İKRAH KİTABI
METİN
İkrah sözlükte, bir insanı tabiatı icabı veyaşer'î bakımından çirkin gördüğü şeye zorlamaktır.
Bir terim olarak ise; bir kimseyi korkutarak rızası dışında ona istenilen bir fiili
zorla yaptırmaktır. Bu
da iki çeşittir:
Birincisi tam zorlamadır ki buna ikrah-ı mülci de denir. Bu, nefsi
veya azayı telef etmek, yahut
şiddetli dövmekle yapılan zorlamadır. Eğer böyle olmazsa eksik olur
ve mülci zorlamaya girmez. Bu
da gayr-i mülci zorlama adını alır.
Zorlamanın dört şartı vardır: Zorlayan kimsenin
ister Sultan. ister hırsız ister benzeri olsun,
söylediği şeyi yapabilme gücüne sahip olmasıdır.
İkincisi, zorlanan kimsenin (mükreh) zannı
galibine göre kendisine
yapılacağı söylenen şeyin o anda yapılmasından
korkmasıdır. Ki bu
zorlama mülci olabilsin. Üçüncüsü, onu korkuttuğu şey onun ya nefsini, ya azadını telef etmeli veya
rızayı yok eden bir üzüntüye
sebeb olmalıdır. Bu da zorlamanın en aşağı derecesi
olup kişiden
kişiye değişir. Zira eşraftan
olan kimseler acı bir sözle de üzülürler. Ama bayağı
kimseler ise çoğu
kez ancak şiddetli darb ile üzülürler. İbnî Kemâl.
Dördüncüsü, bir fiili işlemesi
için zorlanan kişinin zorlanmadan önce o işi yapmaktan kaçınmasıdır.
Ya kendi hakkı için, meselâ malının
satışı gibi; veya diğer bir kimsenin
hakkı için ki onun malını
telef etmek gibi, veya şeriatın
hakkı için, içki içmek ve zina etmek gibi. Öyleyse
öldürmekle veya
telef edecek şekilde dövmekle. ama bir veya iki sopa
ile de başına veya gözüne vurulmakla veya
uzun zaman hapis veya bağlanmakla tehdit edilse. ikrah kabul edilir.
Ama bir gün hapis veya bir
gün bağlama veya şiddetli olmayan
bîr vuruşla tehdit olunması yukarıdakilerin aksinedir.
Ancak
mevki sahibi bir kimse şiddetli
olmayan
bir darbla tehdit edilse yine zorlama
kabül edilir. Dürer.
Bir kimse malını satması, alması
veya bir şeyle ikrar etmesi veya
bir malı kiraya vermesi için
böyle
zorlansa, zorla yaptığı akti feshedebilir. Bunların birisinin
ölümü ile veya alan kimsenin ölümü ile
veya münfasıl bir ziyade
ile fesih hakkı bâtıl olmaz. Bu adam haddi aşma ile de zamin
olur. İleride
gelecektir ki, her ne kadar sattığı mal el değiştirse veya imza etmiş olsa bile yine sattığını geri alma
hakkına sahiptir. Zira zorlama ister mülci olsun, ister olmasın,
insanın rızasını yok eder. Rıza da bu
akitlerin hepsinde geçerlilik şartıdır. Yine ikrarın da sıhhatinin
şartıdır. Bundan dolayı da zorlanan
kimseye fesih veya tasdik hakkı tanınmıştır.
Bize göre bu akitler nâfızdir. O
zaman bir kimsenin zor altında sattığı malı müşteri kabzettiği
takdirde ona mâlik olur. Köle azad etse, azadı geçerlidir. Yine,
nakzı mümkün olmayan tasarrufların
hepsinde akit geçerlidir. Ancak
fakir bile olsa azad ettiği kölenin azad sırasındaki
kıymetini vermesi
gerekir. Zâhidî. Çünkü azad etmekle fasit akitle onu telef etmiş
olur.
Zorlanan kimse sattığı malın semenini alırsa veya mebii isteyerek
teslim ederse, akit geçerlidir.
Yani bağlayıcı olur. Zira geçtiği gibi zorlananın akîtleri üç
imamımıza göre de geçerlidir. Çünkü rıza
ve icazete bağlı olan akitin
gerekliliği olup geçerliliği değildir. Zira lüzum geçerliliğin
ötesinde bir
iştir. Nitekim İbni Kemâl de
böyle tesbit etmiştir.
Ben derim ki: Zorlamanın kâidesî şudur: Satım alım ve kira
gibi şaka ile sahih olmayan akitler
zorlama ile yaptırılırsa, fasit olarak meydana gelir. Yalnız zorlanan onu iptal edebilir.
Nikâh, talâk ve
azad gibi şaka ile de sahih olan işlerde zorla akit yaptırılırsa o zaman zorlayan kimse zorla
yaptırdığı şeye zamin olur.
Nitekim ileride gelecektir.
Zorlanan kimse sattığı malın kıymetini
zorlanarak alırsa akit bağlayıcı olmaz. Geri verebilir. Eğer
semen onun elinde helâk olursa zamin olmaz. Çünkü semen onun elinde
emanet hükümlerine
tabidir. Dürer.
Şu kadar var ki, ikrahen yapılan
fasit akit dört durumunda fasit satım
akdine aykırıdır.
Birincisi, zorlanan kimsenin icazeti ile icazeti ister sözle,
ister fiilî olsun, akit caiz olur.
İkincisi, zorla yaptırılan
satım akdinde müşteri aldığı malda tasarruf yapmış olsa hatta birkaç el
değiştîrmiş olsa da yine akit
bozulur.
Üçüncüsü, zorla yaptırılan azadda, kabız
vaktindeki değil, azad ettirme
vaktindeki kıymeti itibar
edilir.
Dördüncüsü de, zorla satılan
malın kıymeti veya zorla aldırılan mal zorlanan kimsenin elinde
emânettir. Çünkü müşterinin
izni ile semeni almıştır. Haddi aşmadığı takdirde zamin de
olmaz. Ama
fasit satım akdi bey' bu
şekillerin aksinedir. Bezzâziye.
Sultanın emri, herne kadar ölümle tehdit etmese bile zorlamadır. Ama Sultandan başkasının emri
zorlama değildir. Ancak zorlanan kimse hâlin delâleti
ite söylenilen işi yapmadığı takdirde
öldürüleceğini veya bir azasının telef edileceğini veya ölüme sebeb olabilecek veya bir azasının
telefine sebep olabilecek şekilde
dövüleceğini bilirse, o zaman başkasının emri de zorlama olur.
Minyetü'l-Müftî.
Fetvâ da bununla verilir.
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «Koca karısının
sultanıdır. Öyleyse kocanın karısına
söylediği sözle
zorlama gerçekleşir.»
İZAH
İkrah kitabının muvâlât
konusundan sonra yer alması hususunda âlimler
tarafından şöyle
denilmiştir: Velâ azad edilmenin eserlerindendir. Azad edilmede ise
zorlama etkili olmaz. O halde
zorlamayı velâdan sonra zikretmek uygundur. Veyahut da zorlama da muvâlât gibi nadir
hadiselerden olduğundan onun
arkasında zikredilmiştir.
«Bir fiili ilh...» Yani haklı
olmayan
bir fiil İle. Zira haklı olan bir şeye zorlamak şer'an insanın
ihtiyarını yok etmez. Erkeklik kudreti olmayan bir kimsenin, hâkimin tanıdığı sürenin bitiminden
sonra, hâkimin onu karısından ayrılmaya
zorlaması gibi. Çünkü bu bir hakla
zorlamaktır.
Görülmüyor mu ki, borçlu olan kimseyi hâkım malını satması için
zorlasa. onun zorla satışı nafiz
olur. Hakim onu haklı olarak zorlamıştır. Veya bir zımmînin kölesi müslüman olsa, zımmîye
müslüman olan kölesinin satışı için zorlanmış olsa, yine onun satışı nafiz olur. Ama haksız olarak
bir şeyi satmaya zorlamak bunun aksinedir. Minah, Meçmaü'l-Fetâva'dan.
Buradaki fiil, hükmen fiil
olanı kapsamına alır. Birisi, hiçbir şeyle tehdit etmeden bir adamı diğerini
öldürmesi için emretse. ancak emrolunan kişi halin delâleti
ile eğer öldürmezse kendisine emreden
kişinin kendisini öldüreceğini veya
bir azasını telef edeceğini bilse, bu da zorlama olur. Kuhistânî.
Bu konu ileride gelecektir.
Bu fiil, sözle yapılan tehdidi de kapsamına
alır. Bundan dolayı da Dürer'de
«Buradaki fiil kelimesi
lafızdan ve diğer azaların
amelinden daha geneldir» denilmiştir.
«Zorla yaptırmak ilh...» Öyle ki, o zorlama ile zorlama cebir sınırına ulaşmasa da, zorlanan kimsenin
rızası yok olur. Bu yok oluş
onun ihtiyarını ifsad eder. O zaman
bu tarif zorlamanın iki kısmını da
kapsamına alır. Nitekim yakında
açıklama olacaktır.
«İki çeşittir ilh...» Bunların her iki çeşidi de insanın
rızasını yok eder. Şu kadar var
ki, tam ikrah fiili
yapmayı gerektirir ve ihtiyarı da ifsad eder. O halde rızanın
yok olması insan ihtiyarını ifsad
etmekten daha geneldir. Rıza, kerâhet karşılığıdır. İhtiyar ise cebrin karşılığıdır. O halde hapis veya
dövmekle zorlamakta sahih ihtiyar gerçekleşse
de kerahetin ve razı olmamanın bulunmasında
şüphe olmaz. Çünkü ihtiyarın fesadı ancak
bir nefsi veya azayı yok etmekle korkutmakla olur.
Bunun hükmü ise mülci ikrahla
hasıl olduğu takdirde yapılan fiil,
fiili yaptırana nakledilir.
Zorlamanın zorlayana alet olması
sahih olan hususlarda. Nasıl, sanki adam
öldürmek ve malı yok
etmek gibi bir fiili kendisi
yapmış gibi olur. Zorlanan eğer
zorlayan kimseye alet olacak yerde ise, o
zaman o fiil yalnız zorlanan kimsenin
üzerine ihtisar edilir. Sanki o kendi ihtiyarıyla yapmış gibi
olur. Yemek ve konuşmak gibi.
Çünkü insan başkasının dili ile konuşamaz. başkasının ağzı ile
yiyemez. O halde yemek ve konuşmak fiili yiyen ve
konuşandan başkasına izafe edilemez. Ancak
onda telef olursa o zaman nefsi
veya azayı telef etme tehdidi ile
yapılan fiil zorlayan kimseye izafe
edilir. Çünkü bu fiilde zorlanan
kimse zorlayan kimseye âlet olması mümkündür. Meselâ. kölenin
azadı üzerine zorlasa, kölenin azadı vaki olur. Kendi ihtiyarıyla
yapılan azad gibi olur. Azad edilen
kölenin velâsı da onundur. Ama kendi nefsinin ve azasının telef olmasından korktuğu için azad
ettiğinden bu azad etme fiili
zorla azad ettiren kimseye
izafe edilir. Azad eden kimse rücu
ederek
kölenin kıymetini ondan alır. Bu konunun tamamı Tebyîn adlı eserdedir.
«Azayı telef etmek ilh.. »
Parmak ucu gibi, bir azanın bir kısmının telefi ile
tehdit edilmesi de bir
azanın telefi ile tehdit edilme
gibidir. Şurunbulâliye.
«Şiddetli dövmekle ilh...»
Şurunbulâliye'de Burhan adlı eserden
naklen. «Veya öyle bir darbla ki o
darbla nefsinin veya bir azanın telef olmasından korkar» sözü ile tabir
edilmiştir.
«Böyle olmazsa eksiktîr
ilh...» Hapis, bağlamak ve az bir dövmekle korkutmak gibi. İtkanî.
«İster Sultan, ister hırsız ilh...» Sultan ve başkasının zorlayıcı olmaları İmameyne
göredir. İmam Ebû
Hanîfe'ye göre ise zorlama ancak
sultandan gerçekleşebilir. Zira kudret engelsiz olmaz.
Engel de
ancak sultanın elindedir. Fakihlere göre imamlar arasındaki ihtilaf hüccet ve delilden dolayı olan
ihtilaf değil, asır ve zamandan
ileri gelen ihtilaftır. Çünkü İmam-ı Azam
zamanında Sultandan
başkasında kimse ikrah ettirdiği şeyi tahakkuk ettirme gücüne sahip değildi. O da zamanında
müşahede ettiğine göre cevap
vermiştir. İmameynin zamanında ise, fesat
açığa çıkmış ve her zorba
istediğini yapabilme gücüne ulaşmıştır.
O zaman zorlama herkes için gerçekleşmektedir. Fetvâ
imameynin görüşü üzerine verilir, Hülâsa adlı eserde de böyledir. Dürer.
Kuhistanî de buradaki hırsız kelimesini Sultandan başka olan zalim
zorbalar şeklinde tefsir etmiştir.
Hatta şöyle demiştir: Burada hırsız kelimesini zikretmesi, îmam Muhammed'in ifadesi ile teberrük
etmek içindir. Bundan dolayı da
İmam Muhammed'i çekemeyenlerin
bazıları halifeye giderek «İmam
Muhammed kitabında sana hırsız
diyor» demişlerdi. Bunun tamamı
Kuhistanî'dedir.
«İster benzeri ilh...» Bizim Kuhistânî'den naklen zikrettiğimize binâen
bu görüşe hiç ihtiyaç yoktur.
«Halen yapılmasından ilh...»
Burhan adlı eserden naklen Şurunbulâliye'de de böyledir. Açık olan,
bu sözün zikredilmesi
ittifaklıdır. Zira bir süre sonra telef edilecek bir şeyle tehdit
etmiş olsa,
tehditle zorlanan kimsenin gâlip
zannı üzere zorlayanın onu yapacağını bilse, yine mülcî ikrah olur.
Düşünülsün.
Şu kadarı var ki şârih, sonunda
zikredecektir ki, onun gâlip zannı üzere
zorlananın yapması ancak
zorlayanın yanında hazır
olduğu sürece mübahtır. Yoksa onu yapması
helâl olmaz. Düşünülsün.
«Mülcî olabilsin ilh...» Bu şartlar yalnız mülcî ikrahın değil, mutlak ikrahın şartlarıdır. Öyleyse en
uygunu Dürer'in, «Zorlanan kimse ondan istenilen fiili mehmul olabilsin.»
tabiridir. Biz yukarıda
zikrettik ki, hamilden maksat da rızayı yok eden bir hamildir.
O zaman bu tarif ikrahın her ikisini de
kapsar.
«Nefsini ilh...» İster hakikaten, ister hükmen olsun. Meselâ malının
hepsini telef etmesi gibi. Zira
malının hepsini telef etmek de canın kardeşidir. Zahidî'de olduğu
gibi. Kuhistanî.
Kuhistanî'nin malın tamamı ile kayda
bağlaması, şârihin son olarak Kınye'den naklettiğine işaret
ettiği ifadeye aykırıdır.
