Vaaz Kategorileri
İman Konuları
İbadet Konuları
Sosyal Konular
Ramazan Vaazları
Dini Günler ve Geceler
DİB Örnek Vaazları
Kur'an'dan Öğütler
Genel Konular
islam ve Aile
Görev,Sorumluluk,Ahlak
Mevlid-i Nebi Vaazları
Ana Menü
Çocuklar İçin
Kur'an Öğreniyorm
Dinimi Öğreniyorum
Dini Bilgiler
Oyunlar
Ansiklopedi ve sözlük
Osmanlıca Sözlük
İslam Ansiklopedisi
Dini Sözlük
Dini Terimler
Küçük Lügat
Dini Kitaplar
P.Hayatı Salih Suruç
Kur'an ve Bilim
Günümüzde İslam
Kıssadan Hisse
Ehli Sünnet Yolu
İslam Tasavvufu
En Güzel Örnek
Gıybet Hastalığı
Adım Adım Kurtuluş
Mesneviden Öyküler
Reddül Muhtar,İbn-i Abidin
METİN

GİRME, ÇIKMA, OTURMA, GELME, BİNME VE BUNLARA BENZER SÖZLERLE YAPILAN YEMİNİN HÜKÜMLERİ BÂBI 2

YEME, İÇME, GİYME, KONUŞMA HAKKINDAKI YEMİN BEYANINDA (BÂB) 11

TALÂK VE KÖLE ÂZÂD EDİLMESİNE DAİR YAPILAN YEMİN HÜKÜMLERİ BÂBI 32

SATMA, SATIN ALMA, ORUÇ, NAMAZ, YÜRÜME, GİYME, OTURMA GİBİ ŞEYLER HAKKINDA YAPILAN YEMİNiN HÜKÜMLERİ BÂBI 38

DÖVME, ÖLDÜRME VE BUNLARDAN BAŞKA ŞEYLERE YAPILAN YEMİNİN HÜKÜMLERİ BÂBI 53

 

 

 

 

YEMİNLER BAHSİ

 

METİN

Bu bahsin önceki bahis ile münasebeti hezl (ciddi olan sözün zıddı olup kendisiyle hakiki veya mecazi bir mana kastedilmez) ve ikrah (zorlama) ın kendilerinde tesir etmemesidir.

Azad, düşürmekte ve sirayette talaka ortak olduğu için yemin üzerine takdim edilmiştir.

Yemin lügatta; kuvvet manasınadır.

Şer'an "Bir işi yapmak veya yapmamak hususunda yemin eden kimsenin azim ve kasdına yemin ile kuvvet verdiği gibi akidden ibarettir.

Yeminin bu tarifine talak ve azad gibi bir şeye ta'lik suretiyle yapılan bir akid de dahil olmuştur. Çünkü bu ta'likler de şer'an yemindir, ancak Eşbah'da zikredilen beş meselede ta'lik yemin değildir.

İZAH

"Bu bahsin önceki bahis ile münasebeti ilh." Yemin, azad, talak ve nikah her birerlerinde şakanın,zorlamanın tesiri olmamasında ortaktır. Yani bunlardan her biri gerek şaka ile olsun, gerek zorla yaptırılmış olsun geçerlidir.

Ancak nikâhın diğerleri üzerine takdim edilmesi kendisinde ibadete daha yakınlık bulunduğu içindir. Nitekim geçmiştir.

Talâk da nikâh gerçekleştikten sonra onu kaldırdığı için o da önce zikredilmiştir. Fetih.

«Düşürmekte ilh...» Çünkü talâk nikâh bağını düşürür, âzâd ise kölelik bağını düşürür. T.

«Sirayette ilh...» Kadının yarısını zevci boşasa talâk kadının tamamına sirayet eder, yani kadın boş olur. Keza kölenin yarısını efendisi âzâd etse İmameyn'e göre kölenin tamamı âzâd olur. Çünkü İmameyn'e göre âzâd bölünmeyi kabul etmez, fakat İmam-ı Azam'a göre bölünmeyi kabul eder. T.

«Yemin lûgatta ilh...» Nehir'de zikredildiğine göre, yemin lûgatta câriha (el), kuvvet ve kasem arasında ortak olan bir lâfızdır.

Şârih yemin ile metinde zikredilen ıstılahı mânâsı arasında ki münasebet açık olduğu için kuvvet mânâsına kasr etmiştir. Fethü'l-Kadir'in tâlîk babında yemin asılda kuvvet manasınadır. Sağ ele yemin adı verilmiştir.

Çünkü, sağ el sol elden kuvvetlidir. Yapmak veya yapmamak hususunda üzerine yemin edilen iş kuvvetlendiği için Allah'a yapılan half (yemin)'e yemin adı verilmiştir.

«Bu talîkler de şer'an yemindir ilh...» Zira «ben şu hâneye girmezsem zevcem boş olsun» diye yemin (talîk) eden kimsenin hâneye girmeye yahut «ben bu hâneye girersem zevcim boş olsun» diye yemin (talîk) eden kimsenin de hâneye girmemeye azmi ve kasdı kuvvetlenmiş olur. Talîk lûgatta, yemindir. İmam Muhammed talîka yemin demiştir. Lûgatta İmam Muhammed'in kavli huccet (delil) dir.

«Ancak Eşbah'da zikredilen ilh...» Eşbah'ın ibaresi şöyledir: Bir kimse yemin etmemeye yemin etse de talik yapsa yeminini bozmuş olur. Ancak beş meselede talik yemin değildir. Birincisi kalp fiillerine talîk edip meselâ; zevcin zevcesine «ben istersem veya seversem sen boşsun» demesi talik de olmaz, yemin de olmaz. Çünkü bu kendi nefsinin mâlikiyetinden haber vermektir, sanki bu ifade dilemeye taliktir. Dilemeye talik ise yemin olmaz.

ikincisi âdet görmeyip aylar ile iddet bekleyen kadının talâkını ayın gelmesine taliktir. Meselâ; zevcin zevcesine «aybaşı geldiğinde yahut ay göründüğünde sen boşsun» demesi gibi. Bu da yemin değildir. Bu ifade sünnet vaktinin açıklanmasında kullanılır. Çünkü iddeti ayla olan kadın hakkında aybaşı sünnet vechi üzere boşama vaktidir, yoksa talîk vakti değildir.

Üçüncüsü boşamaya taliktir. Meselâ; zevcin zevcesine «ben seni boşarsam sen boş ol» demesi gibi. Bu ifade de sırf talîk için olmaz, Çünkü zevc bu ifadeyle kendisinin zevcesini boşamaya mâlik olduğunu bildirme ihtimali vardır.

Dördüncüsü efendinin kölesine «bana bin dirhem ödersen hürsün, aciz kalırsan kölesin» demesi gibi. Bu ifade de talîk olmayıp kitabete kestiğini açıklamaktır.

Beşincisi zevcin zevcesine «tam bir hayz görürsen veya yirmi tam hayz görürsen boş ol» demesi gibi bu da talîk olmaz. Çünkü tam bir hayzda mutlaka temizlikten bir cüz bulunacağından talâk temizlikte vâkî olmuş olur da bu ifadeyi sünnet vechi üzere boşamanın izahı kılmak mümkün olur. O halde bu ifade sırf talîk için olmaz. Akıllının sözünü talâka yeminden korumak için bu beş mesele talîk sayılmamıştır.

METİN

Bir kimse «yemin etmem» diye yemin etse de talâkını ve âzâdını bir şeye talîk etse yemini bozmuş olur. Yeminin şartı: Yemin eden kimsenin Müslüman olması, mükellef olması ve üzerine yemin ettiği şey aklen mümkün olup yemininde durabilmesidir.

Yeminin hükmü, (yemin edilen şeye riayet edilip) yeminin bozulmaması, bozulduğu takdirde keffaretin vâcib olmasıdır. Yeminin rüknü, yeminde kullanılan lâfızlardır. Allahü Teâlâ'dan, başkasına yapılan yemin mekruh mudur? Bazıları «hakkında nehiy bulunduğu için mekruhtur» demişlerdir. Âlimlerin çoğu «Allah'ü Teâlâ'dan başkasına yapılan yemin mekruh değildir» demişlerdir. Bilhassa zamanımızda bununla fetva verilir. Allah'ü Teâlâ'dan başkasına yemin etme hakkındaki nehyi âlimlerin çoğu itimad edilmeyen yemine hamletmişlerdir. Meselâ: Arapların âdeti üzere konuşmada babalarını anmakla böbürlenme yerinde «babana yemin ederim» ve «hayatına yemin ederim» sözleri gibi. (Bunların maksadı bu sözlerle birbirine itimad telkin etmek olmayıp bilakis âdetleri üzere cereyan eden bir konuşmadır.)

İZAH

«Bir kimse "yemin etmem" diye yemin etse talâkını ve âzâdını bir şeye talîk etse yemini bozmuş olur ilh...»

Tenbih: Kâfî'de «mevcud olan bu kaide üzerinedir ki: Bir kimse zevcesine «ben senin talâkına yemin edersem kölem hürdür» dedikten sonra kölesine hitaben «ben senin âzâdına yemin edersem zevcem boştur» dese kölesi âzâd olur. Çünkü o kimse karısının talâkına yemin etmiştir. Eğer karısına «ben senin talâkına yemin edersem sen boş ol» deyip bu ifadeyi üç defa tekrar ederse gerdeğe girdiği takdirde birinci ve ikinci yemin ile zevcesi iki talâk, gerdeğe girmemişse bir talâk boş olur.

«Yeminîn şartı: Yemin eden kimsenin Müslüman olması, mükellef ol-ması ilh'...» Bilmiş ol ki yemin edenin Müslüman olması, Allah'a yapılan yemin ile «ben bunu yaparsam bana namaz kılmak lâzım olsun» gibi ibadete yapılan yeminlerde şarttır, «ben bunu yaparsam zevcem boş olsun» gibi ibadet olmayan yeminlerde yemin edenin Müslüman olması şart değildir. Nitekim bunun böyle olduğu gizli değildir. H. Velhâsılı talîk ile olan, namaz, oruç ve keffaret gibi ibadetlerî gerektiren yeminlerde yemin edenin Müslüman olması şarttır. Musannıf yakında zikredecek ki Müslüman olarak yeminini bozsa bile kâfirin yemininden dolayı keffaret yoktur. Çünkü küfür yemini iptal eder. Meselâ: Bir kimse Müslüman olarak yemin ettikten sonra -Allah'a sığınırız- mürted olsa sonra tekrar Müslüman olup yeminini bozsa kendisine keffaret lâzım gelmez. Bu takdirde İslâmiyet yeminin yapılmasında ve yeminin devam etmesinde şarttır. Kaadının yeminden çekineceğini ümit ederek davalılara yemin ettirmesi görünüşte yemindir. Nitekim gelecektir. Yeminde istisna (inşaallah) nın bulunmaması şarttır. Bazıları yemin edenin hür olmasını da şart kılmışlardır, fakat bu hatadır. Çünkü kölenin yaptığı yemin yemin olur, bozduğu takdirde keffaretini oruçla öder. Nitekîm fukaha böyle açıklamışlardır.

Bezzaziye'de «Vali bir kimseyî yakalayıp ona «billahi de» deyip o kimse de «billahi» dese sonra vali o kimseye «elbette cuma günü geleceksin» deyip o da valinin dediği gibi «elbette cuma günü geleceğim» deyip de cuma günü gelmese yeminini bozmuş olmaz. Çünkü o kimsenin hikaye ve sükût etmesi ile Allah'ü Teâlâ'nın ismi ile yemini arasına fasıla girmiştir» denilmiştir.

