarını yitirenlerdir. Daha başka rivayetlerde bunlara ilave olarak zâtü'l-cenbden ölen kimselerin, yanarak ölenlerin, karnında çocukla ölen kadınların da şehit sayılacakları bildirilir. Bazı hadislerde yol kesiciler tarafından öldürülenlerle, zulüm ve işkence edilerek öldürülenlerin de şehit sayıldığı görülür. Bunların şehit hükmünde olmaları, yakalandıkları amansız hastalıklar karşısındaki çaresizlikleri, su ve sel baskını, toprak kayması ya da zelzele gibi tabiî âfetlere karşı koyamamaları ve karşılaştıkları bu güçlüklere göğüs germeleri, sabretmeleri sebebiyledir.

3)- Sadece dünya ahkâmı itibariyle şehit sayılanlar.

Bunlar da; harpten kaçarken veya çapulculuk yaparken ya da ganimetten bir şey aşırırken öldürülenlerdir. İnsanlar bunların iç yüzünü bilmez, fakat onların şehit olduğunu zannederler. Bunların halini yalnız Allah bilir ve kendilerine âhirette de hiçbir sevap verilmez. Yani onlar şehit olmayıp öyle zannedilenlerdir. (6)

* Şehitler, Allahü teâlânın huzuruna, harpte yaralanıp şehit oldukları andaki durumlarıyla gelirler. Yaralarından akan kan misk ve amber gibi kokar. Şehit olarak ölmeyi istemek îmânın kâmil olmasının alâmetidir. Onun için her Müslüman şehit olarak ölmek için duâ eder. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, şehitliğin fazîletlerini, üstünlüklerini Eshâbına haber verince, bütün Eshâb-ı kirâm şehit olmak istemişler, namazlarından sonra şehit olarak ölmek için duâ etmişlerdir. Bu hususta duâsı meşhur olan Eshâb-ı kirâm çoktur. Bunlardan, Abdullah bin Cahş’ın duâsı pek meşhurdur. Hazret-i Abdullah bin Cahş, Resûlullah’ın halasının oğlu ve kayın birâderidir. Bedir Savaşında olduğu gibi, Uhud Savaşında da büyük fedakârlıklar göstermiştir. O, bu savaşta şehit olmak istiyordu. Arkadaşlarından Sa’d bin Ebi Vakkas hazretleri, bu arzusunu şöyle anlatmaktadır: Uhud’da, savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı. Birdenbire yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti. Bana şunları söyledi: “Şimdi burada, sen duâ et, ben “âmin” diyeyim. Ben de duâ edeyim, sen “âmin” de!” Bunun üzerine “peki” dedim ve şöyle duâ ettim: “Allah’ım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla kıyasıya vuruşayım. Hepsini öldüreyim. Gâzi olarak geri döneyim! ”Benim yaptığım bu duâya, içten “âmin” dedi. Sonra da duâ etmeye başladı: “Allah’ım, bana zorlu kâfirler gönder. Kıyasıya onlarla vuruşayım. Cihadın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim. En sonunda bir tânesi de beni şehit etsin. Sonra, benim dudaklarımı, burnumu, kulaklarımı kessin. Ben kanlar içinde, senin huzûruna geleyim. Sen bana: “Abdullah, dudaklarını, burnunu, kulaklarını ne yaptın?” diye sorduğunda, Allahım, ben onlarla çok kusur işledim, yerinde kullanamadım. Senin huzûruna getirmeye utandım. Sevgili Peygamberimin de bulunduğu bir savaşta, toza toprağa bulandım da öyle geldim, diyeyim. Sa’d bin Ebi Vakkas; ”Gönlüm böyle bir duâya “âmin” demek arzu etmiyordu. Fakat o istediği ve önceden söz verdiğim için mecburen “âmin” dedim. Daha sonra, kılıçlarımızı alıp, savaşa devam ettik. Hakikaten savaş, Abdullah’ın arzu ettiği şekilde cereyan etti. İkimiz de önümüze geleni öldürüyorduk. Bir ara Abdullah’ın elindeki kılıç kırıldı. Resûl-i ekrem efendimiz, ona bir hurma dalı verdi. Bu dal, bir mucize olarak kılıç gibi önüne geleni kesmeye başladı. Birçok düşman öldürdü. Savaşın sonuna doğru, nihâyet istediği gibi, şehit düştü. Akşam üstü cesedinin yanına vardığımda, duâ ettiği gibi, dudakları, burnu ve kulakları kesilmiş halde kanlar içinde yatıyordu. Hazret-i Hamza ile berâber aynı kabre koyup defnettik.([1][5])            

