
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا لاَ تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَا اَحَلَّ اللهُ لَكُمْ وَلاَ تَعْتَدُوا اِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ * وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللهُ حَلاَلاً طَيِّبًا وَاتَّقُوا اللهَ الَّذِى اَنْتُمْ بِهِ مُؤْمِنُونَ
"Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin ve (Allah'ın koyduğu) sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez. Allah'ın size rızık olarak verdiklerinden helal, iyi ve temiz olarak yiyin ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah'a karşı gelmekten sakının." (Maide, 5/87-88)
Allah’ın kesin ve bağlayıcı bir ifade ve üslupla yasakladığı fiillere haram denmektedir. Haramı belirleme yetkisi yalnız Allah’a aittir. O’nun dışında hiç kimsenin haramı belirleme yetkisi yoktur. Peygamberimizin bu konudaki hadisleri ise, Allah’ın iradesi ve hükmünü açıklamaktan ibarettir.
Kur’an ve Sünnet haramı belirlerken ayrıntıdan ziyade ana ilkeler ve genel kurallar ortaya koymuş, bu kuralların her devirde anlaşılıp uygulanabilir tarzda takdim edilmesini ise, o devrin yetkin ve ehil İslam âlimlerine bırakmıştır.
Dinen haram kılınan bir şeye kasıtlı olarak helal demek, kişiyi İslam dairesinin dışına çıkarır. Ayrıca bu durum, Allah adına yalan uydurmaktır. Yüce kitabımızda konuyla ilgili şöyle buyurulmaktadır:
وَلاَ تَقُولُوا لِمَا تَصِفُ اَلْسِنَتُكُمُ الْكَذِبَ هَذَا حَلاَلٌ وَهَذَا حَرَامٌ لِتَفْتَرُوا عَلَى اللهِ الْكَذِبَ اِنَّ الَّذِينَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللهِ الْكَذِبَ لاَ يُفْلِحُونَ
“Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için: ‘Şu helaldir!’ ‘Şu haramdır!’ demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (Nahl, 16/116)
Ayrıca, Allah’ın helal kıldığı bir şeyi, bir kimsenin, iyi niyetle de olsa haram kılma yetkisi olmadığı gibi, böyle bir davranış ve anlayış da dinen uygun görülmemiştir.r.r.
Peygamberimizin yaşadığı dönemde bazı Müslümanlar dünyadan el etek çekmek istemişler, özellikle yeme-içme, dinlenme, giyim-kuşam, evlenme ve evlilik hayatının gereklerini yerine getirme konularında mahrumiyeti yaşama biçimi hâline getirmeye yönelmişlerdir. Onların bu tutumları hem kendilerine hem de aile fertlerine zarar verdiği için, Peygamberimiz onları uyarmıştır.
وعن أَنسٍ رضي اللَّه عنه قال : جاءَ ثَلاثةُ رهْطِ إِلَى بُيُوتِ أَزْواجِ النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يسْأَلُونَ عنْ عِبَادَةِ النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، فَلَمَّا أُخبِروا كأَنَّهُمْ تَقَالَّوْها وقالُوا : أَين نَحْنُ مِنْ النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قَدْ غُفِر لَهُ ما تَقَدَّم مِنْ ذَنْبِهِ وما تَأَخَّرَ . قالَ أَحَدُهُمْ : أَمَّا أَنَا فأُصلِّي الليل أَبداً ، وقال الآخَرُ : وَأَنا أَصُومُ الدَّهْرَ أبداً ولا أُفْطِرُ ، وقالَ الآخرُ : وأَنا اعْتَزِلُ النِّساءَ فلا أَتَزوَّجُ أَبداً، فَجاءَ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم إلَيْهمْ فقال : « أَنْتُمُ الَّذِينَ قُلْتُمْ كذا وكذَا ؟، أَما واللَّهِ إِنِّي لأَخْشَاكُمْ للَّهِ وَأَتْقَاكُم له لكِني أَصُومُ وَأُفْطِرُ ، وَأُصلِّي وَأَرْقُد، وَأَتَزَوّجُ النِّسَاءَ، فمنْ رغِب عن سُنَّتِي فَلَيسَ مِنِّى» متفقٌ عليه.