Sayrafiyye'de bir kimse «benim üzerime Allah'ın ahdi ve Resulün ahdi olsun ki şu işi yapmayacağım» dese, bu ifade yemin olmaz. Çünkü «Resulün ahdi» lâfzı Allah'ın ismi ile yemin edilen şeyin arasını ayırmıştır. Fakat Resulün ahdi zikredilmeksizin yalnız «Allah'ın ahdi benim üzerime olsun» ifadesi yemindir.

«Yeminin hükmü, yeminin bozulmaması bozulduğu takdirde keffaretin vâcib olmasıdır.» Yani yapılan yemini muhafaza etmek asıldır, bozulduğu takdirde keffaret vermek halef(yemini muhafaza etmenin yerine geçen) dir. Nitekim Dürrü'l-Münteka'da da böyledir. Bilindiği gibi keffaret Allah'a yapılan yemine mahsustur. H.

«Allah'ü Teâlâ'dan başkasına yapılan yemin mekruh mudur? ilh...» Zeylaî «Allah'tan başkasına yapılan yemin meşru olup bu cezayı şarta talîk etmektir ki asılda yemin değildir. Ancak fukaha, cezanın şarta tâlikine yemin ismini vermişlerdir. Çünkü bir işi yapmağa teşvik veya bir işten men etmek için Allah'a yapılan yeminin mânâsı bunda da mevcuttur. AIIahü Teâlâ'ya yemin etmek mekruh değildir. Fakat Allah'a çok yemin etmekten az yemin etmek evlâdır. Bazılarına göre hakkında nehyi vârid olduğu için Allah'dan başkasına yemin etmek mekruhtur. Âlimlerin çoğuna göre; mekruh değildir. Çünkü bilhassa zamanımızda Allah'tan başkasına yani: Âzâd ve talâka yapılan yeminlere îtimad edilmektedir. Allah'tan başkasına yapılan yemin hakkında olan nehyi îtimad edilmeyen yemine hamledilmiştir.

Arapların âdeti üzere konuşmada babalarını anmakla böbürlenme yerinde «babana yemin ederim» ve «hayatıma yemin ederim» ifadeleri gibi. Bunlarda yemini bozmakla bir şey lâzım gelmez ve bunlarla îtimad hâsıl olmaz. Fakat âzâda ve talâka talîk suretiyle yapılan yemin böyle değildir. Peygamberimizin: «Her kim yemin ederse Allah'a yemin etsin» hadisi şerifi âlimlerin çoğuna göre tâlîk olmayan yemine hamledilmiştir. Çünkü bu yeminde kendisine yemin edilen şeyi tâzîmde Allah'a ortak koşmak olmakla bil ittifak mekruhtur. Allah'ü Teâlâ'nın «kuşluk», «yıldız», «gece» gibi başka şeylere yemin etmesine gelince; âlimler «bu şeylere yemin etmek Allah'ü Teâlâ'ya mahsus olup Allah'ü Teâla dilediği şeye tâzîm ve yemin buyurur. Fakat insanların bu şeylere yemin etmesi câiz değildir» demişlerdir. Ama tâlîkde tâzîm olmayıp bilâkis îtimadla beraber bir işi yapmaya teşvik veya yapmaktan men vardır. Buna göre ittifakla talik mekruh değildir. Bâhusus zamanımızda insanların Allah'a yemin edip bozmalarına ve keffâretin lâzım olmasına aldırmadıkları için âzâd ve talâk gibi şeylere yapılan yemine daha fazla îtimad edilmektedir. Çünkü talâk ve âzâda yemin eden kimse talâkın ve âzâdın vâki olacağından korktuğu için yeminini bozmaktan sakınır.

METİN

Allahü Teâlâ'ya yapılan yeminler: Yemin-i Gamûs, Yemin-i Lağv, Yemin-i Mün'akide olmak üzere üç nevidir. Yemin-i Gamûs ile Yemin-i Lağv'ın Allah'ü Teâlâ Hazretlerinden başkasına yapılması tasavvur edilmediği için bunlar talâk ve âzâd gibi şeylere yapılırsa talâk ve âzâd vâki olur. Bunu iyice belle! Aynî.

Bir kimsenin yalan söylemeyi kasdederek veya doğru olduğunu zannederek «şu işi yaparsam Yahudi olayım» sözü yemin-i gamûs veya yemin-i lağv olmakla beraber Allah'a yemin olmadığından bu yemin yeminin üç nevinden hariçtir diye yeminin üç kısımdan ibaret olmadığına yapılan itiraza şârih «bu şekilde yapılan yemin- yemin eden her ne kadar buyeminin kinaye yoluyla yemin olduğunu bilmez ise de -Allah'ü Teâlâ'ya yeminden kinayedir» diye cevap vermiştir. Bedâyi.

Birinci nevi yemin-i gamûsdur ki -yemin edeni önce günaha, sonra ateşe daldırır. Yemin-i gamûs mutlak surette pek büyük günahdır, fakat kebairin günahı farklıdır- yalan yere amden yapılan yemindir. Bu yemin geçmiş zamanda olan bir şeye olmadı diye yapılır. Meselâ; bir kimsenin bir işi yaptığını bildiği halde «vallahi ben bu işi yapmadım» diye yalan yere yemin etmesi gibi. Yemin-i gamûs şimdiki zamanda yalan olan bir şey üzerine de yapılır. Meselâ: Bir kimsenin kendi üzerinde bin dirhem borç bulunduğunu bildiği halde «vallahi benim üzerimde falanca şahsın bin dirhem alacağı yoktur» veya başka bir şahıs olduğunu bildiği halde «vallahi bu şahıs Bekir'dir» diye yemin etmesi gibi.

Yemin-i gamûs «vallahi bu işi yaptım» sözündeki gibi bir işin fiili veya «vallahi bu işi yapmadım» sözündeki gibi terkîn başkası olup, meselâ; taş olmadığı malum iken «vallahi bu, şimdi taştır» ifadesindeki yemin gibi olursa da fukahanın yemin-i gamûsu işle ve geçmiş zamanla kayıtlamaları rast geledir veya çok vakî olana hamledilmiştir. Yemin eden kimse yemin-i gamûs sebebiyle büyük günahkâr olup kendisine tevbe ve istiğfar etmek lâzım gelir.

İZAH

«Bu yeminin kinaye yoluyla yemin olduğunu bilmez ise de ilh...» Yani:

«Ben bu işi yaparsam yahudi olayım.» Bu ifade ile yemin edenin maksûdu Yahudi olmaktan nefreti gerektiren şart (o işi yapmak) dan çekinmesidir. Bu ise Allah'ü Teâlâ'ya küfürden nefreti bildirir ve Allah'ü Teâlâ'ya tazîmi ifade eder, sanki o kimse "vallâhi'l-azim bu işi yapmam" demiş olur. H.

«Yemin-i gamûs mutlak surette pek büyük günahtır ilh...» Yanı, gerek bu yemin-i gamûsla bir Müslüman'ın hakkı alınsın gerek alınmasın bu «mutlaka büyük günahtır» ifadesinde Bahır sahibinin «yemin sebebiyle bir Müslüman'ın malı alınır ve ya Müslüman'a eza edilirse bu yemin büyük günahlardan olur. Eğer yeminde böyle bir fenalık bulunmazsa küçük günahlardan olur» sözünü red vardır. Çünkü Bahır sahibinin sözü Buharî'deki:

«Büyük günahlar, Allah'a ortak koşmak, anaya, babaya karşı gelmek (Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı) bir nefsi öldürmek ve yemin-i gamûsdur» hadisi şerifinin mutlak olan mânâsına muhâliftir. Kebairin günahları farklıdır. Makdisî «Allah'ın isminin hürmetini yıkmaktan daha büyük günah var mıdır?» demiştir.

«Kendisine tevbe ve istiğfar etmek lazım gelir.» Çünkü yemin-ı gamûs da keffaret yoktur, tevbe ve istiğfar ile yemin-i gamûsun günahı kalkar, bu itibarla yemin-i gamûsun günahından kurtulmak için tevbe ve istiğfar etmek ve bu yüzden bir kimsenin bir hakkı zayi olmuş ise onu yerine getirip helâllik almak lâzım gelir.

METİN

İkinci nevi yemin-i lağvdır ki, yemin eden geçmiş zamanda veya şimdiki zamanda kendisine yemin ettiği şeyi doğru zannederek yalan yere yemin etmesidir. Yeminin bu nevinde muahaze yoktur, ancak üç şeyde yani talâk, âzâd ve nezirde muahaze vardır. Zann-ı galib üzere zıddı açıklanırsa talâk vaki olur.

İmam Şafiî'den bunun hilâfı meşhurdur. Yemin-i gamûs ile yemin-i lağv geçmiş zaman ile şimdiki zamanda müsavi olunca aralarındaki fark yalanın kasden yapılmasıdır. Gelecek zamana ait yapılan yemin, yemin-i mün'akide olur. İmam Şafiî yemin-i lağvı konuşmalarda geçen ve kendisiyle yemin kastedilmeksizin «Lâ vallâhi: hayır vallâh», «belâ vallâhi: değil vallâh» denilmesi gibi, yeminlere tahsis etmiştir. İsterse bu yemin gelecekte olacak bir şey için yapılmış olsun.

Yemin-i lağvın mânâsında ihtilâf olduğu için musannıf yemin-i lağvın affı ümit olunur, dedi. Yahut bu yemin-i lağv tevazu ve teeddüb için olur. Bir kimsenin doğru olarak geçmiş zamandaki bir şeye yemin etmesi de yemin-i lağv gibidir. Meselâ; ayakta olan bir kimsenin «vallahi ben şimdi ayaktayım» diye yemin etmesi gibi.

İZAH

«Ancak üç şeyde yani talâk, âzâd ve nezirde muahaze vardır ilh...Çünkü söz Allah'a yapılan yemindedir. Bunlar da ise Allah'dan başkasına yemin yapılmaktadır. Bundan dolayı İhtiyar'da İbn-i Rüstem, İmam Muhammed'den «lağv ancak Allah'a yapılan yeminde olur, bu ise yemin eden bir kimsenin bir işin doğru olduğunu zannederek yemin edip, halbuki o iş gerçekte zannettiği gibi olmamasıdır. Bu takdirde kendisine yemin edilen şey lağv olup sadece «vallahi» sözü kalır da yemin eden kimseye bir şey lâzım gelmez. Allah'dan başkasına yapılan yeminde ise üzerine yemin edilen şey lağv olur da «zevcem boştur» yahut «kölem hürdür» yahut «benim üzerime hac lâzımdır» gibi ifadeler bakî kalır ve yemin eden kimseye bunlar lâzım olur» diye rivayet etmiştir.

«Aralarındaki fark yalanın kasden yapılmasıdır ilh...» Ben derim ki Burada başka bir fark vardır: Yemin-i gamûs üç zamanda da yapılır, nitekim ilerde gelecektir. Yemin-i lağv ise gelecekte olacak bir şey üzerine yapılmaz. H.

«Gelecek zamana ait yapılan yemin yemin-i mün'akide olur.» Bizim mevzumuz doğru zannedilerek yalan yere yapılan yemin hakkındadır, gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılan yemin ise ancak yemin-i mün'akide olur. Yemin-i gamûsda gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılır diye itiraz edilemez. Çünkü yemin-i gamûsda amden ve kasden yalan vardır. Halbuki bizim sözümüz amden ve kasden yalan yere yapılan yemin hakkında değildir. iyi anla!