Nitekim Allah dilerse ileride
bunu açıklayacağız.
«Rızayı yok eden bir üzüntüye
sebep olmalıdır ilh...» Yani zorlanan
kimsenin sahih ihtiyarının
devamı ile rızayı yok eder.
Yoksa, telefle zorlamak yine rızayı yok eder. Şu kadar var ki telefle
zorlama, ihtiyar da ifsad eder. Yukarıda
zikrettiğimiz gibi.
«Kendi hakkı için ilh...» Üzerinde zorlandığı şeyin
yapılmasından imtina eden mükrehin kendi halis
hakkı olduğu için imtina
etmesidir. Meselâ kendi malının telefi üzerine zorlanması
gibi. Velev ki
satış gibi bir ivazla malının
telefi için zorlansın. Bundaki ikrah, mülci olmayan ikrah da olabilir. Ama
bundan sonraki kısımlarda ise mülci olmayan bir ikrahla ikrah olmaz. Nitekim gelecektir.
«Telef edecek şekilde dövmekle ilh...» Bunda bir görüş vardır ki, satım akdi ve benzerinde gelecek
tasarruflarda ikrah mülcî olmayan
ikrah ile de gerçekleşir. Nitekim yukarıda geçti ve gelecek de.
Çünkü mülcî olmayan ikrah da rızayı yok
eder. Telef eden ikrah ise mülcî ikrahtır. O sebeple
rızanın
yok olması mülcî ikraha bağlı
olmaz. İşte bundan dolayı musannıf
ileride «bir gün hapisle tehdit
yukarıdakinin aksinedir» demiştir. Çünkü bir gün hapisle
tehdit ederek bir fiili yaptırmak
insanın o
fiili yapmasındaki rızasını yok etmez.
«Başına veya gözüne vurmakla ilh...» Çünkü başına veya gözüne vurmakta
başın ve gözün telef
olmasından korkulur.
«Uzun zaman hapis veya bağlamakla
ilh...» Yani nefsini hapsetmekle. Zeylâî. «Anne ve babasının
veya çocuklarının hapsi ile tehdit ederek bir şeyi
yapmaya zorlamak ikrah sayılmaz.
Çünkü mülcî
olmayan zorlama olur. Ve rızayı da yok
etmez. Ama nefsini hapsetmekle tehdit
ederek yaptırmak ise
bunların aksinedir» demiştir.
Şu kadar var ki, Şurunbulâliye'de
Mebsût'tan naklen şöyle denilmektedir: «Anne, baba ve
çocukların hapsiyle tehdit
ederek zorlama yoluyla bir şey yaptırmak, kıyasen zorlama olmaz.
İstihsâna göre ise, babayı
hapsetmekle tehdit ederek zorlamak ikrâhtır.
«Turi de şöyle demektedir: «İstihsânın
şeklinde itimad edilen, anne ve babanın hapsi ile çocuğun
hapsi arasında bir fark
yoktur.»
Kuhistanî de, «Anne ve
babanın, çocuğun ve insanın mahremi
olan bunlardan başka yakınlarının
farkı yoktur» diye
zîyadeleştirerek bunu Mebsut'a nisbet
etmiştir.
«Ama bir gün hapis veya bir gün
bağlama ilh...»Bu görüş, uzun hapsin
bir günden fazla olan hapis
olduğuna işaret etmektedir. Aynî
ve Zeylâî'den de bu anlaşılır T.
Hânîye'de şöyle denilmektedir: «Bir tek sopa vurmak, veya bir gün
hapis veya bağlamakla tehdit
ederek bin dirheme borçlu
olduğunu ikrar ettirmek .zorlama olmaz.»
Açık olan odur ki, az bir malda da zorlama olur.
«Mevki sahibi bir kimse ilh...» Zira onun zararı şiddetli dövmenin zararından daha çoktur. Onunla
da rızasız yaptığı kabul edilir.
Zeylâî.
Muhtaratü'n-Nevâzil'de de, «Zayıf bir kimseyi bir gün hapis, bağlama
veya şiddetli olmayan
dövme
ile tehdit yine zorlamadır» denilmiştir.
«Zorla yaptığı akti feshedebilir ilh...»
Bu görüş, ikrarı kapsamaz. O halde bunu mecaz olarak
söylemiştir. Veya
akitlerle yetinmiştir. Nitekim
Kuhistânî' de bu hususa dikkat çekmiştir.
MÜKREHİN SATIM AKDİNİN FASİT
OLMASI
«Bâtıl olmaz... imza etmiş olsa dahi ilh...» Bu söz musannıfın Minah üzerindeki
hâşiyesinden
alınmıştır. Musannıf Minah
üzerindeki hâşiyede, «Haddi aşma ile zamin olur» sözünden sonra,
«Düşünülsün» demiştir.
Musannıf, «Düşünülsün» sözüyle «Haddi aşma ile zamin olur»
sözünü
bilerek zikretmiştir. Bu da güzel bir bilmedir. Zira fakihler, zorlanmış
kimsenin satımının fasit
olduğunu açıklıkla söylemişlerdir. Ancak dört durum
müstesna olup, bunlar metinde gelecektir.
Câmiü'l-Fusûleyn'de şöyle
denilmiştir: «Fasit satılmış bir mebiden olan fazlalıklar
hayvan ise
doğurması, ağaç ise meyve vermesi gibi fazlalıklara haddi
aşma olmaksızın değil haddi aşma ile
zamin olur. Ama tehditle zorlanarak satılan
mal helâk olursa, onu zorla satan kimse
mahkeme
yoluyla onun kıymetini ve
zâid olan şeyleri alır. Fakat ondan
doğmayan ve ayrı olan ziyadeler ise,
bunları da mebi ile birlikte geri alır. Ama o ziyadeler zorla satan
adama helâl değildir. Eğer o zevâid
müşterinin elinde helâk olursa müşteri zamin olmaz. Ama eğer müşteri helâk ederse,
imameyne
göre zamin olur. Ebû Hanife'ye göre zamin olmaz. Ayrı olan ziyadeler değil de yalnız mebi
helâk
olursa yalnız mebi alır. Ziyadeler müşterinin olur. Ama mebîden doğan
ziyadeler bunun hilafınadır.»
«Birisinin ölümü ile ilh...»
Zorlanan veya zorlayanın ölümü ile. Zira müşterinin varisinin müşterinin
yerine geçmesi gibi zorlama veya zorlayanın varisi de onun yerine geçer.
«Münfasıl bir ziyade ile ilh...»
İster o ziyade zorlayarak sattırılsın mebiden olsun, meyve gibi, ister
ondan almasın, zorla sattırılan kölenin kazaya uğraması sebebiyle alınan erşi gibi, yağ
gibi ikrahen
sattırılan mebiden doğan
muttasıl bir zaid gibi. Ama mebiden doğmayana gelince, zorla sattırılan
kumaşın müşteri tarafından
boyanması veya dikilmesi veya
yağla karıştırılmış tarhana gibi
olursa, o
zaman zorla malını satan kimsenin sattığı malı geri alması ancak müşterinin rızası ile olur. Bu
hüküm, bu şekilde fasit satım akdinde de zikredilmiştir.
Bahır'da şöyle denilmektedir:
«Müşteri, zorla satın aldığı malda, gasbta mülkiyet hakkını düşürecek
bir fiil işlese. meselâ buğday olan mebînin müşteri tarafından
öğütülmesi gibi, o zaman, zorla satan
kimsenin geri alma hakkı kalmaz.»
«İnsanın rızasını yok eder
ilh...» İbni Kemal şerhinin hâmişinde şöyle der: «Sadrı Şerîa, rızanın
yok
olmasını mûlcî olmayan ikrah
ile tahsis etmesinde hata etmiştir.»
«Fesih ve tasdik hakkı
tanınmıştır ilh...» Çünkü sıhhat şartı olan rıza yoktur. O halde, zorla satan
satıcı muhayyerdir. Çünkü
rızaya itibar edilmesi gayrin hakkı
için değil, satıcının kendi hakkı içindir.
İşte bundan dolayı ikrahen yapılan bir satım akdi diğer fasit satımlara aykırıdır. Çünkü diğer fasit
satımlarda fesih hakkı sıhhat şartı olmayınca vacib olur. Zira
diğer fasit satımlarda fesat şerîatın
hakkından dolayı vardır. Fakihler ise açıklıkla zorla yapılan satımın beyin mevkuf
satıma da fasit
beye de benzediğini söylemişlerdir.
«Bize göre bu akitler nâfizdir
ilh... » Yani, üç imama göre, nâfizdir, mevkûf değildir.
«O zaman ilh...» Yani biz, bu akitler nâfizdir. mevkuf değildir dediğimiz zaman müşterinin kabzı ile
mülkiyeti ifade eder. Yani zorla yapılan satış ve alışta müşteriye
mülkiyet sabit olur. Çünkü o da
diğer fasit satımlar gibi fasit
bir satımdır.
İmam Züfer diyor ki: «Zorlama ile
yapılan alış ve satışa mebiin
mülkiyeti müşteriye sabit olmaz.
Çünkü fasit bir satım değil,
mevkuf bir satımdır. Nasıl ki adam muhayyerlik şartı
ile satsa ve malı
teslim etse, bunun fasit değil,
mevkuf olması gibi.» Zeylâî.
İbni Kemâl da şöyle der:
«Zorlama satımın geçerliliğine engeldir diyenler sağlam yoldan
sapmışlardır.» İbni Kemâl. Sadrı Şerîa'nın
hata ettiği yerlerde, hâmişınde şöyle
yazmıştır: «Sanki
Sadrı Şeria nâfizin mevkuf
karşısında olan bir kelime olduğundan gâfildir. O halde nâfiz olmayan
bir satım mevkuf olmuş olur. O zaman
onun zikrettiği Züfer'in görüşü
üzerine intibak eder.» Biz
bunun cevabını yakında zikredeceğiz.
«Nakzı mümkün olmayan tasarrufların hepsinde akit sahihtir
ilh...» Yani tedbir, istilad ve talâk gibi
nakzı mümkün olmayan tasarruflarda akit geçerlidir. Ama
satım hibe, sadaka ve benzeri gibi
nakzı
mümkün olan tasarruflarda da akit sahih olmaz. Kuhistâni.
«Semenini alırsa ilh...» Musannıfın bu görüşü geçmişte anlaşılan muhayyerlik üzerine tefri
edilmiştir. Muhayyerlik şudur: Satımın tamamı sahihe inkılab etmesi
için mükreh olarak satan
adamın icazetine bağlıdır. Zira fesat şeriatın hakkı üzerine değil,
onun hakkı üzerine bina
kılınmıştır. O halde sanki musannıf burada o satımın sıhhati, satıcının
rıza ve icazeti üzerine
bağlıdır. Zorlamakla malını satan kimse semeni kabzetmekle veya
mebii arzusuyla teslim etmekle
rızasını göstermiş olduğundan
fasit satım sıhhata inkılab eder demek istemiştir. İbni
Kemâl.
«Mebii isteyerek teslim ederse
ilh...» Musannıfın burada «mebi» ile
kaydetmesi hibeden kaçınılması
içindir. Zira hibe için zorlanmış olsa, zorlayan, «Hibe et» dese, vermeyi zikretmese, o da hibe etse
ve hibe ettiği şeyi verse, bâtıl olur. Çünkü zorlayan kimsenin kasdı yalnız
mücerret lafız değil,
istihkaktır. İstihkak da hibede vermesiyle olur. Satım akdinde ise âkitle olur.
O zaman hibe üzerine
zorlamaya teslim de girer. Ama satımda girmez. Hidâye.
Bezzâziye'de de vermenin hibeye
girmesi zorlayan kimsenin huzuru ile
kaydedilerek şöyle
denilmektedir: «Hibe üzerine zorlamak teslim zamanında zorlayan hazır olursa, teslim etmek üzere
de zorlamadır. Eğer hazır değilse, o zaman hibe üzerine zorlama
ne kıyasen, ne de istihsânen
teslim etmeye zorlama değildir.»
Musannıf «Bâtıldır» sözüyle fasit olmasını irâde etmiştir.
Çünkü müşteri zorla sattırılan malı
kabzettiği takdirde o mala fasid yolla
mâlik olur. İtkanî.
«Akit nâfizdir ilh...» Çünkü rıza mevcuttur.
«Zira geçtiği gibi ilh...» Musannıfın bu sözü «nâfiz»in «lüzum»la tefsir edilmesinin illetidir.
Bunun
gerçeği de, nâfız olmakla lüzumun birbirinden ayrı olmalarıdır. O halde nüfuzdan maksat, aktin
bağlanmasıdır. Lüzumdan maksat da satım aktinin sıhhatidir. O zaman
zorlananın satımı nâfizdir.
Yani akti bağlanmıştır. Çünkü
satım akti, yetkili kimseden
yerinde sadır olmuştur. Bu satımın fasidi
de vardır, sahihi de vardır. Bu akit ise
sahihtir. Çünkü satan kimsenin rızası satımın sıhhat
şartlarındandır. O da burada
yoktur. Bu şart bulunduğu zaman ise sahih
ve lüzumlu olur. Bu tefsir
de geçen «nâfiz mevkûfun
karşılığıdır.» ifadesine uygun olur.
Zira mevkuf Bahır adlı eserin satım
akdi bahsinde olduğu gibi, açık
şekilde hükmü olmayandır. Yani üzerinde tevakkuf ettiği şey
bulunmazdan önce satım hükmünü
ifade etmez. Bu ise. mülkiyet olan
satımın hükmünü razı
olmazdan önce ifade eder, şu kadar var ki, kabzetmek şartı ile. Diğer
fasit satımlarda olduğu gibi.
Bize göre. bu akit de diğer
fasit satımlardandır. Nitekim bütün fakihler de böyle açıklamış-tır. İmam
Züfer'e hilafen.
İşte bu yazıyla açığa çıkmaktadır ki, lüzum, nâfiz oluşun
ötesinde bir şeydir. Nitekim Kemâl de
bunu
incelemiştir. Zira o, Tahâvî şerhinden şunu nakletmiştir: «Zorlanarak satılan mebî, birkaç el
değiştirdiği zaman, yine zorlanarak satan adam için bu
satışların hepsini fesih hakkı
vardır. Ama
bunlardan birisine icazet
vermiş olsa, hepsi caiz olur. Çünkü onlar nâfizdirler. Ancak
ona rızası
bulunmadığından fesih hakkı
vardır.»
İbni Kemâl'in bu nakli geçerliliğin rızadan önce de mevcut olduğunu açıklıkla
bildirmektedir.
Zorlanarak satan kimsenin rızasına bağlı olan diğer birşeydir. O da, akitlerin lüzum ve sıhhatidir. O
zaman taayyün etti ki, nüfuz
kelimesi lüzumla tefsir edilir. O halde razı olmak nüfuzun
değil.
lüzumunun şartıdır. Lakin bu da
Tevzih, Telvih, Takrir, Tahrir ve Menar şerhleri
gibi fıkıh usulü
kitaplarında olan ifadenin
muhalifidir. Zira adı geçen kitapların sahipleri zorlananın
satımının fasit
olarak münakit olacağını söylemişlerdir. Zira nâfiz oluşun şartı olan rıza yoktur. O halde zorlama
ortadan kalktıktan sonra semenin kabzı veya mebîi isteyerek teslim
etmekle açık olarak veya
delâlet
yoluyla icazet vermiş olur
ki, satım sahibi olur, Çünkü onun semeni kabzı veya mebiî teslimi rızanın
tam olduğunu gösterir. Fesat
ise, bir maksat içindir ki o maksat
da ortadan kalkmıştır.