* Ebû Katade R.A.) anlatıyor : Bir gün Resülüllah (A.S.) Efendimiz Ashabın arasında bulunu­yordu. Ayağa kalktı ve Allah yolunda cihad ile Allah'a dosdoğru imânın en üstün amel olduğunu söyledi. Bunun üzerine bir adam kalkip dedi ki:

«Ey Allah'ın Peygamberi! Allah yolunda öldürülecek olursam günah ve hatalarım bağışlanır mı?» Bunun üzerine Efendi­miz (A.S.) ona şu cevabı verdi :

«Evet, eğer sabrettiğin halde Allah yolunda öldürülecek olursan hata ve günahların bağışlanır. Tabii savaşırken yalnız Allah'ın hoşnudluğunu dilemen, düşmana karşı çıkman, arka çevirmemen şartiyle...»

Az sonra Resûlülalh (A.S.) Efendimiz o adama dönerek :

–Ne dedin sen? Diye sorma ihtiyacını duydu. O da:

–­Allah yolunda öldürülecek olursam günahlarım bağışlanır mı? diye sormuştum. Resülüllah bu kez şu cevabı verdi :

«Evet, sabrettiğin, sevabını yalnız Allah'tan beklediğin ve düşmana yüz çevirip savaştığın arka çevirmediğin halde öldürüle­cek olursan, borç hâriç diğer günah ve hataların bağışlanır... Çün­kü Melek Cebrail bana böyle söyledi...»

* Uhud muharebesinin şiddetlendiği bir sırada Resülullah’ın (S.A.V.) şehid edildiği haberi Medine’ye yayılınca, halk sokaklara dökülerek bu felaket karşısında ne yapacakları-

nı şaşırıyorlar. Bu sırada Ensar kadınlarından biri ,hemen yola düşüyor, muharebenin cereyan ettiği dağın dibine kadar yaklaşıyor; bir de ne görsün; kumların ,üzerinde yatan şehidler arasında kardeşi, oğlu, babası ve kocası olmak üzere ailesinin tam dört ferdi var.

Bu kadının iman kuvvetine bakın ki, şehidlerinin başında bir-iki dakikalık bir tefekkür ile Fatiha okuduktan sonra, şehid olduğunu işittiği Resülullah’ı aramaya devam ediyor. Çünkü o, din yolunda ölmenin gerçek alemde dirilmek olduğunu biliyor, bunu dini bir musibet telakki etmiyor. Bu, sebeple de şehadet haberini dini bir musibet telakki ettiği Resüliillah’ı araya araya buluyor ve ilk sözü şu oluyor:

«— Ya Resülallah! Şehidlerimin dördü de din uğruna feda olsu! Sen selamettesin ya; beni heyecanlandıran senin şehadet haberindi.. .»Medine Müslümanlarından Abdullah’ın Hanımı olan bu muazzez İslam kadını, Resülullah’m (S.A.V.) hayatta olduğuna o kadar seviniyor ki; bu sevinç ona kardeşi, babası, oğlu ve kocası gibi hayatının direkleri mesabesindeki insanların ölümünün ızdırabını bile unutturuyor. İslam da buna iman kuvveti denir. Demek ki bir davanın zaferi, onu yürütenlerin iman kuvvetine bağlıdır.