«İmam Şafii yemin-i lağvı ilh...» İmam Muhammed'in, İmam-ı Azam'dan «yemîn-i lağv insanlar arasında konuşmalarda geçen «vallâhi», «billâhi» gibi yemin kastedilmeksizin söylenen yeminlerdir» diye naklettiği yemin biz Hanefilerce geçmiş zaman ve şimdiki zamana ait olan yeminlerdir. Hanefilerce bunlar yemin-i lağvdır. Hanefilerle, Şafiîler arasındaki ihtilâf: Gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin kastedilmeksizin yapılan yemin hakkındadır. Bu yemin Hanefilerce yemin-i lağv olmayıp bunda keffâret lâzımdır. Şafiîlerce yemin-i lağv olup keffâret yoktur.

«Yemin-i lağvın mânâsında ihtilâf olduğu için musannıf yemin-i lağvın affı ümid olunur demiştir ilh...» Yemin-i lağv nasıl açıklanırsa açıklansın bunda günah olmayıp affının umulması Allahü Teâlâ'nın: El-Bakâra sûresi; âyet: 225 «Allah, sizi yeminlerinizdeki «lağv» dan dolayı sorumlu tutmaz» kavli kerimi içindir.

«Yemin-i lağv gibidir ilh...» Hasılı: Bir kimsenin geçmiş zamandaki bir şeye doğru olarak yemin etmesi yeminin üç nevine dahil olmayıp dördüncü bir nevi olur ki yeminin üç nevinden ibaret olmasını bozar. Buna Sadru'ş-Şerî'a «fukaha şeriatta muteber olan ve üzerine hüküm tereddüp eden yeminlerin üç kısım olduğunu murad etmişlerdir» diye cevap vermiştir. Bahır sahibi «bunda da günahın olmaması bir hükümdür» diye Sadru'ş-Şerî'anın cevabını reddetmiştir. Nehir sahibi «Bahır sahibinin dediği söz götürür» demiştir.

Muhaşşi Halebi «hak Bahır sahibinin dediğidir, itirazın bir mânâsı yoktur» demiştir.

Ben derim ki: Fethü'l-Kadir'de «bozulması tasavvur edilen yeminler üç kısımdır, yoksa mutlak suretteki yeminler değildir» diye cevap verilmiştir.

Şarih «Vallâhi ben şimdi ayaktayım ilh...» İfadesiyle geçmiş zamanın şimdiki zaman gibi olduğuna işaret etmiştir. Fakat güzel olan Feth'in kavlidir ki: Buna misâl; «vallahi Zeyd dün ayakta idi» cümlesidir.

METİN

Üçüncü nevi yemin-i mün'akidedir ki; yemin edenin kendisine yapmaması mümkün ve gelecek zamana ait olan bir şey üzerine yaptığı yemindir. Binaenaleyh «vallahi ben ölmeyeceğim» veya «güneş doğmayacaktır» ifadeleri yemin-i gamûs nevindendir. Yeminin ancak bu mün'akide kısmında yemin eden yemini bozarsa keffâret lâzım olur. Çünkü Allah'ü Tealâ: (El-Maide sûresi; âyet:89) «Yeminlerinizi muhafaza ediniz» buyurmuştur.

Yemini hıfzetmek ancak gelecek zamanda muhafaza edilmesi mümkün olan şeyde tasavvur edilir .İmam Şafiî'ye göre yemin-i gamûsda da keffâret verilir. Her ne kadar yemin eden keffâretle beraber tevbede bulunmazsa da keffâret günahı kaldırır. Sıraciyye.

İkrah (zor) la, hata ile, zühûl (dalgınlık) ile, sehv (yanlışlık) ile ve, nisyan (unutmak) la yapılan yemin, sahih olur, bozulduğu takdirde keffâret lâzım gelir.

Bir kimse yemin etmemeye yemin edip, sonra bu yeminini unutup yemin etse ve bu yeminini de bozsa iki keffâret verir. Keffâretin biri birinci yeminini bozduğu içindir, diğer keffâreti ise üzerine yemin ettiği şeyi işlediği (ikinci yeminini bozduğu) içindir. Bu hususta Peygamberimizin (S.A.V.): «Üç şey vardır ki, şakası ciddidir» Hadisi şerifi vardır. Bunlardan biri yemindir. Yemin eden kimse, yeminini bozması için tehdid edilip, üzerine yemin ettiği şeyi kendi fiiliyle bozarsa yemini bozulur ve kendisine keffâret lâzım gelir. İmam Şafiî buna muhaliftir. Keza yemin eden kimse üzerine yemin ettiği şeyi baygın veya delilik halinde yapsa yine yemini bozulur. Yemin nasıl bozulursa bozulsun, bozulmakla keffâret lâzım gelir.

İZAH

«Kendisine yapması mümkün olan ilh...» İfadesiyle «vallahi ben ölmeyeceğim» gibi yeminler yemin-i mün'akidenin tarifinden çıkmıştır. Çünkü ölmemek yemin edenin elînde, değildir. Bu gibi yeminler yemin-ı gamûsdandır.

Bir kimse bardakta su olmadığı halde «vallâhi ben bugün şu bardaktaki suyu içeceğim» diye yemin etse bunu yapmak yemin edenin işi olmakla beraber yeminini muhafaza etmek mümkün olmadığı için yemini bozulmaz, eğer yemin ettiği vakit bardakta suyun bulunmadığını bilirse bu yemin yemini gamûs nevinden olur. Eğer yemin ettiği vakit bardakta su bulunmadığını bilmezse yemin-i gamûs da olmaz, yemini muhafaza etmek mümkün olmadığı için yemin-i mün'akide de olmaz. Bu yemin, yemin-i lağv nevinden sayılırsa, yemin-i Iağvın gelecekte olacak bir şey üzerine yapılmaz kaidesi bozulmuş olur. Bana öyle geliyor ki, bardakta su olmadığı bilinsin veya bilinmesin bu asla yemin olmaz. Çünkü yukarıda geçti ki yeminin şartı yemin edilen şeyin mümkün olup yeminin muhafaza edilebilmesidir. Teemmül oluna!

«Yemini hıfzetmek ancak gelecek zamanda muhafaza edilmesi mümkün olan şey de tasavvur edilir ilh...» Yani geçmiş zamana veya şimdiki zamana ait olan bir şey üzerine yapılan yeminin muhafaza edilmesi tasavvur edilemez. Çünkü yemini muhafaza etmek, üzerine yemin edilen şeyin yapılıp, yapılmama arasında bulunması ve onu bozmaktan nefsin men edilmesidir. Bu ise ancak gelecekte olacak bir şey üzerine yapılan yeminde düşünülebilir. Bu gelecekte olacak bir şey üzerine yapılan her yeminin muhafaza edilmesinin tasavvur edilmesini gerektirmez ki muhafaza edilmesi mümkün olmayan gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılan yemin-i gamûs itiraz olarak varid olsun.

«Yahut hata ile ilh...» Meselâ; «bana su ver» demek murad eden kimsenin «vallâhi ben su içmem» demesi gibi.

«Zühûl, sehv ve nisyanla yapılan yemin sahih olur ilh...» İbn-i Emîr Hac Tahrir şerhinde «fukahadan çoğu sehv ile nisyan birdir, her ne kadar sehv, bir şeyin sûretinin kuvve-ihafızada bâki kalmakla, kuvve-i müdrikeden sûretinin gitmesidir. Nisyan ise «her iki kuvvetten beraberce sûretin gidip, meydana gelmesinde yeni bir sebebe muhtaç olmasıdır diye aralarında fark görmüşlerse de ehl-i lûgat aralarında fark görmemiştir» demişlerdir» şeklinde mütalâa yürütmüştür.

«Hobisi şerifi vardır ilh...» Allâme Molla Aliyyü'l-kaari Vikâye şerhinde hadisi şerifde yemin lâfzı marûf değildir. Marûf olan Sünen-i erbe'a ashâbının Ebu Hüreyre'den:

Şakası da ciddi olan üç şey; nikâh, talâk ve ric'at (bir veya iki talâkla boşanmış kadının iddeti bitmeden kocasının ona dönmesi) 'dir» lâfzıyla rivayet ettikleri hadisi şerifdir. Bu hadisi şerifi Tirmizî «hasen», Hâkim ise «sahîh» bulmuştur. İbn-i Adiyy bu hadisi şerifi «şakası da ciddi olan üç şey; talâk, nikâh ve atak (köle âzâdı)» lâfzıyla rivayet etmiştir.

Şaka ile yemin eden kimse yemininin hükmüne razı olmasa bile kasden yemin etmiştir. Bu yüzden yeminin sebebine kendi iradesiyle mübaşeret ettikten sonra yeminin hükmüne razı olmamasını şeriat nazarı itibara almayarak yemin saymıştır.

«Yemin eden kimse yeminini bozması için tehdid edilip, üzerine yemin ettiği şeyi kendi fiiliyle bozarsa yemini bozulur ilh...» Eğer yemin eden kimse tehdit edildiğinde üzerine yemin ettiği şeyi kendisi yapmayıp tehdit edenler yapsalar meselâ; su içmem diye yemin eden kimsenin boğazına su akıtsalar yemin edenin yemini bozulmaz. Nehir.

«Yemin eden kimse üzerine yemin ettiği şeyi baygın veya delilik ha-linde yapsa ilh...» Fakat bayılmış kimsede mecnunda ehliyet bulunmadığından yeminlerine itibar edilmez. Nitekim geçmiştir.

METİN

Kasem (yemin) -her ne kadar Türklerin kullandıkları gibi lafza-i Celâl'daki «ne» nin ötresi yahut üstünü yahut sükûnu yahut hazfiyle de olsa- «billâhi teâlâ» lâfzıyla olur.

Hıristiyanların yeminleri gibi «vesmillâhi» veya «bismillâhi şu işi yaparım» lâfızları da yine İmam Muhammed'e göre «billâhi» gibi yemindir. Bahır sahibi, İmam Muhammed'in kavlini tercih etmiştir. Fakat «lam» ın esresi ve şeddesi ile «billih» yemin olmaz, ancak Lâfza-i Celâl'daki «he» esre kılınıp yemin kastedilirse yemin olur.

Yemin Allahü Teâlâ'nın isimlerinden olan -muhtar olan mezheb üzere kendisiyle yemin edilme bilinsin veya bilinmesin her ne kadar ortak isim de olsa- Rahman, Rahîm, Halim, Alîm, Malik-i yevmiddin, Ettalibü'l-gaalibi lam-i tarîfli Elhak gibi bir ismi şerifiyle de olur.

Hak kelimesi Lam-i tarifsiz olursa yemin olmaz, ilerde gelecektir.

Mücteba'da Lâfza-i Celâl'dan başka müşterek isimlerde yemine niyet edilmese diyaneten tasdik edilir denilmiştir. Yemin örfde kendisiyle yemin olunan Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından bir sıfatla da olur. o sıfat gerek zıddıyla Allahü Teâlâ'nın sıfatlanmadığı «Allahın izzeti»,«Celâli», "Kibriyâsı" «Melekûtü», «Ceberûtü», «Azameti» ve «Kudreti» gibi sıfat-ı zâtiyyeden olsun ve gerek kendisiyle ve zıddıyla vasıflandığı «gazap» ve «rızâ» gibi sıfat-ı fiiliyyeden olsun. Yeminler örf ve âdet üzere kurulduğundan örfte kendisine yemin olunan şeye yemin etmek yemindir. Örfte kendisine yemin edilmeyen şeye yemin etmek yemin değildir.

İZAH

«Kasem "billâhi teâlâ" lâfzıyla olur ilh...» Yani bu mübarek isimle olur.

