Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Reddül Muhtar,İbn-i Abidin

FERAİZ KİTABI 1

ASABELER FASLI 1

AVL BABI 1

ZEVİ'L-ERHÂMIN VÂRİS OLMASI BÂBI 1

SUDA BOĞULANLAR YANANLAR VE DAHA BAŞKALARI KAKKINDAKİ FASIL 1

MÜNASAHA FASLI 1

MEHARİC BÂBI 1

 

 

 

FERAİZ KİTABI

M E T İ N

Feraiz, fıkıh ve hesabın asıllarının bilinmesidir kibunlarla haksahiplerinden her birinin terikeden ne

alacağı bilinir.

Araştırmalarla bilinmektedir ki haklar beştir: Çünkü hak ya ölünün hakkıdır, veya ölen kişi

üzerindeki bir haktır (ölenin borcudur) yada ikisi de değildir.

Birincisi ölenin techizidir. İkincisi (ölenin borcu) ya zimmete taalluk eder ki bu mutlak borçtur yada

zimmete tealluk etmez ki bu da ayna tealluk edendir. Üçüncü hak da, ya ihtiyarîdir ki bu vasiyettir;

veya zarûridir ki bu da mirastır.

Bu konuya feraiz denilmesinin sebebi; Allah Teâlânın bu taksimi bizzat kendisinin yapması ve bunu

güneşi ile gündüzü aydınlatması gibi açıklamasıdır. Bundan dolayı Resulullah (s.a.v.) feraizi «ilmin

yarısı» olarak isimlendirmiştir. Zira bu ilim, başka bir şey ile değil, nass ile sâbittir. Feraiz dışındaki

ilimlerse bazen nass ile bazen de kıyas ile sabittir.

Bazı âlimlere göre ise, «feraiz»a ilmin yarısı denilmesinin sebebi, feraizin ölüme tealluk etmesidir.

Diğer ilimler ise hayata tealluk eder. Yahutta ferâiz zarurete, diğerleri ise isteğe bağlı olduğu için

yle denilmiştir.

Hayatta olanın mirascılığı, canlıdan mıdır yoksa ölüden ml? Mütemed olan ikincisidir. Vehbâniye

Şerhi.

ölen kişinin rehin, cinayet işleyen köle, ticarete izinli borçlu köle. kıymeti karşılığı hapsedilmiş olan

satılmış köle ve kiraya verilen ev gibi başkasının hakkının taallukundan hali olan terikesinden, önce

techizine başlanır, ki bu kefeni de içine alır. Techiz, fazla kısmâdan ve tebzîr etmeden yapılmalıdır.

Yukarıda sayılanların tekfinden önce gelmesi; bunların mal henüz terike olmadan önce mala taalluk

etmelerinden dolayıdır. Kefenleme sünnet vechile ve hayatında giydiği elbise miktarı ile olmalıdır.

Eğer kefeni telef olursa, cesedi bozulup dağılmadan Önce olursa tekrar kefenlenir. Bu kefenlerin

hepsi malın tamamından çıkarılır.

İ Z A H

Ferâiz'in, vasiyetin hemen ardından zikredilmesi, vasiyetin mirasın benzeri olup, ölüm hastalığında

vâki olmasıdır. Miras ölümden sonra taksim edilir. Onun için ferâiz vasiyetten sonra zikredilmiştir.

Ferâiz, «farîza»nın çoğunludur. Farîza da; mükellef üzerine farz olan şey manasınadır.

Develerin ferâizi yirmibeş devede bir binti mehâz (iki yaşına girmiş deve) gibi, farz olandır.

Takdir olunan her şeye «ferâiz» denilir, Bundan dolayı da, vârislerin hisselerine feraiz denilmiştir.

Çünkü o hisseler sâhipleri için takdir edilmişlerdir.

Miras meseleleriyle ilgili olan ilme «İlm-i ferâiz» denilir. Bu ilmi bilen kişiye de; «ferizî, fâriz» veya

«ferâiz» denilir. Muğrib.

«Ferâiz fıkıh ve hesabın asıllarının bilinmesidir.» Yani kaide ve kurallardır ki bunlarla varislerden

herbirinin hakkı yani terikeden hakkı olan meblağ bilinir. Açıktır ki, mirastan mene ve mahrum

etmeye taalluk eden asıllar da, bunlardandır. Hatta bu asıllar bu konuda umdedirler. Zira bunlar

bilinmeden haklar da bilinmez. Bundan dolayı da fakihler, mirastan men ve hacbetmenin asıllarını

iyice bilmeyen kimsenin bir terekeyi taksim etmesinin helâl olmayacağını söylemişlerdir. Bu

asıllara : Vârisin farz sahibi mi, asabe mi yoksa zevil-erhâmdan mı olduğunun bilinmesi de girer.

Miras sebeplerini çarpmayı, tashihi, avli, reddi ve diğerlerini bilmek de bu asıllardandır. Anla.

Ferâizden murad, yukarda geçtiği gibi, takdir olunmuş hisseleridir. O halde asabeler ve zevil-erhâm

da ferâize dahildirler. Çünkü onların hisseleri açıkça olmuşsa da yine de takdir olunmuştur.

Feraizin mevzuu: terikelerdir.

Ferâizin gayesi, hak sahiplerine haklarının iletilmesidir. Ferâizin rükünleri üçtür; varis, mûris ve

mûres (terike). Ferâizli şartları da üçtür:

1 - Murisin hakikaten veya mefkûd gibi hükmen yada gurresi olan cenin gibi-takdiren ölmesi,

2 - Öldüğü zaman, hakikaten veya - anne karnındaki cenin gibi- takdiren, hayatta varisinin

bulunması,

3 - İrs cihetinin bilinmesidir, İrsin sebepleri ve manîleri ise ileride gelecektir.

Ferâizin kaynakları üçtür: 1 - Kitab, 2 - Anneanneye verilecek miras hususunda Muğîre ve İbn



Seleme'nin şahitlikleri ile sabit olan sünnet (1), 3 - Babaannenin mirası konusundaki icmadır. Bu

icmâda, Ömer (r.a.)'ın ictihadı üzerine gerçekleşmiştir, umumî icmâa dahildir. Babaannenin aldığı

mirasın kıyasa göre olduğunu zannedenlerin hilafına, miras bahsinde kıyas yoktur. Onun cevabını

ve feraizin bu asıllardan çıkartıldığını da biliyorsa. Bu, Durru'l-Mülteka'da ifade edilmiştir.

«Bu taksimi Allah Teâlânın ilh...« Zeylaî'nin de dediği gibi «takdir etmiş olması» deseydi daha iyi

olurdu. Çünkü, «farzın» manası budur.

«... Bizzat kendisi ilh...» Yâni Allah Teâla bunun taksimini mukarreb bir meleğe veya göndermiş

olduğu bir nebiye havale etmemiştir. Namaz zekât ve hac gibi diğer hükümler bunun aksinedir.

Çünkü bu hükümlerde nasslar mücmel olup, onları sünnet beyan etmektedir. Allah Teâlâ'nın.

«Namazı kılın ve zekâtı verin» ve; «Yoluna gücü yeten herkesin, o eve (gidip) haccetmesi insanlar

üzerinde Allah'ın bir hakkıdır» sözleri böyledir...

«Zira bu ilim başka bir şeyle değil, nass ile sabittir». Şârih burada «nass»tan, icmâi da kapsayacak

bir mana kasdetmiştir.»

«Başka bir şey ile değil» sözü ile de kıyastan kaçınmıştır. Zira kıyas verasette cari değildir. Çünkü

Allah Teâlâ'nın, vârislerden herhangi birine bir meblağı tahsis etmesinin hikmeti gizli olduğu için

verasette takdir olunanlarda kıyasa yer yoktur. Bu söz, illetin illetîdir. O halde evlâ olan şârihin :

«Veya başka birşey ile değil nass ile sâbit olduğu için» demesiydi. Bu durum da bu söz. ferâize

«ilmin yarısı)» denilmesinin ikinci gerekçesi olurdu.

Bazı âlimler tarafından ise, ferâiza «ilmin yarısı» denilmesi konusunda söylenenlerden başka

şeyler, söylenmiştir.

Bir kısım âlimler ise : «Bu, manası anlaşılamıyan şeylerdendir ve iImin yarısı olduğunu tasdik

ederiz, ama sebebini araştırmayız» demişlerdir.

Bir de bilinmelidir ki; bu anılan vecihler, «yarı» kelimesi ile, bir şeyin iki kısmından birisinin

kastedilmiş olunmasına mebnidir. Çünkü herşeyin iki türü vardır, her iki türün sayıları bir olmasa

bile bunlardan birisi onun yarısıdır. Bunun birçok delili vardır. Meselâ Ahmed b. Hanbel'in riyet

ettiği bir hadiste; «temizlik imânın yarısıdır» buyrulmuştur. Araplar «senenin yarısı hazan yarısı

seferdir». Yâni sene, adedleri bir olmasa bile iki zamana ayrılır. Kadı Şureyh'e; «Nasıl sabahladın?

denildiğinde, «Sabahladığımda halkın yarısı bana kızgındı» cevabını vermiştir. Yani halkın bir kısmı

lehinde hüküm verdiği için kendisinden razı olduklarını, bir kısmının da aleyhinde hüküm verdiği

için kendisine kızgın olduklarını kasdetmiştir. Biri şâir de şöyle demiştir: «Öldüğümde halk iki

kısımdır; yarısı sevinir yarısı da yaptıklarımda razı olur.» Mücâhid; «mazmaza ve istişâk abdestin

yarısıdır» demiştir. Yâni abdest iki kısımdır: Biri iç tarafın bir kısmını, diğeri de dışın bir kısmını

temizler. Bunları İbnu Hacer el-Erbaîn şerhi'nde ifade etmiştir.

«Nass ile ilh...» Şârih bununla icmâı da kapsayan nassı murad etmiştir.

«Yahutta ferâiz zarurete ilh...» Yâni mirasın... ihtiyari olanlar ise alış satış hîbenin kabulü ve vasiyet

gibileridir.

«Hayatta olanın varisliği canlıdan mıdır ilh...» Yâni hemen önce hayatının son bölümündemidir?

Birincisi Züfer'in ve Irak ulemâsının ikincisi ise İmameyn'in görüşüdür. Aradaki ihtilâfın sonucu

aşağıda gelecek meselede kendisini gösterir. Şöyle ki; kişi kendisinden başka varisi olmadığı halde

mûrisinin câriyesi ile evlense ve cariyeye «efendin öldüğü zaman hürsün» dese, o zaman birinci

görüşe göre cariye azâd edilir. Zira kişi cariyenin âzâdını ölüme izafe etmiştir. Halbuki cariyenin

mülkîyeti onun için ölümden evvel de sâbittir.

İkinci görüşe göre ise, câriye âzâd olmaz. Çünkü cariyenin mülkü onun için ölümden sonra sabit

olur. Bu, Vehbâniye şerhi'nde ifade edilmiştir.

Bu ihtilafın sonucu şu meselede de görülür: Câriyenin kocası olan vâris, onun talâkını efendisinin

ölümüne bağlasa ; Birinci görüşe göre hemen talâk vâki olur ikinci görüşe göre ise talâk ölümden

sonra vâki olur. Nitekim bu bahsi Sirâciye'den naklen Bîrî'de kati bir ifade ile söylemiştir.

Ben derim ki! Bu ihtilaf ile, meselenin «koca» ile tasvir edilmesinin faydası ortaya çıktı. Öyle

olmasaydı âzâdın taliki evliliğe bağlanmazdı. Düşün.

«Mûtemed olan ikincisidir...» Trablusî de Sekbu'l-Enhur'de mütemed olanın, ikinci görüş olduğunu

ylemiştir. Tatarhâniye'den naklen Durru'l-Mültekâ'da ise birinci görüşe itimad edileceğini

ylemiştir.

«Hakkı taalluk etmeyen ilh...» Bu açıklayıcı bir sıfattır. Zira ıstılahta terike, ölen kimsenin, harhangi



bir aynında başkasının hakkı bulunmadan, geride bıraktığı mallardır. Nitekim Sirâciye şerhlerinde

de böyle denilmektedir.

BiIinmelidir ki: Hatâen öldürme ile vâcip olan diyet, kasdi adam öldürme sonunda yapılan sulh

neticesinde katil ve âkilesinden alınan mal ve maktûlün velilerinden bazılarının affetmeleri ile mala

çevrilen kısas bedeli de terekeye dahil olur. Buna göre bu sûretlerden herhangi birisi ile ele geçen

maldan, ölenin borçları ödenir ve vasiyetleri infaz edilir. Zahire'de de böyledir.

«Rehin... gibi ilh...» Bu başkasının hakkının taalluk ettiği ayn'a misâldir. Öyle ise, kişi birşeyi rehin

verse ve teslim etse, öldüğünde rehin ettiği maldan başka birşey de bırakmasa, mürtehinin borcu

techizinden önce gelir. Eğer mürtehinin borcu ödendikten sonra birşey artarsa o da techîzine

sarfedilir.

«Cinayet işleyen köle ilh...» Yâni köle efendisi hayatda iken cinayet işlese ve efendisinin de ondan

başka malı olmasa, o zaman cinayete maruz kalan kişi o kölede, efendisinden daha çok hak

sahibidir. Ancak kölenin işlediği cinayetin diyeti verildikten sonra köleden birşey artarsa bu,

efendinin olur.

BİR UYARI:

Cinayet işleyen köle rehin bırakılmışsa cinayete uğrayanın hakkı mürtehinin hakkından öncedir.

Çünkü onun hakkı kölenin zimmetinde sâbit olduğu için daha kuvvetlidir. Mürtehinin hakkı ise

râhinin zimmetinde olup, kölenin zimmetine değil, rakabesine müteâlliktir. Bu bahsi Yakup Paşa,

Seyyid Şerif'in Sirâci'ye şerhinin hâşiyesinde zikretmiştir.

«Ticaretle izinli borçlu köle ilh...» Yâni kölenin efendisi ölse ve ondan başkasının davalı olması

halinde; köleden alacaklı olanlar haklarını efendinin techizinden evvel alırlar.

«Kıymeti karşılığı hapsedilmiş olan satılmış köle...» Şöyle ki: Bir kişi bir köle satın alsa ama

kabzetmese ve parasını nakit olarak ödemeden önce ölse o zaman köleyi satan kişi kölede

müşterinin techizinden daha çok hak sahibidir.

Yakup Paşa şöyle demiştir: «Ama satılmış olan bu köle müşterinin elinde olsa ve müşteri onun

fiyatını ödemekten âciz olarak ölse o zaman kölenin rücûu ile başlanılır. ama bu mutlak değildir.

Aksine köleye ödemesi gerekli olan haklardan birşey taalluk etmediği takdirdedir.

Meselâ, köle ile hitabet akdi yapsa veya rehin verse yada onu (cariye ise) ümmü'l-veled yapsa. veya

satılan köle bir cinayet işlese, mânî kuvvetli olduğu için rücû hakkı sâbit olmaz. Şayet köle kitâbet

bedelini ödemekten âciz kalsa ve köleliğe dönse veya rehin çözülse yahut işlediği cinayetin fidyesi

verilse o zaman manî ortadan kalktığı için rücû hakkı vardır. Tahtâvî bunun benzerini Acemzâde'nin

Seyyid'in şerhi üzerine yaptığı hâşiyeden naklettikten sonra şöyle demiştir: Bu hükme fukahanın şu

sözleri ile birlikte bak; «Bize göre: satıcı onda ölenin alacaklıları ile eşittir.» Bu bahiste, Şafiî'nin

ihtilâfından başka ihtilaf zikretmemişlerdir. Nitekim bu hıyaru's-şart konusunun hemen başında da

geçti.

Anlaşıldığına göre burada zikredilen, şâfiî kitaplarından alınmıştır. Buna dikkat edilsin.

«Kiraya verilen ev ilh...» Kiracı kiralamış olduğu evin ücretini peşin ödese, sonra da ev sahibi ölse

o ev verilen ücret karşılığında rehin olur. Seyyid.

Tahtavî şöyle demiştir: «Ruhu'ş-şurûh'ta yukarda zikredilene şu da ilâve edilmiştir: Birisi nikahına

mehir yaptığı köleyi, karısına teslim etmeden ölse ve ondan başka da malı olmasa, karısı köleyi

techizinden önce alır.

Fasid bir bey'e ile satılıp kabzedilen malın semeninde, satıcı, bey' fesh edilmeden evvel öldüğü

takdirde satıcının techizinden önce müşteri hakkını alır.

«Yukarda sayılanların teklifinden önce gelmesi ilh...» Yâni bunlara taalluk eden hakların öne

alınması şu asla dayanır; hayatta iken öncelikle verilmesi gereken haklar vefatta da öncelikle verilir.

Dürrü Mimtekâ.

Yukarda zikredilen hakların techizden önce gelmesi Mirâc'ta da kesin olarak ifade edilmişti. Kenz'in

şerhlerinde ve Sirâciye'de de aynı şekildedir. Hatta Sirâciye'nin bazı Şârihleri bu hakların techize

takdim edilmesi hususunda fukahanın müttefik olduklarını rivayet etmişlerdir.

Miskin lle, bu hakların techize takdim edilmesinin bir rivâyet olduğunu ve sahih olanın techizin bu

haklara takdim edilmesi gerektiğini zikretmiştir. Dürrü Müntekâ'da Miskîn'in söylediklerinin

düşünülmesi gereken bir husus olduğu söylenmiştir. Belki de fukahanın talili, techizin asla terike

olmadığını ifade etmektedir. Bu durumda metinlerin mutlak olarak ifade ettikleri «terikeden önce



techize başlanır» sözüne itiraz vârid olmaz.

«Techizine ilh...» Birazcık önce bile olsa kendisinden evvel ölen oğlu veya zengin olsa bile karısı

gibi, nafakası ile mükellef bulunduğu kimselerin techizi de mutemed olan görüşe göre onun

üzerinedir. Dürrü Müntekâ.

«Bu, kefeni de içine alır...» Şârih bu sözüyle sanki Sirâciye'nin «Techizi ve tekfini ile başlanır»

sözüne işaret etmiştir.

«Fazla kısmadan ve tebzîr etmeden...» Tebzîr, genelde israf manasında kullanılır. Halbuki aslında

ikisi arasında fark vardır. İsraf bir şeyi yerinde ama gerekenden fazlası ile sarfetmektir. Tebzîr ise

sarfedilmesi gerekmeyen yerde ve fazlası ile sarfetmektir. Kirmânî bunu Buharî şerhinde böyle

açıklamıştır. Binaenaleyh burada uygun olan Allah Teâlâ'nın; «Onlar, sarfettikleri zaman ne israf

ederler ne de cimrilik, ikisi orasında orta bir yol tutarlar» kavli şerifine uygun olarak «israf» ile tabir

edilmesi idi. Şu kadar var ki musannıf burada meşhur olana riâyet etmiştir.

«Kefenlenmesi sünnet vechile ilh...» Yâni sayı bakımından sünnete göre...

«Ve hayatında giydiği elbise miktarı ile» sözüne gelince, yani hayatında iken giydiği elbise

kıymetindeki bir, kumaşla kefenlenir, manasındadır.

Sekbu'l-Enhur'dd denilmiştir ki: «Kefende israf iki türlüdür; birli sayı bakımındandır ki; erkeği üç,

kadını da beş parçadan daha fazlası ile kefenlemektir. Diğeri de kıymet bakımındandır ki bu da,

hayatta iken altmış dirhem kıymetinde elbise giyerken doksan dirhem kıymeti'ndeki bir bezle

kefenlemektir.

Kısmak da yine iki türlüdür, biri sayı bakımından dı'ğeri de kıymet bakımındandır. Meselâ üç kefen

yerine iki kefenle kefenlemek veya hayatında doksan dirhem kıymetinde elbise giyerken öldüğünde

altmış dirhem kıymetinde kumaş ile kefenlenmek buna misaldir.

Bu söylenilenler, vasiyette bulunmadığı takdirdedir. Ama eğer fazla kefenle kefenlenmeyi vasiyet

etse, mislinden fazla olan (onun durumundakilerin sarıldığı) kefen terikenin üçte birinden

hesabedilir.

Vârisler veya yabancı biri o fazlalığı teberru ederse hüküm yine aynıdır. Bu durumda sayı

bakımından değil, kıymet bakımından fazla olanda bir beis yoktur.

ölen kişinin alacaklıları onun, misli ile kefenlenmesine mani olabilirler mi? Bu hususta iki görüş

vardır. şârih olan görüşe göre mani olabilirler. Dürrü Müntekâ. Yâni o zaman kifayet derecesindeki

kefenle kefenlenir ki bu erkek için iki, kadın için de üç parçadır. İbnu Kemâl.

«Ve hayatında giydiği elbise miktarı ile ilh...» Yâni elbiselerinden orta derecede olan ile veya

bayramlarda, cumalarda ve ziyaretlerde giydiği elbise türünden bir kumaş ile.. Bu konuda âlimler

ihtilaf halindedir.

«Eğer kefeni telef olsa ilh...» Sekbu'l-Enhur'da şöyle denilmiştir: «Ölünün kabri kazılsa ve kefeni

alınsa, üç kefen ile kefenlenir, vücudu bozulmadığı müddetçe üçüncü ve dördüncü kerede de olsa

yine kefenlenir. Ama yıkanması ve namazı iade edilmez. Eğer vücûdu dağılmışsa o zaman bir

kefene sarılır. Bize göre, borçlu bile olsa bu malının aslındandır... Ama alacaklılar terekeyi

kabzetmişlerse, o zaman onlardan kefen için birşey alınmaz. Eğer malı varisler arasında taksim

edilmiş ise sonraki kefenleri varislerin her birinden, terekeden aldığı paya göre geri alınır.

Alacaklılar ile musâ leh (vasiyet edilen kimse) lerden bir şey alınmaz. çünkü onlar yabancıdırlar.

Varisler teberru edilen bir kefenin kabûlü için zorlanamazlar. Çünkü zorlamada onlar için utanç

vardır. Ancak varisler küçük olurlarsa eğer. İmam bir maslahat görürse kabul edilir. Şu kadar var ki,

yük olan varisler kefeni kendi rızaları ile kabullenirlerse onlara öncelik tanınır. Yani Düşün.

M E T İ N

Techizden sonra kullar tarafından talep edilen borçları gelir. Sağlığındaki borcu, sebebi bilinmediği

takdirde hastalığındaki borcuna takdim edilir. Aksi halde ikisi de eşittir. Nitekim bunu Seyyid de

tafsilatlı olarak zikretmiştir.

Allah'a olan borcuna gelince; eğer onların ödenmelerini vasiyet etmişse adı geçen haklar

verildikten sonra geri kalan malının üçte birinden tenfizi icabeder. Şayet vasiyet etmemişse, yerine

getirilmesi vacip değildir.

Bundan sonra da, sahih olan görüşe göre mutlak olsa bile vasiyeti gelir. İhtiyâr'da tercih edilen ise.

bunun aksinedir.



Vasiyeti, techiz ve borçları terikeden çıktıktan sonra kalan malın üçte birinden karşılanır.

Ayette; vasiyet, önemine binaen, terikenin varisler arasında taksiminden daha önce zikredilmiştir.

Çünkü vasiyetin yerine getirilmeme endişesi vardır.

Dördüncü ve beşinci olarak da, kalan mal varisler arasında taksim edilir. Yâni Kitap veya

Resulûllah'ın «ninelere altıda bir veriniz» sözü gibi sünnet yada icmâ ile, varislikleri sabit olanlara

taksim edilir. icmâ dedeyi baba. oğlun oğlunu da oğul gibi kılmıştır.

Mirasa bir mushaf bile olsa -ki fetvâ buna göredir, ama bazı âlimler tarafından tarike bir tek mushaf

olursa miras olmayacağı, onun ancak ölen kişinin çocuklarından okuyana verileceğiylenmiştir-

Üç şeyden biri ile hak kazanılır. Bunlar da rahim (akrabalık) sahih nikâh ve velâdır. Fukahânın icmâı

ile, fasit veya bâtıl olan bir nikâh ile verâset olmaz.

i Z A H

«Sağlığındaki borcu... takdim edilir». Sıhhatli zamanındaki borç, ya mutlak olarak beyyine ile veya

sıhhatli dönemindeki ikrarı ile sabit olan borçtur. T, Bunların da bazısı bazısına tercih edilir. Meselâ

kitabet akdi yapmış bir köle yabancı birisine borçlanmış olsa yabancının borcu efendisine olan

borcundan önde gelir. Bir hıristiyan üzerindeki müslümanların şahitlik etmeleri ile sabit olan borç,

zımmilerin şahitlikleri ile sabit olan borçdan önce gelir. Eğer iki alacaklının şahitlikleride kafir ise

veya yalnız kafirin şahitleri kafir ise o zaman bir müslümanın davası ile sabit olan borç, bir kafirin

davası ile sabit olan borca takdim edilir. Ama eğer her ikisinin de şahitleri müslüman veya yalnız

kafirin şahitleri müslüman ise o zaman ikisi de eşittirler. Nitekim Remlî'nin. Bahr üzerine yazmış

olduğu hâşiyenin şehâdetler bahsinde deyle denilmiştir.

«Hastalığındaki borcuna ilh..» Hastalığındaki borç: Hastalığındaki veya hastalık hükmünde olan

halindeki ikrarı ile sabit olan borcudur. Hastalık hükmündeki hal: birisinin savaşa giderken, veya

kısasen öldürülmek veya recmedilmek üzere götürülürken ikrar etmesi halidir. T. Acemzâde'den.

«Sebebl bilinmediği takdirde ilh...» Ama eğer hastalığında, daha önceden olduğu açıkça belli olan

bir borcu ikrar etmesi suretiyle bilinen bir borç ise aslında sıhhat borcudur. Çünkü onun varlığı

ikrarı olmadan da bilinmektedir. Malik olduğu veya istihlak ettiği bir malın bedelinin vacip olması

buna misaldir. İşte bundan dolayı da bu borç, hükümde sıhhat halindeki borç ile eşittir. Seyyid.

«Allah'a olan borcuna gelince ilh...» Bu söz musannıfın «kullar tarafından» sözü ile dışta bırakılan

hükümdür. Bu da zekât, keffâretler ve benzeri borçlardır.

Zelâî şöyle demiştir: «Bu borçlar ölüm lle düşer. O halde varislerinin ödemeleri gerekmez. Ancak

kişi bunların ödenmelerini vasiyet ederse o zaman, eğer terikesi varsa varislerin bunları terikeden

ödemeleri gerekir. Yahutta varisler bunları teberru olarak öderler. Çünkü ibadetlerde rükün.

mükellefin niyeti ve fiildir. Bunlarda ölüm ile düşerler. Bu durumda önceden vacip olan şeyin, bâki

kalması düşünülemez.» Bu bahsin tamamı Zeylaî'dedir.

Ben derim ki: Bu gerekçenin zâhiri şunu göstermektedir: Eğer varisler, ölen kişinin zekât ve

keffâret borçlarını teberru olarak öderlerse. borç onun üzerinden düşmez. Çünkü niyeti yoktur.

Ayrıca varislerin fiilleri, izni olmadan. ölenin fiili yerine geçmez. Düşün.

«Geri kalan malının üçtebirinden ilh...» Yâni geçen haklar ile kul borcundan arta kalanın üçte

birinden... Zira kul borçları iIe Allah'a olan borçlar bir araya gelse, kul borçları öncelikle ödenir.

Çünkü Allah Teâlâ zengindir, biz ise fakiriz. Dürrü Müntekâ'da da böyle denilmektedir.

«Bundan sonra da... vasiyeti gelir.» Yâni terekenin varisler arasında taksiminden önce vasiyeti

yerine getirilir.

Zeylaî şöyle demiştir: «Vârislerden önce, vasiyeti ödemek musâ leh'e varislere takdim etmek

manasına gelmez. Aksine musâ leh varislere ortaktır. Hatta musâ leh'e birşey verilse. onun iki katı

veya daha fazlası varislere verilir. Demek ki bu, hakikatte musa leh'i varislere takdim etmek

değildir. Ama techiz ve borç bunun aksinedir. Zira varisler ile musâ leh haklarını ancak techiz ve

borçtan arta kalan maldan alırlar.

«Sahih olan görüşe göre mutlak vasiyet olsa bile ilh...» Seyyid ve diğerleri de böyle demişlerdir.

Ayrıca Seyyid şöyle der: «Şeyhu'l-İslâm Hâherzâde demiştir ki: Eğer vasiyet ettiği, muayyen bir şey

ise, o mirasdan önde gelir. Eğer mutlak ise; meselâ malının üçte birini veya dörtte birini vasiyet

ederse; o zaman bu vasiyet, miras manasında olur. Zira bu vasiyet terikede şâyidir. Bu durumda da

musâ leh varislerden önde gelmeyip, onlara ortak olur. Musâ lehin hakkının da. varisin hakkı gibi

terikede şâyi olması buna delalet eder. Zira ölen kişinin malı vasiyetten sonra, artsa her ikisinin

hakkı da artar. Noksanlaştığı takdirde de her ikisinin hakkı azalır. Nitekim ölenin malı vasiyet



zamanında bin dirhem olsa ve daha sonra fazlalaşıp, taksimden önce ikibin dirheme varsa musâ

leh ikibin dirhemin üçte birini alır. Aksine, malı ikibin dirhem olsa ve hiç kimsenin müdahalesi

olmadan, taksimden önce bin dirheme düşse, o zaman musâ leh bin dirhemin üçtebirini alır.»

Ekmel'de şöyle demiştir: «Doğrusu Şeyhu'l-İslâm Hazerzâde'nin dediği olmalıdır. Çünkü takdim

ancak musâ lehin hakkın çıktığı suret ve manaya muteallik kılınmasıyla tasavvur edilebilir. Musâ

lehin hakkı terikenin üçte birinden çıkınca varisin hakkının, suretine taalluk etmesine mâni olur. O

zaman bu musâ lehin hakkının varislerin hakkına takdimi olur. Ama vasiyet mutlak olduğu takdirde,

artık orada takdim tasavvur olunamaz.

«İhtiyâr'da tercih edilen ise bunun hilâfınadır». Yâni Şeyhü'l-İslâm'ın geçen kavlinden tercih ettiği

görüşün... İhtiyâr'ın ibaresi aynen şöyledir:

«Eğer vasiyet edilen şey bir ayn ise, terikenin üçte birinden sayılır ve infaz edilir. Şayet vasiyet üçte

bir ve dörtte bir gibi bir cüzi şâyi ise, musâ lehû varislere ortak olur; terikenin mal itibariyle

fazlalaşması ile onun hîssesi de artar. Noksanlaşması ile de noksanlaşır. Musâ lehin payı da varisin

payı, terikeden verildiği gibi verilir. Geçen âyete binâen musâ lehin hissesi, terikenin varisler

arasında taksimine takdim edilir.»

Bu meselenin özeti şudur: Vasiyet, ev ve elbise gibi bir ayn olursa, vârislerin hakkına takdim

edilmesinde ihtilaf yoktur. Şöyle ki: Vasiyet terikenin üçte birinden verildiği takdirde, terikeden

yalnız o ayrılır. Varislerin onda hiç bir hakları da yoktur. Onun dışında kalan da, varisler arasında

taksim edilir. Ama vasiyet mutlak olursa o zaman o vasiyetin terikede şâyi olmasına ve terikenin

artması ile artmasına, azalması ile azalmasına bakan kimse vasiyetin takdim edilmeyeceğini söyler.

Aksine musâ leh varislere ortaktır. Terike onun alacağı kadarını kaplayacak olsa bile, hakkını yalnız

başına alması mümkün değildir. Borç ve benzerleri ise bunun aksinedir.

Mirasın taksiminin, ancak musâ lehin payı çıktıktan sonra, yapıldığına bakan ise vasiyetin mirasdan

önce geldiğini söyler. Zira eğer evvela musâ lehin hissesi ifraz edilmese ve varislerle ortak sayılsa

sanki onlardan, terekenin üçtebirine sahip birisi gibi onlarla birlikte taksime girmesi gerekir.

Bundan da fâsid bir durum meydana gelir, şöyle ki: Kadın ölse ve geriye kocası ile anababa bir iki

kızkardeşi kalsa ve Zeyd'e de malının üçtebirini vasiyet etmiş olsa; evvelâ musâ bih olan üçtebir

çıkar, yani Zeyd malın üçte birini alır. Sonra da geri kalan miktar, yediye bölünür. Bunun üçü

kocasına dördü de anababa bir kızkardeşlerine verilir. Eğeryle taksim edilmese idi, (musâ leh,

varislerle birlikte olsaydı) terikenin dokuza taksim edilmesi gerekir. O durumda da musâ leh iki,

kocası üç anababa bir kızkardeş de dört hisse alacaktı. Bu durumda da musâ lehin hissesi

azalacaktı. İşte yukardaki «fasit bir durum» dediğimiz budur.

Bu ifadeye dikkatle bakarsan, ulemâ arasındaki ihtilafın, lafzî olduğunu anlarsın. Zira iki görüş

sahiplerinden her biri, diğerinin söylediğini kabul etmektedir. Aralarındakî tartışma sadece musû

lehin hissesinin önce verilmesine takdim edilip, denilmeyeceği hususundadır. Zeylaî'nin geçen

sözleri, denilemeyeceğine delalet eder. İhtiyâr sahibinin sözü de aynı şekilde, denilemeyeceğine

delâlet eder. Zira o, Şeyhu'l-İslâm'ın «musâ leh vârislere ortaktır» sözüne uymuş daha sonra da,

musâ lehin payının terikenin taksiminden önce verileceğini söylemiştir. Demek ki ihtiyar sahibi,

takdim ile ortaklık arasını birleştirmiştir. Kabule şayan olan bu tahkiki ganimet bil. Tevfik

Allah'tandır.

«Ayette ilh...» Yâni Allah Teâlâ'nın: «Yaptığı vasiyetten veya borcundan arta kalanın...» sözünde...

«Çünkü vasiyetin yerine getirilmeme endişesi vardır.» Zira vasiyet karşılıksızdır. Bu da varislere zor

gelir ve vasiyetten hoşnut olmazlar. Ama borç bunun aksinedir. Yahutta, âyette vasiyetin önce

zikredilmesi vasiyetin, hayır ve tâat olmasından dolayıdır. Borç ise genellikle, garantl altındadır.

Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) borçtan Allah'a sığınmıştır. Vasiyetin âyette borçtan evvel

zikredilmesinin üçüncü bir sebebi de onun hükümünün muhataplarca meçhul olmasındandır. Borç

ise böyle değildir. Bu bahsin tamamı Zemahşerî'den naklen Sekbu'l-Enhur'dadır.

«Beşinci olarak ilh...» Techizden önce, başkasının hakkının taalluk ettiği bir aynın ödenmesi ile

başlaması itibarı ile beşinci.. Şu kadar var ki; techizin terikeden olmadığı yukarda geçmişti. Bundan

murad ise terikeye taalluk eden haklardır. O halde bunlar dörttür.

«Kolan mal taksim edilir». Musannıf daha evvel dediğt gibi burada «takdim edilir» demedi. Zira

varisler arasındaki taksim, hakların en sonuncusudur. Dolayısıyle bunun, kendisinden önce geldiği

birşey kalmadı.

«Yâni mirasları kitap ile sabit olan ilh...» Yâni Kur'an ile... Bunlar da şu kişilerdir: Anababa,

karıkoca. oğullar, kızlar, erkek kardeşler ve kız kardeşler.



«... Veya sünnetle ilh...» ibareden anlaşıldığına göre, varislik sebeplerinin üçünün de bir araya

gelmesi mümkündür.

Burada sünnetten murad : Hz. Peygamber (s.a.v.)'den rivâyet edilendir. O da ister Hz. Peygamber'in

oğlun kızına, anababa bir kızkardeşe, baba bir kızkardeş ile öz kızına veya anneanne olan nineye

miras vermesi gibi fiili olsun, ister şârihin misal verdiği gibi Peygamber'in sözü olsun farketmez.

Bu Sekbu'l-Enhur'da ifade edilmiştir.

«Veya temâ ile ilh...» Yâni ümmeti Muhammed'den olan müctehidlerin görüşlerinin herhangi bir

asırda şerî bir hüküm üzerinde ittifak etmesidir.

Bazı âlimler de burada icmâdan muradın, bir müctehidin sözü olduğunu söylemişlerdir. Buna göre :

Kur'an lafzının, Kur'an'dan herhangî bir âyete itlak edilmesi gibi, burada da bütünün parça üzerine

itlak olunmasıdır. Zira icmâ bu şekilde tarif edilirse zev'I-erham gibi, varis olduğunda ihtilaf edileni

de kapsar. Bunu düşünmek lazım. Zira, icmâ yle tarif edilirse müctehidlerin görüşlerinin ittifak

ettiği bir mevzu, icmâ'ın dışına çıkar. Hem de bir varisin verâsetinde ihtilaf eden âlimin delil, ona

göre ya Kitap veya sünnettir. O zaman tevile ihtiyaç kalmaz.

«Zira icmâ, dedeyi baba gibi kılmıştır. İlh...» Yâni icmâ; dedeyi baba gibi, nineyi anne gibi, oğlun

kızını öz kızı gibi bababir erkek kardeşi ana baba bir erkek kardeş gibi, bababir kız kardeşi de

anababa bir kızkardeş gibi kılmıştır. Sekbu'l-Enhur.

«Üç şeyden biri ile ilh...» Yâni bu üç şeyden herbiri ile mirasta hak sahibi olunur. Ancak bu üç illetin

hepsinin veya bazılarının bir arada bulunmaları gerekli değildir. O halde bu, üç sebepten ikisinin de

bulunması mirası hak etmeye zıt değil. Bunun örneği şudur: Birisinin, amcasının kızı olan veya

azadlısı olan hanımı ölse, kocası mirasının yarısını kocalık ile geri kalanını da ya asabe olarak veya

velâ iIe alır. Anla

«Sahih nikâh ilh...» İcmaâ göre zifaf ve halvet olmasa bile... Dürrü Müntekâ.

«Fasit bir nikâh ile olmaz». Fasit nikâh; şahitlik gibi, sıhhat şartlarından birisinin bulunmamasıdır.

Mut'a nikahı, muvakkat nikah gibi muvakkat olanlarda müddet bilinmese veya esah olan kavle göre

uzun olsa bile batıl nikah ile de miras hak edilmez. Nitekim bu. nikah bahsinde geçti.

»...Ve veladır». Yâni her iki nevi ile de, yâni âzâd ile de muvâlât ile de...

M E T İ N

Terikede hak sahibi olanlar sırasıyla on sınıftır. Musannıf bunları, şu sözleri ile ifade etmiştir:

Terikenin taksimi şu sıraya göre yapılır:

1 - Farz sahipleri. Yâni sehimleri takdir olunanlar. Bunlar da on ikidir. Bunların üçü erkeklerden

yedisi kadınlardan olmak üzere; (Onu) nesep ikisi de sebebiyet yoluyladır. Onlar da, karı ve kocadır.

2 - Nesep yoluyla olan asabeler, Buradaki «elif-lâm» cins içindir. Dolayısıyla bunda tekil ile çoğul

birdir. Musannıf bunu (yukarıda geçen) «farz sahipleri ne uygun olsun diye çoğul yapmıştır. Nesep

yoluyla olan asabelerin öne alınışı, onların daha kuvvetli olmasındandır.

3 - Kadın bile olsa âzâd edenler ki bunlar asabe-i sebebiyeyedir.

4 - Azâd edenin, erkek asabesi. Çünkü kadınların ancak kendi azâd ettiklerinde velâ hakları vardır.

5 _ Neseb yoluyla farz sahibi olanlara (ashabı feraiza) kendi hakları kadar red yapılır.

6 - Zevi'l-Erhâm'a,

7 Mevlâ'l-Muvalât. Bunlar velâ kitabında geçmişti. Mevlâ'l-Muvâlât'a, karıkocadan birinin

hissesinden sonra kalan verilir. Bunu Seyyid zikretmiştir.

8 - Nesebi sabit olmayıp, başkası üzerine ikrar olunan mukarrun leh. Eğer mukarrun aleyhin tasdiki

ile veya mukarrin ikrârı gibi ikrâr etmesiyle, yada başka bir erkeğin şahitliği ile sâbit olursa, nesebi

hakikaten sabit olur. Böyle olursa mukir ikrarından dönse bile nesebi ikrar edilen varislere

Mukarrun leh Mukirin ikrarını rücûundan evvel tasdik etse bile hüküm aynıdır.

Bu bahsin tamamı Sirâciye şerhlerinde. özellikle Ruhu'ş-Şuruh'ta vardır.

Ben, bunu, Ruhu'ş-Şuruh'a yazdığım talikte özetledim.

9 - Kendisine terikenin üçte birinden fazlası vasiyet edilen musâ leh. Malının tamamını vasiyet etse

bile durum aynıdır. Mukarrun lehin musâ lehden önce miras almasının sebebi, mukarrun leh için bir

çeşit yakınlık olmasıdır. Musâ leh iseyle değildir.

10 - Bu sayılanlardan hiçbirisi bulunmazsa ölünün terikesi miras olarak değil, müslümanlara fey



olarak hazineye konulur.

İ Z A H

«Terikede hak sahibi olanlar sırasıyla on sınıftır» Allâme Muhammed bin eş-Şıhne bunları, burada

zikredilen tertip üzere, üstadlarımızın üstadı fakih İbrahim es-Saihânî'nin şerhettiği ferâize ait

manzum eserinde toplamış. Ve şöyle demiştir: «Terike, farz sahiplerine (ashabı faraiza) sonra

asabeye, sonra köle azâd ederek cömertlikte bulunan mütika, sonra dede gibi onun asabesi olana

verilir. Sonra nesep yoluyla olan ashabı feraiza red yapılır. Bunlardan sonra zevi'l-erhâm, sonra

başkası üzerine ikrarda bulunulan, sonra kendisine terikenin üçte birinden fazlası vasiyet edilen

musâ leh, daha sonra da hazine gelir.»

İbnu Şıhne şiirde geçen «mühmel» sözü ile nesebi sabit olmayıp, nesebini başkasına yüklemekle

ikrar olunan mukarrun lehi kasdetmiştir.

Ben derim ki: Mûtıkın asabesinin zikredildiği her yerde, mevâlinin yani mevtâ'l-muvâlâtın

asabesi'nin de zikredilmesi uygun olurdu. Çünkü ileride geleceği gibi mevâlî de mûtıktan sonra

miras alır. Bu durumda miras alan sınıfların sayısı onbire çıkar.

BİR UYARI:

Şârihin, burada «terike» kaydını koyması verasetîn malı olan aynlarda câri olmasından dolayıdır.

Haklara gelince: satılan malın semen karşılığı hapsedilmesi ve rehinin hapsedilmesi gibi miras olan

haklar vardır.

Şuf'a hakkı, şart muhayyerliği kazif hakkı olan had ve evlendirme hakkı gibi miras olmayan haklar

vardır.

Bu ve daha sonra gelecek olan muhayyerlikler, Bey' (alım satım) bahsine bakınız.

Meselâ bir küçüğün öz kardeşi ölse ve geride bir oğulu bir de baba bir kardeşi kalsa, küçüğü

evlendirme hakkı oğlunun değil bababir kardeşinindir.

Velâyetler, âriyetler ve emânetler de mirâs olmazlar. Meselâ; ireti alan ölse vârisi onun yerine

mustair olamaz. Bir şeyi vedia olarak alan kişi de aynı şekildedir. Hibe'den rücû hakkı ve velâ'da

miras olmazlar.

Meselâ mu'tık öldükten sonra geride iki oğlu kalsa ve bunlardan birisi ölse; ölenin geride varis

olarak bir oğlu kalsa velâyet hakkı olduğu gibi mûtıkın sağ kalan oğluna aittir. Sonra bu oğlu da

ölüp geride iki oğlu kalsa velâ hakkı, bu iki oğulla, mûtıkın ilk ölen oğlunun oğlu arasında üçe

taksim edilir. Böylece velâ hakkının babalarından değil dedelerinden almış gibi olurlar.

Alimler, kabul muhayyerliğinin de miras olmayacağında icmâ halindedirler.

İcâre bey'u'l-fuzûlî satıştaki vâde de miras olmaz. (Ayıp muhayyerliği)nin miras olup olmayacağı ise

ihtilaflıdır. Bazı âlimlerce miras olacağı söylenmiştir. Dürer'de sadece bu görüş verilmiştir.

Tahâvî'nin şârihi de hıyaru'l-aybın miras olacağında icmâ olduğunu iddia etmektedir. Bazı âlimler

ise hıyaru'l-aybın vâris için, daha işin başında sâbit olduğunu söylemişlerdir.

Kısas konusu da aynı şekilde ihtilaflıdır.

yaru'r-ruye (görme muhayyerliği) hususunda sahih olan görüş, onun miras olacağıdır.

yaru't-tayin ise varis için daha ilk anda sabit .olur. Meselâ bir kişi birisini seçmekte muhayyer

olmak şartıyla iki köle alsa varis için seçme hakkının ibtidâen sabit olacağında fakihler ittifak

etmişlerdir.

yâru'l-vasıf (satın alınan malda olması şart koşulan vasıf muhayyerliği) de Feth'de de denildiği

gibi fukahanın icmaı ile vârise intikal eder. Bundan hıyaru't-tağririn (aldatılma halindeki

muhayyerlik) de miras olacağı anlaşılır. Çünkü hıyaru't-tağrir vasfın fevtine benzer. Allâme Makdisi

de buna meyletmiştir. Tenvir sahibi ise bunun aksine meyletmiştir. Ancak Tenvir sahibinin manzum

olarak yazdığı fıkıh kitabında birinci görüşe meylettiği görülmektedir. Eşbâh'tan ve Şeyhimiz,

Allâme Bâlî'nin Eşbâh üzerine şerhinden özetle...

«Yâni sehimleri takdir olunanlar ilh...» Bunlar; yarımı dörttebir şeklinde bir, üçte iki, üçte bir altıda

birdir. Sirâc.

«Üçü erkeklerden ilh...» Bunlar; baba, dede ve anabir erkek kardeştir. H.

«Yedisi kadınlardan ilh...» Bunlar da; kız, oğlunkızı, anababa bir kızkardeş, bababir kızkardeş,

annebir kızkardeş, anne ve ninedir. H.

«Dolayısıyla bunda tekil ile çoğul birdir.» Zira bilinmektedir ki «elif lâm» bir kelimeye bitiştiğinde o



kelimedeki çoğulluk manasını iptal eder. Öyle ki tekil gibi, her bir ferdi kapsar. Eğer birisi «nisa» :

«Kadınlar» kelimesini «el-nısâ» olarak söyleyerek, «Allah'a yemin ederim ki kadınlarla

evlenmeyeceğim» diye yemin etse tek bir kadınla evlendiği takdirde de yeminim bozmuş olur. Eğer

«nisa» kelimesini «elif-lâm»sız olarak söylerse, ancak üç kadınla evlendiği takdirde yemini bozmuş

sayılır. Yakûb.

«Musannıf bunu, farz sahipleri, sözüne uygun olsun diye çoğul yapmıştır.» Bu mukadder bir

sorunun cevabıdır ki, takdiri şöyledir: Müfred olarak «asabe» denilseydi daha kısa olurdu. Nitekim

bunun karşılığı olan, asabe-i sebebiye müfred olarak tabir edilmiştir.

Bu sualin cevabı şudur: Musannıf, onda çoğul manası olmasa bile, onunla yukarıdaki «farz

sahipleri» sözünü eşleştirmeği istediği için, onu lafzen çoğul yapmıştır. şu do denilebilir: Asabenin,

asabe binefsihi, asabe bigayrihi ve asaba maagayrihi gibi, müteaddid nevileri olduğu için çoğul

yapmıştır. Nitekim bunun izahı ileride de gelecektir. Yine denilebilir ki: Bu kelimedeki çoğul

manasını iptal etmeye vesile olan şeyi nesep yoluyla asabe olanın kölesini azad eden mutıktan

evvel miras alması için, taaddüdünün şart olmamasıdır. Aksine bir tek varis de olsa yine mûtıktan

önce miras alır. Ama farz sahipleri bunun aksinedir. Çünkü onlardan tek başına asabeden önce

miras alacak kimse yoktur. Yâni asabe onunla birlikte miras alamaz. Zira, farz sahipleri içersinde

malın tamamını farz olarak, tek başına alacak kimse yoktur. Başka bir mana ile asabeden önce

miras alan olsa bile durum budur. Asabeye ancak farz sahibi hissesini aldıktan sonra artan verilir.

Düşün.

«Nesep yoluyla olan asabelerin öne alınışı onların daha kuvvetli olmasındandır.» Bu söz «sonra»

kelimesinden anlaşılan takdimin illetidir. Seyyid şöyle demiştir: Asabe-i nesebiye, asabe-i

sebebiyeden daha kuvvetlidir. Bu hususta seni tatmin edecek illet şudur: Nesep cihetinden olan

ashab-ı feraiz-e red yapılır. Ama karıkoca gibi sebep yönüyle olan ashab-ı feraize red yapılmaz.

«Kadın bile olsa azâd edenler ilh...» Burada evlâ olan; ihtiyarî olanı da zarûrî olanı da kapsaması

için, Sirâclye'nin dediği gibi «mevlâ'l-ıtâka» denilmesi idi. «İhtiyârî âzâd: Itâk âzâd» kelimesi ile veya

onun bir dalı olan «tedbir» ile âzâd etmesi yada mahrem olan bir akrabasını satın olması ile onun

âzâd olmasıdır. Zarûrî âzâd ise : Kendisine mahrem olan bir akrabasının miras olarak eline

geçmesidir. Yakın akrabasını miras olarak alınca, o zarureten âzâd olur.

Burada murad mevtâ'l-itakanın cinsidir. O zaman erkeği ve kadını kapsadığı gibi, mûtıkın ve

babanın mûtıkı gibi vasıta ile mûtık olanı da kapsar. Nitekim yakında gelecektir.

İbnu Kemâl'in dediği gibi bu tabir herkesçe bilineni de, mukarru lehi de kapsar. Herkesçe bilinen,

mukarrun leh den evvel gelir. Mukarru lehin miras almasının sıhhati için. mukarrin marûf bir

mevlâl-itakasının bulunmaması ve şer'in tekzip edilmemiş olması şarttır.

MÜHİM BİR UYARI:

Velânın sûbûtunun şartı: Annesinin aslen hür olmamasıdır. Yâni ne annede ne de aslında köleliğin

olmamasıdır. Eğer anne aslen hür ise babası âzâd edilmiş bir köle bile olsa onun çocuğu üzerinde

kimsenin velâ hakkı yoktur. Bedai'de deyle denilmektedir.

Azâdlı bir köle, aslı hür bir kadın ile evlense, annenin hür asıllı oluşu ağır basacağı için çocukla

üzerinde kimsenin velâ hakkı yoktur. Dürer'den ve diğer kitaplardan naklen Sekbu'l-Enhur'da da

yledir. Bu bahsin tamamı Sekbu'l-Enhur'dadır. Bizim, velâ bahsinde söylediklerimizi de hatırla.

Zira bu mesele çok hataya düşülen bir meseledir.

«... Ki, bu asabe-i sebebiyedir». Bu söz, asabesine değil, mûtıka hastır. Halbuki aşlı böyle değildir.

Aksine asabe-i sebebiye, mûtık ile asabesinin hepsidir. Allâme İbnu'l-Hanbelî'nin Sirâciye Şerhi'nde

de böyledir. Binaenaleyh şarihin «asabeler» faslında gelecek olan sözüde bu şekilde yorumlanır.

Seyyit'in sözünün bunun hilafını zannettirmesine, Yakup cevap vermiştir. Buna göre şarih,

musannıfın : «Sonra erkek olan asabeleri gelir» sözünden sonra ikil zamiri ile «onlar asabe-i

sebebiyedir» demesi uygun olurdu.

«Azâd edenin erkek asabesi ilh...» Yâni kendiliğinden asabe olarılar. O halde bu kesinlikle

erkeklerden olur. Mûtikın asabesinin, mevlâ'l-ıtakaya asabe binefsihi olması, ölen için asabe-i

sebebiye olmasına ters düşmez. İbnu'I-Hanbelî'de böyle der. Buna göre; âzâd edilen öldüğünde,

vâris olarak efendisinin oğlu ile kızını bıraksa, miras yalnız efendisinin oğlunundur. Eğer aynı kişi

efendisinin kızı ile kızkardeşini bıraksa her ikisinin de mirastan hakkı yoktur.

