Yakınlarımız yani akrabalarımız bizim için son derece önemli insanlardır. Akrabalık, ya kan bağı, ya evlilik ya da sütkardeşliği yoluyla oluşan önemli bir bağdır. Bu bağları korumamız için Rabbimiz pek çok ayette bizi uyarmıştır. Akrabalık bağının koparılması toplumun birlik ve beraberliğini zedeleyeceği gibi; bağlanması emredilen bu bağı koparmak da Allah’ın emirlerini dinlemeyip yoldan çıkan kimselerin vasfı olarak ifade edilmiştir.
Ailede sağlayacağımız adalet toplumun her alanına yansıyacaktır. Yine bir işyerinde işveren veya patron konumunda isek emrimizdeki kişilere karşı iş dağılımında ve ücretlerde adaletli davranmamız gerekmektedir. Zira çalışanın hakkının daha alnının teri kurumadan verilmesi sevgili Peygamberimizin tavsiyesidir. Çalışanların yalnızca performanslarına göre değerlendirilmeye tabi tutulması, aynı işi yapanların aynı haklara sahip olması adaletin birer yansımasıdır.
İnanç ve düşüncesi bu anlayışla yoğrulmuş olan bizler için ana-babalarımıza davranışımız konusunda aslında başka herhangi bir şeye, senede bir gün hatırlanmak için anneler veya babalar gününe de ihtiyaç yoktur.
Günümüzde, bir yıl boyunca kendisini türlü meşakkatlerle yetiştirip büyüten bir anne-babası olduğunu dahi hatırlayamayanlar için böyle özel günlerin ortaya konulması, unutulup, bir köşeye atılan ana-babaların gönüllerine acaba gerekli hisleri yaşatmaya yeterli olabiliyor mu?
Rabbimiz Allah her şeye gücü yeten ve tüm eksikliklerden uzak yüce bir yaratıcıdır. O bütün mükemmel vasıfları zatında barındırır. Her şeye gücü yeten ve her canlıya rızkını veren O’dur. Rabbimiz, biz kullarını her an gözetlemekte ve kullarının yaptıklarından en ince ayrıntısına kadar her şeyden haberdar olmaktadır. Açıklamasını yaptığımız ayet-i kerimede de Rabbimiz, içi dışı farklı olan ve ağızlarıyla inandık deyip kalben inanmayan münafıklara seslenmektedir. Buna göre sözlerimizi gizlesek de açıklasak da Allah hepsinden haberdardır.
Gittikçe kendini yalnızlaşmaya doğru iten insanoğlu, karşılaştığı problemlerin üstesinden gelememekte, bunların altında ezilip kalmaktadır. Ancak İslam’ın tesis ettiği sosyal yardımlaşma müessesesi insanı bu yalnızlıktan kurtarmakta ve sağlıklı bir cemiyetin bireyi hâline getirmektedir. İslam toplumunda fertlerin özellikle de yakın akrabaların birbirlerini gözetip ihtiyaçlarını karşılamaları bu bakımdan önem arz etmektedir. Öyle ki yapılan her türlü yardımın yakın akrabalardan başlayarak, muhtaç kimselere doğru ulaştırılması emredilen bir husustur.
Kur’anı Kerim’de insanoğlunun akıl sahibi, düşünen ve bilen bir varlık olduğuna atıfta bulunularak onun bu yönünün harekete geçirilmesi, yararlı ve verimli kılınması üzerinde önemle durulmuştur. Birçok âyette; insanın zihnî melekelerini doğru ve verimli bir şekilde kullanmasının gerekliliği sıklıkla vurgulanmış; onun gönül dünyasına hitap edilerek kendisini kuşatan bütün varlıklar üzerinde; hatta insanlığın var oluşundan âkıbetinin ne olacağına kadar her şey üzerinde düşünüp taşınmaya ve bunlardan önemli dersler çıkarmaya çağrılmışt
İnsanlığın ortak değeri olarak nitelendirebileceğimiz adalete, dinimizde de büyük değer verilmiş, bu ayette olduğu gibi değişik vesilelerle adaletin ayakta tutulması emredilmiştir. Adalet, kanun önünde herkesin eşitliği, kültür, bilgi ve statü farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranılmaması demektir. Öz bir ifadeyle adalet, insan niteliğine haiz herkese aynı derecede akraba, aynı derecede de yabancıdır. Onun merkezinde, sadece hak ve hakkaniyet vardır.
Dinimizin emir ve yasakları incelendiğinde, hepsinde birey ve toplumun maddi ve manevi yararının gözetildiği görülmektedir. Bu nedenledir ki dinimiz, birey ve toplum olarak bizim için son derece önemli olan temizliğe büyük bir önem vermiştir. Dinimize göre beden, elbise, mesken ve çevre temizliği gibi maddi temizlikten ayrı olarak bir de hükmî temizlik kavramı vardır. Bu tür temizlik, kişinin durumuna göre abdest ya da gusül ile sağlanır. Abdest ve gusül başlı başına maddi temizlik özelliği de taşıyıp sağlık açısından bir dizi faydalar içermekle birlikte esasen bir hükmî temizlik işlemi ve arınma yoludur. Su bulunmaması durumunda abdest ve guslün bu işlevi teyemmüm ile yerine getirilir.
Her konuda olduğu gibi temizlik konusunda da örnek alacağımız ve öğütlerine uyacağımız insan, Peygamberimizdir. O, temizlik bilmeyen bir toplum içinde dünyaya geldiği halde herkesin dikkatini çekecek şekilde temizliğe, kılık ve kıyafet düzgünlüğüne özen gösterirdi. Temizliğe riayet etmeyenleri, bozuk kılık ve kıyafetle dolaşanları ve çevresini kirletenleri gördüğünde bundan rahatsız olur ve bu kimseleri uyarırdı,
Helâl, Kur'an ve Sünnet'in helâl kıldığı, dinin serbest ettiği, yapılmasını uygun gördüğü, izin verdiği, hakkında yasaklama veya kısıtlama bulunmayan şeylerdir. Mübah ve caiz gibi terimlerle ifade edilir.
Helâli aramak farzdır. Mümin, helâl ve temiz olan şeyleri tüketmek zorundadır. Yediği ve kullandığı şeyler temiz olmalıdır. İlk insan ve ilk Peygamber olan Hz. Âdem'den (a.s) kıyamete kadar bütün müminlere helal ve temiz şeylerden yenmesi emredilmiştir.