«"He"nîn ötresi ilh...» Yanı Lâfza-i Celâl'daki «he» nasıl okunursa okunsun yemin olması «ba» harfiyle zikredildiği takdirdedir. Fakat kasem (yemin) için olan «vav» ile zikrolunursa ancak Lâfza-i Celâl'daki «he» esre okunmakla yemin olur. H.

«Yahut hazfiyle de ilh...» Mücteba'da bir kimse şen, şaklabanların âdeti gibi Lâfza-i Celâl'daki «he» yi söylemeksizin «valla» dese yemin olur, denilmiştir. Buna göre Türklerin Lâfza-i Celâl'daki «he» yi okumaksızın «billa» diye yaptıkları yemin, yine yemin olur. Yemin eden yahut hayvan boğazlayan yahut namaza başlayan kimse Lâfza-i Celâl'da olan ikinci «lam»ı çeken elifi hazfetse bazıları zarar vermez. Çünkü bazı Arapların lisanında hazfedildiği işitilmiştir, demişlerdir. Bazıları da zarar verir demişlerdir.

«Hıristiyanların yeminleri gibi "vesmillâhi" ilh...» Yani, Fetih'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «bismillâhi ben elbette şu işi yapacağım» dese muhtar olan kavle göre bu ifade ile yemin etmek örf olmadığı için yemin sayılmaz. Buna göre, bir kimse «vesmiliâhi ben elbette şu işi yapacağım» dese yine yemin sayılmaz. Ancak memleketimizde yaşayan Hıristiyanlar «vesmillâhi» diye yemin etmeyi örf ve âdet edinmişlerdir. Onlar gibi «vesmillâhi» ile yemin etmeyi örf ve âdet edinen kimselerin yaptıkları yemin, yemin olur. Fakat Hıristiyanların yaptıkları yemin, yemin olmaz. Çünkü yeminin sahih olması için yemin edenin Müslüman olması şarttır.

«Bahır sahibi İmam Muhammed'in kavlini tercih etmiştir flh...» Bahır sahibi zâhir olan «bismillâhi» yemindir demiştir. Nitekim Bedayî sahibi delil göstermiştir ki; ehli sünnet velcemaate göre isim ile müsemma bir olup isme yemin zata yemin olur ve «mismillahi» diyen «billâhi» demiş olur. «Vesmillâhi» de «bismillâhi» gibi olup Hıristiyanlara mahsus değildir.

«Her ne kadar ortak isim de olsa ilh...» Allahü Teâlâ'dan başkasına isim olarak verilmeyen Allah, Errahman gibi isimlere yapılan yemin niyet edilsin edilmesin yemin olur. Halim ve Alim gibi Allah'dan başkasına da isim verilen ortak isimlerde yemine niyet edilirse yemin olur, niyet edilmezse yemin olmaz.

«Ettalibü'l-gaalibi ilh...» Bir kimse «Vettaalibi'l-gaalibi ben şu işi yapmam» dese yemin etmiş olur. Bağdat halkı arasında böyle yemin etmek örf ve âdettir. Zahire ile Velvâliciyye'de deböyledir.

«Mücteba'da Lâfza-i Celâl'dan başka müşterek isimlerde yemine niyet edilmese diyaneten tasdik edilir ilh...» Yani yemin olmaz, çünkü o kimse sözünün muhtemeline niyet etmiştir. Bu itibarla kendisiyle Allah arasında olan şey hususunda tasdik edilir. Fakat zahire muhalif olduğu için kazaen tasdik edilmez. Nitekim geçmiştir. Tenbih, diyanet ile kaza arasındaki fark ancak talâka ve azada, yemin etme hususunda meydana çıkar, yoksa Allah'a yemin etme hususunda ortaya çıkmaz. Çünkü keffâret Allah Teâlâ'nın hakkı olup bunda kulun hakkı bulunmamakla yemin eden kaadının huzuruna davâ için çıkmaz.

Ben derim ki: Bir kimse talâkı veya âzâdı yemin etmeye talîk ettikten sonra yemin etse ve yemine niyet etmediğini iddia etse, bu takdirde yemin hususunda da diyanet ile kaza arasındaki fark ortaya çıkmış olur.

«Yemin örfde kendisiyle yemin olunan Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından bir sıfatla da olur ilh...» Sıfat bir mânânın ismidir ki zatı tazammun etmez, «hüve hüve: O odur» ile zatın üzerine haml olunmaz. İzzet, Kibriyâ, azamet gibi. Azîm böyle değildir. Allahü Teâlâ'nın gerek zâtî sıfatı olsun ve gerek fiili sıfatı olsun örfde kendisiyle yemin edilmesinin şart olması Maveraünnehir alimlerinin kavlidir. Irak alimlerine göre zâtî sıfatlara yapılan yemin yemindir, fiili sıfatlara yapılan yemin yemin değildir. Bunlara göre örfde kendisiyle yemin edilsin veya edilmesin itibar yoktur. Bu, Fethü'l-kadir'den hûlasa olarak alınmıştır. Burhan'dan naklen Şürünbülâli'de «esah olan Maveraünnehir alimlerinin kavlidir» diye açıklanmıştır.

Zeylaî «Maveraünnehir alimlerinin kavli sahihdir. Çünkü Allahü Teâlâ'nın sıfatlarının hepsi zatının sıfatlarıdır ve hepsi kadimdir, yeminler ise örf üzerine kurulduğundan, insanların kendisiyle yemin etmeyi örf edindikleri şeye yemin etmek yemindir. İnsanların kendisiyle yemin etmeyi örf edinmedikleri şeye yemin etmek yemin değildir» demiştir. Zeylaî'nin «Allah'ın sıfatlarının hepsi zatının sıfatlarıdır» ifadesinin mânâsı «şüphe yok ki Allahü Teâlâ'nın kerim olan zatı, sıfatlarıyla mevsuf olup gerek zâtî sıfatı gerek fiilî sıfatı olsun bu sıfatlar ile zatı murad edilir, binaenaleyh bu sıfatlara yapılan yemin zatına yemin yapılmış olur» demek olur, yoksa Zeylaî'nin muradı Allahü Teâlâ'nın fiil sıfatını nefyetmek değildir.

Sonra musannıfın müşkül bulup «Zeylaî'nin muradı Allahü Teâlâ'nın fiil sıfatları Eş'arîlere göre hakikatde kudret sıfatına racidir. Kudret sıfatı ise Allahü Teâlâ'nın zâtî sıfatıdır» diye cevap verdiğini gördüm. Bizim dediğimiz daha evlâdır.

«Allah'ın izzeti ilh...» Kuhustani'de «izzet birinci babdan olursa galebe «üstünlük» ikinci babdan olursa nazîri olmama, dördüncü babdan olursa menzil ve derecesinden inmeme mânâlarına gelir. «Celâl» sıfatları kâmil olmak mânâsınadır. «Kibriyâ» zâtı kâmil olmak mânâsınadır» denilmiştir.

«Melekûtü, Ceberûtü ilh...» Bunlar faalût veznindedir. Şihâb'ın Şifa-i şerif şerhinde «rahamût» rahmetten mübalağa sıygası olduğu gibi melekût de mülkden mübalağa sıygasıdır. Bazan «bunu âlem-i şehadet'e mukâbil olan âleme hasdır» dediler, buna âlem-i emir adını verirler, mukabiline âlem-i şehadet, âlem-i mülk adını verdikleri gibi. Mevâhib şerhinde Râgıb-ı Isfahânî «cebirin aslı bir nevi kahır ile bir şeyi düzeltmek mânâsınadır» demiştir. Bazıları «sâde düzeltmek mânâsına olduğu» söylemişlerdir. Bazan sırf kahır mânâsına olur. T.

«Azameti ilh...» Azamet esaleten zâtın kâmil olması tebean sıfatın kâmil olması mânâsınadır. Kudret kendinden her bir fiil ve terkin hikmet ve maslahat üzere meydana gelmesidir. Kuhustânî.

«Gazap ve rızâ gibi ilh...» Yani: Bunlar intikam ve ihsan mânâlarına hadd-i zâtında fiil sıfatını temsildir. O halde ileride gelecek gazap ile rızâya yemin edilmez kavillerine münâfi olmaz. T.

«Yeminler örf ve âdet üzere kurulduğundan ilh...» Yeminlerin örfe bağlı olması sıfatlara mahsustur. İsimlere mahsus değildir, isimlerde örf muteber değildir. Nitekim geçmiştir. T.

METİN

Allah'tan başka, Peygamber, Kur'ân-ı Kerîm ve Kabe-i Muazzama gibi şeylere yemin edilmez. Kemal «gizli değildir ki şimdi zamanımızda Kurân'a yemin etmek örf ve âdet olmuştur. Buna göre yemin olur» demiştir. Fakat Kelamullâh'a yemin etmek örfle deveran eder. Aynî demiştir ki: Bana göre bilhassa zamanımızda Mushaf'a yemin yemindir. Üç mezheb imamına göre; Mushaf-ı şerife, Kelâmullâha. Kur'ana yapılan yemin yemindir. Ahmed b. Hanbel bu üçün üzerine Peygamberi de ziyade etmiştir. Bunların birinden beri olup meselâ; bir kimse «ben şu işi yaparsam Kur'an'dan beriyim» dese icmâen yemin olur. Ancak «mushaftan beriyim» dese yemin olmaz. Eğer «mushafta olandan beriyim» derse yemin olur. Hatta «içinde besmele olan bir defterden beriyim» dese yemin olur. Bir kimse «Mushaf-ı şerifde veya dört kitabda olan her bir âyetten beriyim» dese bu bir tek yemin olur. Eğer bunlardan beri olduğunu tekrar ederse yeminlerde sözün sayısınca olur. «Allah'tan beriyim, Rasûlünden beriyim» iki yemindir. Eğer bu surette «Allahü Teâlâ ve Rasûlü de benden beridirler» ifadesini ziyade ederse dört yemin olur. «Allah'tan bin kere beriyim» demek bir tek yemindir. Bir kimsenin «şu işi yaparsam İslâm'dan» yahut «Kıble'den» yahut «Ramazan orucundan» yahut «namazdan» yahut «mü'minlerden beriyim» yahut «haça ibadet etmiş olayım» sözü yemindir. Çünkü haça kadar zikredilenlerden beri olmak küfür olduğu gibi haça ibadet etmek de küfürdür. Küfrü bir şarta talîk ise yemindir, yakında gelecektir ki bir kimse bu geçenler ile küfrü îtikad ederse kâfir olur, yok küfrü îtikad etmezse yemini bozmakla keffâret verir. Hülasa'dan ve Tecrid'den naklen Bahır'da zikre-dilmiştir ki: Yemin müteaddit olursakeffâret de müteaddit olur, mütead-dit yemin gerek bir meclisde olsun gerek ayrı ayrı meclislerde olsun hü-küm birdir, eğer yemin eden ikinci yeminle birinci yemini murad ettim teaddüt yoktur dese, yemini Allahü Teâlâ'ya ise sözü kabul edilmez. Eğer yemini hacca veya umreye ise sözü kabul edilir ve yine Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir ki bir kimse «ben şu işi yaparsam yahudi olayım. hıristiyan olayım» dese bu ifadesi iki yemindir. Keza bir kimse «vallâhi vallâhi şu işi yaparım» yahut «vallâhi verrahmani şu işi yaparım» dese esah olan kavle göre iki yemin etmiş olur. Fukâha ittifak etmişlerdir ki:

Yemin edenin atıf harfiyle «vallâhi ve verahmani ifadesi iki yemindir ve atıfsız olursa sıfat olacağı için bir yemindir ve yine Fetih'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki, İmam Râzî «ben hayatıma ve senin hayatına ve senin başın hayatına yemin ederim» diyen kimsenin kafir olmasından korkarım, böyle yemin eden kimse bu yemininde durup yemini bozmamanın vâcib olduğuna itikâd ederse kâfir olur» demiştir.