«Çünkü ilh...» Bu söz, musannıfın asabeyi «erkek» kelimesi ile kayıtlamasının illetidir. Zira Seyyid

bu kaydın gerekli olduğunu söylemiştir. Ancak bu durumda mûtık sözü yakın olan mûtık ile, uzak



olan mûtıkın mûtıkını da kapsar. ister kadın alsun ister erkek olsun aynıdır. Ama mûtıktan murad;

ilk akla gelen yakın mûtık ise o zaman asabeyi «erkek» kelimesi ile kayıtlamaya ihtiyaç kalmaz.

Mûtıkın asabesinden murad da erkeklerden ve kadınlardan olan asabe-i sebebiyedir. Erkek köleyi

âzâd eden mûtık ve cariyeyi âzâd eden mûtık gibi. Asabe-i nesebiyyede böyledir. Şu kadar var ki

ikincisinde asabebi'1-gayr ve asabe maa'l-gayr değil asabe binefsihi olması gerekir. Ve yukarda da

geçtiği gibi sadece kesinlikle erkeklerden olur.Çünkü bu husustadaha önce gecen bir hadis vardır.

BİR UYARI:

Musannıfın burada yalnız mûtıkı ve asabesini zikretmesi ifade ediyor ki; eğer mûtıkın bir asabesi

olsa ona miras düşmez. Bunun izâhı şöyledir: Bir kadın, bir köle âzâd etse sonra da kocası ile

kocasından olan oğlunu bırakarak ölse, daha sonra da âzâd ettiği köle ölse kölenin mirası oğula

kalır, çünkü oğul ölen kadının asabesidir. Ama eğer oğul ölen annesinin azâd ettiği köleden önce

ölürse kocasına miras düşmez. Çünkü koca, kadının asabesinin asabesidir.

Bir kişi, bir köle âzâd etse. sonra azatlı başka bir köleyi âzâd etse ve üçüncü olarak âzâd edilen

ölse de geride ilk âzâd edenin asabesi kalsa o mirası alır. Mû'tıkın asabesinin asabesi suretinde

olsa bile yine aynıdır. Ancak mû'tıkın asabesinin asabesi olduğundan dolayı değil, birinci olarak

âzâd edilen köle, ölen kölenin velâsını çektiği içindir. Çünkü bu durumda, ilk âzâd edilenin asabesi,

birinci azad edenin yerine kaim olur Zirâ hadis buna delâlet eder.

Biz bunu velâ bahsinde Zahîre kitabının velâ bâbından özetle. Takdim etmiştik. Hadis hakkında

yleneceklerin tamamı ileride gelecektir.

«...Red yapılır.» Yâni asabeden zikredilenlerden birisi bulunduğu zaman, ashab-ı ferâizden artan

miras, neseb yoluyla olan, farz sahiplerine reddolunur. Burada, «neseb yoluyla farz sahipleri», sözü

ile karıkoca gibi sebep yoluyla olan farz sahipleri hükmün dışına çıkartılmıştır. Zira reddin sebebi

takdir edilen pay alındıktan sonra kalan yakınlıktır. Evlilik yakınlığı ise hükmi olup, hissenin

alınmasından sonra kalmaz. O halde sebebi bulunmadığı için karıkocaya red yapılmaz. Bunu Yakup

ifade etmiştir. Bu bahis Eşbâh'tan naklen de. gelecektir. Velâ bahsinde, zamanımızda karıkocaya da

red yapıldığı geçmişti. Bu bahsin tamamı inşaallahu Teâlâ gelecektir.

«Hakları kadar ilh...» Yâni sayı olarak değil nisbet olarak... Çünkü bazen onlara red olarak verilen,

farz olarak verilenden daha az olur. Meselâ anne-baba bir iki kızkardeş ile anne-bir bir kız-kardeşe

farz olarak verilenden daha az red yapılır. Bazen de bunlar eşit olur; anne-bir iki kızkar-deş ile anne

gibi. Bazan anne bir kız kardeş ve nene de olduğu gibi, red olarak verilenden fazla olur.

Nispet şekli şöyledir: Terikenin yarısı farz olarak verilen kişiye, terikeden kalanın yarısı da red

olarak verilir.

Terikeden üçte bir verilen kimseye red yapılırken de, aynı şekilde üçte bir verilir. Meselâ kişi

öldüğünde geriye vâris olarak anne. baba bir kızkardeş ile annesini bıraksa o zaman mesele altıdan

halledilir. Altının yarısı olan üç ana-baba bir kızkardeşe, üçte biri olan iki de anneye verilir. O zaman

hisselerin toplamı beş olur. Geriye bir kalır. O da payları nispetince, onlara red yapılır.

Anna-baba-bir kızkardeşe geri kalan birin beşte üçü, anneye de beşte ikisi verilir. Böylece red

meselesi de, beşe rücû eder. Bunun izayerinde gelecektir.

«Zevi'l-Erhâm ilh...» Yâni nesep cihetinden farz sahibi ve asabe olmadığında terikenin taksimine

zevi'l-erhâm ile başlanır. Bu durumda zevi'l-erhâm terikenin tamamını alır. Vârislerden, sadece

karı-kocadan biri kalmışsa onun hissesinden kalanın tamamıda zevi'l-erhâm'a verilir. Çünkü karı

veya kocaya red yapılmaz.

«... Mevle'l-Muvâlât ilh...» Ölenin zevn-erhâmdan da varisi kalmadığı takdirde mevlâ'l-muvâlât şöyle

olur: Bir kimse diğerine: «Öldüğüm takdirde benim mevlâmsın ve benim mirâsımı alırsın, cinayet

işlediğim takdirde de diyetimi verirsin» der. Velânın sahih olması içm bunu diyen kişinin arap

olmaması, arapların âzâd ettiklerinden olmaması nesebe dayanan bir vârisinin bulunmaması, ve

hazine veya başka bir mevlâ'l-muvâlatın onun akilesi olmaması şarttır. Bu durumda

mevlâ'l-muvâlâtı kabul eden kimse onun mirasını alır. Bunun aksi de olabilir. Ancak, aksinin

olabilmesi için, her iki taraftan da şart koşulması ve şartların karşılıklı tahakkuku lâzımdır. Mevtâ

olan kimse onun yerine diyet ödemedikçe, anlaşmadan dönebilir. Bu hüküm Hz. Ömer, Hz. Ali ve

birçok sahabenin görüşüdür. Mevlâ olanın asabesinde, mevlâ'l-itâkanın asabesinin tertibine göre

onun mirasını alırlar. Bunu musannıf her ne kadar zikretmemişse de... Sâihanî, Manzûme şerhinde

ylemiştir. Biz de şartlarının tamamını ve izahlarını velâ bahsinde zikrettik.

«Nesebi sâbit olmayıp, başkası üzerine ikrar olunan mukarrun leh,» Yâni mevlâ'l-muvâlât do

bulunmasa o zaman nesebi başkası üzerine ikrar olunan mukarrun leh gelir. O zaman da malın



hepsi ona verilir. Karı-kocadan birisi bulunduğu takdirde onun hissesinden arta kalan verilir.

«...Başkası üzerine ilh...» Yâni nesebini kendinden ikrârı, başkasından olan nesebi de tazammun

eden.. de. Meselâ bir kişinin, kardeşi olduğunu veya oğlunun oğlu olduğunu ikrâr etse o ikrar aynı

zamanda nesebin babanın veya oğlunun üzerine de yüklenmesini tazammun eder. Musannıf bu

sözüyle, nesebin başkası üzerine yüklenmesini tazammun etmeyen durumdan kaçınmıştır. Meselâ

bir kışı nesebi meçhul olan birisinin kendi oğlu olduğunu ikrâr etse, o ikrâr, nesebi meçhul olan

kişinin nesebinin sabit olmasını gerektirir. Eğer bu ikrâr, mukirdeki hürriyet akıl ve bulûğ gibi

ikrarın sıhhat şartlarını kapsıyor ve mukarrun leh de onu tasdik ediyorsa oğlu olduğunu iddia ettiği

kimse de yaş itibariyle ona oğul olabilecek durumda ise, nesebi meçhul olan o kişi nesebe dayalı

olan varisleri arasına girer. Hastanın sahih olan ve sahih olmayan ikrârı hususundaki sözlerin

tamamı şartlarının beyanı ile birlikte hastanın ikrarı konusunda geçti. Yine biz bunu Mültekâ'nın

nazmu'l-teraizi üzerine yazdığım. er-Rahîku'l-Mahtum Şerhi Kalâidi'd-Durru'l-Manzum ismindeki

eserimde de yazdım. Câmiu'l-Fusûleyn'in yirmi dokuzuncu faslının sonundaki çok önemli meseleler

vardır, oraya müracaat etmek gerekir.

«Nesebi sâbit olmayıp ilh...» Bu ikinci bir kayıttır. Şârih bunun muhterizini de beyan etmiştir.

Sirâciye'de üçüncü bir kayıt daha vardır. O da Mukirrin ikrârı üzere ölmesidir. Zira ikrârından

döndüğü takdirde ikrârı hesaba katılmaz ve mukarrun leh de miras alamaz.

Bu sıfatlar mukarrun lehte toplandığı takdirde. bize göre zikredilen sırada vâris olur. Çünkü mukir

iki şeye ikrâr etmiştir; birisi nesep, diğeri ise miras sebebiyle malda hak sahibi olmasıdır. Şu kadar

var ki nesebi ikrârı bâtıldır. Çünkü bu mukarrun lehin nesebini başkasına yüklemektedir. Başkası

aleyhindeki ikrar ise bir iddiâdır, dinlenmez. Mal ile ikrârı ise sahih olarak kalır. Çünkü mukarrun

lehin bilinen bir vârisi olmadığı takdirde bu ikrâr başkasına geçmez. Yâni bu ikrar manen vasiyet

olur. Bundan dolayı da ondan dönmek caizdir. Bu miras mukarrun lehin ne ferilerine (çocuklarına)

ne de aslına (atalarına) intikâl eder.

«Mukarrun aleyhin onu tasdiki ile ilh...» Yâni mukarrin babası: «Evet o, benim oğlum ve senin

kardeşindir» derse veya vârisler ikrâr ehlinden olupta mukirri tasdik etseler yine aynıdır.

Ruhu'ş-Şurûh'tan... Burada «varislerden» maksat, mukirrin vârisleridir. Yâni mukirrin çocuklarının

«Evet, o amcamızdır» demeleridir. T,

«...Veya mukirrin ikrârı gibi ikrâr etmesiyle ilh...» Yâni mukirrin ikrârını bilmeden, «o. benim

oğlumdur» demesiyle... Zira eğer bilmiş olursa o zaman onun ikrarı mukirrin ikrârını tasdik olur.

Zâhir olan şudur: Kişi nesebini kendi üzerine yüklerse, başka birisi ikrâr etmese bile ondan ve

başkasından da kasden miras alır. Bunu T. ifade etmiştir.

«Veya başka bir erkeğin şehadet etmesiyle ilh...» Yâni mukirrin ikrarı ile birlikte başka bir kişi de

şahitlik etse. Şârih, hastanın ikrârı konusunda «başkası hakkındaki ikrâr, ancak burhanla sahih

olur. iki kişinin ikrârı da bundandır» demiştir. Bundan anlaşılan şudur: Bu ikrarda şehâdet lafzı

gerekli değildir ve hastanın ikrarı vârisin ikrârı ile birlikte sahihtir. Muris ikrâr etmese bileyledir.

«Mukir ikrârından dönse bile ilh...» Ruhu'ş-Şuruh'ta şöyle denilmiştir: «Bilinmelidir ki; mukarrin

ikrârı ile birlikte başka bir kişi de şahitlik etse, veya mukarrun aleyh yada varisleri ikrara ehil olup

da onu tasdik etseler, o zaman mûkirrin ölümüne kadar ikrârı üzere ısrar etmesi şart değildir.

Dolayısıyla ikrarından dönmesinin bir faydası yoktur. Çünkü o zaman nesep sâbit olmuştur.»

Sekbu'l-Enhur'da : «Mukirrin ikrârından dönmesi sahihtir, çünkü ikrar manen bir vasiyettir.

Dolayısıyla mukarrun leh onun terekesinden birşey alamaz» denilmektedir.

Sirâciye'nin Minhâc adlı şerhinde de şöyle denilmiştir: «Mukirrin ikrardan dönmesi, rücûundan

evvel mukarrun aleyhin onun ikrârını tasdik etmediği veya onun ikrârı ikrârda bulunmadığı takdirde

sahihtir. ilh...»

Buna göre, Minah'ın Sîrâciye'nin bazı şerhlerinden naklettiği «Bu rücûun sahih olması, mukarrun

leh tasdik etmediği takdirdedir.» sözünün doğrusu, «mukarrun aleyh tasdik etmediği takdirde»

şeklinde olmalıdır. Nitekim ben bunu elimdeki nüshada, âlimlerden birisinin el yazısı ile düzeltilmiş

olarak gördüm.

«Mukarrun leh mukirrin ikrârını rücûundan evvel tasdik etse bile ilh...» Bu cümle hiç olmasaydı

daha doğru olurdu: Şârihin bunu yazmasına sebep. Minah'ın geçen ibaresidir. Halbuki onun

ibaresinde doğru olan şekli ben de gördün. Çünkü mukarrun lehin ikrarı nesebi olarak ispat etmez.

Çünkü nesebin sübutu ile o menfaatlenecektir. dolayısıyla o itham altındadır. Mûkirrin ikrarı ile

sabit olmayan nesep, itham altında olan mukarrun lehin tasdiki ile nasıl sabit olur? Binaenaleyh



Ruhu'ş-Şuruh ve diğer kitaplardaki ifade nesebin mukarrun lehin değil, mukarrun aleyhin tasdiki ile

sabit olmasına delâlet eder. Bu hususta geniş bilgi «hastanın ikrarı» bâbından öğrenilebilir. Oraya

müracaat et.

«Kendisine terikenin... vasiyet edilen ilh...» Yâni adı geçen varislerden hiç birisi olmadığı zaman,

malının hepsinden musâ lehin hakkı verilmeye başlanır ve vasiyetin tamamı ödenir. Çünkü musa

lehin terikenin üçtebirinden fazlasını almasına engel varislerdir. Varislerden hiçkimse

bulunmayınca bize göre. ona vasiyet edilenin tamamı verilir. Seyyid.

Aşikardır ki; burada maksat musâ lehin üçte birden fazlasını, varislerin icazetine bağlı olmadan

istihkâk yoluyla almasıdır. Demekki: «Üçte birden fazlasını alabilmesi için, varislerin olmaması şart

değildir. zira «onlar icâzet verirlerse üçtebirden fazlasını yine alabilirler» şeklinde bir itiraz varid

olmaz.

«...Bir çeşit yakınlık olmasıdır.» Doğrusu, Seyyid'in : «onun için bir çeşit yakınlık vardır» sözüdür.

«Bu sayılanlardan hiçbirisi bulunmazsa terike... hazineye konulur» Yâni üçte birden fazlası vasiyet

edilen musâ leh de olmazsa, terikenin tamamı hazineye konulur. Terikenin üçte birinden fazla ama

tamamından azı vasiyet edilmiş olan musâ leh varsa, ondan arta kalanda hazineye konulur. Şârih

burada «takdim edilir» değil de «konulur» dedi, çünkü beytü'l-mâlden sonra başka birşey yoktur.

«Miras olarak değil ilh...» Bu söz Şafiîlerin görüşünü nehyetmektedir. Zira Şafiîlerin dediklerine şu

itiraz vârid olûr: Kimsesiz ölen kişinin malı eğer hazineye miras olarak intikal ederse, özel bir varisi

olmadığı takdirde, malının üçte birini fakirlere vasiyet etmesi sahih olmaz. Çünkü bu varise vasiyet

sayılır. Bu durumda da diğer varislerin icâzetine tevakkuf eder. Ayrıca o maldan, mal sahibi

öldükten sonra doğan çocuğa ve babası ile birlikte çocuğuna da verilir. Eğer miras olsaydı bu

sahih olmazdı. Şu kadar var ki Şafii mezhebinin muteahhir fakihleri, hazine muntazam olmadığı

takdirde bunun reddine fetvâ vermişlerdir.

METİN

Metindeki ibareye göre mirasın mânileri dörttür. Bunlar:

1 - Kölelik: Mükâtep gibi nakış bile olsa kölelik irse manîdir. Ebû Hanife ve Mâlik'e göre şahsın

yarısı köle olsa bile yine aynıdır. İmameyne göre ise bir kısmı azâd edilen köle hürdür. Dolayısıyla

miras alır ve hacbeder. İmam Şafiî ise, bir kısmı âzâd edilen kölenin miras alamayacağını ama

kendisine mirasçı olunacağını söylemiştir. Ahmed bin Hanbel ise, bir kısmı âzâd edilen kölenin

miras alacağını, malının miras olacağını ve hür olduğu kadarıyla da hacb edeceğini söyler.

Ben derim ki: Şafiînin zikrettiği bir meseleye göre halis köle olduğu halde öldüğü takdirde ondan

miras alınır. Bu meselenin sureti şöyledir:

Müste'men birisi, Darü'l-islâm'da yaralansa ve yaralı olduğu halde darül-harbe iltihâk edip, orada

köle olsa ve o yara nedeniyle köle olarak ölse. diyeti varislerine verilir.

Bu hususta bizim imamlarımızdan bir nakli görmedim. O halde araştırılsın.

2 - Kısası veya keffareti gerektiren kati: Daha önce geçtiği üzere. kısas ve keffaret babalık hürmeti

ile düşseler bile mirasa manidir.

Şafiîye göre ise kâtil mutlak olarak miras alamaz. Eğer kâtil, maktulden evvel ölürse imamların

icmâı ile maktul ondan miras alır.

3 - İslâm ve küfür şeklindeki din ayrılığı: İmam Ahmed: «Kafir, terikenin taksiminden evvel

müslüman olduğu takdirde varis olur.» demiştir. Mürtede gelince; bize göre ona mirasçı olunur.

Şafiî ise buna, muhalefet etmiştir.

Ben derim ki: Şafiîler, kafire mirasçı olunan bir mesele zikretmişlerdir. O meselenin sureti şudur:

Kâfir, geride hâmile olan hanımını bırakarak ölse, ve biz anasının karnındaki cenine düşen mira

durdursak, sonra da kadın müslüman olsa ve çocuğunu doğursa, çocuk o mala varis olur.

Ben bu hususta bizim imamlarımızın ise sarih birşey söylediklerini görmedim.

4 - Bize göre kâfirler arasındaki, ülkelerin farklılığıdır: Şafiî buna da muhalefet etmiştir.

Bu ülkeler ister harbi ve zımmi gibi hakikaten muhtelif olsun, isterse müstemen ve zımmî veya bir

Çin'li ve bir Hint'li gibi ayrı ayrı ülkelerden olan iki harbî gibi hükmen olsun hüküm aynıdır. Çünkü

aralarındaki dokunulmazlık kesilmiştir. Ama müslümanlar böyle değillerdir.

Metinde Çinli yerine Türk vardır. Metinler yazıldığında henüz Türkler müslüman olmadıkları için.

Türk misal verilmiştir. Yanlış değerlendirilmemesi için kelimeyi değiştirdik. (Redaktör)



Ben derim ki: Mirâsa mani alan hallerden bir diğeri de suda boğulanlar, yananlar, binaların

yıkıntıları altında kalanlar ve savaşta ölenlerde olduğu gibi, ölüm tarihinin bilinmemesidir. Nitekim

bu ileride de gelecektir.

Yine mirâsa mâni olan diğer bir hal daha vardır ki o da varisin bilinmemesidir. Bu da beş veya daha

fazla meselede söz konusudur. Bunlar Müctebâ'da tafsilatlı olarak zikredilmişlerdir. Şu mesele de

vârisin meçhul olduğu hallerdendir: Kadın. kendi çocuğu ile birlikte, başka bir çocuk emzirse ve

ölse, sonra hangisinin kadının çocuğu olduğu bilinmese bunların ikisi de miras alamazlar.

Aynı şekilde süt annenin yanında bir müslümanın çocuğu ile bir hıristiyanın çocuğu karışsalar ve

müslüman olarakyüseler ikisi de babalarından miras alamazlar.

Minye'de buna şu da ilâve edilmiştir: «Şu kadar var ki, bunların ikisi anlaşırlarsa her ikisi de

babalarından miras alırlar ve aralarında taksim ederler.»

İ Z A H

«Mânileri ilh...» Mâni lûgatta «hail» (perde) manasınadır. Istılahta ise; sebebi mevcut olduktan

sonra, şahıstaki bir manadan dolayı hükmün nefyedilmesine sebep olan şeydir. Buna «mahrum» de

denilir. Şahsın dışındaki bir manadan dolayı hükmün yok olması bu tarifin dışında kalmıştır. Zira o

mahcûbdur. Veya, yabancı gibi, sebebin kâim olmaması da bu tariften çıkar.

Buradaki manîden murad vâris kılmaktan değil varis olmaktan men eden şeydir. Din ayrılığı gibi

bazı maniler her ikisine de mâni olsada maksat budur. Nitekim bunu Rahiku'l-Mahtûm'da beyan

ettim.

«Metindeki ibareye göre ilh...» Çünkü fukahadan bazıları bu dörtmâniye, başkalarını da ilâve

etmişlerdir. Nitekim şârih de ileride zikredecektir.

«Mükâtep gibi ilh...» Mükâtebin köleliğinin tam olup mülkiyetinin noksan olduğu açıklanmıştı.

Burada doğru olan, «müdebber ve ümmü'l-veled gibi» demesiydi. H. Şöyle de denilebilir: Mükâtebin

köleliğinin kâmil olması, müdebber ve ümmü'l-velede nispetledir. Bundan dolayı da mükâtebi

keffâret olarak âzâd etmek caizdir. Mükâtep, kazancına da mâliktir. Ümmü'l-veled ile müdebber ise

kazandıklarına mâlik değildirler.

Fakat mükâtebin köleliği «halis köleye» nispetle noksandır. Çünkü müdebber ve ümmü'l-veled gibi

onda da, hürriyet sebebi akdolunmuştur.

«Şahsın yarısı köle olsa bile ilh...» O, bir kısmı âzâd edilmiş, geri kalanını da kölelikten kurtarmak

için çalışan kişidir. yle birisi İmamı Azâm'a göre: tam olarak hürriyetine kavuşmak için bir

dirhem de borcu kalsa köle menzilesindedir.

İmameyn ise onun hür olduğunu söyleyerek «o hürdür ve borçludur dolayısıyla miras da alır hacb

de eder» demişlerdir.

Bu ihtilafın sebebi şudur: İmam'a göre âzâd, bölünme kabul eder. İmameyne göre ise etmez.

«İmam şafiî ise; bir kısmı azad edilen köle miras almaz ama ondan miras alınır demiştir.» Bazı

âlimler tarafından ise: «Şafiî'den naklolunan :

Onun ne miras alacağı ne de kendisinden miras alınacağıdır» denilmiştir. Şafiî kitaplarına müracaat

edilsin.

«...Ondan miras alınır.» Yâni yaralamanın, evveline istinad etme yoluyla... T.

«Ve yara nedeniyle ilh...» Yâni, köle olmadan önce ona isabet eden yaralanma sebebiyle ölse ilh... T.

«Diyeti varislerine verilir ilh...» Yâni yaralanma vaktine bakılırsa diyeti varislerinin olur. ...Zira o yara

nedeniyle, köle olmadan önce ölseydi onun mirası varislerinin olurdu. öyle ise köle olduktan sonra

da mirası onlarındır. Çünkü ölüm sebebi köle olmadan evvel meydana gelmişti. T.

«Bu hususta bizim İmamlarımızdan bir nakil görmedim». Ama onlar birçok meselede yaralanma

vaktine itibar etmişlerdir. Buna göre bu bahsin de, o meselelerden olması. mümkündür. Böyle bir

kölenin ölümünün, efendisinin mülkiyetinde iken vâki olduğunu söylemek de mümkündür. O

takdirde de diyeti efendisinin olur. T.

Ben derim ki: Benim anladığım şudur: Cânî yani köleyi yaralayan kimseye, bize göre, birşey

gerekmez. Zira müstemen bahsinde geçtiği üzere; müstemen dârü'l-harbe döndüğü zaman,

dârü'l-İslâmda bir vedlû veya alacağı kalsa sonra da esir edilse veya dâru'l-harb halk mağlup ediIip

müstemen esir alınsa yada öldürülse, alacağı düşer, kendisinden gaspedilen malı da vediası gibi

olur. Ortağının yanında kalan veya ülkemizdeki evinde kalan ise, fey olur. Harbîler mağlup



edilmeden öldürülse veya ölse, o zaman darü'l-îslâm'daki alacakları ve vediası vârisinin olur.

Çünkü onun kendisi ganimet olmamıştır.

Onun diyeti cânînin üzerine olmadığı bilinmektedir. O halde onun dâru'1-harbe dönüşü ve köle

olması ile, o diyet düşer. O zaman diyet varislerinin de efendisinin de olmaz.

Çünkü cinayet meydana geldiği zaman henüz efendisinin mülkiyetinde değildi. Zira efendisi onu

köle edindiği zaman o yaralı idi. Bundan dolayı da efendisi cânîden birşey talep etme hakkına sahip

değildir.

«Kısası veya keffareti gerektiren ilh...» Bunlardan birincisi, amden öldürmektedir. O da maktulü

kesici bir alet veya organları parçalamada onun yerine geçen birşey ile, kasden vurarak öldürmektir.

İkincisi ise üç kısımdır: Bunlar: Şibh-i amd. Sopa gibi, çoğunlukla öldürmeyen birşey ile, ölümünü

kasdederek vurmaktır, hatâen öldürmektir: Bir ara silah atıp bir insana isabet edip öldürmesi gibi

olan öldürme veya uykudaki bir kimsenin bir şahıs üzerine yuvarlanarak onu öldürmesi yada bir

kişinin üzerine damdan düşerek öldürmesi gibidir. Amden öldürmenin yerine geçer. Demekki

sebebiyet vererek öldürmek bu hükmün haricindedir. Zira sebep olarak öldürmek kısas ve keffareti

icap ettirmez. Meselâ birisi yola balkon çıkarsa veya kuyu kazsa yada bir taş koysa ve bu yüzden de

mûrisi ölse, yahut bir hayvanı sürse veya çekse de, o hayvan mûrisini çiğnese, mûrisini kısasen

veya recmen yahutda kendisini müdafaa etmek için öldürse, mûrisini kendi evinde öldürülmüş

olarak bulsa, kendisi âdil bir hükümdar murisi de bâğî olsa ve onu öldürse, eğer «ben onu haklı

olduğum halde öldürdüm ve şu onda da hakyım» dese öldüren mirasçı olur.

Çocuğun ve delinin, bizzat kendilerinin öldürmeleri de mirasa mani değildir. Çünkü bunların

öldürülmeleri ne kısası ne de keffareti gerektirir. Bu bahsin tamamı Sekbu'l-Enhûr ve diğer

kitaplardadır. Havî'l-Zâhidi'de de remizli olarak şöyle denilmiştir: «Koca, zinadan dolayı karısı

veya kadın mahremlerinden bir akrabasını öldürse, bize göre ondan miras alır, Şâfii ise aksi

görüştedir. Yâni zinanın tahakkuku ile.. Ama memleketimizde köylerdeki çiftçiler arasında olduğu

gibi yalnız zina ithamı ile öldürürse vâris olamaz. Bunu bil. Remlî.

Burada : Keffâretin «gerektiren» sözü ile kayıtlanması, çoğunlukla vaki olduğu sözü keffâretin

müstehap olduğu, öldürmede de hüküm aynıdır. Meselâ, bir adam bir kadını dövse ve kadın ölü bir

cenin düşürse, adam onun gurresini verir, ayrıca keffâret ödemesi de müstehaptır. Bu durumdaki

adam keffâret müstehap olduğu halde ceninin mirasından mahrum olur.

Daha önce geçtiği üzere ilh...» Yâni cinayetler kitabından...

Şafîîye göre katil mutlak olarak ilh...» Yani ister haklı olsun ister haksız, ister mübaşereten

öldürsün, ister olmasın... Katle Şehâdet ile veya katle şahitlik edeni tezkiye ile de olsa hüküm

aynıdır.

«Eğer kâtil maktûlden evvel ölürse ilh...» Yâni yatağa düşecek şeklide yaralasa ve katil ondan evvel

ölse maktul icmâ ile ondan miras alır.

«İslâm ve küfür şeklindeki ilh...» Musannıfın, «İslâm ve küfür» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Bize

göre. dinleri değişik bile olsa kafirler kendi aralarında birbirlerinden miras alırlar. Zira küfrün hepsi

bir millettir.

«Mürtede gelince: Bize göre ona mirasçı olunur». Yâni müslüman iken kazandığına mirascı olunur.

Mürted iken kazandığı ise müslümanlar için feydir. İmameyne göre ise, mürted iken kazandığıda,

mürted kadının kazandığı gibi, müslüman varisinindir.

«Ama Şafiî buna muhalefet etmiştir. » İmam Şafiî, mürtedin her iki kazancının da, hazineye

konulacağını söylemiştir.

«... Sonra da kadın müslüman olsa ilh...» Yâni kocasının ölümünden sonra... Ama eğer kocasının

ölümünden evvel müslüman olursa, zahir olan ceninin varis olmayacağıdır. Bu konuda ihtilaf

yoktur. Çünkü o, annesinin bir parçasıdır ve mûrisi öldüğü zaman müslümandır. Doğum anında da

annesine tebaen müslümandır. Bu mesele bir fetvâ vakıasıdır.

«Ben bu hususta bizim İmamlarımızın ise sarih birşey söylediklerini görmedim» Ben derim ki:

Şârihin bunu «sarih olarak» sözüyle kayıtlamasına sebep: İmamların sözlerinin açık bir delâletle

ceninin miras alacağına delâlet edişidir, İmamların : «Ceninin mirası» sözleri, bu kabildendir.

Çünkü onlar mirası haml olduğu halde, cenine izafe etmişlerdir. Onların, ceninin canlı olarak

çıkmasını şart koşmaları ise, mûhsi öldüğü zaman, onun varlığının tahakkuku içindir. Bundan

dolayı da bize: «Malik olan bir cansız vardır, o da nutfedir» denilmektedir.



Zâhiriye'den naklen Hamevî hâşiyesinde şöyle denilmiştir: «Cenin anneden ölü olarak çıktığı

zaman: Kendi kendine çıkmışsa varis olamaz. Ama eğer annesinden bir müdahale ile ayrılırsa o

zaman varisler cümlesinden olur. Bunun izahı şöyledir: Bir kişi bir kadının karnına vursa ve kadın

ölü bir cenin düşürse bu cenin varis olur. Çünkü şâri canlı üzerinde işlenen cinayette tazminatı

vacip kıldığı gibi kadının kamına vuran kişiye de gurreyi vâcip kılmıştır.

Buna cinayette hükmettiğimize göre ölü olarak düşen cenine miras düşer ve ona düşen mirasda

varislerine miras olur. Nitekim nefsinin bedeli olan gurrede miras olur.

Ben derim ki: Fakihler hamli, anasından ayrılmadan önce cenin olduğu halde hem varis hem de

muris kılmışlardır. Murisinin ölümü anında cenin müslüman değildi. O halde mirasta hak sahibi

olduğunda mânî mevcut değildi. Mâni, istihkâktan sonra ortaya çıktı. Buna göre; ceninin durumu,

kâfir olan mûrisî öldükten sonra müslüman olana benzer. Zira hakikatte ceninin miras alması,

müslümanın kâfirden miras alması değil, kâfirin kafirden miras almasıdır. Bize göre. mürted

meselesinde, müslümanın kâfirden miras alması tasavvur edilir.

«Bize göre kafirler arasındaki ülkelerin farklılığıdır». iki ülkenin farklılığı hem askeri yönden hem

de. otorite farklılığı yönündendir. Şöyleki: Liderlerden birisi Hindistan'da olup, kendisinin bir ülkesi

ve ülkesini koruyan askeri olsa diğeri de Türkistan'da olup, bir ülkesi ve ülkesini koruyan askeri

bulunsa, saldırmazlık kesilse de bunlardan her biri diğerinin katlini helâl kılsa. o zaman bu ülkeler

farklıdırlar.

Ülkelerin farklılığı sebebiyle aralarındaki verâset kesilir. Çünkü verâset dokunmazlık ve velâyet

üzerine bina edilir. Ama düşmanlarına karşı kendi aralarında yardımlaşıp, birbirlerine destek

olurlarsa o zaman ülke bir olup, verâset sabit olur.

Sonra bilinmelidir ki; ihtilaf: Ya, harbi ile zımmî ve geçen manaya göre iki ayrı ülkede yaşayan iki

harbi gibi hakikaten ve hükmen, yada bizim ülkemizdeki müstemen ve zımmî gibi sadece hükmen

olur. Zira ülke hakikatte bir olsa bile hükmen muhteliftir. Çünkü müstemen hükmen darü'l-harp

halkındandır, zira oraya dönme imkânına sahiptir. Yahutta ülkemizdeki bir müstemen ve

daru'l-harpteki bir harbi gibi sadece hakikaten muhtelif olur. Zira ülke hakikaten muhtelif olsa bile,

senin müstemen hükmen dûru'l-harp vatandaşıdır. O halde her ikisi de hükmen birdirler. Bu

sonuncusunda, müstemen bizim ülkemizde öldüğü takdirde malı harbi olan varisi'ne verilir. Çünkü

malındaki emân, onun hakkından dolayı bâkidir. Onun hakkından dolayı malı varisine ulaştırılır.

Kitapların çoğunda böyle denilmektedir. Bu durumda onun emân hükmünün devamı, malının

hazineye devredilmesine mâni olur. Siraciye'ye, musannıfı tarafından yazılan şerhte buna muhalefet

edilmlştlr. Bu muhalefete Durru'I-Mültekâ ve Sekbu'l-Enhûr'da dikkat çekilmiştir.

Ben derim ki: Bununla anlaşılmış oldu ki: Mirasa mâni olan, ülke ihtilafı, sadece hakikaten muhtelif

olması değil, ister hakikaten muhtelif olsun ister olmasın, hükmen muhtelif olmalarıdır. Bu da

Zeylaî'nin dediğidir. Zeylaî şöyle demektedir: «Mirasta müessir olan mâni, ülkelerin hükmen

muhtelif olmasıdır. Şayet hükmen muhtelif olmayıp hakikaten muhtelif olsa ona itibar edilmez.»

«... Hakikaten İlh...» Yâni bildiğin gibi aynı zamanda hükmen de muhtelif ise...

«Harbi ve zımmî gibi ilh...» Yâni harbi darü'l-harpte öldüğü takdirde, onun bizim ülkemizde zımmî

bir varisi olsa, veya ülkemizde bir zımmî ölse ve onun dârû'l-harpte bir varisi olsa, bunlardan biri

diğerinden miras alamaz. Zira zımmî ve harbi aynı dinden olsalar bile ülkeler hem hakikaten hem de

hükmen muhteliftirler.

«Veya hükmen ilh...» Yâni sadece hükmen...

«İki harbi gibi ilh...» Sirâciye'de de böyledir. Orada şunlar do yer almıştır: O daha öncede

ylediğimiz gibi, hakikaten ve hükmen ülkelerin ihtilafındandır. Ancak her iki harbinin de

hakiketen iki ayrı ülkeden olduklarına hamledilmesi müstesnâ. Ama ikisi de bizim ülkemizde

müstemendirler. Dolayısıyla ikisi de hakikaten tek ülkeden. hükmen ise iki ayrı ülkedendirler.

Bu yorumu da sârihin «iki ülkede» değilde, «iki ülkeden» ifadesi teyid etmektedir.

Şârih için evlâ olan, «iki harbî» yerine «iki müstemen» demesiydi. Zannediyorum Şârih bu

evleviyyeti bunun her iki ihtilafa da misal olabileceğine işaret etmek için terketmiştir. Bunu Seyyid

ifade etmiştir ve bu bahsin tamamı oradadır.

Müslümanlar böyle değillerdir» Yâni ülke ihtilafı, müslümanlar hakkında geçerli değildir.

Nitekim bütün şerhlerde de böyledir. Hatta müslüman bir tacir veya müslüman bir esir dârü'l-harpte

ölse, onun darû'l-islâm'daki varisleri ondan miras alırlar. Sekbû'l-Enhûr'da da böyle denilmektedir.

ibnu'l-Hanbeli'nin Siraciye şerhinde şöyle denilmiştir: İtabî'nin: «Bir kimse müslüman olsa fakat,



bizim ülkemize hicret etmese, memleketimizdeki aslî bir müslümandan miras alamaz. Aslî bir

müslüman da ister müstemen olsun ister olmasın darû'l-harpte müslüman olup ülkemize hicret

etmeyenden miras alamaz.» sözlerine gelince, bu sözlere âlimlerimizden biri şu sözleri ile

reddetmiştir. «Bana öyle geliyorki İtâbî'nin bu görüşü, islamın başlangıcı yani hicretin farz olduğu

zamanla ilgilidir. Nitekim Allah Teâlâ hicret eden ile etmeyen arasındaki velâyeti şu ayetle

nefyetmiştir. «...İnanıp hicret etmeyenlere, hicret edinceye kadar sizin dostluğunuz yoktur.»

Hicret eden ile etmeyen arasında velayet bulunmayınca, varislik de bulunmaz. Çünkü miras

velâyete bağlıdır. Günümüzde ise bunların birbirlerine varis olmaları uygundur. Çünkü

Resûlullah'ın «Fetihten sonra hicret yoktur» hadisi ile hicretin hükmü neshedilmiştir.

«İleri de de geleceği gibi ilh...» Yâni «yananlar ve boğulanlar» faslında...

«Beş veya daha fazla meselededir.» Şârih «veya daha fazla» sözünü. Müctebâ'ya uyarak, varisin

mechuliyetinin beş meselede hasredilmeyeceğine işaret etmek için eklemiştir. Çünkü beş mesele

dışında. daha başkalarının da eklenmesi mümkündür. Düşün.

Şârih, bu meselelerden ikisini zikretmiştir. Üçüncüsü şudur: Bir kişi çocuğunu gece cami avlusuna

bıraksa ve sabahleyin pişman olup çocuğunu almaya gittiğinde orada iki çocuk olduğunu görse ve

kendi çocuğunun hangisi olduğunu bilemese; bunlardan hangisinin kendi çocuğu olduğu

anlaşılmadan ölse, bu çocuklardan hiçbirisi ona mirascı olamaz, malı hazineye konulur ve

çocukların nafakaları hazineden karşılanır. Ayrıca çocuklarda birbirlerinden miras alamazlar.

Yine bu meselelerden dördüncüsü de şudur: Hür bir kadın ile bir cariye karanlık bir odada doğum

yaparak birer tane erkek çocuk doğursalar ve hür kadının çocuğu câriyeninkinden ayırdedilmese

onlardan hiçbiri hür kadından miras alamaz. Ve çocuklardan herbiri, cariyenin efendisi için çalışır.

Beşincisi de şudur: Birisinin, hür bir kadından, başka birinin de cariye olan karısından bir oğlu

olsa, her iki çocuğu da büyüyünceye kadar bir sütannesi emzirse ve hangisinin hür kadının çocuğu

olduğu bilinmese çocukların ikisi de hürdür ve herbiri kıymetinin yarısı kadar cariyenin efendisi için

çalışır. Ondan miras da alamazlar.

«Anlaşsalar ilh...» Yani o iki çocuk anlaşsalar... Çünkü miras onları aşmaz. Kim bir hisse alırsa

hakikatte ancak o varistir ve oldığı da kendi payındandır. Diğerinin aldığı da hak sahibinden hibe

olur. Zâhir olan şu ki bu, geçen meseleye câridir. T.

Ben derim ki Aksine bu geçen bütün meselelere caridir. Yukarda geçen «malının hazineye»

konulacağı hükmü de, «sulh etmedikleri takdirde hazineye konulur» şeklinde yorumlanır.

EK:

Bu durumda, mânilerin tamamı altı olmaktadır. Ulemâdan bazıları, nübüvvetin de mirasa mani olan

şeylerden olduğunu söylemişlerdir. Zira Resulûllah'ın Buhari ve Müslim'deki «Biz peygamberler

topluluğu, kimseyi varis etmeyiz. Bizim terikemiz sadakadır.» hadisi bunu göstermektedir.

Tetîmme'den naklen Eşbah'ta şöyle denilmiştir: «Her insan varis de olur, miras da bırakır. Ama

Peygamberler müstesnadır. Onlar ne varis olur ne de miras bırakırlar.»

Bazılarının, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Hz. Hatice'den miras aldığı yolundaki sözleri sahih değildir.

Hz. Hatice malını, sağlığında iken ona hibe etmiştir.

Ben derim ki: İbn Kemâl'in ve Sekbu'l-Enhûr'un sözleri ise Peygamberlerin de miras alacaklarını

bildirmektedir. Bu bahsin tamamı Rahiku'l-Mahtum'dadır.

Ulemadan bazıları bu manilere, riddeti (dinden çıkma) de ilâve etmişlerdir. Çünkü mürted, icmâ ile,

hiç kimseden miras alamaz. Mürtedin kimseden miras alamayacağı din ihtilafından dolayı değildir.

Zira, konusunda bilindiği üzere, mürtedin dini yoktur. Buna göre mirasın mânileri sekiz olur.

Ulemadan bazıları ise dokuzuncu mâni olarakda, ilânı ilâve etmişlerdir. Duru'l-Müntekâ'da şöyle

denilmiştir: Aslında mâniler beştir: Dördü metinde zikredilenler, beşincisi de riddetdir. Bu ser'î bir

araştırma ile bilinmiştir.

Bu beş mânie ilâve edilenlere gelince, onlara mâni demek mecâzîdir. Zira, onunla mirasçı

olunmaması bir mâninin varlığından değil, şartın veya sebebin yok olmasındandır.

Bunun izahı şudur: Miras olmanın şartı varisin, mûris öldüğü zaman hayatta olmasıdır. Bu şart da,

ölüm tarihi meçhul olanda mevcut değildir. Çünkü şartın mevcudiyeti bilinmemektedir. Şekk ile

veraset sâbit olmaz. Varisin meçhuliyetine gelince o da aynıdır. Meçhul olan varis mefkûdda olduğu

gibi, hükmen ölü gibidir.

Lian yoluyla reddedilen çocuğa gelince o, babasına babasıda ondan varis alamaz, çünkü nesebi



kesiktir. Demekki onun miras alamaması, aslında sebebin bulunmamasındandır. O da, babasına

nispet edilmesidir.

Nûbûvvette şartın veya sebebin bulunmamasına gelince, bunda söylenecek hayli söz var. Bunlar

Rahiku'l-Mahtum adlı şerhimizden öğrenilebilir. âhir olan şu ki: Nübûvvetin mirasa mâni

olmamasındaki illet, nübûvvetin mûriste kâim olan bir manâ olmasıdır. Mâni ise, vâriste kâim olan

bir manadan dolayı olur. Nitekim onu manîînin tarifinde söylemiştik.

BİR EK:

Şafiîler devr-i hükmîyi de mânilerden saymışlardır. Devr-i hükmî şudur: Birisini varis kılmanın

varisin yokluğunu gerektirmesidir. Meselâ bir kişi varis olarak sadece kardeşini bırakarak ölse,

kardeş de ölen kişinin bir oğlu olduğunu ikrar etse, o çocuğun nesebi sabit olur. Ama Şafiîlere göre

vâris olamaz. Çünkü varis olacak olsa, kardeşi hacbeder, dolayısıyla kardeşin ikrârı kabul edilmez

ve çocuğun da nesebi sabit olmaz, o zaman miras alamaz. Çünkü çocuğa miras ispât etmek, onun

nefyine vesile olur. O zaman da temelden nehyedilmiş olur. Bunu ulemamız zikretmemişlerdir.

Çünkü mukirrin ikrâyalnız kendi hakkında sahihtir. Buna göre çocuk miras alır, kardeş ise

alamaz. Ben bu bahsi nakille teyid ederek Rahiku'I-Mahtûm adlı eserimde tahkik ettim. Bu bahsin

tamamı hastanın ikrarı bâbında geçmiştir.

M E T İ N

Musannıf, mirasa mâni olan şeyleri beyan ettikten sonra, zevce (hanım) ile başlayarak ashâbı feraizi

(belirli hisse sahiplerini) açıklamaya başladı. Konuya hanımla başlamasına sebep, onun üremenin

aslı oluşudur. Zira çocuklar ondan doğar. Musannıf şöyle demiştir: Mirastan bir veya daha fazla

hanım için çocuk ile veya çocuğun oğlu ile birlikte farz olarak verilecek hisse sekizde birdir. Ama

ne kadar aşağıda olursa olsun kızın oğlu ile birlikte ise, hakkı dörtte birdir. ÖIenin çocuğu veya

çocuğun oğlu olmadığı takdirde hanıma yine dörtte bir verilir.

Demekki hanımın iki halı vardır: 1 - Kişi çocuksuz olarak ölürse hanımın hakkı dörtte bir, 2 - Çocuk

bırakarak ölürse sekizde birdir.

Bir veya daha fazla koca için, mirastan farz olarak verilen dörttebirdir. Kocanın birden fazla olma

şöyle olur: İki veya daha fazla kişiden her biri ölen bir kadının kendi nikahlı karısı olduğunu iddia

eder ve hepsi delil getirir. Kadın ise bunlardan hiçbirinin evinde değildir, ve bunlardan hiçbiri

kadınla cinsi ilişki kurmamıştır. İşte o zaman bu adamlar tek bir koca gibi kadının mirasını taksim

ederler. Çünkü aralarında tercih sebebi yoktur.

Koca karısının çocuğu ile veya karısının oğlunun çocuğu ile beraber olursa rubu alır. Karısının

çocuğu veya karısının oğlunun çocuğu olmadığı takdirde ise mirasın yarısını alır. Buna göre

kocanın iki hali vardır. yarı veya dörtte bir.

Baba ve dedenin üç hali vardır: ,

1 - Farzı mutlak ki bu altıda birdir: Bu ölen çocuğu Veya oğlunun çocuğu ile birlikte olması

durumundadır.

2 - Ta'sibi mutlak (mutlak asabe) öleni ve oğlunun çocuğu olmadığı takdirdedir.

3 - Asabelikle birlikte farz (farz meatta'sib): ölenin kızı veya oğlunun kızı ile birlik hem farz'ını

(hissesini) alır hem de asabe olur.

Ben derim ki: Eşbah'ta şöyle denilmiştir: «Onüç mesele dışında baba gibidir. Bunların beşi ferâizde

kalanları da başka konulardadır.

Musannıfın oğlu Fusuleyn'den naklen Zevâhir adlı eserinde bunlara şu meseleyi de eklemiştir:

Baba küçük çocuğunun nikah mihrini kefil olsa ve onu ödese, eğer rucû etmeyi (oğlundan almayı)

şart koşmuşsa, alabilir. Eğer şart koşmamışsa alamaz. Eğer babanın yerine başka bir veli veya vasi

olursa mutlak olarak, ((şart koşsada koşmasada) rucû eder.

«Baba yerine başka bir veli» sözü dedeyi de kapsar. Demekki dede de vasi gibi, rücûu şart

koşmasa bile rücû edebilir. Baba ise böyle değildir.

i Z A H

«Çünkü o, üremenin aslıdır». Yâni aslın ve ferlerin doğumunun aslıdır. Ekseriyetle, hepsi onun

evladıdırlar. Çünkü doğum bazen cariye edinme ilede olur. Hanım bu itlbarla anne olsada onun

zevcelik özelliği, annelik özelliğinden evveldir. Bundan dolayı da anne önce zikredilmedi. Düşün.

«Çocuk ile ilh...» Yâni ister erkek olsun ister dişi ölen kocanın çocuğu ile birlikte... Ölen kocanın



çocuğu başka bir kadından olsa bile durum aynıdır.

«Ölen bir kadının, kendi nikahlı karıları olduğunu ilh...» Ama eğer böyle bir durumda o kadın sağ

olsa adamların delilleri birbirlerini bâtıl kılarlar. O zaman kadın kendisini tekzip ettiği kişinin

yanında değilse ve adam onunla cinsi ilişki kurmamışsa, kadın erkeklerden hangisini tasdik ederse

onun karısıdır. Eğer her iki erkek de evliliklerine tarih belirtirlerse, hangisinin tarihi daha eski ise o

kadında daha müstehıktır. T.

«Delil getirir ilh...» Bahr'da «iki kişinin davası» konusunda şöyle denilmiştir: «iki kişi, bir kadının

ölümünden sonra, onun kendi nikahlısı olduğuna delil getirseler ve tarih göstermeseler veya tarih

gösterseler ama her ikisinin tarihi aynı olsa. kadının nikâhının her ikisine ait olduğuna hükmedilir

ve bunlardan herbiri kadının mehrinin yarısını verir. Kadın ölünce de bir kocanın mirasını alırlar.

Kadın bir çocuk doğurduğunda nesebi her ikisinden de sâbit olur. Dolayısıyle o çocuk her ikisinden

de tam bir evlat mirası alır. Ama adamların her ikisi, o çocuktan bir tek baba mirası alırlar.

Hülâsa'da dayle denilmektedir.» Münyetü'l-Müfti'de de bu konuda ikrar ile zilliyete itibar

edilemez.» denilmiştir.

Bunun benzeri Camiu'l-Fusuleyn'de de vardır.

«Kadın ise bunlardan hiçbirinin evinde değildir ilh...» Bu, Ruhu'ş-şuruh'taki şu ibarenin manasıdır:

O kadın onlardan hiçbirinin zilliyetinde olmasa..» Bunun muhalif mefhumu zilliyete itibar

edileceğini gösterir. Bu ise bizim biraz evvel söylediğimizin aksinedir.

«Koca mtrasın yorısını alır.» Mirastan hakkı yarı olanların dördü Ise zlkredilmemiştir. Halbuki diğer

farz (hisse) larda olduğu gibi onları da burada zikretse idi uygun olurdu. Bunlar kız, -kızı olmadığı

zaman- oğlunun kızı, anababa bir kızkardeş, -anababa bir kızkardeş olmadığı zaman- baba bir

kızkardeştir. Bu saydığımız farz sahipleri, kendilerinin asabe yapacak varis olmadığı takdirde yarı

alırlar.

«Dede ilh...» Yâni eğer ölü ile kendisi arasında bir kadın girmemişse baba olmadığı zaman dede

baba gibidir. Bu da ceddi şahihtir. Eğer, ölüye nispetinde araya anne girmişse o, ceddi fasit olup

torunundan miras almaz, ancak zevi'l-erhâmdandır. Çünkü annenin, ölüyü dedeye nispette araya

girmesi nesebi keser. Zira nesep babalara aittir. Zeylai.

«Farzı mutlak». Yâni asabelik, takdir edilmiş olan hisseye eklenmez.

«Çocuk veya ölenin oğlunun çocuğu ile birlikte ilh...» Musannıf bunu farzı mutlak ile kayıtladı. O

halde «çocuğu» da «erkek (oğul) olarak kayıtlamalıydı. Çünkü çocuk kızı da kapsar. Ancak,

musannıf bunu, ibarenin devamından anlaşıldığı için terketmiştir.

«Kızı ile veya oğlunun kızı ile birlikte ilh...» Zira babaya farz (hisse) olarak altıda bir verilir, kızına

veya oğlunun kızına da yarım verilir. Geri kalan ise asabe olarak yine babanındır.

«Bunların beşi farâizde ilh...» Bunlar:

1 - Annesi onunla (baba ile) birlikte vâris olmaz, ama dede ile varis olur.

2 - Birisi ölse ve geride annesi ve babası ve bir de karısı kalsa :

O zaman anne hanımının hissesi çıktıktan sonra geri kalanın üçte birini alır. Şayet burada baba

yerine dede olsaydı. o zaman anne malın tamamının üçte birini alırdı. Ebû Yusuf'a göre ise anne bu

durumda da kalanın üçte birini alır.

3 - Benu'la'yan (ana baba bir erkek kardeş) ve benu'l-allat (baba bir erkek kardeş) baba ile icmâen

sakıt olurlar. Dede ile bir olduklarında ise : Ebû Hanife'ye göre sakıt olurlar ama İmameyn'e göre

olmazlar.

4 _ Mûtik'ın (azâd edenin) babası, mûtıkın oğlu ile birlikte Ebû Yusuf'a göre velânın altıda birini alır.

