KASÂME
M E T İ N
Kasâme lûgatte mutlak olarak, yemin
manasınadır. Şeriâtte ise; Hususî bir sebep, ve hususi
bir
sayı ile hususi bir şahısa karşı
hususî bir sayı
şekilde Allah'ın adı ile yemin
etmektir. Bunun
açıklaması ileride gelecektir.
Zimmi veya deli de olsa -Şurünbülâliyye- üzerinde; yara, darb, boğma
kulağından veya gözünden
çıkan kan izi bulunan hür bir
ölü bir mahallede bulunsa veya
bedeni yahut herhangi taraftan olursa
olsun vücudunun ekserisi yada başı ile birlikte vücudunun yarısı
bulunsa her ne kadar nass, beden
hakkında vârid olmuşsa da «ekser için bütünün hükmü vardır.» Onun için bir insanın vücudundan
yarısından azı başıyla birlikte bulunsa kasâme vacip değildir. Zira eğer vacip olsaydı bir ölüden
kasamenin tekrarı gerekirdi ki bu da meşru değildir -ve
bunun kâtili bilinmese- zira eğer
bilinmiş
olsa idi o hasım olur ve kasâme düşerdi, ve ölünün velisi de bütün mahalle
halkının veya bir
kısmının onu elli kişi «Allah'a
yemin olsun ki onu biz öldürmedik ve
katilini de bilmiyoruz» diye
yemin eder. Yemin edecekleri
ölünün velisi seçer. Yani onlardan her
biri maktülü kendisinin
öldürmediğine ve katilini de bilmediğine
Allah adıyla yemin eder. Veli ise yemîn etmez. Şafii
demiştir ki: «Eğer ölünün üzerinde
levs (cinayet alâmeti) olsa, o zaman velileri mahalle
halkının onu
öldürdüğüne daîr elli kere yemin
ederler. Sonra da davalının diyeti vermesine hükmedilir.) İmam
Malik'i dâvanın maktülün teammüden
öldürüldüğüne dair olması halinde kısasa hükmeder.
Mahalle halkından elIi kişi; «Allah'a yemin olsun ki onu biz
öldürmedik ve katilini de bitmiyoruz»
diye yemin ettikten sonra
mahalle halkının diyeti ödemesine
hükmedilir. Ama bu mutlak değildir.
Dâvanın; katlin teammüden olduğuna
dair olması halindedir. Ama eğer dâva
hataen katle dair
olursa o zaman diyeti mahalle halkının âkilelerinin
ödemelerine hükmedilir. Zahîre ve Hâniye'ye
nispetle Şerhu'l-Mecma'da da böyle
denilmiştir.
İbn-ü Kemal Mebsût'tan şunu nakletmiştir:
Zahiri rivayete göre yemini mahalle halkı
yapar diyeti de
üç sene içersinde onların âkileleri
öder. Eğer ölen kişi köle ise;
onun kıymeti de üç sene içerisinde
âkileden alınır. Şurunbilâliye.
Eğer yemin edenlerin sayısı elliye varmaz
ise o zamanı elli yeminin
tamamlanması için hazır
olanlara yemin tekrarlattırılır.
Eğer sayı tamam olup da ölünün velisi tekrarını isterse tekrarlatılmaz.
Mahalle halkından herhangi biri, yeminden kaçınırsa
yukarda geçtiği üzere yemin edinceye kadar
hapsedilir. Hapis amden katil davasında söz konusudur. Ama dâva hatâen katil hakkında ise, o
zaman mahalle halkının âkilelerinin
diyeti ödemelerine hükmedilir. Mahalle halkı yeminden
kaçınırsa hapis de edilmezler. Hâniye'ye isnadla İbn-ü
Kemâl...
Eğer birisi cinayet konusunda veya
kölesi aleyhine ikrarda bulunsa ikrarı kabul edilir. Ama başkası
aleyhine ikrarda bulunur ve maktülün velisi de onu tasdik ederse mahalle
halkının yemin
ettirilmelerine gerek kalmaz.
İ Z A H
Öldürülen kişinin durumu bazı
hallerde yemine yol açtığından, musannıf bu konuyu müstakil olarak
diyet bahsinden sonra zikretmiştir. İnaye
Kasâme lügatte: kasem manasındadır. Allame Nuh demiştir ki: «Lugatçiler kasâme kelimesinde
ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı onun masdar olduğunu söyler.» İbnu'l-Esir
de Nihâye adlı eserinde
bunu tercih etmiştir. Zira o
demiştir ki: Kasâme, «kasem»
gibi yemindir. Bir kısım âlimler ise
onun
ismi masdar olduğunu söylerler. Mutarrizî de Muğrip adlı eserinde
bunu tercih etmiştir. Zira o:
«Kasem; yemindir. Fukahanın
«Hâkım kasâme ile hükmetti» sözleri ismi masdardır ki kasemler
yerine kullanılmıştır.» der. Aynî Kenz şerhinde birinci görüşü, Molla Miskîn ise ikinci
görüşü tercih
etmiştir. T.
«Hususî bir sebep ile ilh...» Bu da maktulün bir mahallede veya birisinin mahalle manasına gelecek
bir hükmünde yada elinde bulunmasıdır.
«Hususî bir sayı ile İlh...» Bu elli yemindir.
«Hususî bîr şahıs üzerine ilh...» Yani evi özel olan şahıs... Bu da âkıl, bâliğ, hür bir kişi
veya
mükellef bir mülk sahibidir. Bu; hür bir kişinin karısı ve müketeb gibi zilliyet
sahibi olsa bile maktül
onun mülkü olan bir yerde bulunsa yine aynıdır.
Bu. kasâmenin bazı şartlarına işaret eder.
«Hususî bir şekilde ilh...» Bu da diğer şartlara işaret eder. Bu şartlardan
bazıları şunlardır: Yemin
edenlerin sayılarının elli olması, bu sayı tamamlanmadığı takdirde yeminin tekrar edilmesi. yemin
edenlerin «Allah'a yemin ederiz
ki onu biz öldürmedik ve kâtilini
de bilmiyoruz» demeleri,
kasamenin dâva, inkâr ve dâvayı talep etmeden sonra yapılması -zira dâva edilmeden yemin
gerekmez- öleni insan olması, üzerinde öldürme eseri bulunması ve
kâtilinin bilinmemesidir. Bu
durumda musannıfın zikrettikleri.
kasâmenin manasını, sebebini ve
şartlarını içine almaktadır.
Minah'ta şöyle denilmiştir. «Kasâmenin
rüknü, zikredilen yemini dil ile icra edilmesidir. Hükmü ise
yemin ettikleri takdirde diyetin vücubuna hükmetmek ve veli kasden öldürüldüğünü iddia ederse
mahalle halkı yeminden kaçınırsa
yemin edinceye kadar hapsedilmeleridir.
Eğer veli hatâ ile
öldürdüğünü iddia ederse yeminden kaçındıkları takdirde
diyete hükmedilir. Kasâmenin faydalan.
kanları heder olmaktan korumak ve katillikle itham edilen kişinin kısastan
kurtulmasıdır. Bunun
şer'î oluşunun delili de: Hidaye
ve şerhlerinin bu konudaki
bölümlerinde vârid olan hâdiselerdir.
«Ölü ilh...» hükmen yaralı
olarak bulunsa ve oradan yaralı olarak nakledilerek o yaradan
ölene
kadar yatalak kalarak hükmünde
ölü olsa.. Kasâme ve diyet
o mahalle halkının üzerinedir. Nitekim
ileride gelecektir.
«Hür ilh...» Köleye gelince, eğer ölü olarak
efendisinin mülkünün dışında bulunursa,
o zaman onda
da kasâme, ve diyet olarak da kıymeti gerekir. Müdebber, Ümmü'l-veled, mükâtep ve ticaret izini
olan borçlu kölede de hüküm
aynıdır. Eğer köle efendisinin
mülkünde bulunursa kanı heder olur.
Ancak şu kadar var ki mükâtep ve ticaretle
izinli olan borçlu köle efendilerinin mülkünde ölü olarak
bulunurlarsa onların kıymetleri
efendilerin âkilelerine değil, efendileri üzerinedir. Ticaretle izinli
kölenin kıymeti alacaklılarına
peşinen mükatepte ise üç sene
içerisinde ödenir. Nitekim Bedâî'den
naklen Şurunbilâliye'de de böyledir. Bu mesele bâbın sonundaki çeşitli meseleler konusunda
gelecektir.
«Zımmî veya deli de olsa ilh...»
Bu tarife; erkek, kadın, büyük
ve küçük girer. Hayvanlar ise tarifin
dışındadır. İleride geleceği üzere onlarda bir şey gerekmez.
«Yaralı ilh...» Mahalle bir
topluluğun konakladığı yere denir. T.
Misbah'tan...
«Veya başı ile birlikte yarısı bulunsa ilh...» Başı ile birlikte uzunlamasına bölünmüş olarak da
bulunsa... Minah; Ama başsız
olarak uzunlamasına bölünmüş olsa
veya başı da gövde ile
beraber
bölünmüş olsa onda kasâme olmaz. Musannıfın biraz evvel metinde zikrettiği
de budur. T.
«Onun için... bulunsa ilh...» Bu konuda kaide şudur: Mevcut olan kısım;
eğer geride kalan kısım
bulunsa idi onda kasâmenin câri olacağı bir durumda olursa mevcutta
kasâme gerekmez. Eğer
mevcud olan kısım kalan kısmı bulunsa idi onda kasâmenin vacip olmayacağı bir durumda olursa
bulunan kısımda kasâme gerekir. Kasâme
babında zikredilen parçaların cenaze
namazlarını bu asıl
esas alınarak kılmak müstehaptır. Hidâye.
«Zira eğer vacip olsaydı bir ölüde kasemenin tekrar gerekirdi
ilh...» Yâni diyetin de tekrarı gerekirdi.
Şöyle ki; bedenin az bir kısmı baş ile beraber bir yerde.
kalan kısmı da başka bir yerde bulunsa,
eğer az olan kısımda kasâme ve diyet az vaclp olsa çok olan kısımda da vacip olması gerekirdi.
«Zira eğer bilinmiş olsa ilh...» Yani beyyine ve ikrar ile...
Kuhistâni. Yani katilin ikrarı ile bilinirse.
Beyyinenin de mahalle halkı
dışında birisinden olması gerekir. Nitekim bu metinde de gelecektir.
Bu bahis hakkındaki malumatın tamamı da ileride gelecektir.
«Ölünün velisi de... iddia etse
ilh...» Musannıf bu kavil ile öldürülen kişinin velilerinin, ölünün kanını
dâva etmelerinin kasûmenin
şartlarından olduğuna işaret etmiştir. Zira davasız yemin îcabetmez
Nitekim Tûri'de de böyledir. Bunu daha önce belirtmiştik. Bakınız! velisi olmayan
bir maktulün
kasamesini İmamın iddia edip edemeyeceği hussuunda hüküm nedir?
Benim. Hamevî'nin şerhinden naklen
gördüğüme göre; Hamevî aşağıdaki muhayyerlik
hususunda
tevakkuf etmiştir, zira velî olmayan yerde
imam yemin edecek elli kişiyi
seçmekte muhayyermidir,
değil midir? diyerek bu hususta kitaplara
müracaat edilmesini söylemiştir.
Mevlâna Alî el-Hânutî şunu nakletmiştir: İmam, mahallede cesedi bulunan
kanını dava eder ve
yemin ederek kişileri
de seçebilir. Çünkü imam velisi olmayan kişiyi kasden öldüreni kısas eder.
Kısasa malik olan kimse eyleviyyetle kasâmeye
de malik olur zira kasâme kısastan
daha aşağı bir
mertebededir ve yine varisi
olmayan kişinin 'mirası beytü'lmâle
kalır. Bunu beytü'l-mâle mal eden
imamdır ve İmâmın yemin edenleri seçme
hakkı kesinlikle vardır.
«...Veyâ bir kısmının onu katlettiğini
iddia etse ilh...» Bu bir kısım insan belirli de olsa... Ama aksine
maktulün velisi onu mahalle
dışından başka birisinin öldürdüğünü
iddia ederse o zaman kasâme
mahalle halkından düşer. Nitekim bu ilerde metin olarak da gelecektir.
«Mahalle halkından elli kişi... yemin eder ilh...» Yukarda da geçtiği gibi çocuk, kadın
ve köle bunun
dışındadırlar. Nitekim ileride de gelecektir. Elli kişinin
yemin etmesi, daha önceden
belirttiğimiz gibi
velinin onların yemin etmelerini talep etmesi halindedir. Veli yemin
talep etmekten vazgeçebilir.
Remlî bunu sarahaten söylemiştir. Eğer veli yemin ettirmezse mahalle halkının diyet vermesine
hükmedilir mi hükmedilmez mi?!
Çünkü eğer onlara yemin ettirse
kâtilin ortaya çıkarılması
mümkün olurdu. Ben bu mevzuyu
göremedim, araştırılsın... Zeylâi
demiştir ki: «Musannıfın; yemin
edecek elli kişiyi veli seçer»
sözü seçmenin veliye ait olduğunu
gösteren nasstır. Çünkü yemin
onun hakkıdır.»
Açığı da şu ki: veli katillikle kimi itham ederse
onu veya öldürmeden haberdar olabilecek
kişileri
yada mahallenin salih kişilerini seçer. Çünkü
onların yalan yere yemin
etmekten kaçınmaları daha
çok umulur. O zaman da katil meydana
çıkar. Veli kör bir adamı veya zina ile iftira suçundan dolayı
hadd cezası verilmiş kişiyide
seçebilir. Çünkü kasame yemindir,
şehadet değildir.
«Yemin eder ilh...» O zaman bunlardan herbiri müstakil olarak kendisinin katletmediğine
ve katilin
de kim olduğunu bilmediğine yemin eder. Zira birisinin tek başına
öldürmüş olma ihtimali vardır ki
o zaman topluca öldürmediklerine
Allah adı ile yemin etmeğe cüret edebilir.
Fakat tek başına yemin
ederlerse bunu yapamazlar, çünkü eğer başkası ile birlikte öldürse de yine katildir.
Mahalle halkının, mahalle halkından biri aleyhine veya mahalle
halkı dışında biri aleyhine şahitlik
etmeleri halinde şahitlikleri reddedildiği halde «biz onun katilini
bilmiyoruz» demelerinin faydası
şudur: birisi kölesinin aleyhine
ikrar etse ikrârı kabul edilir. Mahalleden birisi
kölesinden başka bir
adamın aleyhine yemin ederek ikrar etse
ve ikrârmı da maktulün velisi tasdik
etse o zaman mahalle
halkından hüküm düşer. Minah,
özetle... İleride şu da gelecektir: Mahalle halkından
biri «Onu Zeyd
öldürdü» dese «Vallahi ben onun
Zeyd'den başka katili olduğunu
bilmiyorum» diyerek yemin
etmesi gerekir.
