Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Yardımlaşma Ve Hayırseverlik

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيم

أَجْمَعِينَ وَصَحْبِهِ وَآلِهِ مُحَمَّدٍ سَيِّدِناَ عَلىَ وَالسَّلاَمُ وَالصَّلاَةُ الْعَالَمِينَ رَبِّ لِلهِ اَلْحَمْدُ

                                                       Vaaz Resimleri: w.jpg Olarak İndir

İnfak, Cenâb-ı Hakk’ın bize emanet olarak verdiği mal, mülk, sevgi ve diğer imkânları O’nun gösterdiği şekilde kendimize, ailemize, akraba çevremize, din kardeşlerimize ve bütün insanlara harcamamızdır.

Allah Teâlâ ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَأَنْفِقُوا مِمَّا جَعَلَكُمْ مُسْتَخْلَفِينَ فِيهِ فَالَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَأَنْفَقُوا لَهُمْ أَجْرٌ كَبِيرٌ

‘’Allah’a ve Resûlü’ne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan (Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya; onlar için büyük mükâfat vardır.’’ [1]               

Âyet-i kerimede, fakirlere sırf Allah Teâlâ’nın rızası için yardımda bulunmanın Allah’a ve Resûlü’ne imandan sonra hemen zikredilmesi, bu işe imana en yakın amel ve iman ettikten sonra işlenecek Salih amellerin en önemlilerinden olduğunun açık delilidir.

Fahredin Râzî ve Ebûsuud merhumların da açıkladıkları üzere insanın elindeki mallar hakikatte Allah’ındır. Allah Teâlâ meşru şekilde faydalanmaları için onları kullarına teslim etmiş, kendi emri doğrultusunda kullanılması içinde kulunu malı üzerinde halife ve vekil kılmıştır.

Şu halde insanların ellerinde bulunan mallardaki tasarrufları vekilin tasarrufu gibi olduğundan, insan mal sahibinin emrine uymalıdır. Dolayısıyla malların hakiki sahibi olan Allah Teâlâ, muhtaç olanlara sadaka ve nafaka vermekle emredince o emre itaat gerekir. Çünkü kul, asıl mal sahibi değildir. Bu yüzden emre aykırı hareket etmesi caiz değildir. (vekil ancak müvekkilin yetki verdiği kadar tasarrufta bulunabilir.)

Allah Teâlâ’nın emrine uygun hareket etmek kolaydır. Zira başkasının malından, onun emri üzerine başkasına vermek zor değildir. Kul, elindeki malın vekili, emanetçisi olduğunu unutup da bu mal benimdir diyerek Allah Teâlâ’nın malında ortaklık iddiasında bulunursa Allah’ın düşmanlığını kazanarak en büyük günaha cesaret etmiş ve O’nun malında O’na ortak olmaya kalkışmış olur. Kaldı ki Allah Teâlâ kuluna malın hepsini vermesini emretmemektedir. Böyle bir emir olsa, kul ona da uymak zorundadır.

Ayrıca her mal sahibi, kendisinden önce yaşayan mal sahiplerine bakarak ibret almalıdır. Onlar bu fani dünyayı nasıl terk edip gitmişlerse kendisin de aynı akıbete uğrayacağını düşünerek gerekli kimselere Allah Teâlâ’nın emrettiği üzere yardım etmelidir. [2]

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: İnsanoğlu ‘’Malım, malım!” der durur. Hâlbuki onun malı şu üç şeyden ibarettir:

1. Yiyip tükettikleri,

2. Giyip eskittikleri,

3. Allah Teâlâ için verip ahiret için biriktirdikleri!

Bunun dışındakiler ya elinden gider ya da başkalarına (mirasçılarına) kalır.[3] 

Acilen fark etmeliyiz ki, “müttakiler” derecesine erişmenin vazgeçilmez şartlarından birisi “infak”tır. Hem de öyle bir infak ki, sadece maddî durumumuzun müsait olduğunu düşündüğümüz zamanlarla sınırlı olmayıp, “elimizin dar” olduğu zamanlarda da kesilmeyecek, ömür boyu devam edecek. Zira Yüce Rabbimiz müttakilerin özelliklerini anlatırken, “Onlar ki, darlıkta da bollukta da infak ederler” [4] buyuruyor.                   

