Dünya İle Ahiret Arasında Denge Kurmalıyız
وَلَلاَخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ اْلاُولَى
"Muhakkak ki âhiret senin için dünyadan daha hayırlıdır." (Duha, 93/4)
Kitabımız Kur’an-ı Kerim’in tasvirine baktığımız zaman dünya hayatının insanı aldatan bir meta
كُلُّ نَفْسٍ ذَآئِقَةُ الْمَوْتِ وَاِنَّمَا تُوَفَّوْنَ اُجُورَكُمْ يَوْمَ الْقِيَمَةِ فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ وَاُدْخِلَ الْجَنَّةَ فَقَدْ فَازَ وَمَا الْحَيَوةُ الدُّنْيَآ اِلاَّ مَتَاعُ الْغُرُورِ
“Her nefis ölümü tadacaktır. Böylece kıyamet günü yapıp ettiklerinizin karşılığı size tam olarak ödenecektir. Orada ateşten uzaklaştırılıp cennete konulacak olanlar, gerçek kurtuluşa ermişlerdir. Zira bu dünya hayatına düşkünlük, aldatıcı bir zevkten başka birşey değildir.” (Âl-i İmran, 3/185),
Faydası ahirete göre daha az
يَآاَيُّهَا الَّذِينَ اَمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فِى سَبِيلِ اللهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى اْلاَرْضِ اَرَضِيتُمْ بِالْحَيَوةِ الدُّنْيَا مِنَ اْلاَخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَوةِ الدُّنْيَا فِى اْلاَخِرَةِ اِلاَّ قَلِيلٌ
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, “Allah yolunda savaşa çıkın” diye çağrıldığınızda, yere çakılıp kalıyorsunuz. Sonraki hayatın iyiliklerini gözden çıkarıp, bu dünya hayatının rahatlığıyla kendinize, doyum sağlama peşindesiniz. Fakat bu dünya hayatının verdiği haz ve doyum, sonraki hayatın vereceği yanında, değersiz bir şeyden başka nedir ki!” (Tevbe, 9/38),
Oyun, oyalanma ve eğlenceden ibaret olduğunu
وَمَا الْحَيَوةُ الدُّنْيَآ اِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ اْلاَخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذِينَ يَتَّقُونَ اَفَلاَ تَعْقِلُونَ
“Bu dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ve geçici bir zevkten başka birşey değildir; ama ahiret hayatı, yolunu Allah ve kitabıyla bulanlar için çok daha güzeldir. Öyleyse, aklınızı kullanmaz mısınız?” (Enam, 6/32) görmekteyiz.
Bu durumu şu âyet gayet net bir biçimde gözlerimizin önüne sermektedir:
وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلَ الْحَيَوةِ الدُّنْيَا كَمَاءٍ اَنْزَلْنَاهُ مِنَ السَّمَاءِ فَاخْتَلَطَ بِهِ نَبَاتُ اْلاَرْضِ فَاَصْبَحَ هَشِيمًا تَذْرُوهُ الرِّيَاحُ وَكَانَ اللهُ عَلَى كُلِّ شَىْءٍ مُقْتَدِرًا
“Onlara dünya hayatının örneğini ver: (Dünya hayatı), gökten indirdiğimiz yağmur gibidir ki, onun sebebiyle yeryüzünün bitkileri boy verip birbirine karışırlar. Fakat bütün bu canlılık sonunda rüzgârın savurduğu kuru bir çer çöpe dönerler. Allah, her şey üzerinde kudret sahibidir.” (Kehf, 18/45)
اَلْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَوةِ الدُّنْيَا وَالْبَاقِيَاتُ الصَّالِحَاتُ خَيْرٌ عِنْدَ رَبِّكَ ثَوَابًا وَخَيْرٌ اَمَلاً
“Mallar ve evlatlar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (Kehf, 18/46)
Kur’an-ı Kerim yaklaşık altmış âyette dünya hayatına nötr bir yaklaşım sergilemekte, elli âyette olumsuz, yedi âyette ise olumlu mana yüklemektedir. Ancak şurasını gayet iyi bilmek zorundayız ki çizilen bu olumsuzluk, onun ontolojik (kevnî) oluşumuna değil, âhireti ihmal etmeyi yeğleyen hayat tarzınadır. O halde Kur’an’ın bu şekilde tasvir ettiği dünyanın daha ziyade “ahlakî” ve “dinî” bir terim olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Buna mukabil coğrafî anlamda yeryüzü için Kur’an da “arz” kavramı geçmektedir. Bu durumda âhiret amellerine engel olmayan dünya hayatının meşrû, mubah, nimet ve mutluluk vesilesi olduğunu dikkate almamız gerekir.