«Şâfiî demiştir ki ilh...» Levs, birisinin aleyhine cinayet alâmeti
olması veya davacı için düşmanlık
bulunduğunu gösteren bir emare yada mahalle halkının onu öldürdüğüne dair
adil bir kimsenin
şahitliği veya adil olmayan bir
cemaatin şahitliğinin olmasıdır. Şafiînin mezhebinin özeti şudur:
Eğer davacı lehine şahitlik eden
açık bir hol varsa bakılır;
Eğer mahalle halkının onu hataen öldürdüğüne dair yemin ederse. o zaman onlardan diyet alır,
kasden öldürdüklerine yemin
ederse, bir görüşe göre kısas edilirler. bir görüşe göre ise
diyet alınır.
Eğer davacı yemin etmekten kaçınırsa
o zaman mahalle halkı yemin
eder. Yemin ettikleri takdirde
de kendilerine hiçbirşey
gerekmez. Şayet yemin etmezlerse o zaman bir görüşe göre kısas edilirler,
bir görüşe göre de diyet öderler. Eğer görüşün, davacıya
şahitlik etmezse. o zaman mahalle halkı
dediğimiz şekilde yemin ederler.
«Levs» olmayan yerde Şafîi'nin görüşü da bizim görüşümüz gibidir. Buna göre aramızdaki ihtilâf iki
yerdedir; Biri: bize göre davacı yemin etmez ama Şafîi'ye göre yemin eder, ikincisi ise mahalle
halkının yemin etmeleri halinde
beratları...
Kifaye ve diğer kitaplardan... Bu delillerin izahları mufassal
kitaplarda vardır.
«İmam Malik... kısasa hükmetmiştir.» Yani davacının, davalılar arasından katil diye seçtiği kimse
aleyhine kısas hükmedilir
demiştir. Gûrerü'l-Efkar.
«Şerhü'l-Mecma'da da böyledir»
Gûrerü'l-Efkar'da ve Şurûnbülaliyye'nin
Burhandan Zahire ve
Haniye'ye nispetle yaptığı nakilde de böyledir.
«İbn Kemal... nakletmiştir ilh...» Bu söz geçen kısımdan bir
istidraktir. Zira İbnu Kemal amd ile hatâ
arasını ayırmamıştır. Aksine o, «mahalle halkı aleyhine diyetle hükmedilir ve diyeti de mahalle
halkının akilesi yüklenir, çünkü
Mebsut'ta böyle zikredilmiştir ilh.»
demiştir. Ama İbn-i Kemâl,
-Şârihin de ileride kendisinden naklen zikredeceği gibi- gelecek meselede amd ile hatâ arasını
ayırmıştır. işte bu ifade İbnu Kemal'in burada mutlakı (kayıtsızı) irade ettiğine delâlet eder. Hidaye
şarihleri de aynı şekilde,
herhangi bir kayıt koymadan diyetin
âkile üzerine vacip olduğunu
zikretmişlerdir.
Nihaye ve diğer kitaplarda şöyle
denilmiştir: «Mebsut'ta, mahalle halkının akilesine üç senede
ödemek şartıyla diyete hükmedilmiştir. Çünkü burada mahalle halkının
durumu. hatâen öldüren bir
kişinin durumundan daha
aşağıdır. O meselede diyet üç sene içerisinde ödemeleri şartıyla âkileye
hükmedilir. Burada da diyetin
akile üzerine hükmedilmesi daha evlâdır. Zahiri rivayete göre;
kasâme mahalle halkı üzerine diyet de onların akilelerinedir. Züfer'in görüşüne göre ise
her ikisi de
âkile üzerinedir.» Özetle...
Ben derimki: Daha evlâ oluşun
gerekçesi şudur: Burada mevcut olan mücerred davadır. Zira
mahalle halkının onu öldürdüğü
sabit değildir. O zaman hataen adam öldürmenin durumundan
daha aşağı olduğu açıktır. Bu
durumda da diyeti evleviyyetle akile yüklenir. Eğer bu meselede dava
kasden adam öldürmekse bile sabit olmayışı konusunda söylediklerimizden dolayı bu hüküm, âkile
amden adam öldürmenin diyetini yüklenmez,
esasına zıt olmaz. İşte benim kıt
anlayışıma zâhîr olan
budur. Metinlerin ibareleri ise
kasâme ve diyetin mahalle halkı üzerine olduğu konusunda
kayıtsızdır. O zaman bunu kasdî öldürme
davasına tahsis etmek lazımdır, nitekim musannıf da
böyle yapmıştır.
Yada bir muzaf takdir edilir,
yani «mahalle halkının akileleri üzerine» denilir. Hidâye Şarihleri de
böyle yapmışlardır. Açıktır ki Kâtil de bu âkileden
biridir. Yerinde de geleceği üzere katil de akile ile
birlikte diyeti yüklenir.
Burada da durum aynıdır. işte bundan
dolayı Bezzâziye'de Şeyhü'l İslâm'dan
naklen şöyle denilmektedir:
«Kasâme mahalle halkı üzerine diyet ise onlar ile akilelerinedir. Çünkü
mahalle halkı hükmen katildir, o zaman hakikaten katli gibi
olurlar.»
«Onun kıymeti de ilh...» Yani köle
efendisinin mülkünün haricinde ölü olarak bulunsa onun diyeti
de üç sene içerisinde mahalle halkından alınır. Nitekim
biz bunu daha önce beyan ettik,
ileride de
gelecektir.
«Ölünün velisi tekrarını isterse
ilh...» Yani onların bazısından tekrarını isterse... Mahalle
halkından
salih kişileri seçmesi ve onların da elli kişi tamamlayamamaları
halihde, onlara tekrar yemin
ettiremez. Aksine geri kolan kısımdan
elliyi tamamlamayı tercih eder. Bunu İtkânî
ifade etmiştir.
«Yemin edinceye kadar ilh...»
Veya ikrar edinceye kâdar... İkrar
ettiği takdirde ikrarı neyi
gerektiriyorsa onun yapılması lazımdır. Burada yalnız yeminden kaçınmakla hükmedilmedi.
Zira
burada yemin, kan dökme büyük bir şey
olduğu için, diyetin bedeli değil hakkın
kendisidir. Bundan
dolayı da ikisi bir arada cem edilirler. Ama mal davasındaki yemin böyle değildir.
Çünkü o yemin,
malın bedelidir. Bundan dolayı
da mal ödediği takdirde yemin düşer. İtkanî.
Özetle...
Hükmün bu şekilde olması. mahalle halkının
dışında muayyen bir kimsenin katil olduğunu iddia
etmediği zamandır. Muayyen bir kimsenin katli olduğunu iddia etmenin
hükmü ise ileride gelecektir.
«Yukarda zikredildiği şekilde ilh...» Bu da, onu öldürmediğine dair Allah adına yemin etmektir.
«Bu... ilh...» Yani yeminden kaçındığı zaman hapsedilmek..
«Ama dâva hatan öldürme hakkında ise ilh...»
Çünkü onun gereği maldır. Yeminden kaçındığı
takdirde de molla hükmedilir. Bu
biraz zikrettiğimiz illetin muktezasına zıttır. Düşün...
«Hâniye'ye isnadla ilh...» Ben derimki: Bu, Zahîre'de
Zahire'nin ibaresi de Minah'ta zikredilmiştir.
Kuhhistânî; Bu hükmü. Müctebâ,
Kimanî ve diğer kitaplara isnad etmiştir. Ama
benim Hâniye'de
gördüğüm ise şöyledir: Eğer mahalle
halkı yeminden imtina ederse, yemin
edinceye kadar
hapsedilirler. Musannıf, kasdi öldürme ile hataen öldürme arasında
bir ayırım yapmamıştır.
Metinlerin zahiri de budur.
«Veya kölesi ilh...» Yani
kölesinin hataen adam öldürdüğünü ikrar
ederse... Kısası gerektiren amde
gelince, yukarıda kişinin
kölesinin aleyhine
ikrarının kabul edilmeyeceği
geçmişti. Saihânî.
«Eğer başkası aleyhîne
ilh...» Daha önce, Minah'tan naklettiğimiz üzere, o mahalle halkından
değilse. İleride gelecek açıklamadan
da bu anlaşılacaktır.
«Yemin ettirilmeleri düşer ilh...»
Kendi aleyhinde veya kölesi
aleyhinde ikrarda bulunması halinde
de mahalle halkının yemin
ettirilmeleri düşer. Eğer musannıf «kendi aleyhine veya kölesi
aleyhine
yada mahallesinden olmayan başka biri aleyhine
ikrar etse ve bunu maktulün velisi
tasdik etse
mahalle halkının yemin
ettirilmeleri düşer» deseydi daha
güzel olurdu.
M E T İ N
Çocuğa, deliye, kadına ve köleye kasâme yoktur. Üzerinde öldürme izi
olmayan ölüye de Kasâme
ve diyet yoktur. Zira o öldürülmemiştir. Çünkü örfen maktûl, hayatını
bir canlının yaptığı bir fiil ile
kaybedendir. Halbuki o, üzerinde darb
eseri olmadan ölmüştür. ödenecek şey ise kulun fiiline
tabidir.
Ağzından, burnundan. dübüründen
veya zekerinden kan akan ve üzerinde
darb eseri olmayan
kimsede de diyet ve kasâme yoktur. Çünkü kan buralardan
hiç kimsenin fiili olmadan da çıkar. Ama
kulak ve göz böyle değildir. Ceset uzunlamasına yarılmışsa veya
cesedini yarısından azı baş ile
birlikte bulunsa yine kasâme ve
diyet gerekmez. Bunun sebebi yukarda geçmişti. Ölünün
boynunda
sarılmış bir yılan olsa onda da kasâme ve diyet yoktur.
Çünkü görünüşe göre adam o yılan
sebebiyle ölmüştür. Bezzâzîye.
Bütün âzaları tamamlanmış bir
düşük bulunsa ve üzerinde darb eseri olsa o büyük insan gibidir,
kasâme de diyet de vaciptir. Zahiriye'de buna muhalif bir
görüş yardır. Eğer maktulün
velisi mahalle
halkından olmayan bir kişinin katil
olduğunu iddia ederse bu mahalle halkı için
bir ibadır ve
kendilerinden kasâme düşer.
Eğer veli mahalle halkından muayyen bir kişinin katil olduğunu iddia ederse
kasâme düşmez. Bazı
âlimler ise düşeceğini söylemişlerdir.
Bir dâbbenin (hayvanın)
üzerindeki bir maktûlün yanında
bulunsa, onun diyeti mahalle halkına
değil, adı geçenlerden maktulün yanında
bulunanın akilesi üzerinedir. Çünkü maktul onun
elindedir. Bu durumda, sanki onun
evinde gibi olur.
Eğer hayvanın yanında, bir
sürücü bir çekici ve bir de binici
toplanmış olsalar o zaman diyet
hepsinin üzerinedir. Hayvan onların mülkü olmasa bile böyledir.
Çünkü, onların ellerinde olmasına
göre hükmedilir.
Bazı âlimler tarafından da kasâme ve diyetin evde olduğu gibi o hayvanın
sahibi üzerine olduğu
söylenmiştir. Bazı alimler tarafından ise kasâmenin sürenin
üzerine vacip olmadığı söylenir.
Ancak
onu gizlice sürerse müstesnâ. O zaman vacip olduğu söylenmiştir.
Cevhere'de de bu görüş kati
olarak ifade edilmiştir.
Eğer o hayvanın yanında hiçkimse
olmasa, o zaman kasâme ve diyet binitin bulunduğu mahalle
halkı üzerinedir.
Eğer, üzerinde bir maktul olan hayvan
iki köy veya iki kabile arasından geçse bunlardan hangisi
maktulün bulunduğu yere daha
yakınsa kasâme ve diyet onlar üzerinedir. Zira rivayet
edilen bir
hadisi şerife göre iki köy
arasında öldürülmüş bir ceset bulunmuş, Resulullah (S.A.V.)
bu iki köy
arasının ölçülmesini emretmiş ve cesede daha yakın olanın üzerine kasâme
ile hükmetmiştir.
Eğer bu iki köyün cesede yakınlığı eşitse o zaman her ikisine kasâme gerekir. Burada ifadenin
«hayvan» ile kayıtlanması,
ittifakidir. Kuhistanî.
Yukardaki meselede, üzerinde bir maktul olan hayvanın aralarından
geçtiği köylerin her ikisinden
de, hayvanın bulunduğu yeresinin ulaşması şarttır. Zeylâî'nin ibaresi de böyledir. Dürer ve diğer
kitapların ibaresi de böyledir.
Dürer ve diğer kitapların ibarelerine göre ise maktulün sesinin iki
köyden duyulması şarttır.
Kâfî'den naklen Bercendi'nin ibaresine
göre de köylerin halkları maktulün sesini duyuyor
olmalılar,
çünkü o zaman ona bir kurtarıcı
gidebilir. Bu durumda Maktûle bu şekilde yakın olmalarına rağmen
yardımdaki kusurları bunlara isnad edilir. Yoksa
eğer ses ulaşmayan bir yerde
bulunursa, o zaman
ona yardım etmeleri gerekmediği
gibi, onların yardımıda kubul ettikleri
de söylenemez. O zaman,
takdiren katil de sayılmazlar.
İ Z A H
«Çocuğa... kasâme yoktur ilh...»
Çünkü onlar, yardım edebilecek kimseler
değil. ancak başkalarına
uyan kimselerdir. Başkalarına uyan kimseler ise
yardımda bulunamazlar. Yemin ise yardım eden
kimseler üzerinedir. Hem de çocuk ve deli doğru söz söyleyecek
kimselerden değillerdir. Yemin ise
bir sözdür. Zeylaî.
«Ben derimki: «Çocuğa ve
diğerlerine
kasâme yoktur» ifadesinden murat: mahallede
bulunan
maktulün kasâmesine, mahalle halkı
ile birlikte girmemeleridir. O zaman bu, ileride metin
olarak
gelecek olan, «Bir kadının mülkü olan bir köyde
öldürülmüş olarak bulunan bir kimsenin kasamesi
kadına da vaciptir» hükmüne zıt
değildir.
Bedayi'den naklen Tûrî'nin zikrettiği «Mükâtebin evinde bulunan öldürülmüş kimsenin kasâmesi
de
mükâtebe vaciptir, eğer yemin ederse mükâtebin
kıymetinden ve maktulün diyetinden
hangisi daha
az ise onu vermesi gerekir.»
diye ifade edilen hükme zıt değildir. Ticarete izinli bir köleye ait bir
evde öldürülmüş bir kimse bulunması
halinde uygulanacak hüküm konusunda
Velvâliciye'de şöyle
denilmiştir: «İstihsânen kasâmenin,
mezunun efendisi üzerine olması
gerekir. Efendi köleyi veya
bedelini vermek arasında muhayyerdir. Zira, eğer köle hatâen cinayet
işlediğini ikrar etmiş olsa
ikrarı sahih olmadığı gibi yemin
de ettirilmez.