Şârih «böyle yemini halk tabakası bilmiyerek yapmasalardı bu yeminleri şirktir derdim» demiştir.

İbn-i Mes'ud (R.A.) dan:

«Elbette benim Allahü Teâlâ'ya yalan olarak yemin etmem Allahü Teâlâ'dan başkasına doğru olarak yemin etmemden bana daha sevimlidir» diye rivayet edîlmiştir.

İZAH

«Allah'dan başka Peygamber, Kurân-ı Kerîm ve Kabe-i Muazama gibi şeylere yemin edilmez ilh...» Yani kinaye yoluyla da olsa Allahü Teâlâ'nın isimleri ve sıfatlarından başka şeylere yemin edilmez.

Kuhustânî'de beyan edildiği üzere haramdır. Hatta «hayatıma, senin hayatına yemin ederim» diyen kimsenin kâfir olmasından korkulur, nitekim gelecektir.

«Kemal ilh...» Kemal'in sözü, Kurân-ı Kerim'in kelâmullâh mânâsına olması üzerine mebnidir, buna göre Kurân-ı Kerîm Allahü Teâlâ'nın sıfatlarından olmuş olur. Nitekim Hidaye sahibide bunu ifade ederek «her kim Allah'dan başka peygamber ve Kabe-i Muazzama gibi şeylere yemin ederse, yemin etmemiş olur. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.):

«Sizden her kim yemin ederse Allaha yemin etsin, yahut yemini ter-ketsin» buyurmuştur. Keza her kim Kurân-ı Kerîm'e yemin ederse yine yemin etmemiş olur. Çünkü Kurân-ı Kerîm'e yemin etmek örf ve âdet değildir» demiştir.

Hidaye sahibinin «keza...» demesi Kurân-ı Kerîm'e yapılan yeminin Allah'tan başkasına yapılmış olmayıp bilâkis Allahü Teâlâ'nın sıfatına yemin yapılmış olduğunu ifade etmektedir. Bundan dolayı Hidaye sahibi «Kuran-ı Kerim'e yemin etmek örf ve âdet değildir» demiştir.

«Fakat Kelamullâha yemin etmek örfle deveran eder ilh...» Çünkü kelâm müşterek sıfattır.

«Aynî demiştir ki ilh...» Aynî'nin ibaresi şöyledir: Bana göre bir kimse Mushaf-ı şerife yemin etse veya Mushaf-ı şerif üzerine elini koyup «bunun hakkına yemin ederim» dese bu yemindir. Bilhassa yalan yeminin çoğaldığı ve halk tabakasının Mushaf-ı şerife yemin etmeleri rağbet bulduğu şu zamanda Mushaf-ı şerife yapılan yemin yemin sayılır. Nehir sahibi de bunu ikrâr etmiştir, burası düşündürücüdür. Çünkü Mushaf-ı şerif Allahü Teâlâ'nın sıfatı değildir ki kendisinde örf muteber olsun.

Örf muteber olsa Peygambere, Kabe-i Muazzamaya yapılan yemin yemin olurdu. Çünkü bunlara yemin örf ve âdettir. Keza «başın hayatına yemin ederim» ve buna benziyen ifadelerin yemin olması lâzım gelirdi. Halbuki hiçbir kimse bunlara yapılan yeminin yemin olduğunu söylememiştir. Hatta «Allah hakkına yemin ederim» diyen kimsenin ifadesi de yemin değildir. Nitekim ilerde gelecektir.

«Mushafın hakkına yemin ederim» ifadesi de yemin değildir. Keza «Allah'ın kelâmının hakkına yemin ederim» ifadesi de yemin değildir. Çünkü Allah kelâmının hakkı ona tazîm etmek ve onunla amel etmektir. Bu ise kulun sıfatıdır. Evet bir kimse «şu mushafta bulunan Allah'ın kelâmına yemin ederim» dese lâyık olan yemin olmasıdır.

«Bunların birinden beri olup ilh...» Yani Peygamberden, Kurân-ı Ke-rîm'den, kıbleden. «Ancak «Mushaftan beriyim» dese yemin olmaz ilh...» Çünkü mushafla murad yaprakları ve cildidir. Bir kimse «ben Kuran-ı kerim'den» yahut «Mushaf-ı şerifte olandan beriyim» dese yemin olur, eğer «mushaftan beriyim» dese yemin olmaz. Mücteba. Zahire'de de böyledir.

«Hatta "içinde besmele olan bir defterden beriyim" ilh...» Mushaf hak-kında söylediğimizden bildiğin gibi doğru olan defterde olandan beriyim tarzında olmalıdır. Haniyye'de «bir kimse fıkıh kitabını veya içinde Bis-millâhirrahmanirrâhim yazılı olan hesap defterini kaldırıp «ben şu işi yaparsam bunda olandan beriyim» deyip sonra o işi işlese kendisine keffâret lâzım gelir. Nitekim «şu işi yaparsam Bismillâhirâhmanirâhim'den beriyim» dedikten sonra o işi yaptığında kendisine keffâret lâzım gelir» denilmiştir.

«Eğer bunlardan beri olduğunu tekrar ederse yeminlerde adedince olur ilh...» Zahire'de «bir kimse «dört kitaptan beriyim» dese bu bir tek yemindir. Keza Kur'an'dan «Zebur'dan, Tevrat'tan, İncil'den beriyim» dese yine bir tek yemin olur. Bir kimse «Kur'an-ı Kerîm'den beriyim, Tevrat'tan beriyim, İncil'den beriyim, Zebur'dan beriyim» dese bu dört yemin olur» denilmiştir.

Zahiriyye'den ve Asıl'dan naklen Bahır'da «bu cins meselelerde beri olma ifadesi ne zaman müteaddit olursa keffâretde müteaddit olur, beri olma ifadesi bir olduğu takdirde keffâret de bir olur» denilmiştir.

«"Allah'dan beriyim, Resûlünden beriyim" iki yemindir ilh...» Çünkü beri olma iki kerretekerrür etmiştir. Fakat bir kimse «Allah'dan ve Resûlünden beriyim» dese bazıları bu «iki yemindir» demişlerdir. Zahire'de bu sahih görülmüştür. Mücteba'da da bunun bir yemin olması sahih görülmüştür.

«"Allah'dan bin kerre beriyim" demek bir yemindir ilh...» Çünkü «bin kerre ifadesi» mübalağa için olup burada lâfız hakikatte tekerrür etmemiştir. Teemmül et!

«Yahut "Ramazan orucundan" îlh...» Zahire'de «bir kimse "ben şu işi yaparsam bu otuzdan yani Ramazan ayından beriyim" deyip eğer "Ramazanın farziyetinden beriyim" mânâsını niyet ederse yemin olur, eğer "sevabından beriyim" mânâsını niyet ederse yemin olmaz, keza hiçbirine niyet etmezse şek olduğu için yine yemin olmaz. Bir kimse "şu işi yaparsam hac ettiğim hacdan" veya "kıldığım namazdan beriyim" dese bu da yemin olmaz. Fakat öğrendiğim "Kurân'dan beriyim" dese bu yemindir» ifadeleri de ziyade edilmiştir. Muhit'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki «birinci ifadede hac eden kimse kendi fiilinden beri olmayı kastetmiş yoksa meşru olan hacdan beri olmayı kastetmemiştir. İkinci ifade de ise her ne kadar Kurân-ı Kerîm öğrenmek o kimsenin fiili ise de Kurân-ı Kerîm Kurân-ı Kerîm'dir, ondan beri olmak küfürdür.

«Yahut "müminlerden beriyim" ilh...» Çünkü müminlerden beri olmak imanı inkar etmektir. Hâniyye.

«Küfrü bir şarta tâlik ise yemindir ilh...» Yani bir kimse helâl olduğuna inanarak «ben şu işi yaparsam leş yemiş olayım» yahut «şarap içmiş olayım» yahut «domuz eti yemiş olayım» dese bu yemin olmaz. Velhasılı: Küfür ve benzeri gibi hiçbir halde haram olması düşmeyecek derecede ebedi haram olan herhangi bir şeyin helâl itikad edilerek bir şarta talîk edilmesi yemin olur.

Leş, şarap ve benzerleri gibi muztar halde haram olması düşen herhangi bir şeyin helâl itikad edilerek bir şarta talîk edilmesi yemin olmaz. Zahire.

«Yemin müteaddit olursa keffâretde müteaddit olur ilh...»

Buğye'de «yeminlerin keffâretleri çok olduğunda, keffâretler tedahul edip bir keffâret hepsine kifayet eder» denilmiştir.

Şihabü'l-eimme «bu İmam Muhammed'in kavlidir» demiştir. Asıl Sahibi «bana göre muhtar olan kavilde budur» demiştir.

Münye'den naklen Kuhustânî'de de böyle zikredilmiştir.

«Yemini hacca veya umreye ise sözü kabul edilir ilh...» Meselâ bir kimse «ben şu işi yaparsam üzerime hac lâzım olsun» sonra aynı şekilde yemin etse de ikinci yemin ile birinci yeminden haber vermek murad ettim dese kabul edilir. Fakat iki kerre «ben vallahi şu işi yapmam» deyip ikinci yemin ile birinci yeminden haber vermek istedim dese bu sözü kabuledilmez. Çünkü ikinci ifadenin birinci ifadeden haber vermeye ihtimali bulunmadığı için birinci yemini niyet etmesi sahih olmaz, sonra Zahire'de de böylece gördüm. Mebsut'dan ve Hindiye'den naklen Tahtâvi'de zikredilmiştir ki, yeminin biri hacca diğeri Allahü Teâlâ'ya olsa yemin bozulduğunda hem keffâret hem de hac lâzım olur.

«Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir ki ilh...» Bahır'ın ibaresinde düşme vardır. Asıl'dan naklen Bahır'da zikredilen ifade şöyledir: Bir kimse «ben şu işi yaparsam Yahudi, Hıristiyan olayım» dese bir tek yemin, eğer «şu işi işlersem Yahudi olayım, şu işi işlersem Hıristiyan olayım» derse bu, iki yemin olur.

«Esah olan kavle göre iki yemin etmiş olur ilh...» Yani iki isim arasında yemin için olan «vav» zikredildiğinde gerek ikinci kelime birinci kelimenin sıfatı olmaya elverişli olsun, gerek olmasın esah olan kavle göre bu iki isim iki yemin olur, bu zahirirrivayedir, bir rivayette bir yemin olur. Nitekim Zahire'de de böyle zikredilmiştir.

Ben derim ki: Fakat Fetih'de olan istisna edilir. Orada şöyle denilmiştir: Bir kimse «üzerime Allah'ın ahdi ve emaneti ve misâkı olsun» deyip niyeti olmasa biz Hanefilere, İmam Mâlik'e ve Ahmed İbn-i Hanbel'e göre bu bir tek yemindir. İmam Mâlik'den «bu lâfızlardan her biri için o kimse üzerine bir keffâret lâzımdır, çünkü her lâfız müstakil bir yemindir» diye rivayette edilmiştir.

Bizim mezhebimizde de «vallahi, verrahmâni, verrahîmi» lâfızlarında olduğu gibi «vav» tekrar edildiğinde kıyas budur. Ancak Hasan'ın rivayeti başka.