* Mekke müşrikleri, Zeyd bin Desine’yi şehid etmek üzere götürüyorlardı. Bu sırada Ebu Süfyan,Zeyd’e sordu:

«— Ne dersin ya Zeyd; keşke senin yerinde sizi putlara tapmaktan men eden Muhammed (S.A.V.) bulunsaydı da seni şimdi çocuklarının yanına götürseydik; ister miydin? »

Zeyd bu sual karşısında irkildi ve hemen şöyle cevap verdi:

«— La Vallahi, istemem vallahi!... .Ben testere ile kesilmeğe razıyım, Fakat Resülüllah’ın ayağına en küçük bir dikenin bile batmasına razı değilim. »

Bu cevap karşısında Ebu Süfyan:

«— İnsanoğlu içinde Muhammed’e (S.A.V.) inananların imanı kadar kuvvetli iman hiç kimsede görülmemiştir » demek suretiyle hayretini ifade etmek mecburiyetinde kaldı.

Şiddetli bir çarpışma sonunda Hayber Kalesi fethedilmiş, gaziler ganimet almak için sıraya dizilmişlerdi. Sıra bir çobana gelince, kendisi için ayrılan maaşı ve erzakı bir kenara itti ve şöyle dedi:

«-Ya Resülallah, ben sadece din uğruna cihad ederken şu boğazımı delecek bir ok ile şehid olmaktan başka bir şey istemiyorum, bana ayrılan bu maaşı başka fakirlere veriniz ,»

Resülullah Efendimiz: «Bu isteğinde samimi isen, dileğin olacakıır» buyurması üzerine, Ashab-ı Kiram bu zatı takip etmeye başladı. Nihayet şehadet haberini işitince,gidip baktılar, aynen Resülullah Efendimize gösterdiği yerden saplanan bir okla şehid olmuştu.

İnsan imanda kemale ererse , korkacağı bir felaket veya yapamayacağı bir fedakarlık yoktur. Asr-ı Saadet bunun en canlı delilidir.

* Resülullah Efendimiz zamanında, Amr’ın kızı meşkur Şaire Hansa, pek güzel kahramanlik şiirleri söylerdi. Fakat bir dava uğruna gelen belaya, felakete, — henüz İslamiyeti kabul etmemiş olduğundan — hiç mi hiç tahammül edemezdi. Kan davası yüzünden iki kardeşinin katli ona o kadar tesir etmişti ki, söylediği şiirlerinde «Eğer etrafımda benim gibi yakınlarının ölümünden dolayı ağlayan olmasaydı, bu ızdıraba daha fazla tahammül edemeyerek intihar edecektim» dediğini görmekteyiz.

Kendi canına kıyacak kadar sabırsız ve tahammülsüz olan Hansa’ya, siz Müslüman olduktan sonra bakın ki, İslam ne nisbette feragat ve fedakarlık timsali yapmış, iman ona ne derece şuur ve sağlam ölçü vermiş ki, dört çocuğu İslam uğruna Kadisiye’de şehid olduğu halde cesaret ve sebatında asla bir sarsılıma olmamış, aynı İslami şuuru muhafaza ederek şehid anası olmanın verdiği teselli ona evlat acısnı bile unutturmuştu.

Şaire Hansa’nın muharebe meydanına giderek çocuklarını karşısına alıp onlara asker-vari şu tarihi sözleri söylediğini görüyoruz:

«— Benim kahraman çocuklarım! Yemin ederim ki, siz aynı ananın ve aynı babanın çocuklarısınız. Ben kocasına ihanet etmiş bir kadın olmadığım gibi, babanız da mazisi lekeli bir insan değildir. Hem de ben zorla değil de, kendi isteğimle İslamı kabul ettim ve yine kendi arzumla hicret ettim. Sizler işte böyle tertemiz bir maziye sahipsiniz. Sizden, gireceğiniz savaşta bu asaletinize uygun cesaret ve celadet bekliyorum. Din düşmanlarına ilk hücum eden sizler olmalısınız. Sizlerin arkada değil, daima ön safta çarpıştığınızı görmeliyim. Çünkü bu harp, eski savaşlarımız gibi adi menfaatlar uğruna yapılan çapulculuk ve yağmacılık hareketi değildir. Elleri ile yaptıkları putlara tapan kız çocuklarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşette devam eden putperestlere, doğruyu, Hakkı gösterme hareketidir. Kısaca bu cihadda emir Allah’dan, kumanda da Resülullah Aleyhissalatü Vesselamdandır. Başka söze ne hacet?»

Bu sözlerden sonra çocuklarım ayrı ayrı kucaklayan şaire Hansa, ilave ediyor ve diyor ki:

«— Ya İslam’ın zafer bayrağını Kadisiye’de dalgalandıracaksınız , yahut da din uğruna cihad ederek şehid olduğunuzu duyacağım!»

Bir annenin evladlarına karşı böyle kahramanca konuşması, orada bulunan diğer mücahidleri de coşturuyor ve Kadisiye’de İslam’ın zafer bayrağının dalgalanmasma sebep oluyordu

İslam’a girmeden evvel iki kardeşinin ölümüne tahammül edemeyerek intihara kalkışacak kadar sabırsız ve tahammülsüz olan Hansa, İslam’ı öğrenip, iman güneşi kalbini ve vicdanını aydınlattıktan sonra, her şeyi o kadar içyüzü ile görüyor ki, artık onun için ya İslm’ın zafer bayrağını Kadisiye’de dalgalandıran kahramanların anası olmak, yahut da bu uğurda çarpışarak vefat eden şehidler anası olmak... Bunun üçüncü şekli yoktur.

Nitekim öyle de olmuştur, Hasta yatağında yatarken dört oğlunun da şehadet haberi getirilince:

«— Yani ben şehid anası mı oldum şimdik?» Diye soruyor...

«Evet» diyorlar. «Hem de dört şehid anası...» Tekrar soruyor:

«— Zafer kimlerde? »

«— Zafer Müslümanlarda! Şimdi Kadisiye’de İslam’ın bayrağı dalgalanıyor » diyorlar.

«— İslam’ın bir zaferi için dört oğlum feda olsun» diyen Hansa, ellerini kaldırarak şöyle yalvarıyor:

«— Ya Rabbi, bana emanet ettiğin dört kahramanı yine senin dinin uğrunda feda etmiş bulunuyorum; artık beni şehid anaları defterine kaydeyle! Benim için şehid anası olmak kafi bir ikramdır, bunu benden esirgeme!»

Her ne zaman Hansa’dan söz edilse Resülullah Efendimiz, işte O’nun için (örnek İslam kadını) derdi.(7)

İslam Dinîne Göre Kimler Şehîd Sayılır?

1. Allah için din, vatan ve namus uğrunda savaşta öldürülen,

2. Devlete karşı gelenler tarafından müsademede öldürülenler,

3. Yol kesiciler tarafından öldürülenler,

4. Savaş alanında yaralı bulunan veya kulak, göz veya diğer tabii menfezlerinden kan akmış vaziyette raslanan ölüler,

5. Savaş alanında yanmış veya bir hayvan tarafından çiğnen­miş bulunan ölüler,

6. Savaş alanında uçurumdan atılmış, üzerine kaya düşmüş, suya, atılıp boğulmuş halde bulunan ölüler,

7. Savaş günlerinde gayrimüslim vatandaşlar veya bize iltica etmiş yabancılar tarafından öldürülenler, şehîd kabul edilir.