Dede ise bir şey alamaz. Aksine velânın hepsi oğulundur. Diğer imamlara göre ise dede velâdan

hiçbirşey alamaz.

Birisi ölse ve geride mûtıkının dedesi ile. mûtukının kardeşi kalsa; Ebû Hanife'ye göre: Mutikın

velâyeti dedeye aittir. İmameyne göre ise veli ikisinindir. Eğer bu durumda dedenin yerinde baba

olsa idi imamların ittifakı ile mirasın hepsi onun olurdu. Minah'ta şöyle denilmiştir: «Beşinci

meselenin hükmü üçüncü meselenin hükmünden çıkarılmıştır.» «Geri kalan meseleler de feraizin

dışındadırlar.»

1 - Kişi eğer «falan kişinin akrabalarına vasiyet ettim» derse baba bu vasiyete dahil olmaz. Dede ise

Zâhir-i rivayete göre dahil olur.



2 - Çocuğun fitresi zengin olan babası üzerine vaciptir, dedesine ise vacip değildir.

3 - Eğer baba âzâd edilmiş olsa çocuğun velâsı dedenin mevâlisine değil kendi mevâlisinedir.

4 - Küçük çocuk babasının müslümanlığı ile müslüman olur, ama dedesinin müslüman oluşu ile

müslüman olmaz.

5 - Bir kişi ölse ve geride küçük çocukları kalsa, bıraktığı malda velâyet babanındır. Bu durumda

baba ölenin vasisi gibidir. Dede ise bunun hilafınadır.

6 - Nikah velâyetinde; eğer küçük çocuğun kardeşi ve dedesi olsa:

Ebû Yûsuf'a göre çocuğu nikahlama velâyetinde, ikisi ortaktırlar. İmamı Azâm'ın görüşüne göre ise

çocuğun nikah velâyeti dedeye aittir. Eğer burada dede yerine baba olsaydı imamların ittifakı ile

velâyet babasına olurdu.

7 - Babası ölse çocuk yetim olur. Çocuğu yetimlikten kurtarmak için dede babanın yerine geçemez.

8 - Bir kişi ölse ve geride küçük çocukları kalsa ve malı olmasa: ölen adamın annesi ve baba

tarafından dedesi olsa küçük çocukların nafakaları üçe bölünerek ikisine ait olur; üçte biri adamın

annesine üçte ikisi de dedesine aittir. Eğer dede baba gibi olsaydı nafakanın hepsi onun üzerine

olurdu. H.

Ben derim ki: Beşinci şıkta üzerinde durulması gereken bir husus var. Çünkü «vasilerin şahadeti»

bahsinden hemen önce geçtiği üzere çocuğun malında velâyet hakkı önce babasının, sonra

babasının, vasisinin daha sonra babasının vasisinin, sonra dedenin, sonra dedenin vasisinin,

sonra hakimin, daha sonrada hakimin vasisinindir. Buna göre baba ve babanın vasisi olmadığı

takdirde dede yerine kaim oluyor. Demekki çocuğun malının velâyetinde dede babaya muhalif

değildir.

Altıncıda da Minah'tan naklen geçen hüküm cârî olur.

Sekizincide, «ölünün annesi ve dedesi olsa» sözü Eşbâh'ın bazı nüshalarındaki ifadeye uygundur.

Eşbâh'ın diğer bazı nüshalarında da çocuklara raci olan, cemi zamiri ile «çocukların anneleri ve

dedeleri olsa» şeklindedir ve doğrusu da budur. Çünkü küçük çocuğun nafakası mirası kadarıyla

en yakın akrabasının üzerinedir. Nitekim metinlerde böyledir. Yâni o çocuk öldüğü takdirde, yakın

akrabası ondan ne kadar miras alacaksa, o oranda nafaka verir. Buna göre buradaki «anneden»

maksat, çocukların anneleri olsa çocukların nafakalarının üçte birinin onun görevi olması doğru

olur. Kalanı da dedenîn vazifesidir. Çünkü çocuklar öldüğü takdirde anneleri mallarının üçte birini

alır.

Ama eğer «anne» den maksat. ölen babalarının annesi ise o zaman ona çocukların nafakalarının

altıda biri vacip olur. Çünkü onların ninesidir. Ninenin hissesi ise üçtebir değil, altıdabirdir.

Demekki zamiri «onun annesi olsa» şeklinde ölüye ircâ etmek doğru olmaz. Aksine zamirin

çocuklara ait olduğu ortaya çıkar. Bu izâhât. benim Fettâhu'l-Âlim'in «feyz»inden anladığımdır.

«Musannıfın oğlu... eklemiştir.» Ben derim kl: Yukarıdakilere şunlarda îlâve edilebilir: Çocuğun

nafakası, fakir olan dedesine vacip değildir, dedesinin müslüman olmasıyla çocuk müslüman

olmaz. Oğlu hayatta olduğu halde dede bir çocuğun kendi torunu olduğunu ikrâr etmiş olsa.

sadece onun ikrârı ile nesep sâbit olmaz. Seyyîd bunu Sirâciye şerhinde zikretmiştir. Ben de bir

diğerini daha ilâve ettim ki. o da vasîlerin şehâdetleri» bahsinden hemen önce geçti. O ay

zamanda Hâniye'de de olan şu ifadedir. Haniye sahibi şöyle demiştir: «Ebû Hânife, vasî ile ölenin

babasını birbirlerinden ayırmıştır; Vasî ölen kişinin borcunu ödemek iç.in terikeyi satar. Ölenin

babası ise terikeyi ölenin borçlarını ödemek için değil, çocuklara ait olan borcu ödemek için satar.

Bu Hassaf'tan nakledilen bir fâizdedir, hatırda tutulsun.

İmam Muhammed ise, dedeyi baba yerine ikâme etmiştir. Fetva Hassaf'ın kavli ile verilir.

Bu meselenin özeti şudur: Küçük çocuğun dedesi, bu meselede çocuğun dedesi, bu meselede

çocuğun babasına ve babasının vasîsine benzemez. Bir de ben gördüm ki, Vehbaniye sahibi bu

meseleyi aynı bahiste zikretmiştir.

«Baba küçük çocuğunun nikâh mehrine kefil olsa ilh...» Yâni bir baba küçük oğlunun kansının

mehrine kefil olsa ve ödese...

«Eğer rûcû etmeyi şart koşmuşsa alabilir.» Akit zamanında çocuğun malı olmasa bile, rücûu şart

koşmuş ve şahitde tutmuşsa. Camiu'l-Fusuleyn'den bir de şu mesele alınmıştır: Kişi kendi

malından naklen ödeyerek çocuğuna bir şey alsa ve alırken parayı çocuğundan almaya niyet etse,

şahit tutmamışsa diyaneten rücû ederek alabilir, kazaen alamaz. Eğer çocuğuna aldığı şey elbise



veya yiyecek ise ve rücû edeceğine dair şahit tutarsa, şayet çocuğun malı varsa harcadığını

çocuktan alır. çocuğun malı yoksa alamaz. Çünkü onun giyeceği ve yiyeceği babasının vazifesidir.

Eğer aldığı şey bir köle veya çocuğa lazım olmayan birşey ise. şahit tuttuğu takdirde malı olmasa

bile rücû edebilir, şahit tutmamışsa rücû edemez.

Ben derim ki: Çocuğu evlendirmek babanın görevi değildir. Eğer baba çocuğunu evlendirse ve

hanımının mehrini ödese rücû edeceğine dair şahit tuttuğu takdirde, malı olmasa bile rücû ederek

ondan alır.

«Eğer şart koşmamışsa rücû edemez.» örf böyle olduğu için istihsanen rücû edemez.

Camiu'l-Fusuleyn.

«Mutlak olarak rücû eder». Yâni veli veya vasî rücû etmeyi şart koşmasalar bile rücû edebilirler.

Çünkü âdeten veli veya vasî küçük çocuğun zevcesinin mehrini yüklenmezler.

M E T İ N

Annenin üç hali vardır:

1 - Altıda bir: çocuğu veya oğlun çocuğu ile, yada (erkek ve kız) karışık olsalar bile, hangi yönden

olurlarsa olsunlar erkek veya kız kardeşlerden iki veya daha fazlası ile birlikte olması halidir.

2 - Yukarıda geçenlerden hiçbiri olmadığı zaman,

3 - Kalanın üçte biri: Baba ve karıkocadan biri ile birlikte olursa, onların hissesinden kalanın üçte

birini alır.

Ninenin hissesi mutlak olarak altıdabirdir. Eğer anneanne ve babaanne gibi birden fazla olurlarsa

hepsi altıda birde ortaktırlar. Ninelerin altıda birde ortak olmaları zikredilenler gibi sahih oldukları

takdirdedir. fasit nine ise ileride de geleceği gibi zevi'l-erhamdandır. Yine ninelerin ortak olması için

derece itibariyle aynı seviyede olmaları gerekir, çünkü ileride de geleceği gibi yakın, uzağı mutlak

olarak hacbeder.

Ölenin kızı ile birlikte, oğlunun bir veya daha fazla olan kızının üçte ikiyi tamamlamak için altıdabir

verilir.

Annebababir kızkardeş ile birlikte bir veya daha fazla olan bababir kızkardeşe de üçte ikiyi

tamamlamak için altıda bir verilir.

Anne bir olan bir kardeşe altıdabir, iki veya daha fazlasına da üçtebir verilir. Bunların erkekleri ve

kadınları eşittir.

Anne kendisi ile birlikte olduğunda altıdabir alacağı bir varis olmadığı zaman, üçtebir alır. Nitekim

bu yukarda geçmişti.

Yukarıda belirttiğimiz gibi anne karıkocadan herhangi birinin hissesi çıktıktan sonra kalanın üçte

birini alır. Bu da, birisi ölüp, geride zevcesi ve anababası kaldığı durumda söz konusudur. Bu

durumda ona dört' te bir verilir.

Eğer bir kadın ölse ve geride kocası ve anababası kalsa anneye altıdabir verilir. Ancak buna «...

anababası ona varis olur, anasına üçte bir vardır.» âyeti kerimesine göre, edeben «üçtebir» denilir.

Hissesi yarım olanlardan iki veya daha fazlasına üçteiki verilir ki bunlar beş sınıftır: Kız, oğulun kızı,

anababa bir kızkardeş, bababir kızkardeş ve koca. Ancak koca üçteiki almaz, çünkü o birden fazla

olmaz. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.

i Z A H

«Çocuğu veya oğulun çocuğu ile birlikte ilh...» ister erkek olsun ister kız...

«Hangi yönden olurlarsa olsunlar ilh...» Yâni, iki veya daha fazla olan kardeşler, ister anababa bir

ister bababir isterse anabir olsunlar...

«Karışık olsalar bile ilh...» Yâni, bir veya daha fazla yönden erkek ve kadın olsalar...

«Yukarda geçenlerden hiçbiri olmadığı zaman...» Yâni çocuk oğlunun çocuğu kardeşler ve

kızkardeşler baba ve kankocadan biri olmadığı zaman...

«Kalanın üçte birini de ilh...» ilerlde de geleceği gibi bunun İçinde iki suret vardır. Tahtâvî demiştir

ki: Şârih'in, bu iki halı. yani üçte bir ile kalanın üçtebirini; musannıfın ileride zikretmesine rağmen

burada zikretmesinin sebebi, annenin bütün hallerinin birbiri arkasına zikredilmesinin evlâ

olduğuna işaret etmektir.

«Mutlak olarak.» Yâni misal verildiği gibi ister anne tarafından ninesi olsun ister baba tarafından...



«Sahih oldukları ilh...» Cedde-i sahila (sahih nine) kendisi ile ölen kişi arasında ceddi fasit (fasit

dede) olmayan ninedir. Bu da üç kısımdır: Annenin annesinin annesi gibi yalnız kadınlarla

bağlanmış olan, babanın babasının annesi gibi yalnız erkeklerle bağlanmış olan ve babanın

annesinin annesi gibi yalnız kadınlarla erkeklerle bağlanmış olandır.

Annenin babasının annesi gibi olanlar ise bunun aksinedir. Çünkü o cedde1 faside (fasit nine) dir.

«Mutlak olarak ilh...» Yâni ister yakın, ister uzak olan kadın, anne tarafından dar olsa baba

tarafından da olsa eşittir. Ve yine yakın olan kadın, babanını olmadığı yerde annenin annesinin

annesi ile varis olmuş olsun baba ile hacbedilmiş olsun eşittir.

«ileride de geleceği gibi ilh...» Yâni hacb ahlatılırken gelecektir.

«ÖIenin kızı ile birlikte oğlunun bir kızı için altıda bir vardır ilh...» Kızların altı hali vardır: Bunlardan

üçü öz kızları ve oğlunun kızlarında tahakkuk eder; bunlar, bir tanesi için üçtebir, birden fazlası için

üçte iki almaları ve kızlarla birlikte erkek vâris olması halinde de asabe olmalarıdır.

Üç halde sadece oğulun kızları içindir; birincisi musannıfın zikrettiği. ikincisi oğulun kızları iki öz

kız veya daha fazlası ile mirastan mahrum olurlar. Ancak onlarla birlikte, kendilerinden yüksek

derecede olmayan bir erkek olursa o zaman o erkek onları asabe yapar. Üçüncüsü oğulun kızları öz

oğul ile mirastan mahrum olurlar. Bunun izahı ileride gelecektir.

«Bababir kızkardeşe... altıda bir verilir ilh...» Anne bir olmayan kızkardeşlerin yedi hali vardır.

Bunların beş tanesi annebababir kızkardeşlerde ve bababir kızkardeşlerde tahakkuk eder. Bunların

üçü öz kız da geçen hallerdir. Dördüncüsü: ölenin bababir kızkardeşleri kızları ile veya oğlunun

kızları ile asabe olurlar. Beşincisi; ölenin ana baba bir kızkardeşleri, oğlu veya oğlunun oğlu yada

babası ile imamların ittifak ile mirastan düşerler. İmam Azâm'a göre dede ile de düşerler, iki hal de

bababir kızkardeşlere mahsustur.

Bunlar musannıfın zikrettiğidir. Bunlar ölenin iki veya daha fazla olan anabababir kızkardeşi ile

düşerler. Ancak kendileri ile birlikte onları asabe yapacak birisi olursa o zaman düşmezler.

Siraciye'nin bazı nüshalarında denildiğine göre bababir kızkardeşler anabababir kızkardeş asabe

olduğu takdirde düşer. Yâni anabababir kızkardeş ölenin kızları ile veya oğlunun kızları ile birlikte

olursa. baba bir kızkardeşler düşerler.

Seyyid: Zira o, bu durumda asabe olma konusunda erkek kardeş gibi ölüye daha yakındır.

«Anne bir olan bir kardeşe altıda bir verilir.» Yâni annebir erkek kardeş ile anne bir kızkardeşe

altıda bir verilir. Bunların üç hali vardır: Musannıf bunlardan ikisini zikretti, üçüncüsü de şudur:

Bunlar varisin çocukları ile yada babası ve dedesi ile mirastan düşerler. Nitekim ileride de

gelecektir.

«Kendisi ile birlikte olduğu zaman altıdabir alacağı varis olmadığı zaman ilh...» Yâni, veya kalanın

üçtebirini alacağı varis bulunmadığında...

«Karıkocadan herhangi birinin hissesi çıktıktan sonra ilh...» Yâni karının veya kocanın hissesi

çıktıktan sonra kalanın sülüsü...

«Bu durumda ona dörtte bir verilir». Çünkü hanıma dörtte bir verilir». Meselenin mahreci dörttendir,

dörtte bir zevceye verilince, üç kalır. Kalan üçün üçte biri de anneye verilir, bu aynı zamanda

dördün dörtte biridir. Geri kalan da babaya verilir.

«Anneye attıdabir verilir.» Çünkü mesele altıdan halledilir. Bunun yarısı olan üç, kocaya verilir.

Kalanın üçte biri anneye, geri kalan da babaya verilir.

«Edeben ilh...» Zira Allah Teâlâ'nın «anneye üçtebir verilir» sözün. den murad ebeveynin miras

aldığı miktarın sülüsüdür. Bu, ister malın tamamı olsun ister bazısı olsun... Bu izahın delilleri

mufassal kitaplarda zikredilmiştir. Buna göre buradaki üçtebir, aslın da malın tamamının dörtte biri

veya altıda biri de olsa. Kur'an'ın lafzı ile teberrük etmek için üçte bir demek edep gereğidir. Ayrıca

üçte bir demek âyete muhalefet şüphesinden de uzaklaştırır.

«Çünkü o birden fazla olmaz.» Bu söz hiçylenmese daha iyi idi. Çünkü daha önce kocanın da

birden fazla olabileceği geçmişti. Denilebilir ki: O durum ne hakikaten ne de sûreten kocanın birden

fazla olmasıdır. Onlar ancak bir delil olmadan, tercih etmeyi bertaraf etmek için ortak kılınmışlardır.

Bundan dolayı da onların her ikisine de bir koca payı verilir. Binaenaleyh musannıfın Mecma'a

uyarak «ancak zevc üçteiki almaz» demesi fazladır. Düşün. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.

 

 

 

 

ASABELER FASLI

M E T İ N

Neseb cihetiyle olan asabeler üçtür: 1 - bi-nefsihi asabe, 2 - bigayrihi (başkası sebebiyle) asabe. 3 -

maagayrihi (başkası ile birlikte) asabe.

Asabe binefsihi: (Başka birisi olmadan) kendi kendine asabe olandır. Bu da, ölüye nispette

aralarına kadın girmeyen erkektir. Buna göre ikadın kendi başına asabe olamaz. başkası sebebiyle

veya bir başkası ile birlikte asabe olabilir.

Eğer annenin çocuğu gibi erkekle ölü arasına bir kadın girerse o erkek asabe olmaz, farz sahibi

olur. Annenin babası veya kızının oğlu da böyledir. Zira bunlar zevi'l-erhamdandır.

Asabe binefsihi, farz sahiplerinden yani o cinsden artan terikeyi alır. Farz sahibi bulunmayıpta

sadece asabe bulunduğu zaman tek cihetten malın tamamını alır.

Binefsihi asabeler dört sınıftır: ölünün cüzü (nesli) ölünün aslı, ölünün babasının cüzü ve dedesinin

cüzü.

Asabeler, yukarda ki sırayla ölüye yakınlık durumlarına göre birbirlerine takdim edilirler. Buna göre,

asabeler de öncelik sırası şöyledir:

1 - Ölünün oğlu ve -ne kadar alt sırada olursa olsunlar- oğlunun oğlu gibi, cüzü,

2 - Ölünün aslı:

a - Baba : baba bir veya daha fazla kız ile birlikte olursa hem asabe hem de farz (sehim) sahibi olur.

b - Ne kadar yukarıda olursa olsun, ceddi sahlh. babanın babası ilh.

Annenin babası ise ceddi fasiddir ve zevil erhamdandır.

3 - Babanın cüzü ki bunlar:

a - Anababa bir erkek kardeş.

b - Baba bir erkek kardeş,

c- Ana baba bir erkek kardeşin oğlu,

d - Baba bir erkek kardeşin oğlu, bunlar nekadar aşağıda olursa olsunlar farketmez.

Dede ne kadar yukarıda olursa olsun, erkek kardeşlerin dededen sonra gelmesi İmamı Ebû

Hanife'nin görüşüdür ve fetvâ için muhtar olandır. Sahibeyn ve İmam şafii'ye göre ise kardeşler

dededen önce gelir. Bazı âlimler, müftabih olanın bu olduğunu söylerler.

4 - Dedenin cüz'ü olanlar; bunlar da:

a - Ana baba bir amcası,

b - Baba bir amcası,

c - Ana baba bir amcasının oğulları,

d - Baba bir amcasının oğulları,

e - Babasının amcası,

f - Babasının amcasının oğlu,

g - Dedesinin amcası,

b - Dedesinin amcasının oğlu v.s.

Ne kadar aşağı inerlerse insinler bu sıra devam eder.

Demek oluyorki, asabeliğin sebebi dörttür: Oğulluk, babalık,kardeşlik,amcalık.Bunlar,derecelerinin

yakınlıkları ile tercih edildikten sonra, farklılık anında annebaba bir ve bababir olmak gibi yakınlık

kuvveti ile tercih olunurlar. Nitekim yukarda geçti.

Buna göre: Asabelerden anabababir olanlar, kadın da olsalar, bababir olana tercih edilirler.

Anabababir kızkardeş kız ile birlikte, ölenin bababir erkek kardeşine takdim edilir. Zira Peygamber

(s.a.v.); «Anne baba bir kardeşler birbirlerine varis olurlar, baba bir kardeşler ise olmazlar»

buyurmuştur.

Bu meselenin özeti şudur: Vârisler, derece itibariyle eşit olduklarında, iki yönden yakın olan takdim

edilir. Derece itibariyle birbirlerinden farklı olduklarında ise en yüksek derecede olan öne alınır.

İ Z A H



Muğrib'te : «Asabe; kişinin babasına olan yakınlığıdır...» denilmiştir.

«Bigayrihi asabe ve maagayrihi asabe». Bunların arasındaki fark ileride izah edilecektir.

«Buna göre kadın başına asabe olamaz ilh...» Şârih, musannıfın «asabe bi-nefsihi, erkektir» sözüyle

asabe bi'l-gayr ve asabe mea'l-gayrin tarifin dışına çıktığına işaret etmiştir. Zira bu ikisi sadece

kadınlardır.

Mûtikaya, yani köle azad eden bir kadına, gelince. o kendiliğinden asabe olsa bile, neseb yönünden

asabe değildir. Dolayısıyla itiraz olarak öne sürülemez. Çünkü buradaki asabeden maksat, nesebe

dayanan asabelerdir. Nitekim şârihte başta buna işaret etmiştir.. İşte bundan dolayı köle azâd eden

kişi de tariften çıktı.

«Aralarına kadar girmeyen ilh...» Burada «girmemekten» maksat varis ile ölü arasında kadın vasıta

olmamasıdır. İster varis ile ölü arasına dede veya oğlun oğlu gibi bir erkek vasıta girsin, isterse

baba ve öz oğul gibi hiçbir vasıta girmesin farketmez.

«...Annenin çocuğu gibi ilh...» Yâni anabir erkek kardeş gibi.. Ana bababir erkek kardeşe gelince o,

binefsihi (kendiliğinden) asabedir. Halbuki onun ölüye nispetine anne de girmiştir. Ama burada

kasdedilen ölene, sadece anne ile intisab etmeyendir. Bu mesele ile ilgili olarak Seyyid de şöyle

demiştir: «Babaya olan yakınlık asabeliğin istihkakında asıldır. Zira o asabeliğin ispatı için tek

başına kafidir. Anneye yakınlık ise böyle değildir. Çünkü anne asabeliği isbatta illet olmaya tek

başına uygun değildir. Buna göre anneye yakınlık, asabelik hakkını elde etmede etken değildir. şu

kadar var ki biz, anne yakınlığını fazla bir özellik gibi kabul ettik ve o vasıfla anababa bir erkek

kardeşi, bababir erkek kardeşe tercih ettik.»

Ben derim ki: Bu, ulemadan bazılarının: «Annenin çocuğu, musannıfın varisin ölüye nispetinde'

sözü ile tariften çıkmıştır. Zira musannıf: varisin ölüye yakınlığında' dememiştir, çünkü kardeşine

yakınlığa kadında dahildir ama babaya nisbetle dahil değildir, zira nesep babaya aittir. O halde,

babanın haricinde bir vasıta ile nesep sabit olmaz» sözlerinden daha evlâdır.

Zira, buna şu, itiraz olarak varid olur: Burada muteber olan nispet, babaya değil ölüye olan

nispettir. O halde maksat, şer'i nesep değil yakınlıktır. Aksi halde asabe ölü, ancak baba veya dede

olduğu takdirde söz konusu olur. O zaman da, amca kardeş ve benzerleri asabelikten çıkarlar.

Sonra ben, Allâme Yakûb'un bu cevabı reddettiğini ve bizim dediğimizin benzeri bir ifade ile onu

doğruluk dairesinden çıkardığını gördüm.

Hülasa, asabenin tarifi, asabeden muradın ne olduğunun araştırılmasından sonra bile olsa,

itirazdan hâli değildir. Çünkü tarif yapılacak itirazları defetmemektedir. Bunun için İbnu'l-Hâim

manzumesinde şöyle demektedir: «Asabenin tarifi tenkitten hali değildir. Onun için asabeyi sayarak

tarif etmek gerekir.»

Ayrıca musannıfın, asabe tarifini nesebe dayanan asabe ile tahsis etmesini gerektiren bir neseb

yoktur.

Allâme Kasım Mecma'ın Feraizinin şerhinde şöyle demiştir: «Asabe, ölüye bizzat kendisi veya

sadece erkeklerle ulaştırılan erkek veya mütıktır, (köleyi azâd edendir)»

Allâme Kâsım tarifinde «sadece» sözünü söylemeseydi daha iyi olurdu. Çünkü o zaman anabababir

erkek kardeş de tarife dahil olurdu.

Fakat burada da düşünülmesi gereken bir husus vardır. Düşün.

«O erkek farz sahibi olur». Yâni sadece farz sahibi olur. Yoksa onun sehim sahibi olarak varis

olması asabe olmamasını gerektirmez. Zira baba ile dede hem mirastan sehim sahabidirler, hem de

asabedirler.

«Yâni o cinsten ilh...» Yâni, buradaki «elif-lâm» cins içindir. Dolayısıyla çoğulluk manasını iptal

eder. O halde bu, bir tek farz sahibi olupda, onun diğer hak sahiplerin hakkı verildikten sonra,

terikeden kalana sahip olmasını da kapsar.

«Bir cihette ilh...» Minah'ta söylenilmiştir: «Farz sahibi de asabe olmadığı zaman malın hepsini

alabilir» şeklinde bir itiraz gelmemesi için «bir cihetle» sözü ile kayıtladık. Çünkü farz sahibi malın

bir kısmını Tarz yoluyla kalan kısmını da red yoluyla alır.»

«Ölünün cüzü ilh...» Bunların hepsinde kasdedilen, «erkeklerdir». Nitekim mevzu da odur.

«Dedesinin cüzü ilh...» dede (ced) sözü ile, babanın babasını ve daha yukarısını kapsayan mana

kastedilmiştir. Çünkü gelecek olan, «ne kadar yukarda olursa olsun» sözü buna delalet eder.



Demekki «babanın amcası ile dedenin amcası aşağıda gelecek dört sınıfın dışındadırlar. Sözü itiraz

olarak iIeri sürülemez.

«Ölüye yakınlık durumlarına göre ilh...» Yâni önce cihet olarak en yakını sonra derece olarak en

yakını sonra da akrabalıkta en kuvvetli olanı gelir. O halde bunların hepsi bir araya geldiğinde önce

cihetin tercihine itibar edilir. Meselâ ölenin cüzleri olan oğlu ve oğlunun oğlu ölenin aslı olan

babasına ve babasının babasına takdim edilir. Ölenin aslı olan babası da annebir olmayan erkek

kardeşlerine ve, bunların oğulları gibi, babasının cüzüne takdim edilir.

Kişinin babasının cüzü, dedesinin cüzü olan bababir amcaları ve bunların oğullarına takdim edilir.

Cihet itibari ile tercih yapıldıktan sonra eğer, aynı cihetten olanlar birkaç tane olursa aralarındaki

yakınlığa göre tercihe gidilir. Meselâ ölenin oğlu, oğlunun oğluna takdim edilir. Baba, kendi

babasına, kardeş de kendi oğluna takdim edilir. Çünkü dereceleri yakındır.

Cihet ve yakınlıkları bir olsa o zaman da yakınlıktaki kuvvete itibar edilir. Meselâ anabababir erkek

kardeş, bababir erkek kardeşe takdim edilir. Aynı şekilde oğulları da böyledir.

Bunların hepsi, musannıfın sözünden istifade ile söylenmiştir. Bunu Allâme El-Câberi de nazım

olarak şöyle ifade etmiştir: «Tercih :

Önce cihet ile sonra yakınlık ile bunlardan sonra da akrabalıktaki kuvvet iledir.»

«Cedd-i sahih ilh...». Ceddi sahih ölüye nispetinde kendisi ite ölü arasında kadın girmeyen dededir.

«Bababir erkek kardeş...» Anabir erkek kardeşe gelince o sadece farz sahibidir. Nitekim daha önce

geçmişti.

«Bazı âlimler fetvâınn buna göre olduğunu söylemişlerdir». Bunu ileride de geleceği üzere, Sirâcîye

sahibi Siraciye üzerine yazdığı şerhinde ylemiştir. Şârih bu ifadesiyle mûtemed olan görüşün.

birinci görüş olduğuna işaret etmiştir. Bu görüş, Ebû Bekr es-Sıddîk'ın (r.a.) mezhebidir.

«Aynı şekilde...» Yâni dedenin anabababir amcası, sonra da bababir amcası.

«Ne kadar aşağı inerlerse insinler ilh...» Yânı babanın amcasının oğlu ile dedenin amcasının oğlu...

«Tercih edildikten sonra ilh...» Yâni asabenin dört sınıfından her bir sınıf -kardeşlerin. onların

oğullarına tercih edilmeleri gibi- derece yakınlığı ile tercih edildikten sonra anabababir kardeş ile

baba bir kardeş arasında olduğu takdirde, yakınlığın kuvvetine göre tercih edilirler.

«Anabababir kızkardeş gibl ilh...» Bu misal de şu hususun düşünülmemesi gerekir: Burada söz

asabe binefsihi hakkındadır. Anabobablr kız kardeş ise asabe maa'-gayr (başkası ile birlikte asabe)

dir. Ancak Seyyid şöyle demiştir: Ancak «ana baba bir kızkardeş her ne kadar asabe binefsihi

değilse de, şârihin onu burada zikretmesi asabe binefsihi ile hükümde müşterek olmasından

dolayıdır.»

«Ana baba bir erkek kardeş ilh...» Hadisin tamamı şöyledir: «Kişi ana baba bir erkek kardeşinden

miras alabllir, bababir erkek kardeşinden ise olamaz.» Bu hadisi Tirmîzî ve İbni Mâce rivâyet

etmişlerdir. Kâsım.

Şârihin de ileride zikredeceği üzere anabababir erkek kardeşlere benu'l-ayan denilmesinin sebebi

şudur: Bunlar aynı kaynaktandır. yani bir anne ve babadandırlar.

Benû'l-allât da bababir erkek kardeşlerdir. Bunlara benû'l-allât denilmesinin sebebi de alel etmesi

(sulanması) dır.

Anabir erkek kardeşlere de benû'l-ahyâf denilir. İleride de gelecektir.

Anlaşılan şu ki hadisteki «benû'-ümm» den maksat anabababir erkek kardeş ve yalnız annebir

erkek kardeşlerdir.

Benû'l-ayân'dan murad da birinci kısım yani anabababir erkek kardeşlerdir. Muğrib sahibinin

Muğrib'teki, «bir kavmin ayânı onların eşrafıdır» sözü de buna delâlet eder.

Fukahanın anabababir kardeşlere benû'1ayân demleri de bundan dolayıdır.

Seyyid demiştir ki: Burada «anneyi» zikretmekten maksat benû'l-ayânın benû'l-allâta tercih

edilmesini açıklamaktır.

Zira benû'l-ayânın, anneye olan yakınlıkları ile, benû'l-allâta üstünlükleri vardır. Bundan dolayı da

ayân olmuşlardır.

M E T İ N

Musannıf, asabe binefsihi (kendinden asabe olan)nın izahını bitirdikten sonra asabe bigayrihi



(başkası sebebiyle asabe)nin izahına başladı ve şöyle dedi: Kızlar, oğul ile oğulun kızlar da oğulun

oğlu ile asabe bigayrihi olurlar. Ne kadar aşağı sırada olurlarsa olsunlar böyledir.

Anabababir kızkardeşler veya bababir kızkardeşler de erkek kardeşleri ile asabe olurlar. Buna göre,

asabebigayrihi dört sınıf olmaktadır. Onlar da nısf (yan hisse) ve üçte iki hisseye sahip olanlardır ki,

bunlar kendisi gibi olanı veya daha üsttekini asabe kılan oğulu ve oğulun oğlu gibi, hükmende olsa

erkek kardeşleri ile asabe olurlar.

Musannıf daha sonra, asabe maagayr (başkası ile birlikte asabe olan)a başlayarak şöyle demiştir:

Ölenin kız kardeşleri, kızları veya oğlunun kızları ile birlikte asabe olurlar. Çünkü ferâiz âlimleri:

«ölenin kızkardeşlerini kızları ile birlikte asabe kılınız» demişlerdir. Buradaki iki gurupdan murad

cinstir.

Zina mahsulü olan çocuğun ve babanın inkâr edip. annesi ile lanetleştiği çocuğun asabesi, annenin

mevlâsıdır. Burada «mevlâ»dan murad, hem azâd edene hem de asabeye şâmildir. Böylece hür

asıllı olan anneyi de içine almaktadır. Nitekim Allâme Kâsım da bunu tafsilatlı olarak zikretmiştir.

Çünkü bu çocukların her ikisinin de babası yoktur.

Adı geçen çocuklar bir tek meselede birbirlerinden ayrılırlar ki o da şudur: Zina mahsulü olan

çocuk ikiz erkek kardeşinden anne bir erkek kardeş mirası alır. Kendisi için karı kocanın

lanetleştiği çocuk ise ikiz erkek kardeşinden, anababa-bir erkek kardeş mirası alır.

Asabelerden son sınıf asabe-i sebebiye yani mu'tık (köleyi azâd eden) ve geçen tertip üzere mutıkın

asabe-binefsî'sidir. Çünkü Peygamber (s.a.v.): «Velâ sebep yakınlığı gibi bir yakınlıktır»

buyurmuştur.

Mütak (kölelikten azâd edilmiş olan kişi) geride mevtâsının babası ile, onun oğlunu bırakarak ölse,

malının hepsi mevlâsının oğlunundur. Ebû Yusuf ise babanın altıda bir olacağını söylemiştir.

Şayet mütak, mevlâsının dedesi ile, yine mevlâsının kardeşini vâris olarak bıraksa geçen sıraya

göre malının hepsi dedesinindir.

İmameyn ise «Miras gibi. ikisi arasında taksim edilir» demişlerdir. Burada ise asabe-bigayrihi ve

asabe-maa-gayrihi yoktur. Zira Peygamber (s.a.v.) kadınlar hakkında «Onlar için âzâd ettiklerinin

velâsı dışında velâ yoktur.» buyurmuştur.

Gerçi bu hadis şâzdır amayük sahâbelerin sözleri ile teyid edilmektedir. Böyle olunca da meşhur

hadis seviyesinde olur. Nitekim bunu Seyyid, tafsilâtlı olarak anlatmış, musannıf da ikrar etmiştir.

İ Z A H

«Kızlar ilh...» Musannıfın, «oğul» ile kayıtlamasının sebebi şudur: Kızlar oğul olmadığı takdirde

daima farz (belirli hisse) sahibidirler. Oğlun oğlu do farz sahibi olan kadınları asabe yapmaz.

«Ne kadar aşağı sırada olurlarsa olsunlar ilh...» Yâni oğlun kızları, oğlun oğlu v.s. gibi...

«Erkek-kardeşleri ile ilh...» Yâni yakınlık itibariyle kızlara denk olan erkek kardeşler. Dürerü'l-Bihâr.

Tûrî şöyle demiştir: «Keşfu'l-Gavamiz'de denilmiştir ki baba-bir erkek kardeş, ana baba-bir kız

kardeşi asabe yapmaz. Bunda icmâ var. Çünkü ana-baba-bir kızkardeş nesep açısından, baba-bir

erkek kardeşten daha kuvvetlidir. Aksine kız kardeş, ana baba-bir kız kardeş hissesi alır. Baba-bir

kızkardeşi de, ana-bababir erkek-kardeş asabe yapmaz, onu hacbeder. Çünkü ana-baba-bir

erkek-kardeş yakınlıkta baba-bir kızkardeşten, icmâ ile daha kuvvetlidir.»

Musannıf Tuhfetu'l-Kur'ân adlı manzumesinde şöyle demiştir: «Ölenin bababir kızkardeşi,

anababa-bir erkek kardeşi ile miras alamaz; bunu aklında tut ki isabet edesin.»

Yine musannıf anılan eserin şerhinde Cevahir'den naklen şunu zikretmiştir: *Bazı âlimler

kız-kardeşin, malın yarısını alacağını zannetmişlerdir. Ama bu, itimad edilecek birşey değildir.»

«Onlarda nısf ve üçte iki hisseye sahip olanlardır ilh..» Yâni tek oldukları zaman sehim olarak

mirasın yarısını birden fazla oldukları zaman da üçte ikisini alanlardır. Bunlar da, kız, oğulun-kızı,

ana-baba-bir kız-kardeş veya baba, bir kızkardeştir.

Bazı âlimlerce; «Burada baba ile birlikte annenin de zikredilmesi gerekirdi. Zira baba, karı-kocadan

birisi ile birlikte vâris olduğu takdirde anneyi de asabe yapar» denilmiştir.

Bu söze cevap verilmiştir. «Annenin kalanın üçte birisini alması, asabelik yoluyla değil, farz

yoluyladır.»

Musannıf bu sözüyle Sirâciye ve Şerhindeki şu hükme işaret etmiştir; kadınlardan sabit bir hissesi

olmayan birisi, erkek kardeşi asabe olduğunda onunla asabe olmaz. Ana-baba-bir amca ve hala



veya baba-bir amca ve hala böyledir. Bu durumda malın hepsi, halanın değil amcanın olur.

Amcaoğlu, amca-kızı ile, ve kardeşin kızı, kardeşin oğlu ile beraber olduklarında da durum aynıdır.

Ben bu konuyu şu sözümle nazım halinde ifade ettim : «Hala ve amca gibi sahim sahibi olmayanı

kardeş asabe yapmaz.»

«Hükmen de olsa ilh...» Şârih bunu, oğlun-kızına nisbetle, kardeşin umumiliğini ifade etmek için

koymuştur. Zira oğlun-kızının asabeliği yalnız erkek kardeşi ile değildir. Zira o erkek kardeşi ile de

amcasının oğlu ile de ve farz olmadığı takdirde kendisinden aşağıda olan birisi ile de asabe olabilir.

Nitekim bunun açıklaması ileride gelecektir.

«Ölenin kız-kardeşleri, kızları ile beraber ilh...» Yâni ana-baba-bir kız kardeş ile baba bir

kızkardeşler... Ana-bir kız-kardeşe gelince, erkek olduğu halde, erkek kardeşi bile asabe yapamaz.

Dolayısıyle onun, başkası ile birlikte asabe olmaması daha evlâdır.

«Çünkü ferâiz âlimleri... demişlerdir ilh...» Siraciye ve diğer kitaplarda bu söze hadis denilmiştir.

Sekbu'l-Enhûr'da ise «Ben bunu hadis olarak tahric edene vâkıf olamadım» denilmektedir. Ancak

bu sözün aslı İbnu Mes'ud'un haberi ile sabittir; O da Buhârî ve diğer hadis kitaplarının şu

meselede rivâyet ettikleridir: Birisi ölse ve geride kızı, oğlunun kızı ve kızkardeşi kalsa kızı terikenin

yarısını oğlunun kızı altıda birini kız kardeşi de geriye kalanı alır.

İbnu'l-Hâim, Fusûl'ünde bunu feraizcilerin sözü kabul etmiştir. Kâdı Zekeriyyâ ve Mardîni'nin torunu

ve diğer bazı şarihleri de ona tabi olmuşlardır.

BİR UYARI:

Bu iki tür asabe arasındaki fark şudur: Asabe bigayrihi (başkası sebebiyle asabe olan) deki «gay

bi nefsihi (kendiliğinden) asabe de olur. Bu sebepten dolayı asabelik kadına da geçer. Ama asabe

(başkası ile birlikte asabe olan) maagayrihideki «gayr» ise kendi kendine asla asabe olmaz. Aksine

o asabenin asabeliği o gayr ile birlikte olur. Seyyid.

Bu söz ile, birincinin «be» ikincisinin de «maa» ile tahsis edilmelerine işaret edilmiştir.

Sekbu'l-Enhur'da denilmiştir ki: «be» ilsâk (bağlama) içindir. Ilsâk da, ancak bağlanan ile kendisi ile

bağlanan arasında hükümde ortaklık bulunduğu zaman tahakkuk eder. O zaman da, her ikisi de

asabelik hükmünde ortak olurlar.

Ama «maa», «beraberlik» içindir. Beraberlik de, hükümde ortak olmasalar bile, iki şahıs arasında

tahakkuk eder. Allah Teâlânın «Biz kardeşi Harun'u onunla birlikte vezir kıldık». Yânt onun veziri

yaptık, âyeti böyledir.. Çünkü burada Harun nübüvette Musâ'ya ortaktır. Kudûrî'nin : «Bayram

namazını imam ile birlikte geçiren kişi» sözü de böyledir. Yâni imam ile birlikte yetişemeyip namazı

geçirir, demektir. Yoksa imam ile birlikte her ikisinin de namazının geçmesi değildir.

Demek ki buna göre o, asabe olur ama o «gayr» asabe olmaz. Bediu'ddh, Sirâciye şerhinde: «Maa

bazen şart için «ba» da sebebiyet için kullanılır» demiştir.

«Nitekim Allâme Kâsım da bunu tafsilatlı olarak zikretmiştir.» Yâni Kudurî'nin Tashih'inde

Cevahir'den naklen... O şöyledemiştir: «Eğer lanetleşilen kadın hür asıllı ise miras onların

mevlâlarınındır. Ki bunlar da, erkek kardeşleri ve her ikisinin annelerinin diğer asabeleridir. Eğer

anne âzâd edilmiş bir câriye ise o zaman miras onu âzâd edenindir. Azâd edenin oğlu, kardeşi ve

babası da, azâd eden gibidir.

Allâme Kâsım'ın : «Onların mevlâları içindir» sözü mûtıkı da annelerinin asabesini de kapsar.

Bunun benzeri Cevhere'de de vardır.

Ben derim kî: Allâme Kâsım'ın geniş olarak açıkladığı bu mesele Kenz şârihlerinin ve daha

başkalarının zikrettiklerine muhaliftir.

Zeylaî şöyle demiştir: «Hakkında lian yapılan çocuğunun asabelik yoluyla miras alması veya miras

bırakması ancak velâ veya doğum ile tasavvur edilebilir. O zaman onu veya annesini âzâd eden

yada onu doğuran ondan asabe olarak miras alır. O da, kendi âzâd edenden veya kendisim âzâd

edeni âzâd edeninden yahutta oğlundan asabelik suretiyle miras alır.

Kenz'in bu ifadesi lanetleşilen kadın ve çocuğunun hür asıllı olması halinde asabe olarak miras

alamıyacağı ve miras bırakamayacağı konusunda acıktır. Onun bir oğlu veya oğlunun oğlu

bulunması müstesnadır.

Mi'râcu'd-Dirâye'de şöyle denilmiştir: «Lanetleşen kadının oğlunun. anne tarafından olsa bile baba

tarafından akrabalığı yoktur. Annesinin asabesi ona asabe olmadığı gibi cumhura göre annesi de



ona asabe olmaz.

İbnu Mes'ud'dan; annesinin asabesinin, ona asabe olacağına dair bir rivâyet vardır. Yine İbnu

Mesud'dan gelen diğer bir rivayette şöyle denilmiştir: «Annesi onun asabesidir. Zira Vâsile

İbnu'I-Eskâ Peygamber (s.a.v.) In şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: «Kadın, şu üç mirası alır

kendisini azâd edenin mirasını, bulduğu çocuğun mirasını ve kendisi hakkında lanetleştiği

çocuğunun mirasını».

Biz deriz ki : Miras ancak nass ile sabit olur. Annenin üçte birden anne-bir erkek kardeşin de altıda

birden fazla miras almasına dair bir nass yoktur. Aynı şekilde anne-baba ve benzerlerinin, annenin

asabesi olarak miras almasına dair de nass yoktur. Çünkü asabelik mirasın en kuvvetlı

sebeplerindendir. Anne vasıtası ile miras almak ise mirasın en zayıf sebeplerindendir. Dolayısıyle

mirasın en kuvvetli sebebi olan asabeliği, anne vasıtası ile hak etmek caiz olmaz. Hadis kadının

miras alacağına delâlet etmektedir. Miras almak ise, asabeliğe delâlet etmez. Zira kadının asabe

olarak değil, farz ve redd yoluyla miras alması caizdir.

«Kişlnin asabesi annesinin kavmidir» hadisine gelince : Bunun manası; mirası asabelik anlamında

istıhkak etmektir ki bu da rahimdir. Yoksa bu, asabeliğin hakikatının ispatı hakkında değildir. Özetle.

Kudûrî'nin şerhi Müctebâ'da şöyle denilmiştir: «Zina mahsulü olan çocuğun ve hakkında, karı koca

arasında lanetleşme cereyan eden çocuğun asabesi annelerinin mevlâsıdır.» sözünün manası

-Allah daha iyi bilir- şöyledir: İbnu Mesud'un dediği gibi anne çocuğunun asabesi değildir. Annenin

asabesi de çocuğun asabesi değildir. Onun asabesi ancak -varsa- annenin mevlâsıdır.»

Hanefî âlimlerinin kabul ettikleri görüş ise Hz. Ali ve Zeyd İbnu Sâbit'-in (r.a.) mezhepleridir.

Bunların görüşlerinin delili de şudur: Anne zinadan olan çocuğun ve lanetleşen kadının çocuğunun

dışındakilerde asabe olmayınca, zevi'l-erham gibi, veled-i zina ve veled-i mülaane hakkında da

asabe olmaz.

«Çünkü bu iki çocuktan her ikisinin de babası yoktur». Bu, metnin illetidir. İhtiyar'da buna şunlarda

ilâve edilmiştir: «Peygamber (s.a.v), «Kendisi ile lanetleşilen kadının çocuğunu annesine nisbet

etmiştir.»

Buna göre o çocuk, baba tarafından akrabası olmayan bir şahıs gibi olur. Bu durumda da annesinin

yakınlarının ondan. onun da annesinin akrabalarından miras alması gerekir.

Bu açıklamaya göre bir kişi ölse ve geride bir kızı, annesi ve bir de kendisi hakkında hanımı ile

anlaştığı bir çocuk kalsa terikenin yarısı kıza, altıda biri anneye verilir. Kalanı da red yoluyla yine

onlara verilir. Sanki onun babası yok gibi olur.

Bu anılanlarla birlikte koca veya hanım olsa hüküm yine aynıdır. Zira o karı veya koca kendi

hissesine düşen payı alır, geri kalanda anne ile kız orasında farz ve redd olarak taksim edilir.

Eğer birisi ölse ve geride anne-bir erkek kardeşini ve bir de ilan yapılanın oğlu kalsa. annesine

üçtebir, annebir erkekkardeşine altıda bir Verilir. Geri kalan da yine bu ikisine redd yoluyla verilir.

Lian yapılanın oğluna ise birşey yoktur. Çünkü onun baba-cihetinden erkek kardeşi değildir.

Kendisi ile lian yapılan kadının oğlu ölse babasının sülalesi ona varis olurlar ki onlar da erkek

kardeşlerdir. Onun dedesinin yakınları yani amcaları ve amcalarının çocukları ise ondan miras

alamazlar.

Bu izahla, diğer meselelerde açığa çıkmış olur. Bunun benzeri Minah'tadır.

Ben derim ki: İhtiyâr'dan nakledilen bu ifade. daha önce söylediklerimi teyid etmektedir. Zira orada

anne için üçtebir, annesinin asabesi olduğu halde ana bir kardeşe de altıdabir verilmiştir. Eğer hür

olan annesinin asabesi, onunda asabesi olsaydı, annesinin hissesinden sonra kalanı o alırdı.

«Ayrılırlar ilh...» İhtiyâr'da da aynen böyle denllmiştlr. Minah Sekbu'l-Enhur ve diğer kitaplarda da

buna uyulmuştur.

Ben derim ki: Bu da, şarihin «liân bâbı»nın sonunda kesin bir dille ifade ettiği hükme aykırıdır. Zira

şarih orada, mulâanenin çocuğunun, annesinin çocuğundan annebir erkek-kardeş mirası olacağı

ylemişti. Bunun benzeri «Câmi» nin şehâdetleri bölümünden naklen Bahr'da da mevcuttur.

Miracu'd-Dirâye'de şöyle denilmiş: Kendisi ile lian yapılan kadının çocuğunun, anne-bir kardeşi

olduğu takdirde, bize Şafiî'ye İmam Ahmed'e ve Cumhur'a göre, bunlar annebir erkek-kardeş

gibidirler.

İmam Mâlik'e göre ise lianlaşılan kadının çocuğu diğerleri ile ana -baba bir erkek-kardeş gibidirler.



Mi'râcu'd-Dirâye'de bunların delilleri ve ferileri zikredilmiştir. Oraya müracaat et.

Mi'râcu'd-Diraye'deki ifade sarahaten ifade etmektedir ki şârihin burada söyledikleri İmam Mâlik'in

mezhebidir. Düşün.

«Asabelerden son sınıf asabe-i sebebiyedir ilh...» Yâni buradaki son sınıf izafidir. Zira hakikatte son

sınıf mûtıkın asabesidir.

Bu ifadeler asabenin ikinci kısmı olan asabe-i sebebiyyeyi beyan etmektedir.

Mûtıkın, bigayrihi veya maa-gayrihi değil, binefsihi asabe olduğu açıktır. Onun, binefsihi asabe

olmasından dolayı asabe bi gayrihi veya asabe maa-gayrihiden önce zikredileceği zannedilir.

Musannıf bu ibaresi ile, mûtık'ın asabeliğinin nesep yoluyla olan asabeliğin bütün kısımlarından

sonra olduğuna işaret etmektedir. Çünkü asabe-i nesebiye, asabe-i sebebiyeden daha kuvvetlidir.

İşte bundan dolayı musannıf uslûbunu değiştirmektedir. Aksi halde, geçen kısma uygun düşmesi

için «asabe-i sebebiye mevlâ'l-ıtâkadır» demesi daha açık olurdu. Bunu Yakup ifade etmiştir.

«Yâni mûtık ilh..» Daha önce izah ettiğimiz gibi «mevlâ'l-ıtâka» deseydi daha uygun olurdu.

«Sonra mûtıkın asabe binefsihisidir ilh...» Musannıfın bu sözü bizim de daha önce beyan ettiğimiz

gibi, mûtıkın asabesinin miras alamayacağını ifade etmektedir. Musannıf burada «asabe» demekle,

mûtıkın kızı. annesi ve kızkardeşi gibi, sehim sahiplerini dışta bırakmıştır. Bu durumda bunlar miras

alamazlar, çünkü velâ asla farz sahibi olamaz. Musannıfın «asabe binefsihi» ile kayıtlaması da,

asabe bigayrihi ve asabe maa gayrihiden kaçınmak içindir. Nitekim ileride de gelecektir. Yukarıda

beyan ettiğimiz üzere. Velânın sübûtu için gerekli şartlardan birisi de annenin hür asıllı

olmamasıdır. Eğer azâd edilenin annesi hür asıllı ise babası mutlak dahi olsa onun çocuğu

üzerinde kimsenin velâsı yoktur.

«Geçen sıraya göre ilh...» Mûtîkın neseb yönünden olan binefsihi asabesi, asabe-i sebebiyesine

takdim edilir. Yâni o, mûtıkın mûtıkına ve onun mûtıkına v.s. takdim edilir.

Buna göre mûtıkın oğlu öbür varislerden önce gelir. Sonra ne kadar aşağı inerse insin oğlunun

oğlu, sonra mûtıkın babası, sonra, ne kadar yukarı çıkarsa çıksın dedesi ilh., sonra mûtıkın mûtıkı,

sonra geçen sıraya göre onun asabesi, sonra mûtıkın mûtıkının mûtıkı sonra da onun asabesi...

gelir. İbnu Kemâl.

BİR UYARI:

Bir oğul ve bir kız. köle olan babalarını satın alsalar ve satın aldıkları babaları da bir köle olarak

azâd etse ve babaları öldükten sonra babalarının azâd ettiği kölede ölse ve başka varisi olmasa

onun malının hepsi oğulundur. Zira mûtıkın nesep yönünden olan asabesi kızdan öncedir. Çünkü

kız asabe-i sebebiyedir. Sâihânî.

Aynı şekilde bir kız köle olan babasını satın alsa ve babası onun satın alışıyla azâd olsa, sonrada

adam o kızı ile başka bir kızını bırakarak ölse ve geriye mal bıraksa. malın üçte ikisi farz olarak iki

kızındır. Geri kalanı da asabe olarak birinci kıza verilir.