Bu da musannıfın dediğine uygun olduğu gibi Sadrı Şerîa'nın «Zorlama nâfiz oluşa engeldir»
sözüne de uygundur. Zira fıkıh usulü âlimlerinin sözlerindeki hafız
oluştan maksat lüzumdur. O
zaman nüfuz ile lüzumun ikisi
de bir manâ olan sıhhati ifade ederler. İşte usul âlimlerinin
ifadeleri
ile musannıfın dediği ve Tahavî
şerhinde olan ifadenin arasında
uygunluk meydana gelmektedir.
Bundan da anlaşılmaktadır ki, musannıfın Vikâye ve Dürer sahibi
gibi «nâfizdir» demesine hiçbir
itiraz ve kınama olmamıştır.
Çünkü kavmin sözüne uygundur. Bu açıklama ile İbni
Kemâl'ı'n haddi
aşan kelimelerle Sadn Şerîa'yı ayıplaması da ortadan kalkmıştır. Tevfik Allah'tandır ve O'ndan
başka Râb yoktur.
«Şaka ile sahih olmayan
akitler ilh...» Alış-veriş gibi.
«Şaka ile de sahih olan ilh...» Yani ciddiyetle şakanın müsavi olduğu akitler.
«İcâzeti ile ilh...» Yani zorla malını satan kimse icazet
verdiği zaman onun fasit akti sıhhate
inkılab
eder. Ama diğer fasit satışlar, bir
dirhemin iki dirheme satılması gibi, bunun aksine, her iki tarafda
icazet verseler, câiz değildir.
Çünkü burada fesat, satan
kimsenin hakkında değil, şeriatın hakkındadır. Yani bunu şeriat
yasaklamıştır.
«İster fiili olsun ilh...» Semeni kabzetmesi veya mebiî isteyerek
teslim etmesi gibi.
«Her ne kadar birkaç el de değişmiş olsa ilh...» Zira istirdad, şeriatın hakkı için değil, kendi hakkı
içindir.
«Kabız vaktindeki değil, azad
ettirme vaktindeki kıymeti ilh...» Musannıfın bu ifadesi Bezzâziye'de
olan ifadeye aykırıdır. Bezzâzıye
sahibi şöyle demektedir: Eğer o
akit nakzı ihtimal ederse.
zorlanarak satan kimse onu müşteriye teslim ettiği günün
kıymetini tazmin ettirir. Dilerse de
müşterinin kabzettiği gün veya müşterinin o mebide nakzı ihtimal, etmeyecek bir tasarruf yaptığı
günün kıymetini alır. Çünkü müşteri nakzı ortadan kaldıran tasarrufu
ile mükrehen satan kimsenin
geri isteme hakkını yok
etmiştir. Ama fasit o satım alma ile olan müşteri bunun aksinedir.
Zira, o,
müşterinin onda nakzı ibtal
edecek tasarrufunun gününün kıymetini
değil, belki kabzettiği günün
kıymetini alır.»
Bezzâziye'de olan ifadenin misli Gâyetü'I-Beyân'da
da vardır. O halde musannıfa lazım olan «Azad
veya kabız gününün kıymetini
tazmin ettirir» demesiydi.
«Malın kıymeti ilh...» Malın kıymeti, eğer zorlanan kimse satıcı olursa.
«Zorla aldırılan mal ilh...» Eğer zorlanan kimse müşteri olursa.
«Zorlanan kimsenin elinde emânettir ilh...» Bu da birincisinde satıcı,
ikincisinde müşteridir.
«Çünkü müşterinîn izni ile
semeni almıştır ilh...» Veya satıcının izni ile. H.
«Fasit satım bu suretlerin aksinedir ilh...» Yani fasit satım yukarıda geçen dört şeklin aksinedir.
H.
BİR UYARI: Bir kimse bir kölenin satış ve alışı üzerine,
alcın kimseyi alması, sahibinin de satması
üzerine zorlasa, köle ve semen helâk olsa,
zorlayan kimse hem köleye, hem de kölenin
kıymetine
zamindir. Eğer zorlanan kimselerden birini diğer zorlanana tazmin ettirmek
isterse, o zaman her
ikisine de kabzettiği şeyi
niçin aldığı sorulur. Eğer alan da satan da zorlandığı için ve kendisine
olsun diye aldığını söylerse,
o zaman yapılan satım akdi caizdir, zorlayan kimseye de tazminat
yoktur. Ama bunlara neden
kabzettiği sorulduğunda zorlama ile kabzettiğini ve aldığını diğer
zorlanana vermek için aldığını
söylerler ve bunun üzerine yemin
ederlerse, hiçbirisi diğerine tazmin
ettiremez. Eğer yeminden kaçınan müşteri ise,
satıcı zorlayan kimse ile müşteriden dilediğine
tazmin ettirir. Eğer satıcı kölenin kıymetini zorlayan kimseye tazmin ettirirse, o
zaman zorlayan
kimse de rücu ederek müşteriden o kıymeti geri alır. Çünkü yeminden
o kaçınmıştır. Satıcı eğer
müşteriye tazmin ettirirse, müşteri ödedikten
sonra yeminden kaçındığı için ne
kıymeti ile
zorlayana rücû eder, ne de semeni
ile satıcıya rücû eder.
Eğer yeminden kaçınan satıcı
ise, müşteri dilerse zorlayandan satış bedelini alır. Zorlayanda
müşteriye rücu ederek satıcısından
alır. Müşteri dilerse de satış bedelini satana tazmin
ettirir. Satan
da tazmin ettikten sonra
zorlayana rücû edip ondan alamaz. Mebsut'tan
naklen Hindiye. Özetle.
«Öldüreceğini ilh...» Bu mülcî olan ikrarda söz konusu olur. Nitekim
yukarıda geçmişti.
«Fetvâ da bununla verilir ilh...» Yani sultanın dışındaki kimselerden de zikredilen şartlarla zorlama
hâli tahakkuk eder.
«Koca karısının sultanıdır ilh...» Yani eğer vadettiği şeyi yerine getirmeye gücü yetiyorsa
bu
böyledir. Nitekim ileride gelecektir. H.
Bezzâziye'de şöyle denilmektedir: «Sözün gidişi gösteriyor ki, bu hüküm âlimlerin ittifakıyladır.
İmam Ebû Yûsuf'a göre, eğer koca
karısını kılıçla korkutuyorsa, o zaman zorlama olur. İmam
Muhammed'e göre ise, koca karısını zorladığı zaman eğer engel
olacak kimsenin bulunmadığı bir
yerde ise, koca sultan gibi
olur.»
Ben derim ki: Fakihlerin «Koca kansının sultanıdır» sözünün açık
anlamına göre kadının zarardan
korktuğu yerde kocasının yalnız
emriyle zorlama gerçekleşir. Şarihin ileride manzumenin şerhinden
naklen zikredeceği de buna delâlet eder. Düşünülsün.
METİN
İhramda olan bir kimse bir av hayvanını
öldürmeye zorlansa, o da av hayvanını katletmediği için
kendi katledilse, Allah katında
mecur olur. Eşbâh.
Müşteri değil, satıcı satım akdine zorlanmış olsa, mal müşterinin
elinde helâk olsa, fasit akitle
kabzettiği malın kıymetini zamin olur. Zorlanan satıcı ise, zorlayandan veya
müşteriden dilediğine
tazmin ettirir. Eğer zorlayana
tazmin ettirirse, zorlayan rücu ederek ödediği
malın kıymetini
müşteriden geri alır. Eğer müşteriye
tazmin ettirirse, nâfiz, yani câiz
olur. Çünkü yukarıda geçti.
Tazmin ettirmesinden sonraki satışların tamamı caiz olur. Ama tazmin ettirmesinden Önceki
satışlar nâfiz olmaz.
Satıcı eğer ikinci müşteriye
tazmin ettirirse, onun mülkü olduğundan,
ondan sonraki satışları caiz
olur, önceki değil. Zamin olan müşteri de aldığı malın, malın bedeli
ile kendisine satan rücu eder ve
ondan alır. Ama bunun aksine, malik
satışlardan birisine icazet verirse, o zaman satışların tamamı
caiz olur. Ancak semeni ilk
müşteriden alır. Çünkü icazetle engel ortadan kalkmıştır.
Birisi ölmüş hayvan eti, kan, domuz yemesi
veya şarap içmesi için zorlanırsa, fakat bu zorlanma
dövme, hapis ve bağlanma gibi mülcî olmayan zorlama tarzında olsa, yemesi helâl olmaz.
Zira,
mülcî olmayan zorlama tarzında olsa,
yemesi helâl olmaz. Zira, mülcî olmayan
zorlamada zaruret
yoktur. Evet, şu var ki, içki için had de vurulmaz. Çünkü şüphe vardır.
Birisi öldürülmek veya bir azanın telefi veya şiddetli
dövmek gibi mülcî ikrahla zorlansa, -İbni
Kemâl- zorlandığı fiili yapması ona helâl, belki farz olur.
Eğer sabrederek yemese. öldürülmüş olsa,
günahkâr olur. Ancak, din düşmanlarına
olan gayzından dolayı yememişse,
o zaman bir sakınca
yoktur. Yine, ikrahla o şeyleri yemesinin mübah olduğunu
bilmese, öldürdüğü takdirde günahkâr
olmaz. O zaman cehaletinden dolayı
mazur olur. İslâmın başında, veya
darü'l-harbte insanın nelerle
muhatap olacağını bilmemesi, kıtlık yılında adı geçen şeyleri
yemeye mecbur olduğu halde
yemeyerek ölse, günahkâr olması gibi. Nitekim biz hac bahsinde bunu
zikrettik.
Birisi öldürülmek veya azasının kesilmesi tehdidiyle Allah'a küfret-meye, veya Rasûlullâh
aleyhisselâtü vesselâma sövmeye zorlansa. -Mecmâ
ve Kudurî,- o zaman kalbi imanla
mutmain
olduğu halde emredildiği şeyi
dili ile açığa vurma ruhsatı
verilmiştir. Ama bu açığa vurma ile birlikte
kullandığı kelimelerle başka bir anlam kasdeder. Eğer başka anlam
kasdederse yani tevriye
yaparsa. dinden çıkmaz. Diyaneten değil, kazaen karısı
ondan boş olur. Ama tevriye kalbine gelse
de yapmasa, dinden çıkar. Karısı hem diyaneten, hem de kazâen
boş olur. Nevâzil ve Celâliye.
Eğer sabrederse, mecur olur. Çünkü haram olan bir işi terk etmiştir. Bunun gibi, Allâh-u Teâlanın
diğer hakları da, meselâ orucu ve namazı bozmak, haremdeki avı veya ihramda iken av öldürmek
gibi farziyeti kitapla sabit olan bütün hükümlerde böyledir.
Öldürme veya aza kesilme tehdidinden başka bir şeyle zorlanmış olsa, o zaman ona bu
işleri
yapmak için ruhsat yoktur. İbn-i Kemâl. Zira küfür kelimesi ile
konuşmak ebediyyen helâl değildir.
Öldürme veya aza kesilme tehdidiyle yani mülcî olmayan ikrahla bir müslümanın veya bir
zımmînın
-ihtiyar- malını telef etmesi için zorlansa, bunları yapması için
ruhsat vardır. Eğer sabrederse, o
zaman mecur olur. İbni Melek. Mal sahibi de zorlayana malını tazmin ettirir. Çünkü zorlanan bir âlet
gibidir.
Ama bir müslümanı öldürmesi, sövmesi, azasını kesmesi,
boğması, ateşte yakması, boğulması için
suya atması, zina etmesi gibi hiçbir halde mübah
olmayan şeyleri yapması için ruhsat
verilmez.
Kasden öldürmede zorlayan mükellef
bir kimse ise kısas olarak
öldürülür. Bu görüş Mebsût adlı
esere dayanır. Nihâye adlı eserde Mebsût'a
muhalefet edilmiştir. Çünkü katil alet gibidir. İmam Şafiî
de zorla öldüren de, zorla
öldürten de kısas edilir, demiştir. İmam Ebû Yusuf ise, şüphe
olduğundan her ikisinden de
kısası kaldırmıştır.
Adam öldürülmek veya azasının
kesilmesi tehdidiyle zina etmesi için zorlansa zina etmesi için
ruhsat yoktur. Çünkü onda
nefsin zayi olması ile nefsi öldürmek
vardır. Şu kadar var ki zina ederse,
istihsanen ona had vurulmaz.
Kadın arzusu ile yapmışsa belki
mehrini verir. Çünkü mehirle haddin
ikisi birden sakıt olmaz. Vehbâniye Şerhî.
Mulcî ikrah durumunda kadına
zina etmesi için ruhsat verilir. Çünkü çocuğun nesebi ondan yana
kesilmiş değildir. O halde zina kadın için öldürme anlamına
gelmez. Erkek bunun aksinedir. Ama
mülcî olmayan ikrahta kadına da
zina için ruhsat verilmez. Şu kadar var ki, kadın mülcî olmayan
ikrahla zina yapmış olsa, zinasından dolayı vurulacak had ondan sakıt olur. Ama
erkeğin
zînasından sakıt olmaz. Zira ikrahta bile erkek için zina ruhsatı verilmediğine göre, gayri mülcî
ikrahta ruhsat verilmeyeceğinde şüphe olmaz.
İZAH
«İkrahta olan bir kimse ilh...» Uygun olan, musannıfın bir meseleyi
daha sonra günah üzerine
yapılan zorlamalarla ilgili
meselelerle birlikte zikretmesiydi.
«Mecur olur ilh...» Çünkü av hayvanını haremde öldürmemek Kur'-an-ı Kerîm de sobit olan Allahu
Teâlânın haklarındandır. Nitekim şarihin sözünde de gelecektir. Ama ihramda iken av hayvanını
öldürmeye zorlansa, o da öldürse, kıyasen onun üzerine hiçbir şey yoktur. Âmirin üzerine
de hiçbir
şey yoktur. İstihsanda ise, katilin
kefaret vermesi gerekir. Hem öldüren, hem de öldürten ihramda
iseler, her ikisinin üzerine de kefaret lâzımdır. Eğer her
ikiside ihramda iken birisi diğerini hapisle
tehdit ederek av hayvanını öldürmeye zorlasa, kıyasen
kefaret yalnız hayvanı öldüren
üzerinedir.
İstihsanda ise, her ikisi üzerine de ceza vardır.
Eğer her ikisi Haremde, fakat ihramlı değillerse birisi
diğerini öldürmek tehdidiyle hayvanı
öldürmeye zorlasa, o zaman kefâret tehditle zorlayan üzerinedir. Eğer hapisle tehdid etmişse,
kefaret özellikle katilin üzerinedir. Hindiye, Mebsut'tan.