8. Nefsini veya malını ya da müslüman kardeşlerini veya gay­rimüslim vatandaşları müdafaa ederken herhangi bir âletle öldürü­lenler,

9. Denizde gemiyle seyrederken düşman tarafından atılan bir bomba ile batıp boğulanlar veya atılan bir bombanın çıkardığı yan­gında yanıp ölenler veya o gemiden başka bir gemiye sıçrayan yan­gından ölenlerin hepsi şehiddir.(8) Bakınız şairin diliyle şehid kimmiş;

           Şehit

Dünya askeri arasında tektir,                                                                     
Düşman defterini dürendir şehit.
Yüreğinde sevda dilinde tekbir,
Hak bahçesinden gül derendir şehit..

Sefer var denilince hemen koşar,
Bayrağı elinde dağları aşar!
Cenk ederken melekler bile şaşar,
Vuslatın sırrına erendir şehit..

Yiğidim cengaverlerin en has'ı
Saçın kınalayıp salmış ana's
Yüreğinde vatan millet sevdası,
Zulmün hesabını görendir şehit..

 

Onca düşmanın hesabını bozan,
Dilinde tevhid kulağında ezan,
O aslan ki kanıyla tarih yazan!
Düşmanını yere serendir şehit..

 

Kuruldun yiğidim gönül tahtına,
Daha girmeden vatanın sathına.
Ne mutlu şahadet düştü bahtına!
Vatan uğruna can verendir şehit..

 

Her karış toprağımda ondan bir iz,
Her çiçek o kokar,her gül,her nergiz,
Onlara sakın ölü demeyin siz!
Gönüllü toprağa girendir şehit.

* Hicretın yetmiş üçüncü senesinde Kabe-i Muazzamayı muhasara eden meşhur Haccac-ı Zalim, ihtirasları uğruna önüne geleni yakıp yıkıyor, nasihat etmek isteyen Ashab-ı Kiram’ı insafsızca salladığı kılınç darbeleri ile şehid ediyordu... Beytallah’ı mancınıkla yıkmaya bile teşebbüs eden bu zalime karşı Mekke Müslümanları Abdullah bin Zübeyr’in etrafında birleşerek mukavemete başladılar. Ne var ki Emevi hükümdarı Abdülmelik’e sırtını dayamış olan Haccac, koskoca ordusu, mukavemeti güç maddi imkanları ile bu günde Müslümanları kısa zamanda eriterek seçkin islam mücahidlerinin ya Şehid olarak yahut da ağır yaralar alarak saf dışı edilmesini temin ediyordu... Haccac’a karşı koyan Abdullah bin Zübeyr ise, düşmanın maddi üstünlüğüne, sayı fazlalığına rağmen, yılmak nedir bilmiyor; «Tek nefer olarak da mukaddesatımızı müdafaa ederim» diyordu. Bu muharebe sırasında Abdullah bin Zübeyr’in, annesi Esma ile yaptığı karşılıklı konuşma, İslam tarihinin bir şeref levhası halinde bize intikal etmiştir. Bir ara a’ma olan annesini ziyaret edip, duasını almak amacı ile huzuruna giren Abdullah, helalaşmak istediği annesinden şu cevabı aldı.            

          «— Oğlum, ben senin ya zafere kavuşup Müslümanları kurtardığını, yahut da inandığın davan uğrunda Şehid olduğunu işitmek istiyorum! Sen hak yolunda şehid olmalısın, yahut da bu davanı zafere ulaştırıncaya kadar devam etmelisin. Huzuru İlahi’de bir mücahid annesi olmakla iftihar etmeliyim…» Annesinin sözlerine isyanı Allah’ın emirlerine muhalefet kadar ağır gören Abdullah, söz vererek Mekke civarındaki karargahına döndüğü sırada ordusunun dağıldığını, yahut Zübeyr adındaki bir oğlandan başka kimsenin kalmadığını gördü... Artık teke tek olarak mücadele başlayacaktı. Bu takdirde neticesinin tahmini pek güç değildi. Tekrar validesinin yanına gelen İbn-i Zübeyr, şöyle konuştu:

«— Muhterem Validem, ordum dağıldı, yanımda sebat edip kalanların da bir saatlik dayanma kuvveti kaldı. Bununla beraber düşmana teslim olursam, istediğim kadar dünyalık verilecek, serbest bırakılacağım, bu hususta reyin nedir? »