«... Bir yakınlıktır ilh...» Yâni nesepteki yakınlık gibi, velâda yakınlaştırıcıdır. Bu hadisi İbnu Cerir,

Tehzîb'de, Abdullah bin Ebi Evfâ'nın hadisinden sahih bir senetle tahric etmiştir.

İbnu Ebi Hatem de İbn. Ömer'in hadisinden tashih etmiştir.

Seyyid şöyle demiştir: Bunun manası şudur: Hürriyet insan için hayattır, zira hürriyetle, insanla

diğer hayvanat ve cemaattan ayırdeden mâlikiyet sıfatı sabit olur. Kölelik ise telef ve helâktır. Buna

göre azâd eden, azâd edilenin ihyasına sebeptir. Bu babanın, çocuğun vücuduna sebep oluşuna

benzer. Çocuk nasıl babasına nesep ile, babasının akrabalarına da babasına tebean mensup ise,

azâd edilen de azâd edene ve ona tebean de akrabalarına, velâ ile mensup olur. Böyle olunca da

mlras. nesep ile nasıl sabit olursa velâ ile de sabit olur.

Bu söylenenler şuna da dikkat çekmektedir: Bu hadis mevlâ'l-ıtâka veya asabesinden velâsı olan

kişinin nesep de olduğu gibi iki taraf cihetinden varisliği gerektiren bir durum olmadan varis

olacağına delâlet eder. Ayrıca yine işâr etmektedir ki, velâ sahibi olan kişi asabedir. Çünkü zımnen,

baba olma haysiyeti ile, babaya benzemektedir.

Bu hadis mevlâ'l-ıtâkanın asabelerin sonuncusu olduğuna da delalet etmez. Bu mevzuun tamamı

-İbnu'l-Hanbelî'nin şerhindedir.

Allâme Kâsım'ın zikrettiği «Miras asabenindir, eğer asabe yoksa o zaman mevlânındır» hadisini

ilave etmek daha uygundur. Bu hadisi Said İbnu Mensur Hasan'ın hadisinden rivayet etmiştir.



«Ebû Yusuf İse babanın altıda bir alacağını söylemiştir.» Bu, Ebû Yûsuf'un sonraki görüşüdür.

Birinci görüşü ise tarafeynin görüşleri gibidir. Sonraki görüşünün illeti şudur; velânın tama

mülkiyetin eseridir. O halde velâ hakiki mülke ilhak olunur. Şöyle ki; mûtık geride mal bıraksa ve

varis olarak da bir oğulu ile babası olsa malın üçte biri babasının geri kalan da oğlunundur. Mûtık

öldüğü zaman geride velâ bıraktığında da yine malın altıda biri velânın, geri kalan da oğlunundur.

Ebû Yûsuf'un sonraki görüşe şöyle cevap verilir: Velâ mülkiyet eseri olsa bile mal değildir, ve

bedeli mal ile karşılanması caiz olan kısas gibi, mal hükmünde de değildir. Dolayısıyla velâda,

malda olduğu gibi, varislerin sahimleri farziyetle câri olmaz. Aksine velâ asabelik yoluyla miras

olunan bir sebeptir. yle olunca en yakına sonra da ondan sonra en yakın olana itibar edilir. Oğul

ise asabelerin en yakınıdır. Bu meselenin tamamı Seyyid'in şerhindedir.

«Geçen sıraya göre ilh...» Yâni neseb cihetinden olan asabede geçen tertibe göre...

«Burada yoktur.» Bu söz şârihin yukordaki «asabe bi nefsihî» sözünün muhterizidir. Yâni asabe-i

sebebiye'de sadece asabe-binefsihi vardır. Asabe-bigayrihi ve maagayri'hi yoktur.

«Kadınlar için sadece âzâd ettiklerinin velâsı vardır» hadisi hakkındaki görüşler:

«Hadis» Hadis'in lafzı Sirâciye'de belirtildiğine göre şöyledir: «Kadınlar için sadece azâd ettiklerinin

veya onların azâd ettiklerinin yahut azâdlarını ölümüne bağladığı kölelerin yada onların

müdebberlerinin veya kadınların azâd ettiklerinin yahut onların azâd ettiklerinin velâsını çekenlerin

velâları vardır.»

Bu hadisin manası şudur: Kadınlar için velâ hakkı ancak şu durumlarda vardır: ,

1-- Azâd ettikleri kölenin veya onların azâd ettikleri kölelerden, köle âzâd edenin,

2 - Kitâbet yaptıkları kölenin veya o kölenin kitabet yaptıklarının,

3 - Azadını ölümüne bağladıkları kölenin yada onların azâdını ölümlerine bağladıklarının,

4 - Kadınların azatlılarının veya azadlılarının azadlısının velâları.

Bunların herbirinden, diğeride olan benzerleri, hazfedilmiştir. Yani kadınlar için velâdan ancak,

azâd ettiklerinin velâsı veya azâd ettiklerinin, azadlısının, mükatebinin ve müdebberinin velâsı

vardır. Yada kadınların kitabet yaptıklarının (mükateplerinin) velâsı veya onların mükâteplerinin,

azatlılarının ve müdebberlerinin velâları vardır. Yahutta müdebberlerinin (azadını ölümlerine

bağladıklarının) velâları veya onların müdebber, mükâtep ve azatlılarının velâları vardır.

Kadınların müdebberlerinin velâsının sureti şöyledir: Bir kadın kölesinin azadını kendi ölümüne

bağlasa ve sonrada irtidad edip dârü'l-harbe iltihak etse, kadı da onun darü'l-harbe iltihak ettiğine

ve müdebber yaptığı kölenin hürriyetine hükmetse; bu kadın da sonradan müslüman olarak

dârü'l-islâma dönse ve müdebberi nesep yönünden bir asabe bırakmadan ölse, bu kadın

müdebberinin asabesidir. Bu müdebberin müdebberinin hükmü de aynıdır. Meselâ hâkim, kâdının

darü'l-harbe iltihak sebebiyle müdebberinin hürriyetine hükmetse ve o müdebber de bir köle olarak

onu müdebber yapsa ve sonra ölse, bilahere kadın da tevbe ederek, ister kendi müdebberinin

ölümünden önce ister sonra, darü'l-islâma dönse ve sonra ikinci müdebber geride bir nesep

yönünden bir asabe bırakmadan ölse onun velâsı bu kadınındır.

Biz Kitabü'l-velâ'da bunun tasviri için, başka bir şekil takdim etmiştik.

Kadınların azadlılarının velâ olma şekli de şöyledir: Kadının kölesi onun izni ile, sahibi tarafından

azad edilmiş olan bir cariye ile evlense ve bir çocukları olsa, o çocuk annesine teb'an hürdür, onun

velası da annesinin mevlâsınındır. Kölenin sahibi olan kadın evlenen kölesini azâd ettiği takdirde

azâd edilen köle çocuğunun velâsını kendi mevlâsı olan kadına çeker. Hatta önce azad edilen köle,

sonra da onun çocuğu ölse ve geride babasını azad eden kadın kalsa o çocuğun velâsı babasını

azad eden kadınındır.

Kadınların azad ettiklerinin azadlısının velâ olma şekli de şöyledir: Bir kadın kölesini azad etse;

âzad edilen bu köle bir köle satın alıp onu başka birinin azâd ettiği câriye ile evlendirse. bunlardan

dünyaya gelen çocuk hür olur. O çocuğun velâsı da annesinin mevlâsınındır. Azâd edilen köle,

satın alıp evlendirdiği kölesini azad etse kölesini azâd etmekle azâdlısının çocuğunun velâsını önce

kendisine sonra da kendi efendisi olan kadına çekmiş olur.

Bunlar fukahanın bu konuda zikrettiklerinin özetidir. Bu husustaki geniş bilgi ve velâyı çekme

şartları Kitabu'l-Velâ'dan öğrenilebilir. Oraya müracaat ediniz.

«Gerçi bu hadis şazdır ama ilh...» Şâz hadis, sika bir rivanın, birçok kişinin rivayet ettiği hadise

muhalif olarak rivayet ettiği hadistir. Bu durumda râvi tek başına bir hadis rivayet etse bakılır. eğer



rivayet ettiği hadis hıfzda ve zabtta kendisinden daha kuvvetli olan birinin rivayet ettiği hadise

muhalif ise, onun tek başına rivayet ettiği hadis şâzdır. reddedilir. Eğer muhalif olmazsa bakılır,

şayet hadisi rivayet eden kişi hıfz ve itkanına güvenilen kimselerden ise o hadis makbuldür, râvînin

tek olu / şu hadise zarar vermez. Eğer tek olarak rivayet ettiği hadiste hıfz ve itkanına güvenilen

kişilerden değil ise bakılır, şayet hâfız. zâbıt ve tek başına yaptığı rivâyeti makbul olan kimsenin

derecesinden uzak değilse o zaman rivâyet ettiği hadis hasendir, aksi halde şâzdır. reddedilir.

Bu söylediklerimiz İbnu's-Salâh'ın şâz hadisin tarifinde tercih ettiği tariftir.

«Ama büyük sahabilerin sözleri ile ilh...» Hz. Ömer, Hz. Ali ve Zeyd İbnu Sabib'ten (r.a.) rivayet

edildiğine göre onlar kadınlara, şu aşağıdaki istisnaların dışında velâ yoluyla miras vermezlerdi.

Kadınların azâd ettiklerinin veya onların azadlılarının velâsı ve mükâteplerinin velâsı.

Bu rivâyeti İbn Ebî Şeybe Abdurrezzak, Dârimî ve Beyhakî rivâyet etmişlerdir.

Bu rivayeti Rezîn İbnu'l-Abd Müsned'inde şu sözlerle zikretmiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle

buyurmuştur: «Velânın mirası erkeklerin en büyüğümündür. Kadınlar ise velâ ile miras alamazlar.

ancak azad ettiklerinin veya azâd ettiklerinin âzâd ettiğinin velâsı müstesna..» Kâsım.

«Böyle olunca meşhur hadis seviyesinde olur.» Meşhur hadis, birlnci asırda âhad olup sonra

yayılarak ikinci ve daha sonraki asırlarda mütevatir haline gelen hadistir. Birinci asır sahabe asrıdır.

Onlar da şika oldukları için töhmet altında bulundurulamazlar. Onların şehadetleri mütevatir hadis

menzilesinde hüccettir. Hatta Cassâs «Meşhur hadis mütevatir hadisin iki kısmından biridir.»

demiştir. Yâkub.

M E T İ N

Müellif ashab-ı ferâiz (sehim sahipleri) ve asabe ile ilgili meseleleri bitirdikten sonra, «hacbe

başlayarak, şöyle demiştir: Varislerden altısı hiçbir şekilde mirastan mahrum edilemezler. Bunlar:

baba, anne, oğul, kız -yani ebeveyn ile çocuklar- ve karı-kocadır. Vârislerden bir gurup da bazı

hallerde miras alırlar, bazı hallerde ise mirastan mahrum olup hacbolunurlar. Bunlar da ister asabe

ister farz sahiplerinden olsun yukarda sayılan altı kişinin dışındakilerdir.

Mahrum olarak hacbedilmek iki esas üzerine bina edilir.

1 - Yukardaki altı kişinin dışında kalanlardan, ölüye yakın olanı, daha uzak olanı hacbeder. Zira

yukarda geçtiği üzere en yakın olan en önce gelir sonra da yakınlık sırasına göre mirasta öncelik

kazanırlar. Varislerin varis olma sebebi aynı olsun olmasın durum budur.

2 - Oğulun oğlu gibi, ölüye bir şahıs vasıtasıyla ulaşan kimse, şahısla birlikte miras alamaz. Ancak

annenin oğulu (anne bir erkek kardeş) müstesnadır, o anne ile birlikte miras alır. Çünkü anne bir

tek cihetle terikenin tamamını alamaz.

Kâfir veya kâtil olan oğul gibi, mirastan mahrum olan bir varis, bize göre başka birisini asla

hacbedemez. Ama hacbedilen bir varis fukahanın ittifâkı ile, başka bir varisi hacbeder. Meselâ

babanın annesi baba ile hacbedilir. (Babanın) annesi de annenin annesini hacbeder.

Erkek ve kızkardeşler de yledirler. Zira onlar baba ile hacbedilerek mirastan mahrum olurlar.

Ama onlar, anneyi hacb-i noksan ile hacbederek hissesi'ni üçte birden altıda bire düşürürler.

Hacb-i noksan (mirastaki hisseyi azaltan) beş kişiye mahsustur. Bunlar: Anne. oğlun kızı, baba bir

kız kardeş, karı ve kocadır...

Benû'l-ayân, ki bunlar ana, baba, bir erkek ve kızkardeşlerdir. Üç gurup ile mirastan düşerler.

Bunlar: ne kadar aşağıda olursa olsun oğlun oğlu, baba -imamların ittifakı ile- ve Ebû Hanife'ye

göre dededir. İmameyn ise: «Hz. Zeyd'in usûlüne göre dede onlarla birlikte taksime girer»

demişlerdir. Fetvâ ise birinci görüşe göre verilir. Nitekim Ebû Hanife'nin mezhebi de böyledir.

Hz. Zeyd'in usûlü, geniş eserlerde tafsilatlı olarak mevcuttur.

Vehbâniye'de şöyle denilmiştir: «Sahibeyn benû'l-ayân benû'l-allât (baba bir kardeşler) mirastan

düşürmemişlerdir. Numan (Ebû Hanife) ise düşürmüştür. Uygun görüş de olur». Fetvâ da Mültekâ

ve Sirâcîye'de belirtildiğine göre Ebû Hanife'nin görüşü üzeredir. Siraciye'nin musannıfı Sirâcîye'ye

yazmış olduğu şerhte fetvâ İmameyn'in görüşüne göredir.» dese de fetva İmamı Azâm'ın görüşüne

göredir.

Benû'l-alât -ki bunlar baba bir erkek ve kız kardeşlerdir- benû'1 -ayân ile de düşerler. Bunlar ayrıca

oğul, oğlun oğlu. baba, dede ve asabe olduğu takdirde anababa-bir kızkardeş ile de mirastan

düşerler.



Benû'l-ahyâf da -ki bunlar ana bir erkek ve kızkardeşlerdir. Ölünün çocuğu ile ve ne kadar aşağı

inerse insin çocuğunun oğlu ile mirastan düşerler. Bunlar babası ve dedesi ile de düşerler. Bunda

icmâ vardır. Zira benû'l-ahyâf «kelâle» kabilindendir. Nitekim bunu Seyyid'de tafsilatlı olarak

anlatılmıştır.

Nineler -ister baba tarafından olsun ister ana tarafından olsun- anne ile mutlak olarak düşerler.

Baba tarafından nineler baba ile ve dede ile düşerler. Ancak, ne kadar yukarıda olursa olsun

babanın annesi dede ile düşmez. Zira babanın annesi, dede ile birlikte miras alır. Çünkü o dedenin

tarafından değildir, onun zevcesidir. O halde babasının annesi ile dedesi, ölen kişinin ana babası

gibi olurlar.

Hangi cihetten olursa olsun yakın olan varis uzak olanı hacbeder. Yakın olan ister varis olsun ister

hacbedilmiş olsun durum aynıdır. Nitekim bunu daha önce anlatmıştır.

İ Z A H

«Hacbe başlayarak ilh...» Yâni varislerden, farz (hisse) sahipleri ile asabeleri beyan ettikten sonra...

Zira onlardan bazıları mirastan tamamen mahrum edilir veya takdir edilen sehimden daha azına

indirilir.

«Hacb» : Lûgatta, mutlak olarak. men etme manasınadır. Istılahta ise mirasa ehil olan bir kimsenin,

velâsı olan başka bir varisle mirastan men edilmesidir. Buna göre katil ve kâfir olan varisler, bu

tarifin dışına çıkar. Onlar kimseyi hacbetmezler. Bu tarif hacbin iki nevini de kapsamaktadır. Zira

imamlarımız kişinin köle ve katil olması gibi kendi nefslnden miras almasına mani olan sebebe de

istilahen «mahrûmi» ismini vermişlerdir. Eğer miras'almasına mani olan sebep kişinin kendi

nefsinden değil de başka binsinden dolayı ise ona da «mahcub» ismini vermişlerdir.

Yine imamlarımız hacbi ikiye ayırmışlardır. Bunlar: Hacbi hırmâni, -belirli bir şahsın başka birisinin

bulunmasından dolayı mirastan tamamen men edilmesidir- diğeri de hacbi noksan'dır. Bu da başka

bir varisin bulunmasından dolayı, kendisi için takdir edilmiş olan hisseden daha az bir hisseye

düşürülmesidir. Demekki payların «avl» yolu ile noksanlaşması hacb değildir. Birkaç hanım gibi,

aynı şekilde, ashabı ferâizin kendileri ile hem cins olanlarla birlikte olduklarında hisselerinin tek

başına olmaları halindeki hisse noksanlaşması da hacb değildir.

Hacbi hırman (mirastan tamamen mahrum bırakan hacb) metinde zikredilen altı sehim sahibinin

dışındakilerde söz konusudur. Hacbi noksan ise bunlardan yalnız beşinde olur. Nitekim şârih de

bunu ileride zikredecektir.

«Yâni ebeveyn ilh...» Yâni daha üsttekiler değil anne ile baba... Zira dede ile nine bazen hırmanen

hacb olunurlar. Demekki onlar ikinci guruptandırlar. Anla!

«Çocuklar ilh...» Yâni oğul ve kız...

«İster asabe olsunlar, ilh...» Zevi'l-erhâm gibi, asabe manasında olanlarda asabe gibidirler.

«Mahrum olarak hacbedilmek ilh...» Yâni hacbi hırmân iki asıl üzerine bina edilmiştir. Yâni hacbi

hırmân da bulunur. Aksi halde o da bulunmaz. Bu konu ile ilgili bir açıklama yakında gelecektir.

«Ölüye yakın olanı... hacbeder». Yâni derece ve yakınlık itibariyle yakın olanı, uzak olanı mirastan

mahrum bırakır.

«Vâris olma sebebi aynı olsun ilh...» Nineler ile anneler, oğlun kızları ile iki öz kızı irsiyet sebebi

aynı olsun ister erkek-kardeşler ile anne-babada olduğu gibi aynı olmasın...

«Ölüye bir şahıs vasıtasıyla ilh...» Bu meselede hacbedilenle vasıta arasındaki yakınlık aynı cinsten

olur. T.

«Oğlun oğlu gibi ilh...» Ölenin oğlunun oğlu, kendi oğlu varsa miras alamaz.

Bu asabede olan hacbın misâlidir. Ashabı ferâizden (sehim sahipleri) misali de anne annesinin,

kişinin kendi annesi ile birlikte miras alamamasıdır.

BİR UYARI :

Müellifin zikrettiğine göre, kişinin anne annesinin. kişinin babası ile hacbolunması gerekir. Zira

ölüye onunla ulaşmasa bile babası kendisine anneannesinden daha yakındır. Aynı şekilde kişinin

oğlunun kızının, bir öz kızı ile bababir kız kardeşinin anabababir kızkardeş ile, annebaba bir

erkek-kardeşinin oğlunun da annebir erkek kardeşi ile hacbolunması gerekir...

Bu itiraza, «en yakın» dan murad, «asabeden olan yakındır» diye cevap verilirse o zaman, anılan bu

iki aslın bazen miras olan bazen de mirastan tamamen mahrum olan ikinci gurup için asıl olacağı



itirazı vârid olur. Halbuki bu ikinci fırka da asabe de asabe olmayan da mevcuttur. Eğer bu itiraza,

«maksat, uzak olan. ölüye, daha yakın olan vasıtası ile ulaşırsa zaman yakının uzağı hacbetmesi

gerekir» şeklinde cevap verilirse o zaman da : «Bu iki şeyin asıl olmasında bir mana kalmaz. Ve

ölenin oğlunun çocuğunun babası olmayan diğer oğlu (amcası) ile miras alması gerekir. Çünkü o

çocuk ölene amcası vasıtası ile ulaşmaz» denilir.

Bunu Seyyid ifade etmiştir.

«Bir tek cihetle ilh...» Bu söz annenin tek olarak bulunması halinden kaçınmak içindir. Zira anne bu

durumda terikenin tamamını alır, fakat bu cihetle değil, farz ve red cihetiyle alır.

«Mahrum olan ilh...» Yâni mirastan birşey alamaması bizzat kendi şahsında olan bir manadan

dolayı olan kişi.

«Bize göre ilh...» Sahabenin umumunun görüşü de bu şekildedir. İbn Mesud'dan rivayet edildiğine

göre, kişinin kâfir olan oğlu karıkocadan biri ile beraber olduğunda onu mirastan tamamen mahrum

edemez fakat hissesini azaltır. Yine İbnu Mesud'dan rivayet edilmiştir ki, ölen kişinin annebir

erkek-kardeşi ölenin kâfir olan oğlu ile, mirastan mahrum olur.

«Asla...» Yâni ne hisseyi noksanlaştırarak ne de tamamen mahrum bırakarak.

«Ama hacbedilen bir varis... hacbeder». Yâni başkası tarafından mirastan tamamen mahrum

bırakılan bir varis, diğer bir varisi de mahrum bırakır. Musannıf bunlardan herbirine birer misal

vermiştir.

«(Babanın) anne(si) de, annenin annesini hacbeder.» Bazı nüshalarda burada olduğu gibi «anne»

kelimesi üç kere tekrar edilmiştir. Bazı nüshalarda ise iki kere tekrar edilmiştir. Doğrusu birincisidir.

«Anne ilh...» Zira anne, ölenin çocuğu, oğlunun çocuğu, ve erkek veya kızkardeşlerinden birden

fazlası ile birlikte hissesi üçtebirden altıda bire düşer.

«Oğlun kızı ilh...» Kişinin oğlunun kızının hissesi, bir tane olan özkızı bulunduğunda yarıdan altıda

bire düşer.

«Bababir kız kardeş ilh...» Baba bir kızkardeş, öz kız kardeş ile birlikte yarıdan altıda bire

hacbolunur.

«Karı ve koca ilh...» Ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu ile koca, yarıdan dörtte bire. karı da dörtte

birden sekizde bire hacbolunur. (hisseleri buna düşer)

«Benû'l-ayân... mirastan düşerler ilh...» Öz erkek ve kız kardeşlere benû'l-ayân denilmesinin

sebebini daha önce belirtmiştik.

«Hz.Zeyd'in usûlüne göre ilh...» Büyük sahabi Zeyd bin Sâbit (r.a.)'ın usûlünün özeti şudur: Mirasın

taksimi anında dede kardeşler ile birlikte onlardan birisi gibidir. Ama bu kardeşlerle bölüşmesinde

hissesi, farz sahibi bulunduğu takdirde üçte birden farz sahibi bulunmadığı takdirde de altıda

birden aşağı olmadığındadır. Buna göre birinci surette dedeye, mukasemeden veya malın

tamamının üçtebirinden hangisi daha fazla ise o verilir. Bunun kaidesi şudur: Eğer dede ile birlikte,

kendisinin aldığının iki mislinden daha az olan birisi varsa, onun için kendi hissesini alması daha

hayırlıdır. Eğer onunla birlikte, onun iki katı miras alan birisi varsa o zaman dede için mukaseme

veya malın üçtebirini alması eşittir. Şayet iki katından fazla alan varsa onun için malın üçtebirini

alması daha hayırlıdır.

Birincinin beş sureti vardır: Bunlar: 1 - Dede, ölen erkek kardeşiyle birlikte, 2 - Ölenin kızkardeşi ile

birlikte. 3 - Ölenin iki kızkardeşi ile birlikte, 4 - Ölenin: üç kızkardeşi ile birlikte, 5 - ölenin bir erkek

bir de kız kardeşi ile birlikte bulunur.

İkincisinin de üç sureti vardır. 1 - Dede, ölenin iki erkekkardeşi ile birlikte, 2 - ölenin dört kızkardeşi

ile birlikte, 3 - ölenin bir erkek iki de kızkardeşi ile birlikte... bulunur.

Üçüncüsü ise sınırlanamaz.

Dede için, kincisinde, farz sahibinin hissesi, farzın en az mahrecinden verildikten sonra üç taksim

şeklinden en hayırlı olanı vardır.

Mukasemeye gelince; bunun sureti de şudur: Bir kadın ölse ve geride kocası dedesi ve

erkekkardeşi kalsa, koca yarısını alır, geri kalan da dede ve kardeş arasında taksim edilir.

Kalanın üçtebirinin dedeye verilmesinin sureti de şudur: Bir kişi ölse geride ninesi, dedesi, iki

erkekkardeşi ve bir de kızkardeşi kalsa, nine altıda bir dede de geri kalanın üçte birini alır.

Dedenin malın tamamının altıda birini almasının şekli de şöyledir: Bir kişi ölse ve geride ninesi kızı.



dedesi ve iki erkekkardeşi kalsa nine altıdabir kız yarı dede de altıdabir alır. Çünkü burada dedenin

altıdabir alması, onun için kalanın üçtebirini almaktanda, mukasemeden de daha hayırlıdır. Bu

bahsin tamamı er-Rahiku'l-Mahtûm adlı şerhimizde ve daha başka kitaplarda vardır.

«Nitekim Ebû Hanife'nin mezhebi de böyledir». Ebu Hanife'nin görüşü büyük halife Ebû Bekir

es-Sıddık (r.a.)'ın da mezhebidir ki O sahabelerin en bilgini ve en efdâldir. Dede hususunda ondan

çelişkili rivâyet de yoktur. Bundan dolayı da İmamı Azâm onun mezhebini benimsemiştir. Ebû

Bekir'in dışındaki sahabeler ise, onunla aynı görüşte değildirler. Zira Hz. Ömer'in dede meselesinde

biri birine zıt yüz kaziyye ile hükmettiği rivâyet edilmiştir. Muttefekun aleyh olan bir hükmü kabul

etmek daha evlâdır. Ayrıca Hz. Ebû Bekir'in görüşü, Resulullah'ın ashabından ondört kişinin daha

görüşüdür. ibnu Abbas (r.a.)'ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

«Zeyd Allah'tan korkmuyor mu? ki oğlun oğlunu oğul gibi kabul ediyor da babanın babasını baba

gibi kabul etmiyor». Bu bahsin tamamı Sekbu'1Ehhûr'dadır.

«Fetvû da... Ebû Hanife'nin görüşüne göredir ilh...» Sekbu'l-Enhûrda: «Şemsu'l-Eımme es-Serahsi,

Mebsût'ta, «Fetvâ İmameyn'in kavli üzeredir» dedi. denilmektedir.

Haydar ise, Sirâciye'de şöyle demiştir: «Ancak meşayihimizden bazı müteahhir âlimler dede

meselelerinde ihtilaf edilen yerlerde sulhen fetva vererek demişlerdir ki: Eciri müşterekin tazminatı

hususunda sahabenin ihtilafından dolayı sulh ile fetvâ verdiğimize göre, dede meselelerinde sulh

ile fetvâ vermek daha evlâdır. Çünkü buradaki ihtilaf daha açıktır.»

Sirâciye şerhindekilerin benzeri Mebsut'ta da vardır. Sahabenin dede meselelerindeki ihtilâflarının

sebebi ölenin dedesinin ölenin erkekkardeşleri ile birlikte miras almaması hususunda kitap ve

sünnette nassın bulunmamasıdır. Dedenin miras alması ancak birçok tartışmadan sonra sahabenin

ictihadları ile sabit olmuştur. Zaten bu konu ferâizin en müşkil konularındandır. Şu kadar var ki

metinler imam'ın görüşü istikâmetindedir. Bundan dolayı da şarih burada da yukarda da İmam'ın

görüşünü ihtiyar ettiğine işaret etmiştir.

«Benû'l-ayân ile ilh...» Yâni benû'l-allât, benû'l-ayân'dan erkek olanlar ile düşerler. Zaten ibarenin

açık manasıda buna delâlet eder. Zira musannıf. «evlât: Çocuklar» dememiş, «Benû : Oğul»

demiştir. Yukarda geçen ise yle değildir. Zira orada şarih «benû'l-ayânı» yine tağliben «ünas:

kadınlar» ile tefsir etmiştir. Zira makam onu gerektiriyordu. Burada ise makam o tür bir izaha el

vermiyor. Çünkü «evlâdı allât (bababir kardeşler) annebababir kızkardeşler ile mirastan sakıt

olmazlar. Buna da «anabababir kızkardeş» sözü delâlet etmektedir. ilh. H.

Ben derim ki: Evet, öyledir. ama evlâdı allâtın bazıları, benû'l-ayândan olan kadınlar ile mirastan

düşerler. Meselâ bababir kızkardeşler, baba bir erkek kardeşler kendilerini asabe yapmadığı

takdirde, ana baba bir kız kardeşlerle mirastan sakıt olurlar. Nitekim bu ileride gelecektir.

Bu konuda Sirâciye'nin ibaresi daha açıktır. O ibare aynen şöyledir: «Benû'l-ayân ve benû'l-allâtın

hepsi oğul ile, ve ne kadar aşağıda olursa olsun oğlun oğlu ile ittifaken mirastan düşerler. Ebû

Hanife'ye göre dede ile de düşerler. Ayrıca benû'l-allât anabababir erkekkardeş ile de mirastan

düşerler.»

Sirâcîye'nin bu ifadesinden anlaşılıyor ki: bababir kızkardeş ana baba bir erkek. kardeş ile mirastan

düşer. Nitekim biz Keşfu'l-Gavamiz ve Tuhfetu'l-Akran'dan naklen bu konudaki sârih ifadeyi

zikretmiştik.

«Dede ilh...» Yâni geçen ihtilafa göre.

«Asabe olduğu takdirde ilh...» Yâni kişinin anabababir kız kardeşleri kızları ile veya oğlunun kızları

ile asabe oldukları takdirde benû'l-allât mirastan düşürürler. Zira birisinin anabababir kızkardeşler,

kızları ile birlikte asabe olup ölüye daha yakın olmakda erkekkardeş gibidirler. Seyyid.

«Benû'l-ahyâfde... düşer.» «Hıyf» gözlerin renklerinin değişik olmasına denir: Meselâ birisinin mavi

diğerinin ise sürmeli gibi siyah olmasıdır. «Ahyâf» da bu köktendir. Anneleri bir olup babaları ayrı

olan kardeşlere «ihvetu ahyâf» denilir. Muğrib.

«Ölünün çocuğu ile ilh...» Yâni çocuk «kadın» olsa bile... Bu durumda da benû'l-ahyâf, şu altı kişi

ile mirastan düşer, 1 - ölenin oğlu, 2 - Kızı, 3 - Oğlunun oğlu. 4 - Oğlunun kızı. 5 - Babası, 6 -

Dedesi...

«Ölen kişinin varis olan feri ve erkek olan asıllar» şeklindeki bir ifade bu altı sınıfı toplar.

Ben bunu nazım halinde şöyle dile getirdim : «Ölenin annesinin oğlunu. aslı olan erkek, hacbeder.

Aynı şekilde, fakihler ölenin varis olan ferinin de hacbettiğini söylemişlerdir.»



«Bunda icmâ vardır». Bu söz «dede» ile ilgilidir. Yâni benû'l-ayâti ve benû'l-allâtın hilafına,

benû'l-ahyâfın dede ile düşmesinde icmâ vardır, Demekki benû'l-ayân ve benû'l-allâtın mirastan

düşmeleri ihtilaflıdır.

«Zira onlar ketâle kabilindendir.» Musannıfın bu sözü benû'l-ayan ile benû'l-allâtın anılan guruplarla

mirastan düşmelerinin illetidir. Bunun izahı şöyledir: Allah Teâlâ «Eğer (öten) erkek veya kadına

ketâle yoluyla mirasçı olunuyorsa (evlâdı ve anababası olmayıp başka yakınları varis ise) bir erkek

bir kız kardeşi varsa, herbirine altıda bir düşer.» buyurmuştur: Burada erkek kardeş veya

kızkardeşten murad icmâ ile evlâd-ı ümm yani annesinden olan erkek veya kız kardeşleridir.

Übey'in «anne bir erkek veya kız kardeşi olsa» kıraatı da buna delâlet eder. Kelâlenin miras alma

için şart, icmâ ile, ölenin, babasının veya çocuğunun olmamasıdır. şayet varsa onlarla birlikte

evlâd-ı ümme miras yoktur.

Kelâle: Ana, baba, büyükbaba, oğul, kız, torun zincirinin dışında kalan, mirasçı olabilen akrabadır.

Aslında «ketâle» kelimesi kuvvetin gitmesî manasındadır, daha sonra çocuk ve babanın haricindeki

yakınlık için istiare yoluyla kullanılmıştır. Sanki bu doğuma dayanan yakınlığa kıyasla zayıf bir

yakınlıktır. Ayrıca, ölüpde geriye çocuk veya baba bırakmayana da kelâle denilir. Bu geride

kalanlardan çocuk veya baba olmayanları da kapsar. İşte Seyyid'in zikrettiğinin hâsılı da budur.

«Nineler... düşerler ilh...» Burada asıl kaide şudur. Mirası hak etme sebebinin aynı olması ve ölüye

nisbetteki vasıtalıktan herbiri hacbde tesirlidir. Buna göre babanın annesi baba ile yalnız

vasıtalıktan dolayı mahcub olur. Babanın annesini anne de hacbeder, çünkü her ikisinde de varis

olma sebebi aynıdır. O da anneliktir. Ölen kişinin anne annesi babası ile birlikte miras alabilir.

Çünkü burada her iki mana da yoktur.

Anne anne, anne ile hacbolunur çünkü onda mirası hak ediş sebebi de ölüye ulaşmadaki

vasıtalıkda vardır.

Bilinmelidir ki: Ölenin babası ile birlikte ancak anne tarafından olan bir tek nine miras alır, zira baba

tarafından olan nineler baba ile hacbolunurlar. Anne tarafından olan sahih ninede asla birden fazla

olmaz.

Dedeye gelince : Baba tarafından olan ninelerden birisi, onunla birlikte miras alır ki, o da babanın

annesi veya ondan daha yukarıda olan babaannesinin annesi gibi olanlardır. Dede ölen kişiden

ölenin babasının babasının babası gibi iki derece ile uzaklaşırsa, onunla birlikte baba tarafından

olan iki nine miras alır: Birisi, ölenin babasının baba annesi veya ölenin babasının baba annesinin

annesi gibi ondan bir yukarda olan diğeri de babasının anne annesi veya babasının annesinin anne

annesi gibi ondan bir yukarda olandır. Bu bahsin tamamı Rahiku'l-Mahtûm adlı şerhimizde vardır.

«Çünkü o dedesinin tarafından değildir». Yâni o nine ölüye dede vasıtasıyla ulaşamamaktadır ve

mirası hak ediş sebepleri de aynı değildir. Zira dedenin ciheti babalık, ninenin ciheti ise anneliktir.

«Onun zevcesidir.» Nine dede ile aynı seviyede olursa onun zevcesi olması açıktır. Ama eğer nine

dededen üst derecede olursa, o zaman ya onun hanımının annesi veya ninesi yada ona yabancıdır.

«Hangi cihetten olursa olsun...» Yâni ister anne cihetinden ister baba cihetinden... Bu durumda

sûretler dört tane olur: Anne tarafından bir cihetle yakın olan. iki cihetle uzak olanı hacbeder. Baba

tarafından bir cihetle yakın olan iki cihetle uzak olanı hacbeder.

«Nitekim bunu daha önce anlatmıştık». «Hacbolunan da hacbeder» sözünün şerhinde geçmişti.

M E T İ N

İki nine birlikte bulunduğu takdirde : Bunlardan biri, babanın annesi gibi. bir tek yakınlık sahibi olsa

-metnin ve şerhin nüshalarında aynen böyledir. Sirâciye ve diğer kitaplara muvafık olan doğrusu

ise: Babanın annesinin annesi gibi şeklinde olmalıdır. Yukarda da geçtiği üzere yakın olan uzak

olanı mutlak olarak hacbeder. Anla!- Diğeri de aynı zamanda babanın baba annesi olan, annenin

anne annesi gibi iki yakınlık sahibi olsa İmam Muhammed (nenenin hissesi olan) altıda biri bunlar

arasında üçte bir ve üçte iki şeklinde taksim etmiştir. Meselenin sureti şu şekildedir: Ölü;

Bu şeklin izahı şöyledir: Bir kadın oğlunun oğlunu, kızının kızı ile evlendirse ve onların bir çocukları

olsa, o zaman bu kadın ölen çocuğun hem anne hemde baba tarafından ninesidir.

(İmam Muhammed'in altıda biri, iki nine arasında üçtebirer oranla bölüştürdüğünü az önce

yledik).

Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf ise bedenlerine itlbar ederek yarı yarıya taksim etmişlerdir. İmam



Mâlik ve İmam Şafii de bununla hükmetmişlerdir. Bu Kenz'de de kesin bir dille ifade edilmiş ve

şöyle denilmiştir:

«İki yönden akraba olan da bir yönden akraba olan gibidir.»

Ölenin öz-kızları ve ana-baba-bir kız-kardeşleri, farz hisseleri olan üçte ikiyi tamamladıkları

takdirde, ölenin oğlunun kızları ve baba-bir kız kardeşleri mirastan düşer. Ancak birinci şekilde,

ölenin oğlunun kızları ölenin oğlunun oğlu ile asabe olarak alırlar. İkinci şekilde baba-bir kız

kardeşe eşit veya ondan bir aşağı olan erkek-kardeşi olursa o zaman o erkek, baba-bir kız-kardeşi

asabe yapar ve terikeden kalan, erkeğe iki kadına bir hisse olmak üzere paylaştırılır.

Musannıf bunu, şerhinde söylemiştir. Ben derim ki: Musannıfın bunu hiçbir kayda tabi tutmadan

ylemesinde, eleştirilebilecek bir hususun olduğu açıktır. Zira fukaha sarahaten belirtmişlerdir ki:

Kardeşin oğlu, kendi kız-kardeşini asabe yapamaz. Nitekim amca kendi kız-kardeşini, amca-oğlu

kendi kız-kardeşini ve mûtıkın oğlu kendi kız-kardeşini asabe yapamaz. Aksine bu durumda malın

tamamı erkeğin olur. Çünkü kadına bir şey verilmez kadın zevi'l-erhâm'dandır.

Rahbiye'de şöyle denilmiştir: Kardeşin oğlu kendi gibi olanı veya nesepte kendinden bir yukarı

olanı asabe yapmaz.»

Ama, ne kadar aşağı sırada olursa olsun oğlun oğlu, böyle değildir. Zira o, mirastan sehim sahibi

olmayan kendisi gibi bir kadını bir veya üstünde olanı asabe yapar. Ama kendlnden aşağıda olanı

düşürür.

Demekki buna göre : Bir kişi ölse ve geride oğlunun, bazısı bazısından daha aşağıda olan üç kızını,

diğer bir oğlunun oğlunun aynı şekildeki üç kızını ve üçüncü bir oğlunun oğlunun oğlunun da aynı

şekilde üç kızını şu şekilde bıraksa:

Birinci gurubun en üst sırasındaki kıza hiçkimse denk olmaz. Dolayısıyla ona terikenin yarısı verilir.

Birinci guruptan ortanca kıza ikinci guruptan üstteki kızı denk olur. O zaman ikisine üçte ikiye

tamamlamak için altıdabir verilir.

Alt sıradaki kızlara ise terikeden hiçbirşey verilmez. Ancak onlardan birisi ile beraber bir erkek

bulunursa onu ve farz sahibi olmayıp ona eşit olanı ve ondan bir derece yukarıdakini asabe yapar.

Onun altındaki derecede olanların ise hepsi düşer.

(Babasının) anne bir erkek kardeşi olan amcasının oğlu -metnin ve şerhin bütün nüshalarında bu

şekildedir. Seyyid ve diğerlerinin ibareleri ise: «ölenin anabir erkek kardeşi olan amcanın iki

oğlundan biri» şeklindedir- Farz olarak altıda bir alır. Amcasının diğer oğlu kocası olsa o da yarısını

alır. Terikeden kalanı da asabelik yoluyla aralarında, yarı yarıya taksim ederler. Zira amca oğlunun

hem farz sahibi olarak. hem de asabe olarak miras almasına mâni bir hal yoktur. Bu durumda o.

hem farz cihetiyle hemde asabelik cihetiyle miras alır. Ama bir cihetle hem farz sahibi olarak hemde

asabe olarak miras alması için, ancak baba veya babanın babası olması gerekir.

Ben derim ki: Bazen asabeliğin ciheti bir arada bulunur. Meselâ bu amcanın oğlunun oğlu olan oğul

gibidir. Şöyle ki: Bir kadın amcasının oğlu ile evlense ve bir oğlan çocuk doğursa ve çocuk

annesinden iki cihetten asabe olarak miras alır. Mûtık olan oğul da böyledir. Bazen de farz sahibi

olmanın iki ciheti bir arada bulunur. Bu ancak mecûsîlerde tasavvur edilebilir. Çünkü onlar

mahremleri ile de evlenirler. Bize göre onlar birbirlerinden her iki cihetle de miras alırlar. İmam

Şafiî'ye göre ise cihetlerin en kuvvetlisi ile miras alır. Bu bahsin tamamı ferâiz kitaplarındadır ve

buna «ğarkâ» bahsinde de işaret edilecektir.

Bir kadın ölse ve geride kocası, annesi veya ninesi, anne-bir erkek kardeşleri ve anne-baba-bir

erkek-kardeşleri kalsa kocası, malının yarısını, anne veya ninesi altıda birini anne bir erkek

kardeşleri üçte birini alırlar. Ana-bababir erkek-kardeşlerine ise birşey yoktur. çünkü onlar

asabedir. Kendilerine birşey kalmamıştır.

İmam Mâlik ve Şafiî'ye göre ise son iki sınıf, sanki hepsi anne bir erkek kardeş gibi (üçtebire) ortak

olurlar.

Aynı şekilde, İmam Mâlik ve İmam Şafîî anne bababir kız-kardeş veya bababir kız-kardeşe terikenin

yarısını, kocası ve annesi ile birlikte, dedeye altıda birini farz olarak vermişlerdir. Buna göre bu

meselenin tashihi dokuza evledilir.

Ebû Hanife ve İmam Ahmed'e göre ise kız-kardeş mirastan düşer.

Ben derim ki: Bu bahsin özeti şudur ki, Hanefîlere göre ittifakla mesele-i müşerreke, ve Müftâbih



görüşe göre de «ekderiye» meseleyi yoktur. Nitekim yukarıda da geçmişti.

i Z A H

«...Ve yukarıda da geçtiği üzere ilh...» Şârih bu sözüyle şunu delil gösteriyor: Eğer metindeki

«anne», babanın annesi olsa idi, diğerini hacbederdi. O zaman İmam Muhammed ile İmameyn

arasında ihtilaf olmaz. H.

«Aynı zamanda babanın baba annesi olan, annenin anne annesi gibi yakınlık sahibi olsa...» Yâni bu

kadın, ölen çocuğun hem baba tarafından ninesidir, çünkü babasının baba annesidir, hem de anne

tarafından da ninesidir çünkü annesinin anne annesidir.

Biz deriz ki; burada başka bir kadın daha olsa ve onun kızı birinci kadının oğlu ile evlenmiş olsa,

ikinci kadının kızından ve birinci kadının oğlundan -ki o da ölünün babasıdır- bir oğlan çocuk doğsa

o zaman diğer kadın. ölenin babasının anne annesidir. Ve o ölüye bir yönden yakındır. Mineh.

«Bu Kenz'de de kesin bir dille ifade edilmiş ilh...» Dürrü'l-Müntekâ' da şöyle denilmiştir: Musannıfın

yaptığı bunun aksini gerektirse bile. tercih edilen budur.» Buna dikkat edilsin!

Bu meselenin aslı şudur: Usûl ilminden bilindiği üzere, illetin çokluğu göz önüne alınarak tercih

yapmak caiz değildir. Sonra, iki yönden yakınlığı olanı vaz etmek ittifakidir, zira sonsuza kadar

ziyadeleştirilebilir.

İmam Ebû Yusuf'a göre ise iki nine mutlak olarak, yarı yarıya bölüşürler. İmam Muhammed'e göre

ise akrabalık cihetler çok olsa bile, cihetlere itibar edilerek taksim edilir. öğrenilsin.

«...Ve ana-bababir kız-kardeşleri ilh...» Buradaki «ve», «veya» manasındadır. Çünkü farzını tam

olarak alan, iki sınıftan sadece birisidir. Her ikisi birden değil... Bunu Tathavî ifade etmiştir.

«Veya erkek kardeşi ilh...» Yâni bababir erkek kardeş...

«Musannıfın bunu hiçbir kayda tabi tutmadan söytemesinde ilh...» Yâni Mecma'a uyarak, bir kayıtla

kayıtlamasında... Bu itiraza Gûrerû'l-Efkâr'da olduğu gibi, şu şekilde cevap verilir: Musannıfın

«denk» veya «aşağı» sözleri kardeşin değil oğlun oğlunun özellikleridir. Zira «kardeşi» «aşağı

derece» ile vasıflandırmak doğru değildir. Çünkü kardeşin oğluna kardeş denilmez. Oğlunoğlu ise

yle değildir. Zira ikinci derecede veya daha aşağı derecede olana da oğul denilir.

Evet, Allâme Kâsım'ın dediği gibi, musannıfın «kardeşi» «oğlun oğlundan» evvel zikretmesi

gerekirdi.

«Zira fukaha sarahaten belirtmişlerdir ki ilh...» Bunun özeti, Sirâciye ve Mültekâ'da belirtildiği gibi.

şöyledir: Kadınlardan terikede farz hissesi olmayan erkek-kardeşi asabe olduğu halde, onun

vasıtasıyla asabe olamaz. Biz bunu daha önce nazm halinde söylemiştik.

«Çünkü o kadın zevi'l-erhâmdandır». Yâni kız kardeş, bu suretlerde zevi'l-erhâmdandır. Şu kadar

var ki, mûtıkın kızı, ölen kişinin zevi'l-ehrâmından maksat mûtıkın kızının dışında olanlardır. Mûtık'ın

kızını asabe olan erkek-kardeşi asabe yapmaz, çünkü kadınlar için ancak azâd ettiklerinin velâsı

vardır.

Musannıfın burada «zevât» demeyip «zevî» (muennes değil, müzekker bir ifade kullanması) ile tabir

etmesi erkeklerin kadınlara galebesindendir. Nitekim Allah Teâlâ'nın : «Ve gönülden itaat

edenlerden oldu» sözünde de böyledir.

«Kardeşin oğlu kendi gibi olanı ilh...» Yâni kardeşin oğlu kendi derecesindeki kız kardeşini veya

amcasının kızını asabe yapmaz.

«Veya kendinden bir yukarı olan». Halası gibi...

«Zira o kendisi gibi bir kadını veya bir üstünde olanı ilh...» Bu hüküm zahiri rivâyettir. Bazı

müteahhir âlimlere göre oğlun oğlu kendisinden bir derece yukarı olanı asabe yapmaz. Aksi halde

kendisi mirastan mahrum olur. Zira asabenin miras almasında asıl kaide şudur: Kadın olsa bile

yakını uzağa tercih edilir. Bundan dolayı da ölenin kızkardeşi, ölenin kızı ile asabe olduğu takdirde

ölenin kardeşinin oğluna tercih edilir.

Buna şöyle cevap verilir: Oğlun oğlundan yukarıda olan ancak onun vasıtası ile asabe olur. Eğer

oğlun oğlu olmasaydı o zaten miras alamazdı. O halde oğlun oğlunu nasıl hacbederdi? Seyyid

(k.s.)'in verdiği cevaba da bak!

Sehim sahibi olmayan ilh...» Yâni ashabı feraizden olmayan..

«Birinci gurubun en üst sırasındaki kıza hiç kimse denk olamaz.» Çünkü o. ölen kişiye bir tek

vasıtayla intisab eder. öbür kızlardan ise o şekilde olan hiç kimse yoktur.



«Dolayısıyla ona terikenin yarısı verilir.» Çünkü o ölenin öz kızı bulunmadığı yerde özkızı yerine

geçer.

«Birinci guruptan ortanca kıza, ikinci guruptan yukardaki kız eşit olur.» Çünkü onlardan herbiri

ölen kişiye iki vasıta ile ulaşırlar.

Birinci gurubun en alt derecesindeki kıza gelince; ona. ikinci gurubun ortanca kızı ile üçüncü

gurubun üst derecede olan kızı eşit olur. Zira bunlardan herbiri ölen kişiye üç vasıta ile

ulaşmaktadırlar.

ikinci gurubun en alt sırasındaki kıza gelince; ona da üçüncü gurubun orta sırasındaki kız eşit olur.

Çünkü bunlardan herbiri ölüye dört vasıta ile intisab eder.

Üçüncü gurubun alt sırasındaki kıza gelince ona hiç kimse eşit değildir. Çünkü o ölen kişiye beş

vasıta ile intisab etmektedir. öbür kızlar arasında ise bu şekilde olan birisi yoktur.

«O zaman her ikisine... altıda bir verilir ilh...» Altıda bir hisse almaları şu sebeptendir: Birinci

gurubun üst sırasında olan kız ölenin özkızı yerine geçtiği için ondan bir derece aşağı olanlarda

oğlun kızları yerine kaim olmuşlardır.

«Alt sıradaki kızlara terikeden hiçbirşey verilmez.» Bunlar da dokuz kızdan. geriye kalan altısıdır.

Zira o üç kız için üçte iki tamamlanmıştır. Geri kalan kızlara farzdan hisse kalmadığı gibi onların

asabelikleri de yoktur. Böyle olunca do terikeden miras alamazlar.

«Ancak onlardan birisi ile beraber bir erkek bulunursa ilh...» Eğer o erkek birinci gurubun alt

sırasındaki kızla beraber olursa, birinci gurubun üst sırasındaki kız malın yarısını alır. Birinci

gurubun orta sırasında olan kızda, ikinci gurubun üst sırasındaki kız ile birlikte altıda bir alır. Geriye

kalan üçtebir de o erkek ile, birinci gurubun alt sırasında olan kız, ikinci gurubun orta sırasındaki

kız ve üçüncü gurubun üst sırasındaki kız arasında, erkeğe iki kadına bir itibariyle, beşe bölünerek

taksim edilir.

İkinci gurubun alt sırasındaki kız ile üçüncü gurubun orta sırasındaki ve aşağı derecedeki kızlar ise

terikeden birşey alamazlar.

Eğer o erkek, ikinci guruptaki alt sıradaki kızla beraber olursa kalan üçtebir onunla, birinci gurubun

aşağı sırasındaki kız, ikinci gurubun orta ve aşağı sırasındaki kızlar ve üçüncü gurubun yukarı ve

orta sırasındaki kızlar arasında. erkeğe iki kadına bir itibariyle. yediye bölünerek taksim edilir.

Üçüncü gurubun alt sırasındaki kız ise sâkıt olur.

Eğer o erkek üçüncü gurubun alt sırasında olan kızla beraber olursa kalan üçtebir onunla, alt

sıralarda olan altı kız arasında sekize bölünerek. yine erkeğe iki kadına bir itibariyla, taksim edilir.

Eğer o erkeğin birinci gurubun üst sırasındaki kızla beraber olduğu farzedilse malın tamamı onunla

kızkardeşi arasında, erkeğe iki kadına bir itibariyle, taksim edilir. Alt sıradaki kızlara ise bir şey

kalmaz. Onlar da sekiz tanedirler.

Eğer o erkeğin birinci gurubun orta sırasındaki kızla beraber olduğu farzedilse, o zaman birinci

gurubun yukarı sırasındaki kız malın yarısını alır kalan da o erkek ile onun seviyesinde olan, birinci

gurubun ortanca kızı ile ikinci gurubun yukarı derecedeki kızı arasında, erkeğe iki kadına bir

itibariyle, taksim edilir.

O erkeğin, ikinci gurubun üst sırasındaki kızla beraber olduğu farzedildiği takdirde de durum aynı

şekildedir.

Bu suretlerdeki meselelerin tashihine gelince, onu daha sonra anlayacaksın. Onun burada ele

alınmasına lüzum yoktur.

Bilinmelidir ki: Kitap'ta geçtiği şekilde kızların muhtelif derecelerde zikredilmesine «teşbib»

meselesi denilmiştir. Zira bu mesele inceliği ve güzelliği ile zihinler onda ısrar eder ve kulakları onu

dinlemeye meyleder. Bu mesele, güzelliğinden ve kulak vermeye çağırdığı için şairin gazel

ylemesine benzetilmiştir. Seyyid'in Şerhinden...