Her mümin, önce kalbindeki iman ve Allah sevgisiyle zengindir. Onun güzel ahlakı ve merhameti, kanaat ve sabrı ayrı birer sermayedir. Bir gönle Allah aşkı girdi mi, o gönül sahibi bütün iyilik ve hayırların kaynağı olur. O kimse, kendinde başkalarına vereceği çok şey bulur.           

Allah Rasulü s.a.v. buyuruyor:

“Herkes, kıyamet günü insanlar arasında hüküm verilinceye kadar, sadakasının gölgesi altında bulunur.” [5]

Bu hadisi rivayet edenlerden Yezid b. Ebi Hubeyb Rh.A. demiştir ki: “Bana bu hadisi nakleden Ebu’l-Hayr Mersed b. Abdillah Rh.A. bir parça tatlı veya bir soğanla da olsa, her gün muhakkak bir sadaka verirdi.”

Abdullah b. Ömer sadaka olarak sık sık şeker dağıtır ve ardından, ‘’Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe, fazilet ve üstün sevaba erişemezsiniz‘’ âyetini okuyarak , ‘Allah benim şekeri çok sevdiğimi biliyor bende ondan şeker dağıtıyorum’ derdi.

İnsan, hiç bir şey yapamasa da iyi niyetiyle bütün hayır ve hizmetlere hissedar olabilir, olmalıdır da. Her işin ilk kaynağı kalptir. Niyet de kalbin ameli ve her işin temelidir. Hayırlı niyetin sevap getirmesi için kesin karar ve azim derecesinde olması gerekir. Çünkü irade ve istek olmadan, akıldan gelip geçen şeylerin bir sevabı veya günahı yoktur. Niyetle sevap almak için ayrıca hayır ve iyilikleri özlemek, yapmak için fırsat gözlemek, nasip olması için dua etmek ve yapamadığına da üzülmek gerekir.

Muhterem Kardeşlerim

Sahabeden Ebu Kebşe el-Enmarî R.A. anlatıyor. Rasulullah A.S.'ın şöyle buyurduğunu işittim:   

“Üç şey var ki, onların gerçek olduğuna yemin ederim. Size ayrıca bir söz söyleyeceğim, onu da iyi belleyin. Üzerine yemin edeceğim üç şey şunlardır.

1. Vereceği sadakadan dolayı hiç kimsenin malı eksilmez.

2. Kendisine zulmedilen bir kul sabrettiğinde, muhakkak Allah onun şeref ve itibarını artırır.

3. Dilenme kapısını açan bir kimseyi, Allah fakirlikten kurtarmaz.   

Şimdi söyleyeceklerimi ise iyi belleyin. Dünyada dört grup insan vardır:

Birinci gruptaki kula, Allah mal ve ilim verdi. O da bu malını değerlendirirken bu ilme göre hareket edip Allah'tan korktu, yakın akrabasını gözetti ve sahip olduklarında Allah'ın hakkı olduğunu bildi. Bu, derecelerin en üstünüdür.

İkinci gruptaki kula, Allah ilim verdi fakat mal vermedi. O da sadık ve samimi bir niyetle: ‘Eğer benim de malım olsa idi, şu falanca gibi hayır yolunda harcardım’ dedi. Bu iki gruptakilerin sevabı eşittir,

Üçüncü gruptaki kula, Allah mal verdi, fakat ilim vermedi. O da malını ilimsiz bir şekilde kullandı. Onu harcarken Allah'tan korkmadı, yakın akrabasının hukukunu gözetmedi ve malında Allah'ın hakkı olduğunu bilmedi. Bu hal, derecelerin en kötüsüdür.

Dördüncü gruptaki kula ise, Allah mal da ilim de vermedi. O da: ‘Eğer benim de malım olsaydı şu filanca gibi harcardım’ diyerek üçüncü gruptakine özendi. Bu iki gruptakinin günahı da eşittir.” [6]

Muhterem Kardeşlerim İman Ve sonucu Bizler için önemli

Bir dilenci, Hz. Ali’den bir şeyler istedi. O da Hasan veya Hüseyin’den birine,

‘’Annene git, kendisine verdiğim 6 dirhemden birini al getir” dedi. Giden, geri geldiğinde,

‘’Annem onları un almak için sakladığını söylüyor” dedi. Hz. Ali (r.a),

‘’Kişi kendi elinde bulunandan çok Allah’a itimat etmedikçe tam iman etmemiştir. Git, o paraların hepsini getir” dedi. Hz. Fâtıma, bu sefer paraların tamamını yolladı. Hz. Ali (r.a), hepsini dilenciye verdi.