«Ödenecek şey ilh...» Yani diyet kulun fiiline tabidir. Burada ise kulun fiili mevcut değildir. Aynı
şekilde kasâmenin mahalle halkına
vacip oluşunun sebebi, sadece katilin onlardan olma
ihtimalinden dolayıdır. Burada ise bu ihtimal yoktur. Çünkü ölen
kişi üzerinde öldürme eseri yoktur,
o zaman kasâme gerekmez. İtkanî.
«Ağzından ilh...» Hidâye
ve diğer kitaplarda da aynen böyledir. Zahire'de şu zikredilmiştir.
Ağzından
gelen kan, kafasından ağız yoluyla çıkıyorsa hüküm böyledir. Eğer karnından
yükselerek geliyorsa,
o zaman öldürülmüş demektir.
Kuhtetânî ve İtkani Fahru'l-İslâm'dan.
«Çünkü kan buralardan hiç kimsenin fiill olmadan kendiliğinden de
gelebilir. Dübürden ve bazen,
ya içerdeki bir hastalıktan veya yenen blr şeyin dokunmasından dolayı, kan gelebilir. Tenasül
uzvundan gelen kan ise ya içten bir damarın yarılması veya böbrek veya karaciğer zayıflığı yahut da
şiddetli korku nedeniyle olabilir. Bunu İtkânî ifade etmiştir.
Bundan anlaşıldı ki, eğer kimsenin
müdahalesi olmadan yanma, damdan
düşme veya suda boğulma ile öldüğü bilinirse evleviyetle ne
kasame ne de diyet icabeder.
Zira kasâmenin şartı, öldürmenin, kasâme ve diyete mani olacak
kuvvetli ve zahir bir sebebe bağlanmamasıdır. Hayriye'de de
böyle denilmiştir.
«Ama kulak ve göz böyle
değildir ilh...» Zira kulak ve gözden çıkan kan zahiren katle delalet eder.
Çünkü oralardan normal de bir
fiilî müdahale olmadan kan çıkmaz.
İtkâni.
«Çünkü sebebi yukarda geçmişti»
O sebep «Bir maktülde kasâmenin tekrarına sebep olmaması
için» sözüdür.
«Kasâme de diyet de vacîptîr» Yani mahalle halkına... Çünkü zahire göre yaradılışı tam olan cenin
annesinden canlı olarak ayrılır.
Yaradılışı tam olmayanda ise mahalle halkına hiçbirşey yoktur.
Çünkü annesinden ölü olarak
ayrılmıştır. Hidâye.
«Zahîriye'de buna zıt bir görüş vardır.» Zahîriyye'nin ibaresi aynen şöyledir: «Cenin
bir mahallede
öldürülmüş olarak bulunsa o
mahalle halkına ne kasâme
nede diyet vardır.»
Ben derimki: Birincisi. şerhlerde, Hidaye'de, Mütteka'da, Vikâye'de, Dürer'de ve diğer kitaplarda
zikredilendir.
«Bu, mahalle halkı için bir ibrâdır ilh...» Çünkü onlar maktulün
diyetini sadece onun mahallede
bulunmasıyla değil, velinin iddiasıyla öderler. Velisi mahalle halkı haricinde başka birinin
öldürdüğünü iddia ederse, artık
onların öldürdüğünü iddia etmesi
mümküm olmaz. Çünkü şartı
yoktur. T. Şumnî'den.
Tatarhaniye'den zikredeceğimiz üzere,
mülk de mahalle gibidir.
«... Ve mahalle halkından kasâme düşer ilh...» Velilerden biri mahalle halkı haricinde
birinin
öldürdüğünü iddia etse ve diğer veliler orda bulunmasalar; iddia
eden velî bulunmayan velilerin
kasâmede velileri değilse kasâme
düşmez. Eğer velilerden biri : «Amr
öldürdü» bir diğeri de, «Onu
öldüreni bilmiyorum» deseler bu birbirlerini
yalanlama olmaz. Fakat kasâme düşer. Sâihani,
Zahidi'den...
Sâihanî burada davalıya ait olan hükmü zikretmedi. Bu meselenin
hükmü İtkânî'nin şu zikrettiğidir:
«Eğer veli delil getirirse kabul
edilir, getiremezse o zaman davalının
bir kere yemin etmesi istenilir;
Yemin ederse diyet ödemekten kurtulur etmezse: dava hataen öldürme
ise o zaman sabit olur.
Kısas davası ise ikrâr edinceye
veya yemin edinceye yada -İmam-ı Azam'a göre- açlıktan
ölünceye
kadar hapsedilir. İmameyn
de erş lazım olduğunu söylemişlerdir.
özetle... Bu bahsin tamamı
İtkânî'dedir.
«Kasâme düşmez ilh...» Yani zahiri rivayete göre. Mevahib. Çünkü Şârih kasâmeyi başlangıçta
mahalle halkına gerekli görmüştür. Buna göre velinin mahalle halkından birinin katil olduğunu iddia
etmesi Şarih'in meşru kıldığı şeye ters düşmez. O zaman kasâme
ve diyet mahalle halkına sabit
olur. Kifâye.
«Bazı âlimler ise düşeceğini söylemişlerdir ilh...» Bu da Zahiri rivayetin dışında Ebû
Yusuf'tan
yapılan bir rivayettir. Buna
göre; Kasâme ve diyet geri kalan mahalle
halkından düşer. Velîye,
«Delilin varmı? diye sorulduğunda olmadığını söylerse o zaman davalının
bir kere yemin etmesi
istenilir. İbnu'l-Mübarek Ebu
Hanife'den bunun benzerini rivayet etmiştir. Zeylaî.
«Diyeti... adı geçenlerden onun yanında bulunanın âkidesi üzerinedir...» Yâni kasâme vacip olur.
Yemin ettiği zaman da diyet âkilesi tarafından
ödenir.
Alimlerden bazıları bunun hayvanın belirli bir
mâliki olsun veya olmasın ifadesinden
daha ummî
olduğunu söylemişlerdir. Kitab'ın mutlak ifadesi işte bu sebeptendir. Bazıları ise
o hayvanın bir
sahibi olduğu takdirde kasâmenin ve diyetin,
kendisi üzerine olduğunu
söylemişlerdir.
Musannıf birinci görüşe göre
hüküm vermiştir. Çünkü o ileride hayvan onların mülkü değilse...
demiştir. O zaman hayvan ile ev arasındaki fark hayvanın
sahibine vacip oluşu evde oturana ise
vacip olmayışıdır. Nitekim ileride geleceği üzere sahibi evini
kiraya vermiş de olsa rey ve idarede
binadan eli kesilmez. Ama
hayvan bunun hilâfınadır. Onda tasarruf hakkı, hayvanı elinde
tutanındır.
«O zaman diyet hepsinin üzerinedir ilh...»
Yâni âkileleri üzerine... Kasâme ise kendileri üzerinedir.
İnâye.
«Onların mülkü olmasa bile îlh...» Yani ister hayvan onların
mülkû olsun ister olmasın. Hayvan
sahibi adı geçenlerden biri olursa bakılır: Meselâ süren kişi sahibi ve binen veya çeken
kişi de
yabancı olsa yada
bunun aksi olsa o zaman diyet
hem sahibinin hemde binenin veya çekenin
üzerinedir. Musannıfın mutlak
ifadesi bu suretlerin hepsini kapsar.
İtkânî'nin zikrettiği «eğer
maktul
bir gemide bulunsa, diyeti gemide bulunan, gemi sahibi ile yolcuların üzerinedir. Çünkü gemi
hareket eder ve döner. O zaman
da, onda tazminat yardım ile değil hayvandan
olduğu gibi zilliyetin
sübûtu iledir,» ifadesi de buna
delâlet eder. Bunu Sa'dî ifade etmiştir.
«Çünkü onların ellerinde olmasına göre hükmedilir ilh...» Bu söz hayvan ile bina arasındaki farka
işaret eder.
«Bazı âlimler tarafından da kasâmenin sürenin üzerine vacip olmadığı...
söylemiştir ilh...» Hayvanı
çeken ve binenin de süren gibi
olması münasiptir. Remzî'den naklen Hamevî'de yer alan ibarede
buna îşaret etmektedir: Açıktan
bir cenaze taşısalar ve sonrada onun öldürülmüş olduğu meydana
çıksa onda hiçbirşey gerekmez.
Ebu's-Suud.
«Cevhere'de de bu görüş kat'î
olarak ifade edilmiştir ilh...» Şu kadar var ki Kifâye'de bu hükmün
Ebu Yusuf'tan Zahirî rivayetin
dışında bir rivayet olduğu söylenmiştir.
«Eğer üzerinde bir maktûl akm bu hayvan...
geçse ilh...» Yani onunla beraber hiçkimse olmadığı
halde... Miskin. Zira onunla beraber
bir sürücü veya benzeri birisinin olmasının,
hükmü yukarda
geçti.
«Veya iki kabile ilh...» veya iki yol veya iki mahalle... Kuhustânî.
«Hangisi daha yakınsa onun üzerinedir ilh...» Yâni
hangisi maktûla daha yakınsa... Böyle
olması,
hiçkimsenin mülkü olmayan yerde bulunduğu zaman da söz konusudur. Ama birinin mülkünde
olursa, mülk sahibi üzerinedir. Kuhistânî buyakında gelecektir.
Kuhistâni demiştir ki: «Bu ifade
maktul bir köyün toprağı ile diğer bir köyün binaları arasında bulunduğu zaman kasâme ve diyetin
bunlardan daha yakın olanın üzerine olduğunu bildirmektedir.
«Eğer ikisinin de cesede yakınlığı
eşitse zaman her ikisinin de üzerine
kasâme gerekir.» Şayet
köylerden birinde bin kişi diğerinde ise daha az kişi olsa diyet
her iki köy halkı üzerine
ihtilafsız
olarak yarı yarıyadır. T. Hidiye'den.
Ben derim ki! Maktulun velisinin davacı olmasının kasâmenin
şartlarından olduğunu biliyorsun. O
zaman iki köye eşit mesafede bulunan maktulün
velisi köylerin birinden davacı olup
diğerinden
olmasa hüküm nasıl olur? Bana zahir olan şudur: Maktulün velisi maktule eşit
mesafedeki iki
köyün birisinden davacı olsa kasâme
diğerinden düşmez, çünkü kasâme her iki köye de vaciptir. O
zaman bu bahis şöyle olur: Mahalle halkından belirli
bir kişiden davacı olsa kasâme
diğerlerinden
yine düşmez. Ama eğer daha uzak
olan köy halkından davacı olsa
bu. daha yakın olan köy için ibrâ
sayılır. Çünkü aslında. sadece
daha yakın olandan davacı olması
gerekiyordu. Bu mesele mahalle
halkından olmayan birisinden davacı olduğu zaman mahalle halkının ibra
edilmiş olmasına
benzer... Bu bahis araştırılsın.
«Burada hayvan» ile kayıtlanması
ittifâkidir». Eğer iki köy arasında atılmış olarak bulunsa hüküm
yine aynıdır. T.
«Köylerin her ikisinden de hayvanın bulunduğu yere
ses ulaşması şarttır ilh...» Zeylaî
ve Hidâye
sahipleri bu şartı «kîl» (denildiki) sözü ile tabir etmişlerdir Şu kadar var ki
Hâniye ve Velvaliciye'de
bu şart kesin bir dille ifade edilmiştir. İbnu Kemal ve Dürer sahibi de
bu ikisine uymuşlardır. Dürer
sahibi bunu musannıf gibi metin
olarak almıştır. Mevahip'te de aynen böyledir.
Bunun illeti zahirdir
ve şunu ifade etmektedir ki:
Eğer o maktulun bulunduğu yerden ses
ulaşmazsa kanı heder olur, şu
kadar var ki böyle olması o yerin kimsenin mülkü olmaması veya
hususi yada umumi zilliyette
olmaması halindedir. Bunun
takriri ileride gelecektir.
Bir hükmün «kile» denildi sözcüğü ile ifade edilmesi, onunzayıflığına delalet eder. (Redaktör)
«Zeylâi'nin ibaresi de böyledir ilh...» Yâni bazı nüshalarda olduğu gibi... Bazı nüshalarda ise
Dürer'deki ifade gibidir ve
Bunların hepsinin bir tek manaya irca
edilmesi mümkündür. Demekki,
metindeki ifade gibi olursa «köylerin
duyması» şarttır. Dürer'deki gibi ifade
edilirse «ondan ses
ulaşması» şarttır. İşte bu da Kûfî'deki ifade ile kasdedilenin
aynıdır. zira genellikle köylerin
halkları
maktulün sesini duyacakları
bir yerde oldukları takdirde maktül de
onların seslerini duyar. Şu kadar
var ki tazminatın sebebi onların
onu kurtarmada kusurlu olmalarıdır. O zaman akla gelen maktulün
köylülerin seslerini duyması değil, onların maktulün sesini duymalarıdır. Bundan dolayı
Şarih de
musannıfın sözünden murad edilen
şeyin açıklanması için burada Dürer ve diğer kitapların
ibarelerini aldı. Sen düşün.
M E T İ N
Maktulûn bulunduğu yerin
durumuna bakılır. Eğer mülk ise kasâme
maliklerine, diyet de maliklerin
âkileleri
üzerine vaciptir.
Bilinen kimselere vakfedilen
mülkün durumu da böyledir. Zira itibar mülk ve velâyetedir.
Nitekim
musannıf Velvâliciyye ve Bezzaziye'ye
istinaden böyle ifade etmiştir.
Ben derim ki: Dürer ve diğer
kitaplara uyularak. ileride
metinde bunun tasrihi gelecektir. Buna göre,
«yakınlığa» itibar edilmez. Ancak maktül hiçkimsenin mülkünde ve zilliyetinde olmayan
mübah bir
mekanda bulunduğu takdirde
«yakınlığa» itibar edilir. Aksi halde kasâme mülk sahibi ile malı
elinde
tutan üzerinedir. Velâyet ve zilliyetten murat: o mekân,
sayılabilecek bir topluluğunda olsa
özel
mülkiyettir. Eğer maktulün bulunduğu yer
müslümanların umumuna alt bir yer
olsa. o zaman
hiçkimse üzerine kasâme ve diyet
yoktur.
Şu kadar var ki, onun diyeti hazineden verilir. Bu ileride gelecektir.
Sen düşün. Zilliyetten murad da,
hak edilmiş zilliyettir.
Valinin, sahiplerinden zulmen aldığı topraklara gelince, uygun olan buralarda bulunan bir maktulün
kanının heder olmasıdır. Çünkü
gâsıp üzerine diyet yoktur. Kuhistanî Kirmânî'den naklen...
Araştırılsın.