«Farz sahibi olmayıp ilh...» Ama farz sahibi olan kız kendi payını alır ve o erkekle asabe olmaz. O da

terikenin yarısını alan, birinci gurubun yukarıda sırasındaki kız ve ikinci gurubun üst sırasındaki kız

ile beraber birinci gurubun orta sırasındaki kızdır. Zira bunların ikisi altıda bir alırlar.

Bu ifade, o erkeğin hizasındaki değil, kendisinden bir üst derecede olan kız için muteber bir kayıttır.

Zira o erkek, kendi hizasındaki kızı mutlak olarak asabe yapar. Seyyid.

«Onun altındaki derecede olanların ise hepsi düşer.» Yâni derece bakımından, o erkeğin altında



olan kızlar... «Seyyid ve... ibaresi ilh...» Yâni musannıfın de, özellikle, «onların ikisi terikeden kalanı

taksim ederler» sözü ile birlikte.. Seyyid'in dediği gibi söylemesi gerekirdi.

«Ölenin onabir erkekkardeşi ilh...» Kadın sanki iki kardeşle evlenmiş ve herbirinden birer oğul

doğurmuş, o iki kardeşinde diğer bir kardeşlerinin başka bir kadından çocuğu olmuş ve o kadının

iki oğlundan biri ölmüş geriye amcasının oğlu olan (ana bir) erkek kardeşini ve diğer amcasının

oğlunu bırakmış gibi olur.

«Amcasının diğer oğlu kocası olsa». O ikisinde biri yani kadının amcasının oğullarından biri koca

olsa dese daha açık olurdu. T.

«Terikeden kalanı da asabelik yoluyla aralarında taksim ederler».Kalan, birinci surette altıda beş,

ikinci surette de yarısıdır. T.

«Zira hem farz sahibi olarak hem de asabe olarak miras almasına mani bir hal yoktur.» Bu söz

şundan kaçınmak için söylenmiştir: Eğer birinci surette, ölenin bir kızı olsa o zaman o kız malın

yarısını alır. amcasının oğlunu da anne bir kardeşi olma dolayısıyla altıda birden hacbeder.

Hacbedilen ile diğer amca oğlu kolanda müşterektir.

İkinci surette de eğer zevcenin anne-bir kız-kardeşi varsa terikenin yarısını alır diğer yarısını da farz

olarak kocası alır.

Amcasının annesinden olmayan diğer oğlu gibi. kocası olan amca oğluna da amca oğlu olma

sebebiyle birşey verilmez.

«Hem farz hemde asabelik cihetiyle ilh...» Farz ciheti evlilik ve anne-bir erkek-kardeşlikle, asabelik

ciheti de amcasının oğlu olmasıyladır. T.

«Farz sahibi olarak ilh...» Yâni farz ve asabelik yoluyla miras almak. T.

«Bir cihetle...» ki bu da babalıktır. T.

«... Ancak baba veya babanın babası olması gerekir.» Yâni baba oğlundan, kızı ve oğlunun kızı ile

birlikte hem farz hem de asabelik yoluyla miras alır. Nitekim daha önce geçmişti.

«Benzer asabeliğin iki ciheti bir arada bulunur.» Yâni o iki cihetle miras almasına bakılmaksızın...

Zira burada o cihetlerden biri ile miras alır:

Zira oğulluk ciheti amcalık ve velâ cihetlerine tercih edilir.

«Bazen de faz sahibi olmanın iki ciheti bir arada bulunur.» Bunun şekli şöyledir: Bir mecûsi kendi

kızı ile evlense ve ondan çocuğu olsa bu çocuk o kadının hem oğlu hem de kardeşidir. Çocuk

öldüğü zaman geriye hem annesi hem de kız-kardeşi olan bir kadın bırakmış olur. Böyle olunca da

o kadın farzın iki cihetiyle miras alır. T.

«Bu da ancak mecûsilerde tasavvur ediIir.» Ben derim ki: Kitâbu'l-Hudadda geçti ki, nikâhı haram

olanla cinsi ilişki mahallin şüpheli olduğu yerlerdendir ve ulemanın Nehir bahsinde inceledikleri

üzere ondan nesep sabit olur. Oraya .müracaat et!

Sekbu'l-Enhur'da şöyle denildiğini gördüm: Bu ancak mecûsilerin evliliklerinde ve müslümanların

ve başkalarının şüpheli münasebetlerinde tasavvur edilir. Müslümanların sahih olan nikahlarında

ise tasavvur edilemez. Bunun tamamı ileride gelecektir.

«İmam Şafiî'ye göre ise cihetlerin en kuvvetlisi ile». Bu da kişinin her halükarda miras aldığı

cihettir. Bir oğul ölse ve geriye kız kardeşi olan annesini bıraksa. bize göre o kadın annelik cihetiyle

üçte bir kız-kardeşlik cihetiyle de yarı olmak üzere iki cihetten miras alır.

Şafii'ye göre ise o kadın başka cihetle değil sadece annelik cihetiyle miras alır. Nitekim

Gûrerû'I-Efkâr'da da böyledir.

«Son iki sınıfa... ortak olurlar.» Yâni anne bir erkek kardeşlerle ana-baba-bir erkek-kardeşler

arasında bölüştürülür. Bundan dolayı da bu meseleye «müşerreke meselesi» demişlerdir.

«Aynı şekilde, Malik ve Şafiî anne-baba-bir kız-kardeş veya baba-bir kız-kardeşe terikenin yarısını,

kocası ve annesi ile birlikte dedeye altıdabirini farz olarak vermişlerdir.» Şârihin söylediğinin

aksine Şanşûrî'nin zikrettiğine göre Ahmed de aynı görüştedir. Ebû Yusuf ve Muhammed'in de

görüşleridir.

Bu meseleye «ekderiye meselesi» denilmiştir. Zira bu mesele Zeyd'e mezhebini bulandırmıştır.

«Dokuza avledilir...» Kocaya üç, anneye iki, dedeye bir, kızkardeşe de üç hisse verilir. Şu kadar var

ki, kız-kardeş kendisine farz olarak verilende yalnız olsa, dededen fazla alır. Kız-kardeş farzdan



sonra dede vasıtası ile asabeliğe çevrilir. O zaman onun hissesine dedenin hissesi de ilâve edilir ve

dördü aralarında üçe bölerek ikili birli taksim ederler. Zira dede için mukâseme malın tamamının

altıda birinden ve geri kalanın üçte birinden daha hayırlıdır. Bu mesele yirmiyediden tashih edilir.

Konunun tamamı Sekbu'l-Enhur'dadır.

«Kız kardeş mirastan düşer». O zaman kocaya yarı, anneye üçte bir geri kalanda dedeye verilir. Bu

meselenin aslı altıdan yapılır.

«Müftâbîh görüşe göre ilh...» Yâni İmam-ı Azâm'ın «benû'l-ayân ile benû'l-allat dede ile düşer»

sözünden, anlaşılan görüşe göre... İmameyn ise buna muhalefet etmişlerdir.

«Yukarda geçtiği gibi...» Yâni Hacb bahsinde... Allah Teâla en iyisini bilendir.

 

 

 

 

AVL BABI

M E T İ N

İleride de geleceği gibi, avlin zıddı reddir. Avl; farzlar çok olduğu takdirde sehimlerin, farizanın

mahrecinden fazla olmasıdır. Noksanlığın, farz sahiplerinden her birinin hisse miktarınca olması

için yapılır. (Terike yetmediği için) alacaklıların hisselerinin noksanlaşmasına benzer.

Avl ile ilk hükmeden Hz. Ömer (r.a.)'dır.

Mahrecler yedidir. Bunlardan dördü avl olmaz; iki, üç, dört ve sekiz... Üç mahreci ise bazen ihtilat

(karışma) ile avlolur. Nitekim mehâric bâbında gelecektir;

Altı, ona kadar tek veya çift olarak dört kez avlolur. Meselâ altı,

a - Yediye avleder, bir kadının ölüp geriye kocası ile anababa-bir iki kız-kardeşini bırakması gibi.

b - Sekize avleder: Bir kadının ölüp geriye yukardaki varislerle birlikte annesini de bırakması gibi...

c - Dokuza avleder, bir kadının ölüp geriye yukardaki varislerle birlikte anne-bir erkek-kardeşini

bırakması gibi...

d - Ona avleder: Yukarda geçen varisler ve birlikde, diğer bir ana -bir erkek kardeşinin bulunması

gibi.

Oniki de, onyediye kadar çiftlere değil, tek sayılara, üç kez avl olur. Meselâ bir kişi ölse ve geride

karısı iki kız-kardeşi ve annesi kalsa oniki onüçe avleder.

Oniki ayrıca, yukardaki varislerin yanı sıra annebir erkek-kardeş de bulunursa onbeşe avleder.

Oniki birde onyediye avleder; aynı varislerle birlikte başka bir anne-bir erkek kardeşin bulunması

halinde olduğu gibi.

Yirmidört ise sadece yirmiyediye avleder. Meselâ : Bir kişinin ölüpde geride karısı iki kızı ve

ana-babasının kalması gibi... Bu meseleye «minberiye» denilir.

Yukarıda da geçtiği gibi redd avlin zıddıdır. O halde red (varisler arasında), asabe olmadığı takdirde

farzlardan artan mikdarın farz sahiplerine hisseleri miktarınca reddedilmesidir. Bu konuda icmâ

.vardır. Çünkü beytü'l-mâl bozulmuştur. Ancak, kaya ve kocaya redd yapılmaz.

Hz. Osman (r.a.) «Karı-kocaya da reddin yapılacağınıylemiştir. Bunu musannıf ve başka âlimler

ylemişlerdir.

Ben derim ki: İhtiyâr'da kati olarak ifade edildiği üzere, bu, râvinin bir vehmidir. Oraya müracaat eti!.

Yine ben derim ki: Eşbâh'ta zamanımızda beytü'l-mâl bozulduğu için karı kocaya da redd yapılır

denilmiştir. Biz bunu velâ bahsinde takdim etmiştik.

İ Z A H

Feraizin meseleleri üç kısımdır. Bunlar: Adile, âzile ve âiledir. Yâni ferâiz meseleleri ya kesirsiz

olarak veya redd ile yada avl ile taksim edilir.

«Avl» Lügatte: Meyl ve cevr manasındadır, galebe ve «yükseltme» manalarında da kullanılır.

Istıtâhi manasının ilk lügat manasından alındığı söylenmiştir. Zira mesele, terike sahipleri üzerine

cevr ile meyletmiştir. Çünkü onların farzlan, avl ile noksanlaşmıştır.

Meselelerle ilgili olarak geçen taksim bu hususta sarih gibidir, zira âdile kelimesi cevrin mukabili

olan «adl»den alınmıştır.

Bazı âlimler de avl'in ıstılâhî manasının, lügat manasının ikincisinden alındığını söylemişlerdir. Zira

mesele, terike sahiplerini zarara sokmakla galebe çalmıştır.

Bazı âlimler ise avlin, üçüncü lügat manadan alındığını söylemişlerdir. Zira farzlar toplandığında

meselenin mahreci darlaşınca, terike, o mahreçten daha fazla bir rakama yükseltilir, sonrada

taksim edilir. Böylece vârislerin hepsinin farzları noksanlaşır Bunu Seyyid ihtiyâr etmiştir.

«Avlin zıddı reddir.» Zira avl ile farz sahiplerinin payları noksanlaşan, meselenin aslı ise artar. Red

ile ise paylar artar, meselenin aslı eksilir. Diğer bir ifade ile avlde sehimler mahreçten fazla olur,

redde ise mahreç sehimlerden fazla olur. Seyyid.

«Sehimlerin fazla olmasıdır». Yâni vârislerin sehimlerinin... T.

«Farizanın mahrecinden ilh...» Yâni farz kılınan sehimlerin mahrecinden... O mahrece meselenin

aslı denilir. Meselenin aslı da: Vârislerden her bir gurubun paylarının kusursuz olarak alınabileceği

en küçük sahih sayıdan ibarettir. Sekbu'l-Enhûr.



«Alacaklıların hisselerinin noksanlaşmasına benzer» Yâni terikenin kafi gelmediği borçlar ki,

alacaklıların bir kısmı ödeme hususunda diğerlerinden öncelikli değildir. Noksanlık herkesin hakkı

kadar olur.

«Avl'e ilk olarak hükmeden Hz. Ömer (r.a.) dir.» Zira Hz. Ömer, mahrecin farzlara yetmeyecek

şekilde az geldiği bir suretle karşılaşmış, ve sahabe ile istişare etmiştir. Hz.Abbas avl yapılmasına

işaret etmiş, Hz. Ömer de «Feraizi avledin!» demiştir. Sahabelerde ona uymuş ve hiçbirisi bunu

inkar etmemiştir. Ancak Hz.Abbas'ın oğlu, babasının ölümünden sonra buna karşı çıkmıştır. Bu

bahsin tamamı Seyyid'in şerhi ve diğer kitaplardadır.

«Mahrecler yedidir.» Bu konunun vechi şudur: Farzlar altıdır: Bunlar da iki nevidir: Birincisi: yarı

dörttebir ve sekizdebir, ikincisi ise, üçte iki, üçtebir ve altıda birdir. Bu farzların da ikişer hali vardır.

Birisi infirad (bir meselede tek bir farzın olması) diğeri de ictima (bir meselede birden fazla farzın

bulunması) halidir. İnfirad halinde mahreçler beştir. Yarı için iki. dörttebir için dört, sekizdebir için

sekiz, üçtebir ve üçte iki için üç, altıdabir içinde altıdır.

Farzlar ictimâ ettiği takdirde bakılır. Eğer hepsi aynı neviden ise zikredilen bu beş kısmın dışına

çıkmazlar. Zira en aşağı mahrece itibar edilir. O halde meselede yarı ve dörttebir hisseler bulunursa

mesele dörtten halledilir. Yarı ve sekizdebir olursa sekizden olur. Üçtebir ve altıdabir olursa altıdan

olur.

Eğer farzlar iki guruptan da olursa, meselâ, birinci nevlden yan ikinci nevinin hepsi veya bir kısmı

ile karışırsa mahreç altı olur, ve bu yukardaki gibi beş kısmın dışına çıkmaz.

Eğer ikinci nevinin tamamı veya bazısı ile birlikte dörttebir bulunsa mahreç oniki olur. Eğer ikinci

nevinin tamamı veya bir kısmı ile sekiz de bir hisse bulunsa mahrec yirmidört olur. Bu iki durumda

zikredilen beş mahrece ilâve edilince mahreçler yedi olur. Bu bahsin izahı «mehâric» bâbında

gelecektir.

«Bunlardan dördü avl olmaz.» Çünkü mal. ya bu mahreçlere taalluk eden hisselere yeter, yada

hisselerden fazla olarak maldan birşeyler artar. Bunun izahı Minah'tadır.

«Üç mahreci ise bazen avl olur.» Onun avl olacağı rakam, altı, altının iki kafi ve iki katının iki katıdır.

Müellif burada «bazen» sözü ile, üç mahreci için avlin lazım olmadığına işaret etmiştir.

«İhtilat (karışım) ile ilh...» Yâni iki neviden birisinin diğer nevinin ya tamamı veya bir kısmı ile

karışması halinde... Nitekim beyan etmiştik.

«Attı ona kadar tek veya çift olarak ilh...» Yâni altı mahreci onda son bulan tek veya çift sayılara

avledebilir.

«Bu meseleye minberiye denilir.» Zira bu mesele Hz. Ali'ye Kûfe'de minberde, hutbesinde: «Allah'a

Hamdolsun ki o kati olarak hak ile hükmeder, her nefsi çalışması ile mükafatlandırır ve dönüş

ancak onadır» derken sorulmuş. O da hemen «kadının sekizdebir hissesi dokuzda bir olmuştur»

demiş ve hutbesine devam etmiştir. Dinleyenler onun zekâsına hayran kalmışlardır. Dürrü Müntekâ.

«Çünkü beytü'l-mâl bozulmuştur.» Bu, icmâın illetidir, ama yerinde değildir. Çünkü Malikî

mezhebinde meşhur olan görüşe göre beytü'l-mâl muntazam olmasa bile, varislerin farz olan

hisselerinden artan beytü'l-mâle verilir. Şafiî'nin mezhebi deyledir. İmam Mâlik'ten, bizim

(Hanefilerin) dediğimiz gibi de rivâyet edilmiştir.

Şafîî mezhebinin muteahhir fakihleri de beytü'l-mâl muntazam olmadığı takdirde, artanın farz

sahiplerine reddolunması ile fetvâ vermişlerdir Bu Gûreru'l-Efkâr'da ifade edilmiştir.

«Ve diğerleri ilh...» Yâni Sirâciye şerhleri ve Kenz... Ruhu'ş-Şurûh'ta şöyle denîlmiştir: «Bu hususta

Hz. Osman'ın delili şudur. Farz avledildiği takdirde noksanlık sehimlerin hepsinde olur. O zaman

sehimlerden artanın farz sahiplerinin hepsine verilmesi gerekir. Çünkü herkes avlden dolayı

hissesine gelen noksanlık kadar alır.»

Bunun cevabı şudur: Karı-kocanın birbirlerinden miras almaları kıya. sın hilafınadır. Zira onların

birbirlerine bağlılığı nikah iledir. O da ölüm ile kesilmiştir. Kıyasa muhalif olarak nass ile sabit olan

hüküm o nassın varid olduğu yere mahsustur. Karı-kocanın farzlarının artması hususunda ise nass

yoktur.

Miraslarını nefyedeni kıyasa meyille onların paylarına noksanlık girince noksanlığa hükmedildi,

fakat delil bulunmadığından dolayı red ile hükmedilmedi. yle olunca meseledeki fark anlaşıldı ve

gerçek açıklandı. T. Özetle...

«Eşbâh'ta... denilmiştir Hh...» Kınye'de denilmiştir «Zamanımızda, beytü'l-mâlin bozulmuş



olmasından dolayı, karı-kocaya da red yapılmasına fetvâ verilir» denilmiştir. Zeylaî'de Nihaye'den

naklen şöyle demektedir: «Karı-kocanın birisinin farzından arta kalan mal öbürüne reddolunur.

Kişinin süt-kızı ile süt-oğlunda böyledir. Onlara da sarfedilebilir.»

Müstesfâ'da : «Günümüzde, karı-kocaya red yapılması yolunda fetva verilmelidir. Bu da, bizim

müteahhir âlimlerimizin sözüdür» denilmiştir.

Haddadi demiştir ki: «Günümüzde fetvâ, karı-kocaya red yapılması yolundadır.»

Muhakkik âlim Ahmed bin Yahyâ bin Sad et-Taftâzânî de şöyle der: «Alimlerimizin çoğu, ölenin

yakınlarından. karı-kocadan başka kimse olmaz ise, karı-kocaya red yapılmasına fetvâ vermişlerdir.

Çünkü zamanımızda İmam bozulmuştur. Hakimler de zalimdirler. Mûtıkın kızlarını ve zevi'l-erhâmını

ölene varis kılmakla da fetvâ verilir.»

Aynı şekilde, Herevîde : «Âlimlerimizin birçokları mûtıkın kızları ile zevi'l-erhâmını varis kılmaya

fetva vermişlerdir.» Ebu's-Suud Kâzerûni'nin Sirâciye Şerhi'nden...

Ben derim ki: Hidâye şerhi Miracu'd-Dirâye'de şöyle denilmektedir: «Bazı âlimler tarafından

denilmiştir ki: Bir adam öldüğünde mirasçısı olmasa da sadece mûtıkının kızı kalsa, malının hepsi

ona verilir. Ama bu miras olarak değil ölüye en yakını olduğu içindir. Aynı şekilde, karıkocadan

birinin farzından artan da öbürüne reddedilir. Aynı şekilde, kişinin sütkızı ve süt oğluna da verilir.

Bu şekilde fetvâ verilmesi beytü'l-mâlin olmamasından dolayıdır.»

Müstesfâ'da şöyle denilmiştir: «Günümüzde karı-kocadan birinin farzından arta kalan varislerden

onu hak edecek kişi bulunmadığı durumda, ona (karı veya kocaya) reddedilir. Çünkü beytü'1-mâl

yoktur. Zira zâlimler, beytü'l-male konulan malı yerinde sarfetmiyorlar. Şafiî'nin ashabının

bazılarından böyle nakledilmiştir. Ayrıca onlar bu manadan dolayı zevi'l-erhâmında varis

kılınacağına fetvâ vermişlerdir

Şarih, Dürrü'l-Müntekâ'nın Kitâbu'l-velâ bölümünde şunları söylemiştir: Ben derim ki: Şu kadar var

ki bana ulaşan bilgiye göre Şafiiler bununla fetvâ vermemişlerdir. Uyanık ol!

Ben derim ki: Biz zamanımızda yle fetvâ verildiğini duymadık. Hatta metinlere zıt olduğu için

yle fetvâ verilmemiş olması muhtemeldir. Şu kadar var ki: Metinlerin, ancak mezhep ne ise onun

nakli için vaz edildikleri aşikardır. Bu mesele ise müteahhir ulemanın zikredilen illetten dolayı,

mezhebin aslına muhalif olarak fetvâ verdikleri meselelerdendir. Nitekim mezhebin aslına muhalif

olarak, Kur'an-ı öğretmek üzere ücret alma meselesinde de buna benzer fetvâ vermişlerdir. Zira

onlar Kur'an'ın zayi olmasından korkmuşlardır. Bunun benzerleri çoktur. Özellikle zamanımızda

Şârihlerin, bu meselede zikrettikleri fetvâ ile amel edilsin! Çünkü beytû'l-mâlın vekili olan kişi o malı

alır ve kendine ve hizmetkarlanna sarfeder ama beytü'l-mâle ondan hiçbirşey ulaşmaz.

Bu meselenin özeti şudur: Metinlerdeki bilgi ancak beytü'l-mâl muntazam olduğu zamana hastır.

Şârihlerin sözü ise beytû'l-mâl muntazam olmadığı zamana aittir. Bu durumda aralarında çelişki

yoktur. Zamanımızda böyle fetvâ verme imkanı olan kişi bununla fetvâ versin. Ve lâ havle ve lâ

kuvvete illâ billah...

M E T İ N

Red meseleleri dört kısımdır. Zira red yoluyla varis olanlar ya bir sınıftır veya daha fazladır. Bu

kısımlardan herbirinde «menlâ yuraddu aleyh» (kendisine redd yapılmayan kişi) ya bulunur veya

bulunmaz.

Birincisi: Eğer kendilerine red yapılanlar iki kız kardeş veya iki nine gibi, aynı cinsten olurlarsa işi

uzatmamak için daha başlangıçtan mesele sayılarının tamı olan rakamdan alınarak, taksim yapılır.

İkincisi: Kendisine reddedilecek kişiler iki veya üç cins olursa -ki araştırmalar daha fazla

olamıyacağını gösteriyor- o zaman mesele mesafeyi kısaltmak için sehimlerinin sayısından taksim

edilir. Meselâ sehimlerde iki tane altıda bir olursa ikiden, üçtebir ve altıdabir bulunursa üçten, yarı

ve altıda bir bulunursa dörtten taksim edilir. Üçte iki ve altıda bir olursa beşten taksim edilir.

Üçüncüsü : Birincisi ile yani aynı cinsten olan redde hakkı olanlarla beraber, kendisine red

yapılmayan birisi bulunursa, -ki o da karı-kocadır- kendisine red yapılmayanın farz hissesi,

meselenin aslının mahreçlerinin en azından verilir. Geri kalan da kendilerine red yapılanların

sayısına göre taksim edilir. Meselâ bir kadının ölüp geride kocası ve üç kızının kalması böyledir...

Bu durumda, meselenin aslı dörtten olur, biri kocaya verilir, geriye üç hisse kalır. O da üç kıza denk

düşer. O zaman çarpmaya ihtiyaç kalmaz. Eğer kalan. redde hakkı olanlara denk düşmezse: Şayet

onların sayılan, küsürata meydan bırakmadan kalanı bölüşebilecek şekilde ise (muvafık ise) mesela

bir kadın ölerek geriye kocasını ve altı kızını bırakırsa o zaman onların vefki -ki burada ikidir-



kendisine redde bulunulmayanın hissesinin mahreci ile çarpılır. Bu da burada dörttür. Sonuç

sekize ulaşır. O zaman sekizden ikisi kocaya, altısı da birercik kızlara verilir.

Burada bazı tabirleri açıklamak gerekir: îki sayı, üçüncü bir sayıya bölündüğünde kalan olmazsa

aralarında tevafuk vardır. Meselâ 6 ile 4 biri birlerine bölünmez, fakat ikisinde, 2 ye kalansız olarak

bölünebilir. Dolayısıyle bu iki sayı arasında iki ile «tevâfuk» vardır. Bu sayılarda ikiye

bölündüğünde: Çıkan 3 altının «vefkı» 2 de dördün «vefkı»dır. iki sayı biri birlerine veya baçka bir

sayıya kalansız olarak bölünemiyorsa aralarmda «tebayün» vardır demektir. 3.4.7.8. gibi. iki sayı

biribirinin aynısı ise aralarında «temasûl». vardır. 2:2 gibiyük sayı küçük sayıya kalansız olarak

bölünebilirse aralarında «tedahûl»var demektir. (Mütercim)

Eğer artan mikdar, kendilerine red yapılacakların sayısına muvafık değil, mübayin olursa

(aralarında tevafuk değil, tebayün olursa) o zaman kendilerine red yapılacakların sayısı zikredilen

mahreçle çarpılır. Meselâ bir kadın ölerek geriye kocasını ve beş kızını bıraksa, meselenin mahreci

dörttür, dörttebir kocaya verilir. Geriye üç kalır, bu üç de (kızların sayısı olan) beşe mübayındır. O

zaman dört beş ile çarpılır ve yirmiye ulaşır. Kocaya bir (hisse) verilir ki bu da beş ile çarpılınca beş

eder. Geriye üç (hisse) kalır. Bu üç de beşle çarpılınca onbeşe ulaşır o da herbir kıza üçer üçer

verilir.

İ Z A H

«... Veya daha fazladır.» Yâni (kendilerine red yapılacaklar) iki veya üç sınıftır. Şârihin de ileride

zikredeceği gibi daha fazla olamaz.

«Eğer kendilerine red yapılanların cinsi bir olursa ilh...» Bu söz, o cinsin tek bir şahıs veya daha

fazla olması haline şamildir. Bundan dolayı Allâme Kâsım «Bir anne, veya bir nine bir kaç nine veya

bir kız, birkaç kız veya bir oğul-kızı, birkaç oğul-kızı veya anne-baba bir kız-kardeşleri, baba-bir kız

kardeşleri veya ana bir erkek kardeşlerden bir veya daha fazlası gibi.» sözü ile misâl vermiştir.

«Adedi ruuslarından». Yâni meselede birden fazla şahıs olduğu takdirde onların sayılarından... Eğer

red yoluyla miras alacak kişi tek ise, mesele bir olur. Şerhu İbnu'l-Hanbeli.

«İşi uzatmamak içln ilh...» Yâni taksimi bir defada bitirmek için... Şayet varislerden herbirine hakkı

olan hisse verilse, sonra da terikeden artan aralarında hisseleri kadarıyla bölüştürülse taksim iki

kere yapılmış olur. Seyyid.

«İki veya üç cins olursa ilh...» Ninelik, kardeşlik veya kızlık ve annelik gibi varis olma yönünden iki

veya üç cins olursa... Her iki cinsin hissesi aynı olsa nine ile annebir kız-kardeş gibi ki bunların her

birinin hissesi altıdabirdir. Veya üç cinsten ikisinin hissesi aynı olsa -kız, oğul-kızı ve annenin

birlikte olmaları gibi herne kadar kız sözü, kızı da oğulun kızını da kapsasa bile kızlık bir sebep

oğul-kızlığı da, diğer bir sebeptir. O zaman bu meselede yalnız iki cins değil, üç cins vardır.

İbnu'l-Hanbelî.

«Araştırma ilh...» Kendilerine red yapılanların cüzlerini araştırma sonunda ilh...

«Sehimlerinin sayısından ilh...» Bu sehimlerde dört tanedir. Onlar iki. üç, dört ve beştir. Şârih

bunları zikretmiştir. Ve bunların hepsi, bizim de ileride zikredeceğimiz gibi. altıdan alınmıştır.

«İki tane altıdabir olursa ilh...» Meselâ bir kişi ölse ve geride ninesi ve anne-bir kız-kardeşi kalsa

mesele altıdandır. Altıdan ikisi bunlara farz hisse olarak verilir. Bu durumda iki, meselenin aslı

kılınır ve terike aralarında yarı yarıya taksim edilerek her birine malın yarısı verilir. Seyyid.

«Üçtebir ve altıdabir bulunursa ilh...» İki anne bir kardeş ve anne gibi... Burada mesele yine altıdan

olur; anne bir iki kardeşe üçtebir anneye de altıdabir verilir. Buna göre mesele bunların

sehimlerinin sayısı olan üçten yapılır. Bunun da yolu şudur: En aşağı hissenin benzerlerinden, fazla

olandakine bakılır ve o ona eklenir. O zaman, üçte birde iki tane altıda bir vardır ve onlar annenin

hakkı olan altıdabire eklenir. Kâsım.

«Eğer yarım ve altıdabir hulunursa ilh...» Kız ve oğul kızı veya kız ve anne gibi... Zira mesele bunda

da altıdandır. Altıdan alınan sehimlerin toplamı dörttür. Bunların üçü kıza, biride oğulun kızına veya

anneye verilir. Bu durumda da mesele altıdan değil dörtten olur: Dolayısıyla terike dörde bölünüp

üçü kıza biri de anneye veya oğul kızına verilir. Seyyid.

«Üçte iki ve altıda bir gibi olursa ilh...» İki kız ve anne gibi... «eğer» ile değil «gibi» ile örnek

vermiştir. Zira «beş» için üç sûret vardır. Birincisi yukarda geçendir. İkincisi ise yarı ile iki altıda

birdir. Bu da, kişinin kızını oğlunun-kızını ve annesini bırakması gibidir. Üçüncüsü ise yarı ve üçte

birdir ki bu da, kişinin annesi ile veya anne-bir iki kız-kardeşiyle birlikte, anne-baba-bir kız-kardeşini

bırakması gibidir.



Bu üç surette de mesele yine altıdan haledilir. Altıdan alınan hisseler de beştir. Buna göre «beş»

meselenin aslı kılınır ve terike beşe taksim edilir.

BİR UYARI :

Zikredilen vecihlere göre yapılan taksim eğer varislere tam denk olursa güzel. Aksi halde, meselâ

kişi ölerek geriye kızını ve üç tane oğul kızını bırakmış olsa, o zaman kızına üç hisse verilir. ki bu

ona uygundur. Oğul-kızlarına is&bir hisse verilir. Bu da onlara denk düşmez. Böyle olunca

hisselerin küsura uğrayanların sayısı olan «üç» meselenin mahreci dörtle çarpılır. O da oniki eder.

Onikiden dokuzu kıza, üçü de üç oğul-kızına verilir. Seyyid.

«Geri kalan da kendilerine red yapılanların sayısına göre taksim edilir.» Yâni o mahreçten kalan. bir

cinsin fert sayısına göre taksim edilir. Bu malın tamamının içlerinde kendisine red

yapılmayanlardan hiç kimse olmadığında, malın tamamının, kendi fert sayılarına göre taksim

edilmesine benzer.

«O zaman meselenin aslı dörtten olur.» Meselenin aslı on ikidendir. Çünkü dörtte bir ile üçte iki bir

araya gelmiştir. Gelecek iki mesele de bunun benzeridir;

«... Denk düşmezse ilh...» Yân! o mahreçten arta kalan. kendilerine red yapılacak olanların sayısına

denkse...

«Onların vefki çarpılır;» Yâni onların sayılarının vefki...

«Ki burada ikidîr.» Çünkü fert sayısı altıdır. Mahreçten arta kalan da üçtür, ve aralarındaki

muvafakat da üçte bir hesayladır. Yerinde de bilindiği gibi, burada tedahüle itibar edilemez.

«...Muvafık değil ise ilh...» Yâni kalan, terikeden alacakların sayısına muvafık değilse...

«O zaman dört, beş ile çarpılır.» İbarenin önüne ve sonuna uygun olanı beşi dört ile çarpılır,

denilmesidir. T.

Zira çarpan, varislerin sayısı olan beştir, çarpılan -ki o da mahreçtir- ise dörttür.

M E T İ N

Dördüncüsü: Eğer ikinci gurupla beraber kendilerine red yapılmayanlardan birisi bulunsa -yani

yalnız iki cins ile ki burada, araştırma ile bilinmektedir ki daha fazlası yoktur, zira dört tâife ile

birlikte, aslâ red yapılmaz. Her halde Musannıfın, geçen metinde, iki cins üzerine iktisâr etmesinin

nüktesi de bu olabilir, aksi halde «ikincisi» ile tamamı değil bazısı irade olunurdu- o zaman

kendisine red yapılmayanların hisselerinin mahrecinden kalan, redd yoluyla alacakların sayısına

denk düşerse, onların meselesi üzerinden taksim edilir. Meselâ bir kişi ölerek geride karısı dört

ninesi ve altı annebir kızkardeşi kalsa, taksim denildiği gibi yapılır. Şöyleki: Burada, kendisine red

yoluyla miras verilmeyecek olanın mahreci dörttür. O halde zevceye dörtten bir verilir. geriye üç

kalır. Bu da ninelerin sehimleri ile anne-bir kız-kardeşlerin sehimlerine uygun düşer. Şu kadar var ki

ileride de geleceği gibi her gurubun tek tek fertlerine göre kusûrlu olur. Eğer onlara uygun

düşmezse o zaman, kendine red yoluyla miras verileceklerin meselesinin tamamı, kendilerine red

yapılmayanların mahreci ile çarpılır. Bu çarpmadan ortaya çıkan meblağ da, iki gurubun da

farzlarının mahrecidır. Dört zevce dokuz kız ve altı ninenin durumu dayledir. Bu konuda,

kendilerine red yapılmayanların mahreci sekizdir:

Zevcelere sekizde bir verilir ki bu da birdir. Geriye yedi kalır bu da kendilerine red yapılacakların

meselesine denk düşmez. Zira o burada beştir. Çünkü farzlar üçte iki ve altıdabirdir. Böyle olunca

beş, sekizle çarpılır ve sonuç kırk olur. Bu kırk, iki gurubun farzlarının mahrecidir.

Sonra kendilerine red yapılmayanların hisseleri-ki bu zevcelerin sehimleridir- kendilerine red

yapılanların meselesi olan beşle çarpılır, ki bu da beş eder, bu da dört zevcenin kırktan olan

haklandır.

Kendilerine red yapılanlardan herbir fıkranın hisseleri, ki bunların dördü kızların biri de ninelerindir,

kendilerine red yapılmayanların farzının mahrecinden kalan yedi ile çarpılır, o zaman dört kıza

yirmisekiz, ninelere de yedi verilir. İşte bu durumda gurubun farzı düzgün olur. Ama her gurubun

fertlerine göre kesirli olur. O zaman, «mahûric» bâbında gelecek olan yedi usûl ile tashih edilir.

Buna göre meselemizin tashihi bindörtyüzkırktan sahih olur. Birincisi ise kırksekizden sahih olurdu.

Eğer uzatma korkusu olmasaydı, burada biraz daha genişçe söz ederdim.

İ Z A H

«Dördüncüsü...» Yâni dört kısımdan dördüncüsü...



«Burada ilh...» Yâni kendisine red yapılmayanla, red yapılanların meselelerinin birleşmesi

durumunda. Ama meselede sadece kendisine red yapılan bulunursa; şârihin de yukarda sarahaten

ifade ettiği gibi, bazen üçte de olur. Bu da yarı ile iki tane altıdabirin birleşmesi sûretindedir.

«Zira dört tâife ile beraber asla red yapılmaz.» Yâni ister bunlardan birisi kendisine red

yapılmayanlardan kalan üçü red yapılanlardan. isterse dördü de kendisine red yapılanlardan olsun.

«Herhalde... olabilir;» Yâni reddin iki cinsten fazlasına olmayacağı tarzındaki sözleri..

Bunun özeti şudur: Musannıf ikinci kısımda, sadece iki cinse red yapılacağını söylemişti. Zira

musannıf yukarıda «Eğer. kendisine red yapılacak olanlar iki cins olursa...» demişti. Halbuki üç de

olur. Böyle demesi burada «eğer ikincisi ile ilh..» sözünün sahih olması içindir. Zira bununla üçü

kasdetmek sahih değildir. Hatta eğer musannıf geçen ifadesinde, sadece iki cinsle kalmayıp. üçü

de zikretseydi burada ikincisinden muradın «bazısı» olması gerekirdi ki bu da hepsi değil iki cinstir.

O da üçtür. Demekki musannıfın daha önce geçen ifadesinde, sadece iki cinsi zikr etmesi, orada üç

olamayacağı için değil, belki şârihin de Seyyid ve diğerlerine uyarak zikrettiği, araştırma hükmü ile

olamayacağı içindir.

Ben derim ki: Eğer araştırmanın sıhhati kabul edilirse bu da sahihtir. Halbuki araştırmanın sıhhati

kabul edilmez. Çünkü dört taifenin bir, arada bulundukları bir reddiye meselesi mevcuttur. O

mesele şudur: Bir zevce, kız, oğlunun kızı, anne veya nine birlikte bulunsalar, meselenin asıl

mahreci yirmidörttendir; zevceye sekizdebir verilir ki bu üçtür, kıza yarı verilir ki bu da onikidir,

oğlun kızına da üçte ikiyi tamamlamak için altıdabir verilir ki bu da dörttür. Anneye veya nineye de

altıdabir verilir, bu da dörttür. Geride de bir hisse artmıştır. Bu bir zevcenin dışındakilere

reddolunur, ki onlar da üç cinstirler. O zaman bu mesele Rahîku'I-Mahtum'da da zikrettiğim gibi

kırktan tashih edilir.

Sonra ben, bunu aynı bahiste Yakub'un haşiyesi ve İbnu'l-Hanbelî'nin şerhinde de gördüm.

Yakub: «Bu mesele, makamda varid olan eski bir şüphedir» der.

Demek oluyor ki musannıfın. ikinci kısımda «üçü de zikretmesi gerekirdi, o zaman da, buradaki

sözünde cinslerin bazıları değil hepsi kastedilmiş olurdu.

Allâme Kâsım, Bâkânî ve başka âlimler bu görüşe göre hükmetmişlerdir. Ama Şârih,

Dürrü'l-Müntekâ'da onlara itiraz ederek onların sehivlerine hükmetmiştir. Halbuki onların sözlerinde

sehiv yoktur. Seninde bildiğin gibi doğru olan. onların söyledikleridir. öyleyse çok hata edilen bu

makamda dikkatli ol!

«... Alacakların sayısına denk düşerse...» Yâni onların hisselerine denk düşerse... ister onların fert

sayılarına denk düşsün, ister denk düşmesin böyledir. Fert sayılarına denk düşmemesi musannıfın

misal verdiğidir. Denk düşmesi de: Zevce, nine ve anne-bir iki kız-kardeşin bulunması gibidir. Zira

zevcenin hissesinin mahrecinden kalan üç, ninenin ve iki kız-kardeşin sehimlerine de ve sayılarına

da denk düşer.

«Şu kadar var ki... her gurubun tek tak fertlerine göre küsürlü olur.» Yâni aded-i ruuslarına göre...

Zira dört ninenin payları birdir. Bir ise onlara tam olarak denk gelmez. Aksine sayıları ile sehimleri

arasında mübayenet vardır. O zaman biz onların sayılarının tamamını hıfzederiz. Aynı şekilde altı

kız-kardeşin hissesi ikidir ki bu da onlara göre denk değildir.

Ancak bunların sayıları ile, sehimleri arasında «yarı» oranı ile muvafakat vardır. O zaman biz,

kız-kardeşlerin sayılarına yarıya böleriz, ki o da üçtür. Sonra aded-i ruus ile ruus arasında

muvafakat ararız ama bulamayız. O zaman kızkardeşlerin ruuslarının fevki olan üçü, ninelerin sayısı

olan dört ile çarparız, sonuç oniki olur. Daha sonra bu onikiyi kendilerine red yapılmayanların

farzının mahreci olan dörtle çarparız ki o da kırksekiz olur. İşte o zaman mesele sahih olur; zevceye

bir verilir ve bu bir çarpılan sayı olan oniki ile çarpınca sonuç yine aynı olur. Yâni zevce

kırksekizden on iki alır. Ninelere de yine bir verilecekti. Bu biri on iki ile çârptığımızda o da oniki

olur. Bu onikiden, herbir nineye üç verilir. Altı kız-kardeşe de iki verilecekti. Bu ikiyi de oniki ile

çarptığımızda yirmidört olur. Altıkız kardeşten herbirine de dört verilir.Seyyid.

«İki gurubun da ilh...» Yani kendilerine red yapılmayanların ve ret yapılanların..

«Dört zevce ilh...» Bu meselenin aslı yirmidörttendir. Zira sekizde bir üçte iki ve altıda bir ile

karışmıştır. Fakat bu mesele, reddiyedir. Öyle olunca biz bu meseleyi, kendisine red yapılmayanın

hissesinin en az mahrecine reddederiz ki bu da sekizdir. Seyyid.

«Üçte iki ve altıda birdir.» Üçte iki dört tane altıda bir olarak kızların hissesidir. Bir oltıdabir de

ninelerin hissesidir. Buna göre bunların toplamı beş tane altıda bir eder ki bu da red meselesidir.



«Sonra hisseleri... çarpılır ilh...» Bu söz, varislerden her bir gurubun bu meblağdan hissesinin

bilinmesinin başlangıcıdır. T.

«İşte bu durumda her gurubun farzı düzgün otur.» Yâni kendilerine red yapılanların ve

yapılmayanların hisseleri.

«Ama her gurubun fertlerine göre tesirli olur ilh...» Yâni sehimlerine göre küsûrludur. Eğer mesele

bir zevce yedi kız ve yedi nine olsaydı hesap tamam olup gelecek tashihe ihtiyaç kalmazdı.

«O zaman Maharic bâbında gelecek olan yedi usûl ile tashih edilir.» Bunlardan üçü her gurubun

sehimleri ile, sayıları arasındadır, O da; bölünme, tevâfuk ve tebayündür. Dördü de fertler arasında

ve fertlerin bazısı ile bazısındadır ki bu da : Temâsûl, tevafuk ve tebâyündür. H.

O zaman bizim meselemizde sayıları dört olduğu halde zevcelere beş verilir. Ki bu da onlara

küsûrsûz olarak taksim edilemez, ve arada tevafuk da yoktur.

Ninelere de sayıları altı olduğu halde yedi verilir ki bu da onlara küsürsüz olarak taksim edilemez ve

arada tevafuk da yoktur.

Kızlara da sayıları dokuz olduğu halde yirmisekiz verilir ki bu da onlara sahih olarak taksim

edilemez ve tevâfuk da yoktur.

O zaman burada fert sayılarından dört, altı ve dokuz bir araya gelmiştir. Dört ile altı arasında yarı ile

muvafakat vardır. O zaman, bunlardan birisinin yarısı diğerinin tamamıyla çarpıldığında oniki eder.

Oniki ile dokuz arasında üçte birde muvafakat vardır, o zaman bunlardan birisinin üçte biri

diğerinin tamamıyla çarpılır ki bu otuzaltıya ulaşır, bu da hissenin bir parçasıdır. Hissenin bu

parçasını kırkla çarpınca bindörtyüzkırk eder. İşte bu sayıdan, kırktan bir hakkı olan varis bu

hakkını, hissenin parçası ile çarpılarak, alır. Bu sehimden zevceler için payları olan beş, otuzaltı ile

çarpılınca yüzseksen eder; her bir zevce kırkbeş alır.

Ninelere verilen yedi otuzaltı ile çarpılınca ikiyüzelliiki eder: Ninelerden herbirine kırkiki verilir.

Kızlara verilen yirmidörtde otuzaltı ile çarpılınca binsekiz eder, herblr kıza yüzoniki verilir.

Sekbu'l-Enhûr.

«Birincisi kırksekizden tashih edilir.» Biz onun kırksekizden tashihinı açıklamalı olarak takdim ettik.

Allah Teâlâ en iyisini bilendir.

 

 

 

 

ZEVİ'L-ERHÂMIN VÂRİS OLMASI BÂBI

M E T i N

Zevi'l-erhâm: sehim sahibi ve asabe olmayan her akrabadır. O halde bu üçüncü kısımdır.

Zevi'l-erhâm, karı-koca dışındaki, sehim sahibi ve asabe ile birlikte miras alamaz. Çünkü ka

kocaya red yapılmaz. Varis olarak sadece kocaya red yapılmaz. Varis olarak sadece

Zevi'I-erhâmdan bir kişi olsa karâbette sebebiyle malın tamamını alır.

Asabelerdeki tertip üzere, zevi'l-erhâmın yakını daha uzakta olanı hacbeder.

Zevi'l-erhâm dört sınıftır: 1- ölenin cüzü, 2- Ölenin aslı 3- Ölenin ebeveyninin cüzü, 4- Heriki taraftan

dedelerinin veya ninelerinin cüzü.

Buna göre ölenin cüzü ki bunlar kızlarının çocukları ile ne kadar aşağı inerse insin oğlunun

kızlarının çocuklarıdır. Şu şekilde takdim edilir:

Kız

Kız

Kız

Kız

Kız

Oğul

Kız

Oğul

Kız

İki oğul

Kız

Kız

6

6

16

Kız

Kız

Kız

Kız

Oğul

Kız

İki kız

Oğul

22

6

İ Z A H

«Zevi'l-erhâm: Her akrabadır ilh...» Yâni ıstılahta. Lûgatte ise,mutlak olarak «yakınlık sahibi» olan

kimse manasındadır. Şeyyid. Yâni ister sehim sahibi, ister asabe isterse bunların dışında bir varis

olsun veya İster ölen ona mensup olsun isterse o ölene veya asıllarına mensup olsun. (lügatta

hepsine Zevi'l-erhâm denir.)

«... Malın tamamını alır.» Yânı onlardan bir tanesi, hangi sınıftan olursa olsun, malın tamamını veya

karıkocanın farzından kalanın tamamını alır.



«Karâbette sebebiyle ilh...» Şârih bu sözü ile, zevi'l-erhâmın, bize göre. varis olmasının asabelik

gibi akrabalık yoluyla olacağına işaret etmiştir. O halde akrabalık yönünden kuvvetli olan, takdim

edilir. Bu da ya derecenin yakınlığı ile veya sebebin kuvveti iledir. Zevi'l-Erhâm'dan tek olan kişi

malın hepsini alır. Bundan dolayı da âlimlerimiz buna ehli karûbet ismini vermişlerdir. Ulemadan bir

gurup da, istihkakta akrabalıkta vasıta olanı, kendisi ile vasıta olunan menzilesine indirmişlerdir.

Buna da ehli tenzil ismini vermişlerdir.

Bir gurup da, yakın ile uzağın, tenzil (indirme) olmadan eşit olduklarına hükmetmişlerdir ve ona

ehl1 rahim demişlerdir.

«Zevi'l-erhâmın yakını daha uzakta olanı hacbeder.» Yâni ister sınıflarının ictimâi anında bir sınıf

olsun, ister bir sınıfın adedlerinin ictimâi anında o sınıftan bir tanesi olsun aynıdır. Bunu Kâsım

ifade etmiştir.

Bunlardan birincisi; tercihin akrabalık cihetiyle olduğuna, ikincisi ise tercihin akrabalık derecesinin

yakınlığı ve kuvveti ile olacağına işaret etmektedir.

Eğer musannıf bu sözünü, «kızların evlâtları takdim edilir ilh...» sözünden sonra zikretseydi, o

zaman bu, asabeler bahsinde de geçtiği gibi, üç cihetle yapılan tercih tertibi üzere olurdu. O da

tercihte itibar edilecek yönün evvelâ akrabalık cihetiyle, sonra yakınlıkla sonra da kuvvetle.. oluşu

olur. Musannıf bu üçüncü kısma ileride gelecek olan, «vârisin çocuğu takdim edilir» sözüyle işaret

etmektedir.

«Asabelerdeki tertip üzere ilh...» O halde : İkinci sınıftan bir kişi daha yakın bile olsa, birinci sınıftan

uzak bile olsa bir kişinin bulunması ile miras alamaz. Üçüncüsü ikincisi ile dördüncüsü de

üçüncüsü ile ayrı şekildedir. Yâni miras alamazlar) Fetvâ da bu görüşe göredir. Dürrü'l-Müntekâ.

«Ölenin aslı ilh...» Bu zâhiri rivayet olup, fetvâ da buna göredir.

İmam-ı Azâm'dan ikinci sınıfın birinci sınıfa takdim edilmesi gerektiği de rivâyet edilmiştir. Şu kadar

var ki imam'ın bu görüşünden döndüğü de gerçektir. Kâsım.

İhtiyâr müellifi İmam'ın rücû ettiği (birinci) riyete göre hükmetmiştir. Bundan dolayı,

Dürrü'l-Müntekâda : İhtiyar'da tercih edilen rivâyetin, muhtar olan rivâyet olmadığı söylenmiştir.

Ben derim ki: İhtîyar'da daha sonra, yukarıdakinin aksi ile hükmedilmiştir.

«Ölenin cüzü takdim edilir ilh...» Bu birinci sınıftır. Bu sınıfla ilgili olarak söylenebilecekler

şunlardır: Bu sınıftaki varisler, derece bakımından ya farklıdırlar veya değildirler. Eğer farklı

olurlarsa, kadın olsa bile, yakın olan uzak olana takdim edilir. Kızın kızı ile kızın kızının oğlu

yledir. Eğer derecede farklı değillerse, o zaman bunların bazıları vârisin çocuklarıdır. diğerleri ise

değildir. Ya da bunların tamamı varisin çocukları veya varis olmayan bir kişinin çocuklarıdır.

Birincisinde imamların ittifakı ile, varisin çocuğu takdim edilir. Meselâ oğlun kızının kızı, kızının

kızının oğluna takdim edilir. Diğer ikisinde ise usulün sıfat ve kadınlıkta ya aynı veya farklı olur.

Eğer usulün sıfatlan aynı ise ve hepsi yalnız erkek veya yalnız kadın ise o zaman, fukahanın ittifakı

ile terikenin taksimi ferilerin sayılarına göre eşit olarak yapılır. Meselâ oğlunun kızının oğlunun,

kendi misli ile yani diğer bir oğlunun kızının oğlu ile birlikte olması ve kızının kızının kızının kendi

misli ile beraber olması gibi...

Eğer kızının oğlu ile diğer bir kızının kızı gibi, kadın erkek karışık olurlarsa o zaman erkeğe iki,

kadına bir itibariyle taksim edilir.

Eğer usûlün sıfatları bir batında veya daha fazlasından olmak üzere muhtelif olursa o zaman herbir

aslın bir feri olması gibi, fer'leri ya bir olur veya müteaddid olur. Her iki durumda da ferileri ya iki

cihetten akraba olan bulunur veya bulunmaz. İçlerinde iki cihetten akraba olan olmadığı takdirde

kızın oğlunun kızı, kızın kızının oğlu gibi feriler bir olursa Ebû Yusuf malı ferilerin bedenlerine

(cinsiyetlerine) göre taksim eder. O zaman kadına üçtebir erkeğe de üçte iki verilir. İmam

Muhammed ise malı en yukarıdaki muhtelif olan batına göre taksim etmiştir ki burada o ikinci

batındır. Ve her asla isabet eden sehmi eğer o batından sonra ihtilâf vaki olmamışsa geçen misalde

olduğu gibi onun ferine vermiştir. Buna göre kadına, babasının hissesi olan üçte iki erkeğe de Ebû

Yûsuf'un taksiminin aksine, annesinin hissesi olan üçtebir verilir.

Eğer ondan (üsttekinden) sonraki diğer bir batında veya daha fazlasında erkekler ve kadınlar

bulunsa o zaman Muhammed üst derecedeki batındaki cinsiyet farklılığını esas alarak taksim

ettikten sonra, erkekleri bir taife kadınları da bir taife kılarak her taifenin hissesini onlardan değişik

olan en üstteki batına göre taksım eder. Nitekim ileride açıklanacaktır.