Bu hadisenin üzerinden birkaç dakika geçmemişti ki bulundukları yere bir deve satıcısı geldi. Hz. Ali (r.a), ona devenin kaç para olduğunu sordu, 140 dirhem olduğunu öğrenince,

‘’Paranı sonra almak üzere bana satar mısın?” dedi. Satıcı kabul etti ve devesini oraya bağlayıp gitti.

Biraz sonra biri geldi ve devenin kime ait olduğunu sordu. Hz. Ali (r.a), kendisine ait olduğunu söyledi. Adam,

‘’Satar mısın?” diye sorunca, Hz. Ali (r.a),  200 dirheme adama sattı. 140 dirhemini deveyi satın aldığı adama verdikten sonra evine gitti.

Biraz evvel 6 dirhem aldığı Hz. Fâtıma’ya, 60 dirhem verdi. O hayretle,

‘’Bu nedir?” diye sordu. Hz. Ali (k.v),

‘’Allah Teâlâ’nın, Peygamberimiz (s.a.v) vasıtasıyla, ‘Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır’ şeklindeki vaadinin neticesidir” buyurdu. [7]

Bütün hayırların temeli Cenab-ı Hakk’ın tevfik ve hidayetidir. Mevlâ bir kalbi açar ve muhabbetiyle doldurursa, o insan bütün güzelliklerin membaı olur. Şunu da belirtmek gerekir: Bir kişinin kalbi açılmadan eli açılmaz. Müminin kalbine yerleşen iman nurunun, kalpten çıkaracağı ilk şey şirkten sonra cimriliktir.     

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

‘’Cömertlik, dalları dünyaya sarkmış, kökü cennet olan ağaçlardan bir ağaçtır. Her kim onun bir dalına yapışırsa o dal onu cennete çeker. Cimrilik de dalları dünyaya sarkmış, kökü cehennem de olan ağaçlardan bir ağaçtır. Her kim onun dallarından birine tutunursa o dal onu cehenneme sürükler.’’ [8]

İbn Abbas (r.a) şöyle anlatmıştır:

"Resûlullah (s.a.v), Kâbe'nin örtüsüne yapışmış dua eden bir adamın yanından geçiyordu. Adam,

         Senden şu Kâbe'nin hürmetine benim günahlarımı bağışlamanı istiyorum, diyordu. Resûlullah (s.a.v) adamı işitince,

Ey Allah'ın kulu! Allah'tan isteyeceğini kendi hürmetin için iste! Çünkü bir müminin hürmeti Allah katında şu Kâbe'nin hürmetinden daha büyüktür, dedi. Adam,

Yâ Resûlallah, benim büyük bir günahım var! dedi. Rasulullah (s.a.v),

Nedir o günahın? diye sordu. Adam şöyle anlattı:

Benim malim mülküm çok. Pek çok koyunlarım var. Yine pek çok atlarım var. Fakat fakirin biri gelip de benden bir şey istediğinde sanki yüzümden ateş fışkınyor, dedi.

Bunları dinleyen Resûl-i Ekrem (s.a.v),

Ey günahkâr kişi! Benden uzaklaş, ateşinle beni de yakma, dedi ve devamla,

Nefsimi kudret elinde tutan Allah adına söylüyorum ki, şayet bin ay oruç tutsan ve bin sene namaz kılsan fakat bütün bunların sonunda cimri biri olarak ölsen, Allah Teâlâ seni yüzüstü cehenneme sürecektir. Bilmez misin ki, cimrilik nankörlük alametlerindendir. Allah'ın verdiği nimetlere nankörlük edenin yeri ise cehennemdir. Cömertlik ise imandandır. İman ise sahibini cennete götürür." [9]

Rahman sıfatıyla bütün mahlûkata rahmet eden, kendisini inkâr edenlere dahi hayat ve nimet veren Allah’a inanan bir müminin, diğer mümin kardeşlerine karşı kalbi katı ve eli sıkı olamaz.

Yeryüzünde ilâhî rahmetle emrine verilen hayvanların her birinden türlü şekilde istifade eden bir insan, onlardan gördüğü ikramın daha güzeliyle başkalarına bir fayda veremiyor ve en azından onlar kadar olamıyorsa, nasıl kibirlenip gururlanabilir?