«Müşteri değil ilh...» Satıcının zorlandığı gibi müşteri de zorlansa, musannıfın «semen de
müsemmen de emânettir» sözünde
bunun hükmü geçmişti.
Hâniye'de şöyle denilmektedir «Satıcı değil de müşteri bir şeyi almaya zorlansa aldığı şey
onun
yanında kastı olmaksızın helâk olsa, emaneten helâk olmuştur. Müşteriye de hiçbir şey
lazım
değildir.»
Kuhistanî'de Zahiriye'den naklen şöyle denilmiştir: «Bir malın satışına
yalnız satıcı zorlansa,
müşteri onu kabzetmezden önce
azad etmesi geçerli değildir. Bunun aksine, yalnız müşteri
zorlanmış olsa, kabızdan önce hangisi azad ederse, onun azadı
geçerlidir. Kabızdan önce her ikisi
birlikte azad etmiş olsalar, satıcının
azadı daha uygundur.»
«Meb'in kıymetine zamin olur ilh...»
Musannıf eğer «kıymet» yerine «bedeline zamin olur» deseydi
daha uygun olurdu. Çünkü o
tabir hem mislî olana, hem de kıyemî olan malları kapsardı. Turî.
«Fasit akitle kabzettiğı ilh...» Kendi ihtiyarıyla mülk edinme yoluyla
fasit akitle kabzetmesi
yüzünden satıcıya tazmin eder.
«Dilediğine tazmin ettirir
ilh...» Çünkü zorlayan gasıb gibidir.
Müşteri ise gâsıbtan gasbeden gâsıb
gibidir. O halde müşteriye
tazmin ettirirse. müşteri zorlayana rücu edemez. Zeylaî.
«Eğer zorlayana tazmin ettirirse,
zorlayan rücu ederek ödediğe malın
kıymetini müşteriden keri alır
ilh...» Çünkü tazminatı
ödemekle o mala mâlik olmuştur. O zaman zorlanan kimse malikin
yerine
geçmiş olup vücub sebebine dayanarak mala
mâlik olmuştur. Zeylâî. »
«Yani caiz olur ilh...» Burada cevazdan maksat helâl olması aktin geçerli olmasıdır. Nitekim gizli de
değildir.
«Yukarıda geçti ilh...» Yani icazetten önce nafizdir. İcazete bağlı olan da geçerli olma manâsını
taşıyan lüzumdur. Bu ifade Tahavî şerhine dayanır. Bu husustaki söz
yukarıda Tahavî şerhinden
naklen geçmişti.
«Sonraki satışların tamamı ilh...» Eğer alışlar birden
fazla ise hüküm böyledir. Bunun gibi
müşterinin zorlanandan aldığı
da nafiz olur. Bu bir meseledir ki, Zeylâî onu malın el değiştirmesi
meselesinde müstakilen zikretmiştir. Bundan önceki meselenin
yeri, alışların birkaç tane. fakat
hepsinin bir alışla alındığı meselesidir.
Musannıf bu iki meseleyi özetlemek
için kısa ifade
kullanmıştır.
«Eğer meselâ ikinci müşteriye tazmin ettirirse ilh...» Musannıf bu «meselâ» sözüyle şunu ifade
etmek istiyor ki, malını zorla
satan kimseye müşterilerden
dilediğine tazmin ettirir. Hangisine
tazmin ettirirse, ona mâlik
olur. Tebyîn'de olduğu gibi.
«Mâlik satışlardan birisine icazet verirse ilh...» Velev en son
akit olsun. Ebussuud.
«İcazetle mani ortadan kalkmıştır ilh...» Zeylâî şöyle
demiştir: «Zira satım akdi mevcuttu. Onun
nüfuzuna engel olmak da mal
sahibinin hakkı idi. Onun icazeti ile mani ortadan kalkmış ve
satışların hepsi caiz olmuştur. Ama
eğer icazet vermeyip tazmin ettirirse, onun hakkı düşmez. Zira
kıymetini almak. malı geriye almak
gibidir. O halde tazminattan önceki satışların hepsi bâtıl olur.
Ama fiyatını almak satım akdini geriye çevirmek değildir. Belki satıma icazet
vermektir. O zaman
icazetle tazminat birbirinden
ayrılmaktadır.»
«Ölmüş hayvan eti ilh...» Günah üzerine zorlamak birkaç türdür.
Birisinde onu işlemeye ruhsat
vardır, terketmekte de sevap vardır. Küfür kelimesini icra, Rasûlullâh
(s.a.v.)'a küfretmek, namazı
terketmek ve kitapla sabit olan
bütün hükümler böyledir. Bir kısmı da
vardır ki, onu işlemek
haramdır, yapılması da günahtır. Müslümanı
öldürmek, bir azasını kesmek veya
öldürecek şekilde
dövmek veya sövmek, eziyet etmek veya zina etmek, gibi. Bir kısmı da
vardır ki onun fiili mübahtır,
terki de günahtır, şarap ve
onunla zikredilenler gibi. Turî, Mebsut'tan. Haniye'de bunun dördüncü
bir şekli daha zikredilmiştir. O da, fiili ile ademi fiili
müsavi olandır. Başkasının malını telef etmek
gibi. Şu kadar var ki bu
metinde gelecek olana muhaliftir. Biz de bu muhalefete dikkat çekeceğiz.
«Şarap içmesi ilh...» İbni Kemâl'in ifadesi şöyledir: «Kan veya
şarap içmeye zorlansa.» İbni Kemâl
hâmişinde kanın meşrûbattan
olduğunu yazmıştır. Mebsut'ta Mesruk'tan naklen
şöyle
zikredilmiştir: «ölü etini,
domuzu, kanı yemeye ve içmeye
mecbur kalan kimse yemez ve içmez
ölürse, ateşe girer.»
«Hapis ilh...» Meşâyihten
bazıları, «İmam Muhammed zamanındaki hapishanelere binaen hapisle
tehdid edilmeyi mülcî olmayan ikrah saymışlardır. Ama zamanımızda ihdas
edilen hapishanelere
gelince, saydığımız şeylerin yapılması veya yenilmesi
için hapisle tehdit etmek yemeyi
mübah
kılar» demişlerdir. Gâyetü'l-Beyân'da olduğu gibi. Şurunbulâliye.
«Darb ilh...» Ancak, başa
ve göze vurulan darb, yukarıda geçtiği gibi müstesnadır. Zira başa ve
köze vurulan darbta insanın telefinden
korkulur.
«Şiddetli darp ilh...» Âlimlerden bazıları «şiddetli darp» en
aşağı sınırı olan kırk sopa ile takdir
etmişlerdir. Bazı âlimler de insanların bünyesi farklı olduğundan bazısı kırk sopadan daha azı ile
ölür. O halde tecrübe edenin
reyine başvurmaktan başka bir yolu yoktur.
Tebyîn adlı eserde olduğu
gibi.
Bezzâziye'de şöyle denilir: «Mısır cellâtlarından
naklen hikâye edilir ki, başı topuzlu bir sopanın bir
vuruşu ile de insan ölür.»
«Zorlandığı fiili yapması ona helâl
olur ilh...» Zira öldürmek, azayı
telef etmek ve şiddetli dövmek
tehdidi ile yapılan fiiller zaruret
olduğundan haramlıktan istisna edilmiştir. Haramdan istisna da fiili
helâl kılar. İbni Kemâl.
«Günahkâr olur olur ilh...»
Çünkü mübahtan kaçınarak nefsin veya uzvun telef olmasına sebeb
olmak haramdır. Zeylâî.
«Ancak din düşmanlarına olan gayzından dolayı yememişse,
o zaman bir sakınca yoktur ilh...»
Şarih bu görüşü hiç kimseye
isnad etmemiştir. Ben usul ve füru
kitaplarının birçoğuna
başvurduğum halde bulamadım. Allah daha iyisini bilir. Allah'a hamd olsun ki daha sonra ben onu
Hidaye sahibinin
Muhtaratü'n-Nevâzil isimli kitabında
buldum.
«İslâmın başında ilh...» Yani peygamber
aleyhisselâtü
vesselâm zamanında. İtkanî. Yani hükümlerin
yayılmasından önce. Yoksa
burada İslâmın başından maksat muhatabın müslüman oluşunun
başları değildir. Zira fakihler «hükümler insana bunların
vâcib olduğunu bilmekle veya
darü'l-İslâm'da bulunmakla
vacib olur» demişlerdir. Bunun üzerine bizim beldemizde müslüman
olan kimse oruç ve namazı
öğrenmeden önce terketmiş olduğu oruç ve namazı kaza etmesi
vacibtir. Onun bilgisizliğinin günahın üzerinden kalkması
hususunda özür sayılması hükmü
değiştirmez. Anla.
«Veya dârül harbte ilh...» Yani harbîlerden
darü'l-Harbte müslümanın cehâleti.
«Kıtlık yılında ilh...» Yani şiddetli açlıkta.
Şiddetli açlıkta İslâm'da
haram olan Teâlânın «Allah size
darda kalmanızın dışında...» (En'âm: 119)
âyetine işaret eder. Allahû Teâlânın bu sözü mülcî ikrahı
da kapsar. Zira mülcî ikrah da zarurettendir. Eğer bu âyeti yalnız
şiddetli açlığa hasredersek, mülcî
ikrahın hükmü, o zaman da nassın delâleti ile sabit olur. Nitekim
biz bunu şârihin Menar Şerhi
üzerindeki hâşiyemizde beyan ettik.
«Mecma ye Kudurî ilh...» Yani sövmek meselesi
Mecma ve Kudurî' nin muhtasarında zikredilmiştir.
«Öldürülmek veya azasının kesilmesi
tehdidiyle ilh...» Yani teleften korkulacak
bir fiil ile tehdid
edilirse.
«Tevriye yapar ilh...» Tevriye, kalbte gizli olanın hilafını açıklamaktır. İtkanî.
İnâye'de şöyle denilmektedir: «Caizdir ki burada tevriyeden maksat kalbin itinanı veya iki manâya
gelebilecek bir kelime telaffuz etmektir.»
İnâye'nin bu sözünde bir görüş vardır. Eğer adam puta secde etmeye zorlansa burada lâfız yoktur.
Öyleyse açık olan, tevriye, açığa
vurduğu söz ve fiilin aksini gizlemektir. Zira tevriye, gizlemek
mânâsınadır. O zaman tevriye kalbin işidir. Düşünülsün.
«Tevriye yaparsa dinden çıkmaz
ilh...» Meselâ adam puta secde
etmeye veya Peygamber
aleyhisselâtü vesselâma sövmeye zorlansa, bu zorlandığı şeyi yapsa, sonrada «Puta secde
ettiğimde Allah için namaz kılmaya niyet etmiştim. Muhammed aleyhisselâma
sövmekte de başka
bir Muhammed'i kasdetmiştim»
derse, dinden çıkmaz.
«Kazaen karısı ondan boş olur ilh...» Çünkü üzerine zorlanmadığı bir şeyi isteğiyle yaptığını ikrar
etmiştir. Arzusu ile yapanın
hükmünü de zikrettik. Hidâye.
«Tevriye kalbine gelse ilh...» Yani puta secde
ederken kalbine Allah için namaz kılmak, Rasûlullâh
(s.a.v.) den başkasına sövmek
aklına gelse fakat tevriye etmese, yani böyle niyetlenmese, dinden
çıkar. Çünkü üzerinde
zorlandığı şeyi def etmek mümkün ve
mübtela olduğu bir şeyden çıkış yolu
varken def etmemiştir. Sonra,
kalbine geleni terketmiş. Muhammed aleyhhiselâtü vesselâma
sövmüştür. Bu yüzden dinden,
çıkar. Zorlayanın zorladığı şeye muvaffakat etmiş olması sonucu
etkilemez. Çünkü zorlandığı
şeyden çıkış yolu bulduktan sonra zorlayana muvafakat
etmiştir. O
zaman zaruret yoktur.
Mebsut'ta şöyle denilmektedir: «Bu
mesele Allah'dan başkasına tazim yoluyla secde
etmenin
küfrüne delâlet eder.» Kifâye.
Üçüncü bir kısım kaldı ki, Kifaye'de
bu hususta şöyle denilmiştir: «Puta
secde etmeye veya
Rasûlullâh (s.a.v.)'a sövmeye zorlansa, secde ederken veya söverken aklına bir şey gelmese, ancak
bunları yaparken, kalbi iman
ile mutmainse. onun nikâhlı olan karısı ne
kazâen, ne de diyaneten
boş olur. Çünkü onu zorla yapmıştır. Zira onun tehdid edildiği şey taayyün etmiş, tehdid
edildiği
şeyi de nefsinden def etmeye imkânı yoktur.
Kalbi mutmain olduğu halde bu
fiilleri yapmış, kalbine
de bir şey gelmemiştir.»
Bu üçüncüsünden anlaşılmaktadır
ki, tevriye yapmak, ancak tevriye
kalbine gelirse gerekli olur.
Kalbine geldiği zaman tevriye yaparsa, diyânetten mümin kalır.
Yine ortaya çıkmaktadır ki, tevriye
kalbin mutmain olması değildir.
Çünkü tevriye üçüncü kısımda
yoktur. Halbuki üçüncü kısımda
itminan olmakla beraber bu fiili işlemiştir. Bu da bizim İnâye adlı eserden
naklen zikrettiğimize
muhaliftir.
Bilmiş olun ki bu üçüncü kısım
musannıfın gelecek, «ne de onun dinden dönmesi» sözünden
murad da ancak bu üçüncü kısımdır. O zaman da zevcesi ondan boş olmaz.
Nitekim Zeylâî de bunu
açıklamıştır. O halde, burada olan ifadeye musannıfın gelecek ifadesi
zıt düşmez. Bu şârihe gizli
kalmıştır. Nitekim ileride gelecektir.
«Nevâizi ve Celâliye ilh...» En yakını
bu sözü Hidâye'ye nisbet etmektir. Zira Hidâye elden ele
dolaşan meşhur kitaplardandır.
«Eğer sabrederse sevaba nâil olur ilh...» Yani şehidlerin ecri ile ecirlenir. Zira rivayet
olunur ki,
sahabilerden Habib ile Ammer (Allah onlardan razı olsun) küfür üzerine zorlanmışlardır.
Habib
ölünceye kadar sabretmiş, ölünce
Rasûlullâh (s.a.v.) ona «şahidlerin efendisi» ismini vermiştir.
Ammar ise kalbi imanla mutmain olduğu halde yapılan işkence karşısında küfrü açığa
vurmuştur.
Rasûlullâh (s.a.v.) Ammar'a «Kâfirler sana işkence
yaparlarsa, kalbin imanla mutmain olduğu halde
yine küfrü açığa vur» buyurmuştur.
İbni Kemâl. Bunların kıssası meşhurdur.
«Çünkü haram olan bir icraatı terketmiştir ilh...» şarih burada «haram
olan» kelimesini bu konu ile
bir önceki konu arasındaki farkı ifade etmek için kullanmıştır.