«Fukâha ittifak etmişlerdir ki ilh...» Yani ihtilâf «vav» bir olup ikinci ismin üzerine dahil olduğundadır, eğer «vav» iki defa söylenirse meselâ; «vallâhi ve verrahmâni» gibî. Bunlar ittifakla İki yemindir. Çünkü iki «vav» dan birisi atıf için diğeri yemin içindir. Nitekim Bahır'da da böyle zikredilmiştir. Fakat ikinci ismin üzerine «vav» asla dahil olmazsa meselâ; «vallâhillâhi» ve «vallâhirrahmâni» gibi, bu ifadeler ittifak'ta bir yemindir. Nitekim Zahire'de de böyle zikredilmiştir. Fukâhanın atıfsız kavilleriyle muradları budur.

«İmam Râzi ilh...» Bu zat Ali Hüsamüddin-i Râzi olup Dımışk'da yaşanmış birçok eseri vardır. Bunlardan biri Hülasatü'd-delân fi şerhi'l-Kudurindir. (591) tarihinde Dımışk'da vefât etmiştir.

«Şârih böyle yemini halk tabakası bilmeyerek yapmasalardı ilh...» Yani:

Halk tabakası yeminin gereğinin yemini muhafaza etmek veya bozulduğu takdirde Allah'ın isminin hürmeti yıkıldığı için onu örtmek maksadıyla keffâretin lâzım olduğunu bilmiyorlar. Allahü Teâlâ'dan başkasının adına yapılan yeminde de yaratıcı olan Allah ile mahlûkun arasını bu hususta bir tutmak olduğunu bilmiyorlar.

«Bu yeminleri şirktir derdim ilh...» Münye'den naklen Kuhustâni'de zikredilmiştir ki: Câhîl bir kimse emirin ruhuna yahut hayatına yahut başına yemin etse o kimsenin henüz İslâmıgerçekleşmemiştir. Allahü Teâlâ'nın kendi zâtı ve sıfatından başka meselâ: «velleyli, vedduha» gibi kasem buyurduğu şeylere kul için yemin etmek yoktur.

«İbn-i Mesud (R.A) dan ilh...» Zannederim ki İbn-i Mesud (R.A.) un kavlinin vechi şudur: Allahü Teâlâ'ya yalan olarak yemin etmek her ne kadar haram ise de keffâretle hürmeti kalkar. Fakat Allahü Teâlâ'dan başkasına yeminin hürmeti daha büyük olup hatta küfre yakın olduğu için keffâreti yoktur. T.

METİN

Allahu Teâlâ'nın rahmeti, ilmi, rızâsı, gazabı, sahatı, azâbı, lâneti, şeriatı, dini hududu sıfatı ve subhânallah gibi sıfatlarından kendisiyle yemin edilmesi âdet olmayan bir sıfatına yemin edilmez. Çünkü örfte bunlara yemin edilmemektedir. Allahü Teâlâ'ya isimlerine ve bazı sıfatlarına yemin yapıldığı gibi yemin edenin «leamrullâhi (bekaaullâhi mânâsına zâti sıfatlarındandır)», «eymullâhi (Allaha yemin olsun)», «AIIaha ahd olsun», «vechullâhi», «sultânullâhi (bununla kudret mânâsı kast olunursa)», «Allaha misakım olsun», «Allaha zimmet olsun» gibi kavliyle de yemin olur. Yine böyle müzari siygasıyla yemin eden «kasem ederim», «yemin ederim», «azmederim», «şehadet ederim» ifadelerini bir şarta talîk edip her ne kadar «billâhi» demese de yemin olur. Kezâ: «kasem ettim», «yemin ettim», «azmettim», «îlâ (yemin) ettim», «şehadet ettim» gibi mâzi sıygasıyla söylese evleviyetle yemin olur. «Üzerime nezir olsun» diyen kimse «nezir» lâfzıyla maksûd olan bir kurbet ve ibadete niyet ederse onu yapması kendisine lâzım olur. Böyle bir kurbet ve ibadete niyet etmezse bozduğu takdirde kendisine keffâret lâzım olur. Nezir bahsinde izah edilecektir. «Üzerime yemin olsun», «üzerime ahd olsun» sözleri her ne kadar yemin eden bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya izafe etmese bile üzerine yemin edilen şeyi zikir ile şarta talîk ettiği takdirde yemin olur. Mücteba.

İZAH

«Şerîatı, dîni, hududu ilh...» Burada bunları zikretmenin bir mânâsı yoktur. Çünkü bunlar Allah'ın sıfatları olmayıp kendileriyle ibadet edilen hükümler olduğundan Allahü Teâlâ'dan başka oldukları için örf olsa bile bunlara yemin edilmez.

«Srfatı ilh...» Hâniyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki, bir kimse «Allah'ın sıfatına yemin ederim ki ben şu işi yapmam» dese bu yemin olmaz. Çünkü Allah'ın sıfatlarından bazısı başkası hakkında da zikredildiği için sıfatın zikri, ismin zikri gibi değildir.

«Sübhânallâh ilh...» Bahır'da «bir kimse lâ ilâhe illallâh şu işi yapmam» dese ancak yemine niyet ederse yemin olur. Keza «sübhânallâhi vallâhuekber şu işi yapmam» dese yine yemine niyet etmedikçe yemin olmaz. Çünkü bu ifadelerle yemin etmek âdet değildir» denilmiştir.

Ben derim ki: Bir kimse «AIIah vekildir ki ben şu işi yapmam» dese zamanımızda bu ifadeyemin olmalıdır. Çünkü bu ifade «Allahû ekber» gibidir, fakat bu ifade ile yemin marûfdur.

«Örfde bunlara yemin edilmemektedir ilh...» Bahır'da «örf, sıfatlara yemin etmekte muteberdir» denilmiştir.

«Leamrullâhi ilh...» Fakat «leamruke veleamrufülanın» denilmesi caiz değildir. Nitekim Kuhustânî'de geçmiştir. «Leamrün» kelimesi bekaa mânâsına aynın üstünüyle ve ötresi ile caiz ise de çok kullanıldığı için tahfif yeri olmakla kasemde ancak üstün olarak kullanılmıştır.

«Allah'a ahd olsun ilh...» Çünkü Allahü Teâlâ:

(En-Nahl sûresi; ayet: 91)

«Karşılıklı muâhede yaptığımız vakit Allah'ın ahdini yerine getiriniz. Sapasâğlam ettiğiniz yeminleri bozmayınız» buyurmuşlardır.

Müfessirler «yeminleri» geçmiş ahidlerle tefsir etmişlerdir. Yemin Allah'ın sıfatına olmasa bile şeriat geçmişteki ahidleri yemin saymıştır. Nitekim «şehadet ederim» yemin sayıldığı gibi. Bu ifadenin yeminde kullanılması galib olunca, yemin olmaması ancak yemine niyet edilmediğindedir. Tamamı Fetih'dedir. Cevhere'de «bir kimse «Allah'a ahd olsun» deyip «üzerime Allah'ın ahdi olsun» demese İmam Ebû Yusuf'a göre; yemindir. İmam-ı Azam ile İmam Muhammed'e göre yemin değildir» denilmiştir.

Ben derim ki: «Haniyye'de, ihtilâf rivayet edilmeksizin bu ifade kesin olarak yemindir» denilmiştir.

Tenbîh: Bir kimse «üzerime Resûlün ahdi olsun» dese bu yemin olmaz. Bir kimse «üzerime AIIah'ın ahdi ve Resûlün ahdi olsun» «Ben şu işi yapmam» dese bu da yemin olmaz. Çünkü Allah'ın ismiyle üzerine yemin edilen şey arasına «Resûlün ahdi» ifadesi fasıla olarak girmiştir. Sayrafiyye.

«Vechullâhi ilh...» Zira Lâfza-i Celâl'a muzaf olan ile zât murad edilir. Bahır.

«Sultanullâhi (bununla kudret mânâsı kast olunursa) ilh...» Yani «sultan» ile kudret mânâsı kastedildiğinde yemin olur, eğer sultan ile bûrhan, huccet kastedilirse yemin olmaz

«Allaha misâkım olsun ilh...» Misâk yeminle kuvvetli söz vermektir.

«Allaha zimmet olsun ilh...» Zimmet ahid mânâsına olmakla zimmîye muâhid ismi verilmiştir. Fetih.

«"Azmederim" ilh...» Yani; şimdi gerekli kılmaktan haber vermek mâ-nâsınadır ki yeminin mânâsı da budur. Kezâ bir kimse «ben şu işi yapmamağa azmettim» dese yemin etmiş olur. Bedâyi. Bahır.

«Muzâri sıygasıyla ilh...» Yani bu sıygayla yapılan yeminler yemin olur. Çünkü muzâri hakikat olarak şimdiki zamanda, karine ile gelecek zamanda kullanıldığı için niyetsiz, muzârı sıygasıyla yemin edildiğinde şimdiki zaman için kullanılmış olur. Sahih olan da budur. Tamamı Bahır'dadır,

«Bir şarta talîk edip ilh...» Yani: «kasem ederim» veya «kasem ettim» yahut «yemin ederim» veya «yemin ettim» gibi müzâri veya mâzi sıygalarıyla yemin yapıldığında yeminin olmasında üzerine yemin edilen şeyin söylenmesi lâzımdır. Meselâ: Bir kimse «yemin ederim ki ben elbette şu işi yaparım» deyip o işi yapmayıp yeminini bozduğunda kendisine keffâret vâcib olur.

«Nezir lâfzıyla maksud olan bir kurbet ve ibadete niyet ederse ilh...» kavlinin karşılığı hazfedilmiştir. Yani: «üzerime nezir olsun» ifadesinin yemin olması maksûd olan kurbet ve ibadete niyet edilmediği takdirdedir. Eğer nezir ile hac veya ömre veyahut daha başka bir maksûd olan kurbet ve ibadete niyet edîlirse niyet edilen şey lâzım olur. Eğer niyet edilmez bozulduğu surette keffâret lâzım olur.

«Bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya izafe etmese bile ilh...» Yani: «Üzerime nezr olsun», «üzerime yemin olsun», «üzerime ahd olsun» diyen kimse bu ifadeleri «Allah lâfzına muzaf kılarak «üzerime Allah'ın nezri olsun», «üzerime Allah'ın yemini olsun», «üzerime Allah'ın ahdi olsun» dese evleviyetle yemin veya nezr olur.

«Üzerine yemin edilen şeyi zikir ile şarta talîk ettiği takdirde yemin olur ilh...» Meselâ: Bir kimse «üzerime Allah'ın nezri olsun, ben elbette şu işi yaparım» yahut «şu işi yapmam» deyip de yemin ettiği şeyi yapmasa kendisine yemin keffâreti lâzım olur. Fakat nezir lâfzında herhangi bir şeyin ismini zikretmeksizin «benim üzerime Allah'ın nezri olsun» diyen kimsenin sözü her ne kadar yemin olmasa bile kendisine keffâret lâzım gelir. Binaenaleyh bu ifade ile iptidaen keffâreti kabul etmiş olur. Nitekim Fetih'de de böyle zikredilmiştir. Yine Fetih'de zikredilmiştir ki hak olan «üzerime yemin olsun». İfadeside «üzerime Allah'ın nezri olsun» ifadesi gibidir. Bu «üzerime yemin olsun» ifadesi haber verme yoluyla değil, inşa yoluyla söylenip bu ifade üzerine bir şey ziyade edilmediğinde keffâret vâcib olur . Çünkü bu ifade de nezir sıygalarındandır. Böyle olmasaydı bu ifade lağvolurdu, fakat «yemin ederim», «şehadet ederim» gibi ifadeler nezir sıygalarından olmadıkları için bunlar ile başlangıçta keffâret sabit olmaz. Hasılı: «Üzerime nezir olsun» ifadesiyle keffâret nezri murad edilir. Keza «üzerime yemin olsun» ifadesi başlangıçta keffâret için nezir olup yemin keffâreti mânâsınadır. Bu ifadeler ancak üzerine yemin edilen şeye talîk edildikten sonra yemin olur. Yemin olup bozulduğu surette keffâret lâzım olur, bozulmadan önce keffâret lâzım olmaz.