Eğer maktulün bulunduğu yer sahipsiz olup, ama müslümanların ellerinde
bulunursa o zaman
diyetin beytü'imâlden verilmesi gerekir. Zira biz zikrettik ki eğer
ses duyulacak bir yerde olsa onu
kurtarmak sesi duyan kişi üzerine
vaciptir. Velvaliciye'de de aynı şekildedir. Vetvâliciye'de
denilmiştir ki: Maktül bir
adamın bir köyün yanındaki
tarlasında bulunsa ve toprak sahibi de o köy
halkından olmasa, kasâme ve diyet
köy halkına değil toprak sahibinedir.
Çünkü itibar mülke ve
velâyetedir. Ben derimki:
Bu sarahaten şunu ifade
etmektedir, yakınlığa mülk ve vakıf olan mekanda değil ancak mübah
olan
yerlerde itibar edilir, çünkü toprağı idare sahibine
aittir. Bu bahis ileride metin olarak gelecektir.
Dikkatli ol!
Eğer maktül bir insanın evinde
bulunsa, kasâme ev sahibi üzerinedir. Şayet âkinesi de orada
bulunuyorlarsa onlar da kasâmeye dahil olurlar. Ebu Yusuf buna muhalefet etmiştir. Mülteka. Eğer
o binanın ona ait olduğu hüccetle
sabit olursa ve âkilesi de varsa diyet
âkilesinedir. Aksi halde
k6ndl üzerinedir. Nitekim ileride gelecektir.
İ Z A H
«Bilinen kimselere vakfedilen
mülkün durumu da böyledir ilh...» Yani ileride geleceği
gibi kasâme
ve diyet onların üzerinedir.
«Bilinen kimselere ilh.» Bu ifade ile fakir ve düşkünler gibi genel
bir şekilde anılan bilinmeyenler bu
hükmün dışına çıktılar. Böyle bir
yerde bulunan maktulün diyetinin
beytü'l-mâlden verilmesi
gerekir. Nitekim musannıf bunu
ileride bahis olarak zikredecektir.
«Zira itibar mülk ve velâyetedir ilh...» Şarihin bu sözünde itirazi bi görüş vardır. Çünkü
vakıfta
velâyet vâkıf yapanın veya
onun mütevelli kıldığı kimsenindir.
«O zaman ilh...» Yani diyeti:
mülkte ve hususi olarak bir şahsa
vakfedilen malda sahipleri
üzerinedir. O zaman sesin
duyulması ile kayıtlanan yakınlığa itibar edilmez. Yakınlığa ancak
hiçkimsenin mülkü ve hususi
zilliyeti olmayan mübah toprakta
itibar edilir. Mübah arazi (sahipsiz
arazi) altına iki şey daha olur.
Birisi, hiçkimsenin faydalanmadığı bir
kır diğeri de müslümanların
elinde bulunan ve faydalandıkları bir kırdır. Demekki bu kırların her ikisinde
de yakınlığa itibar
edilir. Yani sesin duyulacağı en yakın olan yere bakılır, o zaman kasâme
daha yakın olan yer
halkına vacip olur. Eğer
maktulün bulunduğu yerden ses duyulmuyorsa, o kır müslümanların elinde
olduğu takdirde maktulün diyeti hazineden verilir. Nitekim musannıf bunu yakında zikredecektir.
Aksi halde kanı heder olur. Nitekim musannıfın
«onlardan sesin ulaşması şarttır» sözünden
anlaşıldı. Bunu yukarda beyan etmiştik. Bu da Tahavî'nin
Hindiye'den, Hindiye'nin de Muhit'ten
naklettiği şu sözlerdir: «Maktul bir kırda bulunsa; eğer kır mülk ise kasâme
ve diyet onun sahibi ile
kabilesi üzerinedir. Ama şayet mülk değilse bakılır, eğer oradan
şehre ses ulaşıyorsa o zaman
kasâme şehir halkı üzerinedir. ulaşmıyorsa müslümanlar o sahradan
odun kesmek, ot biçmek ve
hayvan otlatmak gibi şeylerle
faydalandıktan takdirde diyet hazineden ödenir. aksi halde kanı heder
olur» Özetle.
Buna göre: Haniye'nin «maktül sahipsiz
bir yerde olur, ve orası da müslümanların
zilliyetlerinde ise
diyet hazineden verilir» sözü, diyetin
hazineden verilmesinin o sahipsiz yere
ses ulaşacak kadar
yakın şehir veya
köyün olmaması haline hamledilir. Çünkü
Hâniye'de evvela sesin ulaşması
katiyetle şart kılınmıştır. Nitekim
bunu Hâniye'den naklen daha Önce söylemiştik. Burun özeti
şudur: Evvela muteber olan mülkiyet ve
hususi zilliyet sonra yakınlık sonra da amme
zilliyetidir.
BİR UYARI: Tatarhaniye'de: «Eğer
maktulün bulunduğu yer hiç kimsenin mülkü değilse ve
oradan
ses duyuluyorsa kasâme ve diyet
şehirdeki o yere en yakın olan kabileler
üzerinedir»
Denilmektedir. Bu ibare şunu
ifade ediyor: Kasâme şehir halkının tümü üzerine değil şehirdeki o
yere en yakın olan kabile üzerinedir. Unutulmasın...
«O yer sayılabilecek kadar bir toplumunda olsa ilh...»
Yani o yer ya bir kimseye
veya bilinen
kimselere vakfedilen mülk gibi, sayılabilecek çoklukta kimselerin mülkü olsa...
«Ancak onun diyetinin beytü'lmâl'den verilmesinin vacip oluşu ileride gelecektir.» Yani yakında
metinde gelecektir.
«Sen düşün» Şârih bununla iki
görüşün uyuşturulmasının mümkün olduğuna işaret
etmiştir. Bu da
Bedayi'nin «hiçkimse üzerine diyet yoktur» sözünün insanlardan hiç kimse üzerine diyet
olmamasına hamledilmesidir. H. Yani o zaman bu ifade diyetin hazineden verilmesinin
gerekli
oluşuna zıt olmaz. Şu kadar var
ki bu da, insanlardan hiçkimseye yakın
biri yerde bulunmadığı
zaman da söz konusudur. Aksi halde
önceden bilinmediği gibi diyet
sesi işitebilecek kimseler
üzerinedir.
«Araştırılsın.» Ben derim ki: Bunun araştırılması
şöyledir: Bu mesele ihtilâflıdır. Zira
Kuhustani'nin
Kirmânî'ye isnad ettiği «yeri gasbeden kîşiye diyet yoktur» sözü,
musannıfın ileride gelecek olan
«eğer mülk satılsa fakat kabzedilmese» sözünün yanında, Hidâye
Şerhlerinde zikrolunan ifadedir.
Zeylaî de; o bahiste şöyle demektedir; Bu bahis binanın emanet olduğu durumun aksinedir.
Çünkü
bina emanet olduğu takdirde
tazminat malikinin üzerinedir. Çünkü
tazminat korumayı terketme
tazminatıdır. Korumayı terketme tazminatı da ancak korumaya gücü yeten
kimse üzerine vaciptir.
Korumaya gücü yeten de niyabeten değil asaleten zilliyete sahip olandır.
Emanet alanın zilliyeti ise
niyâbeten zilliyettir. Müstair
ve müretehin de böyledir. Gâsıp da bunlar gibidir. Zira gasıbın
zilyedliği de emaneten olan bir zilyedliktir. Çünkü bize göre
akâr gaspla tazmin olunmaz. Bu
Nihâye'de zikredilmiştir. Hidâye'de de, gasıbın gasbettiği yerde bulunan maktulün
tazminatının
gasıba ait olduğuna delalet edecek sözler
zikredilmiştir: Yani Hîdaye bu
hükmü «akorda go$p
tohckkırit eder» görüşü üzerine
bina etmiştir. Bunu da imamlarımızdan bir çokları tercih etmiştir.
Minah.
«Eğer maktutun bulunduğu yer sahipsiz bir arazi ise ilh...»
Yani yukarda belirttiğimiz gibi oradan
da
ses duyulmuyorsa.
«Zira biz zikrettik ki: ilh...» Velvâliciye bunu, daha evvel gecen «diyet ve kasâme
köylerden ses
duyulacak kadar yakın olanın üzerine vaciptir» sözüne
gerekçe olarak zikretmiştir. Şu. kadar var ki
Velvalciye, ta'lil ile muallel
arasını musannıfın metin olarak zikrettiği, «mekanın haline itibar
edilir»
sözü ile ayrılmıştır. Şarih de
bu ayırımın onun illeti olduğunu zannetmiştir. Halbuki öyle değildir.
Zira burada diyetin hazineden ödenmesinin mâmur yerlerde sesin duyulmayacağı
kadar uzak
olması halinde olduğunu biliyorsun.
«Toprak sahibi de o köy
halkından olması ilh...» Bu sözün
mefhumu muhalifi (zıddından anlaşılan)
şudur: Eğer yerin sahibi de. o
köy halkından ise, köy halkı onun akilesi
olduğu takdirde o da köy
halkına dahil olur. Düşün.
«Bu açıktır ilh...» Şârihin daha önce söylediği «o zaman yakınlığa
itibar edilmez» sözü ile birlikte bu
ifadesine hiç
ihtiyaç yoktur.
«Çünkü toprağı idare etmek
ilh...» Şârihin bu sözü düşürülmüş bir ifadenin gerekçesidir. O da
şudur: Aksi halde diyet malikin
ve velayet sahibinin üzerinedir. Çünkü... T.
«Kasâme ev sahibi üzerine gerekir ilh...» Buna göre o, tekrar tekrar yemin
eder. Vetvâliciye. Bina
kilitli olup içinde hiçkimse olmasa bile durum aynıdır. Tûrî. Kasâmenin ev sahibi üzerine oluşu
maktülün velisinin ev sahibinin katil olduğunu iddia ettiği zaman da söz konusudur. Ama eğer
maktulün velisi başka birinin
katil olduğunu iddia ederse ev sahibine ne kasâme ne de diyet
vaciptir. Tatarhâniye.
«Eğer âkilesi de orada bulunuyorlarsa
ilh...» Yani Burhan'dan naklen Şurunbulâliye'de de
belirtildiği gibi âkilesi de onun
şehrinde bulunsalar...
«Ebû Yusuf buna muhalefet etmiştir
ilh...» Zira o, «Akilesi kasâmeye
dahil olmaz, zira bir
başkasının onun binası üzerinde velâyet
yoktur» demiştir.
İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'in delilleri şudur: Akile birbirlerini korumak ve yardımlaşmak için
toplandıklarından dolayı sahibini korumakla
birlikte evini korumak da onlar için gereklidir. Bunun
aksine eğer akilesi o şehirde değillerse kasâmeye
dahil olmazlar. Velvâliciye.
M E T İ N
Kasâme ve diyet; hıtta ehli imam. bir yeri fethettiğinde kendilerine verdiği kişilere aittir. Onlardan
bir kişi de kalsa hüküm aynıdır. Orada oturanlarla, o yeri
alanların vazifesi değildir. Ebu Yusuf
ise
kasâme ve diyette bunların hepsinin müşterek olduklarını söylemiştir. Eğer oranın ilk
sahiplerinin
hepsi mülklerini satarlarsa diyet ve kasâme icma ile müşterilerin üzerinedir.
Eğer maktul bir topluluğun ortak
olduğu bir binada bulunsa ve binanın
ekserisi birisinin olsa o
zaman diyet şuf'a gibi ortakların sayılarına göredir.
Eğer bina satılsa alan kimse onu kabzetmeden içinde birisi
ölü olarak bulunsa diyeti satanın âkilesi
üzerinedir. Muhayyerlikle satılan bir mülkte bulunan maktulün diyeti ise evi elinde tutanın akilesi
üzerinedir. İmameyn bu görüşe muhalefet etmiştir. Şâhitler, maktulun bulunduğu evin zilyede
ait
olduğuna şahitlik edinceye kadar
akile diyeti ödemez. ZiIyed, öldürülenin kendisi de olsa durum
aynıdır. Nitekim ileride gelecektir. Sadece
zilliyetlik kâfi değildir, hatta eğer
yalnız zilliyet yeterli olsa
idi ne akilesi ne de kendisi diyeti ödemezdi. Dürer. Dürer buna gerekçe
olarak şöyle demiştir:
«Varisler için yine varislerin aleyhine diyet yüklemek mümkün değildir.» Ancak bunda da bir
yanlışlık var. Zira diyetin
maktul için alındığı takarrur etmiştir. Hatta vârislere hiçbirşey kalmasa bile
borçları diyetten ödenir. Sonra da varisleri ona hâlef olurlar. Bu durumda
diyeti varislere yüklemek
(varisler için değil) ölü için
olur. Böyle söylenmiştir.
Ben derim ki: şöyle de
denilebilir: «Maktul kendisi için diyet veremediğine göre, şüphe
kuvvetli
olduğu için başkası da hayda hayda veremez». Sen düşün.
Eğer bir maktul bir gemide
bulunsa kasâme ve (Dürer) diyeti
ittifakla gemide bulunan yolcularla
gemi mürettebatı üzerinedir.
Çünkü gemi hayvan gibi onların elindedir.
Arabanın hükmü de
gemininki gibidir.
Bir mahalle mescidinde ve mahalle halkına
hâs bir sokakta bulunan bir maktûlun kasâme ve diyeti
İbnu Kemal'in de Bedayi'e istinaden ifade ettiği gibi mescidin
cemaatı veya sokak halkı üzerinedir.
Molla Hüsrev bunu tahkik etmiş, musannıf
da ikrar etmiştir.
Mülk olan bir sokakta bulunan
maktulun kasâme ve diyeti de o sokağın
sahipleri üzerinedir.
İmam Ebû Yusuf'a göre ise sokakta oturanlar üzerinedir. Mülteka.
Mülk olmayan sokak ile önü açık
olan cadde, hapishane ve büyük
camide ve müslümanlardan
birinin veya sayılabilecek bir cemaatin olmayıp müslümanların umumunun tasarrufta bulundukları
yerde bulunan maktul için hiçkimse üzerinde kasâme ve
diyet yoktur. İbnu Kemâl onun diyeti
ancak
hazineden verilir. Zira sorumluluk
menfaatle olur. Sonra, zikredilen yerlerde diyetin hazineden
ödenmesi o yerin mahallelerden
uzak olması halindedir. Mahallelere uzak
değil de yakınsa o zaman
kasâme ve diyet maktulun bulunduğu yere en yakın mahalle halkı üzerine vacip
olur. Çünkü o,
mahalle halkının koruması ile korunabilir. O zaman kasâme ve
diyet mahalle halkı üzerinedir.
Maktül mahallelerden uzak bir sokakta olur ve geceleri orada oturan bulunur veya birisinin orada
mülkü varsa kasâme ve diyet aynı şekilde onun üzerinedir. Çünkü onun
o yeri koruması gerekir. Bu
durumda kusurlu olmakla suçlanılır. Kusurun gerektirdiği kasâme ve diyet de kendisine gerekir.