Enes ibni Mâlik radıyallahu anh şöyle dedi:
Peygamber Efendimizin nâfile ibadetlerini öğrenmek üzere, sahâbeden üç kişilik bir grup, Peygamber hanımlarının evlerine geldiler. Kendilerine Efendimiz’in ibadetleri bildirilince, onlar bunu azımsadılar ve
- Allah’ın Resûlü nerede biz neredeyiz? Onun geçmişteki ve gelecekteki günahları bağışlanmıştır, dediler. İçlerinden biri:
- Ben ömrümün sonuna kadar, bütün gece uyumaksızın namaz kılacağım, dedi. Bir diğeri:
- Ben de hayatım boyunca gündüzleri oruç tutacağım ve oruçsuz gün geçirmeyeceğim, dedi. Üçüncü sahâbî de:
- Ben de sağ olduğum sürece kadınlardan uzak kalacak, asla evlenmeyeceğim, diye söz verdi. Bir müddet sonra Peygamberimiz onların yanına geldi ve kendilerine şunları söyledi:
- “Şöyle şöyle diyen sizler misiniz? Sizi uyarıyorum! Allah’a yemin ederim ki, ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’na en saygılı olanınızım. Fakat ben bazan oruç tutuyor, bazan tutmuyorum. Gece hem namaz kılıyor, hem de uyuyorum. Kadınlarla da evleniyorum. Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.” Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5. Ayrıca bk. Nesâî, Nikâh 4
Bu itibarla İslam’da kesin bir delil ile yasaklanmayan ve insanın yararına olan her şey helâldir. Bu ilke, hiçbir sınır tanımaksızın her türlü davranışı meşru sayma anlayışına düşülebilir, endişesiyle bazen ihtiyatla karşılanmıştır. Ancak ihtiyatta ölçüyü kaçırma, kişilerin gereksiz yere dinin ölçülerini sınırlandırmalarına neden olmuştur.
Ayette sözü edilen genişlik ve özgürlük, sınırın aşılmaması ve Allah’ın yasaklarından sakınma şartına bağlanmıştır. Bununla birlikte, helâllerin sınırını zorlayıp bazı haramları helâl hâline getirmemeye özen göstermeliyiz.
Helal olmak kaydıyla kazanca herhangi bir sınırlama getirilmemiştir. Kazancımız ne kadar olursa olsun her insanın harcayacağı miktar bellidir. O halde, rızık kaygısıyla harama meyletmemeliyiz. Bize düşen görev, kazanmak için çalışmak ve yüce Allah’ın bu konudaki takdirine razı olmaktır.
Şeyh Sadi ‘Gülistan’ adlı eserinde konuyla ilgili şöyle söylemektedir:
“Eğer Âdemoğlunun gönlü rızka olduğu kadar, rızkı verene de bağlı olsaydı, “Allah, sen gizli ve kendini bilmez bir nutfe hâlindeyken dahi seni unutmadı.Sana ruh, akıl, idrak, güzellik, söz, tedbir, fikir ve zekâ verdi. Omuzlarına iki pazu yerleştirdi, eline on tane parmak dizdi. A himmetsiz! Şimdi mi rızkını unutacak sanıyorsun” (Şeyh Sadî, Gülistan, s. 248-249).
Yüce Allah, yaptığımız her şeyden haberdardır ve bizi yaptıklarımızdan dolayı hesaba çekecektir. Müslümanlar olarak buna gönülden inanırız. O halde, rızkımızı haram değil de, helal yollardan kazanmaya çalışmalıyız. Haram olan bir kazanç onu kazanan kul için rızık sayılmasına rağmen haram olan rızkı, kulun kazanmasına ve yemesine yüce Allah’ın rızası yoktur.
Sabri AKPOLAT |