Zira önceki meselede hürmet artık
zâil olmuştur. İşte bundan
dolayı da sabrettiği takdirde ölse
günahkâr olur.
Zaruret halinde ölmüş hayvan eti nasıl istisna edilmişse,
burada da zorlama halinin istisna edilmesi
gerekir denilirse, biz deriz ki, ölü eti meselesinde ölmüş etin
zaruret halinde helâl olarak yenilmesi
haramlıktan istisna edilmiştir. O halde o istisna onu mübah kılmıştır.
Ruhsat değildir. Burada ise,
hiddetten istisna edilmiştir.
Hiddet de istisna olunan da yoktur.
Müstesnanın yok olmasından
haramın da yok olması lazım gelmez.
Öyleyse bu ruhsattır.
Keşşafta şöyle denilmiştir: «Gönlünü
kâfirliğe açanlar» (Nahl: 106) âyetindeki «lar» takısı şart
ve
mübtedadır. Cevabı ise mahfuzdur. Zira
«Gönlünü açanlar»ın cevabı hazfedilen cevaba delâlet
eder. O halde âyetle sanki şöyle
denilmektedir: «İnandıktan sonra
Allah'ı inkâr edenlere Allah
katında bir gazab vardır. Ancak zor altında inkâr edenlere gazab
yoktur. şu kadarı var ki, kimler
gönüllerini küfre açarlarsa onlara Allah'dan
gazab vardır.» Kifâye.
«Orucu bozmak ilh...» Yani
mukîm, sağlam ve baliğ olan kimse, orucu bozmaya zorlanırsa. Ama
bu
kimse misafir veya hasta olursa, -ki bunların orucu yemelerine ruhsat vardır- zorlandığında
yemesinin ruhsat olduğunu bile bile yemez ve bundan dolayı nefsine zarar gelirse, günahkâr
olur.
Nitekim Gâyetü'l-Beyân'da böyledir.
«Namazı bozmak ilh...» Gâyetü'l-Beyân'ın ifadesi şöyledir: «Farz olan namazları namaz vaktinde
terketmesi için birisi zorlansa, o da terketmeyerek ölünceye kadar sabretse, terketmesinin caiz
olduğunu da bilse, terketmediği
için mecur olur.»
Bu açıktır. Ama namazı ifsad etmeye gelince, fakihler, bır insanın bir
dirhem için bile namazını ifsad
edebileceğini zikretmiştir. O dirhem kendisinin olmasa bile.
Düşünülsün.
Gâyetü'l-Beyân'ın ifadesine şöyle cevap verilir:
Burada söz sabrın ecri bahsindedir. Çünkü adam
sabrederek azimeti tutmuştur.
Her ne kadar ruhsatı tutması caiz ise de.
«Haremdeki avı ilh...» Bu
ifade, avın Haremde olmasına izafe edilmiştir. «Veya ihramda iken»
ifadesi de Harem'in üzerine atıftır. Biz Hidaye'den naklen bu
husustaki sözü zikrettik.
«Farziyeti kitapla sabit olan bütün hükümler ilh...» İtkanî,
«Zaruret halinde de o şeyin mübah
olduğuna bir has da varid olmasa»
ifadesini ziyadeleştirmiştir.
İtkanî'nin bu ilavesinde bir görüş
vardır. Nas, zaruretten az olan
bir şey için de orucu terketmenin mübah
olması hususunda varid
olmuştur. Ki bu da seferdir. Uygun olan, seferde sabrederse, günahkâr
olmasıdır. Ancak şöyle
denilmesi gerekir: Söz başladıktan sonraki ifsad
hususundadır. Orucun terki hususundaki
nas ise,
başlamazdan önce yemek
hususundadır. Düşünülsün.
Gâyetü'l-Beyân'da şöyle denilmektedir: «Adam
acından İhramlı olduğu halde ölü eti yemek
zaruretinde kalsa, av avlamaya kudreti olsa, yine av hayvanını öldürmez, ölmüş hayvanın murdar
etini yer.»
«Yani mülcî olmayan ikrahla ilh...»
Şarih bu «yani» kelimesiyle
öldürülmek veya azanın
kesilmesinin bir kayıd
olmadığına işaret etmektedir. Belki göze ve kafaya vurmak gibi mülcî olan
her şey öldürme aza kesmenin
hükmündedir. Bazı Belh âlimlerinin dedikleri gibi zamanımızın
hapishanesi de mülcî ikrah sayılır. Malının hepsini almakla tehdid de, Kuhistanî'nin bahsettiği
gibi
yine mülcî ikrahtır. T. Bizim yukarıda zikrettiğimiz
gibi Kuhistanî bunu Zahidî'den nakletmiştir.
Kendisi bizzat bahsetmemiştir.
«Küfür kelimesi ile konuşmak ebediyyen
helâl değildir ilh...» Musannıfın bu sözü ancak şarihin
geçen, «Haram olan icraatı terketme» sözüne illet olmaya elverişlidir. O halde uygun olan. bu sözü
onun hemen arkasında zikretmesiydi.
T.
«Sabrederse o zaman mecur olur ilh...» Çünkü azimet yolunu tutmuştur. Zira başkasının malını
zalimlerden almaktadır. Zulmün haramlığı da küfür gibi hiçbir durumda ne kalkar,
ne de mübah
olur. Şârih'n bu sözü başkasının malını telef etmeyi terketmenin daha üstün olduğuna işaret
etmektedir. İşte bundan dolayı
fakihler başkasının malını yemek,
şarap içmekten haramlık
bakımından daha şiddetlidir,
demişlerdir. Nitekim Keranî'den naklen Kuhisîanî'de de
böyledir
Biz, Hâniye'den naklen zikrettik ki,
burada zorlandığı şeyi yapmak-la terketmek eşittir. Hâniye'de,
«Şiddetli açlık hâlinde adam mecbur kalsa, bir diğerinin
malını almak istese, mal sahibi
de ona
engel olsa, o da almasa, ölse. günahkâr olur» denilmiştir.
İtkanî, «Fakihler şiddetli açlık hâli
ile zorlanma halini
birbirinden ayırmışlardır.»
demiştir.
Fakih Ebû İshak' da, «Ancak.
şiddetli açlık meselesinde mal sahibi malının kıymetiyle onu ölümden
kurtaracak kadar verse, o da almasa,
öldüğü takdirde günahkâr olur. İkrah
meselesinde de eğer
mal sahibi yine malı ona kıymeti ile vermiş olsa, o da almasa, günahkâr olur» sözünü
tevil ederek,
«İki mesele arasında fark yoktur» demiştir.
«Zorlanan bir âlet gibidir
ilh...» Bu da şöyledir: Zorlanan kimsenin fiili, zorlayanın âletidir ki, fiil
zorlayana intikal eder. Başkasının
malını telef etmek de bu kabildendir. Yani onu tutup başkasının
malının üzerine atarak onu telef etmesi gibi olur. O zaman sanki zorlayan
fiili bizzat kendisi yapmış
gibi olur. O zaman zorlayan
kimseye, zorlanan kimsenin telef ettiği malı tazmin etmesi
gerekli olur.
Ama yemek, cinsi tekarrub ve konuşmak gibi zorlayana âlet
olmayan fiillerde hüküm bunun
aksinedir. Bundan dolayı eğer bir köleyi azad etmeye
zorlansa, zorlayan zamın olur. Çünkü
zorlanan itlaf hakkında âlet
olmaya uygundur. Ancak şu kadar
var ki, azad ettiği kölenin velâsı
kendinindir. Çünkü zorlanan
konuşma hususunda zorlayana âlet olmaya elverişli değildir. İtkanî.
Şurunbulâliye'de Siraç'tan naklen
şöyle denilmektedir: «Bir mecusi bir müslümanı başkasının
koyununu kesmesi için zorlasa, müslüman o koyunu kesse, koyunun etini yemek helâl değildir.
Çünkü sanki mecusî kesmiş gibidir.» Bu konunun aksi gelecektir.
«Sövmesi ilh...» Şarihin bu sözü
Kuhistanî'de Muzmarat'tan naklen olan ifadeye muhaliftir. Çünkü
Kuhistanî'de, «Eğer bir
müslümana sövmesi için mülcî ikrahla zorlansa, ona ruhsat
vardır. Eğer bir
müslümana iftira etmesi için
yine mülcî ikrahla zorlansa, rica olunur ki, o onu yapabilir.
Zahiriye'de
olduğu gibi» denilmiştir.
Tatarhâniye'de de şöyle
denilmektedir: «Görülmüyor mu ki
birisi telef edici bir şeyle
Allah'a iftira
etmeye zorlansa, onu da yapabilir. O halde müslümana iftira atması
öncelikle olur. Ancak şu kadar
var ki, müslümana iftira atmanın
mübah olmasını «rica olunur» sözüyle
talik etmiştir. Allah'a iftira
etmekte ise «rica olunur» sözüyle
talik etmemiştir. Çünkü telefle tehdid edildiği takdirde Allah'a
iftira atmanın mübah olması nas
ile sabittir. Müslümana iftira atmak ise, nassın delaleti ile sabittir.
Bu meselenin arkasında İmam Muhammed şöyle demiştir: «Görülmüyor
mu ki, eğer telef edici bir
şey ile Muhammed (s.a.v.)'e sövmek için zorlanılmış olsa, inşaallah bu
tehdidle sövdüğü takdirde
mübah olur.» Bunun mûbah olma yolu da bizim söylediğimizdir. Eğer sabrederek öldürülünceye
kadar sövmese, Allah katında mecur olur ve daha da efdaldir.»
«Azasını kesmesi ilh...»
Eğer eli kesilecek kimse ona izin
verirse, o zaman zorlanmış olmaz. Kestiği
takdirde günahkâr olur.
Zorlayana da tazmin yoktur. Çünkü
adam izin vermiştir. Eğer bir kimseyi
katletmesi için zorlanmış olsa, öldürülecek odam öldürmesi için
ona izin verse. o da öldürse,
öldüren günahkâr olur. Onun diyeti de emredenin malından verilir. Tatarhânîye.
Şu kadar var ki Hâniye'de şöyle denilmektedir: «Sultan birisine diğerinin
elini kesmesini söylese,
kesmezse kendisini öldüreceğini söylese, onun elini kesmesi ona mübahtır.
İmameyne göre eli
kesilen kimsenin kısası da elin
kesilmesini emreden içindir. İmam Ebû Yusuf'tan bu hususta bir
rivayet
yoktur.»
Sonra ben, Turî'nin bu iki rivayet arasını şöyle telif ettiğini
gördüm: «Eğer bir müslümanın elini
kesmesi için el kesilmekten
daha ağır bir şeyle tehdit edilerek zorlanırsa, yapabilir. Ama elinin
kesilmesi veya bundan az bir şeyle tehdit edilirse, yapamaz. Düşün.»
Turî burada başkasına raci olarak zamir
ite ifade etmiştir. Çünkü Hindiye'de
şöyle bir ifade yardır:
«Bir kimsenin elini kesmesi için
ölümle tehdid edilse, elini kesebilir.
Kısası da onu zorlayanın
üzerinedir. Ama nefsinin katlı üzerine tehdid
edilirse, o da kendi kendini öldürürse, zorlayanın
üzerine bir şey yoktur.»
Mecma adlı eserde de şöyle
denilmektedir: «Eğer bir kimse, diğerinin elini
kesmesi için zorlansa, o
da kesse, sonra eli kesilen adamın
onun arzusuyla ayağını kesse, adam da
ölse, Ebû Yûsuf diyeti
her ikisinin malından gerekli olur demiştir. İmameyn ise, kısas her
ikisinin üzerine vacib olur,»
demiştir.
«Kasden öldürmede zorlayan
kısas edilir ilh...» Yani mülcî ikrah ile
adam öldürmek mübah değildir.
Eğer öldürürse, günahkâr olur.
Onu zorlayan kimse de kısas edilir. Eğer baliğ ise kısas edilen
kimse mirastan mahrum edilir. Zorlanan da zorlayandan kısasını alır. Her ikisi de varis olurlar.
Şurunbulâlîye.
Sureti şudur: Birisi kardeşini oğlunu öldürmekle tehdit etse, o da öldürse, zorlayandan kısas alır,
oğlu ile zorlayan kardeşinin de mirasını
alır.
«Nihâye'de olanın aksine olarak
ilh...» Yani âmir ister baliğ olsun, ister olmasın, ister akıllı, ister
bunak olsun. kısas âmirin üzerinedir. Nihâye bunu Mebsut'a nisbet
etmiştir. İnâye'de ise Miraç
sahibi Şeyh Sekkakî'ye uyarak
o da kendi şeyhi Alâeddin Abdülazîz'den naklen.
Mebsut'ta olan
«Zorlanan ister âkil olsun, ister olmasın» sözüyle Nihâye'de
olan reddedilmiştir. Nihaye sahibi bunu
kesre ile hareketi sanarak
bunun âmir olarak ifade etmiştir. Bu sehvdir. Ebû'l-Yüsr'ûn Mebsut'unda
söylediği bunu destekler. Ebû'l-Yüsr'ün sözü şöyledir: «Zorlayan
âmir eğer çocuk veya akıl hastası
ise. kısas hiç kimse üzerine vacib olmaz. Zira gerçekte
katil çocuk veya delidir. Bunlar da
cezanın
kendilerine vacib olmasını ehil
değillerdir.»
Ben derim ki: Şarihler bu durumda diyetin
hükmünü zikretmemişlerdir. Hâniye'de şöyle
denilmiştir:
«Diyet, üç sene içinde zorlayanın âkilesi üzerine vâcıbtir»
«Çünkü katil âlet gibidir
ilh...» Âlet olmaya elverişli olan yerde
böyledir. Alet olmaya elverişli
olacağı
yer de itlaftır. Ama günah bunun
aksinedir. Çünkü başkasının dini üzerine cinayet işlemiştir. Hiç
kimse de başkasının dini üzerine cinayet işlemeye kadir
değildir. Bir müslüman, bir mecusiyi diğer
birisinin koyununu kesmesi için zorlasa,
itlaf hakkında o mecusinin kesme fiili, kesmeyi emreden
müslümana intikal eder. O hayvanın
bedelinin tazmini de müslümanın
üzerine vacibtir. Ama
kesişteki helâllik hakkında ise intikal etmez. Bunun
aksine mecusi müslümanı zorlamış olsa,
müslümanın zorla kestiği hayvanın eti helâl olur. Bunun misli Miraç'ta
da vardır.
Şurunbulâliye'de olan. «Bunun aksi hüküm,
nakildeki sehvden ileri gelmektedir.
« İmam Ebû Yûsuf, her ikisinden
de diyeti kaldırmıştır
ilh...» Şu kadar var ki Ebû Yusuf da
üç sene
içerisinde diyeti âmire gerekli görmüştür. Hâniye.
«Şüphe olduğundan ilh...» Yani
ademi katlin şüphesi. Çünkü birisi hükmen değil, hakikaten katildir.
Diğeri ise, hakikaten değil, hükmen katildir.
İmam Züfer de, «Katli yapan kimse
kısas edilir. Çünkü yapan odur»
demiştir.
