Fıkıh, lügatta «Bir şey'i bilmek»
demektir. Bilâhare şeriat ilmine tahsis edilmiştir. Kelimenin mazisi
fıkıha şeklinde okunursa masdarı fıkhan gelir ve bildi mânâsını ifade
eder. Fekuhe okunursa masdarı fekahaten gelir ve fekîh oldu mânâsına
kullanılır.
Istılahda usul-i fikıh ulemasına göre
fıkıh :
Tafsîlî delillerinden çıkarılan şer'î olan
fer'î hükümleri bilmektir. Fıkıh ulemasına göre fürüa aid meselelerden
en az üç meselenin hükmünü bilmektir. Ehl-i hakikata göre ise ilimle
ameli bir araya getirmektir. Çünkü Hasan-ı Basrî, «Fakîh ancak dünyadan
yüz çevirip âhirete yönelen ve kendi kusurlarını gören kimsedir.»
demiştir.
İZAH
Istılah: Lügatta «ittifak» mânâsına gelir.
Istılahan ise ulemadan bir taifenin bir sözü kendi mânâsından çıkarıp
başka bir mânâda kullanmak için ittifak etmeleridir.
Burada ilimden murad, Kemâl bin Hûmâm'a
göre tasdiktir. Tasdik zarurî olsun nazarî olsun, doğru veya hata olarak
kat'î bir şeyi anlamaktır. Çünkü fıkhın hepsi kat'idir. Binaenaleyh
şer'î hükümlerde zanna düşmek ve keza zannî hükümler fıkıhtan mâ'dud
değildir. Bazıları buradaki ilmi zannî olan şeylere tahsis etmişlerdir.
Bu takdirde sübutu kat'î olarak bilinen şeyler fıkıhtan sayılmazlar.
Birtakım ulema ilmi hem kat'iye hem zanniye şâmil kabul etmişlerdir.
Müteehhirinden birçokları. «Hak budur» demiş; selef ve halefin böyle
amel ettiklerim söylemişlerdir. Binaenaleyh burada ilimden murad; hem
yakîne hem de zanna şâmil olan idraktır. Nitekim mantık'ın ıstılahı da
budur.
Birinci kavle göre ise murad; zannın
mukabilidir. Usul-i fıkıh ulemasının ıstılahı da budur.
Hüküm: Bazılarına göre Allah Teâlâ'nın
mükellef kullarının fiillerine teâllûk eden hitabıdır. Fakat Sadrı'ş-Şeria
buna itiraz etmiş, «Fukahanın ıstılahına göre hüküm; Allah'ın hitabı ile
sâbit olan şeydir. Mecazen mahlûka halk denildiği gibi, hitab ile sabit
olan şeye de mecazen vücup ve hürmet denilmiş, sonra örfî hakikat
olmuştur», demiştir. Bu kayıtla zat, sıfat ve fiilleri bilmek tariften
hariç kalır.
Tarifteki şer'î kaydından murad: Ancak
şeriat sahibinin hitabı ile anlaşılan şeylerdir. Bu hususta hitabın
bizzat hükme teallûk etmesiyle hük mün nazirine teallûku arasında fark
yoktur. Şu halde imanın vücubu gibi şeyler bu kayıttan hariç kaldığı
gibi akıldan alınan «Bu âlem hâdistir» gibi kaziyyeleri, histen alınan
«Ateş yakıcıdır» gibi hükümleri ve keza ıstılahtan alınan «Fâil merfûdur»
gibi hükümleri bilmek de hariç kalır.
Fer'î kaydından murâd: Fer'i meselelere
teâllûk eden hükümlerdir. Bununla icmaın veya kıyâsın hüccet oluşu gibi
aslî hükümler tarifden hariç kalırlar. İmanın vacip olması gibi itikadî
hükümler ise şer'î kaydı ile tarifden çıkarılmıştır.
Delillerden murad: Şer'î hükümlere mahsus
olan kitap, sünnet, icmâ-i ümmet ve kıyas'dır. Bu kayıtla mukallidin
ilmi, tarifden hariç kalır. Çünkü müçtehidin kavli her ne kadar onun
için delil ise de, bu dört delilden biri değildir. Delil ile hasıl
olmayan ilm-i İlâhî ile Cibrîl'in ilmi gibi şeyler de tarifden hariçtir.
«el-Bahr» nâm eserde beyan edildiğine göre Peygamber (s.a.v.) in
içtihadla hâsılolan ilmine fıkıh denilip denilemeyeceği hususunda
ihtilâf vardır. Zâhire bakılırsa onun ilmi, şer'î bir hükme delil olduğu
için fıkıh değildir. Fakat şer'î bir delilden hâsıl olduğu için
ıstılahan fıkıh denilebilir.
«El-Bahr» da şöyle deniliyor: «Hâsılı usul
ilminde fıkıh yukarıda görüldüğü vecihle hükümleri delillerinden alarak
bilmektir. Şu halde bu ulemaya göre fakih ancak müçtehiddir. Onların
meseleleri bilen mukallide fakîh demeleri mecazidir. Fukahanın örfünde
ise mukallide fakîh ıtlâk-ı hakikattır. Fukahaya vakıf veya vasıyet
edilen bir şeyin mukallidlere sarfedilmesi buna delildir». «et-Tahrir»
nâm eserde beyan edildiğine göre feri meseleleri bilen kimseye mutlak
surette fakîh nâmı vermek şuyu bulmuştur. Meselelerin delillerini bilip
bilmemesi fark etmez. Bugün örf ve âdet budur. Usul-i fıkıh uleması
âdetin delaletiyle hakikatın terk edileceğini söylemişlerdir.
Binaenaleyh vakıf veya vasıyet eden kimsenin sözü kendi zamanında örf ve
âdet olan mânâya hamledilir. Zira örfen sözünün hakikatı odur. Bu örfün
karşısında asıl olan hakikî mânâ terk edilir.
Ehl-i hakikattan murad: Şeriatla tarikat
ilimlerini bilen ulemadır. Hakikat, şeriatın özüdür. Tamamı ileride
görülecektir.