Nihâye'ye nispetle İnaye'de böyle denilmiştir.
Ben derim ki: Merhum Osmanlı müftüsü Ebu's-Suud efendi de böyle fetva vermiştir. Bu ifade her
nekadar metinlerde olmasa bile musannıf buna itimad etmiştir. Zira bu
fetvâların ve şerhlerin
ekserisinde sarahaten söylenmiştir. Unutulmasın...
İ Z A H
«Kasâme ve diyet ilh...» Müfred olan zamire riayet edilerek yalnız kasâme denilseydi,. daha iyi
olurdu. Çünkü diyet inâye ve
diğer kitaplarda belirtildiğine göre tarlaya
ilk mâlik olanın akilesi
üzerine vaciptir. Şurunbulaliye'de şöyle
denilmektedir: «Mahalle konusunda olduğu gibi burada da
tafsilat vermesi uygundu». Buna
göre maktulun velileri. onun kasden
öldürüldüğünü iddia
ederlerse diyeti hıtta ehlinin (devlet başkanının fethettiği araziyi ilk verdiği kişiler)
kendisinin
ödemesi gerekir. Eğer hatâen öldürüldüğünü iddia ederlerse o zaman âkilelerinin ödemeleri
gerekir. Ebu'sSuud zahiri
rivâyete muhalif olduğu için bu tafsilata itiraz
etmiştir. Nitekim yukarda da
geçmişti.
«Hıtta ehline aittir ilh...»
Hıtta ehli Talibe (tû't-talibe) adlı eserde belirtildiğine göre: Devlet
başkanının araziden ifraz edip ayırarak bir şahsa verdiği parçadır. Kuhistanî.
«Oturanlarla... üzerine değil ilh...» Müstecirlerle müstairler
gibi... O zaman kasâme, gaib de olsalar
malikleri üzerinedir. Tâtarhâniye.
Hibe, mehir, vasiyyet veya
mülkiyet sahiplerinden herhangi bir
sebeple malîk olanlar da herne kadar o araziyi kabzetseler bile
yine müşteriler gibidirler. Kuhistâni.
«Eğer Hak sahiplerinin hepsi mülklerini satarlarsa diyet ve kasâme icmâ ile müşterilerin
üzerinedir
ilh...» Yani orada oturanlar
üzerine değil. Bunun özeti şudur: Bir mahallede.
eskiden beri mülk
sahibi olanlar ve yeni mülk sahibi olanlarla icâr ve
lâre ile oturanlar olsa kasâme yalnız eski mülk
sahipleri üzerinedir. Çünkü
oranın yönetim yetkisi onlara aittir.
Bir mahallede yeni mülk sahipleri ile icâr ve iâre
ile oturanlar olsa o zaman kasâme
yeni mülk
sahiplerinin üzerinedir.
Sadece icâr ve iâre ile oturanlar olduğu zaman onlara hiçbir şey yoktur. Bu zikredilenlerin hepsi
İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göredir. Ebu Yusufa göre ise her
üç sınıf da kasâmenin
vücubunda eşittirler. Bu bahsin tamamı
Tahâvi şerhindedir.
Bazı âlimler tarafından şöyle
denilmiştir: «Kasâmenin hıtta ehlinin üzerine vacip oluşu onların
örfüne göredir, bizimkine göre
ise kasâme müşterilerin üzerinedir.
Çünkü Kirmâni'de de işaret
edildiği gibi yönetim müşterilere aittir.» Kuhistanî.
«Mahalle» ile kayıtlanmasının
sebebi şudur: Maktul müşteri ile hıtta sahibi arasında müşterek
olan
bir binada bulunsa fukahanın
icmâ-ı ile kasâme ve diyette
her ikisi de eşittirler. Bu bahsin tamamı
İnaye'dedir.
«.. Ortakların sayılarına göredir
ilh...» Binanın yarısı Zeyd'in onda biri Amr'ın geri kalanı da Bekir'in
olsa kasâme hepsinin üzerine, diyet de eşit olarak onların akileleri
üzerinedir. Zira korumakta ve
yönetimde, mülkte payı az olanla
çok olan eşittirler. Ortak bir ırmakta bulunan bir maktûlün
hükmü
de yukarıdaki gibidir. Kulhistanî.
«Satanın akilesi üzerinedir ilh...» Yani diyet satanın akilesi üzerinedir. Şârihler böyle söylemişlerdir.
Minah'ta da «diyet ve kasâme satanın âkilesi üzerinedir»
denilmektedir.
Ben derim ki: Geçen şu tafsilatın burada da câri olduğu açıktır: Binasında maktul
bulunan kimsenin
akilesi de aynı şehirde iseler, o zaman onlarda onunla beraber kasâmeye
dahil olurlar. Yoksa
olmazlar. Sen düşün.
«İmameyn buna muhalefet etmiştir ilh...»
Zira-İmameyn şöyle demişlerdir: «Eğer
mebi'de
muhayyerlik yoksa diyet ve
kasâme müşterinin akilesi üzerinedir. Muhayyerlik varsa, o zaman
kasâme ve diyet muhayyerlik
hakkına sahip olan tarafın akilesi üzerinedir. Muhayyerlik
ister
satıcının olsun isterse müşterinin..» İbnu Kemâl.
Bunun özeti şudur: İmamı Azam zilliyete itibar etmiştir. İmameyn
ise mülkiyet varsa ona itibar
etmişlerdir. Olmadığı zamanda mülkiyetin kararı üzerine tevakkuf edilir. Kifâye.
«Şahitler, maktulün bulunduğu
evin zilliyet sahibine ait olduğuna şehadet edene kadar
akille diyeti
ödemez ilh...» Yani âkile o evin, evi
elinde tutana ait olduğunu inkâr ederek onun emanet, iyreti
veya kira olduğunu söyleseler
diyeti ödemezler. Ancak, şahitler onun mülkü olduğuna dair şahitlik
ettikten sonra öderler. İnâye.
«Yalnız zilliyet de kafi değildir ilh...»
Zira zahiri hal, bir şeyi
haketmek için delil olmaya
uygun
değildir ama vermek için uygundur.
«Hatta eğer yalnız zilliyette olsa ilh...» Yani yalnız zilliyetle olsa. H. «Dürer ilh...»
Dürer'in ibaresi
şöyledir: «İçinde maktül bulunan bina onu elinde tutana ait
olduğu delille sabit olursa bina
sahibinin akilesi diyeti öder. Akilenin diyeti ödemesi akile bulunduğu takdirdedir. Ama akilesi
yoksa, birkaç kez geçtiği
gibi diyet kendi üzerinedir. Diyetin onun üzerine olması da sadece
zilliyetle değildir. Hatta eğer sadece
zilliyetle olmuş olsa ne âkilesi
ne de kendisinin ödememesi
gerekirdi. «Kendisi» sözünün manası şudur: Yani âkilesi olmadığı zaman kendisi ödemez.
Meselenin özeti şudur: Bir adamın
elinde bir ev olsa ve onda bir maktül
bulunsa o maktül ister
zilliyet olsun ister başkası
olsun her iki surette de sadece zilliyetlik sebebiyle varsa akilesi üzerine,
yoksa kendisi üzerine diyet ödemek gerekmez. Diyet
ancak o evin, malı elinde tutana ait
olduğu
sabit olduğu takdirde vacip olur. Mülkiyetin zilliyet'e ait olduğu sabit olduğu
bakılır; eğer maktul ev
sahibinden başkası ise diyet
ev sahibinin akilesi üzerinedir, akilesi
yoksa kendisinedir. Ama şayet
bulunan maktul ev sahibinin kendisi
olursa, bu ihtilaflı bir meseledir. Musannıf bunu daha sonra
zikredecektir.
İmama göre evinde öldürülmüş
olarak bulunan kimsenin diyeti varislerinin akilesi üzerinedir.
İmameyne göre ise bundan dolayı hiçbirşey icap etmez. Zira varisler için varisler aleyhine birşey
yüklemek mümkün değildir. Burada İmamın delili şudur: Diyet maktül için alınır, varislerde onun
halefi olurlar. Buna göre
varisler üzerine diyet yüklemek
varisler için değil maktul içindir. Ancak
İmam'ın bu deliline şu itiraz
varid olabilir:
Eğer ne maktulün ne de
varislerinin akilesi varsa o zaman kendisi için diyet ödemediğine
göre
başkasıda onun için öncelikle ödemez.
Burada Şarih'in takririnden
murad da budur. Şu kadar var ki Şarih'in buradaki tabiri araştırılarak
ifade edilmiş değildir. Sen düşün. Bu sözün tamamı yerinde «ihtilaflı
mesele» adı altında gelecektir.
«Kasâme ve diyet ilh...» Zâhir olan şudur: diyet akileleri üzerine değil de kasâme gibi gemidekilerin
üzerinedir. Çünkü akileleri orada değildirler. O zaman ev meselesinde
geçen tafsilat burada geçerli
olamaz.
(Açık olan şudur ki diyet.... sözü) Bilinmelidir ki burada
doğrusu diyet değil kasame denilmesiydi.
Zira gerekçede buna delalet eder. Çünkü âkilenin üzerine diyeti icap ettiren hiçbir kimse akilenin
hazır olmasını şart kılmamıştır. Ancak
kasamede hazır olmalarını şart
kılmışlardır. Nitekim «ev
meselesinde» de bu geçti. Düşün.
«Gemide bulunan ilh...» Bu ifade
geminin sahiplerini de kapsar. Hatta gemide bulunan ile
gemide
bulunan yolcular üzerine de diyet gerekir. Aynı şekilde kürekçilere
de icabeder. Bu hususta mal
sahibi olanla olmayan
eşittirler. Hidâye.
«İttifakla ilh...» Bu ittifak,
Ebu Yusuftan rivayet edilene göre açıktır. Çünkü o. mahallede bulunan
maktul hususunda mahalledeki mal sahipleri ile kira veya iyreti olarak oturanlar eşit kabul etmiştir.
Demekki bu meselede aynı
şekildedir. Ebu Hanife ve Muhammed ise mahallede oturanları,
mahalledeki mal sahiplerine ortak kabul etmezler, çünkü
mahalleyi yönetmek oturanlara değil mal
sahiplerine aittir. Gemide ise mal sahipleri
ile oturanlar eşittirler. Çünkü gemi yerinde sabit olmayıp
hareket etmektedir. O zaman onda muteber olan hayvanda olduğu gibi, mülkiyet değil zilliyettir.
Gemide bulunanlar ile sahipleri gemi hareket ettiği müddetçe
zilliyette eşittirler. Mahalle ile ev
ise
bunun aksinedir. Çünkü onlar
hareket etmezler. Kifaye.
«Bir mahalle mescidinde ilh...» Kabile mescidi de mahalle mescidi gibidir. Mülteka'dan naklet
Tatarhaniye'de şöyle denilmiştir: Eğer bir kabilenin mescidinde
bir maktûl bulunsa onun kasâme ve
diyeti o kabilenin akilesi
üzerinedir. Eğer mescidin kime ait olduğu bilinmeyip
orada ancak
yabancılar namaz kılıyorlarsa bakılır: Eğer mescidin
arsasını alıp yapan biliniyorsa kasâme
ve diyet
onun akilesi üzerinedir. Bilinmiyorsa
o zaman kasâme ve diyet mescide en
yakın olan evin sahibi
üzerinedir. Eğer mescit çıkmaz bir sokakta ise ve o sokağın
namaz kılınacak yeri bir tane ise o
zaman maktulün kasâme ve diyeti o
çıkmazdaki binaların sahiplerinin akileleri üzerinedir.
şayet birkaç mescidi olan bir
kabile içinde bir maktul bulunsa o zaman diyet ve kasâme kabile
üzerinedir. Eğer onlar bir kabile değillerse o zaman mahalledeki mülk sahipleri üzerinedir. Her
mescidin cemaatı o mescidin mahallesinin halkıdır.
«Mahalle halkına hâs ilh...» Musannıfın «büyük cadde açık olandır»
sözünden anlaşıldığı gibi mahalleye has olan caddeden maksat
önü kapalı olandır.
«İbnu Kemâl'in de tahkik ettiği
gibi ilh...» Bilinmelidir ki Molla Hüsrev Dürer'de yolu ikiye
ayırmıştır.
Birisi «hâs» olandırki önü acık değildir. Diğeri de umumî olandır
ki bununda önü açıktır. Bu da yine
iki kısımdır:
Birisi mahalle caddesidir. Çoğunlukla oradan mahalle sakinleri
geçer. bazen başkaları da geçebilir.
Diğeri ise büyük caddedir. Oradan
ise herkes eşit olarak geçebilir.
Musannıf da Minah'ta bunu ikrar
etmiştir. İbnu Kemal ise
Şurunbulâliye'de bu hükme «bu kabul
edilemez» diyerek itiraz etmiştir.
Sahih olan yorum ise şudur: Mahalle
caddesinden maksat mahalle halkına
hâs olan yoldur. Bu da
ancak önü açık olmayandır. Çünkü
kasâme ve diyetin lüzumu yönetim ve
korumayı terketme
itibariyledir. Bu da ancak mahalledeki
özel tasarrufla olabilir. İşte bundan dolayıdır
ki Bedâyi'de,
«Büyük bir mescitte ve umumi akın cadde ve köprüde kasâme yoktur. Çünkü buralarda ne mülkiyet
ne de hususi bir zilliyet vardır» denilmiştir. İşte bu izahla,
«Şarih'in: Molla Hüsrev bunu tahkik
etmiştir» sözünün hatalı olduğu
anlaşılır.
«Büyük cami de ilh...» Büyük camide bulunan maktulün kasâmesinin olmaması, camiyi inşa
edenin
bilinmemesi halindedir. Ama eğer
biliniyorsa kasûme bâninin, diyet de akilesinin üzerinedir.
Kuhistani.
Mültekâ'dan naklen
Tâtarhaniye'de şöyle denilmiştir: «Büyük bir camide bir maktul bulunsa ve katili
bilinmese veya cuma günü izdihamdan halk onu öldürse ve kimin öldürdüğü bilinmese, mahallede
bulunduğu zaman diyetinin mahalle halkının üzerine olması gibi, bunun
diyeti de hazineden verilir.»
Bir adamı kılıçla öldürseler ve kimin öldürdüğü bilinmese bu durumda da diyeti hazine tarafından
ödenir.
«Kasâme., yoktur ilh...» Çünkü bu âdeten gece olan bir iştir ve onu orada koruyacak bir kimse
bulunmaz. Kasâme katili
tanıyabilecek bir kimsenin bulunduğu
zannedilen yerde cârî olur. Bunu
İtkâni ifade etmiştir.
«Onun diyeti ancak hazineden ödenir ilh...»