Tenbih: Yemin talîka da ıtlâk edilir. Talâk ve âzâd talik edildiğinde fukâhaya göre bu yemindir. Buna göre; yemin lâfzı müşterektir.

Galiba fukâha burada yemini Allah'a yapılan yemine sarf etmişlerdir. Çünkü asıl meşru olan yemin budur. Yine yeminin lügat mânâsıda budur. Binaenaleyh yemin mutlak olaraksöylendiğinde Allah'a yapılan yemine sarf edilir.

Yemin ile talâka niyet edilse sözün ihtimali olana niyet edildiği için niyet sahih olur da talâk yemin edilen şeye talîk edilmiş olur ve yemin bozulduğu surette ric'i talâk vakî olur, bain talâk vakî olmaz. Çünkü bu talîk ile yapılan yeminler talâkın kinaye lâfızlarından değildir.

Bu yeminlerin kinaye lâfızlarından olduğunu iddia eden ile talîk suretiyle yapılan yeminlere ancak yemin keffâreti lâzımdır diye iddia eden buna karşı çıkmıştır. Nitekim bunu kinaye babında inceledik. Yalnız geriye şöyle bir mesele kalmıştır. Bir kimse «ben şu işi yaparsam Müslümanların yeminleri bana lâzım olsun» deyip o işi yapmak suretiyle yeminini bozarsa «bu kimsenin zevcesi varsa zevcesi boş olur, zevcesi yoksa kendisine bir keffâret lâzım gelir» diye Allâme-i Tûrî fetva vermiştir.

Seyyid Muhammed Ebu's-suûd bunu reddedip «bu ifade yeminin sarih ve kinaye lâfızlarından olmadığı için o kimseye bir şey lâzım gelmez» diye fetva vermiştir.

Muhaşşi de bunu ikrar etmiştir. Fakat burada olan gizli değildir ki yeminler yeminin cem'idir. Yemin ise mutlak olarak söylendiğinde Allah'a yapılan yemin murad edilir. Bilindiği gibi niyet edildiğinde bununla talâkı murad etmek sahih olur. Hâniyye'de bir kimse diğer bir şahsa talâk âzâd hediy (beytullahda kesilmek üzere gönderilen kurban) sadaka ve beytullaha yürüyerek gitmek üzere yemin ettirse yemin eden şahıs başka bir kişiye «bu yeminler senin üzerine lâzım olsun» deyip o kişide «evet» dese o kişiye beytullâha yürüyerek gitmek ve sadaka vermek lâzım olur, fakat talâk ve âzâd lâzım olmaz. Çünkü o kimse bunlar hakkında «Allah için üzerime kölemi âzâd etmek» yahut «zevcemi boşamak lâzım olsun» diyen kimse gibi olur. Bu takdirde bu kişi talâk ve âzâd üzerine cebr olunmaz. Fakat kölesinin âzâd olması lâzım olur. Eğer yemin eden şahıs başka bir kişiye «bu yeminler senin için lâzımdır» deyip o kişi de «evet» dese bu kişiye talâk ve âzâd da lâzım olur. Çünkü bu kişinin «evet» ifadesi «bu yeminler benim için lâzımdır» ifadesi gibidir. Binaenaleyh bu kişi bunlara bizzat yemin etmiş gibi olup kendisine bunların hepsi hatta talâk ve âzâd da lâzım gelir. Bu izahtan anlaşılan: «Müslümanların yeminleri bana lâzım olsun» diyen kimseye hususiyle hediy ve yürüyerek beytullaha gitmek gibi şeylerin lâzım olmasıdır. Çünkü bunlar Müslümanlara hastır, keza talâk, âzâd ve sadaka da lâzım olur. Buna göre; «Bunlardan hiçbiri lâzım olmaz veya talâk lâzım olmaz» diyen kimsenin kavli zâhir değildir.

METİN

Bir kimsenin «şu işi yaparsam Yahudi olayım» yahut «Hıristiyan olayım» yahut «benim üzerime Hıristiyanlıkla şahitlik ediniz» yahut «kâfirlere ortak olayım» yahut «kâfir olayım» ifadeleri de yemin olur. Eğer gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin edip, yeminini bozarsa kendisine keffâret lâzım olur. Eğer geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bilekasden yalan yere yemin ederse, yemin-i gamûs olur. Bu ifadelerde yemin eden kimsenin kâfir olup olmamasında ihtilâf vardır. Esah olan kavle göre yemin eden kimsenin inancında bu ifadeler yemin olursa gerek geçmiş zamanda olan bir şey üzerine ve gerekse gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılsın yemin eden kimse kâfir olmaz. Eğer bu ifadelerin yemin olduğunu bilmeyip bunlarla yemin eden kimsenin kâfir olacağına inandığı halde yemin-i gamûsla yemin ederse veya gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin edip yeminini bozarsa kâfir olur. Çünkü kâfir olmaya razı olmuştur. Kâfir böyle değildir. Buna göre; kâfir talîkle Müslüman olmaz. Çünkü küfür terk etmektir, nitekim musannıf fetevâsında bunu açıklamıştır.

İZAH

«Eğer gelecek zamanda olacak bir şey üzerine "şu işi yaparsam Yahudi olayım" ilh...» diyen kimse, o işi yapıp yeminini bozarsa kendisine keffâret lâzım gelir. Helâlı haram kılmak, meselâ; «şu yemeği yemek benim için haram olsun» demek yemin olduğu gibi bu ifadelerle yapılan yeminde yemin olup, bozulduğu takdirde keffâret lâzım gelir.

«Eğer geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bile kasden yalan yere yemin ederse, yemin-i gamûs olur ilh...» Meselâ; bir kimse «şu işi yaptımsa kâfir olayım» yahut «Yahudi olayım» diye bile bile kasden yalan yere yemin ederse bu yemin-i gamûs olur, bunda keffâret yoktur. Ancak tevbe ile istiğfar vardır. Fetih. Eğer bu ifadelerle yemin eden doğru olduğunu zannederek yemin ederse yemin-i lağv olur.

«Bu ifadelerle yemin eden kimsenin kâfir olup olmamasında ihtilâf vardır ilh...» Yani, bu ifadelerle yalan yere yemin ettiğinde ihtilâf vardır.

«Esah olan kavle göre ilh...» Bazıları kâfir olmaz demişlerdir. Bazıları kâfir olur. Çünkü bu yemin manen tenciz (bir şarta talîk veya bir zamana izafe edilmeksizin derhal yapılan yemin) dir. Zira bu yemin olmuş bir şeye talîk edilmiş olup sanki başlangıç da yemin eden «ben kâfirim» demiş gibidir, demişlerdir.

Bilmiş ol ki Sahihayn (Buhari ile Müslim) da sabitdir ki Peygamberimiz (S.A.V.):

«Her kim İslâm'dan başka bir dine yalan ve amden yemin ederse o kimse dediği gibidir» buyurmuşlardır. Zâhir olan bu hadisi şerif ekseri hallere göre zikredilmiştir. Yani bu ifadelerle yemin eden kimse ekseri cahil olup yemin bozulduğu takdirde kafir olacağına inanan kimselerdir. Bu tarzda izah hadisi şerifin mânâsına muvafık olursa ne alâ, aksi takdirde bu hadisi şerif, bu ifadelerle yemin eden kimse mutlak surette kâfir olur diyen kimsenin kavline şahittir.

«Eğer bu ifadelerin yemin olduğunu bilmeyip, bunlarla yemin eden kimsenin kâfir olacağına inandığı halde yemin-i gamûsla yemin ederse ve-ya gelecek zamanda olacak bir şey üzerineyemin edip yeminini bozarsa kâfir olur ilh.» Feth'in ibaresi şöyledir: Bu ifadelerle yemin eden kimse, bunlarla kâfir olacağına inandığı halde yemin etmiş ise, üzerine yemin ettiği şeyi işlemekle -meselâ: «şu işi yaparsam Yahudi olayım» diyerek yemin ettikten sonra o işi yapmakla- kâfir olur. Çünkü bu şekilde yemin eden kimse o işi yaptığı takdirde kâfir olacağına inandığı halde o işi yapmakla küfre razı olmuştur.

Buna göre «şu işi yaparsam kâfir olayım» diyen kimse yemin ederken o işi yapmaya niyet ederse derhal kâfir olması lâzım gelir. Çünkü o kimse yemin ettiği zaman ileride kâfir olacağına inandığı bir işi yapmayı kastetmiştir.

«Kâfir böyle değildir ilh» Yani bir kâfir «ben şu işi yaparsam Müslüman olayım» dese sonra o işi yapsa Müslüman olmaz. H.

«Çünkü küfür terk etmektir ilh...» Yani küfür, kalben tasdiki ve lisanen ikrarı terk etmektir. Binaenaleyh küfrün şarta taliki sahihtir. Fakat İslâm'ın şarta taliki sahih değildir. Çünkü İslâmiyet Allahü Teâlâ'nın emirlerini yapmak ve nehiylerinden sakınmaktan ibaret olup bunların şarta talîk edilmeleri sahih değildir.

METİN

Bir kimsenin yalan yere «Allah bilir ki, şu işi yaptım» yahut «Allah bilir ki şu işi yapmadım» ifadesiyle kâfir olur mu? İmam Zahidi «alimlerin çoğu kâfir olur demişlerdir» dedi. Şumunnî «esah olan kâfir olmaz» demiştir. Çünkü bu ifadelerle yemin eden küfrü değil, belki yalan bir şeyin tervicini kastetmiş olur. Keza: Bir kimse «AIIah bilir ki şu işi yaptım» diyerek Mushaf-ı şerifi ayağıyla çiğnese yine kâfir olmaz. Bundan da muradı yalanını tervic ve kolaylaştırmaktır, yoksa Mushaf-ı şerife ihanet etmek değildir. Mücteba. Yine Mücteba'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben Allahü Teâlâ'yı şahit tutarım ki şu işi yapmam» deyip sonra o işi yapsa Allahü Teâlâ'ya istiğfar eder ve kendisine keffâret lûzım gelmez. Keza: «Allah'ım seni ve meleklerini şahit tutarım ki şu işi yapmam» deyip sonra yapsa yine keffâret değil, tevbe ve istiğfar lâzım gelir. Çünkü bu ifadeler örfde yemin değildir. Zâhire'de zikredilmiştir ki; bir kimse «ben şu işi yaparsam gökte tanrı yoktur» dese bu ifadeyle yemin etmiş olur, kâfir olmaz.

Bir kimse «şu işi yaparsam şefaatten beri olayım» dese bu ifade yemin olmaz. Çünkü şefaati inkar eden bid'atçı ve fasık olup, kâfir olmaz. Keza: «namazım ve orucum şu kâfirin olsun» dese yine yemin olmaz. Fakat «orucum yahudinin olsun» deyip bu ifadesiyle kurbet ve ibadet murad ederse yemin olur. Eğer «orucun sevabı yahudinin olsun» demek murad ederse yemin olmaz.