«Zina etmesi için zorlansa ilh...» Yani mülcî ikrah ile zorlansa. Gelecek ifade
de buna delâlet eder.
«Nefsîn zayi olması ile ilh...»
Çünkü veledi zina hükmen helâk
olmuştur. Çünkü onu terbiye edecek
kimse yoktur. O halde zina da katil
gibi hiçbir zaruretle mübah kılınmaz. Dürer.
«Belki mehrini verir ilh...»
Ölüm tehdidi ile zina eden kimse, zina
yaptığı kadının mehrini verdiği
takdirde onu zina ile zorlayan
kimseye rücu ederek geri alamaz.
Çünkü cinsi temasın menfaati
zaniye hasıl olmuştur. Nasıl ki, aç olduğu halde kendi
yemesi için zorlansa, yediği takdirde, o
yemeğin bedelini yemeğe
zorlayan kimseden olamadığı gibi.
Tatarhâniye.
«Çünkü mehirle had ilh...»
Dârü'l-İslâmda birlikte sakıt olmazlar.
«Vurulacak had ondan sakıt olur ilh...» Yani mülcî olmayan zorlama ile zorlanırsa. Çünkü mülcî
ikrah kadının zinası için ruhsattır. Öyleyse mülcî olmayan ikrah da kadın için şüphedir.
Şüphe ile de
had vurulmaz.
«Mülcî ikrahta bile erkeğin zinasına ruhsat verilmediğine göre ilh...»
Bu söz, musannıf «Erkeğin
zinası değil» sözünün
illetidir. İkrahı mülcî ile de erkeğin
zinasına ruhsat verilmediğine göre,
zina
yapması halinde günahkâr olur. Ama kadın günahkâr olur
mu, olmaz mı? Şeyhülislâm şöyle der:
«Eğer kadın erkeğe zina imkânı vermese fakat zorla zina yapılsa, kadın
günahkâr olmaz. Bu da eğer
ikrah mülcî ise böyledir. Eğer
mülcî ikrah ile zorlanmamışsa, ihtilafsız olarak zina eden erkek
üzerine had vardır. Kadın üzerine
had yoktur. Yalnız şurası muhakkakki
kadın da günahkâr olur.
METİN
BİR UYGULAMA MESELESİ: Fâkihlerin illetlerinin
zahirine göre, livatanın hükmü ise, zinaya
zorlanan kadının hükmü gibidir.
Çünkü onda çocuk yoktur. Mülcî ikrah ile ona ruhsat verilir. Ancak
şu kadar var ki. haramlık bakımından bu zinadan daha şiddetli olduğundan zina ile livatanın arası
tefrik edilir. Çünkü livata
hiçbir yolla mübah değildir. Hem de, aklen
de kabihtir. Bundan dolayı da
sahih kavle göre, cennette
livata yoktur. Bunu musannıf
söylemiştir.
Ama zorlanan kimsenin nikâhı, azadı, boşaması geçerlidir. Eğer ikrah fiille değil,
sözle olursa.
Yakın akrabasını olması için zorlandığında, yakın akrabasının azadı nasıl kerhen geçerli ise, İbnî
Kemâl. Zorlanan kimse zorlayandan
kölenin kıymetini, eğer cinsi
tekarrub olmamışsa müsemma
olan mehrin yarısını alır.
Zorlama sözle ve fiilen de olsa
zorlanan kimsenin adağı, yemini, ziharı, ricati, ilası, iladan
dönmesi
eğer zımmî ise müslüman olması sahihtir. Meşayihin çoğunluğunun
sözleri de böyledir. Hâniye'de
olan ayrıntı ise kıyasa göredir. İstihsâna göre ise mutlaka geçerlidir. Bunların hepsi, ölümle tehdit
edilmese de geçerlidir.
Zorla müslüman olan zımmî rücu
ederse, öldürülmez. Çünkü bunda şüphe vardır. Nitekim mürted
babında da geçti.
Zorlanan kimsenin azad ve
talâkla vekâlet vermesi de geçerlidir. Eşbâh'ın «Sahih değildir» sözü
ise
kıyasa göredir. İstihsan o şeyin vukuu üzerinedir.
Bize göre bunda asıl şudur: Şaka ile geçerli
olan hüküm, ikrah ile de geçerlidir.
Zira şaka ile geçerli
olan bir şey, feshi ihtimal etmez.
Feshi ihtimal etmeyen bütün hükümlerde de ikrah tesir etmez. Bu
meseleleri Ebûlleys
Hizânetü'l-Fıkıh'ta on sekiz olarak saymıştır.
Biz de talâk babında nazmen yirmi
olarak saydık.
Zorlanan kimsenin borçlusunu
ibrası, mafî veya nefsî kefaletle
kefil olduğu kimseyi ibra etmesi
sahih değildir. Çünkü beraet şaka ile sahih
değildir. Ortak, şuf'a talebinde bulunmaması için
zorlansa, o da sükût etse, onun
şuf'a hakkı bâtıl olmaz.
Kalbi mutmain olduğu halde dili
ile mürted olması da geçerli değildir. O halde onun karısı ondan
bâin olmaz. Çünkü onunla kafir
olmaz. Bu hususta muteber olan söz de erkeğindir.
Ben derim ki Biz Nevâzil isimli
kitaptan yukarıdaki görüşün aksini
naklettik. Umulur ki, bu hilaf
kıyasa göredir. Düşünülsün.
Hakimi bir kimseyi hırsızlık
yaptığını veya kasden bir kimseyi
öldürdüğünü veya ondan bir kimsenin
elini kestiğini ikrar etmesi için zorlasa, o da ikrar etse, ikrarına binaen öldürülse veya eli kesilse,
bakılır:Eğer ikrar eden salâh hâl ile mevsuf olan bir kimse
ise, Kadı kısas edilir. Yok eğer
hırsızlık,
öldürmek gibi işlerle maruf bir
kimse ise, Kadı istihsanen kısas
edilmez. Çünkü burada şüphe
vardır.
Adam, «Ya bağını satarsın, ya da şu meşrubatı içersin» diye zorlansa, bu ikrahtır. Eğer meşrubat
şarapgibi içilmesi haram olan birşeyse. Eğer helâl olan bir içecekse, ikrah olmaz. Kınye.
Kınye sahibi şöyle
demiştir: «Zina ve diğer haram olan şeyler de bunun gibidir.»
Sultan birisinden para istese, ama şu malını sat diye tayin
etmese, o da malını satsa, satışı
geçerlidir.
Bunda şer'î hile şudur: Adam,
«Ben nereden getireyim, malım yok» dese, o zaman zalim, «Şunu
sat.» dese, o zaman zorlanmış olur. Bezzâziye.
Koca karısını mehrini kendisine hibe etmesi için dövmekle tehdit etse,
o da hibe etse, eğer koca
dövmeye muktedir ise hibe sahih olmaz. Ama boşayacağı,
üzerine evleneceği veya bir cariye
alacağı şeklinde tehdid etse, bu zorlama sayılmaz. Hâniye.
Mecmaü'l-Fetâvâ'da şöyle denilmiştir: «Hasta
olan karısını mehrini hibe etmesi için babasının evine
göndermese, kadın da mehrinin bir kısmını hibe etse. hibesi
bâtıldır. Çünkü kadın mükreh gibidir.»
Ben derim ki:Mecmâü'l-Fetâvâ'nın
bu ifadesinde şu fetvâ hâdisesinin cevabı vardır:
Bir kimse
bâkire olan kızını evlendirse, kızı zifafa gireceği zaman. annesinin
mirasını tam olarak aldığını
şahitler önünde söylemesi için,
zifafa girmesine engel olsa, kızı da ikrar etse, sonra zifafa
girmesine izin verse, kızının
ikrarı sahih değildir. Çünkü bu durumda kız mükreh sayılır. Rum
müftüsü Ebussuud da bununla fetva vermiştir. Musannıf da manzemesinin şerhinde bunu
zikretmiştir. Tuhtefü'l-Ekrân.
Hibe bahsi.
Birşeyi alması için zorlanan
kimse eğer aldığı zaman sahibine reddetme niyeti ile almışsa, aldığına
zamin olmaz. Yok eğer sahibine
vermek niyetinde değilse zamindir. Eğer
mal sahibi ile zorlanan
kimse niyet hususunda ihtilaf etseler,
makbul olan söz, yemini ile birlikte
zorlanan kimsenindir ve
zamin de olmaz.
Müctebâ.
Müctebâ'da şöyle denilmektedir:
«Bir şeyi alması veya vermesi için
zorlanan kimsenin o işi ancak
zorlandığı kimse yanında hazır olduğu sürece yapması caiz olur. Eğer yanında
hazır değilse,
uzaklığından dolayı kudret ve zorlaması zail olduğundan alması veya vermesi
helâl olmaz.» .
Bu açıklamadan anlaşılıyor
ki, emîrin elçisinin gaib olduğu zaman, o zalim emrin yardımcılarının
almalarında özürleri makbul olmaz, aldıklarına zamin olurlar.
PRATİK MESELELER:
Birisi kendi ekmeğini yemesi
üzerine zorlansa, yiyen adam aç
ise, yediği ekmeğin kıymetini rücu
ederek zorlayan kimseden alamaz. Eğer tok ise, yediği
ekmeğin kıymetini rücu ederek
mükrehten
alır. Çünkü birincisinde
yemenin menfaati kendi şahsınadır. Ama
tokluk hali böyle değildir.
Harbîler bir peygamberi yakalasalar ve ona, «Eğer peygamber değilim dersen bırakırız,
demezsen
öldürürüz» deseler, peygamberin
«Peygamber değilim» demesi caiz
olmaz. Ama başka birisi onun
peygamber olmadığını ikrar etmesi
için peygamberi öldürme tehdidiyle zorlansa, onun «Peygamber
değildir» demesi câizdir. Çünkü yalan
söylemek peygamberlere mümtenidir.
Harbî, bir kimseye «Bana cariyeni ver, onunla zina edeyim. Karşılığında
da sizden aldığımız bin
köleyi serbest bırakayım» dese, onun cariyeyi
vermesi helâl olmaz.
Birisi kölesini zorla azad ettiğini ikrar etse, kölesi azad
olmaz.
Başkasının malını almak üzere yapılan zorlama, şer'an muteber sayılır mı? Kınye adlı
eserin açık
anlamına göre, evet, muteber
sayılır.
Vehbâniye'de şöyle denilir: «Borçlu alacaklısına, «Beni ibra et yoksa
seni hâkime çıkaracağım»
dese, burada manâ bakımından zorlama tasavvur olunur.Buradaki «seni hâkime
çıkarırım» sözü
sahihtir.
Ben Vehbâniye'nin beytini şu
şekle çevirdim: Borçlu alacaklısına.
«Alacağını bana hibe et, yoksa
seni hakime çıkarırım» dese,
yine zorlama tasavvur
edilir.
İstihsâna göre, zorlanan kimsenin İslâma
girmesi sahihtir. Daha sonra dinden çıkarsa
öldürülmez.
İslâma girmeye zorlanır.
İZAH
«Fakihlerin illetlerinin açık anlamına
göre ilh...» Yani onların illeti, bir erkek
zina yapması için mülcî
ikrah ile zorlansa, ona zina yapması için ruhsat verilmez. Çünkü
manâ itibariyle zinada bir nefsi
öldürmek vardır. Ama zorlanan
kadın olsa, kadına ruhsat verilir. Çünkü kadının
zinadan doğuracağı
çocuğun nesebi kadından kesilmez.
«Mülci ikrahla ona ruhsat
verilir ilh...» Netif adlı kitabın ikrah bahsinde şöyle denilir: «Bir adam
zina
veya livata yapması için
zorlansa, bu zorlama onun ölümüne kesin olarak sebep olsa bile yine de
yapması caiz değildir.»
Nefsin katline veya firaşın ifsadına sebep
olmasa bile livâta yine men edilmiştir. Seriyüddin.
Netif kitabının ifadesinin açık
anlamı hem aktifi, hem de pasifi
kapsamına alır. T. Netif'in ifadesi
Minah'ta da zikredilmiştir.
«Livata hiçbir yolla mübah
değildir ilh...» Ama kadınla cinsel tekarrüb bunun aksinedir. Çünkü bu
nikâhla veya cariye edinmekle
mübah olur.
«Aklen de çîrkindir ilh...»Zira livatada mefulü zelil etmek
vardır. Akıl da buna engeldir. Bunun aklen
çirkin olmasına, insan tabiatına çirkin gelmesi de eklenir. Zira livata, necaset ve neaseti çıkarma
yeridir. Tohum ekme yeri
ve temiz değildir. Bunun aklen ve
teban çirkin olması, şer'an çirkin
olmasına eklenince onun haramlığı zinanın haramlığından daha şiddetli
olur. T.
«Zorlanan kimsenin nikâhı ilh...» Eğer fazla bir mehirle evlenmeye zorlanırsa.. Mehrin fazlalığı
bâtıl
olur. Tahavî, «O fazlalığı vermesi
de vâcibtir. Ancak vermiş olduğu
fazlalığı rücu ederek zorlayan
kimseden geri alır» demiştir. Bezzâziye.
«FiiIlie değiI, sözle olursa ilh...» Musannıf burada da bu sözü İbni Kemâl'e
uyarak zikretmiştir.
Doğrusu ise, bu sözü «Azad ettiği kölenin kıymetini
rücu ederek zorlayandan alır» sözünden
sonra
zikretmesiydi. Çünkü fiil ile söz arasındaki fark edip etmemesinde hasıl olur. Azadın sıhhatinde
değil. Bunun için burada bir
karışıklık vardır. Eşbah'ın ifadesi ise,
bu karışıklıktan salimdir. Zira
Eşbâh sahibi şöyle demiştir: «Adam kölesini azad etmeye zorlansa, zorlanan kimse, zorlayandan
azad ettiği kölenin kıymetini
tazmin ettirme hakkına sahiptir. Ancak mülkü'l-yeminle veya azad
edilecek bir kölenin alınması için
zorlanırsa, aldığı takdirde köle azad edilir, kölenin kıymetini de
zorlayandan tazmin edemez.»
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir «Bir kimse
kıymeti bin dirhem olan yakın bir akrabasını veya aldığı
takdirde azad edeceğine yemin
ettiği bir köleyi on bin dirheme alması
için zorlansa, aldığı takdirde
köle azad edilir. Ancak onun on bin değil, bin dirhem vermesi gerekir. Çünkü onda vacib olan
bedeli değil, kıymetidir. Zorlayan kimseye rücu ederek hiçbir şey de alamaz. Çünkü aldığı, elinden
çıkmazdan önce eline girmiştir.»
«Kölenin kıymetini olır ilh...» Yani köleyi azad etmesi için zorlandığında.
Zira, kölesini azad etmesi
için zorlanan kimse, telef bakımından zorlanana âlet olmaya elverişlidir. Alet olmaya elverişli
olması, telefe eklenir. İbni Kemal. Ancak zorla azad edilen kölenin velâsı da azad edenindir. Zira
yukarıda İtkanî'den naklen bunun illeti geçmiştir. Zorlayan fakir dahi olsa. Zira
bu tazmin, telef
ettirme tazminatıdır. Zorlayan tazmin ettiğini rücu edip köleden alamaz. Çünkü bu tazminat üzerine
kendi fiili ile vâcib olmuştur.