          Muhterem Kardeşlerim

Molla Cami anlatıyor: Cömert birisine sormuşlar:

Fakirlere ve muhtaçlara verdiğin, dağıttığın şeylerden ötürü gönlüne kibir geliyor, onları kendine minnettar görü­yor musun?

Kesinlikle hayır. Ben kendimi aşçının elindeki kepçe gi­bi görüyorum. Verilen kepçeden geçse de veren aşçıdır. Kepçe, "rızkı veren benim" gibi bir hisse kapılabilir mi? de­miş.

Bir insan hem mümin, hem cimri olamaz. Hep kendisini düşünüp, komşusunu ve din kardeşini unutamaz. Mümin, maddi olarak verecek hiçbir şeyi bulunmasa bile, kalbinden iyilik hesabı, gönlünden hayır duası, dilinden samimi selamı ve yüzünden sıcak tebessümü eksik etmemelidir. İmanı ve irfanı onu ihsana sevk etmelidir.

Yahya a.s. bir gün İblis ile karşılaşır ve şöyle der:

Ey İblis! En çok sevdiğin ve en fazla nefret ettiğin insanları bana bildir!

En çok sevdiğim kişi, cimri olan mümindir! En fazla nefret ettiğim şahıs ise, cömert olan fâsık/günahkâr kişidir!

Yahya a.s. tekrar sorar: Bunun sebebi nedir?

Çünkü cimrinin cimriliği benim için yeterlidir. Ancak cömert olan fasığa gelince, Allah Teâlâ’nın cömertliğine bakıp onu affetmesinden korkarım!

Daha sonra İblis döner ve

Ey Yahya, eğer soruyu soran sen olmasaydın bunları sana açıklamazdım! diyerek yürüyüp gider. [10]

Cimri olmaktan kurtulmanın en alt sınırı, zekâtı vermek, misafire ikram etmek ve felaket esnasında ihtiyaç sahiplerine gücünce verebilmektir.

“Kim nefsinin cimriliğinden korunmuş ise, işte onlar felâha erenlerdir.“ [11] ayeti bunu gösterir. Cömertliğin bu derecesini Rasulullah (s.a.v) Efendimiz şöyle tarif etmiştir:

“Zekât ibadetini yerine getiren, misafirine ikram eden ve felaket zamanlarında malından gücünce veren kimse cimrilikten kurtulmuştur.“ [12]   

Demek ki cömertliğin ilk basamağı, farz olan malî ibadetleri yerine getirmektir. Buna göre, zekâtını ve fıtır sadakasını tam olarak veren bir mümin cimrilikten kurtulmuştur, fakat bu hâliyle övülecek bir cömert değildir. Gerçek cömertlik bundan sonra başlamaktadır. Zekât veremeyecek kadar zengin olmayanların cömertliği de kendi gücü ve gönlünce olacaktır. [13]

Dinimizin bizleri sorumlu kıldığı ahlâka göre mümin, kardeşine kendi nefsi gibi sahip çıkmak ve onunla elindekini paylaşmak zorundadır. Zekât, sadaka, hibe, hediye gibi harcamalar, her müminin yapabileceği cömertlik çeşitlerindendir. Asıl cömertlik, bir müminin diğer mümin kardeşini kendi nefsi gibi görüp gözetmesi, kendisi için sevdiği hayırları onun için de istemesidir. İşte bu ahlâk ileri derecede bir imanın meyvesidir.

Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: 

‘’Bir dirhem sadaka yüz bin dirhemi geçti!’’ Sahabe-i kiramdan biri sordu:      

‘’Bu nasıl olur, Ey Allah‘ın Rasülü!’’ Rasül-i Ekrem s.a.v. buyurdular ki:

‘’Adamın birinin çok miktarda malı var, bu malın içinden yüz bin dirhemini aldı sadaka olarak verdi. Diğer birinin de iki dirhemi var, bu da iki dirhemden birini alıp sadaka olarak verdi (işte bu bir dirhem o yüz bin dirhemi geçti)!”[14] Yani biri malının belki de ufak bir kısmını, diğeri ise malının yarısını verdi. 