Diğer üç sene içerisinde ödenir. Çünkü diyetin
hükmü
akilede olduğu gibi vadelidir. Akilenin dışındakiler de, akile gibidir. Nitekim hataen öldürdüğünü
ikrar eden kimsenin malındanda üç içerisinde alınır. İhtiyor.
«Zira sorumluluk menfaatle olur
ilh...» tüm müslümanların hapishaneler, büyük camiler ve büyük
caddelerden menfaatlenmelerinden dolayı buralarda vukû bulan cinayetlerin diyetleri onların
üzerinedir. Bu durumda diyet onlar için hazineye konulan mallarından ödenir. T.
«Zikredilen yerlerde ilh...» Bu söz, büyük caddeleri, hapishaneleri ve büyük camileri de kapsar. Ben
Hidaye şerhlerinde bu kaydı, «kimsenin mülkü olmayan
sokaktan uzak olduğu zaman» şeklinde
gördüm. Zahir olan bunun mutlak ifade
edilmesidir. Zira yukarda, bir
maktulün mülk olmayan bir
sahrada bulunması halinde muteber
olanın yakınlık olduğu geçmişti. Şu kadar
var ki Mülteka'dan
naklen Tûri'de denilmiştir ki; «eğer halkın
izdihamı olmadan Mescidû'l-Haram'da bir maktul bulunsa
onun diyeti kasâmesiz olarak
hazineden ödenir.»
Zira mescidi-Haram mahallelerden uzak değildir. Hapishane de
âdeten aynı şekildedir. Düşünülsün.
«Yakınsa ilh...» Zâhir olan, muteber olanın sesin duyulmasıdır.
«Mahallelerden uzak sokakta da ilh...» Bu ifade mana
itibariyle musannıfın «Mahallelerden
uzak
olduğu zaman» sözünden istisna
edilmiştir. Yani mahallelerden uzak bir sokakta bulunan maktulün
diyeti hazineden verilir. Ancak
orada gece oturanlar var ise o zaman diyet gece oturanlar
üzerinedir. İşte bu söz gündüz
oturmağa itibar edilmeyeceğini ifade
eder.
«Kusurun gerektirdiği ilh...»
Kusurun gerektirdiği de kasâme ve diyettir.
T.
«Nihaye'ye nispette ilh...» Bu hüküm Nihaye'de Fahru'l-İslâm'ın Mecsut'una nispet edilmiştir. Bunun
benzeri Kifaye ve Mirac'da da vardır. İtkânî ise bunu Kâfî şerhine nisbet etmiştir.
«Ben derim ki; Bununla... ilh...» Yani metindeki diyetin mahallelerden en yakını üzerine vacip
olması ile...
Ben derîm kî: Bu, yukarda takriri geçen önce muteber
olanın mülkiyet ve şahsi zilliyet sonra
yakınlık daha sonra da umumi zilliyet olduğu kaidesine de uygundur.
M E T İ N
ÇöIde veya akan büyük bir suyun ortasında bir ölü bulunursa kanı hederdir. Kanının heder olması
maktul, ileride geleceği üzere suyun ortasında hapsolmayıp suyla birlikte sürüklendiği zamandır.
Zira suda hiç kimsenin zilliyeti
yoktur. Bazı âlimler tarafından ise, suyun çıktığı yer
dârû'l-İslâm'da
olduğu takdirde diyetinin hazineden verilmesinin gerekli olduğu söylenmiştir. Çünkü o su
müslümanların zilliyetindedir. İbnu. Kemâl.
Şuf'a hakkı verecek derecede küçük bir suda bulunursa o zaman diyeti
o su sahipleri üzerinedir.
Çünkü su onlara hâstır.
Eğer maktûlun bulunduğu kır mülk
veya yukarda geçtiği ve ilerde
de geleceği gibi, birisine
vakfedilmişse veya bir köye yada çadırlara, ses işitilecek kadar yakın ise o zaman diyet
o sahranın
maliki veya zilliyet sahibi
yahut köy halkı yada en yakın çadır sahibi üzerinedir.
Zeylaî.
Suda bulunan maktûl, suyun kenarında veya sudaki bir adacıkta hapsedilmiş veya bağlanmış
olarak yada suyun kenarına atılmış olarak bulunsa onun diyeti oraya
en yakın olan köy ve şehir
halkı üzerinedir.
Haniye'de «araziler» de
en
yakın köy ve şehire ilave
edilmiş, Musannıf da bunu ikrar etmiştir. En
yakın köy şehir veya araz halkının üzerine vacip olması
maktulün bulunduğu yere arazide
balunanların veya köy halkının
sesleri ulaştığı takdirdedir. Aksi
halde yukarda da geçtiği gibi
onlara
diyet gerekmez.
Bir topluluk kılıçlarla çarpışsa ve birisi öldükten sonra dağılsalar, ölen kimsenin
diyeti o mahalle
halkı üzerinedir. Çünkü o yeri
korumak onların görevidir, Ancak maktulün velisi çarpışanların veya
onlardan muayyen birisinin
öldürdüğünü iddia ederse o zaman mahalle halkına bir şey gerekmediği
gibi, velî delil getirene kadar çarpışanlara da bir şey gerekmez. Çünkü yalnız iddia ile hak sabit
olmaz. Mahalle halkı da
töhmetten kurtulur. Zira onun sözü ancak kendisi
aleyhine hüccettir. Yemin
etmesi istenilen kişi onu Zeyd
öldürdü dese yeterli değildir. «Allah adıyla
yemin ederim ki onu ben
öldürmedim ve onun için Zeyd'in dışında bir kâtil de tanımıyorum»
diyerek yemin ettirilir.
Sözü maktulü öldürdüğü zannedilen
kişi hakkında da kabul edilmez. Mahalle halkının bazısının.
kendilerinden başkalarının öldürdüğüne dair olan şahitlikleri batıldır. İmameyn buna muhalefet
etmiştir. Mahalle halkından muayyen birinin öldürdüğüne dair şahitlikleri de batıldır çünkü her iki
durumda da töhmet vardır.
Bir kişi bir mahallede yaralansa
ve oradan nakledilse sonra da ölünceye kadar yatalak kalsa diyet
ve kasame o mahalle halkı üzerinedir. İmam Ebû Yusuf buna muhalefet etmiştir.
Bir adamla beraber henüz ölmemiş bir yaralı olsa ve başka birisi o yaralıyı evine taşısa ve yaralı bir
müddet sonra ölse Ebu Yusufa göre
adam tazmin etmez. Ebu Hanife'nin kavline kıyas
edilirse
tazmin eder.
Yanlarında üçüncü birisi olmayan
iki kişiden biri öldürülmüş olarak bulunsa Ebu Hanife'ye göre
diyetini tazmin eder. Çünkü zahir odur ki insan kendini öldürmez. İmam Muhammed buna
muhalefet etmiştir.
(Şârihin «Ebu Hanife'ye göre» sözü) Diğer bir nüshada da Ebu Hanife yerine Ebu Yusuf yazılmıştır.
O nüsha daha açık olup ona itimad edilir.
Bir kadına ait olan bir köyde
bir maktul bulunsa o kadına tekrar tekrar yemin ettirilir ve âkilesi de
diyetini öder. İmam Ebû Yusufa göre kasâme de âkile üzerinedir.
Müteahhir ulema kadının da bu meselede
diyeti ödemede âkileye katılacağını söylemişlerdir.
Mürtekâ'da da böyle denilmiştir. Esah
olan da budur. Bunu Zeylai zikretmiştir.
İ Z A H
«Çölde ilh...» Yani kimsenin mülkü
olmayan ve sonra gelecek kısımdan da anlaşıldığı üzere köye ve
benzeri bir yere yakın olmayıp
müslümanların umumun yararlanmadıkları
bir yerde... Yoksa
yukarda da geçtiği gibi eğer oradan müslümanlar yararlanıyorlarsa onun diyetinin hazineden
verilmesi gerekir.
«...Veya akan büyük bir suyun
ortasında ilh...» Bu ifade hükmün büyük
nehre ait olması için bir
kayıt değildir. Bundan murat, cesedin küçük
değil büyük bir nehrin içinde sürüklenebilmesi ve
suyun kenarında hapsedilme veya bağlanma yada suyun kenarına atılma hallerini dışta bırakmak
içindir. Bunu İbnu Kemâl ve
başkaları ifade etmişlerdir. Bundan sonra gelen ifadeden de böyle
anlaşılır.
«İbnu Kemâl ilh...» İbnu Kemâl'ın ibaresinin tamamı şöyledir: «Bu mesele,
suyun çıktığı yerin
darül-harpte olması. meselesinin aksinedir.
Çünkü o zaman maktulün darü'l-harp halkı
tarafından
öldürülmüş olma ihtimali vardır,
İbnu Kemâl bunu katiyyetle Kerhi'ye
nispet etmiş ve Şarih'in
yaptığı gibi «kil» denildi tabiri ile ifade etmemiştir.
Kuhtotanî Ise bunu katiyetle ifade etmiştir.
Hidâye Şarihleri de Şeyhu'l-İslâm'ın Mebsut'una ve diğer
kitaplara nispet etmişlerdir. Şu kadar var
ki Allâme İtkâni bunun herhangi birdelilinin olmadığını söylemiştir. Çünkü bu hüküm,
Muhammed'in
Asıf ve Camuis-Sağir adlı kitaplarında ve Tahavî ve diğer âlimlerin kitaplarında açıkça söylenenin
zıddınadır. Zira onlar buna
itibar etmemişlerdir. Çünkü Fırat ve benzeri sular hiç kimsenin
velâyetinde değildir. O zaman hiçkimseye onun korunması lazım gelmez.
Aksi halde uzak çöllerde
de bu hükme itibar edilmesi gerekirdir. Çünkü oralarda bulunan bir ceset
kesinlikle müslümanların
maktûlüdür, özetle.
Ben derim ki: Suyun çıktığı yerden maksat, suyun yeryüzüne
çıktığı ve kaynadığı yerdir.
«Su sahipleri üzerinedir ilh...» Yani kasâme ve diyet o suda
haklan olanlar üzerine vaciptir. Hidaye.
Yani âkileleri üzerine... İtkânî. Sen düşün.
«Birisine vakfedilmiş ilh...»
Yani belirli kimselere vakfedilmiş ise...
«Oraya en yakın olan köy
ve şehir ilh...» itkâninin
naklettiğine göre İmam Muhammed'in ibaresi
şöyledir: «Yani kasâme ve diyet şehirden maktulün bulunduğu yere en yakın kabile üzerinedir.
Zahir olan şudur ki; eğer köyde
birkaç kabile varsa kasâme ve diyet
bunlardan en yakın olan kabile
üzerinedir. Aksi halde evlerden en yakını üzerinedir. Bezzâziye'de
denilmiştir ki: İmam
Muhammed'e iki köy arasında bulunan bir ceset
konusunda binalara mı yoksa araziye mi itibar
edileceği sorulmuş, o do, arazinin o köy halkının mülkü olmadığını ancak sahralar
nasıl köylere
nispet edilirse arazinin de aynı
şekilde nispet edildiğini buna göre de diyet ve kasâmenin o
köylerden hangisinin evleri maktule daha yakınsa
onların üzerine olacağını söylemiştir.
«Araziler ilh...» Yani mülk olan araziler... Çünkü
mülk olan arazilerin hükmü binaların hükmü gibidir.
Araziyi ve araziye yakın olan şeyleri
korumak arazi sahipleri üzerine görevdir. Rahmeti.
«Aksi halde... vacip olmaz ilh...» Yani eğer ses ulaşmıyorsa ne arazi ne
de köy halkı üzerine bir şey
gerekmez. O zaman bakılır, eğer maktul ammenin faydalandığı bir yerde bulunursa diyeti hazineden
verilir, aksi halde yukarda geçtiği gibi, kanı heder olur.
«Bir topluluk kılıçlarla çarpışsa ilh...» Bu hüküm kabilecilik
sebebiyle vuruştukları takdirdedir.
Aksi
halde birşey gerekmez. Nitekim
bu mesele aralarındaki fark izah edilerek bâbın sonunda
gelecektir.
«Çarpışanların ilh...» Mülteka'da ifade edildiği gibi musannıf da
burada «kavm» deseydi daha açık
olurdu.
«Onlardan ilh...»
Yani kavimden...
«Delil getirene kadar ilh...» Yani mahalle halkından değil,
onların dışında iki kişinin şahitliği ile
kâtilin kim olduğunu ispat edene
kadar ne mahalle halkına
ne de çarpışan topluluğa kasâme ve
diyet gerekmez. Nitekim bu ileride de gelecektir.
«Çünkü yalnız iddia ile ilh...» Bu söz «çarpışanlar» üzerine de birşey yoktur
sözünün gerekçesidir.
«Zira onun sözü kendisi aleyhine
hüccettir ilh...» Zira onun iddiası mahalle
halkının suçsuzluğunu
tazammun eder.
«Allah adıyla yemin ettirilir ilh...» Yani, maktulü
filan kişi öldürdü demesiyle ondan yemin düşmez.
Bu meseledeki sonuç şudur: Adam,
yemininden istisna etmiştir. Bu da
ikrar edenin katile ortak
olmasına aykırı değildir. Böyle olunca kendisinin öldürmediğine ve filan kişinin
dışında ir katli
tanımadığına dair yemin etmesi gerekir.
«Kabul edilmez ilh...» Şarih bu sözü ile istisnanın faydasının, Zeyd
aleyhindeki sözünün kabulü
olmadığına işaret etti.
«Batıldır ilh...» Yani velî
mahalle halkı dışında birisinin öldürdüğünü iddia etse ve mahalle
halkından iki kişi de buna şahitlik etseler, İmam'a göre şahitlikleri kabul edilmez. İmameyn'e göre
ise bu şahitlik kabul edilir. Çünkü mahalle halkı da maktulün
velisine hasım olmaya maruzdurlar.
Bu da velinin, onların dışında birisinin
katil olduğunu iddia etmesiyle batıl
oldu. Bu dava vekilin
mahkemeden evvel müvekkil tarafından azline benzer. İmamın onların şahitliklerinin
kabul
edilmeyeceğine dair delil
şudur: Mahalle halkının tümü takdiren hasım olmuşlardır. Çünkü
kendilerinden sudur eden kusurdan
ötürü hepsi katil durumuna düşmüşlerdir.
Her ne kadar
husumet cümlesinden çıkmışlarsa da;
-vasinin, azil veya çocuğun bâliğ olmasıyla vasayetten
çıkıp
şehadetlerinin kabul edilmemesi gibi- bunların da şehadetleri kabul
edilmez. Bu bahsin tamamı
İnaye ve diğer kitaplardadır. Ama
eğer maktulun velisi mahalle halkından muayyen birisinin
öldürdüğünü iddia ederse o iki
şahidin katil olduğu iddia edilen kişi aleyhindeki şahitlikleri icmaen
kabul edilmez. Nitekim Mültekâ'da da böyledir. Çünkü husumet hepsi için kaimdir. kendilerinden
Kasâme de düşmez. Hayriye'de Ebu Yusuf'tan zayıf bir rivayete göre Şehadetlerinin kabul
edileceği
söylenmiştir. Ancak onunla amel
edilmez.