Köle bu tazminatı ödemek için çalışmaz. Bu konunun tamamı
Zeylâî'dedir.
«Eğer cinsi temasta bulunmamışsa tespit
edilen mehrin yarısını ilh...» Çünkü
onun üzerine vacib
olan mehir, kadının irtidadı,
kocasının eski karısından oğlunu
öpmek gibi bir günahından dolayı,
ayrılış vaki olursa, düşer. Ama burada öyle bir şey yoktur.
Burada ise üzerine vacib olan talâkla
tekit edilmiştir. Talâkla tekit edilen mehir, bu yönden mali
takrirdir. Malın takriri de zorlayana izafe
edilir. Takrir de icap gibi onun malını telef etmiş olur. Bu yüzden telef ettiği malı
rücu ederek
zorlayandan alır.
Musannıf burada tesbit edilen
mehir ile kaydetmiştir. Eğer zorla
boşadığı kadının müsemması
yoksa, o zaman da, boşayan üzerine vacib olan mut'ayı
rücu ederek zorlayandan alır. İbni Kemâl.
Musannıf burada «cinsî temasta
bulunmamışsa» kaydı ile
kayıtlamıştır. Zira eğer cinsî temasta
bulunmuşsa, o zaman rücu ederek mehri zorlayandan alamaz. Çünkü burada mehir talâk ile değil,
zifafla kesinleşmiştir. Burada cinsî temas, sahih halveti de
kapsamına alır. Bu görüş zorlayan
kimsenin bir yabancı olduğuna işaret
etmektedir. Ama eğer zorlayan kimse onun kendi karısı ise, o
zaman kadının kocası üzerine vacib olan bir hakkı yoktur.
Bu da eğer kadın mülcî bir ikrahla
zorlanırsa böyledir. Eğer mülcî olmayan
ikrahla zorlamışsa, o zaman kocanın mehrin yarısını
vermesi vacip olur. Zahiriye adlı eserde olduğu gibi. Kuhistanî.
«Zorlanan kimsenin adağı ilh...» Yani oruç, sadaka, azad ve diğer
ibadet olan şeylerde zorla yapılan
adak geçerli olur. Çünkü adak, feshi kabul etmez. O halde ikrahın
eseri de onda hasıl olmaz.
Kuhistanî. Zira adak, şakası da ciddi olan şeylerdendir. Adakla
üzerine vacib olan sadaka ve
benzeri şeyleri verdikten sonra da zorlayana rücu edemez. çünkü adadığı nâfile ibadetler dünyada
ondan talep edilmemiştir. O
halde, bunları yapmak hususunda karşılığını da dünyada hiçkimseden
talep edemez.
«Yemini, ziharı ilh...» Yani
taat veya masiyet üzerine yemin
etmesi. Yeminin ve ziharın geçerli
olması, sabittir. Çünkü yemin ve ziharda zorlama etkili olmaz. Çünkü bunlar feshi kabul
etmezler.
Yemin ve ziharda şaka ile ciddi
eşittir. Zeylâî.
«Ricatı ilh...» Zira ricat, nikâhın devamını istemektir. Nikâhın devamını istemek de nikâha ilhak
olunur. Zeylâî.
«İlâsı, ilâdan dönmesi ilh...» Çünkü ilâ hâlen yemin, gelecekte talâktır.
İlâdan dönmek ise, nikâhın
devamında ricat gibidir. Öyleyse
ilânın süresi olan dört ay bittikten
sonra kadın talâk bâin olursa,
koca duhul yapmamışsa, kocaya mehrin yarısını vermek gerekli olur. Koca vermiş olduğu yarı
mehri rücu edip zorlayandan alamaz. Çünkü ilânın süresi
olan dört ayda dönme imkanı vardı.
Hulu'da da böyledir. Zira hulu erkekten
yana talâk veya
yemindir. Bunların hiçbirisinde ikrah
tesir
etmez. Eğer kadın zorlama ile muhâlea yapmamışsa, kocasına
hulû bedelini vermesi gerekir.
Zeylâî.
Bezzâziye'de şöyle denilmiştir: «Kadın bir dirheme kocasından hulû yoluyla
bir talâkını almaya
zorlansa, vaki olan bir talâk,
rıc'i talâktır ve kadının onun bedelini vermesi gerekmez.»
«Söz ve fiil olarak ilh...»
Musannıf yine Mülteka üzerine yazmış olduğu şerhte de böyle demiştir.
Hidâye şerhleri Kenz şerhleri, Dürer ve Minah gibi bütün kitaplarda ise yalnız söze tahsis edilmiştir.
Umulur ki, bu kitaplardaki
ifadenin şekli kavillerin zorlamada etkisi olmadığı bahisler hakkındadır.
Yoksa takyid fiilden kaçınmak için
ihtirazî bir kayıt değildir. Çünkü fiil sözden
daha kuvvetlidir.
Sözün feshi kabul etmemesi halinde fiilin feshi kabul etmesi daha uygundur. Ricatta da böyle
denilir. Çünkü ricat da sözü ve
fiili kapsar. Düşünülsün.
«Hâniye'de olan açıklama
ilh...» «Müslüman olmaya zorlanan
kimse eğer harbî bir münkir ise, sahih
olur. Zimmî olursa, sahih
olmaz. Hâniye'de olanın misli
Mebsut'tan naklen Mecmaü'l-Fetâvâ'da
da
mevcuttur. Müste'mini de Mecmaü'l-Fetâvâ zımmî gibi kılmıştır.
Minah'ta Zımmî ile harbî arasındaki farkın şekli beyan edilmiştir. Harbiyi İslâma girmekle zorlamak
ikrah değildir. Haktır. Ama
zımmi bunun aksinedir. Zira zımmi
İslam olması için zorlanılmaz.
İstihsana göre ise zımmînin de zorla müslüman olması sahihtir.
Remlî şöyle demektedir: «Araştırma ile anlaşıldı ki, istihsanla amel etmek
vacibtir. Ancak birkaç
mesele değil. Bizim bu meselemizde istihsanın vacib olmadığı meselelerden
değildir. O halde
burada istihsana dayanılır.»
İslâm ile küfür arasındaki fark, İslâmın
hiçbir şey kendisinin üzerine
yükselmeyecek kadar yüksek
olmasıdır. Zımmînin zorla müslüman
olması da hükmendir. Yoksa onunla AIIah'ın arasına gelince,
zorlamakla müslüman olmaz. Sâyıhânî.
«Azâd ve talâk ile vekâlet ilh...» Musannıfın bu sözünün gereği şudur: Eğer adama nikâha vekâlet
vermesi için zorlanırsa, o da
verse kıyılan nikâh meydana gelir ve sahihtir. Şu kadar var ki bu
konuda ben bir nakil görmedim.
Ebussuud'un Eşbâh üzerindeki haşiyesinde de Şeyh Sâlih'in
hâşiyesinden naklen böyledir.
Remlî'nin Minah üzerinde olan
hâşiyesindeki ifâde ise buna
aykırıdır. Zira Remlî şöyle demektedir:
«Ben diyorum ki, Musannıf başkaları
gibi nikâhtan bahsetmemiştir. Nikâhla açıklayanı da ben
görmedim. Açık olan odur ki, fakihlerin nikâhtan bahsetmemesi,
onda istihsanın olmadığının açık
oluşundandır. Belki nikâh kıyas
üzerinedir.»
Ben derim ki: İstihsânın illeti, vekâletin bütün çeşitlerini kapsamına alır. Çünkü fakihler
demişlerdir
ki «Kıyas, zorla verilen vekaletin sahih olmamasıdır. Çünkü vekâlet şaka
ile verilirse bâtıldır. O
halde satım akdi ve benzerleri
gibi şeylerde de vekâletin zorlama
ile verilmesi bâtıldır. İstihsânın
şekli ise, satış için zorlamak, satımın inikadına
engel değildir. Şu kadarı var ki, satımda zorlamak
fesadı gerektirir. Öyleyse zorla verilen vekâlet de münakit olur. Fasit şartlar ise,
vekâlette etkili
olmaz. Çünkü' vekâlet düşürülmesi
mümkün olan tasarruflardandır. Vekâlet iptal edilmediği sûrece
zorla vekil edilen kimsenin tasarrufu nafiz olur.
Sonra ben Remlî'nin Bahır
üzerindeki hâşiyesinin sarih talâk babında şunu zikrettiğini gördüm:
«Açık olan odur ki, zorla verilen vekâlet, talâk ve azat gibidir. Zira fakihler üç şeyin zorlama ile
sahih olduğunu belirtmişlerdir.»
Bundan sonra da bizim arzettiğimizi zikretmiştir. Daha sonra da,
«Talâktaki istihsanın illetine bak. Aynısını nikâhta da
bulursun. O zaman nikâhla talâkın hükmü bir
olur» demiştir. Düşünülsün.
Bilinsin ki, zorlanan istihsânen zorlayana rücu eder ve ona tazmin
ettirir. Vekilin üzerinde de tazmin
yoktur.
Birisi bir kimseye kölesini bin
dirheme satması ve köleyi teslim
etmesi için zorlansa, vekil de köleyi
satsa, bahasını alsa, köle müşterinin yanında helâk olsa, müşteri ile vekil gönüllü oldukları
halde o
zaman zorlanan kimse üç kişiden dilediğine tazmin ettirir. Biri zorlayan, biri müşteri biri de vekil.
Eğer müşteriye tazmin ettirirse. müşteri
kıymeti ile hiç kimseye rücu edemez. Ancak kölenin bahası
ile vekile rücu ederek ondan alır. Eğer vekile tazmin ettirirse, vekil kölenin kıymeti
ile müşteriye
rücu eder, müşteri de onun
üzerine baha ile rücu eder. İkisi
takas yaparlar, hangisi fazla ise
fazlalığı geri verirler. Eğer
zorlayana tazmin ettirirse, zorla-yan ödedikten sonra ya müşteriye veya
vekile rücu eder.
Eğer ikrah mü'cî olmayan bir
ikrah ise, o zaman zorlayan hiçbir şeye
zamin olmaz. Ancak kölenin
sahibi vekile kölenin kıymetini
tazmin ettirir, vekil de müşteri ile
semenle takas yapar.
Eğer müşteriye tazmin ettirirse, müşteri
hiç kimseye rücu edemez.
Muhit'ten Hindiye. Özetle.
«Eşbâh'ın «Sahih değildin» sözü kıyasa göredir ilh...» Yani zorla verilen vekâletle talâk ve azad vâki
olmaz.
«İkrah ile de sahihtir ilh...» Yani vekâlet meselesinin dışında zira bilindi ki
vekâlet meselesi kıyastan
çıkmıştır.
«İkrâh tesir etmez ilh...» Yani sıhhate engel olma bakımından
zorlama tesir etmez. Çünkü ikrah, razı
olmayı yok eder. Rızanın olmaması da lüzumsuzluğa tesir eder.
Lüzumsuzluk da zorlanana fesih
imkânı verir. O halde ikrah
zorlanana tahakkuktan sonra fesih imkânı verir. Feshi ihtimal etmeyen
meselede ikrah etkili olmaz. Minâh.
«Nazmen ilh...» Nâzım Nehir sahibinindir. Onun Nazmında zorlama ile sahih
olan tasarruflar şöyle
sayılmıştır: «Talâk, ile, zihar, nikâh, ümmü'l-veledlik, kasdi öldürmekte affetmek, süt emzirme,
yeminler, rücu etmek, zorla yapılan adak. Zorla kabul edilen vedia. Kasdi bir şeyden dolayı yapılan
sulh. Talâk ile yemin ettirmek.
Azad etmek, İslâm'a girmek kölenin
tedbiri. Yardım etmek, azad
etmeyi kabul etmek. Bu saydıklarımız zorlama ile yapılsa da geçerli olur.
Ve saydığımızda yirmi
meseledir.»
Ben derim ki: Araştırıldığı zaman bazı meseleler birbirine uygunluk arzettiğinden ikrah
ile sahih
olan şeyler onbeştir. Zira vedîayı kabul de bu meselelerden değildir. Nehir'de olduğu gibi. Bütün
kitaplarda zikredilen, ikrarla sahih
olan şeylerin on olduğudur. Bu on şeyi de İbni Hümam nazmen
şöyle saymıştır: «İkrarla azad, talâktan ricat, nikâh,
ilâ, talâk, ilâdan ricat, zihar, yemin, adak,
kasden adam öldürmekte affetmek geçerlidir.»
Ben, İbni Hümâm'ın nazmı
üzerine geri kalan beş meseleyi de şöyle ekledim: Süt emzirme, tedbir,
sulhu kabul, ümmü'l-veletlik ve
İslâm.
«Kefil olduğu kimseyi ibra ilh...» Keza, kefaleti kabul
etmek de. Hamidî ve başkalarının fetvâ verdiği
üzere. Bahır'ın havâleler
bahsindeki ifadeye göre de zorla
havale kabulü de sahih değildir. Sayıhânî.
«Berâet şaka ile de geçerlidir iIh...» Zira ikrah
zail olduğu takdirde taleb ederse. edebilir.
İkrah zail
olduğu halde taleb etmezse, o
zaman şuf'ası bâtıl olur. Talepten sonra şuf'a hakkını teslime
zorlansa, yine onun şuf'a hakkı bâtıl
olmaz. Hindiye ve başkaları.
«Mürted olması da ilh...»
Musannıf bu sözü biraz ilerideki «zevcesi ondan bâin olmaz» sözünü tefri
etmek için zikretmiştir. Yoksa yukarıda
buna ihtiyaç bırakmayacak ifadeler
geçmişti.
«Onunla kafir olmaz ilh...» Burada musannıf «Onunla» demesinin sebebi, burada irtidad
kelimesinden maksat diliyle
telaffuz etmesidir. Hidâye'de şöyle denilmiştir: «Zira irtidat, itikadla
ilgilidir. Görülmüyor mu ki, adam dili
ile küfrü gerektirecek bir şeyi telaffuz etse, kalbi imanla
mutmain ise, kâfir olmaz. Onun
itikadında küfür şektir. Kansının ayrılması ise şüphe ile sabit
olmaz.»
«Söz de erkeğindir ilh...» Yani kadın kocasının itikadının değiştiğini
iddia etse, erkek onu inkâr
etse, makbul olan söz, erkeğindir.
«İstihsanen ilh...» Kıyas,
kadının sözünün makbul olmasını ve
karı-kocanın birbirinden ayrılmasını
gerektirir. Çünkü küfür kelimesi karı koca
arasındaki ayrılığın husulüne
sebeptir. O halde küfür
kelimesinde de talâk gibi arzusuyla söyleyenle zorla söyleyen
eşittir.
İstihsanın şekli ise, küfür kelimesi karı ile koca arasındaki ayrılık için vazedilmemiştir. Karı koca
arasındaki ayrılık ancak
itikaddaki değişme ile vaki olur. Zorlama ise onun değişmediğini gösterir.