Eğer tamamı veya bazısı, farklı cinsten olan asılların ferileri müteaddid olur ve içlerinde iki cihetten



akraba olan bulufımasa -ki bu da kızın kızının iki oğlu, kızın kızının oğlunun kızı ve kızın oğlunun

kızının iki kızıdır. Ebû Yûsuf burada da kendi asıl kaidesine göre hareket etmiştir. Yâni taksimi

ferilerin cinsiyetlerine göre yapmıştır. Dolayısıyla mal onlara, yediye bölünerek taksim edilir.

İmam Muhammed ise: Aslı ferilerinin adedi ile de müteaddid olarak kendi vasfı ile vasıflandırır.

Buna göre malı cinsiyetlerin farklı olduğu en yüksek batına göre ki burada ikinci batındır, yediye

bölerek taksim eder. Çünkü birinci kız ikinci batında iki kız gibidir, zira onun feri artmıştır. Çünkü

onun son feri iki oğuldur. İkinci kız ise ikinci batında kendi hali üzeredir, çünkü feri tektir. Ama

İkinci batında, oğul, iki oğul gibidir. Çünkü onun son feri artıştır. O zamanda o, dört kız gibidir. O

halde ona yedide dört, iki kıza da yedide üç verilir. Sonra biz, erkekleri bir taife kadınları da bir taife

kılarız ve oğlun yedide dördünü kızının iki kızına ve iki kızın yedide üçünü de onların çocuklarına

eşit olarak veririz ki bunlarda üçüncü batındaki bir oğul ve bir kızdır. Çünkü kız, feri fazlalaştığı için

iki kız gibidir. O zamanda oğula eşit olur. Ve kızla, o oğul birlikte dört kişi gibi olurlar. Üç dörde,

kesirsiz olarak bölünmez, aralarında mübayenet vardır. O halde adedi ruus olan dördü meselenin

aslı olan yedi ile çarparız ki o da yirmisekiz eder. Kızın oğlunun kızının iki kızına dört verilecekti, bu

dört de zikredilen dört ile çarpılınca onaltı eder ve bu onaltı bu iki kıza verilir. İkinci batındaki iki

kıza verilecek olan üç de yine, dört ile çarpılır ve bu oniki eder. Bu oniki de üçüncü batındaki kız iIe

oğul arasında geçen illetten dolayı eşit olarak taksim edilir, dolayısıyla kıza altı verilir. O da, onun

iki oğluna verilir. (Üçüncü batındaki) oğluda altı verilir, sonra bu onun kızına verilir.

Eğer ferilerde iki cihetten akraba olan bulunsa, meselâ; aynı zamanda kızının oğlunun iki kızı olan,

kızının kızının iki kızı bulunsa, ve bunlarla birlikte diğer bir kızının oğlu olsa, bu durumda Ebû

Yûsuf: Ferilerin bedenlerindeki akrabalık cihetlerine itibar etmiştir. O iki kızı, ikikız anne cihetinden

iki kız da baba cihetinden olmak üzere o zaman dört kız kabul etmiştir. O zaman da iki kıza üçte iki,

oğula da üçtebir verilir. İmâm Muhammed ise, yukarda geçtiği üzere adedleri ferilerden almakla

birlikte, cihetlere, cins farklılığının en yukarıda olanında itibar etmiştir. Buna göre o, ikinci batına

göre taksim etmektedir; ikinci batında bir oğul, iki oğul gibi, iki kızdan herbiride iki kız gibidir. O

zaman da toplamı yedi kız gibi olur. Bu durumda mesele bunların adedi ruusundadır; oğula dört

hisse verilir çünkü o feri teaddüd ettiğinden iki oğul gibidir ve dört kız gibi olur. Feri teaddüd eden

kıza iki hisse diğer kıza da bir hisse verilir.

Bu batında, erkekleri bir taife kadınları da bir taife yaptığımız takdirde, oğulun payını üçüncü

batındaki iki kıza vermiş olsak onlardan herbirine iki sehim isabet eder. Kadınlar taifesinin payını

da üçüncü batında onların hizasında olanlara vereceğimizden, bu onlara kesirsiz olarak taksim

edilemez. Çünkü onların payları yedide üçtür. Bu payları alacak olanlar ise bir oğul ve iki kızdır ve

toplamı dört kız gibidir. Üç ile dört arasında mübayenet vardır. Öyleyse adedi ruus olan dördü

meselenin aslı olan yedi ile çarparız. Sonuç yirmisekiz eder ve bundan taksim sahih olur. Çünkü

ikinci batında, kızın oğluna dört verilir, bu dördü çarpılan dört ile çarptığımızda onaltı eder, o zaman

iki kızından herbirine sekiz verilir. İkinci batındaki iki kıza verilecek olan üçü. dört ile çarpınca oniki

eder. O da kızının kızının oğluna altı, kızının kızının iki kızına da altı verilir ki herbirine üç düşer. Bu

durumda son batında her kızın hissesi onbir olur, sekiz baba cihetinden üç de anne cihetinden

olmak üzere onbir eder. Bu, Muhammed'in müftâbih olan mezhebinden çıkan sonuçtur. Nitekim

ileride geleceği üzere İmam Muhammed asıllara sıfatları ile itibar eder ve onlarda ferilerin ve

cihetlerin adedini alır. Bu izah Sirâciye şerhlerinde ve diğer kitaplardaki malumatın özetidir.

M E T İ N

(Ölenin cüzünden) sonra, ölenin aslı gelir. Bunlar: Ne kadar yukarıda olursa olsun, fasit dedeleri ve

fasit nineleridir. (Kendisi ile ölü arasında kadın bulunan dede ve nineleridir.)

Sonra ölenin ebeveyninin cüzleri gelir. Onlarda ölenin anababa bir veya bababir kızkardeşlerin

çocukları anne-bir erkek ve kız kardeşlerin çocukları. veya ne kadar aşağı inerse insin anabababir

veya baba bir erkek-kardeşlerin kızlarıdır. Sahibeynin hılafına, dede, bu gurupta olanlara takdim

edilir. şu şekil bu gurubu gösterir:

Baba-bir erkek kardeş

Baba-bir kız kardeş

Ana-baba-bir kız kardeş

Anne-bir kız kardeş

Kız

Oğul



Kız

Oğul

Oğul

İki kız

Kız

2

18

4

İ Z A H

(Ölenin cüzünden) sonra, ölenin aslı gelir. Bunlar ceddi fasit ilh...» Ced'den (dede) murad dede

cinsidir. Bu birden fazla olana da şamildir. Bu söz, ikinci guruba başlangıçtır. Bu bölümde

ylenebilecek olan şudur:

Dedeler derece olarak ya farklıdır veya değildir. Eğer annenin babasının annesi ile annenin

annesinin babasının babası gibi farklı olursa; o zaman ister baba ister ana tarafından olsun yakın

olan takdim edilir. Ayrıca ister yakın olan kadın olup ölüye varissiz ulaşsın ister uzak olan erkek

olup varisle ulaşsın farketmez.

Eğer dereceleri bir olursa ölüye ya bunların bazısı veya hepsi varisle ulaşır. Yada hiçbiri varisle

ulaşmaz. Birinci tasavvurda denilmiştir ki:

Birinci gurupta olduğu gibi. ölüye varis vasıtasıyla ulaşan takdim edilir. Buna göre annesinin

babası, annenin babasının babasından daha evlâ olur. Çünkü vârise birincisi cedde-i sahiha ile

ikincisi ise cedd-i fâsit ile ulaşmaktadır. Bazı âlimlerce ise ikisinin de eşit olduğu söylenmiştir.

İhtiyâr, Sekbu'l-Enhûr ve diğer kitaplarda denildiği gibi, sahih olan da budur.

Ruhu'ş-Şurûh'ta : «Rivâyetler bu ikinci görüşe şahittir» denilmektedir.

Babanın annesinin babası ve annenin annesinin babası gibi ve annenin babasının babası ve

annenin babasının annesi gibi olan son ikisinde ise; onların yakınlıkları birinci misaldeki gibi

muhtelif olur, yani bazısı baba tarafından bazısı da anne tarafından olur. Veya ikinci misal gibi

yakınlıkları bir olur. Eğer yakınlıkları muhtelif ise: Baba tarafından olan yakınlarına üçte iki, anne

tarafından olanlara da üçtebir verilir. Sonuç, adam sanki geride anne ve babasını bırakmış gibi olur.

Daha sonra da. babanın yakınlarına isabet eden hisse; onların arasında, cinsiyetin muhtelif olduğu

ilk batına göre taksim edilir. Annenin yakınlarına isabet eden hisse de, aynı şekilde taksim edilir.

Eğer onlar içerisinde cinsiyeti muhtelif olan bir batın bulunmazsa o zaman taksim her sınıfın

bedenlerine göre yapılır. Bunların akrabalıkları bir olsa yani hepsi ya anne tarafından veya baba

tarafından olsalar bile durum budur.

Dede veya ninelerin, kendileri ile ölüye ulaştıkları kimselerin sıfatları erkeklik ve kadınlık yönünden

ya aynıdır veya değildir. Eğer aynı olursa sayılarına itibar edilir ve hepsi erkek veya hepsi kadın

olursa taksimde eşit olurlar. Aksi halde erkeğe iki, kadına bir hesabıyla takdim edilir.

Eğer oradakilerin cinsiyeti farklı olursa o zaman taksim muhtelif olan ilk batına göre yapılır. O

batındaki iki, kadına bir verilir. Daha sonrada , birinci gurupta takarrur eden kıyasa göre, ittifaken,

erkekler bir taife kadınlar da bir taife kılınır.

Ebû Yûsuf, birinci gurupta itibar etmesede burada batınların muhtelif oluşuna itibar etmiştir. Onun

birinci gurup ile ikinci gurubu farklı mütalâ edîş sebebi uzun kitaplarda vardır.

«Sonra ölenin ebeveyninin cüzü gelir ki bunlar ana-baba-kız kızkar-deşlerin çocuklarıdır ilh...»

«Çocuklar» kelimesi erkeklere de kadınlara da şamildir. Bu söz, üçüncü guruba başlangıçtır. Bu

konuda söylenebile ceklerde şunlardır: Bu guruptakiler, ölüye yakınlık derecesinde ya farklı olurlar

veya olmazlar. Eğer farklı olurlarsa yakın olan kadın olsa bile, ona geçer. Meselâ, kız kardeşinin

kızı. erkek kardeşlerinin kızının oğlundan önce gelir. Eğer yakınlık dereceleri farklı olmazsa, o

zaman bunların bazıları veya hepsi varisin çocukları olur veya hiç biri varisin çocukları olmaz.

-Buradaki varis asabeye de şamildir- Bazıları varisin çocukları ise onlar, varisin çocuğu

olmayanlara takdim edilir. Meselâ erkek kardeşin oğlunun kızı, kız-kardeşin kızının oğluna takdim

edilir. Kardeşlerin her ikisinde ana baba-bir veya baba-bir olması veya birisinin ana baba yada baba



bir olup öbürünün olmaması arasında fark yoktur.

Son ikisinde, yani hepsinin ana-bababir veya baba-bir erkek kardeşin iki oğlunun iki kızı gibi asabe

olan varisin çocukları olması veya ana baba ayrı kız kardeşlerin kızları gibi farz sahiplerinin

çocukları ya da ana-bababir veya bababir erkek-kardeşin kızı ve annebir erkek kardeşin kızı gibi,

biri asabe öbürü de farz sahibi olan iki varisin çocukları olsalar ve onlar arasında annebir

erkek-kardeşin oğlunun kızı ve anne-bir kız-kardeşin kızının oğlu gibi varisin çocuğu olmasa : Ebû

Yûsuf'a göre bu suretlerin hepsinde akrabalığı daha kuvvetli olana itibar edilir, ve sonra da erkeğe

iki, kadına bir hesabıyla bedenlere göre taksim edilir. O zaman, aslı ana-bababir olan erkek kardeş

aslı yalnız bababir veya yalnız annebir olan erkek-kardeşten daha önde gelir. Bababir olan da

annebir olandan daha evlâdır.

İmam Muhammed'e göre ise : -ki onu görüşü Ebû Hanife'nin görüşünün zâhiridir- mal asıllara yani

erkek ve kız kardeşlere asıllardaki akrabalık cihetlerine ve furûların sayılarına itibar edilerek taksim

edilir. Buna göre de, bunların herbir gurubuna isabet eden hisse, birinci gurupta olduğu gibi,

ferileri arasında taksim edilir.

Eğer ölen, geride bababir erkek-kardeşinin kızının oğlunu, bababir kız-kardeşinin iki kızını -ki

bunlar aynı zamanda ana-baba bir kız-kardeşinin kızının iki kızıdır- ve annebir kız-kardeşin oğlunun

kızını bıraksa; Ebû Yûsuf'a göre malın hepsi anne-bababir kız-kardeşinin kızının iki kızına verilir.

Çünkü bunların akrabalığı daha kuvvetlidir.

İmam Muhammed'e göre ise mal, -dediğimiz gibi- asıllara göre taksim edilir. O zaman, meselenin

asıl mahreci altıdan olur. Bunun altıda biri annebir kız-kardeşe verilir. Altının üçte ikisi olan dört

ana-bababir kız-kardeşe verilir. Çünkü o, iki kız-kardeş gibidir. Zira onun ferileri fazladır. Kalan bir

de bababir kız kardeşi ile bababir erkek-kardeşine erkeğe iki kadına bir hasebiyle asabelik yoluyla

taksim edilir.

Ayrıca bababir kız-kardeş, iki kız-kardeş gibidir. Çünkü onun ferileri müteaddiddir. Öyle olunca bu

kızkardeş bababir erkek kardeşle birlikte dört kişi gibi olur. Biri dörde taksim etmek mümkün

değildir. Biri dörde arasında da mübayenet vardır. O halde bu dört, meselenin aslı olan altı ile

çarpılır ve yirmidört elde edilir. Bundan da taksim sahih olur. Netice itibariyle, meselenin aslından,

bir hisse alan kimse. aldığını dörtle çarparak alır. Şöyleki: Anne-bir kız-kardeşe verilen bir, dört ile

çarpılır ve onun oğlunun kızına verilir. Ana-baba-bir kız-kardeşin meselenin aslından alacağı dört

dört ile çarpılır ve bu da onun iki kızının kızına verilir. Baba-bir kız-kardeş ile erkek kardeşin

hisseleri olan bir, dört ile çarpılır. O da erkek kardeşin kızının oğlu ile kız-kardeşin oğlunun iki kızı

arasında yarı yarıya taksim edilir. Bu durumda da iki cihetten (ana-baba bir) olan iki kızın payları

onsekiz eder.

Seyyid Şerif bu misali bazı şârihlerden naklen zikretmiş ve bunu ikrar etmiştir. Onun dediğine göre

bu taksimin muktezası şudur: İmam Muhammed'e göre bu gurupta batınların ihtilafına itibar

edilmez.

Sirâciye'nin sözünün zahiri de : Bunlardaki hüküm birinci guruptaki gibi olduğunu gösterir.

Sirâciye'nin «her guruba düşen mikdar birinci sınıfta olduğu gibi, ferileri arasında taksim edilir»

sözü, İmam Muhammed'e göre: Birinci, ikinci ve dördüncü sınıfın evlâtlarında olduğu gibi ilk ihtilaf

eden batına göre taksim edileceğini gösterir.

Ben bu hususu bu şekilde açıklayan birini görmedim. Müracaat edilsln.

M E T İ N

(Ana babasının cüz'ünden) sonra anne ve baba tarafından dedelerinin veya ninelerinin cüzü gelir.

Bunlar, ölenin dayıları, teyzeleri, annebir amcaları ve halaları ve amcalarının kızları ve bunların

çocukları daha sonra babaların ve annelerin halaları. onların dayıları ve teyzeleri, babaların anne-bir

amcaları ve annelerin amcalarının hepsi, yukarıda veya aşağıda olma yönünden uzak olsalar bile,

bunların çocuklarıdır. Ve her sınıfta yakın olan uzak olana öncelik verilir.

Bunlar yakınlık derecesinde eşit olsalar ve akrabalık cihetleri bir olsa (ölüye) varis olanın çocuğu

takdim edilir. Cihetleri muhtelif olsa, o zaman baba tarafından yakın olana üçte iki, anne

tarafından\yakın olana da üçte bir verilir.

Eşit oldukları zaman : Eğer asıllar, erkeklik ve kadınlık yönünden bir olursa, ittifaken ferilerinin

şahıslarına itibar edilir. Ama ferileri ve asıllar -kızın oğlunun kızı ve kızın kızının oğlu gibi- farklı

cinsiyetten olurlarsa :

İmam Muhammed asıla itibar ederek malı erkeklik ve kadınlıkta muhtelif olan ilk batına göre taksim



etmiştir. O da bu meselede ikinci batındır, yani kızın oğlu ile kızın kızıdır. Demek oluyorki İmam

Muhammed, bu meselemizde, ikinci batındaki asılların cinsiyetlerine itibar etmiş ve malları üçe

bölerek taksim etmiş ve ferilerden herbirine de asılının hissesini vermiştir: O zaman malın üçte ikisi

kızın oğlunun kızına verilir ki bu baba sının payıdır. Üçte biri de kızın kızının oğluna verilir. Bu da

annesinin his sesidir. Bu bahsin tamamı Sirâciye ve şerhlerinde vardır.

Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf ise yalnız ferilere itibar etmişlerdir. Şu kadar var ki: Muhammet'in görüşü

zevi'l-erhâmın tamamında, Ebû Hanife'den gelen iki rivâyetin mahsurudur: Fetvâ da buna göredir.

Sirâciye müellifinin Sirâciye şerhinde deyle denilmiştir.

Mültekâ'da İmam Muhammet'in görüşü ile fetvâ verileceğiylenmiştir.

Bana şu mesele soruldu; bir kişi ölüp geride ana-bababir erkek kardeşinin kızı ile, ana-baba-bir

kız-kardeşinin oğlu ve kızı kalsa malı nasıl taksim edilir?

Ben buna şöyle cevap verdim : Fukaha ferilerin asıllardan sayılmasını şart kılmışlardır. O halde

ana-baba bir kız-kardeş, iki kız-kardeş gibi sayılarak, ölenin malı aralarında yarı yarıya taksim edilir.

Sonra da ana baba-bir kız-kardeşe düşen yarı, çocukları arasında üçe bölünerek taksim edilir. Allah

Tealâ en iyisini bilendir.

İ Z A H

«Sonra anne ve baba tarafından dedelerinin veya ninelerinin cüzü ilh...» Dedelerden murad babanın

babası ve annenin babasıdır. Ninelerden murad da babanın annesi ve annenin annesidir. Bu

ifadeler zevi'I-erhâmın dördüncü sınıfının başlangıcıdır. Bu gurupta derece farkı olmaz. Derece farkı

ancak onların çocuklarında ve çocuklarından sonra gelenlerde olur. Bu konuda ileride malûmat

gelecektir. Bu guruptaki akrabaların yakınlık yönleri ya bir olur veya olmaz. Eğer bir olursa, meselâ

onlar ölenin baba cihetinden veya anne cihetinden akrabaları olsalar kadın olsa bile kuvvetli olan

fukahanın icmâı ile takdim edilir. Yâni anne-baba tarafından olan. sadece baba tarafından olana,

sadece baba tarafından olan da sadece anne tarafından olana takdim edilir. İmamların itifakı ile mal

onların bedenlerine göre taksim edilir. Çünkü asılları birdir. Erkeğe kadının iki misli verilir. Meselâ

ölenin geride bir amca ve bir halası kalsa ve ki her ikisi de anne tarafından olsalar, ya da bir dayı ve

bir teyzesi kalsa ve her ikisi de anne-baba-bir dayısı ve teyzesi olsalar, yahutta bababir dayısı ve

teyzesi olsalar, veya anne bir dayısı ve teyzesi olsalar, mal aralarında erkeğe iki, kadına bir usulüyle

bölüştürülür. Muhtelif olsa yani bazısının akrabalığı baba tarafından, bazısınınki de anne tarafından

olsa o zaman akrabalığı baba tarafından olana üçte iki, anne tarafından olana da üçte bir verilir.

Bir cihetten daha kuvvetli olan, diğer cihetten başka birine takdim edilmez. Ama her cihetten, daha

kuvvetli olan aynı cihetteki başkasına takdim edilir. Buna göre ana-baba-bir halası anne-bir

teyzesine takdim edilmez. Fakat anne-baba-bir halası baba bir veya anne-bir halasına takdim edilir.

Anne-baba-bir dayısı da anne bir halasına takdim edilmez. Ama anne-baba-bir dayısı, baba-bir veya

anne-bir dayısına takdim edilir. Her cihetin hissesi de o cihetin fertlerine göre taksim edilerek,

erkeğe iki, kadına bir verilir.

Buna göre bir kişi ölerek geriye on hala bir teyzesi bir de dayı bıraksa malının üçte ikisi eşit olarak

on halasına, üçte biri de dayısı ile teyzesine üçe bölünerek (erkeğe iki kadına bir) taksim edilir.

«Amcaların kızları ilh...» Musannıfın bunu ana-baba-bir amcaların, baba-bir amcaları veya anne-bir

amcaları da kapsaması için mutlak zikretmiştir.

«... Ve bunların çocukları ilh...» Yâni asılları olmadığı zaman, bu dördüncü sınıfın çocukları.

Musannıfın bunları özellikle zikretmesi, amcaların, halaların, dayıların ve teyzelerin, çocuklarını

kapsamadıklarından dolayıdır.

Kızların çocukları, kız kardeşlerin çocukları, nine ve dedelerin çocukları ise bunların hilafınadır.

Çünkü bu isimler vasıtalı veya vasıtasız olan çocuklarını da kapsarlar.

Bu guruptakilerin hükmü, birinci sınıftakilerin hükmü gibidir. şöyle ki; bunlar ya derece itibariyle

birbirlerinden farklıdırlar veya değildirler. Eğer farklı iseler. onlardan yakını -başka bir cihetten olsa

bile- diğerine takdim edilir, meselâ halanın çocukları halanın veya teyzenin çocuklarının

çocuklarından daha evlâdır. Teyzenin çocukları da teyzenin veya halanın çocuklarının

çocuklarından daha evlâdır.

Eğer derecede eşit olurlarsa, yakınlık yönünden bir olurlar veya olmazlar. Eğer aynı yönden akraba

iseler, hepsinin akrabalığı ölenin babası tarafından veya annesi tarafından olursa veya hepsi ya

asabe çocuğu veya zirahim çocuğu olursa yada bazısı asabe çocuğu olursa o zaman birinci ve

ikincide, -anneleri bir olmayan amca çocukları ve hala çocukları gibi-akrabalığı daha kuvvetli olan



takdim edilir. Bunda ihtilaf yoktur. Demekki bu ferilerden, aslı anne ve babadan olan, aslı sadece

babadan olandan daha önceliklidir. Babadan olan da anneden olandan daha üstündür. Çünkü

sebep bir olduğu zaman akrabalık yönünden olan kuvvetlilik derece bakımından daha yakınlığa

sebep olur. Sonuncusunda ise: -ki o da; bazısı asabe çocuğu bazısı da zirahim çocuğu olmasıdır-

zirahim çocuğu, akrabalık bakımından daha kuvvetli olmazsa asabe çocuğu ona takdim edilir.

Meselâ ana-baba-bir amcanın kızı, ana baba-bir halanın oğlundan daha evlâdır. Ama eğer amca

yalnız baba-bir amca olursa, böyle değildir. Zira anne-baba bir halanın oğlu ondan da1 ha

önceliklidir. Çünkü bir şahsı, kendisinin sahip olduğu, bir mana dan dolayı -ki burada karabettir-

başkasındaki bir manadan dolayı bir şeye sahip olana -ki bu da aslının asabe olmasıdır- tercih

etmek daha evlâdır. Bu zâhir-i rivâyettir. Ulemadan bazısı ise baba-bir amca kızının daha evlâ

olduğunu söyleyerek bunu zahir-i rivâyete tercih etmişlerdir. Seyyid.

İmaduddin'de Şemsü'l-Eimme'ye uyarak bu görüşü ihtiyar etmiştir. İbnu Kemâl.

Ancak Sekbu'l-Enhûr'da önceki görüş olan zahir-i rivâyet ile fetvâ verileceği söylenmiştir.

Ben derim ki: Mültekâ'daki mutlak ifadeden ilk akla gelen de budur. Fukaha önce derece yakınlığını

sonra akrabalığın kuvvetini daha sonra da, cihetin bir olması halinde aslın vâris olmasını göz

önüne alırlar. Eğer akrabalık ciheti muhtelif olursa o zaman kendisine babanın akrabalığı ile

ulaşılana üçte iki, annenin akrabalığı ile ulaşılana da üçte bir verilir, sonra İmam Yûsuf'a göre her

fırkaya isabet eden pay, ferilerin fertlerine göre, ferilerdeki cihetlerin adedlerine itibar edilerek

taksim edilir.

İmam Muhammed'e göre ise mal, (cinsiyet itibariyle) ilk ihtilaf eden batna göre, ferilerin adedlerine

ve -birinci sınıfta olduğu gibi- asılların da cihetlerine itibar edilerek taksim edilir. Bu bahsin tamamı

Seyyid'in şerhindedir.

Bilinmelidir ki, her iki gurup arasında akrabalığın kuvvetine itibar edilmez. Öyleyse ana-baba bir

halanın çocuğu, dayının veya teyzenin çocuğuna tercih edilemez. Aynı şekilde, asabenin çocuğuna

da itibar edilemez. Dolayısıyla ana-baba bir amcanın kızı, dayının ve teyzenin kızına tercih edilemez.

Bu tercihe ancak, her gurubun kendi içinde itibar edilir. O zaman karabetin kuvvetine ölüye baba

akrabalığı ile ulaşanlar arasında itibar edilir.

Sonra, akrabalık kuvvetine asabenin çocuğu ve annenin akrabalığı ile ulaşanlar arasında da itibar

edilir. Annenin karabetinde asabelik tasavvur olunamaz.

Sirâciye ile Hidâye sahibinin Ferâizu'l-Osmaniyye adlı eserinde de belirtildiği gibi, bu zâhir-i

rivâyettir. Metin ve şerhlerin zâhirleri de böyledir. Zira onlar «Karâbet cihetleri muhtelif olduğunda

babanın akrabasına annenin akrabasına verilenin iki katı verilir.» demişlerdir.

Yine onlar arase çocuğu ile diğerleri arasında fark görmemişlerdir. Ancak, Miracûddirâye'de metin

ve şerhlerin bu dedikleri zikredildikten sonra Şemsü'l-Eimme'den naklen : «Zâhir-i rivâyete göre

karâbet yönü ister bir olsun ister muhtelif asabe çocuğu diğerlerinden evlâdır.» denilmektedir.

O zaman, ana-baba-bir amcanın kızı. dayının kızından daha evlâdır. Timurtâşî de Miracü'd-Dirâye'ye

muvafakat ederek: «Dav'us-Sirâc'da denilmiştir ki: Şemsü'l-Eimme'nin rivâyetini almak daha

evlâdır.» demiştir.

Ben derim ki: Hulâsa'da şöyle denilmiştir: «Cihetler ister bir olsun ister muhtelif olsun, zahir-i

rivâyete göre asabe çocuğu daha evlâdır.»

Mecmau'l-Fetâvâ'da da böyle denilmiştir. Muzmarât'da da bu rivâyet sahih görülmüş, Allâme

Hayruddin er-Remlî de bununla fetvâ vermiştir.

Ancak Hâmidiyye'de bu rivâyete muhalefet edilerek: «Mûteber olan metinlerdekidir. Zira metinler

mezhebin nakli için yazılmışlardır.» denilmiştir. Düşün ve Fetâvâ el-Hayriye'ye müracaat et! .

Fetâva'l-Hayriye'nin ibaresi şöyledir: Geriye ana-baba-bir amcasının kızı ile-baba-bir dayısının

oğlunu bırakarak ölen bir kişinin mirasının hükmü sorulmuş ve buna şöyle cevap verilmiştir; bu

hususta fukaha ihtilaf etmiştir: Bir kısmı; zâhir-î rivâyete göre, malının üçte ikisinin amcasının

kızına, üçte birinin de dayısının oğluna verileceğini söylemişlerdir. Sirâc'ın feraizinde zikredilen de

budur. Hidâye, Kenz, Mültekâ ve, Kenz'in ve Hidaye'nin birçok şerhleri de bu görüştedirler.

Bir kısmı da zâhir-i rivâyetin dayısının oğluna hiçbir şey verilmeyip malın hepsinin asabe çocuğu

olduğu için amcasının kızının olduğu şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Dav'da da fetvanın buna

göre olduğunu söylemiştir. Şemsü'l-Eimme es-Serahsî'nin rivâyetide budur. Ve bu, Timurtaşî'nin

rivâyetine de uygundur. Muzmarât'da bu, sahih görülmüştür. Hulâsa sahibi de bu riyeti kabul

etmiştir.



Siraciye şerhi Dav'da da: «Fetvâ için, Şemsü'l-Eimme'nin rivayetini almak, Hidaye sahibi ile Siraciye

sahibinin rivâyetlerini almaktan daha evladır » denilmiştir.

Bu konuda asıl kaide şudur: Akrabalık ciheti ihtilaf ettiği takdirde -adı geçen vakada olduğu gibi-

asabe çocuğu diğer varislere takdim edilir mi? Bu sorunun cevabında şöyle denilmiştir: Tercihe

lâyık olan Serahsî'nin rivâyet ettiğidir. Zira «fetvâ» kelimesi, «muhtâr» ve «sahih» gibi tashih

lafızlarından daha kuvvetlidir. Bununla birlikte ben, Serahsi'nin rivayeti karşısındaki rivayet için

kimsenin, «bu sahihtir» veya «daha meşhurdur» veya «muhtardır» gibi tashih lafızlarından birini

sarahatle söylediğini görmedim. Ancak, Serahsi'nin rivâyeti karşısındaki rivâyetin zâhiri rivâyete

göre olduğu söylenmiştir.

Serahsî'nin rivâyetine gelince: Fukahâ onun sahih olduğunu açıkçayledikleri gibi, fetvâ için de

onu almanın daha evla olduğunu söylemişler ve bunun rivâyet olduğuna açıkça işaret etmişlerdir.

öyleyse ona itimad edilmelidir. Allah Teâlâ en iyisini bilendir.

«Sonra babaların... halaların ilh...» Fukahadan bazıları bunları zevi'l-erhâmın dördüncü gurubundan

saymışlardır. Dördüncü gurup: ölenin dedesine mensup olanlardır. Çünkü babanın dedesi de

dededir. Fakihlerden bazıları ise bunları beşinci bir gurup olarak mütâlaa etmişlerdir. Musannıfın

ibaresinden ilk akla gelen de budur. Bu konunun özeti şudur: Ölen kimsenin halası, teyzesi ve

bunların çocukları bulunmazsa, o zaman ölenin mirası babasının hala ve teyzelerine intikal eder.

Daha sonra da, bunların çocukları gelir. Bunların çocukları da bulunmaz ise o zaman miras ölenin

babasının babasının halalarına ve teyzelerine sonra da bunların çocuklarına intikal eder. Bu hal

sonuna kadar bu şekilde gider. Gâfil olma! Hâvî'-Kudsî ve diğer kitaplarda şu mesele yer

almaktadır: Ölenin babasının halası ile teyzesi ve annesinin halası ile teyzesi gibi baba tarafından

iki yakının ve anne tarafın da iki yakını ictimâ ettiği takdirde malının üçte ikisi babanın iki yakınına,

üçte biri de annenin iki yakınına verilir. Sonra da baba tarafından iki yakınına isabet eden mal üçe

bölünerek üçte ikisi onun baba tarafından olan akrabasına üçte biri de anne tarafından olan

yakınına verilir. Anne tarafından olan iki yakınına isabet eden de aynı şekilde taksim edilir.

«Hepsi ilh...» Yâni annelerin, ana-baba-bir veya baba-bir veya ana-bir amcaları...

«Uzak olsalar bile ilh...» Yâni babaların ve annelerin amcaları uzak olsalar bile... Çünkü «yukarıda

olma» kelimesi onların babalarına «aşağıda olma» kelimesi de evlâtlarına râcidir.

«Ve her sınıfta en yakın olan uzak olana öncelik verilir.» Bu söz, bazı âlimlerin dedikleri gibi,

zevi'l-erhâmın sınıflarının beş oluşuna itibar ettiğimiz takdirde geçerli olur. Bu, dördüncü gurup

arasında daha yakın olan yoktur. Ama şârihin zevi'l-erhâmın dört sınıf oluşuna itibar etmesine

gelince, bu açıktır. Anla!

«... Ve akrabalık cihetleri de bir olsa ilh...» Yâni onların ya baba tarafından veya anne tarafından

akraba olmalarıdır. Bu da, ancak birinci gurubun dışında tahakkuk eder. Anla!

«Varis olanın çocuğu takdim edilir.» Karâbet cihetinin bir oluşunun birinci gurupta tahakkuk

etmediğini biliyorsun. Öyleyse, birinci gurupta akrabalık cihetinin bir olması şartı olmadan da

varisin çocuğu diğerlerine takdim edilir. O halde anlaşılmış oldu ki, varisin çocuğuna öncelik

verilmesi için, akrabalık cihetinin» bir olmasının şart oluşu, onun mümkün olması halindedir.

Varisin çocuğuna öncelik verilmesi de onun tahakkuk ettiği yerdedir, ki bu da birinci ve üçüncü

guruplardır. Geçen tafsilata göre, dördüncü gurubun çocuklarında da varisin çocuğu takdim edilir.

İkinci gruba gelince; onlarda varis çocuğu yoktur. Zira varis onların feridir. Onlarda ancak ölüye

varis vasıtasıyla ulaşma tahakkuk eder. Aradaki vasıtaya itibar etmemenin esah olduğunu da

takdim etmiştik.

Dördüncü guruba gelince, derecede eşit ve cihette bir oldukları takdirde onların hepsi ya varis

çocuğudur veya hepsi varis olmayanların çocuklarıdır. O halde onlar arasında varisin çocuğunun

takdim edilmesi söz konusu olmaz. Bunlardan ancak yukarda da geçtiği gibi, akraba lığı daha

kuvvetli olan takdim edilir.

Burada, varisin çocuğundan murad ölüye bizzat varisin kendisi ile ulaşandır. O zaman varis ile

vasıtalı olarak idlâ olunana itibar edilmez. Meselâ kızının kızının kızının oğlu, kızının kızının kızının

kızına takdim edilmez. Nitekim bu, Sekbû'l-Enhûr ve diğer kitaplarda da saraheten ifade edilmiştir.

Bundanda anlaşılmış oldu ki: Musannıfın «varis ile idlâ olunan» demeyip varisin çocuğu» demesi

ikinci sınıftan ve varis ile vasıtalı olarak idlâ olunandan kaçınmak içindir.

«Eğer muhtelif olursa». Yâni akrabalık ciheti... Bu söz «cihetleri bir olsa» sözünün mukabilidir.

Zeylâi şöyle demiştir: Cihetlerin muhtelif olması evlâtlarda tasavvur olunamaz. Ancak, babalarda



halalarda ve dayılarda tasavvur edilebilir. Yâni ikinci sınıfta dördüncü sınıfta ve dördüncü sınıfın

çocuklarında söz konusudur.

«Eşit oldukları zaman ilh...» Yâni Mültekâ ve şerhinde de ifade edildiği gibi yakınlıkta, kuvvette,

cihette, ve hepsinin varis çocuğu olmaları veya olmamaları yönlerinde eşit olsalar.

«Eğer asıllar erkeklik ve kadınlık yönünden bir olursa ilh...» Yâni kendileriyle, ölüye ulaştıklarının

sıfatları... Demekki buradaki «asıllar»dan murad kendileri ile ölüye nisbet edildikleri kişilerdir. İster

onlara asıl olsunlar isterse olmasınlar farketmez. Zeylai. Yâni ikinci sınıfı da kapsamaları için...

«Ama feriler ve asıllar muhtelif olduğu zaman... ilh...» Bu söz «eğer... bir olursa» sözünün

mukabilidir. Şu kadar var ki, ferilerin muhtelif oluşunu söylemeye gerek yoktur. Çünkü buradaki

ihtilaf yalnız asılların muhtelif oluşu hususundadır.

«Ebû Hanife ve Ebû Yûsuf ise ilh. .» Yâni, Ebû Hanife kendisinden yapılan şâz bir rivayette Ebû

Yûsuf'da son görüşünde böyle demişlerdir. Kâsım.

«Mültekâ'da İmam Muhammed'in görüşü ile fetvâ verileceği söylenmiştir» Muhtelif ve Mebsut'ta

Ebû Yûsuf'un görüşü sahih görülse bile Mültekâ'da aksi söylenmiştir. Çünkü onun görüşü müftaye

daha kolaydır. Nitekim bazı hayız meselelerinde de onun kavli alınmıştır. Dürrü'l-Müntekâ.

«...Ve ben şöyle cevap verdim ilh...» Yâni Muhammed'in görüşüne' göre cevap verdim. Meselenin

aslı ikiden alınır. ve üç iki ile çarpılarak altıda tashih yapılır. Çünkü yarımın mahreci üçe taksim

edilince kesir olur...

Ebû Yûsuf'un görüşüne göre ise mesele dörtten olur; oğula iki her kıza da birer pay verilir.

«...Şart kılmışlardır.» Evlâ olan «asıllarda ferilerin adetlerini almışlardır» demesiydi. Yâni vasıflar

asıllardan alırlar. T.

«Taksim edilir ilh...» Yâni sanki adam ölünce ana-baba bir erkek kardeş ile ana-baba-bir iki

kız-kardeş bırakmış glbi olur. T.

«Çocukları arasında ilh...» Yâni oğul ile kız arasında... Şârih burada oğula, iki kız gibi itibar

edilmesini güzel görmüştür. Demek ki oğul kız ile birlikte üç kişi gibi olur. Anla! Allah Sübhânehu

ve Teâlâ en iyisini bilendir.

 

 

 

 

SUDA BOĞULANLAR YANANLAR VE DAHA BAŞKALARI KAKKINDAKİ FASIL

M E T i N

Suda boğularak ölenler ve ateşte yanarak ölenler birbirinden miras alamazlar. Ancak ölenlerin ölüm

sıraları bilinirse müstesna. O zaman miras alabilirler. Bu durumda. daha sonra ölen miras alır.

Eğer sonra ölenin hangisi olduğu bilinmiyor ise onlardan her birinin varisine, mirastan mutlak

verilebilecek olan miktarı verilir, şüpheli olan kısım ise durum belli olana kadar veya varisler

arasında sulh yapılıncaya kadar bekletilir. Mecmâ şerhi.

Ben derim ki: Bunu musannıf da ikrar etmiştir. Ancak şeyhimiz, İmam Muhammet'e isnatla

Davu's-Sirâc'dan şöyle nakletmiştir: Eğer onlardan birisi önce Ölmüş ama hangisinin önce öldüğü

bilinmiyorsa o zaman ikisi de sanki beraber ölmüş gibi kabul edilir. Çünkü aralarında tearuz

vardır.» Bu söz geçen ifadeye muhaliftir.

Eğer ölümlerinin tertibi bilinmiyorsa, onlardan herbirinin malı hayatta olan varisleri arasında taksim

edilir, çünkü şek ile verâset olmaz.

Kafir de, müslüman gibi, sebep ve nesep yoluyla miras alır.

Eğer, kafirin birbirini habbeden iki şahısa akrabalığı olsa o kafir mirası sadece habbeden

vasıtasıyla alır. Eğer biri diğerini hacbetmez ise bize göre yukarda da söylediğimiz gibi, her iki

yakınlıkla da miras alır.

Kafirler (İslâma göre sahih değilse) kendilerince helâl olan evlenmeler yoluyla miras alamazlar.

Yâni bir Mecusi annesi ile evlendiği takdirde annesinden zevce olarak miras alamaz. Çünkü fasit

nikah, müslümanlar arasında veraseti icap ettirmez. öyleyse fasit nikah, mecûsiler arasında da

mirasa sebep olamaz. Cevhere'de de böyle denilmiştir. Cevhere'nin ibaresi şu şekildedir: «Gayri

Müslimler Müslüman oldukları takdirde devam edebilen nikahları vasıtasıyla birbirlerinden miras

alabilirler. Devam edemeyen nikahları vasıtasıyla ise miras alamazlar.»

Zahiriye'de de bu hüküm sahih görülmüştür. Veled-i zina ve veled-i liân (zina mahsulü olan çocuk

ve babanın reddedip liânlaştığı çocuk) sadece annesi tarafından miras alır. Zira asabeler bahsinde,

onların babaları olmadığını takdim etmiştik.

Ana karnındaki bebeğe bir oğul veya bir kız payından hangisi daha fazla ise o bırakılır. Fetvâ buna

göredir. Çünkü genelde (bir batından) bir çocuk doğar. Ayrıca onun hissesi için ihtiyaten kefil olur.

Meselâ bir kişi ölse ve geride annesi-babası, kızı ve hamile karısı kalsa, eğer haml erkek farzedilirse

mesele yirmidörtten olur. Kız farzedilirse yirmiyediye avl edilir.

Bu misal bebeğin ölüye ait oluşuna göredir. Eğer bebek ölüye ait değilse onun örnekleri çoktur.

Meselâ bir kadın ölerek geriye kocasını ve gebe olan annesini bıraksa terikenin yarısı kocasının,

üçte biri annesinin, ve erkek takdir edilirse, altıda biri de ceninindir. Çünkü o asabedir. Eğer kız

takdir edilirse yarısı ona verilir ve mesele sekize avledilir.

Ben derim ki: Ben ceninin iki takdirden birine göre miras alıp diğerine göre alamayacağı durumla

ilgili bir bilgi görmedim. Meselâ bir kadın ölüpte geriye kocasını hamile olan annesini ve anabir iki

erkek kardeşini bıraksa, eğer cenin erkek takdir edilirse ona mirastan birşey kalmaz. Bu durumda

uygun olan, hamlin kız takdir edilmesi ve meselenin ihtiyaten dokuza avledilmesidir. Vehbâniye'de

şöyle bir mesele kurulmuştur: Doğurduğu erkek çocuk miras almayan, oma doğurduğu kız üçte bir

hisse alan hamile kadın kimdir?!

i Z A H

Burada, boğulanlar ve yananlarla birlikte, yıkıntı altında kalanlarla savaşta topluca öldürülenlerdir.

Musannıf: «Başkaları» sözü ile kâfiri, zina mahsulü olan çocuğu, koca tarafından inkâr edilip, karısı

ile lânetleştiği çocuk ve cenini kasdetmiştir.

«Ancak... bilinirse müstesna ilh...» Sekbu'l-Enhûr ve diğer kitaplarda belirtildiğine göre bunların

beş hali vardır:

1 - Boğulan veya yanan iki kişiden birisinin daha evvel öldüğü bilinip onun hangisi olduğunda

tereddüd edilmesi: Bu durumda ikinci ölen ilk ölenden miras alır.

2 - Ard arda öldüklerinin bilinmesi fakat hangisinin önce öldüğünün bilinmemesi,

3 - İkisininde birlikte öldüğünün bilinmesi,

4 - (Yukarıdakilerden) Hiçbirşey bilinmemesi. Son üç halde, ölenlerden biri diğerinden herhangi

birşey alamaz.



5 - Ölen iki kişiden hangisinin önce öldüğünün bizzat bilinmesi ve bundan sonra onun hakkında

tereddüde düşülmesi. Bu husustaki tafsilat ileride gelecektir. Bu tasnifin benzeri,

Dürrü'l-Müntekâ'da da vardır.

«Sonra ölenin hangisi olduğu bilinmiyorsa ilh...» Yâni peşi peşine öldükleri bilindikten sonra. Bu

hal ikinci ve beşinci hallerde muhtemel olur. Ancak, Mecmâ Şerhinin şu ibaresi halin sadece ikinci

halde muhtemel olduğunu ifade etmektedir: «Bunlardan önce öldüğü bilinirse ama önce ölenin

hangisi olduğu bilinmezse, bunlardan her birinin varislerine mutlaka verilmesi gereken mikdar

verilir. şüpheli olan mikdar ise, durum belli olana kadar veya aralarında sulh yapılıncaya kadar

bekletilir.

«Herbirinin varisine mirastan mutlaka verilecek olan verilir ilh...» Yâni onların varislerinden

herbirine, her halükârda (hangisi önce ölürse ölsün) verilecek olan verilir. Mecmâ sahibinin «veya

aralarında sulh yapanlar» sözü buna karinedir. Buna göre; iki kardeş suda boğulsalar ve herbirinin

bir kızı olsa, daha sonra ölen belli olana kadar o kızlardan herbiri babasının terikesinin yarısını alır.

Belli olduktan sonrada daha sonra ölenin kızı babasının terikesinin kalan yarısını ve babasından

önce ölen amcasının terikesinin de yarısını alır. Yada iki kız aralarında sulh yaparak anlaşırlar.

Düşün!

«Mecmâ şerhi.» Yani Mecmâ musannıfın şerhinde... Bunun benzeri İhtiyâr'da da vardır. İhtiyâr

sahibide şöyle demiştir: «Bunlardan birinin önce öldüğü bilinmekle beraber hangisinin olduğu

bilinmese, herbirinin varisine her halükârda olacağı mikdar verilir. Şüpheli olan kısım da durum

belli oluncaya veya aralarında sulh yapıncaya kadar bekletilir.»

Bunun benzeri Sirâciye musannıfının Sirâciye şerhinde de vardır. Sirâciye'nin bazı şârihleri de buna

uymuşlardır.

Acemzâde de Haşiyesinde bu ifade «hatırlamakdan ümit kesilmez» sözüyle gerekçelendirilmiştir.

«Ancak şeyhimiz... şöyle nakletmiştir ilh...» Yâni Minah üzerine olan haşiyesinde... Mecmâ Şerhinin

haşiyesi olan Miracu'd-Diraye'de de Sirâciye şerhi olan Da'u's-Sirâc'ın ibaresi ile istidrâk edilmiştir.

Allâme Kasım Ferâizu'l-Mecmâ şerhinde şöyle demiştir: Mecmâ sahibi zikrettiği şeyi İhtiyâr'dan

almıştır. Bu Şâfiî'lerin görüşüdür. Bu görüşü ne rivâyet ne de dirâyet desteklememektedir.

Mebsût'ta da şöyle denilmiştir: «İki kişiden birinin önce öldüğü bilinse ama hangisi olduğu

bilinmese, aralarında muaraza bulunduğu için sanki ikisi beraber ölmüş gibi kabul edilir.»

Muhît'te de : «Her ikisi de sanki beraber ölmüş gibi kabul edilir» denilmektedir.

Biri birine varis olan iki kişiden birisi öbüründen önce ölse ama hangisinin önce hangisinin sonra

öldüğü bilinmese hüküm yine aynıdır. Çünkü bu ikisinden sonra ölen için, miras sebebi sabit

olmuştur. Fakat mirası hangisinin istihkâk edeceği bilinmemektedir. Öyle olunca mirasın bunlardan

birisine ait olduğu söylenemez. Bu mesele şuna benzer: Birisi iki câriyesinden birini tayin ederek

azad etse, ama sonra hangisini azad ettiğini unutsa bunlardan hangisinin onun mülkü olduğu

bilinmediği için ikisi ile de cinsi münasebette bulunması helâl olmaz.

El-Erfâd'da şöyle denilmiştir: «... Veya onlardan biri diğerinden önce ölmüş olsa ve önce ölenin

hangisi olduğu bilinmese: Fakihler onları beraber ölmüş gibi kabul etmişlerdir. Öyle olunca,

onlardan herbirinin malı hayatta olan varislerinindir. Ölülerden biri diğerinden miras alamaz. Bu,

Ebu Hanife'nin mezhebidir.»

Bu aynı zamanda Sekbu'l-Enhur'da ve Makdîsi'nin Kenz şerhinde de zikredilmiştir. Ben de bunu

Rehiku'l-Mahtûm'da özetledim. Orada dedim ki «Bu ibarelerin hepsinden akla ilk gelen şudur:

Tartışma konusu olan şey ikinci haldir. O da birinin önce öldüğü bilindiği halde hangisinin

olduğunun bilinmemesidir. Bu tasavvur Sekbu'l-Enhûr'da beşinci hale tahsis edilmiştir. O da önce

ölenin şahsen bilinmesi ama sonradan karıştırılmasıdır. Sekbu'l-Enhur bunu Allâme Kasım'ın

sözünden almış olabilir ki o da Şafii'nin kavlidir. Zira şafiîler tartışma konusu olan şeyi, Şensûrî'nin

Tertip şerhinde zikrettiği gibi, sadece beşinci halde zikretmişlerdir.

Ancak ikinci halde tartışma olursa, beşinci halde de öncelikle olur. Düşün.

«Çünkü şek ise verâset olmaz.» Bu, ya takdir edilen şöyle bir hükmün illetidir: Onlar biri birlerinden

miras alamazlar. Çünkü şek ile verâset olmaz.

Yada, musannıfın daha önce sarahaten zikrettiği hükmün illetidir. Bu da, Ebu Hanife'nin sonraki

görüşüdür. Ebu Hanife evvela ölenlerin varislerinin biri birlerinden miras alacağını, ama ölenlerin

kendilerinin biribirlerine varis olamayacağını söylemiştir. Mutemed olan, Ebü Hanife'nin birinci



görüşüdür. Çünkü onların ikisinin beraber veya peşi peşine ölmeleri muhtemeldir. öyle olunca

mirası kimin hak edeceği şüpheli olur. Hayatta olan varislerin hak sahibi oldukları ise kesindir.

şüphe ise kesin bilgi karşısında duramaz. Bu durumda : İki kardeş suda boğularak ölse ve

herbirinin doksan dirhem malı olsa ve bunların geride birer kız, bir anne ve bir de amca bıraksalar,

mutemed olan görüşe göre bunların her birinin terikesi hayatta olan varislerine göre altıdan taksim

edilir. Yarısı kıza, südüsü annesine, kalan da amcasına verilir.

İkinci görüşe göre artan mal, ki otuz dirhemdir, amcaya değil ölen kardeşe verilir, sonra bu otuz,

kız, anne ve amca arasında yukarda geçtiği gibi altıdan taksim edilir. Böyle olunca da altmışı kıza,

yirmisi anneye onu da amcaya verilir. Kâsım, özetle...

BİR UYARI:

Vârislerden herbiri babasının daha sonra öldüğüne dair delil getirse, Ebu Hanife'ye göre her iki

taraf da karşı tarafı yalanlayarak yemin ederler.

Aynı şekilde, herbirinin vârisi, diğerinin babasının daha evvel öldüğünü iddia ederek yemin etse

tasdik edilmez. Ama bunlardan birisi önce delil getirse veya iddiada bulunsa ve ikincisinde de

yemin etse o zaman tasdik edilir, çünkü muarızı yoktur.

İki kardeş aynı günde zevâl vaktinde veya güneş doğarken yada batarken ölseler: Ama bunlardan

birisi doğuda, öbürü de batıda olsa, batıda olan doğuda olandan miras alır. Çünkü doğuda olan

daha önce ölmüştür. Zira güneş ve diğer yıldızların doğmaları ve batmaları doğuda batıdakinden

daha evveldir. Sekbu'l-Enhur.

Dürrü'l-Müntekâ'da şöyle denilmiştir: «Bu ifade ediyor ki; Eğer aynı şehirde veya bir birlerine yakın

bir yerde olsalar hüküm böyle olmaz.» Ona müracaat edilsin!

Ben derim ki: Mirasın şek ile sabit olmayışında ve şek olmadığında sâbit oluşunda şüphe yoktur.

«Kâfir hacbeden vasıtası ile miras alır.» Meselâ bir mecûsinin annesi ile evlenmesi

gibi...Sekbu'l-Enhûr'da şu da ilave edilmiştir: Bir müslüman şüphe ile annesi ile cinsi münasebette

bulunsa ve o kadın bir kız doğursa sonra o kız ölse ve geride annesi kalsa -ki bu aynı zamanda

onun ninesidir- o kadın sadece annelik sıfatı ile miras alır, çünkü anne nineyi hacbeder.

«Her iki yakınlıkla da miras alır.» Meselâ geçen meselede zikredilen anne ölse ve geriye kızını

bıraksa, -ki bu aynı zamanda onun oğlunun kızıdır- bu kız kız olma sıfatı ile malın yarısını. oğlunun

kızı olması hasebiyle de üçte ikiye tamamlamak için de altıda birini alır.