Hazret-i Ebu Bekir’in kızı Esma Radıyallahu Anha bu sözler karşısında şu kat’i ve kesin emrini verdi:

«— Oğlum, senin için düşünülecek tek nokta vardır: Sen Hakta mısın batıldamısın? Mühim olan budur! Hakka hizmet ettiğine kani isen, tereddüt ve vesveseleri bir tarafa iterek bütün himmetinle yoluna devam et. Eğer şimdiye kadar olan mücadelende dünyayı kasdetmiş isen, senden fena bir evlad, benden de bedbaht bir anne yok demektir. O takdirde hem kendini, hem de seninle çarpışan bunca şehidleri heder etmişsin demektir. »

Mü’miıılerin annesi Esma validemiz, sözlerinin burasında şunu ilave etti:

«— Eğer arkadaşların çekildiği için sana da davadan vazgeçip teslim olma fikri geliyorsa, şunu iyi bil ki, Ebu Bekir’in kizı böyle düşünen bir Müslüman gencin annesi olmakla utanır bir mücahide de bu fikri yakıştırmaz...»

Abdullah bin Zübeyr:

«— Anneciğim, beni yakaladıktan sonra müsle (kulak, burun kesmek) yapacaklar» demesi üzerine bütün mevcudiyeti ile cesaret ve şecaat kesilen Hazret-i Esma, bu sefer de oğluna şu tarihi nasihatları verdi:

Evladım, kesilen koyun asılmakla, soyulmakla ızdırap duymaz. İzzetle mücadele ederek maruz kalacağın bir kılınç darbesi, zilletle yaşamak için maruz kalacağın bir kamçı darbesinden daha hayırlıdır. Sakın ‘ölümden korkup da sana zillet verecek bir şekle razı olma!»

Hazret-i Zübeyr, annesinin sözlerine olduğu gibi itaat edip şehid oluncaya kadar müçadele edeceğine söz vererek, vedalaşmak üzere a’ma annesini kucaklarken sırtındaki zırhın dikenlerine annesinin elleri dokunan Esma Radıyallahü Anha:

«— Bu ne hal?.. Bu senin istediğini isteyen kişinin hali değil» diye çıkıştı. Hazret-i Abdullah ise:

«— Bugün benim son günümdür. Sana metanet-i kalb! vermek için giymiştim bu zırhı » dediyse de, annesinin:

«—Hayır, böylesi şey bana metanet vermez » diye itiraz etmesi üzerine,onu da çıkararak,o gün şehid oluncaya kadar Haccac askerlerine mukavemet etti, fakat teslim olmadı.

Hazret-i İbn-i Zübeyr’in tahminleri yanlış çıkmadı, Haccac uzun müddet O’nun mübarek cesedini asılı bekletti.

Bir gün Hazret-i Esma’nın yanına gelen Haccac:

«— Abdullah’ı nasıl mağlüp ettim, gördünüz mü?» diye istihza yollu bir sual sorması üzerine, Esnıa:

«— Hayır, vallahi mağlüp olan o değil, sensin. Sen onun dünyasını kaybettirdin, o da, senin ahiretini » dedikten sonra şöyle devam etti:«— Ben Resülüllah’dan Sakif kabilesinden iki şerir adamın çıkacağını işitmiştlm. Yalancı olanın Muhtar-ı Sakafi? olduğunu gördük. Müfsid olanın da sen olduğundan artık şüphem kalmadı diye mukabelede bulunmak cesaretini göstererek zalime boyun eğmedi.(9)

Müslümanları zaferden zafere koşturan ve tarih sayfalarını kahramanlık destanları ile donatan, şehitlik ve gazilik rutbesine erişme arzu ve isteğidir. İşte bu anlayış, İslam için ve müslümanlar için büyük bir felaket olan Haçlı ordularını bu düşünce ile durdurmuştur.