Sevgili Kardeşlerim

Cömertliği ile meşhur Hâtem-i Tâî’ye bir gün dost ve arkadaşları,

Senden daha cömert bir kimse var mı acaba?” diye sordular. O,

Evet, var” dedi ve başından geçen bir hadiseyi şöyle anlattı: Bir gün gencin birine misafir olmuştum. Genç, fakir bir kimse olmasına rağmen bana bir koyun kesip hazırlattı, önüme koyunun böbreği geldiğinde,

Ben koyunun böbreklerini çok severim” dedim. Bir ara ev sahibi genç ortalıktan kayboldu. Biraz sonra baktım ki yedi koyunun yedisini de kesmiş, böbreklerini hazırlamış, önüme getirdi.

Ben şaşkınlık içerisinde kalmıştım. Çünkü biliyordum ki genç fakir bir kimseydi.

Bunu niçin yaptın? Benim için, varın yoğun olan yedi koyunu kestin. Ben sana böyle yap, demedim. Sadece koyun böbreğini sevdiğimi söyledim” dediğimde bana şu karşılığı verdi:

Bana misafir gelmiş, hiç onun sevdiği bir şeyi ikram etmemem olur mu? Ben sizin hoşunuza giden bir şeyin sahibi olayım da onu misafirime sunmakta kıskanç davranayım? Hiç böyle şey olur mu?”

Gencin bu misafirperverliğine hayran kalmıştım, gözlerim yaşardı... diye anlattı. Hâtem-i Tâî’ye,

Onun iyiliğine karşı sen ne yaptın?” diye sordular. O,

300 baş kızıl tüylü deve ve 500 baş da koyun gönderdim” deyince…

Hâtem’in dostları,

Olmadı, demek ki sen ondan daha cömertmişsin” diye karşılık verdiler. Hâtem-i Tâî,

Hayır, o benden cömert, çünkü o bana nesi varsa ikram etti, bense ona sadece servetimin ancak pek az bir kısmını gönderdim” dedi. [15]

Ca‘fer b. Burkân anlatıyor: Sâlih b. Mismâr, “İnsanlara şaşıyorum?” deyince,

“Hangi hususlarına şaşıyorsunuz?” diye sordum.

Şöyle cevap verdiler: “Hazinelerini geride bırakarak dünyadan müflis olarak ayrılıyorlar.”

İyiliğin ve hayrın en faziletli olanı, fakir kardeşlerine yaptığın iyiliktir.

Hz. Ali’nin şöyle dediği nakledilmiştir: “İhtiyaç sahibi bir kardeşime bir dirhem sadaka vererek hukukunu gözetmem, bana, başkasına yirmi dirhem sadaka vermekten daha sevimlidir. Kardeşime yirmi dirhem sadaka vererek iyilik yapmam, başkasına, yüz dirhem sadaka vermekten daha sevimlidir. Yine kardeşime yüz dirhem sadaka vermem, benim için bir köle âzât etmekten daha sevimlidir.”          

Çünkü Allah Teâlâ, yakın dostları akrabaların arasında zikretmiştir. [16] Buna göre akrabaya verilen zekâtın yabancılara verilen zekâta üstünlüğü, yabancıları bırakıp da yakın akrabaya sadaka vermenin fazileti gibidir. Çünkü akrabalık bağından sonra en güçlü bağ din kardeşliği bağıdır.

Diğer taraftan, bir kimse dünya ve ahiret işlerinin güzel olmasını, kazancının artmasını, dağınık işlerinin toplanmasını, gönlünün rahatlamasını, akıbetinin hayırla sonuçlanmasını diliyorsa, hep kendi derdine düşmemeli, diğer muhtaç kardeşlerinin yardımına koşmalı ve onların işleriyle uğraşmalıdır. Çünkü o mümin kardeşinin işleriyle uğraşırken, Rabbimiz de onun işlerini üstleniyor ve özel olarak yardımında bulunuyor. Efendimiz s.a.v. şöyle buyuruyor:

“Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birisini giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim mümin kardeşinin ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve ahirette ayıplarını örter. Bir kul din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da ona yardım eder.” [17]      

Muhterem Kardeşlerim

Denilmiştir ki: Her kim şu beş şeyi vermezse, Allah da ona beş şeyi vermez:

1. Kim zekâtını vermezse, Allah da onun malının üzerindeki korumayı kaldırır.

2. Kim sadaka vermezse, Allah da ondan sağlık sıhhati kaldırır.

3. Kim öşrünü (topraktan elde ettiği ürünlerin zekâtını) vermezse, Allah Teâlâ onun toprağındaki bereketi kaldırır.

4. Kim dua etmezse, Allah da kabulü kaldırır.

5. Kim namazlarında gevşeklik gösterirse, Allah da ondan, ölüm anında 'Lâ ilâhe illâllah' diyebilmeyi kaldırır.[18]

Hz. Ali r.a. şöyle derdi: “İhtiyacını karşılayabileceğimi veya benim vasıtamla işlerinin kolaylaşacağını umarak bana gelen bir kimsenin ihtiyacını karşılamaktan daha büyük bir nimet bilmiyorum. Bir müslümanın ihtiyacını karşılamak, benim için, dünya dolusu altın ve gümüşümün olmasından daha iyidir. ” [19]

Zaten insanın keremi ve şerefi, diğer insanların zahmetini çekmesiyle ölçülür. Kerem sahibi insanlar, bütün maddi-manevi imkânları, her türlü mevki, sanat, fen ve zenginlikleri, Allah rızası için insanlara hizmet etmek gayesiyle isterler.

Hz. Ali eline bir dirhem para alırdı ve sonra şöyle derdi: ‘’Sen öyle bir şeysin ki benden çıkmadıkça bana fayda vermezsin!’’ [20]

Tenbihü’l Gâfilin’de ise şöyle buyrulmuştur:

Az veya çok demeden sadaka vermelisin. Sadakada on güzel özellik bulunur. Beşi dünya da, beşi de ahirettedir. Dünyada olanlar şunlardır:

1 – Malı temizler. Nitekim bu manada, Resulullah s.a.v. şöyle buyurdu: ‘’Satışa lüzumsuz sözler karışır, yemin karışır, yalan karışabilir. Onu sadaka ile temizleyip ağartınız.‘’

2 – Bedeni günahlardan temizler. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: ‘’Onların mallarından, zekât al ki, bununla onları günahlardan temizleyesin, onları arıtıp yüceltesin…‘’ [21]

3 – Onu bela ve hastalıklardan korur. Resulullah s.a.v. bu konuda şöyle buyurdu: "Zekât vermek suretiyle mallarınızı koruma altına alınız. Sadaka vermek suretiyle hastalarınızı tedavi ediniz. Bela ve musibetleri dua etmek suretiyle karşılayıp önleyiniz" [22]

4 – Fakirleri sevindirir. Amellerin en hayırlısı ise müminleri sevindirmektir.

5 – Rızkı bollaştırır, malı bereketlendirir. Bu konuda gelen âyet-i kerime şöyledir: ‘’…Bir şeyi sadaka olarak verirseniz Allah, yerini doldurur.‘’[23]

Ahirette olacak beş şey ise şunlardır:

1 – Sadaka, sahibini, kıyametin sıcağından gölgeler.

2 – Malın hesabını vermek kolay olur.

3 – Terazinin sevap gözü ağır gelir.

4 – Sırattan kolaylıkla geçilir.

5 – Cennette dereceler artar.

Hâsılı: Sadakaların hiçbir faydası olmasa, yalnız fakirlerin duasına vesile olması akıllı olan kimse için yeterlidir. Nasıl yetmesin ki sadaka Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaya vesile olup şeytanın da kahrolmasına sebep olur. Bu konuda şöyle bir haber rivayet olunmuştur:

‘’Kişi, yetmiş şeytanı atlatmadıkça, sadaka vermeye güç yetiremez.’’ [24]

Sadaka vermek, iyi kimselere uyma ve iyilerden olma faziletini de barındırır. Çünkü iyilerin büyüklük ve himmetleri sadakadır. Cimrilerden ne bir nebî gelmiştir ne de bir veli. Fakat bütün nebîlerin ve velilerin ortak ve ayırt edici özelliklerinden en önemlilerinden biri sadakadır. [25]

Bugün bizler daha çok, Ensar’ın Muhacire nasıl kucak açtığını, malını ne şartlar altında paylaştığını, kısacası yüksek ahlakını daha iyi anlamak, hatırlamak ve çevremize de hatırlatmak zorundayız. Çünkü günümüz Muhacirleri o Ensar’ın ahlakını, anlayışını büyük bir özlemle beklemekte.