Bununla birlikte dünya ve âhiret arasında bir tercih mecburiyeti bulunduğunda, konumuzun başında bulunan ayette belirtildiği gibi bizden âhiret hayatının öncelenmesi istenmiş, aksi davranış ise kınanmıştır
اَلَّذِينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا عَلَى اْلاَخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِ اللهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا اُولَئِكَ فِى ضَلاَلٍ بَعِيدٍ
“Onlar ki, dünya hayatını biricik sevgi nesnesi olarak seçip, ahirete tercih ederler ve başkalarını Allah’ın yolundan çevirip, o yolu eğri ve dolambaçlı göstermeye çalışırlar. İşte onlar çok uzak ve derin bir sapıklık içerisindedirler.” (İbrahim, 14/3). Bu durumu bir başka âyet daha net bir biçimde ortaya koymaktadır. Buna göre; Hz. Peygamber dünya ziynetlerine meyleden eşlerini bizzat Kur’an’ın emrine uyarak ikaz etmiş, ya dünya hayatının süsünü, ya da onlardan Allah’ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih etmelerini istemiştir
يَآاَيُّهَا النَّبِىُّ قُلْ لاَزْوَاجِكَ اِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ الْحَيَوةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا فَتَعَالَيْنَ اُمَتِّعْكُنَّ وَاُسَرِّحْكُنَّ سَرَاحًا جَمِيلاً
“Ey peygamber! Eşlerine söyle: “Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedelini vereyim ve sizi güzellikle salıvereyim.” (Ahzâb, 33/28).
وَاِنْ كُنْتُنَّ تُرِدْنَ اللهَ وَرَسُولَهُ وَالدَّارَ اْلاَخِرَةَ فَاِنَّ اللهَ اَعَدَّ لِلْمُحْسِنَاتِ مِنْكُنَّ اَجْرًا عَظِيمًا
“Yok eğer sizler Allah’ı, elçisini ve ahiret hayatının güzelliklerini istiyorsanız bilin ki Allah, sizden güzel hareket ve davranışta bulunanlara, büyük bir mükafat hazırlamıştır.” (Ahzâb, 33/29).
Peygamber Efendimiz de dünya hayatında kendisini bir yolcu gibi görmüş, ebedî yurdu unutmayarak ona göre hazırlık yapmış ve ümmetine de bunu tavsiye etmiştir.
نَامَ رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم على حَصيرٍ فَقَامَ وَقَدْ أَثَّرَ في جَنْبِهِ ، قُلْنَا : يا رَسُولَ الَّه لوِ اتَّخَذْنَا لكَ وِطَاءً ، فقال
Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Uykudan uyandığında, hasır vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. Biz:
–Yâ Resûlallah! Sizin için bir döşek edinsek, dedik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:
مَالي وَلَلدُّنْيَا ؟ مَا أَنَا في الدُّنْيَا إِلاَّ كَرَاكبٍ اسْتَظَلَّ تَحْتَ شَجَرَةٍ ثُمَّ رَاحَ وَتَرَكَهَا
“Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” buyurdular. (Tirmizî, Zühd 44)
Netice itibariyle Müslüman ne dünyası için ahiretini, ne de ahireti için dünyasını ihmal etmelidir. İkisi arasında bir denge gözetmelidir. Bizler dünya hayatının bir imtihan sahası olduğunun farkında olmalı, bu fırsatı iyi değerlendirmeli ve hesabımızı ona göre yapmalıyız. Zira ahiretteki mevkiimiz dünyadaki çalışmamızın bir nevi ürünü olacaktır. Unutmayalım ki dünya nimetlerine meylederek ahiret kazancını geri plana itenler hakikatte kendilerine çok yazık etmiş olacaklardır.
Doç. Dr. Ömer YILMAZ |