26 AĞUSTOS 1071 Malazgirt meydan muharebesinden itibaren Anadolu'yu müslümanlara anavatan yapmış,

29 MAYIS 1453'de İstanbul'un fethiyle Bizans imparatorluğunu yıkarak orta çağı kapatıp, yeni çağı açmıştır.

30 AĞUSTOS 1922'de Dumlupınar Meydan Savaşı yapılmış,

18 MART 1915 ÇANAKKALE’DE büyük mücadeleler verilmiş ve ÇANAKKALE’de 253 bin şehid verilerek bu ülke düşmandan temizlenebilmiştir.

Yakın tarihimize baktığımızda 1974'de Mehmetçik Kıbrıs'ta aynı kahramanlığı göstermiştir. Bakınız ÇANAKKALE hakkında şair, “Çanakkale Askeri” adlı şiirinde ne diyor;

ÇANAKKALE ASKERİ

Adına binlerce destan yazılan
Yıllar sonra bir bir anılan
Toprağına taşına yazılan
Çanakkale mi şehit, şehit mi Çanakkale

Adım adım koşan asker
Düşmanını yenen asker
Vatanını seven asker
Çanakkale mi şehit, şehit mi Çanakkale

Tüm dünya'ya örnek asker
Komutanıyla yürek asker
Vatan millet diyen asker
Çanakkale mi şehit, şehit mi Çanakkale

Çanakkale geçilir mi sandın
Topuna tüfeğine mi kandın
Türk'ü yenilir mi sandın
Çanakkale mi şehit, şehit mi Çanakkale

Al bayrakla koşan asker
Ölüm emrini alan asker
Yaralı düşmanı saran asker
Çanakkale mi şehit, şehit mi Çanakkale

Bu destan anlatılmaz yaşanır
Bu şehitler unutulmaz anılır
Koca Seyit Bismillah der kaldırır
Çanakkale mi şehit, şehit mi Çanakkale.(10)

Allah (cc) Kur’an-ı Kerimde şöyle nuyuruyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى تِجَارَةٍ تُنجِيكُم مِّنْ عَذَابٍ أَلِيمٍ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَتُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ بِأَمْوَالِكُمْ وَأَنفُسِكُمْ ذَلِكُمْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ وَمَسَاكِن طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

“İman edenler, sizi acı bir azaptan kurtaracak ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve Resıdüne inanır, mallannızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde O, sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere koyar. İşte en büyük kurtuluş budur.”(11)

İstiklal marşı şairimiz Mehmed Akif ERSOY bakınız ne güzel ifade etmiş bu hususu;

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor son Peygamber.
(12)

Allah şehitlerimize rahmet eylesin, cennet ve cemaliyle müşerref eylesin, bizlere ve evlatlarımıza da onların yolundan gitmeyi nasip eylesin. Ülkemizi her türlü felaket ve musibetlerden muhafaza eylesin. Amin…

                                                                                          HAFIZ İLHAMİ TEMEL

                                                                               MEDİNE CAMİİ BAŞ İMAM-HATİBİ

                                                                                           ÜMRANİYE / İSTANBUL

                                                                             

1-Bakara:154

2-Tevbe Sûresi, 52

3-İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Celal YILDIRIM

4-Sahih-i Buhari, Cihad; 45

5-R.Salihin, 1357 nolu hadis

6-RehberAnsiklopedisi

7-Tarihin Şeref Levhaları, Ahmed ŞAHİN

8-İslam Fıkhı, Celal YILDIRIM

9-Tarihin Şeref Levhaları

10-Şiirler; Antoloji.Com’dan alınmıştır

11-Saf Süresi 10-12

12-Safahat M.Akif ERSOY

 

 

 

 

 

 

 

YAZAR: Kadir Hatipoglu - Mart 16 2013 17:50:57 · Adobe Reader Belgesi · Microsoft Word Belgesi · Yazdır
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.51 saniye 14,842,372 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024