Medineli Ensar’ın, Mekke’den gelen Muhacir kardeşleri için yaptığı fedakârlık ve ikram, dünya tarihinde, müslümanların dışında hiçbir millette görülmemiştir, görülemeyecektir de. Çünkü onların yaptıklarına, ancak kalbi saran ilâhî bir aşk ve ihlâsla güç yetirilebilir. O ilâhî aşk ve şuur da sadece Hz. Rasulullah’ın (s.a.v) imamı olduğu, takvâ ve edep okullarında elde edilmektedir. İşte onların yüksek ahlakından birkaç misal;

Enes b. Mâlik (r.a) naklediyor:      

“Abdurrahman b. Avf, Medine’ye hicret ettiği zaman Rasulullah (s.a.v) onu Sa’d b. Rebi’ ile kardeş yaptı. Sa’d b. Rebi’, Abdurrahman b. Avf’a:     

– Malımı ikiye bölüp yarısını sana vereceğim. Bir de, benim iki hanımım var; bunlardan hangisini istersen onu boşayayım, iddeti bitince onunla evlen!, diye teklifte bulundu. Abdurrahman b. Avf da:     

– Kardeşim! Allahu Teâlâ senin ehline ve malına bereket versin. Sen bana çarşının yolunu göster, dedi ve ticâretle meşgul oldu.“ [26]

Hz. Enes (r.a) anlatıyor:

“Hz. Rasulullah (s.a.v) Medine’ye teşrif ettiğinde, Ensar ile Muhacirleri kardeş yaptı. Bir zaman sonra Muhacirler Hz. Rasulullah’a (s.a.v) gelerek:

– Ya Resulallah! Biz bu Ensar gibi fazla malından bolca dağıtan, az malını da eşitçe paylaşan bir topluluk görmedik. Bizi hiçbir yükün altına sokmuyorlar, elde ettikleri meyve ve geliri ise bizimle ortak paylaşıyorlar. Bu durumda bütün sevabı onların alıp bize bir şey kalmamasından korkuyoruz, dediler.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) : “Hayır, korkmayın. Siz onlara hayır dua ve güzelce teşekkür ettiğiniz sürece siz de sevap alırsınız.” Buyurdu.[27]

Abdullah b. Abbas (r.a), anlatıyor: “Rasulullah (s.a.v), Ben-î Nadr ganimetlerini elde edince, Ensar’a:     

– Siz kendi isteğinizle, Muhacir kardeşlerinizle mallarınızı ve evlerinizi bölüştünüz. Bu ganimette de onlara ortak oldunuz. Eğer isterseniz mal ve evleriniz size kalsın, bu ganimetten size bir şey vermeyelim hepsini Muhacirlere dağıtalım, buyurdu. Bunun üzerine Ensâr:

– Hayır, biz mallarımızı ve evlerimizi onlarla bölüştük; bu devam etsin. Ayrıca bizler, bu ganimetteki payımızdan da vazgeçip hepsini onlara veriyoruz!, dediler. Bunun üzerine Allahu Teâlâ: “Onlar kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarını nefislerine tercih ederler.“ [28] ayet-i kerimesini indirdi.“ [29]          

Bu ayetin baş kısmında, onların şu sıfatı anlatılmaktadır: “İmanı içlerine iyice sindirmiş olanlar.”         

Bu ifade, Ensarın böyle yüksek bir ahlaka nasıl ulaştığını ortaya koymaktadır. Demek ki iman kalpte kök salıp iyice yerleştiğinde sahibi bu yüksek ahlaka ulaşmaktadır. Aynı ayette, bu cömertlerin iki önemli sıfatı daha zikredilmiştir:              

1- Hicret edip yanlarına gelenleri severler,

2- Onlara verilen nimetlere karşı içlerinde herhangi bir sıkıntı ve haset bulundurmazlar.    

Müfessir İbnu Kesir (rah) demiştir ki:

“Hz Rasulullah’ın (s.a.v) buyurduğu gibi,“Sadakanın en faziletlisi, insanın eli dar, karnı aç, kendi muhtaç iken başkasına verdiği sadakadır.“[30]

Ayrıca unutulmamalıdır ki ne yapmamız lazımsa hayatta iken yapmak lazım geldiği şu hadiste en güzel şekilde belirtilmiştir: ‘’Kişinin hayatında ve sıhhatli halinde verdiği bir dirhem sadaka, öldükten sonra kendisi için verilen yüz dirhem sadakadan daha hayırlıdır.‘’  [31]

Sonuç olarak pak selefimiz hakkında kitaplarda okuduğumuz, sohbetlerde dinlediğimiz hususiyetler başka bir dünyada ve başka şartlar altında yaşanmış şeyler değil. Hele bir lüks ve fantezi asla değil! Onlar, hiçbir tevile, kaçamağa ve mazerete sığınmadan yaşanması gerekeni yaşadılar ve bizlere ideal hayat tarzının paha biçilmez örneklerini bıraktılar.