«Bize göre ilh...» Şâfiî'ye göre ise hangi akrabalığı daha kuvvetli ise onunla miras alır. Nitekim bunu

avl bâbından hemen önce takdim ettik, «Kâfirler (islâm'a göre sahih değilse) kendilerince helâl olûn

evlenmeler yoluyla miras alamazlar.» Bu söz, musannıfın «iki akrabalıkla miras alırlar» sözünden

kaçınmak içindir.

Aradaki fark şudur: Mecûsilerce helâl olan nikahlar islâm'a göre kesinlikle geçerli değildir. Ama

akrabalıkyle değildir. Çünkü, fasit nikahta ve şüphe ile olan cinsi münasebette nesebin sebebi

mahzurlu olsa bile, neseple miras hak edilir.

Makdisî'de şöyle denilmiştir: Karıkoca arasında hürmet-i musaharet olduğu anlaşılırsa. fakat

onların bir çocukları olsa ve o çocuğun babası ölse, Kadı Süleyman bu çocuğu mirastan mahrum

etmiştir. şeyhü'l-İslâm Suğdî ise miras alacağını söylemiştir. Şâihânî.

Ben derim ki: Bu mesele Vehbaniye'de, aynı konuda nazm halinde beyan edilmiştir. Onun

şerhlerine miracaat et!

«Mecûsinin annesi ile evlenmesi gibi.» Yâni onlardan biri diğerini terkederek ölürse zevciyet ile

değil nesep ile miras alırlar.

«Müslüman oldukları takdirde devam edebilen nikahfarı vasıtasıyla ilh...» Bu, şahitsiz olarak

yapılan bir nikah veya bir kâfirin iddetindeki bir kadınla yapılan nikah gibidir ki onlar bu iki nika

helâl kabul ederler. Ama mahremleri ile veya bir müslümanın iddetindeki kadınla nikahlanırlarsa bu

nikahları müslüman olduklarında devam etmez.

Bu mesele Cevhere'de; caiz olan nikah ile fasit olan nikaha koide kılınmıştır. Yâni mirasın sübûtuna

sebep olan nikah sahih, olmayan ise fasittir.

«...Sadece annesi tarafından miras alırlar.» Meselâ bir adamın bir kadından bir çocuğu olsa,

sonrada o kadınla zina yapsa ve kadın bir çocuk daha doğursa veya kendi çocuğu olan kadın ile

başka bir çocuktan dolayı lanetleşseler ve sonra bu iki kardeşten birisi ölse diğer kardeşi ondan

anne-baba-bir kardeş olarak değil anne-bir kardeş olarak miras alır. H.



«Zira, asabeler bahsînde... takdim ettik.» Orada, aralarındaki farkı ve hükmü takdim etmiştik. Dikkat

et!

«Ana karnındaki bebeğe bir oğul payı bırakılır ilh...» Böyle olması ana karnındaki ceninin varislere

ortak olduğu veya onları hacb-i noksan ile hacbettiği takdirdedir. Ama onların hepsini mirastan

mahrum ederek hacbederse malın hepsi bekletilir.

Eğer doğum bir aydan daha yakın olursa aynı şekilde (herhalükârda) malın hepsinin bekletileceği

de söylenmiştir.

Haleb'de yaşayan bir âlim de Sirâciye üzerine yazdığı şerhinde bunu kati bir ifadeyle zikretmiştir.

Şu kadar var ki, Ekmel'in de Sirûciye şerhinde zikrettiği gibi mutlak ifade daha açıktır.

Eğer ana karnında bebek olup olmadığı bilinmese onun için bir pay durdurulmaz. Fakat daha sonra

kadın doğum yaparsa daha evvel yapılmış olan taksimat yenilenir.

Kadın gebe olduğunu iddia etse o kadının hamilini tespit için bu hususta güvenilir kişilere havale

edilir.

Eğer kadın çocuğu ölü olarak doğurursa yani çocuk kendiliğinden ölü olarak doğarsa bu çocuk

miras alamaz. Ama eğer bir cinayetle düşürülürse o zaman miras da alır ve ona varis de olunur.

Çocuğun ekserisi, hayatta olduğu bilinecek bir şekilde canlı olarak çıkar, -bu canlılığı bir göz veya

dudak oynatması ile de olsa- ve sonra ölürse miras alır ve cenaze namazı da kılınır.

Eğer çocuğun vücudunun az bir kısmı canlı olarak çıkar ve sonra ölürse o zaman miras alamaz. Bu

bahsin tamamı Dürrü'l-Müntekâ'dadır.

«Fetvâ buna göredir.» Bu, Ebu Yûsuf'un görüşüdür. İmam-ı Azâm'a göre ise dört erkek çocuğun

payı, imam Muhammed'e göre ise iki erkek çocuğun payı bekletilir.

«Çünkü genelde (bir batından) bir çocuk olur.» Yâni ekseriyetle ve mutad olan, kadının bir batında

ancak bir çocuk doğurmasıdır. Bunun aksi bilinmediği müddetçe hüküm ona göre verilir. Seyyid.

«... Kefil olunur.» Ebû Yûsufun görüşüne göre Kâdı vârislerden, malum olan mikdar karşılığında -ki

bu da bir erkek çocuk payından daha fazla olandır- bir kefil ister. Bu, kendine bakmaktan aciz olan

cenini gözetmek içindir. Seyyid.

«Meselâ... geride anne baba ve... kalsa ilh...» Ana karnındaki bebeğe alt meselelerin tashihindeki

asıl şudur; önce zikredildiği gibi onun erkek ve kız oluşu göz önüne alınarak meseleleri tashih

edilir. Sonra eğer aralarında mübâyenet varsa biri diğeri ile, muvafakat varsa biri diğerinin vefki ile

çarpılır.

Bundan sonra her varis, onun farzedildiği kadın meselesine göre alacağı hisseyi ikinci meselenin

tamamı ile veya vefki ile çarpılmış olarak alır. Kendisine hâsıl olanlardan daha azı verilir, fazla olan

ise bekletilir.

Buna göre bu sûrette erkek oluşuna göre mesele yirmidört ten olur; kadına sekizdebir verilir ki bu

üçtür. Ana-babadan herbirine altıdabir verilir, bu da dörttür. Kıza da erkek (farzedilen) cenin ile

birlikte kalan verilir ki bu da onüçtür.

Kadın farzedildiği takdirde ise mesele, içerisinde sekizdebir ve altıdabir karıştığı için 27 den gelir.

Ana-babaya sekiz, zevceye üç, kızına da dişi olan cenin ile birlikte onaltı verilir.

Bu iki mesele arasında üçte bir ile muvafakat vardır. O zaman bu meseleden birisinin vefki diğeri ile

çarpılınca 216 eder, ve bundan taksim sahih olur.

Buna göre cenin erkek farzedilirse zevceye yirmiyedi düşer ki bu, üçün ikinci meselenin vefki olan

dokuz ile çarpılması ile elde edilir. Ana ve babasına da otuz altı verilir. Bu da dördün dokuz ile

çarpılmasından elde edilir. Kıza ise erkek farzedilen cenin ile birlikte yüz onyedi verilir, ki bu,

onüçün dokuz ile çarpılmasıyla elde edilir; yüzonyedinin sülüsü olan otuzdokuz kıza, kalan iki

sülüs, ki bu da yetmişsekizdir, erkek olan cenine verilir.

Ana karnındaki bebek dişi takdir edilirse, zevceye yirmidört verilir ki bu, üçün birinci meselelerin

vefki olan sekiz ile çarpılmasından elde edilir. Ana-babadan herbirine de otuziki verilir. Bu da

dördün sekizle çarpılmasından elde edilir. Kıza ise dişi olan cenin ile birlikte yüzyirmisekiz verilir ki

bu onaltının sekiz ile çarpılmasından elde edilir. O zaman yüzyirmi sekizin yarısı olon altmışdört

kıza verilir diğer yarısı olan altmışdört de hamile kalır.

Sonuç olarak ölenin zevcesine ve ana-babasına, hamil dişi takdir edildiğinde düşen mikdar verilir,

kalan onbir ise bekletilir. Bu da zevcenin hissesinden kalan üç ile anne-babasının hissesinden



kalan sekizdir.

Kıza ise cenin erkek takdir edildiğinde düşen verilir. Geri kalan da cenin için bekletilir ki bu da

yetmişsekizdir. Buna göre cenin için bekletilen meblağın toplamı seksendokuz olur.

Şayet o bebek kız olarak doğarsa, bu bekletilen hisselerden yirmibeşi hissesinin tamamlanması

için, kıza verilir, geri kalan da kız olarak doğan bebeğe verilir.

Ama erkek olarak doğarsa bekletilenden karısına üç ebeveynine sekiz, kalan do erkek olarak doğan

cenine verilir.

Şayet cenin ölü olarak doğarsa; yarıya tamamlamak için bekletilen kıza, sekizde bire tamamlamak

için, üç, karısına, altıda biri tamamlamak içinde dört, anneye verilir. Babaya da onüç kalır ki bu

onüçten dördü altıda biri tamamlamak için, dokuzu da asabe olarak verilir.

Ben, bu taksimatta, Sirâciye ve şerhlerindekine muhalafet ettim. Zira biliyorsun ki; fetvaya göre

bekletilen mikdar bir erkek çocuğun hissesidir. Diğerine göre ise burada hâmi kız hakkında erkek,

zevce ve ebeveyn hakkında da kız olarak takdir edilir.

Sirâciye'de olana hayret! Zira o, müfta bihin bu olduğunu söylemiş. sonra da hamlin dört erkek

çocuk payını bekletmiş ve taksimatını ona göre yapmıştır. Düşünülsün!

BİR UYARI:

Bu bekletme işi ancak, hissesi çoktan aza değişen varis hakkındadır. Ama, nine ve hamile olan

zevce gibi, hissesi değişmeyen varisler için birşey bekletilmez.

Şayet hamlin iki halinden birisine göre hamile olan zevcesi ile beraber olan kardeşi veya amcası

gibi hiç miras alamayan bir yakını olursa, ona hiçbir şey verilmez. Bu konuda geniş bilgi

Sekbu'l-Enhûr'dadır.

«Bu misal ilh...» Yâni geçen misal... Bilinmelidir ki; eğer bebek ölenden olur ve iki seneden az bir

zaman zarfında doğar kadın da iddetinin bittiğini ikrar etmez ise o zaman miras alır. Ama eğer

bebek iki senenin tamamında veya daha fazla bir sürede doğar yada kadın iddetinin bittiğini ikrar

ederse o zaman hami miras alamaz.

Sîrâciye'de tam iki senenin iki seneden aşağı olan zamana ilhak edilmesi zâhir-i rivâyetin hilafınadır.

Şayet hami ölüden başkasından olursa o zaman ancak adamın ölümünden altı ay veya daha az bir

zaman zarfında doğarsa miras alır. Aksi halde miras alamaz, Ancak kadın iddet bekler ve iddetinin

bittiğini de ikrar etmez ise veya varisler hamlin var olduğunu ikrar ederlerse o zaman miras alır.

İbnu Kemal'in şerhi, Yakub'un haşiyesi ve Sekbu'l-Enhur'dan böyle anlaşılmaktadır.

«... Onun örnekleri çoktur.» Bu ifadeden eğer bebek ölüden olursa örneğin sadece geçen misal

olduğu zannını veriyor. Halbuki öyle değildir. Şunu Tahtavi ifade etmiştir.

«Gebe olan annesini ilh...» Yâni ölen kadının, babasından gebe olan annesi kalsa... Ama eğer bebek

ölen kadının babasından değilse o zaman hamlin farzı, ister erkek olsun ister kız, olsun üçte birdir.

«Eğer kız takdir edilirse.» Zira onun payı daha çoktur.

«Ben görmedim ilh...» Müellifin bu meseleyi Vehbaniye'den aynen nakletmesine rağmen böyle

demesi hayret vericidir. H.

Ben derim ki: Şârihin bu ifadeden muradı şudur: Şârih hami için terikeden birşey bekletilip

bekletilmeyeceği konusunda birşey görmemiştir. Vehbâniye'nin sözlerinden bunu ifade edecek

birşey yoktur.

«Ona mirastan birşey kalmaz.» Yâni cenine birşey kalmaz. Çünkü o asabedir. Halbuki farz hisseler

terikeyi kaplamıştır. Çünkü mesele altıdandır, kocaya yarısı verilir ki bu üçtür, anneye altıda bir

verilir o da birdir. Anablr iki kardeşe de üçte bir verilir ki bu da ikidir. Bu mesele Şafiilere göre

mesele-i müşerrekedir.

«Kız takdir edilmesi ilh..» Zeylaî'nin sözü buna delâlet eder. Eğer varisin payı iki takdirden birisine

göre daha fazla olursa, ona daha az olanın düşeceği kesin olduğu için daha azı verilir, geri kalan da

bekletilir.

Çünkü şüphe yok ki bu meselemizde varislerin payı, ceninin erkek takdir edilmesi halinde dişi

takdir edildiği duruma göre daha fazladır. öyleyse cenin dişi takdir edilir ve ona terikenin yarısı, avi

yapılarak, durdurulur. Bu da terikenin üçte biridir. Vârislere de kesin olan az meblağ verilir.

«Hamile kadın ilh...» Bu mısralar Vehbânfye'nin muâyatından alınmıştır, ki bu erkek doğurduğu



takdirde çocuğun miras alamayacağı kız doğurduğunda ise o çocuğa terikenin üçtebiri takdir

edilerek ki bu da avi halinde terikenin yarısı olur. Miras verileceği hamile kadın hakkında bir

bilmecedir. Bu bilmecenin cevabı da şârihin biraz evvel tasvir ettiğidir. O zaman denilir ki bu da: Bir

kadının ölüp geride kocası, gebe olan annesi ve anne-bir iki erkek kardeşinin kalması halidir.

Aşikardırki:

Vehbâniye'nin sözünde o hami için terikeden birşey bekletip bekletilmeyeceğini ifade eden bir ibare

yoktur. Vehbâniye'nin sözü sadece meseleyi tasvir etmek için söylenmiş mücerred bir sualdir. Allah

Teâlâ en iyisini bilendir.

 

 

 

 

MÜNASAHA FASLI

M E T İ N

Terikenin taksiminden evvel varislerin bazısı ölmüş olsa birinci mesele tashih edilerek her varisin

payı verilir, sonra da ikinci mesele tashih edilir. Ancak bir adamın ölüp geriye on oğul bırakması ve

sonra bu oğullardan birisinin babasının terikesi taksim edilmeden önce ölüp aynı kardeşlerini varis

bırakması gibi varis aynı olurlarsa o zaman ikinci meselenin tashihine gerek kalmaz.

Eğer sonraki ölenin payı terikenin meselesine göre uygun düşerse mesele yok. Ama eğer uygun

düşmezse o zaman : Sehimleriyle mesele arasında muvafakat olduğu takdirde tashihin vefki birinci

meselenin tashihinin tamamıyla çarpılır. Şayet aralarında muvafakat olmayıp mübayenet olursa o

zaman ikinci meselenin tamamı birinci meselenin tamamıyla çarpılır ve bu çarpmadan iki meselenin

de mahreci hasıl olur. Böyle olunca da önce, ölenin varislerinin payı çarpanla yani ikinci meselenin

tashihi veya vefki ile çarpılır. ikinci ölenin varislerinin sehimleri de birinci meselenin tashihi

sonunda ölünün eline geçecek olan tamamıyla veya vefkıyla çarpılır.

Eğer varisler içerisinde her iki ölüden de miras alan bir varis bulunursa, onun birinci ölüden aldığı

payı. ikinci meseleyle veya vefkiyla çarpılır: ikinci ölüden aldığı hissesi de ikinci ölünün elindekiyle

veya vefkıyla çarpılır.

Eğer taksimden evvel üçüncü bir kişi ölürse ikinci meblağ birincinin yerine üçüncü de işlemde

ikincinin yerine geçirilir.

Her bir varis öldüğünde, aynı şekilde o ikincisi yerine ve ondan evvelki meblağ da sonuna kadar.

birincisinin yerine ikâme edilir. Bu tatbiki bir ilimdir. Ondan gâfil olunmasın Allah Teâlâ en iyisini

bilendir.

i Z A H

Münasaha kelimesi «nesh» kökündendir. Nesh ise nakil ve tahvil manasındadır. Burada

münasahadan murad, vârislerden bazılarının taksimden evvel ölümü ile hissenin ondan miras

alacak kimselere intikal etmesidir. Seyyid.

«Sonra ikinci mesele ilh...» Yâni sonra, ikinci ölünün meselesi tashih edilir ve birinci meselenin

tashihinden elinde olanla, ikinci meselenin tashihi arasında üç hale bakılır; yanı aralarında

mümaselet mi muvafakat mı var? bakılır. Seyyid. Bunların misalleri ileride gelecektir.

«Ancak... aynı olurlarsa ilh...» Yâni iki ölünün de varisleri bir olduğunda bir tashih ile iktifa edilir.

Anılan misalde terike, sanki ikinci ölü hiç yokmuş gibi, daha baştan dokuza göre taksim edilir.

«Eğer uygun düşerse ilh...» Meselâ bir adam ölüp geride bir kızı ve bir de oğlu kolsa sonrada onun

terikesi taksim edilmeden önce oğlu geriye iki oğlunu bırakarak ölse : o zaman birinci mesele

üçten olur, oğula iki sehim kıza ise bir sehim düşer. Ölen oğulun meselesi ise ikiden olur. Demekki

oğulun elindeki ile meselesi arasında uygunluk vardır.

«Mesele yok.» Yâni o uygunluk ile iktifa edilir. Zira birinci meselenin tashihi ile her iki mesele de

sahih olur. Dolayısıyla fazla bir işlem yapmaya gerek kalmaz.

«Ama eğer uygun düşmezse...» Yâni ikinci ölenin nasibi ki birinci meseleden eline geçendir, kendi

meselesine denk gelmezse...

«Sehimleriyle mesele arasında muvafakat olursa.» Yani birinci meselenin tashihinden ölenin eline

geçenle, meselesi arasında muvafakat varsa.. Meselâ bir adam ölse ve geride iki oğlu ve iki kızı

kalsa sonra da bu oğullardan biri, babasının terikesi taksim edilmeden önce ölse ve geriye

zevcesini kızını ve bir de asabe olan bir akraba bırakmış olsa o zaman birinci meselenin tashihi

altından olur. ikinci meselenin tashihi ise sekizden olur. ölen oğulun birinci meseleden payı ikidir ki

bu iki onun meselesine denk düşmez. Ama bunlar arasında yarım ile muvafakat vardır. O zaman

onun meselesinin vefki olan dört, birinci meselenin tashihi olan altıyla çarptığımızda yirmi dört

olur. Her iki meselenin tashihi, yirmidörtten yapılır. Birinci oğula sekiz, kızlardan herbirine dört ölen

oğula da sekiz verilir. Ölenin zevcesine o sekizden bir sehim, kızına dört sehim, asabesine de üç

sehip verilir.

«Eğer aralarında muvafakat yoksa ilh...» Meselâ bir adam ölüp geri de zevcesi ve birisi ona-baba

bir. birisi baba bir, birisi de anne bir üç kız-kardeşi kalsa onun terikesi taksim edilmeden önce.

ana-baba bir kız-kardeşi geride iki kızkardeşi ile kocasını bırakarak ölse; birinci meselenin tashihi

onikiden yapılır ve oniki onüçe avleder: Bundan da karısına üç, ona-baba-bir kızkardeşine altı,

baba-bir kız-kardeşine iki, ana bir kız-kardeşine de iki verilir.



İkinci mesele ise altıdan tashih edilir ve yediye avleder, üçü kocasına, üçü baba-bir kız-kardeşine,

biri de ana-bir kız kardeşine verilir.

Ana-baba-bir kız-kardeşinin birinci meseleden payı altıdır. Bu ye. diye denk düşmediği gibi

aralarında muvafakat da yoktur. O zaman yedi onüçle çarpılır. buda doksanbir eder. O halde iki

meselenin tashihi doksan birdendir.

«İki meselenin de mahreci hasıl olur.» Yâni muvafakat ve mübayenet suretlerinde çarpma ile elde

edilen meblağ. her iki meselenin de mahrecidir. Elde edilen bu meblağa «camia» adı verilir.

Birinci mesele ile çarpılana da -ki o ikinci mesele veya vefkidir- cüzü sehim denilir.

Dürrü'l-Müntekâ'da ise yle denilmektedir Dikkatli ol!

«Böyle oluncada... çarpılır ilh...» Bu. her iki meselede de. meselelerin tashihliden varislere düşen

payların bilinmesine giriştir. Bunun bizim muvafakata misal olarak tasvir ettiğimiz meselenin

beyanı, birinci meselede oğula iki verilirdi. Bu ikinci meselenin vefki olan çarpım ile ki o da dörttür.

Çarpılınca sekiz eder. Bundan herbir kıza bir düşer. Bu da dörtle çarpılınca dört eder. Zevceye

ikinci meseleden bir düşer ki bu da onun ölen kocasının elinde olanın vefki ile -ki bu da birdir-

çarpılınca bir eder.

Kıza düşen dört birle çarpılınca da dört eder. Asabeye düşen üç de birle çarpılınca üç eder.

Bizim mübayenete örnek olarak tasvir ettiğîmiz meselede de zevceye yalnız birinci meseleden üç

düşer ve bu üç yedi ile çarpılınca yirmibir eder. Birinci meseleden, baba, bir kız-kardeşine düşen iki

yedi ile çarpılınca ondört eder. Baba-bir kız-kardeşe ikinci meseleden düşen üç, ölene düşecek

olanın tamamı ile -ki bu da altıdır- çarpılınca onsekiz eder. Anne-bir kız-kardeşe, birinci meseleden

düşen iki yedi ile çarpılınca ondört eder. İkinci meseleden de bir düşer ki bu da altı ile çarpılınca

altı eder. Zevce sadece ikinci meseleden üç düşer ki bu da altı ile çarpılınca onsekiz eder.

«Eğer vârisler içerisinde ilh...» Bu, mübayenet için tasvir ettiğimiz örnekteki baba-bir ve anne-bir

kız-kardeş gibi olanlardır. Ancak bu, birinci meselenin tashihindeki payı ikinci meselenin tamamıyla

çarpmanın ve ikinci meselenin tashihinden elde edilen sehimi ikinci ölüye düşecek olanın

tamamıyla çarpmanın misalidir. Bunun vefki ile çarpılmasının misali şudur. Bir adam ölse ve geride

karısı ondan olan kızı ve bir de babası kalsa, sonra o kız da ölse ve geride annesini ve dedesini

bırakmış olsa, birinci mesele yirmidörtten olur; kıza yirmidördün yarısı olan oniki verilir. Zevceye

sekizde biri olan üç, babaya da farz olarak altıda bir olan dört ve asabe olarak da, geri kalan beş

verilir. ikinci mesele üçten halledilir. Anneye üçtebir verilir. Geri kalan ikide dedeye verilir.

İkinci mesele ile ölen kızın hakkı plan oniki arasında üçte birde muvafakat vardır. O zaman ikinci

meselenin tashihinin vefki olan bir, birinci meselenin tashihinin tamamıyla çarpılınca yirmidört eder

ki bu zaten eskiden de öyle idi.

yle olunca birinci meseleden zevceye düşen üç, birinci meselenin tashihinin vefki olan birle

çarpılınca üç eder. Zevceye ikinci meseleden, anne olarak, verilen bir ölen kızın hakkı olanın vefki

olan dört ile çarpılınca dört eder. Babaya da birinci meseleden verilen dokuz bir ile çarpılınca

dokuz eder, ikinci meseleden de ona dede olarak, iki verilir ki bu iki dört ile çarpılınca sekiz eder.

«Üçüncü bir kişi ölürse ilh...» Bunun izahı daha önce geçen, uygunluk muvafakat ve mubayeneti

kapsayan bir tek misalledir:

Şöyle ki: Bir kadın ölüp geride kocası, başka bir erkekten olan kızı ve bir de annesi kalsa ve bu

kadının terikesi taksim edilmeden önce koca da bir karısını ve ana babasını bırakarak ölse. üçüncü

olarak da kız iki oğlunun bir kızını ve ninesini bırakarak ölse daha sonra da ninesi, kocasını ve iki

kardeşini bırakarak ölse, birinci mesele de -ki kadının meselesidir- reddiye olup mesele onaltıdan

tashih edilir. kocaya dört, kızına dokuz, annesine de üç verilir. ikinci mesele -ki koca meselesidir-

dörtten sahih olur. onun elinde olan dört, meselesine uygun düştüğünden dolayı çarpmaya ihtiy

yoktur. Üçüncü mesele de -ki kızın meselesidir- altıdan olur. Kızın birinci meseleden payı olan

dokuz onun meselesine göre taksim edilmez, ve üçtebirde muvafakat vardır, öyle olunca onun

meselesinin üçte biri olan iki, birinci mesele olan onaltı ile çarpılınca otuziki eder. O zaman bu

otuzikiden iki farz da sahih olur. Onaltıdan hisse alan kişinin hissesi iki ile çarpılmış olur. Altıdan

hissesi olan kişinin hissesi de kızın elindekinin vefki olan üç ile çarpılmış olur.

Dördüncü mesele de -ki nine meselesidir- dörtten olur. Ninenin otuzikiden payı dokuzdur. Çünkü

ona, kızından düşen altı ile kızının kızından düşen üç, içtima etmiştir. Dokuz da dörde denk

düşmemektedir. Ve aralarında muvafakat da yoktur. O zaman dört, otuziki ile çarpılınca

yüzyirmisekiz eder. Bu yüzyirmisekizden bütün meseleler sahih olur. Öyle olunca otuzikiden her



hisse alanın hissesi dört ile çarpılmış olur. Dörtten hisse alanın hissesi de ninenin elinde olan

dokuz ile çarpılmış olur. Bunun tafsilatı Sirâciye şerhindedir.

«İkinci meblağ... kılını.» Bu da birinci ve ikinci meselelerin tashih edildikleri meblağdır.

«İşlemde.» Yâni gecen işlemde... Şöyle ki; üçüncü ölünün sehimleri birinci ve ikinci meselelerin

tashihlerinden alınır ve onun meselesine göre taksim edilir. Eğer (yeni bir işleme gerek kalmadan)

taksim edilebilirse mesele yok. Ama taksim edilemezse o zaman ikinci olarak itibar edilen üçüncü

meselenin vefkini veya tamamını, birinci olarak itibar edilen evvelki iki meselenin tashihinin

tamamıyla çarpılır. Onlardan hasıl olanda bir mesele olarak ele alınır ve bu her iki meseledeki

varislere taksim edilince cami misalde de matlub hasıl olur.

«İşte bu tatbiki bir ilimdir. Ondan gâfil olunmasın!» Musannıfın bu sözü bu bâbın meselelerinin

zorluğuna ve bunları ancak akıl sahipleri ile ilmi feraiz ve ilmi hesapta mahir olanların iyi bir şekilde

bile bileceklerine işaret etmektedir. Bu bâbı kolaylaştıran Meliku'l-Vehhâb olan Allah'ın yardımı ile

çok işlem yapmak ve hesapçılar arasında meşhur olan karışık işlemi iyi bilmektir. Allah Teâlâ en

iyisini bilendir.

 

 

 

 

MEHARİC BÂBI

M E T İ N

Kur'ân'da zikredilen sehimler iki nevidir! Birinci, nısf (yarı) tır. Nısf'ın haricindeki her kesirin

mahreci onun adaşı (kendi adı ile söylenen rakam) dır. Meselâ dörtte bir dörtten, sekizde bir

sekizdendir. Nısf'ın mahreci ise ikidir.

İkincisi: Üçte bir ve üçte ikidir, her ikisi de «üç» tendir. Altıda bir de, ikiye katlansa ve ikiye bölme

yoluyla altıdandır. Meselâ : «Sekizde bir. onun katı ve katının katı» veya «yarı, yarının yarısı

yarısının yarısının yansı» denilir.

Ben derim ki: Bunların yerine : «Dörtte bir, üçte bir, bunlardan herbirinin katı ve yarısı» denilse idi

daha kısa olurdu.

Buna göre. meselede bu farzlardan birer birer (teker teker) geldiklerinde her birinin mahreci yalnız

onun adaşı (kendi rakamı)dır. Ancak yukarda do geçtiği gibi nısıfın adaşı yoktur. ikişer ikişer veya

üçer üçer aynı neviden oldukları halde gelseler o zaman her şeyi bir cüze mahreç olur. Ayrıca bu

sayı, altı gibi kendi katına ve birkaç katına mahreç olur ki. bu altı altıda bire. onun katına ve katının

katına da mahreçtir.

Eğer, birinci neviden olan yarım ikinci nevin yani diğer üçün tamayla veya bazısı ile birlikte

bulunmuş olsa, meselâ meselede, zevc, anababa-bir iki kız kardeş. anne-bir iki kız kardeş ve anne

gibi nısf (yarı) üçte iki üçte bir ve altıda bir hisseye sahip olanlar bulunduğunda mesele altıdan olur.

Çünkü altı ikinin üçle çarpılmasıyla elde edilir. Yahutta birinci neviden dörttebir, ikinci nevinin

tamamı veya bazısı ile beraber bulunursa mesela meselede zevce ile adı geçenler bulunsa, mesela

onikiden olur. Zira oniki dördün üçle çarpılmasıyla elde edilir. Çünkü altı ile nısıf orasında

muvafakat vardır.

Şayet birinci neviden sekizde bir ikinci nevinin bazısı ile beraber bulunduğu takdirde mesele

yirmidörtten olur. Fakat birinci neviden olan sekizdebirin, ikinci nevinin tamamı ile beraber

bulunması tasavvur edilemez. Bu ancak, İbnu Mesud'un görüşüne göre veya vasiyetlerde tasavvur

edilebilir. Hıfzedilsin! Meselenin yirmidörtten olmasının örneği. Bir adamın ölüp geride zevcesi iki

kızı ve annesinin kalmasıdır. Zira yirmidört sekizin üçle çarpılmasından elde edilir. Nitekim daha

önce, altının nısfa muvafık olduğunu daha önce söylemiştik.

Bir meselede hisselerden dörtten fazlası birleşmeyeceği gibi hisse sahiplerinden de beş guruptan

fazlası bir arada bulunmaz. Dört fırkadan fazlası da kesirli olmaz.

İZAH

Musannıf daha önce dediği gibi, burada da «Mehâric ve başka konular bâbı» deseydi daha iyi

olurdu. Çünkü musannıf, tashih konusu ile sayılar arasındaki nispet meselesini de bu bâbda

anlatmıştır.

Sirâcîye'de yapıldığı gibi. bu bâbın münâsehat konusundan daha önce zikredilmesi de minasipti.

Çünkü münasehatın bilinmesi de buna bağlıdır.

Mehâric: «Mahrec» kelimesinin çoğuludur. Mahrecde her hisse sahibinin içersinden tek başına

hissesini tam olarak alması mümkün olan en küçük sayıdır.

Buna göre «1» feraiz hesabına göre «sayı» değildir. Ama nehivcilere göre sayıdır.

«Farzlar ilh...» Yâni Nisâ Sûresi'nin beş âyetinden alınan ve aşağıda gelecek olan altı farz...

«İki nevidir.» Fâkihlerin altı farzı, iki kısma ayırmalarının sebebi şudur: Altı farzdan miktar

bakımından en azı olan sekizde birdir ki onunda mahreci sekizdir. Dörtte bir ile nısıf, sekizden

kesirsiz olarak çıkartılabilirler. İşte bundan dolayı bu üçüncü bir nevi kabul etmişlerdir. Bundan

sonra da farzların miktar bakımından en azı «altıda bir»dir. Ki bunun mahreci altıdır. Üçte bir ve

üçte ikide altıdan kesirsiz olarak çıkarlar. İşte bu yüzden fukaha bu üçüncü de başka bir nevi kabul

etmişlerdir. Bunu Seyyid ifade etmiştir.

«Her kesirin mahreci onun adaşıdır.» Kesirin adaşı: Sahih sayılardan, onunla aynı isim altında

birleştikleri rakamdır. Meselâ altıda bir mahreci olan altıyla aynı isim altında birleşmektedirler.

Çünkü «sitte» (altı) kelimesinin aslı «sidse» dir; «dâl» ile ikinci «sin» harfi «tâ»ya kaybolmuş

sonrada «tâ», «tâ» ya idğâm olunarak «sitte» denilmiştir.

Musannıfın burada «kesir» demesi zikredilen farzlar dışındaki, beştebir, yedidebir, dokuzdabir ve

ondabir gibi kesirleri de kapsaması içindir. Çünkü bunların da mahreçleri, kendi isimlerini taşıyan

rakamlardandır.



Musannıfın sözü nısıf gibi müfred ve üçte iki gibi mürekkep olan kesirleri de kapsar.

Bilinmelidir ki: Mahrec ne kadar az olursa, farz o kadar çok olur. Mahrec çok olduğunda da farz

daha az olur. Zira meselâ yarı dörttebirden daha çoktur. halbuki mahreci onun mahrecinden daha

azdır.

«İkiye katlama ilh...» Musannıf bu ifadesi ile sekizde bir ikiye katlandığında dörtte bir, dörtte bir

katlandığında nısf (yarım) altıda bir ikiye katlandığında üçte bir, üçte bir ikiye katlandığında da üçte

iki olduğunu kasdetmiştir.

«...İkiye bölme yoluyla ilh...» Musannıf bu ifadesiyle de, yarım ikiye bölündüğü zaman dörtte bir,

dörtte bir ikiye bölündüğünde sekîz de bir, üçte birin yarısı alındığında altıda bir üçte iki ikiye

bölündüğünde de üçte bir olduğunu kasdetmiştir. Seyyid.

«Mesela... denilir ki ilh...» İkinci nevide de böyle denilebilir. Bunun özeti şudur: iki neviden daha

küçüğü ile başlandığında bu katlama yoluyla daha büyük olanla başlandığında da yarıya bölme

yoluyladır.

«Bunların yerine... daha kısa olurdu.» Yâni her iki nevi de söylenen sözlerin kısası.

«Birer birer ilh...» Bunun manası. bir kez bile zikredilmiş olsa mükerrer olmasıdır.

Sirâciye'de : Lâfız cihetine bakılarak, hadisteki «gece namazı ikişer ikişerdir» sözü gibi,

tekrarlanmıştır. (Ahad âhad denilmiştir.) Bunu Seyyid ifade etmiştir.

İmam Vâhidî'nin Divûnu'l-Mütenebbî şerhindeki «o âhâddır, yani birdir, denilmez, ancak onlar âhâd.

Yâni birer birer gelmişlerdir» denilir. «bir» yerine âhâd» demek hatadır» sözü «âhâd» kelimesinin

birden fazla şey için bir kez kullanılmasının caiz olmadığına delâlet etmez. Nitekim bu kelime,

üzerinde durduğumuz meselede, birden fazla şey için kullanılmıştır. Yukarıdaki ifade bu kelimenin

ancak «tek» olan için kullanılamayacağına delalet eder. Buna göre, «Zeyd âhâddır» denilemez. Anla!

«İkişer ikişer veya üçer üçer aynı neviden ilh...» Yâni yalnız birinci neviden veya yalnız ikinci

neviden... Bu nevilerden birisinde diğerinden hiçbirşey karışmadan gelse.

«... Bir cüze ilh...» Yâni onlardan en az olan cüze...

«Kendi katına... mahrec olur.» Çünkü katının mahreci cüzünün mahrecinde de bulunur. Dolayısıyla

cüzün mahreci ile iktifa edilir.

Meselâ üçte bir ve üçte ikinin mahreci üçtendir. Bu üç, aynı zamanda, altının mahreci olan altıya

dahildir. Aynı. şekilde dörtte bir ve yarının mahreçleri de sekizde birin mahrecine dahildir. Buna

göre meselede, içtima etse, anne ile anne-bir iki kız-kardeşte olduğu gibi, üçte bir ile altıda bir

birlikte bulunsalar veya anne ile anne-baba-bir iki kız-kardeşte olduğu gibi altıda bir ile üçte iki

birlikte bulunsalar mesele altıdan olur. Ana-baba-bir iki kız-kardeş ile ana-bir iki-kız kardeş de

olduğu gibi, üçtebir ile üçte iki bulunsa üçten olur. Yahutta anne, anne-bir iki-kız kardeş ve

anne-baba-bir iki kız-kardeş de olduğu gibi üçü bir arada olsalar mesele yine altıdan otur. Meselede

zevce ile kız da olduğu gibi sekiz bir ile yarım bulunsa mesele sekizden olur. Koca ve kızda olduğu

gibi, dörtte bir ile yarım bulunsa mesele dörtten olur. Dörtte birle sekizde birin veya üçünün birlikte

bulunmaları ise tasavvur olunamaz.

«...Eğer yarım... birlikte bulunsa ilh...» Musannıfın bu sözü, «eğer onların ikisi aynı neviden olsalar»

sözünün muhterizidir.

Geçen bahis her nevinin fertlerinin kendi işinde, biri birleri ile birlikte bulunması halinde idi. Bu ise

bir nevinin fertlerinin diğer bir nevinin fertleri ile ya tamamen veya bazısı ile birlikte bulunmaları

bahsidir.

Bilinmelidir ki: Bu birlikte olma suretleri mutlak olarak elli yedidir. Bunlardan yirmiyedisi şer'î,

otuzu da aklîdir. Bunların hepsini Rahîku'l-Mahtûm adlı eserde özetledim. Oraya müracaat et!

«Zevc ilh...» Bu yarının üç ile birlikte olması haline örnektir. Bu ifade ite nısıfın bunlardan bazısı ile

birlikte olmasının misalleri görülmüş oldu. Meselâ zevcin bu varislerden yalnız biri ile veya ikisi ile

olması gibi...

«Çünkü altı ikinin üçle çarpılmasından elde edilir.» Bu da ancak meselede altıda bir olmadığı

takdirde kendisini gösterir. Ama meselede altıda bir bulunursa, altıda birin mahreci ile iktifa edilir.

Çünkü nısıfın mahreci iki, üçte bir ve üçte îkinin mahreçleri üçtür ve her iki mahrec de altıya

dahildir. Dolayısıyla altı ile iktifa edilir. T.

«... Meselede zevce ile adı geçenler.» Yâni geçen misaldeki ana-baba-bir iki kız-kardeş, annebir iki



kız-kardeş ve anne bulunsa... Bu da dörttebirin, ikinci nevin tamamı ile birlikte bulunmasına

örnektir. Bu misalden, meselede zevcenin, bu varislerden yalnız biri veya ikisi ile birlikte olması

gibi, dörtte birin, ikinci nev'in bazısı ile birlikte bulunmasıda anlaşılır. Bu da geçen misalin

benzeridir.

«Çünkü altı ile nısıf orasında muvafakat vardır.» Musannıfın bu sözü, önceki sözünün anlattığı,

meselede ister altıdabir bulunsun ister bulunmasın dördün daima üç ile çarpılacağının illetidir.

Meselede altıda bir yoksa tamam. Ama altıda bir varsa pek uygun değil. Zira altıdabirin mahreci

altıdandır. Altıda nısıf ile dörttebirin mahreçleri olan dörde muvafıktır. Altının yarısı ise üçtür. İşte

bundan dolayı da üç daima dört ile çarpılır. Anla!

«İkinci nevinin bazısı ile ilh...» Bu, mutlak değildir. Çünkü sekizde bir, üçte iki ile de birlikte

bulunur. Meselâ, zevce ile iki kız gibi'... Zevce, anne ve oğulda olduğu gibi altıda bir ile de birlikte

olabilir. Aynı şekilde zevce, iki kız ve annede olduğu gibi üçte iki ve altıda bir ile de birlikte bulunur.

Sekizde birin bunların dışındaki bir hisse ile birlikte olması konusuna gelince, o ancak İbnu

Mesud'un, ileride gelecek olan görünüşüne göre mümkün olur. Çünkü onun görüşüne göre

mirastan mahrum olan birisi başkasını hacbı noksan ile hacbedebilir. Demekki ona göre sekizdebir

üçtebir ile beraber bulunabilirler. Meselâ zevce, anne bir iki kızkardeş ve mirastan mahrum olan

oğul buna örnektir. Yine ona göre üçtebir ve altıda birle birlikte de bulunabilir. Adı geçen varisler ve

annenin bulunması gibi... Yine İbnu Mesud'a göre zevce, ana-baba bir iki kız-kardeş anne-bir iki kız

kardeş ve birde mirastan mahrum olan oğulun bulunması gibi hallerde, üçte iki ve üçte bir ilede

beraber bulunur.

«Bu ancak İbnu Mesud'un görüşüne göre...» Meselâ bir adam ölüp geride kâfir bir oğul, zevce,

anne. anne-baba-bir iki kız-kardeş ve anne-bir iki kız-kardeş kalsa o zaman mesele yirmidörtten

olur ve İbnu Mesud'a göre otuzbire avleder. H.

Ama başkalarına göre mesele onikiden olup onyediye avleder.

«Veya vasiyetlerde ilh...» Meselâ bir kişi, birisine malının sekizde birini başka birine üçte ikisini,

üçüncü birine üçte birini dördüncü bir şahsa da altıda birini vasiyet etse ve varisi almasa veya

varisleri olduğu halde hepsi bu vasiyete icâzet verseler, mesele yirmidörtten olur ve İbnu Mesud'un

dediğinin benzeri olarak otuzbire avleder.

Yukarıda söylediğimiz suretlerden ancak İbnu Mesud'un reyine göre olan suretler vasiyetlerde İbnu

Mesud'un dışındaki âlimlerin görüşlerine göre de yapılır.

«Üçle çarpılmasından ilh...» Yâni ister altıda bir ister olmasın... İşte bu izâhla bizim daha evvel

benzerine dikkat çektiğimiz gibi, talil açığa çıkmış olur.

«Altının nısfa muvafık olduğunu daha önce söylemiştik.» Ancak daha evvel geçen yerde altının nısıf

ile muvafakatı dört içindi, burada ise sekiz içindir.

«Hisselerden dörtten fazlası birleşmeyeceği gibi ilh...» Yâni mükerrer olmayarak. Şu mesele bu

söze, itiraz olarak varid olamaz: Bir kadın ölerek, kocasını, annesini, ana-baba-bir kız kardeşini,

bababir kız-kardeşini ve anne-bir iki kız-kardeşini bıraksa bu meselede hisseler dörtten fazla, ama

mükerrer olarak birlikte bulunur. Ashâb-ı ferâizden, beş tâifeden fazlası bir arada bulunamaz. Şöyle

ki: Birisi ölse geride eşi, babası, annesi, dedesi, ninesi, kızı, oğlunun kızı, anababa-bir kız-kardeşi

ve anne bir erkek-kardeşi ile kız-kardeşi kalsa; bunlar hisseleri belirlemiş ashab-ı feraiz-i dendirler.

Fakat dede ve kız kardeşler, baba ile, nine de anne ile hacbolunur. Böyle olunca geriye sekizde bir

veya dörtte biri alacak olan eş karı kocadan biri, nısh alacak olan kız, altıda biri alacak olan üç

gurup-baba-anne ve oğulun kızı-kalır. Sonunda bunlar beş tâife kalırlar.

Eğer, baba, dede, kız ve oğulun kızı olmasa, o zaman da dörtte bir veya nısıf alacak olan eşkarı

kocadan birisi -nısfı alacak olan ana-baba bir kız-kardeş altıdan biri alacak olan iki gurup- yani anne

ile baba-bir kız-kardeş ve üçte biri alacak olan anne bir kardeş kalır. Tâifeler burada da beştir. «Dört

fırkadan fazlası da kesir olmaz» çünkü beş tâifeden birisinin, baba veya anne veya eş gibi, tek

olması lâzımdır. Onun payı da kendisine nisbette küsürlü olmaz.

M E T İ N

Varislerden bir gurubun sehimleri, kendilerine göre küsürlü olduğu takdirde sayıları, meselenin aslı

ile, eğer meselede avl varsa avli ile. çarpılır. Meselâ bir adam ölse ve geride karısı ve iki kardeşi

kalsa mesele dörtten olur. Zevceye dörtebir, iki kardeşine de üç kalır. Bu da onlara denk düşmez.

Burada, sehimler ile şahısların arasında muvafakat da yoktur. öyleyse ikiye dörtle çarpılınca mesele

sekizden sahih olur.



Eğer sehimleri ile adedleri arasında muvafakat olursa, adedlerinin vefki meselenin aslı ile veya avli

ile çarpılır, meselâ bir adam öldüğünde, geride zevcesi ve altı erkek kardeşi kalsa o zaman altı

kardeşe dörtten üç düşer ki bu onlara da üçte bir ile muvafıktır. O zaman (altının üçe bölünmesi

sonunda çıkan) ikiyi dörtle çarparız; mesele yine sekizden sahih olur.

Eğer iki veya daha fazla gurubun sehimleri kesirli olur sehim sahiplerinin adetleri arasında

mümaselet olursa, o zaman adedlerden biri meselenin aslı ve avli ile çarpılır. Meselâ bir adam ölse

ve geride üç kız ve üç amca kalsa, o zaman iki mütemâsilden biri ile iktifa edilir, ve «üç» meselenin

aslı ile çarpılır. O da dokuz eder. Mesele bundan sahih olur.

Eğer üç veya dört guruba göre, sehimleri kesirli olsa, o zaman evvela sehimlerle adedler arasındaki

sonrada adedler arasındaki müsareket sonra da iki guruptaki müdahâle (tedahül) mümaselet

muvafakat ve mübayenette yaptığım gibi yaparsın. Sonunda hâsıl olana cüzü sehim denilir. Elde

edilen cüz-ü sehimde meselenin aslı ile çarpılır. Musannıf buna şu sözü ile işaret etmiştir: Eğer

sayıları biri birlerinin içine girse mesela adam öldüğünde geriye dört zevce, üç nine ve oniki amca

bıraksa sayıların en büyüğü meselenin aslı olan oniki ile çarpılır. Çünkü bu sayılar biri birinin içine

girerler. On iki oniki ile çarpıldığında yüzkırkdört eder. Taksimat bundan sahih olur.

Eğer sayılar biri birlerine muvafık olursa, meselâ adam öldüğünde geriye dört zevce onbeş nine,

onsekiz kız ve altı amca kalsa o zaman iki sayıdan birinin vefki diğerinin tamamıyla çarpılır. Elde

edilen sonuçda eğer aralarında muvafakat olursa, üçüncü sayının vefki ile çarpılır, muvafakat

yoksa, tamamiyle çarpılır. Daha sonra dördüncü sayı da aynı şekilde çarpılır. Toplanan bu sayı ki o

cüzü sehimdir. Ve bizim meselemizde yüz seksendir. Meselenin aslı ile çarpılır. Meselenin aslı

burada yirmidörttür. Dolayısıyla mesele elde edilen dörtbinüçyüzyirmiden sahih olur.

Eğer sehimleri kesirli olanların adedleri birbirlerine mübayin olursa, meselâ adam öldüğünde

geride iki zevce on kız altı nine, ve yedi amca kalsa, sayılardan biri ikincisinin tamamıyla çarpılır ve

elde edilen meblağ üçüncünün tamayla çarpılır. bundan elde edilen de dördüncü sayının

tamamıyla çarpılır. Böylece cüz-ü sehim hâsıl olur: Burada cüz-ü sehim ikiyüzondur. Çünkü kızların

adedleri ile ninelerin adetleri, sehimlerine yarı ile muvafıktır. O zaman cüz-ü sehim olan ikiyüzon,

meselenin aslı ile çarpılır. Meslenin aslı burada yirmidörttür. O zaman elde edilen beşbinkırktan

taksimat düzgün olur.

İ Z A H

«Bir gurubun sehimleri, kendilerine göre küsûrlu olduğu takdirde iIh...» Musannıf bu sözleri ile

feraiz meselelerinin tashihine başlamaktadır. Tashihden maksat, varislerin herbirinin paylarını

kesirsiz olarak alabilecekleri adedlerin en küçüğünü bulmaktır.

Bilinmelidir ki; burada yedi «asl»ın bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu ye di asıldan üçü sehimlerle hisse

sahiplerinin adetleri arasında, dördü de, hisse sahipleri arasındadır.

Sehimlerle, hisse sahiplerinin adetleri arasındaki üç asıl şudur:

1 - İstikamettir: Yâni her gurubun sehiminin, o guruptakilere kesirsiz olarak taksim edilmesidir. Kişi

öldüğü zaman geride annesi, babası ve dört kızının kalması buna misaldir. Bu meselede çarpmaya

ihtiyaç yoktur.

2 - Sehimler küsûrlu olup sehimlerle, sehim sahipleri arasında mübayet olmasıdır. Şöyleki sehimler

varislerden bir guruba göre küsûrlu olsa ve sehimleri ile, sehim sahipleri arasında muvafakat

olmasa, o zaman sehim sahiplerinin adedi yalnız meselenin aslı ile veya, avl ettiği takdirde, âvli ile

çarpılır.

3 - Sehimlerin muvafakatla birlikte küsürlü olmalarıdır. Şöyle ki, sehimler bir guruba göre küsurlu

olmakla birlikte sehimleri ile sehim sahipleri arasında muvafakat olsa, o zaman ruusların vefki,

meselenin aslı ile veya avli ile birlikte aslı ile çarpılır.

Sehim sahipleri arasındaki dört «asl»a gelince; onlar: Temâsül, tedahül, tevafuk ve tebâyündür.

Musannıf bu dört asılla ilgili bilgiyi ileride verecektir. Bu dört asıla ancak, kesir iki taifeye veya daha

fazlasına göre olduğu takdirde itibar edilir.

Ancak fakihler, sehim sahipleri arasındaki tedahüle itibar ettikleri gibi, onlarla sehimler arasındaki

tedahüle itibar etmemişlerdir. Aksine, sehim sahipleri fazla olduğu takdirde onu muvafakata,

sehimler -altının üç göre taksimi gibi- daha fazla olduğunda da mümâselete reddetmişlerdir. Bunu

da, yakında izâhı geleceği üzere. ihtisâr için yapmışlar-dır.

Musannıf bu yedi aslı misalleri ile birlikte, anılan tertibe göre zikretmiştir. Ancak istikameti

zikretmemiş, açık olduğu için, onu hazfetmiştir.



«Eğer avl varsa ilh...» Yâni onların adedi meselenin aslı ile ve avli ile çarpılır. Aksi halde (avl yoksa)

sadece meselenin aslı ile çarpılır. Musannıf burada ve bundan sonra gelecek kısımda bu tafsilatı

terk etmekle mesele ve avlinin asıl mesele menzilesinde olduğuna işaret etmiştir. O da sehim

sahipleri sayısı meselenin aslı ile çarpıldığı gibi, meselenin aslı ve avli ile de çarpılır. Nitekim

Seyyid de bunu ifade etmiştir.

«Meselâ karısı ve iki kardeşi kalsa ilh...» Bu. içersinde avl olmayan meseleye misaldir ki aslı

dörttür. Avl olan ise şöyledir: Bir kadın ölse ve beş tane anne-bir olmayan kız-kardeş bıraksa -ki bu

meselenin aslı altıdır- kocaya yarısı -ki üçtür- kız kardeşlerine de üçte iki -ki dört-tür- verilir. Mesele

yediye avleder ve kız-kardeşlerin sehimleri ile, sayıları arasında mübayenet vardır. O zaman

kız-kardeşlerin adedi olan beş, avlı ile birlikte meselenin aslı ile -ki bu yedidir- çarpılır. Sonuç

otuz-beş eder ve taksim bundan sahih olur.

«Avl ile ah...» Yâni eğer mesele avliye ise, aksi halde Musannıfın da zikrettiği gibi sadece meselenin

aslı ile çarpılır.

«Karısı ve altı erkek kardeşi kalsa ilh...» Bu, avliye olmayan meseleye misaldir. Bu meselenin aslı

da dörttür. Avliye olanın misali ise şöyledir: Bir kadın ölüp geride kocası, ana-babası ve altı kızı

kalsa meselenin aslı onikiden olur, kocasına dörttebir -ki üçtür- anne-babasına. altıda iki -ki dörttür-

altı kızına da üçte iki -ki sekizdir- verilir. O zaman mesele onbeşe avleder. Kızların sehimleri olan

sekiz sayıları olan altıya göre kesirlidir. Ancak sayıları ile sehimleri arasında nısıfla muvafakat

vardır. Böyle olunca biz sayılarının yarısını -ki üçtür- alır. Sonra bu üçü meselenin avli ile birlikte,

aslı olan onbeşle çarparız. Sonuç kırkbeş olur ve taksim bundan sahih olur.