O halde zorla söylenilen küfür kelimesi ile ayrılık vaki
olmaz. İşte bundan dolayı zorla küfür
kelimesini telaffuz edenin
küfrüne hükmedilemez.
«Nevâzil isimli kitaptan
ilh...» Nevâzil'den nakledilen ifade şudur: «Birisine zorla küfür kelimesi
söyletilmiş olsa, eğer bu sözleri imanını kalbinde
koruyarak söyler yani kazaen boş olmuş olur.
Eğer tevriye kalbine geldiği halde yapmazsa, diyaneten de
karısı ondan boş olur.»
Biz de yukarıda üçüncü kısmın kaldığını
takdim etmiştik. Üçüncü kısım şudur: Küfür kelimesini
söylemesi için zorlandığı zaman aklına tevriye gelmese,
kalbi imanla mutmain olduğu halde
zorlandığı şeyi yapsa, o zaman ne adam kâfir olur, ne de karısı
ondan ayrılır. Zeylâî de bu
mefhumun metinde zikredilenden
kasdolunan olduğunu açıklamıştır. Nitekim biz zikretmiştik. O
halde oralarında asla zıtlık yoktur.
«Hakim zorlasa ilh...» Musannıfın hâkim ile kaydetmesi, âdeten şer'î hadleri
ikâme edenin hâkim
olmasındandır. Yoksa bütün
mütegallibenin zorlaması hâkim gibidir. Hâkimin zorlaması
meselesinde de zorlamanın mülcî veya gayri mülcî olması arasında
bir fark yoktur. Zira Tecrid'den
naklen Tatarhâniye'de şöyle bir ifade vardır: «Eğer adam bir had veya kısası ikrar etmesi için sopa
veya hapisle zorlanılsa. onun o ikrârı bâtıldır.
Bu ikrahtan sonra hâkim onu serbest bıraksa,
sonra
tutsa, o da müstakbel bir ikrarla ikrarda
bulunsa, ikrarı kabul edilir.
«Hâkim istihsanen kısas edilmez ilh...» Şu kadar var ki,
bunların hepsi hâkimin malından tazmin
edilir. Muhit'ten naklen Hindiye'de olduğu gibi.
«Şüphe vardır ilh...» Yani hâlin
delâleti ile onun ikrar ettiğini yapması
şüphesi olduğundan.
«Ya bağını satarsın, ya da şu meşrubatı içersin diye zorlansa ilh...»
Yani bu iki fiilden birisini
yapması için mülcî bir ikrahla zorlanmış olsa.
«Bu zorlamadır ilh...» Zorlamanın sona ermesinden sonra zorlanan
kimse sattığı bağın satımını
feshetmekle tasdik etmek arasında muhayyerdir. Çünkü
içtiği şeyin haram olması
kesindir. O do
satışa razı değildir. Böyle bir
teklif karşısında satımı terkedip içmesi caiz midir? Zahir
olan, evet,
içebilir. Zira zaruret vaktinde
haram olan bir şeyi içmek mübahtır.
Düşünülsün.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Adam
ölüm tehdidiyle talâk veya azad
üzerine zorlansa, o da
yapmasa, öldürülse, günahkâr olmaz. Çünkü kendi malının
telef olmaması için ölüme sabretse
şehid olur. O halde kadından nikâhın ibtali hususunda imtina etse, boşanmasa, öldürülse
öncelikle
şehid olur.»
«Zina ve diğer haram olan şeyler
ilh...» Yani adom, satması veya zina etmesi için zorlansa, o da
satsa, zorlanmış olur. Bu söz,
haram olmayan şey arasında gider gelir. Ama musannıf iki haram
olan şeyle haram olmayan iki şey arasındaki terdidi zikretmemiştir.
Hâniye'de şöyle denilmiştir: «Adam
mülcî bir ikrahla kâfir olmaya ve ya bir müslümanı öldürmeye
zorlansa, o da adamı öldürse, istihsânen kısas edilmez. öldürdüğü
kimsenin diyetini üç sene içinde
vermesi vâcibtir. Eğer kalbi mutmain
olduğu halde küfrün icrasının caiz
olduğunu bilmiyorsa. Ama
eğer biliyorsa, bazı âlimlere
göre kısas edilir, bazı âlimlere göre de kısas edilmez. Eğer zina veya
katilden birisini yapmaya zorlansa, bunlardan hiçbirisini yapmaz. Çünkü bunlardan her ikisi de
zaruret halinde mübah
değillerdir. Katille zina hususunda zorlandığında zina etse, istihsanen ona
had vurulmaz ama zina ettiği kadının
mehrini verlr. Eğer öldürürse, âmir kısas edilir.
Çünkü onun
öldürülmesiyle âmir zorlayan olmaktan çıkmaz. Adam birisini öldürmeye veya
malını telef etmeye
zorlansa, mal diyetten az dahi olmuş olsa, yine başkasının malını
telef etmez. Çünkü malı telef
etmek ruhsattır, mübah
değildir. Eğer öldürürse, kendisi de öldürülür. Çünkü adam öldürmeye de
ruhsat yoktur. Eğer malı telef ederse, onu zorlayan kimse tazmin eder. Eğer adam duhul yapmadığı
bir kadının talâkına veya kölesinin azadına zorlanırsa,
âmir kölenin kıymetinden, kadının
mehrinin
yarısından daha azına borçludur. Eğer kadına duhul yapmışsa, âmire
hiçbir şey gerekmez.» özetle.
«Tayin etmese ilh...» Yani satımı
tayin etmese. Çünkü o adamın Sultan'ın talep ettiğini borç alarak
ve benzeri şekillerde de ödeme imkânı vardır.
«Şer'î hile ilh...» Yani satımının fasit olmasının hilesi. Yine bunda Sultanın
sattırdığı malı teslim
etmesi ve semeni kabzetmesi üzerine de zorlaması gerekir. Eğer malı teslim ve semenin kabzına
zorlamazsa, satımı nafizdir.
Nitekim metin olarak da geçti.
«Zorlanmış olur ilh...» Yani
satımda zorlanmış olur. Zira yukarıda geçtiği üzere sultanın emri
zorlamadır. Her ne kadar Sultan onu mülcî bir zorlama ile zorlamasa da hüküm böyledir.
«Dövmekle tehdid etse ilh...»
Hâniye bu sözü «telef edici» sözü ile
kaydetmiştir.
Yani nefsini veya
bir azasını telef edici
vuruşla. Açık olan, bu kayıt ittifaki bir kayıttır.
«Bu zorlama değildir ilh...»
Çünkü bu fiiilerin herhangi birisini işlemek şer'an caizdir. Şer'an caiz
olan fiiller de zorlama ite
vasıflanamaz. T.
Ben derim ki: Evet, şu kadar var
ki, koca, ben seni boşarım, üzerine başka bir kadın veya cariye
alırım gibi sözlerle kadının sabrını ifsad edecek bir kedere düşürür. Bu durum kadının özrünü açığa
vurur. Yukarıda geçtiği gibi, satım akdi
ve benzeri şeyler insanın kaderini
mucib olacak şeylerle
bozar. Çünkü bu şeylerle razı olunmaz.
Buna da musannıfın daha sonra
zikredeceği delâlet eder.
Ama hasta bir kadını anne ve babasından, bâkire kızı
zifaftan men etmek ise, bu fiillerden daha çok
kederlendirmez. Şu kadar var ki. nakilin bulunduğu bir meselede aklın
yeri yoktur. Yukarıda
zikrettiğimiz gibi fakihlerin
«Koca kansının sultanıdır» sözünün açık anlamına göre kocanın
karısına yalnız emretmesi yeterlidir. Çûnkü kadın kocanın eziyetinden korkar. Allah
daha iyisini bilir.
«Ebussuud da bununla fetvâ vermiştir ilh...» Ebussuud gibi Remli ve başkaları
da fetva vermiştir.
Remlî fetavâsında bunu nazım olarak
şöyle ifade etmiştir: «Mehrini hibe
etmesi için kadının kocası
ile birleşmesine engel olan kimse zorlayıcı olur. Bunun gibi, babanın kızının kocasının yanına
gitmesine izin vermemesi de
zorlamadır» Remlî daha sonra da şöyle demiştir: «Siz bilirsiniz ki,
satım alım ve kira ikrar ve
hibe gibidirler. Velilerden kadına engel olma kudretinde
olan kimse de
baba gibidir. Bunu da kapsayan
illet için bu böyledir. O halde burada babayı zikretmek bir kayıt
değildir. Bunun gibi, bekâret de
kayıt olmaz. Nitekim ülkemizde
müşahede edilmektedir ki,
kadınların mehirlerini onlara zor kullanarak almaktadırlar. Hatta
amcasının oğlu bile kadının
mehrini elinden almaktadır.
Kadın mehrini vermese. kadına ya zarar vermekte veya öldürmektedir.»
«Akdığına zamin değildir ilh...» Tazmin âmirin üzerinedir.
«Geçerli olan söz, yemini ile
birlikte zorlanan kimsenindir ilh...» Zira tazmini inkâr
etmektedir. Bu da
onun mislidir: Eğer vedîa veya hibenin kabulü üzerine zorlansa, zorlanan
kimse onu sahibine geri
vermek üzere aldığını söylese. yemini ile birlikte söz yine kabzedenindir. Hâniy'de olduğu
gibi.
«Zorlandığı kimse yanında hazır
olduğu sürece ilh...» Hindiye'de
Mebsût'tan naklen şöyle
denilmektedir: «Birisi zorla bir şey yapmak
üzere gönderilse, zorlanan kimse o işi yapmadığı
takdirde öldürülmesinden korkarsa. yine de o işi yapması ona helâl olmaz. Ancak
âmirin elçisi
onunla beraber olursa, işi
yapmadığı takdirde kendisini âmirin
yanına götüreceğinden korkarsa, o
zaman yapması helâl olur. Ama âmir ona bir iş gönderse o da yapmasa ve âmir onu öldürse,
inşaallah Allah'ın vüs'atindedir. Eğer hapis veya
bağlamakla tehdid etse, o işi yapması helâl olmaz.»
«Kudret ve zorlaması zail olduğundan
ilh...» Şu kadar var ki, zâlimin yanına
dönmesinden korkulur.
Bununla da ikrah gerçekleşmez. Bezzâzıye.
«Yediği ekmeğin kıymetini rücu ederek zorlayan kimseden alamaz
ilh...» Eğer, zorla yedirilen
ekmek başkasının olursa, zorla yediren adam zamin olur. halbuki yemenin menfaati de yiyenedir.
Bununla yukarıdaki mesele kapalı
olur, denilirse, ben derim ki, söylenilen meselede âmirin taamını
yemiştir. Çünkü yemek üzerine
zorlama kabz üzerine zorlamadır. Çünkü kabızsız yemek mümkün
değildir. Çünkü, âmir başkasının yemeğini
kabzetmiş ve onu yemesini söylemiştir. Burada ise,
yemekten önce, âmiri gasıb
kılmak mümkün değildir. Çünkü ekmek onun elinde veya ağzındadır. O
halde adam kendi yiyeceğini yemiş gibi olur. Ancak eğer tok
olursa, o zaman malının telefi üzerine
zorlanmış olur. Bundan ötürü de âmir
zamin olur. Bezzâziye. Özetle.
«Yalan söylemek peygamberlere mümtenidir ilh...» Bu söz, musannıfın ona yalan söylemek caiz
değildir sözünün illetidir.
Zira peygamberin sözü halkın üzerinde
delildir. Yalan onda mübah
değildir. Peygamberlerden başkası
bunun aksinedir. Onun için onun yalan
söylemesi câizdir.
Hâniye.
«Câriyeyi vermesi helâl olmaz ilh...» Çünkü onun «Bin köleyi azad edeyim» sözü câriyenin zinasına
ruhsat verdirecek bir zorlama
değildir. Üstelik cariyeyi kendisine vermesi için de zorlamamıştır.
Esirlere gelince, Allahu Teâlâ
onları kurtarmaya ve onları esaret belâsı üzerinde
sabrettirmeye
kâdirdir. T.
«Kölesi azad olmaz ilh...» Zira zorlama ikrarı ifsad eder.
Nitekim yukarıda geçmişti.
Yine bunun gibi
bir kimse boşama, adak, had, yol kesmek ve neseb gibi bir şeyi
ikrar etmesi için zorlansa. hiçbir
şey gerekmez. Hâniye.
«Kınye adlı eserin açık
anlamına göre evet ilh...» Kınye'nin
ifadesi şöyledir: «Mütegallibe birisine
«Ya bu binayı bana satacaksın veya ben o binayı senin hasmına veririm.» dese, o do ona satsa, bu
satışı mükreh bir satıştır. Eğer zorlanan kimse, zannı gâlibiyle
zorlayan kimsenin söylediğini
tahakkuk ettireceğini bilirse.» Sonra da şöyle demiştir: «Bu sözler malın
alınması üzerine şer'an
zorlama olduğuna işaret
sayılır.» BT'de şöyle denilmiştir: «Yukarıda
yazılanlar, delâletleri birbirine
zıt olan ifadeler olup, ben bu
konuda hiçbir rivayet bulamadım. Ancak bu kadarını bulabildim.»
Bunun açık anlamına göre, malının hepsinin alınmasıyla korkutulmak da şart
değildir. Biz
Kuhistanî'den naklen buna aykırı
olanı zikrettik.
Hindiye'de Mebsut adlı eserden naklen şöyle denilmiştir: «Ebülleys şöyle demiştir: «Sultan yetimin
vasisini, yetimin malını kendisine vermesi için mülcî ikrahla zorlasa, vasi verdiği takdirde zamin
olmaz. Velev ki bu korkutma
vasinin kendi malını almak şeklinde de olsa hüküm değişmez. Ama
eğer malının bir kısmını alacağını geriye kendisine yetecek
bir mal bırakacağını bilse, yetimin
malını vermesi caiz olmaz. Eğer verirse, verdiğinin mislini tazmin eder. Ama
eğer malının hepsinin
alınmasından korkarsa, o zaman mazurdur. Eğer sultan bizzat kendisi
elinden alırsa, yukarıda
saydığımız durumların hepsinde vasi zamin değildir.»
«Seni hâkime çıkaracağım ilh...» Hâkim, mücerret şikâyetle
eziyet veren bir zâlim ise, bu korkutma
sayılır. Kınye'de olduğu gibi.
«Beni ibrâ et ilh...» Bunun açık anlamı murafaaya illetidir, bu da sahih değildir. Çünkü ifadenin
anlamı, eğer beni borçtan ibra etmezse, seni
hakime çıkarırım demektir. O halda murâfaanın illeti
ibra etmemektir. Bu sözü, «dese» sözüne illet yapmak mümkündür. Şu kadar var ki zahir, o zaman
«Beni ibra et» yerine, «O ibra etsin» denilmesiydi.
Düşünülsün.
«Sahihtir ilh...» Şârihin bu sözü kendi beyitlerinin sonuna kadar, geçen «onun islâmı» sözü ile
birlikte tekrardır. Yalnız, «İslâm üzerine zorlanır» sözü tekrar
değildir. Yani İslâma girmesi için
hapisle zorlanır. Allah daha iyisini bilir.
|