Onların da çoluk-çocukları vardı, eğer taşısalardı yarın endişesi onlar için de söz konusuydu ve eğer istemiş olsalardı rahatlık, konfor ve lüks içinde yaşamaları işten bile değildi. Bugün şeytan ve nefis bizleri yardımlaşma ve dayanışmadan alıkoymak için kulağımıza neler fısıldıyorsa, aynı şeyler onların kulaklarına da fısıldanmıştı. Ancak onlar bu fısıltılara zerre kadar itibar etmediler ve bu sayede Allah’ın sevgili kulları olarak ebedi âleme göçtüler..

Allahü Teâlâ, Ensar ve Muhacirin teslimiyet ve sadakatinden, hizmet ve gayretinden, infak ve cömertliğinden bizlere de lütuf ve ihsan buyursun inşallah. Âmin.

 



[1] Hadid, 7               

[2] Elli Dört Farz Şerhi, A. Kemalettin Üstün, Semerkand Yay.

[3] Müslim, Zühd 3, 4, (2958); Nesai, Vesaya, 1 (6, 238); Tirmizi, Tefsir, Tekasür, (3351); el Heysemi, Mecma’u’z-Zeva’id, 4611. Müslim, Tirmizi

[4] Âl-i İmran/134

[5] Ahmed, Hakim

[6] Tirmizî

[7] Edep Yahu (2), Siraceddin Önlüer

[8] Beyhakî, Şuabü’l-İman, nr, 10875; İbn Arrâk, Tenzîhü’ş-Şerîa, 2/139; Şevkânî, el-Fevâidu’l-Mecmûa, s.78.

[9] Tenbihü’l Gâfilin, Ebû Leys Semerkandî, Semerkand Yay.

[10] İmam Gazâlî, Mükâşefetü'l-Kulûb, 185

[11] Haşr suresi ayet-9

[12] Taberî, Câmiu’l-Beyan, Cüz: XXIX,44;Beyhakî, Şuabu’l-İman, No:10842;Tabarânî, el-Kebîr, No: 4096-97

[13] Allah Yolunda Yardım ve Cömertlik, Dr. Dilaver Selvi

[14] Nesai, es-Sünenü’l-Kübra, 2/32; es-Sünenü’s-Suğra, 5/59; İbnu Huzeyme, es-Sahih, 2443; el Hakim, el-Müstedrek, 1/576; el-Beyhaki

[15] Edep Yahu (2), Siraceddin Önlüer

[16] Nur, 61.

[17] Ebu Davud

[18] Tenbihü’l Gâfilin, Ebû Leys Semerkandî, Semerkand Yay.

[19] Kutu’l-Kulub, Ebû Talib el-Mekkî 3.Cilt

[20] Gâzâlî, İhya

[21] Tevbe, 103.

[22] Ebû Davud, Merâsil, nr. 105; Beyhakî, Şuabü'l-lmân, nr. 3556-3558.

[23] Sebe, 39.

[24] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/350; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 3/109; Hâkim, Müstedrek, 1/417

[25] Elli Dört Farz Şerhi, A. Kemalettin Üstün, Semerkand Yay.

[26] Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr,3;Nesâî, Büyu’, 97; İbnu Kesir, el-Bidâye, III, 227; İbnu Sa’d, Tabakât, III, 89; Kahdehlevî,Hayatu’s- Sahabe, I, 363

[27] Tirmizî, Kıyame, 44; Ahmed, Müsned, III, 200; İbnu Kesir, Tefsir, VIII, 69

[28] Haşr suresi ayet-9

[29] Taberî, Câmiu’l-Beyan, XIV, 4l; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII, 88; Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, V, 200; Kurtûbî, el-Câmi’, XVIII, 25

[30] Ebu Dâvud, Vitr, 12 (1449); Nesâî, Zekât, 49 (2525)

[31] Ebû Davud, Vesâyâ, 3; İbn Hibbân, Sahîh, nr. 3334.

YAZAR: Kadir Hatipoglu - Kasım 27 2015 09:53:45 · Adobe Reader Belgesi · Microsoft Word Belgesi · Yazdır
Önceki Vaaz Sonraki Vaaz
Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.01 saniye 14,871,070 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024