«O zaman altı kardeşe üç düşer ki bu da onlara, üçte birde muvafıktır.» Musannıfın, altı ile üç

arasında, tedahül olduğu halde muvafakata itibar etmesi, yukarda söylediğimiz gibi, sehimlerle

sehim sahipleri orasındaki tedahüle itibar etmediğine işaret etmektedir. Zira, sayıların en büyüğü

olan altıyı -ki bu sehim sahiplerinin tamamıdır- dörtle çarpmakla tedahüle itibar etmek mümkün ise

de bu, hesabın uzamasına yol açar. Hesabı uzatmamak ise kârdır. İşte bundan dolayı da hesabı

muvafakata irca ettik.

Aynı şekilde, yukarda avliye için zikrettiğimiz misalde de eğer kızlar dört tane olsaydı. o zaman

sayıların büyüğü olan sekiz -ki bu onların sehimlerinin adedinin tamamıdır- meselenin aslı ile

çarpılmazdı. Çünkü bu hesabın uzamasına yol acardı. Aksine taksim çarpmadan sahih olduğu için

temasule müracaat edilirdi.

«Eğer iki veya daha fazla gurubun sehimleri kesirli olursa ilh...» Bu söz farklı guruplardaki sehim

sahipleri arasındaki dört aslın başlangıcıdır. Önce her gurup ile sehimlerine bakılır. Eğer aralarında

tebayün varsa o zaman gurubun tamamı ele alınır. Eğer birbirlerine muvafık iseler o zaman fırkanın

vefki ele alınır. Sonra da bu dört usûlle, elde edilen sayılara bakılır. Şayet iki adet arasında temasül

varsa o zaman onlardan biri. meselenin aslı ile çarpılır. Bu iki adet arasında tedahül varsa o zaman

bunlardan büyüğü yine meselenin aslı iIe çarpılır. Eğer bu iki adet arasında muvafakat varsa vefk

diğerinin tamamı ile çarpılır. Sonrada elde edilen rakam meselenin aslı ile çarpılır. Şayet bu iki sayı

arasında mübayenet varsa bunlar biri birleriyle çarpılır. Elde edilen meblağda meselenin aslı ile

çarpılır. Musannıf bu dört aslı bu tertibe göre zikretmiştir. Meselenin aslı ile çarpılana da ileride

geleceği üzere cüzü sehim denilir.

«Veya daha fazla ilh...» Yâni üç veya dört... Yukarda da geçtiği gibi bunlardan fazla olmaz.

«Ve adedleri arasında mümaselet olursa ilh...» Seyyid şöyle demiştir: «Ruuslarının adedlerinden

murad: Adedleri ve onların vefkini de kapsayandır. Zira sehim sahipleri arasında sehimleri muvafık

olan bir gurup olsa, onların sayıları önce vefkine reddolunur, sonra da o sayı ile diğer adedler

arasındaki mümaselete itibar edilir.

«Ve avli ile ilh...» Meselâ bir adam ölüp geride altı tane anne-baba-bir kız-kardeşi, üç tane anne-bir

kız-kardeşi ve üç ninesi kalsa meselenin aslı altı olur ve yediye avleder. Ana baba-bir kız-kardeşlere

üçte ikî verilir ki dörttür. Dört altıya bölünmez, ama aralarında nısıfla muvafakat vardır ki o da üçtür.

Anne-bir kız-kardeşlere de üçte bir verilir ki bu da ikidir. İki üçe bölünmez ve aralarında muvafakat

da yoktur.

Ninelere de altıda bir verilir ki o da birdir. Onda da tevafuk yoktur.

Bu durumda birbirine mümâsil olan üç aded bir oraya gelmiştir. Bunlardan biri farzla çarpıldığında

yirmi bir eder ve bundan taksimat sahih olur. Zeylaî.

«Eğer sehimler üç veya dört guruba göre kesirli olursa ilh...» Bu söz daha önce söylediğimiz



«evvelâ her fırkaya sehimleri ile birlikte bakılır sonra da sabit olan sayılara bakılır» sözüne işaret

etmektedir. Onun zikrettiğinde iki veya daha fazla fırka arasında fark yoktur. Fark ancak fırkalar üç

olduğu zamandır ki onların suretleri fazlalaşır. İspat edilen adedler birkaç tane olduğundan çarpma

tekrar edilir. Zira, evvelâ üç gurup ite sehimleri arasına bakılır. Bunlardan her fırka sehimlerine ya

mübayın veya muvafık olur. Yahutta iki fırka ile sehimleri arasında muvafakat, diğer fırka ile

sehimlerinde ise mübayenet olur. Veya iki fırka ile sehimleri arasında mübayenet olur. Diğer fırka

ile sehimleri arasında da muvafakat olur. İşte bunlar dört haldir. Sonrada bunların her bir halinde,

dört asıl ile ispat edilen adedler arasına bakılır; ki elli iki surete ulaşır. Bu suretlerin açıklaması

Tertip şerhi ve diğer uzun kitaplardır.

«Müşareket arar ilh...» «Münasebet arar» dese idi daha iyi olurdu.

«Sonra da iki gurupta yaptığın gibi yaparsın.» «Yapacağın gibi» deseydi daha iyiidi. Zira iki gurup

arasındaki hallerden sadece mümaselet geçmişti. Müdâhalede, muvâfakat ve mübayenetin halleri

ileride gelecektir. Anla!

«Buma, şu sözü ile işaret etmiştir. » Musannıf bu sözü ile cüzü sehimin çarpılmasına ve daha önce

geçen; «eğer sehimler üç fırkaya göre kesirli olursa ilh...» sözüne îşaret etmiştir. Düşün!

«Dört zevce gibi ilh...» Meselenin aslı onikidendir; ninelere altıda bir olan iki. zevcelere dörtte bir

olan üç, amcalara da kalan yedi verilir. Bunlardan her gurubu sehimleri ile sehim sahipleri arasında

mübayenet vardır. O zaman, sehim sahiplerinin tamamını alırız ki bunlar: Dört, üç ve onikidir. Bu

sayılardan evvelki iki adedin, üçüncü adedde, -ki onikidir- tedâhül ettiğini buluruz. öyleyse onikiyi

yine oniki olan meselenin aslı ile çarparız. Bundan da taksimat sahih olur.

«Dört zevce, onbeşine ilh...» Meselenin aslı yirmidörtten olur; zevcelere sekizde bir olan üç verilir.

Bu üç, dörde denk düşmez. Aralarında muvafakat da yoktur. öyle olunca onların adedleri olan

dördü tutarız. Ninelere altıdabir olan dört verilir. Dörtle onların adedleri olan onbeş arasında da

mübâyeten vardır o zaman onu da tutarız, kızlara da üçte iki olan onaltıdır. Onaltı, onların adedleri

olan onsekiz, dokuz olan nısıf ile muvafıktır. Öyleyse onu da tutarız. Amcalara da kalan verilir ki bu

da birdir. Bir ile onların adedi olan altı arasında mübayenet vardır, o zaman onu da tutarız.

Demek oluyor ki tutulan rakamlar, dört, altı, dokuz ve onbeştir. Sonra biz bunlar arasındaki

münasebeti araştırınız. Dördün altıya nısıf ile muvafık olduğunu buluruz ve bu ikisinden birisinin

yarısını alır diğerinin tamamıyla çarparız. Sonuç oniki eder. Bu onikinin de dokuza üçte birde

muvafakatı vardır. Bu durumda biz bunlardan birinin üçte birini de diğerinin tamayla çarparız, iki

oda otuzaltı eder. Otuz altı ile onbeş arasında yine üçte bir ile muvafakat vardır. Bu otuzoltıyı

onbeşin sülüsü olan beş ile çarpınca yüzseksen eder ki bu da cüzü sehimdir.

«Meselâ, iki zevce ilh...» Meselenin aslı yirmidörttendir. İki zevceye sekizde bir verilir ki üçtür. Üç ile

iki zevce arasında mübayenet vardır. Buna göre onların sayısı olan ikiyi tutarız. Kızlara da üçte iki

verilir ki oda onaltıdır. On altı ile onların adedi olan on arasında nısıf ile muvafakat vardır ki bu da

beştir, bu beşi de tutarız. Ninelere de altıdabir verilir ki dörttür. Dört ile ninelerin adedi olan alt»

arasında nısıf ile muvafakat vardır, ki o da üçtür o halde bu üçü de tutarız. Amcalara da kalan bir

verilir. Birle onların adedi olan yedi arasında mübayenet vardır, dolayısıyla yediyi de tutarız. Bu

durumda tutulan sayılar iki, üç, beş ve yedidir ve bunların hepsi birbirlerine mübayindirler.

yle olunca ikiyi üçle çarparız, altı eder, sonra alyı beşle çarparız otuz eder. sonra da otuzu yedi

ile çarparız ve ikiyüz on eder ki bu cüzü sehimdir. İşlemin tamamı ise Şârihin yukarda zikrettiğidir.

Bunlardan herbirinin sehimlerinin bu misallerde ve diğerlerinde bilinmesi, hususu ileride gelecektir.

M E T İ N

İki aded arasındaki temasül, tevafuk, tedahül ve tebayünü bilinmenin yolu şudur: -Bu izah, terikenin

taksiminde ihtiyaç duyulan bir başlangıçtır- Üç ve onun gibi olan iki adedin temâsülü bunlardan

birisinin diğerine denk olmasıdır. İki muhtelif adedin, buradakine göre tedahülü : Ya o adedlerden

az olanın çok olanı yok etmesiyle veya o iki adedden büyük olanın küçük olanına kesirsiz olarak

sahih bir taksim ile taksim edilebilir olmasıyladır. Meselâ altının üçe ve ikiye göre taksimi gibi...

İki sayının muvafakatı ise, küçük olanın büyük olanını yok etmemesi fakat bu iki sayıyı da üçüncü

bir sayının yok etmesidir. Meselâ, dördün yirmi ile sekizi yok etmesi böyledir. Bu durumda sekiz ile

yirmi arasında dörtte bir ile muvâfakat vardır.

İki adedin .teyünü. iki muhtelif adedi üçüncü bir sayının asla yok etmemesidir. Meselâ dokuz ile

on gibi..

İki muhtelif sayı arasındaki tevâfuk ve tebâyün, bir derecede ittifak edinceye kadar her iki taraftan



da küçük sayıyı büyük sayıdan defalarca çıkarmakla bilinebilir. Buna göre eğer. iki muhtelif sayı bir

de tevafuk ederlerse aralarında mübayenet vardır. Eğer ikide tevafuk ederlerse o zaman aralarında

nısıfla muvafakat olur. Üçte muvafakat ederlerse aralarında üçte bir ile muvafakat vardır. Bu ona

kadar böyledir.

Bunlara «küsûr-u muhteka» denilir.

Eğer onbirde tevafuk ederlerse o zaman onbirin bir cüzünden muvafıktırlar. Buna da «Esam»

denilir. Ve bu, böylece devam eder.

Kızlar, amcalar, nineler ve diğerleri gibi her gurubun payının, kendilerine denk gelecek surette

meselenin tashihini bulmak istersen meselenin aslından o guruba düşeni, meselenin aslını

çarptığın cüzü sehim ile çarp o zaman o gurubun nasibi çıkar.

Daha sonradan bu gurubun her bir ferdinin nasibini bilmek için her vârisin sehimi, çarpılan cüzü

sehim ile çarpılır. Bu nispeti bilmenin en acık yolu şudur: Meselenin aslında her fırkanın

sehimlerinin, yalnız o fırkanın adedi ruuslarına nispet edilmesi sonra da çarpılandan, o fırkanın

fertlerinden her birine o nisbetin mislinin verilmesidir.

i Z A H

«İki aded arasındaki temâsül... bilinmenin yoludur ilh...» Bu söz adedler arasındaki nispetleri izaha

bir giriştir. Onlar da dörttür. Bu mantıktaki külliyat arasındaki nispetler gibidir. Öyleyse her iki aded

orasında, bu nispetlerden birinin bulunması gerekir. Çünkü iki ayı ya birbirlerine eşittirler veya

değildirler. Eğer birbirlerine eşitseler o zaman bu iki sayı birbirlerine mütemâsildir. Aksi halde, eğer

o sayılardan küçük olanı, büyük olanını ya ifnâ eder veya etmez. Eğer ifnâ ederse o zaman o iki sayı

mütedahildir. Şayet o iki sayı birbirlerini ifna etmiyorlarsa o zaman ya üçüncü bir sayı onları ifnâ

eder veya etmez. Eğer ifnâ ederse o iki sayı birbirlerine mütevâfıktır. Aksi halde mütebâyindirler.

«Bu bir başlangıçtır ilh...» Terikenin hak sahiplerine. sayılarına göre kesirsiz olarak taksım

edilmesinde bu nispetlerin bilinmesine ihtiyaç vardır.

Şöyle ki: Meselenin tashihi mümkün olan en küçük sayıdan yapılır. Dolayısıyla meselelerin tashihi

için bu nisbetler öncelikle bilinmelidir. öyle olunca bu nispetlerin meselelerin tashihinden evvel

zikredilmesi daha uygun olurdu.

Bilinmelidir ki sayı, iki veya daha fazlası gibi, teklerden oluşan adedlere denilir. Bir sayının,

yanındaki iki yakın veya iki uzak sayının toplamının yarısına eşit olması onun özelliklerindendir.

Meselâ dördün yanındaki yakın sayılar, üç ile beştir. Bu ikisinin toplamı sekizdir. dört de bu ikisinin

toplamının yarısıdır. Dördün yanındaki iki uzak sayıda iki ve altı veya bir ve yedidir. Bu iki uzak

komşunun yarısıda yine dörttür.

Aynı şekilde ikide böyledir. İki kenarındaki sayılar olan bir ile üçün toplamının yarısına eşittir.

Bu izahtan anlaşılmış oluyor ki; hesapçılara göre, bire sayı denilmez.

«İki muhtelif adedin ilh...» Yâni azlık ve çoklukta farklı olan... Sayıların ihtilafı, temasülde tasavvur

olunamaz. Belki tedahül ve ondan sonra gelen. tevafuk ve tebayün gibi, nispetlerde tasavvur edilir.

Ancak musannıf ihtilafı sadece tedâhülde açıkça zikretmiş ve bununla, ondan sonra gelenlerde de

olacağına işoret etmiştir. Seyyid.

«Buradakine göre ilh...» Sirâciye'de diğer iki işlem daha ilâve edilmiştir.

Birincisi; küçük olan sayıya bir veya birkaç mislinin ilave edilmesi ve büyük olanla eşit hale

gelmesidir.

ikincisi de. küçük olan sayının büyük olan sayının cüzü olmasıdır. Bu, ibaredeki bir ihtilaftan

ibarettir.

«Büyük olan» yok eder.» Yâni küçük sayı büyük sayıdan atıldığında büyükten birşey kalmamasıdır.

Üç ile altı buna misaldir. Zira üç altıdan iki kez atıldığında altı tamamen yok olur. Aynı şekilde üç de

dokuzdan üç kere atıldığında dokuz yok olur. Ama sekiz yle değildir. Çünkü üç. sekizden iki kere

atıldığı zaman geride iki kalır. O halde sekizin üç ile ifnâ edilmesi mümkün değildir. Ancak sekizden

iki, dört defa atıldığı takdirde sekiz yok olur. O zaman sekizle iki tedahül halindedirler. Seyyid.

«Meselâ, dördün yirmi ile sekizi yok etmesi böyledir.» Sekiz ile yirmiyi, iki de yok eder. Buna göre

sekiz ile yirmi arasında nısıf ile muvafakat vardır. Şu kadar var ki «yok eden» sayı birden fazla

olduğu takdirde vefkin cüzünün daha az olması için, büyük sayıya itibar edilir. Meselâ oniki ile

onsekiz gibi...



Bunların aralarında yarım, üçtebir ve altıda bir ile muvafakat vardır. Burada hesabın daha kolay

olması için. onların altıda birdeki muvafakatlarına itibar edilir.

«Arasında dörtte bir ile muvafakat vardır.» Zira her ikisini de yok eden sayı, aralarındaki vefkin

cüzünün mahrecidir. O iki sayıyı dört yok edince, -ki dört, dörttebirin mahrecidir- o zaman bunların

ikisi dört ile mütevâtık oldular.

«Dokuz ile on gibi...» Zira bu ikisini, aded kabul edilmeyen «bir» den başka, hiçbir sayı yok etmez.

BİR UYARI :

İbnu Kemâl tebâyünün tarifinde başka bir kayıt daha ilave etmiştir. Bu kayıt şudur: Bu sayılardan

birinin diğerini yok etmemesidir. Çünkü iki ile dört mütebâyin değil mütedâhil sayılardan oldukla

halde, üçüncü bir sayı bunları yok etmez. Zikredilen bu kayıtla, iki ile dörtten ihtiraz edilmiştir.

Çünkü iki dördü yok eder.

«... Ve tevâfuk bilinebilir...» İki sayı arasındaki temasül ve tedahülün bilinmesi açıktır. Ama, adedler

arasındaki tevafuk ve tebâyünün bilinmesinde kapalılık olduğu için musannıf bunların bilinmesine

başka bir yol zikretmiştir.

«İki taraftan da ilh...» Yâni büyük sayı da küçük oluncaya kadar küçük sayı büyüğünden çıkarılır.

Sonra da o sayı küçükten de çıkarılır. Kâsım.

«Aralarında mübayenet vardır.» Yâni aralarında tebayün hasıl olur. Meselâ beşle yedi böyledir.. Zira

beş yediden çıkarıldığında iki kalır. iki de beşten iki kere düşürüldüğünde bir kalır.

«Nısıf ile ilh...» Yâni aralarında nısıf ile tevafuk vardır. Meselâ altı ile on böyledir. Zira altı ondan

düşürüldüğünde dört kalır. Dört de altıdan düşürüldüğünde iki kalır.

«Üçte bir ile ilh...» Yâni o iki sayı birbirine sülüs ile mütevafıktırlar. Dokuz ile oniki gibi...

«Ona kadar aynı şekildedir.» Yâni, sekiz ile yirmi gibi iki sayı dörtte tevafuk ederlerse, o zaman

dörtte bir ile mütevafıktırlar. Eğer onbeş ile yirmi beş gibi beşte tevafuk ederlerse, o zaman beşte

bir ile mütevâfıktırlar. Şayet on iki ile on sekiz gibi. altıda tevafuk ederlerse, altıda bir ile

muvafıktırlar. Eğer on dört ile yirmi bir gibi yedide tevafuk ederlerse yedide bir ile muvafıktırlar.

Eğer on altı ile yirmi dört gibi sekizde tevafuk ederlerse, o zaman sekizde bir ile muvafıktırlar. Eğer

yirmi ile otuz gibi onda tevafuk ederlerse. o zaman onda bir ile muvafıktırlar.

«Bunlara küsûr-u munteka denilir.» Kesiri muntak, hakikaten cüzi yet lafzı ve gayri ite tabir

edilendir. Meselâ beşte bir yledir. Zira bu kesire, beşte bir (humus) denildiği gibi beşin bir cüzü

de denilebilir. Kesiri esam ise ancak cüziyyet lafzı ile tabir olunandır. Meselâ onbirden bir böyledir.

Bu bire ancak birin onbirde bir cüzü denilebilir. Tek kelime ile bu kesir ifade edilemez.

«Veya onbir...» Yani, yirmi iki ile otuz üç gibi iki sayı onbirde tevafuk ederlerse o zaman bu iki sayı,

onbirden bir cüz ile mütevafıktırlar.

«Aynı şekilde...» Meselâ yirmialtı ile otuzdokuz gibi, iki sayı onüçten bir cüz ile tevafuk etseler o

zaman aralarında onüçten bir cüz ile muvâfakat vardır. Otuzdört ile ellibir gibi onyediden bir cüz ile

tevafuk etseler, o zaman onyediden bir cüz ile tevafuk etseler, o zaman onyediden bir cüz ile

mütevafıktırlar. Otuz sekiz ile elli yedi gibi. Ondokuzun bir cüzünde tevâfuk etseler, o zaman

ondokuzundan bir cüz ite mütevâfıktırlar.

BİR UYARI:

Eğer iki sayı mürekkep bir sayıda tevafuk ederlerse, ki mürekkep sayı. onbeş ile kırkbeş gibi bir

sayının diğer sayı ile çarpılmasından meydana gelendir -0 zaman istersen onlar onbeşten bir cüz ile

mütevafıktırlar dersin istersen biri diğerine izafe edilen iki kesirle, biri ona izafe eder ve aralarında

beştebirin üçtebiri ile veya üçtebirin beştebiri ile muvafakat vardır, dersin. Buna göre o cüz ile de,

izafe olunmuş küsuru muntekâ ile de tabir edilir. Mürekkep olmayan sayı ise böyle değildir. Zira o

ancak cüz ile tabir edilir.

«Bulmak istersen ilh...» Bu sözler her gurubun nasibinin ve aynı gurubun fertlerinden herbirinin

hissesinin bilinmesi yoluna giriştir.

İkincisine payın taksimi adı verilir. Yukarda verilen son meseleye göre bunun izahı şöyledir: İki

zevceye meselenin aslından üç düşerdi. Bu üç meselenin aslı ile çarpıtan cüzü sehim -ki

ikiyüzondur- ile çarpılınca altıyüzotuz eder. O zaman bu meblağ, meselenin tashihi sonunda

zevcelere verilen paydır. Kızlara da onaltı verilir. Bu onaltı mezkur olan cüzü sehim ile çarpılınca

üçbinüçyüzaltmış eder ki bu da kızlara verilir. Ninelere de meselenin aslından düşen dört, cüzü

sehim ite çarpılınca sekiz yüzkırk eder. Amcalara verilen bir cüzü sehim ile çarpılır ve onlara verilir.



«Her varisin sehimleri çarpılır ilh...» Yâni meselenin aslından her gurubu sayılarına göre taksim

edildikten sonra... Musannıfın cüzü sehimle çarpılan bilinsin diye bunu zikretmesi gerekirdi. Şöyle

ki: Meselenin aslından iki zevceye düşen üç onlara taksim edilir ve herbirine birbuçuk verilir. Bu da

çarpılan ikiyüzonla çarpıtınca üçyüzonbeş eder. Ki bu herbir zevcenin hakkıdır. Meselenin aslından

kızlara düşen onaltı, onların on olan sayılarına taksim edilince, herbirine bir sehim ve bir sehimin

beşte üçü düşer. Bu da çarpılan ile çarpılınca üçyüzotuzaltı eder. Ki bu da herbir kızın hakkıdır.

Meselenin aslından ninelere düşen dört, sayıları olan altıya taksim edilince herbirine üçte iki düşer.

Bu da cüzü sehimle çarpılınca yüzkırka varır. Herbir nineye yüzkırk düşer.

Meselenin aslından amcalara düşen bir, onların sayıları olan yediye taksım edilince herbirine bir

sehimin yedide bir düşer ki bu da madrub ile çarpılınca otuza ulaşır. Herbir amcaya otuz düşer.

«Bu nispetin bilinmesinin en açık yolu şudur» Mezkûr meselede, zevcelere verilen üçün onlara

nispeti bir bucuktur. Böyle olunca, herbirine çarpılandan. o nispetin bir buçuk misli verilir ki bu da

daha önce geçen gibidir. Anılan meselede kızların sehimleri onaltı idi. Bunun onların sayıları olan

ona nispeti bir tam üçbölü beşidir. O zaman herbirine, çarpılanın bir tam üçbölü beşi verilir k» bu

da gecen gibidir.

Meselenin aslından ninelerin sehimleri dörttür. Bu dörtde sayıları olan altıya nispet edilince, üçte

iki çıkar. Buna herbirine madrûbun üçte ikisi verilir. Ki bu da geçen çözümdeki gibidir. Amcalara bir

sehim verilir: Bu bir sehimin, sayılan olan yediye nispeti bir sehimin yedidebiridir. Buna göre

bunların herbirine çarpılanın yedidebiri verilir ki bu da geçen çözümdeki gibi olur.

Bu yolun daha açık oluşu şunun içindir: Bunda taksime ve çarpmaya ihtiyaç yoktur. Aynı zamanda

denilmiştir ki: Kim adedler arasındaki nispeti bilirse hesabı da bilir. Şu kadar var ki, bazen nispet

daha zor olur. Öyle olunca da çarpma ile işlem yapmak daha kolay olur. Orada başka yollar da

vardır.

M E T İ N

Terike, ölenin varisleri ve alacaklıların arasında hepsinin hissesi beraberce değil de. her birine

düşen belli olacak şekilde taksim edilmek istendiğinde, -çünkü alacaklıların hakkı. Haydar'ın

Siraciye şerhinde de belirtildiği gibi varisler arasındaki taksimden öncedir- eğer terike ile

meselenin tashihi arasında mümâselet varsa tamamdır. Şayet muvâfakat varsa. tashihden herbir

varise düşen sehimleri, terikenin tamamıyla çarpılır. Metnin ve şerhin nüshalarında da böyledir.

Sirâciye ve diğer bazı kitaplardaki ifadeye uygun olan ise, terikenin vefki ile çarpıtmasıdır. Terikenin

tamamıyla ancak mübayenet olduğu zaman çarpılır.

Bu işlem varislerden herbir ferdin payının bilinmesi için yapılır. Varislerden herbir gurubun

hissesinin bilinmesi için aynı işlem yapılır.

Borçların ödenmesine gelince, eğer terike kafi gelirse mesele yok. Fakat terike kâfi gelmezse ve

alacaklılar birden fazla olursa o zaman borçların toplamı. meselenin tashihi gibi farzedilir. Her

alacaklının alacağı da varisin payı gibi kabul edilir ve yukarda geçtiği şekilde işlem yapılır.

İ Z A H

«Terike taksim edilmek istendîğinde ilh...» Musannıf tashihden de gurubun payına düşeni tayin

ettikten sonra da o tashihden her varisin hissesine düşeni açıkladıktan sonra, asıl maksadı izaha

başlamıştır. Her varisin terikenin tamamından olan nasibi iki yolla tayin edilir. Bu iki yolda

meselenin tashihinden her varisin nasibinin bilinmesine bağlıdırlar.

«Herbirine düşen belli olacak şekilde ilh...» Bu söz, Sirâciye'deki gibi musannıfın da «ve

alacaklıları» şeklinde «ve» ileylemesine. «bu sahih değildir» şeklindeki itiraza cevaptır. Çünkü

terike borçların hepsini karşılar ve varislere de birşey kalırsa o zaman alacaklılar arasında taksime

ihtiyaç kalmaz ve taksimat varisler arasında yapılır. Aksi halde varislere birşey kalmaz. Cevabın

özeti şudur: Burada «ve alacaklılar»dan murad «ve alacaklılar arasında» dır. O zaman, «arasında»

kelimesi takdir edilmiştir. Yâni «şu taifenin fertleri arasında ve şu taifenin fertleri arasında»

demektir. Buna göre taksim, her iki taife için birlikte olmayıp, taksimin halleri teaddüd ettiğinden,

taksimde müteaddit olur. Yahut ta buradaki «ve», «veya» manasındadır. O zaman mana yine bizim

dediğimiz gibi olur.

«Herbir varisin sehimleri çarpılır ilh...» Yâni, sonra. eğer sehimler terikenin tamamıyla veya -varsa-

vefkiyle çarpılmışsa, elde edilen meblağ. tashihe göre taksim edilir. Musannıf ve şarih bu izahı

terketmiş olsalar bile gereklidir.

«Sirâciye ve diğer... uygun olan ilh...» Musannıf «doğru olan» dememiştir. Çünkü mübayenette



olduğu gibi muvafakat ve müdâhelede de, çarpmanın, terikenin tamamıyla yapılması sahihtir.

Ancak bu durumda hesap uzar. O halde muvâfakat bulunan yerde çarpmanın vefk ile, mübayenet

olan yerde de tamamıyla yapılması iyi olur. Muvafakata misal şudur: Bir kadın ölse ve geride kocası

anne-bir iki erkek-kardeşi ve ana baba-bir iki kız kardeşi kalsa; pay sahiplerinden altıda bir hisseye

sahip bulunduğundan, meselenin aslı altıdandır, ve dokuza avleder. Ölen kadın altmış dinar terike

bırakmış olsa bununla meselenin tashihi olan dokuz arasında üçtebir ile muvafakat vardır. O zaman

kocaya dokuzdan üç düşer ki bu üç terikenin vefki olan yirmi ile çarpılınca altmış eder. Bu da

tashihin vefki olan üçe taksim edilince yirmi çıkar ve bu yirmi terikeden kocaya verilir. iki erkek

kardeşten birine bir sehim düşer ki bu da terikenin vefki olan yirmi ile çarpılınca yirmi eder. Bu

yirmi üçe taksim edilince altı tam iki bölü üç eder. Bu da her bir erkek kardeşe verilir.

Anne-baba-bir iki kız-kardeşten birine de iki düşer. Bu iki de terikenin vefki olan yirmi ile çarpılınca

kırk eder. Bu kırk üçe taksim edilince onüç tam bölü üç çıkar. Bu da her bir kız kardeşe verilir.

Mübâyenete misal de şudur: Bir kadın ölüp geride kocası, annesi ve ana-baba-bir kız-kardeşi kalsa

: Bu meselenin aslı da altıdandır, ve sekize avleder. ölen kadının yirmibeş dinar terike bıraktığı

farzedilse: Aralarında mübâyenet vardır; kocaya sekizden üç düşer ve bu, terikenin tamamı olan

yirmibeşle çarpılınca yetmişbeş eder. Bu yetmişbeş sekize taksim edilince. dokuz tam üç bölü

sekiz eder ki bu kocaya verilir. Anababa bir kız-kardeşe de bu kadar verilir. Anneye ise sekizden iki

düşer ki yirmibeşle çarpılınca elli eder. Bu elli sekize taksim edilincede altı tam bir bölü dört eder.

Bu da anneye verilir.

Eğer birinci misalde tashihden her varisin sehimleri terikenin tamamı ile çarpılırsa sonra da elde

edilen meblağ burada yapıldığı gibi tashihin tamamına göre taksim edilse sahih olur. Fakat

dediğimiz gibi hesap uzar. Eğer ikinci misalde terike yirmidört olursa terike ile tashih arasında

müdahale olurdu. Çünkü sekiz yirmidördün içinde vardır. Bu durumda da mübâyenette olduğu gibi

işlem yapmak caizdir. Şu kadar var ki en kısa yol muvafakat işlemidir. Zira her ikisi de ortak kesir

olan sekizdebir de müşterektirler. Sekizde bir de onların mahreçlerinin en küçüğüdür ki bu da

sekizdir. O zaman bunların her ikisi de, tevafak hükmündedirler.

«Varislerden herbir gurubun hissesinin bilinmesi için de aynı işlem yapılır.» Yâni birinci misalde.

her iki erkek-kardeşin payları ile her iki kız-kardeşin paylan bu paylardan birisinin çarpıldığı meblağ

ile çarpılır. Ve elde edilen meblağ da tashihin vefkına göre taksim edilir. O zaman çıkan her

gurubun payıdır. Musannıfın zikrettiği çarpma yoluyla olan taksim, vecihlerin en meşhurudur. Bu

beş vechin terikedeki kesirin izâhı uzun şekilde kitaplarda vardır.

«Borçların ödenmesine gelince ilh...» Yâni onların taksim edilme yolu... Buna hisseleşme denilir.

«Mesele yok.» Yâni terikenin borçları karşılaması ile maksat hâsıl olur, ve bu da güzeldir.

«Ve alacaklılar birden fazla olursa...» Eğer alacaklılar bir kişi olursa o zaman taksim olmaz.

«Borçların toplamı, meselenin tashihi gibi farzedilir.» Techizden sonra borçların tamamı ile geriye

kalan terikeye bakılır. Eğer oralarında muvafakat olursa, meselâ adam on iki dinar terike bıraksa ve

onsekiz dinar da borçlu olsa; bu onsekiz dinardan dört dinar Zeyd'e, iki dinar Amr'e ve oniki dinar

da Bekir'e olsa, o zaman borç ile terike arasında altıda bir ile muvafakat vardır. Bunlardan

herbirinin borcu terikenin vefki filan İki ile çarpılır. Sonra da elde edilen meblağ borçların

tamamının vefki olan üçe taksim edilir; Zeyd'e iki tam iki bölü üç, Amr'e bir tam bir bölü üç, Bekir'e

de sekiz verilir.

Eğer borçların tamamı ile terike arasında mübâyenet olursa meselâ meselemizdeki terikeyi onbir

dinar farzetsek, o zaman alacaklılardan herbirinin alacağı terikenin tamamı ile çarpılır ve elde edilen

meblağ borçların tamamına göre taksim edilir. Bu durumda Zeyd'e iki tam dört bölü dokuz. Amr'e

bir tam iki bölü dokuz. Bekir'e de yedi verilir.

Eğer birinci surete göre yirmi dört dinar borçlu olsa idi, yirmi dört ile terikesi arasında müdahale

vardır. Müdâhale suretinde de muvafakat gibi işlem yapılır. Bildiğin gibi, müdahale ve muvafakat

suretlerinde mübâyenet gibi işlem yapmak sahihtir.

M E T İ N

Musannıf bundan sonra tehârüç meselesine başlayarak şöyle demiştir. Vârislerden veya

alacaklılardan biri terikeden, malum olan bir meblağ alıp çıkmak üzere anlaşma yapsa onun payı

meselenin tashihinden çıkartılır ve sanki hissesini tam almış gibi kabul edilir. Sonra da meselenin

tashihinden veya borçlardan kalan kısım varislerin veya alacaklıların sehimlerine göre taksim edilir.

Meselâ, bir kadın ölüp geride kocası annesi ve amcası kalsa ve kocası zimmetinde olan mehir



karşılığında anlaşarak varisler arasından çıksa, onun payı -ki o üçtür- tashihden atılır. Çünkü

mesele altıdan oluyordu. Buna göre mehir hâricinde terikeden kalan kısım anne ile amca arasında

tehârüçten evvelki tashihden, sehimleri olan üç sehim hesabıyla taksim edilir. Buna göre anneye iki

hisse, amcaya da bir hisse verilir. Kocanın hiç yok gibi kabul edilmesi caiz değildir. Zira öyle kabul

edilse, annenin hissesi, malın aslının üçte birinden kalan kısmın üçte birine inkılap eder. Zira o

zaman anne bir amca da iki hisse alır, ki bu da icmâa aykırıdır. Bunu Seyyid ve diğerleri söylemiştir.

Ben derim ki: Doğru olan ancak bu taksimdir, bu meselenin taksiminde, bendeki nüshalara göre,

Muhtar ve Mecmau'I-Bahreyn sahipleri ve başkaları hata etmişlerdir. Zira onlar kalanı taksim ederek

anneye bir sehim amcaya ise iki sehim vermişlerdir. Halbuki bunun icmâa aykırı olduğunu

biliyorsun.

Allâme Kutbuddin Muhammed b. Sultan, Kenz'in şerhinde: «O sanki hiç yokmuş gibi kabul edilir»

sözünde düşünülmesi gereken bir husus vardır» demiş sonra da yukarda anlatılanın benzerini

zikretmiştir. Düşün.

İ Z A H

«Sonra, tehârüc meselesine başlamıştır.» Tehârüc, istılahta; varislerin bir varisi. ister ayn olsun

ister deyn olsun, terikeden bir şey vererek mirastan çıkarmak üzere anlaşma yapmalarıdır.

Sekbu'l-Enhûr'da şöyle denilmiştir: Tehârücün aslı rivâyet edilen şu hadisedir: Abdurrahman b. Af

(r.a.)dört karısından birini ölüm hastalığında iken boşamış ve o kadının iddeti bitmeden

Abdurrahman b. Avf ölmüştür. Osman (r.a.) o kadını sekizde birin dörtte biriyle (normal karısı imiş

gibi) vâris kılmıştır. Bunun üzerine Abdurrahman'ın varisleri de o kadınla, hissesi karşılığında

seksenüçbin dirhem vermek üzere sulh yapıp onu mirastan çıkarmışlardır.

Diğer bir rivâyete göre ise, bu meblağ dinar olarak verilmiştir. Başka bir rivâyette de seksenbin

dirhem verilmiştir.

Bu hadise hiçkimse tarafından inkâr edilmeden, sahabe huzurunda vukû bulmuştur.

Ben derim ki: Tehârücün hüküm ve şartları vardır. Bunlar: «Kitabu's Sulh'un sonundaki şu bahis de

geçmiştir: «Eğer varisler içlerinden birini verasetten çıkarsalar ve ona kendi mallarından verseler,

çıkardıkları kişinin hissesi geri kalan varisler arasında eşit olarak taksim edilir.» Şayet çıkartılan

kişiye verdikleri meblağ, kendilerinin miras olacakları terikeden verilmişse o zaman, geri kalan

onların mirastan alacakları paylarına göre taksim edilir.

Şarih Kitabu's-Sulh'un sonunda şöyle demişti: «Hassâf, Terikeden geri kalanın. herkesin mirastan

alacağı paya göre taksim edilmesini sulhun inkardan dolayı yapılması ile haliyle kayıtlamıştır. Eğer

sulh ikrardan dolayı yapılmışsa o zaman eşit olarak taksim edilir.» Bunu düşün!

«Veya alacaklılar ilh...» Bunlar Sirâciye'de zikredilmemiştir. Mültekâ, Mecmâ ve diğer kitaplarda

zikredilmiştir. Alacaklıların hükmü, terikenin taksiminde ve tehârücde, varislerin hükmü gibidir.

Kitabu's-Sulhun sonunda geçtiği üzere mûsa leh de onlar gibidir.

«Onun payı meselenin tashihinden çıkartılır.» Yâni mesele varisler arasında sulh yapılan kişide

varmış kabul edilerek tashih edilir. Sonra da onun sehimleri tashihden çıkarılır. Seyyid.i

«Koca gibi ilh...» Bu meselenin aslı altıdan yapılır. Kocaya yarı olan üç sehim verilir. Anneye üçtebir

verilir ki bu iki sehimdir. Amcaya da kalan verilir ki bu da bir sehimdir.

«Buna göre anneye iki... verilir.» Eğer terikeden birşey karşılığında sulh ederek varisler arasından

çıkanın amca olduğu farzedilse, mesele yine altıdan olur. Amcanın payı altıdan çıkınca beş kalır;

üçü kocaya ikisi de anneye verilir. Buna göre kalan koca ile anne arasında beş tane beştebire

ayrılır. Bu beşten üçü kocaya ikisi de anneye verilir.

Eğer, terikeden bir mikdar karşılığında, anne sulh yapsa ve varisler arasından çıksa mesele yine

altıdan olur. Altıdan anneye düşecek olan iki sehim atılınca dört kalır. Bu dört dört tane dörtte bire

ayrılır. Üçü kocaya biri de amcaya verilir. Seyyid.

«Annenin farzı inkılâp eder.» Yâni, bu suret gibi bazı suretlerde.. Amca yerine baba olsa böyle

değildir. Zira baba olunca kocanın, tashihe dahil edilmesine itibar etmeye gerek yoktur. Çünkü her

hâlükârda anneye bir sehim babaya da iki sehim düşer.

«... Düşünülmesi gereken bir husus vardır.» Bunun aslı Zeylai'nindir. Zeylai bunu şu sözüyle ifade

etmiştir: «Zira o adam hissesinin bedelini almıştır o halde nasıl olurda hiç yokmuş gibi kabul edilir?

Aksine diğer varisler hisselerini tam almadıkları halde sanki o adam hissesini tam almış gibi kabul



edilir. Görülmüyor mu ki bir kadın ölse ve geride öz, anne bir ve baba bir uç tane kızkardeş ve

kocasını bıraksa ve anababa bir (öz) kızkardeşi sulh ederek varisler arasından çıksa, geri kalan

aralarında beş tane beşte bir yapılır, üçü kocasına, biri baba bir kızkardeşine, biri de annebir

kızkardeşine verilir. Bu taksimatda. onlara sekizden düşene göre, yapılır. Çünkü meselenin aslı

altıdan olup sekize avletmişti. Buna göre ana-bababir kız kardeş nasibi olan üçü alınca geriye beş

kalır. Eğer o kızkardeş hiç yok gibi kabul edilirse, o zaman mesele altıdan olur ve bir sehim de

asabeye kalır.»

Bunu şu şekilde ifade etseydi daha doğru olurdu : Mesele altıdan alınır ve bir sehim ile yediye

avledilir. Nitekim Zeylaî'nin bazı nüshalarında da böyle denilmiştir.

Ancak önceki ifade Zeylai'nin bizzat kendi yazısı ile o şekilde bulunmuştur. Demekki o kalem

hatasıdır. Zira bu bahiste asabe yoktur.

«Sonra yukarda anlatılanın benzerini zikretmiştir.» Yâni yukarda geçen, «onun sehimleri tashihten

atılır» sözü.

M E T İ N

Bu kitabın müellifi Emeviyye Câmlinin İmamı sonra da Dımeşk müftüsü olan, Şeyh Ali el-Hısnî,

el-Hanefî el-Abbasî'nin oğlu abd-i fakir, âciz, hakir Muhammet Alaâddin, demiştir ki: Ben,

Dürrü'l-Muhtar'ın telifini hicri binyetmişbir senesinin Muharrem ayının sonunda bilirdim. Onu

seçme özetleme ve yazmada titizlik gösterdim. Musannıfın metinin birçok yerinde yaptığı değişiklik

ve tashihte, ona uydum. Oralarda ve başka sehv yerlerinde de uyarılarda bulundum.

Kısaca, bu zorluktan sâlim kalmak, beşer için nâdir olan bir şeydir. Allah, ayıpları örten kimselerin

ayıplarını örtsün. bağışlayanları bağışlasın.

Eğer bir hata bulursan o deliği kapa. Hiç ayıbı olmayan, büyük ve yüce olan (Allah)'dır. Nasıl hata

olmaz ki, ben o şerhi müsveddelerimden temize çekerken

kalbimde,memleketimden,çocuklarımdan, kardeşlerimden ve torunlarımdan uzakta olmaktan dolayı

ciğerlerimi parçalayarak hasret ateşi yanıyordu.

Allah Taftazanî'ye rahmet etsin, zira o, kitabının başlangıcında özür dileyerek nazmen şöyle

demiştir:

Bu kitabı yazarken, birgün Hazvâ birgün Akik birgün Uzeyb ve bir günde Huleysâ'da idim...

Ancak, Allah'a zâhiren, bâtınen, evvelen ve âhiren hamd ederim ki bana lutfettide bu kitabın temize

çekilmesine kıymet ve risâlet sahibi olan Hz. Peygamber (s.a.v.) huzurunda başladım ve bu metni

şerifin sahibinin kabri yanında bitirdim. Umulur ki bu, onlardan kabul alâmeti ve benim için bir

şereftir. Dürrü'l-Muhtar'ın Müellifi şöyle demiştir:

«Rabbim, eğer sen onu kabul ettiysen benim için büyük şereftlr. İnsanların tümü hasedden dolayı

onu reddetseler bile... Ya Rabbi, metin sahibi ve üstatlarımla birlikte benden kabul et!.. Ve bizi

Mustafa Ahmed ile birlikte haşret!

Bize her zaman iyilik yapan kardeşlerimizi ve bize daima rüşdümüz için dua eden ebeveynlerimizi

de...

Allah bize kâfidir, o ne güzel vekildir. Bütün gücümüz ve kuvvetimiz de ancak yüce ve büyük olan

Allah'ladır. Allah (c.c.) efendimiz Muhammet (s.a.v.)'e âline ve ashabına salat ve selâm etsin!...

İ Z A H

«Dürrü'l-Muhtar'ın müellifi demiştir ki: «Müellif» kelimesi telif kökünden gelir. Telif iki veya daha

fazla arasında ülfet sağlamaktır. Örfen : Hangi ilimden olursa olsun, birçok meselelerin içinde

toplandığı kitaba denilir ki bu müellef anlamınadır. Meseleleri toplayıp bir araya getirene de müellif

denilir.

«El-Hısnî» Hısn-i Kayfa denilen yere nispettir. Üstadın nispeti ise. «Haskefî» lafzı ile meşhur

olmuştur.

«El-Abbasî» Burada zâhir olan, Peygamber Efendimizin amcası Abbas'a nispettir. Onun soyundan

olanlara, Abbasi denilir.

«İmamı» Yâni Emeviye Camii'nin halefi imamı ve Dımeşk şehrinin müftüsü...

Aynı zamanda bu camiin kubbesi altında hadis müderrisi ve Selimiye tekkesinin de müderrisi...

«Hicrî» Peygamber Efendimiz'in Mekke'den Medine'ye hicretidir ki müslümanların tarihi buna nispet

edilir. Zira müslümanların tarihi hicretle başlar. Hicreti tarih baçlangıcı olarak alan Hz. Ömer



(r.a.)'dır. Arapların tarihi, evvelce İsmail (a.s.)'in çocuklarının dağılışı ve Mekke'den çıkışları ile

başlardı. Sonra Fil Senesi'ni başlangıç olarak aldılar Nitekim Zahiriyede Mehâdır bahsinden hemen

önce geniş bir şekilde anlatılmıştır.

«Özetlemekte» Açıklamasında şerh edilmesinde ve özetlenmesinde... Kâmus.

«Yazmada ve seçmede ilh...» Yânı bu kitabın yazılışında, düzeltilmesinde ve hatalarının

çıkartılmasında...Kâmus.

«Ve başka sehv yerlerinde ilh...» Yâni musannıfın ihmal ederek değiştirmediği yerlerde...

«Kısaca ilh...» Yâni özet olarak şunu söylemek istiyorum : Musannıf veya diğer âlimler sehv edipde

oralarda uyarıda bulunsam bile ben de sehv etmiş olabilirim çünkü sehvden sâlim kalmak zor bir

şeydir. Sehv etmemek beşere göre mümkün değildir. Zira sehv etmek ve unutmak insanın fıtratı

gereğidir. ilk unutan da ilk insandır. Şârihin bu ifadesinde tevazu, kendisi ve musannıf için özür

dileme vardır.

«Allah ayıpları örten kimselerin ayıplarını örtsün.» Yâni, eğer bu kitapta hata ve unutma varsa

onların gizlenmesi istenir. Ancak. açıklanacak yer ise açıklanması gerekir.

«Eğer bir hata bulursan ilh...» Bu beyit önceki sözün manasındadır.

«O deliği kapa» Delik: İki şey arasındaki boşluk ve histeki zayıflıktır. Buradaki delikten maksat

ayıptır. Sehivden dolayı olan ayıba halel (delik) denilir. Kapatmaktan murad da örtmek ve mümkün

ise tevil etmektir.

«Büyük ilh...» «Yüce» kelimesini ona atfetmek onu tefsir etmektir. Şârihin bu sözü, siyakın delâlet

ettiği mahzuf bir kelama bağlıdır. Yâni «o ayıbı kapat, onunla ayıplama ve onu rezil etme!» Zira

mâsum olanlar haricindeki tüm insanlar tamamında ayıp vardır. Ayıplardan tamamen münezzeh

olan ancak Yüce olan Hak Teâlâdır. T.

«Nasıl hata olmaz?» Yâni, hal böyle iken, bende nasıl sehv bulunmaz. Bu da müellifin eserinde de

hata bulunduğuna dair ikinci defa özür dilemesidir.

«Onu temize çekerken ilh...» Yâni müsveddeden temize naklederken... Müelliflerin ıstılahında

müsvedde. telife başlanan yapraklardır. Bunlara müsvedde denilmesi çok silme ve yeniden

yazmadan dolayı içersinde çok siyahlık bulunmasındandır. Müellifin müsveddede inşa ve ispat

ettiği şeyleri naklettiği kağıtlara ise «Mübyedda» denilir.

«Ciğerlerimi parçalayarak.» Yâni ciğerimi kesecek ve yaracak... Burada «ciğerler» den murad tek

bir ciğerdir. O da müellifin ciğeridir. Çünkü onun kalbinde başkasının ciğeri parçalanmaz. Burada

çoğul olarak «ciğerler» demesi «secî» içindir. Yada, «benim kalbimde olan acı, ciğerleri

parçalayacak cinstendir. Veya benim kalbimde olan hasret ateşi birkaç ciğerim olsa idi onları da

parçalardı, benim kalbimdeki acıların herbiri kendi başına ciğer parçalar» şekillerinde de

anlaşılabilir. Bu durumda sanki birkaç ciğeri olmuş gibi olur.

«Allah rahmet etsin.» Bu, kendinden önceki sözün bir tefridir, şöyleki Müellif ayrılık elemini tadınca

ve özleyen kişinin kalbinin dağılması ve yürek yakıcı şeylerin peşpeşe gelmesi meşakkati ile de

karşılaşınca, Taftâzâni'nin de bu sözlerinin benzeri kendisinden evvel özür dilemesinin, makbul bir

mazeret olduğunu bilmektedir. Bu sebepten de nefsi onun o imama dava etmeye tahrik etmiştir.

Zira şair demiştir ki:

«Vevdi ancak onunla karşılaşan bilir, aşkı da ancak onu çeken bilir.»

«Taftâzânî» ismi Mesud'dur. Lakabı ise Sa'du'I-milleti ve'd-din'dir. Bu zat. Taftâzân'a nispet edilir.

Taftâzân ise Horasan bölgesinde bir şehrin ismidir. Bu zat hicri 722 yılında orada doğmuş ve 792

yılında da Semerkand'da vefat etmiş ve Serahs'e nakledilerek buraya defnedilmiştir.

«Zira o, özür dileyerek ilh...» Yâni Maanî ilmine dair olan Telhis ismindeki kitabın şerhi

Muhtasaru'l-Maanî'nin başındaki hutbesinde...

Bu beyitten evvel: «Aynı şekilde belâların soğukluğu sebebiyle zekamın donmasına, musîbetlerin

fırtınası ile anlayışımın sönmesine şehirlerin ve kıtaların beni oradan oraya atmasına vatanların ve

emellerin benden nefret edipte tozla karışmış yerlerde dolaşmaya başlamama ve bu kitabın herbir

satırını çölün bir ucunda yazmama rağmen...» demiştir.

«Birgün Hazvâ'da.» Bunların hepsi yer ismidir. Ve burada günden maksat, mutlak vakittir.

«Ancak hamd Allah içindir ilh...» Yani memleketimden uzaklaşmakla beraber yine benim istediğim

olmuştur. Zira benim için, kabul alâmeti sayılacak çok faydalı şeylerin bulunuşu emelime



kavuşmamın delilidir.

«Evvelen ve âhiren ilh...» Yâni herşeyin başında ve sonunda...

«Zahiren ve batınen ilh...» Yâni dışta lisanla içte de kalbimle sena ederim.

«Lutfetti..» Yâni Allah Teâlâ bana ihsân etti.

«Bu metni şerifin sahibinin kabri karşısında.» Onun kabri kendi memleketi olan Gazze'dedir.

«Umulur ki...» Yâni bu başlangıç ve bitiş...

«Onlardan kabul alameti ilh...» Yâni Allah Teâlâ risâlet sahibi (s.a.v.) ve bu metnin sahibinin

kabulünün alametidir. Kabul: Bir şeye razı olmak ve o şeyi yapan kimseye itiraz etmemektir.

Bazıları da «kabul; salih amele karşılık sevap vermektir» demişlerdir.

«Benîm îçin bîr şereftir.» Şeref; dinde veya dünyada yücelmektir. Kâmus.

«Herne kadar insanların hepsi ilh...» Yâni müellifin asrındaki insanlar... veya onlar ve onlardan

sonra gelenler...

«Hasedden dolayı reddetseler bite.» Yâni onların hasedinden, bu kitabı red doğsa bile, Allah Teâlâ

yine kabul etmiştir.

«Benden kabul et!.» Yâni bana sevap ver! Bu, dua manasınadır.

«Üstazlarımla.» Üstad bir şeyde mahir olan kişiye denilir. Burada üstazlardan maksat müellifin

hocalarıdır.

«Bizi toplu olarak haşret!» Yâni bizi Peygamber (s.a.v.) ile birlikte topluca haşret.

«Daima ilh...» Yâni daima kabul et veya bizi daima Resulullah (s.a.v.) ile haşret!

«Rüşdümüz için.» Yânı bizim hak üzere doğru olmamız için dua eden Ana-babamızı da...

Allah Teâlâ'dan bizi doğru yola iletmesini isteriz. Bizi daima hak üzere devam ettirsin, ve

Resûlullah'ın civarında vech-i kerimine bakmayı nasıp etsin! Âmin.

 

Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.42 saniye 14,846,839 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024