BİR UYARI:
Hamevi Makdisî'nin şöyle dediğini nakleder: «Ben İmam'ın görüşü
ile fetva vermedim ve onun
yayılmasına da mani oldum.
Zira İmam'ın görüşünde ammeye zarar verecek şey var. Çünkü kötü
niyetli insanlardan İmamın görüşünü öğrenenler tenha mahallelerde mahalle halkının
aleyhlerindeki şehadetlerinin
kabul edilmeyeceğine güvenerek adam
öldürmeye cesaret ederler.
Hatta ben derim ki: İmameyn'in
görüşüne göre fetva verilmesi daha iyidir. Çünkü zamanın
değişmesi ile hükümler değişebilir.»
İmameyn müttefik oldukları zaman müftü muhayyerdir. Bu bahsin tamamı
Rahmeti'nin Haşiyesinde
vardır. Bunu da Saihanî nakletmiştir.
Ben derim ki: Allame Kâsım'ın
tashihine göre sahih olan İmam'ın görüşüdür, zira zikredilen zarar
ikinci meselede de mevcuttur. Halbuki zayıf bir rivayet hariç onda imamların
müttefik olduğunu
biliyorsun. Evet, kalp de o zikredilene meyleder, şu kadar var ki nakle uymak daha sâlimdir.
«Bir kişi bir mahallede yaralarsa ilh...» Yani onu yaralayan bilinmese... Eğer yaralayan bilinirse o
zaman kasâme yoktur. Aksine o zaman yaralayana kısas,
yada âkilesi üzerine diyet gerekir.
İnaye.
«Yatalck kateaıth...» Musannıf
bu sözü ile yaralandığı zaman yatalak
kaldığına işaret etmiştlr. Zira
eğer gidip gelecek kadar sağlam olsa o zaman İnâye'de
de olduğu gibi ittifakla tazmınat gerekmez.
«Diyet ve kasame o mahalle halkı
üzerinedir ilh...» Çünkü sonu ölüm olan yaralama katidir. Bundan
dolayı da onda kısas icabeder.
«İmam Ebû Yusuf buna muhalefet
etmiştir ilh...» Yani tazminat ve
kasame olmadığını söylemiştir.
Çünkü o mahallede meydana gelen öldürmedeğil bir yaralamadır ve onda da kasâme yoktur. O
zaman hüküm yatalak olmayan gibi olur. Şurunbulâliye.
«Bir adamla beraber henüz ölmemiş bir yaralı olsa ilh...» Eğer gidip gelecek kadar sağlam ise
bunda birşey gerekmez. Kifâye.
«Başka birisi de onu evine taşısa
ilh...» «Başka» sözcüğü
düşse idi daha doğru olurdu.
Mütteka'nın
ibaresi şöyledir: «Eğer
yaralıyla beraber bir adam olsa ve onu taşısa, ve o adam evinde ölse Ebu
Yusufa göre taşıyan adama tazminat yoktur. İmam'ın kavline kıyasen ise
tazmin eder.»
«Başka» sözcüğü düşürülse idi daha doğru olurdu. Çünkü buna göre mana bu. şekildedir: Bir
adamın elinde ölmek üzere olan bir yaralı bulunsa ve onu başka bir adam
taşısa sonra da yaralı
ölse... Böyle olunca «İmamın görüşünü
kıyasma göre..ilh..» sözü sahih olmaz.
Çünkü ikinci taşıyıcı,
mahalleden taşıyan hükmündedir ki o da zamin olmaz. Evet, üstadımız şöyle
demiştir: «İbare,
müteber eserlerin çoğunda böyle
zikredilmiştir. Onların hepsinin hata etmiş olmaları uzak bir
ihtimaldir. öyle olunca, buradaki taşıyıcı ile,
yaralı elinde bulunan şahsın murad edilmiş olması
gerekir. Molla Hüsrev'in gerekçesi
ve «Çünkü bu mahalle hükmündedir. O
konuda söylenen de,
elinde yaralının bulunduğu kişiden başka
kimse olmasa ki o da taşıyıcı denilir..» sözleri
buna
delalet eder. Hidayenin
ta'lilide böyledir. Yani bu sözün sahih olan manaya hamli mümkündür. öyle
olunca, onu düzelme cihetine
gitmeye gerek yoktur.
Velvaliciye'de bunun, bir kabile içinde
yaralanıp sonra evinde ölmesinden dolayı olduğu söylenerek
tasrih edilmiştir.
Velvâliciye'nin bu tasrihi ile anlaşıldı
ki burada söz, yoralı adamın eHnde
bulunduğu kişi
hakkındadır. Düşün.
«Tazmin eder ilh...» Çünkü onun
eli mahalle gibidir. Dolayısıyle onun elinde yaralı olarak
bulunmasıbir mahallede yaralı
olarak bulunması gibidir, Hidaye. O
zaman kasâme onu yaralı olarak
taşıyan odam üzerine, diyeti de onun akilesî üzerinedir. Buna göre sanki onu öldürülmüş olarak
taşımış gibi olur. İtkâni.
Muftekâ'da da, Şarihin yaptığı İmam Ebû Yusuf'un görüşünün daha önce zikredilmesi onu tercih
ettiğini gösterir.
«iki kişiden ilh...» Yani Hidaye'de
de belirtildiği gibi iki kişi bir odada olsalar... Remli der ki: İki
kadın
veya bir kadınla bir erkekte
de hüküm aynıdır. Eğer odada bulunan maktulle
beraber kimse yoksa
kasâme ve diyet oda sahibinin âkilesi üzerinedir.
«Yanlarında üçüncü birisi
olmayan ilh...» Zira eğer üçüncü birisi
olsa, o zaman katilin kim olduğu
hususunda şüphe vaki olur. Bu durumda da
onlardan hangisi kanı olduğu tayin
edilemez. Kifâye.
Remlî der ki: «Musannıfın bu
sözü yanlarında üçüncü birisi olmayan»
sözü ile kayıtlamasının
sebebi şudur, o odada üçüncü bir
kişi olursa, oda bina gibi olur. Yani kasâme ve diyet odanın
sahibi üzerine gerekir.
Ben derim ki: Bundan anlaşılıyorki:
Bu mesele Musannıfın «Maktül, bir İnsanın evinde bulunsa,
kasame onun üzerinedir» sözünün,
orada maktul ile başka birisinin olmaması ile kayıtlıdır.
Aynı
şekilde bu sözden evvelki «eğer
maktul mülk olan bir mekanda bulunsa kasame malikin üzerinedir»
sözüde bununla kayıtlanmaktadır.
(Bundan anlaşılan ilh...)
«Kayıtlama. ancak Ebu Hanife'nin bu
meselede diyeti, maktul ile birlikte
bulunana gerekli kılması halinde söz konusudur. Ancak
îbaresinin sonunda, İmam'dan bu konuda
bir rivayetin bulunmadığını
söyleyecektir. Diyen, ev sahibine ait
olacağı sözüne kıyasla diyeti
maktulle birlikte olana gerekli kılmak
İmam'm görüşü değildir. Dolayısiyle bunun onun görüşünü
kayıtlaması, sahih olmaz. Yine
bu meselenin Ebu Yusuf'un görüşünün bir
fer'i olması da sahih
olmaz. Çünkü o az olsalar da çak olsalar
da orada oturanlara itibar eder. Dolayısıyla üçüncü birisi
olmazsa onun sözü zayî olur.
İhtilafın aslı sakinlere itibar konusundadır. Ebû Hanife, ancak mal sahiplerine itibar
edilir derken,
Ebû Yusuf oradaki sakinlere
itibar edileceğini söyler.
Üstadımız şöyle der : îmam, mahalleli
için töhmet olmadığı zaman malike
itibar eder. Ama açık bir
töhmet varsa o zaman sakinlere
itibar eder. Maktul ile birlikte birisi bulunduğunda da asla
töhmet
söz konusu değildir.»
Haşiye sahibinin sözü ve Ebû Hanife'nin kıyası buna delalet etmez...
Aksi halde. burada zahirine göre, tazminat içinde
iki kişi bulunan oda sahibi üzerine icabeder.
Ben bu hususa dikkat çekeni de görmedim. Düşünülsün.
Ben Dürrü'l-Müttekâ'da Ebu Yusuf ve Muhammed'in görüşleri zikredildikten sonra şöyle denildiğini
gördüm : «İmam'ın görüşüne
kıyasla kasâme ve diyet oda sahibi üzerine olmalıdır.» Bunun
benzeri
Kuhistâni'de de mevcuttur. But
izahla bu meseledeki müşkil ortadan kalktı. Şu kadar var ki geçen
meselelerde onların İmam'ın görüşüne göre hüküm verdikleri söylenebilir.
Çünkü onlar geçen
meselelerde mülk sahiplerine itibar etmişlerdir. O zaman
Hidaye, Mülteka ve diğer kitaplarda bu
meselelerde neden Ebu Yusuf'un
görüşüne göre hüküm verilmiştir? Böyle olmasının, bu meselede
İmam'dan gelen bir rivayet olmamasından dolayı olduğu söylenebilir.
Buna da Şarihin «İmam'ın
sözüne kıyaski» sözü delalet
eder. Düşün.
«İmam Muhammed buna muhalefet
etmiştir ilh...» Zira o, «diğer adam tazmin etmez. Çünkü
kendisini öldürme ihtimali
olduğu gibi diğer adamın da onu
öldürmüş olması muhtemeldir. Bu
durumda da şüpheden dolayı tazmin etmez.» demiştir. Hidaye.
Remli der ki: «Bu meselede kasâme
ve diyet oda sahibine yani
akilesi üzerinedir» Dikkatli ol!
Yukarıda bu hükmün İmam'ın
görüşüne kıyas edilerek verildiğini söylemiştik. Düşün.
Remlî yine der ki: «Bana göre
burada Muhammed'in sözü idrak yönüyle daha kuvvetlidir. Zira diğer
adamdan başkası da onu öldürebilir ve çoğu kez de böyle olmuştur.»
«Akilasi de diyetini
öder» Yani komşuluk yönüyle
değil nesep yönüyle ona en yakın
olan kabile
onun diyetini verir. İtkânî.
«Bu meselede ilh...» Şârihin mevzuu bununla kayıtlaması şunun
içindir: Kadın diyeti ödemede,
-akile bahsinde de geleceği gibi- her hangi bir şekilde akileye
dahil olmaz. Ama mevzuumuz olan
meselede âkileye girer. Çünkü
onu burada katıl kabul ettik. Katil ise âkıleye
ortaktır. Zira diyet,
cinayete bizzat iştirak etmeyene vacip olursa, iştirak edene evleviyyetle vacip olur.
Meselenin esas konusu Maktulun şehirde bir kadının evinde bulunup o şehirde kadının
kabilesinden kimse olmaması hakkındadır.
Ama eğer kabilesi o şehirde hazır
iseler. o zaman kadın
da kasâmede onlara dahil olur. Kifâye.
M E T i N
Bir adam kendi evinde ölü olarak
bulunsa; Ebu Hanife'ye göre diyeti varislerinin akilesi üzerinedir.
İmamayn'e ve İmam Züfer'e göre ise hiçbirşey gerekmez. Fetva İmameyn'in görüşüne göre verilir.
Molla Hüsrev de, Sadru'-Şeria'nın
tercihine uyarak aynı şeyi söylemiş.
Musannıf da onlara
uymuştur. İbnu Kemâl ise bunların hepsine muhalefet ederek şöyle
demiştir: «İmameyn'in delilleri
şudur; bina yaralama esnasında
onun elinde idi. Buna göre adam sanki kendi
kendini öldürmüş
gibidir ve kanı heder olur. İmam'ın
delili ise şudur: Kasâme ancak
maktulün ortaya çıkması ile vacip
olur. Maktul ortaya çıktığı zaman da ev
varislerindir. O zaman onun diyeti varislerin
akilesi
üzerinedir. Akile, vârislere vacip olan diyeti onlardan hafifletmek için
yüklenirler, denilemez.
Varisler için, varisler üzerine bir şey
yüklemek de mümkün değildir.
Zira burada diyetin varislerin
akilesi üzerine vacip olması, varisler için değil belki maktul içindir.
Hatta alınan diyetten maktulün
borçları ödenir ve varsa vasiyetleri
yerine getirilir. Daha sonra da geriye
kalanda varisler ona halef
olur.
Bu mesele, bunak ile çocuğun meselelerinin benzeridir ki;
çocuk babasını öldürse diyeti akilesi
üzerine gerekir ve o diyet çocuğa miras olur. Dikkatli ol!
Eğer maktul malum olan kimseler için vakfedilmiş olan bir yerde veya bir evde bulunsa onun
kasâme ve diyeti, mal kendilerine vakfedilen kimseler
üzerinedir. Çünkü vakfedilen yeri yönetmek
onlara aittir. Şayet o yer
veya ev bir mescit için vakfedilmişse bunun hükmü mescitte bulunan
cesedin hükmü gibidir. Zeylai,
Dürer, Sirâciye ve diğerleri. Biz bunu daha önce beyan etmiştik.
Ben derimki ki: «Burada Musannıfın kendilerine vakfedilen kişileri malum diye kayıtlaması
malum
olmayanların hükmün dışına çıkmaları
içindir. Bu da şöyle olur. eğer bir
mülk fakirlere ve
miskinlere vakfedilirse o zaman zahir olan diyetin hazineden verilmesidir.
Zira o zaman o vakıf
müslümanların maslahatları için hazırlanan şeyler cümlesinden olur. Büyük camie benzer.
Musannıf bunu bir bahis olarak
zikretmiştir.
Hiç kimsenin mülkü olmayan bir
kırdaki askeri bir karargahta bir ceset bulunsa şayet küçük veya
büyük bir çadırda bulunursa kasâme ve diyeti onda
oturanlaradır. Çadırların dışında bulunursa
bakılır, eğer orada kabile kabile
oturuyorlarsa, ceset hangi kabile içinde bulunursa
kasâme ve diyet
o kabile üzerinedir. Şayet iki
kabile arasında bulunursa onun hükmü daha önce geçtiği gibi iki köy
arasında bulunanınki gibidir.
Eğer oraya beraberce karışık bir
şekilde yerleşseler o zaman kasâme ve diyet askerlerin hepsi
üzerinedir.
Şayet askerler düşmanla
savaşmışlarsa ne kasâme ne de diyet gerekmez. Mülteka.
Askerin konakladığı yer birisinin mülkü ise o zaman kasâme ve diyet icmâ ile malikin üzerinedir.
Çünkü askerler orada geçici olarak
oturmaktadırlar ve onlar kasame ve
diyette malike ortak
olmazlar. Dürer.
Ancak Müttekâ'da Ebu Yusuf'un buna muhalefet ettiği
söylenmiştir. Dikkatli ol!
Orada denilmiştir ki: «Yetimlere ait bir köyde bir maktul bulunsa
o yetimler için kasâme yoktur.
Kasâme onların akîlesi üzerinedir. Çünkü çocuklar yemin etmeye
ehil değildirler. Eğer o yetimler
arasında yetişkin bir kimse
olursa kasâme ve diyet onadır. Çünkü o
yemine ehildir. Velvâliciye.
FER'İ MESELELER:
Bir çocuğun veya bunağın evinde
bir ceset bulunsa onun kasâme ve diyeti
onların âkileleri
üzerinedir.
Eğer bir zimminin evinde
bulunursa zimmi altı kere yemin eder
ve malından diyetini verir.
Şayet zimmilerin kendi aralarında
dayanışmaları varsa o zaman onun diyeti akilesi üzerinedir.
Birisi bir mahalleden geçerken ona bir ok veya taş isabet etse ve okun veya taşın nereden
geldiği
bilinmese, kasâme ve diyeti o
mahalle halkı üzerinedir. Sirâciye.
Haniye'de denilmektedir ki:
Bir hayvan öldürülmüş olarak bulunsa onda hiçbir şey yoktur.
Mükateb,
müdebber veya ümmü'l-veled
öldürülmüş olarak bir mahallede bulunsa kasâme ve kıymeti üç sene
içerisinde o mahalle halkı tarafından ödenir.
Bir köle efendisinin evinde ölü
olarak bulunsa kanı heder olur. Ancak
borçlu ise o zaman
efendisinin alacaklılarına kıymeti kadarını peşinen ödemesi gerekir. Fakat köle mükateb
olursa o
zaman efendisinin kıymeti
miktarını vadeli olarak ödemesi gerekir.
Efendi, ticaretle izinli kölesinin evinde öldürülmüş olarak bulunsa, köle ister
borçlu olsun isterse
olmasın diyeti efendinin akilesi
üzerinedir.
Hür bir adam babasının evinde
öldürülmüş olarak bulunsa veya bir cariye efendisinin yada bir
kadın kocasının evinde öldürülmüş
olarak bulunsa kasâme ve diyet
akile üzerinedir ve evlat
mirastan mahrum edilmez.
İ Z A H
«Bir adam evinde ölü olarak
bulunsa ilh...» Bu hüküm hür hakkındadır. Eğer mükateb bir köle kendi
evinde öldürülmüş olarak bulunursa
ittifak ile kanı hederdir. Çünkü onun
öldürüldüğü ortaya çıktığı
anda o ev hükmen kendi mülküdür.
Zira kitabeti karşılıyacak kadar malı olduğu halde ölürse kitabet
akdi fesih olmaz. O zaman, sanki o evde kendini öldürmüş gibi kabul edilir, ve kanı heder olur.
İnâye ve Gûrerû'l-Efkâr. Sonra, bu hükmün bu şekilde olması onu hırsızların
öldürmediği bilindiği
takdirdedir. Zira Bedayi'in
cenazeler bahsinin şehitlerin hükümleri babında denilmektedir
ki.Geceleyin şehirde bir odama
hırsızlar inseler ve onu silahla veya
başka birşeyle öldürseler, o
şehittir. Çünkü maktûl geriye mal olarak bir bedel bırakmamıştır.
Bahr'da da aynı bahiste şöyle denilmektedir. «Bununla bilinir ki, bir adamı hırsızlar evinde
öldürseler ve mevcut olmadıklarından dolayı onlardan hangisinin öldürdüğü de bilinmese
o zaman
hiç kimse üzerine kasâme ve diyet
gerekmez.» Zira kasâme ve diyet ancak katil bilinmediği zaman
vaciptir. Halbuki kaçtıklarından
dolayı ispat edilemese bile burada onun katlinin hırsızlar olduğu
biliniyor. Bu iyi bilinsin zira
halk bundan habersizdir.
Ben derim ki: Bu mevzu
hırsızların bir adamı evinin haricinde
öldürmelerini de kapsar. Düşün.
«Diyeti varislerinin âkitesi üzerinedir.» Bazı alimler tarafından
da. öldürülen kişinin âkilesi ile
varislerin akilesi ayrı oldukları
takdirde diyetin öldürülen kişinin akilesi üzerine olduğu
söylenmiştir. Ama Mebsut'tan
naklen Kifâye'de belirtildiğine göre birinci
görüş daha sahihtir.
İnâye'de denilmiştir ki: «İmam
Muhammed Asıl adlı eserinde kasâmeyi
zikretmemiştir. Ulemadan
bazısı kasâmenin vacip olmadığını
bazısı da olduğunu söylemişlerdir.
Musannıf yani Hidaye sahibi
ise ikinci görüşü benimsemiştir.»
«İmameyn'e ilh...» Bu da İmam'dan
bir rivayettir. İtkânî.
«Sadru'ş-Şeria'nın tercihine uyarak
ilh...» Zira Sadruş-Şeria şöyle demiştir: «Doğru
olan İmameyn'in
görüşüdür, zira ev onun katli ortaya çıktığı zaman 'kendi elindeydi. Bu durumda sanki kendini
öldürmüş gibi kabul edilir ve
kanı heder olur. Ev her ne kadar
varislerin olsa bile âkile diyeti ancak
varislere hafiflik olması için
yüklenir.»
Remli de şöyle der: «Hâvî el-Kudsî'de imameyn'in
görüşünü alırız, demektedir.»
«İbnu Kemâl ise bunların hepsine muhatefet ederek ilh...» Zira İbnu Kemâl
metninde imam'ın
görüşünü kesin bir dille ifade
etmiştir. İbnu Kemâl Sadru'ş-Şeria'nın söylediklerinden hiç
bahsetmemiş aksine onun istinad ettiği şeyi «sadece düşerek öldüğü söylenemez» sözüyle
reddetmiştir. Aynı şekilde İmam'ın delilinin İmameyn'in delilini nakzedecek tarzda sonraya
bırakmak konusunda Hidaye ve şerhlerine
uymuştur. Bununla birlikte imam'ın delili karşı vârid olan
itirazları da reddetmiştir. Nasıl reddetmesin ki? Zira bütün metinler
İmam'ın görüşüne uygundur.
«Varislere bir şey yüklemek
mümkün değildir» Yani aslına
bakınca... Zira âkilenin ödemesi gereken
şeyler başlangıçta onlara icap
ettirme yoluyla değil belki varislerin yüklerini yüklenme yoluyladır.
Çünkü asıl olan onun varislere yüklenmesidir. Nitekim bunu da «Ancak yüklenirler..» sözüyle ifade
etmiştir.
Bazı âlimler tarafından da daha başlangıçta akileye vacip olduğu söylenmiştir.
Bu da sahih olan
görüşün hilâfınadır. Nitekim
cinayetler bahsinin «iki fill»
faslında bunu söylemiştik.
«Vacip olması varisler için değil ilh...» Bu söz, «denilemez»
sözünün cevabıdır. Ve bu sözde.
Şârihin daha önce zikrettiği «Maktûl kendi için diyet vermediğine
göre kuvvetli şüpheden dolayı
onun dışında birisi de onun yerine evleviyetle vermez denilebilir.»
sözüne cevap vardır.
Denilir ki: Asıl olan diyetin maktulün kendisine yüklenmesi
olunca onun yerine nasıl diyet verilir?
Demekki asla şüphe yoktur.
«Hatta alınan diyetten maktulün borçları ödenir» Yani ödenmesi vacip olan
diyetten onun borcu
ödenir. İtkânî'de âkilenin, ister varis olsunlar ister olmasınlar daha genel bir ifade
olduğunu
söyleyerek cevap vermiştir. O zaman varislerin dışındaki
akileye vacip olan âkileden olan
varislere
de vaciptir. Böyle olmasının sebebi, bize göre kişinin akilesinin
kendi divânından olmasıdır.
«Dikkatli ol» Yani Sadru'ş-Şeria ile diğerleri arasındaki muhalefet hususunda uyanık ol. Bu da
zahirdir.
«Kendilerine vakfedilen kimseler» Zahir olan şu ki: Onların diyetlerini de âkile yüklenir. Düşün.
«Bunun hükmü mescitte bulunan
cesedin hükmü gibidir» O zaman bir mahalle mescidine ait
vakfında bulunanla büyük bir
caminin vakfında bulunanın hükmü
mescit ve camide bulunanın
hükmü gibidir. Bunların hükümleri
de daha önce geçti. Remli
«Musannıf bunu bir bahis olarak
zikretmiştir» Remli de bunu ikrar ederek demiştir ki: Kitapların
mefhumlarının bir hüccet olduğu
takarrur etmiştir.
«Bir kırdaki askeri bir karargâhta bulunsa» Musannıfın bu ifadesi
Hidaye'nin «kırda ikamet eden bîr
askeri karargâhta» sözünden daha güzeldir, çünkü karargâh zaten askerin konakladığı
yere denir.
«Onda oturanlar üzerinedir»
Çünkü evde olduğu gibi, çadırlar askerin elindedir. Zeylaî.
«Eğer çadırların dışında bulununla ilh...» Zeylaî'nin ibaresi şöyledir:
Eğer menkul çadırların dışında bulunursa bakılır, şayet askerler ayrı ayrı kabile kabile
konaklamışlarsa maktul hangi kabile içinde bulunursa kasâme ve diyet
o kabile üzerinedir... Buna
göre «dışından» murad karargâhın dışı değil çadırların dışıdır. Zira
onların dışarda veya içerde
olmasına bakılmaz.
O zaman şârih'in Minah ve
Dürer'e uyarak «karargâhın dışında
oturanlar» sözüne itiraz edilir.
Düşün.
«O kabile üzerinedir ilh...» Zira onlar muhtelif yerlerde kabile kabile
konakladıkları için o yerler
şehirlerdeki mahalleler gibi olur. Zeylaî.
«Daha önce geçtiği gibi iki köy
arasında bulunanınki gibidir» Yani daha
yakın olanı üzerinedir. Eğer
yakınlıkta eşit iseler
her ikisi üzerinedir. Zeylaî.
«Askerlerin hepsi üzerinedir» Yani çadırların
dışında bulunan bir maktulün diyeti
askerlerin hepsi
üzerinedir. Zeylaî.
«Ne kasâme ne de diyet vardır».
Çünkü zâhir olan şudur ki;
müslümanları temize çıkarmak için.
düşmanın öldürdüğü kabul edilir.
Gecen mesele bunun hilafınadır. O da şudur:
Müslümanlar
kabilecilik yaparak dövüşseler
ve birisinin öldürülmesi ile de
ayrılsalar... Çünkü bu meselede
müslümanları temize çıkarma yönü
yoktur. O zaman maktulün hali müşkil kalır ki o zaman kasâme
ve diyeti dövüşün geçtiği yerin halkına icap ettiririz. Çünkü
müşkil olan yerde nass katlin o yer
halkına izafe edilmesi yolunda
vârid olmuştur. İhtimal olduğu zaman da
vârid olan nassın hükmüyle
amel etmek daha evlâdır. Bunu
İnaye ifade etmiştir.
«Şu kadar var ki Mültekâ'da
ilh...» Bu söz Şârih'in «icmâ
ile» sözü üzerine istidraktir. Hidaye'de
de
Mültekâ'daki gibidir. Bu da İmam
Ebû Yusuf'tan naklen daha önce geçen «mahalle
ve binada
oturanlar da mülk sahiplerine
diyette ortaktırlar» hükmüne uygundur. Dürer'dekine istinaden de
Ebû Yusufun bu mesele ile geçen
meselenin ayrı olduklarını belirtmesi gerekir.
Bu farkı do Zeylaî
zikretmiştir ki, askerin orada konaklaması, tekrar yola
çıkmak içindir. Buna da itibar edilmez. Evde
konaklamak ise oraya yerleşmek
içindir ki buna itibar edilir.
«Orada ilh...» Zamirin mercune bak. Zira ben bu meseleyi ne
Dürer'de ne de Mültekâ'da gördüm.
«Kasâme onların âkilesi üzerinedir» Aynı şekilde diyet de onlaradır. Bu da açıktır. T.
«Onun üzerinedir» Yani kasâme ve diyet.
T. Hindiye'den. Zahir olan şudur ki;
diyeti onun yerine
âkilesi yüklenir. Hepsi mi onun
üzerinedir yoksa müşterek evde olduğu
gibi adam başına mı taksim
edilir? Bu mesele araştırılsın.
Sonra ben Kâfî'nin şerhinden
naklen Gâyetûl'l-Beyan'da kasâmenin
yetişkin olan üzerine olduğunu
ve yemin ehlinden olduğu için yeminin
ona tekrar ettirileceğini, diyetin de her iki durumda onlara
en yakın olan kabile üzerine olduğunu gördüm. Bunun tamamı oradadır.
«Onda hiçbirşey yoktur»
Yani ne ödenecek birşey ne de kasâme vardır. Zira kıyasın hilâfına nass
insanın öldürülmesi hususunda
varid olmuştur ki bunun dışındakiler
ona kıyas edilemez.
«Efendisinin evinde ilh...» Ama köle
efendisinden başkasının mülkünde
bulunsa o zaman kasâme
ve diyet mülk sahibine vacip olur. Şurunbilâliye.
öldürülmüş olarak bulunan
kölenin kıymeti Şârihin de daha önce
belirttiği gibi üç sene içinde alınır.
«Efendisinin alacaklılarına kıymeti mikdarını ilh...» Yani efendisi kendi malından öder.
Çünkü
alacaklıların hakkı kölenin maliyetine müteallıktır. Onu sanki kendi helâk etmiş gibi
kabul ederiz.
Velvaliciye.
«Efendisinin, kıymeti kadarını ilh...» Yani âkilesi
üzerine değildir. Hâniye.
«Vadeli olarak ilh...» Yani üç sene içerisinde... Ve ondan
kitabet bedeli ödenerek hürriyetine
hükmedilir, artan da vârislerine
miras olur. Haniye.
«Efendinin âkilesi üzerinedir» Yani ev sahibinin âkilesi üzerinedir. Haniye'nin ibaresi şöyledir: O
zaman onda kasâme ve diyet âkile üzerinedir. Zâhir olan şudur
ki, «Diyet âkile üzerinedir» sözü
yeni bir cümledir. Kasâme
ise ev sahibi üzerinedir. Ancak âkilesinin
orada bulunduğuna
hamledilirse o zaman kasâme hem
ev sahibi hem de âkile
üzerinedir. Velvâliciye'de
şöyle
denilmektedir: Kişi babasının veya
kardeşinin evinde öldürülmüş olarak
bulunsa baba veya kardeş
her ne kadar varis olsalar bile diyet onların âkileleri üzerinedir. Allah en iyisini bilendir.
|