İZAH

«Alimlerin çoğu kâfir olur demişlerdir ilh...» Çünkü o kimse yalan yere «Allah bilir ki şu işiyaptım» yahut «yapmadım» demekle olan bir şeyin zıddını Allahü Teâlâ'nın ilmine nisbet ettiği için haşâ sümme haşâ Allahü Teâlâ'ya cehil nisbet etmiştir.

«Şumunni "esah olan kâfir olmaz" demiştir ilh...» Mücteba'da ve başka fıkıh kitablarında bu, İmam Ebû Yusuf'dan rivayettir. Feteva'dan naklen Nuru'l-Ayn'da «alimlerin çoğunun kavli sahihdir» diye zikredilmiştir. «Kâfir değildir» diyenin kavline göre, bu yemin, yemin-i gamûs olur. Çünkü o kimse bile bile kasden geçmiş zamandaki bir şey üzerine yemin etmiştir. Bu ifadelerin yemin olması örfde bunlarla yemin edildiği takdirdedir, aksi takdirde bu ifadelerle yemin olmaz. Fakat yemin olsun olmasın bu ifadeleri kullanmak günahtır, bundan dolayı tevbe etmek vâcib olur. H.

«Keza: Bir kimse "Allah bilir ki şu işi yaptım" veya "yapmadım" di-yerek Mushaf-ı şerifi ayağıyla çiğnese yine kâfir olmaz. Bundan da muradı yalanını tervic ve kolaylaştırmaktır, yoksa Mushaf-ı şerife ihanet etmek değildir ilh...» Fakat Kınye ile Hâvî'de zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesine «sen şu işi yapmadınsa şu Kurân-ı Kerîm cüzü üzerine ayağını koy» deyip zevceside onun üzerine ayağını koysa zevc kâfir olmaz. Çünkü onun muradı zevcesini korkutmaktır. Zevcesi kâfir olur.

Buna göre zevcin muradı zevcesini korkutmak olmasa kâfir olması lâzım gelir. Bir kimse yemin etmek maksadıyla ayağını Mushaf üzerine koyarsa kendisine tövbe ve istiğfar lâzımdır. Yemin etmediği halde Mushaf üzerine ayağını koyarsa Mushaf-ı şerifi küçük gördüğü için kâfir olur.

Bu ifadelerden anlaşılan Mushaf üzerine ayağı koymak Mushaf-ı şerifi hafif görmeyi gerektirmez. Eşbah'da «bir kimse Mushaf-ı şerifi küçümseyerek onun üzerine ayağını koysa kâfir olur. Eğer onun üzerine tazîm için korsa kâfir olmaz» denilmiştir. Muhaşşi der ki; zaruret olmaksızın Mushaf üzerine ayağı koymak onu küçümsemek ve ona ihanet etmek olur. Bundan dolayı zevcin muradı olması lâzım gelir. Yani zevc, zevcesinin yaptığını ikrar etmesi için onu korkutmak maksadıyla ona «sen şu işi yapmadınsa Mushaf-ı şerif üzerine ayağını koy» dese zevc Kurân-ı Kerîm'e tazîm etmiş olur. Çünkü zevc Mushaf-ı şerif üzerine ayak koymanın zevcenin yapamayacağı büyük bir iş olup inkâr ettiğini ikrar edeceğini bilmektedir. Eğer zevc zevcesini bu şekilde korkutmak istemezse zevcesine küfür olan bir şeyi yapmakla emrettiği için kendisi kâfir olur. Çünkü bunda Kurân-ı Kerîm'i küçümseme ve hakir görme vardır. Taharetsiz veya kıbleden başka tarafa bile bile namaz kılan şahsın kâfir olacağını söyleyen kimsenin kavli de buna delâlet eder. Çünkü bu şekilde namaz kılan kimse namazı hakir ve ehven görmüştür. Teemmül et!

«Çünkü bu ifadeler örfde yemin değildir ilh...» Muhaşşi der ki: Zama-nımızda bu ifadelerle yemin örf ve âdettir. Keza; «Allah şahittir ki ben bu işi yapmam» yahut «Allah bilir ki ben buişi yapmam» gibi ifadelerin hepsi yemin olur. Çünkü şimdi örfde bunlar yemindir.

«Bu ifadeyle yemin etmiş olur ilh...» Bahır'da «bu ifadeyle yemin eden kimse Allahü Teâlâ'nın mekandan münezzeh olduğunu kastederse bu ifade yemin olmaz. Çünkü bu takdirde bu ifade küfür olmayıp bilakis imanın ta kendisidir» denilmiştir.

«Kâfir olmaz ilh...» Yani bir kimse «ben şu işi yaparsam gökte tanrı yoktur» dese yemin etmiş olup kâfir olmaz. Bu yeminin muktezası tanrının gökte olması olunca bizzat bu yeminle yemin edenin kâfir olması zannedilen yer olur. Çünkü bu yeminde haşâ sümme haşâ Allahü Teâlâ'ya mekan isbatı vardır. Bundan dolayı şârih «yemin eden kafir olmaz» demiştir. Galiba kâfir olmamasının vechi bu ifade mutlak olarak Kurân-ı Kerîm'de vârid olduğu içindir. Nitekim Allahü Teâlâ:

«O, gökte Tanrı olan (bir Allah) dır.» (Ez-Zuhruf sûresi; âyet: 84)

«Gökdekin (Allah) den emin mi oldunuz?» buyurmuşlardır. Buna göre zarfın hakikati (Allahü Teâlâ'nın gökte olması) murad edilmiş olmayınca Allahü Teâlâ'nın gökte olduğunu söyleyen kimse küfre nisbet edilmez. Bu itibarla «Allahü Teâlâ'nın gökte olduğunu» ifade eden lâfız Kurân-ı Kerîm'de vârid olduğu için «gökte tanrı yoktur» demek küfür olur. Bundan dolayı bu ifadeyle yemin yapılmış olur. Nitekim buna benzer ifadelerle de yemin yapılır. «Ben şu işi yaparsam gökte tanrı yoktur» yeminin muktezası: Tanrının gökte olması olduğu için bu ifadenin lûgatca hakikatine inanmak küfür olması itibarîyle bu ifadeyle yemin edenin kâfir olması ihtimali vardır. Burada benim anladığım budur. (El-Mülk sûresi; âyet: 16)

«Camiu'l-Fusûleyn» de «Bir kimse «Allahü Teâlâ gökte her şeyi hakkıyla bilendir» dese eğer bu ifadesiyle haşâ sümme haşâ Allah için mekan murad ederse kâfir olur, haberlerde geleni hikaye etmek isterse kâfir olmaz. Hiç niyeti bulunmazsa âlimlerin çoğuna göre küfre nisbet edilir» diye zikredilmiştir. Teemül et!

«Çünkü şefaati inkâr eden bid'atçı ve fâsık olup, kâfir olmaz ilh...» Yani: Yemin ancak küfre talîk edilirse yapılmış olur. T.

«Fakat orucum ilh...» İmam Zâhidî'nin Hâvî'sinde «"namazlarım, oruçlarım şu kâfirin olsun» ifadesi yemin olmaz. Bu ifadeyi söyleyen kimsenin tevbe ve istiğfar etmesi lâzımdır. Bazıları "bu ifadeler ile namaz ve oruçların sevaplarının kâfirin olması kastedilirse yemin olmaz. Bu ifadelerle kurbet ve ibadet kastedilirse yemin olur" demişlerdir» diye zikredilmiştir. Muhaşşi der ki: Bu izah ile malum oldu ki burada başka bir kavil daha vardır. Namaz ile oruç arasında fark yoktur, bu kavle göre tafsilat namaz ile orucun her ikisinde de câridir. Yani namaz ve oruçtan kurbet ve ibadet kastedilirse küfür üzerine talîk olduğu için meselâ: «Şu işi yaparsam namazım» yahut «orucum kâfirin olsun» denildiğinde yemin olur. Fakat bu ifadelerde namazın veya orucun sevabı murad edilirse yemin olmaz. Çünkü bunlar üzerinesevab gayb olan bir emir olup gerçekleşmiş değildir ve başkasına sevabı hibe etmek biz ehli sünnet velcemaate göre câizdir. Her ne kadar kâfir ibadetin sevabına ehil değilse de galiba sevabı ona hibe eden kimse onun azabının tahfifini murad etmiş olabilir.

METİN

Bir kimse «Ve Hakkaa ben şu işi yaparım» dese bu yemin olmaz, ancak «Hakkaa» kelimesi ile Allahü Teâlâ'nın ismi şerifi murad olunursa yemin olur.

«Hakkullâh için şu işi yapmam» dese bu ifade de yemin değildir. İhtiyar sahibi bu ifade ile yemin etmek örf olduğu için bunun yemin olmasını ihtiyar etmiştir. Eğer bunda «ba» harfiyle «bi-hakkıllâhi» diye yemin ederse ittifakla yemin olur. «Allahü Teâlâ'nın hürmetine» yahut «Şehidallâh: Allah şahittir» yahut «Lailaheillallâh hürmetine»'yahut «Resûlün» yahut «imanın» yahut «namazın hakkına» yemin edilmez.

«Allahü Teâlâ'nın azabına» yahut «sevabına» yahut «rızasına» yahut «lânetine» yahut «emânetine» yemin olmaz. Fakat Hâniyye'de «Allah'ın emaneti» ne yapılan yemin yemindir" diye zikredilmiştir. Nehir'de «Allah'ın emaneti» ile ibadete niyet edilirse yemin değildir, diye yazılıdır.

Bir kimse «ben şu işi yaparsam Allahü Teâlâ'nın gazabı» yahut «sahatı» yahut «lâneti benim üzerime olsun» yahut «zâni olayım» yahut «hırsız olayım» yahut «şarap içmiş olayım» yahut «fâiz yemiş olayım» dese bu ifadelerle yemin etmek örf olmamakla bunlardan hiçbirisi yemin olmaz. Eğer bu ifadelerle yemin etmek faraza örf olsa yemin olur mu? Fukâhanın çoğunun kavillerinin zâhiri yemin olmasıdır. Kemal'in kavlinin zâhiri ise bu ifadelerle yeminin olmamasıdır. Kemal'in kavlinin tamamı Nehir'dedir. Bahır'da zikredilmiştir ki: Zaruret zamanında meselâ: Açlık halinde mübah olan kan, domuz ve şarap gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olmaz. Bu itibarla bu ifadeler yemin olmaz. Eğer yemin eden kimse «hakkaa» kavliyle Allahü Teâlâ'nın ismi şerifini murad ederse mezhebden muhtar olana göre yemin olur. Nitekim bu, Hâniyye'de sahih görülmüştür.

İZAH

«Ve Hakkaa ilh...» Mücteba'da zikredilmiştir ki: «Ve hakkaa» yahut vavsız «hakkaa» kelimesinin yemin olmasında âlimler ihtilâf etmişlerdir. Gerek vavla, gerek vavsız olsun âlimlerin çoğuna göre bu yemin değildir. Meselâ; bir kimse «hakkaa ben şu işi yaparım» dese bundan muradı va'd etmiş olur. Sanki «elbette ben bu işi yaparım» demiş olur. Ancak «hakkaa» kelimesi île Allahü Teâlâ'nın ismi şerifi murad edilirse yemin olur.

«Hakkullâh ilh...» Hasılı: «Hak» kelimesi ma'rife yahut nekre yahut muzaf olarak zikredilir. Ma'rife olan «el-hak» kelimesi gerek «vav» ile zikredilsin gerek «ba» ile zikredilsin ittifakla yemin olur. Nitekim Hâniyye ile Zahîriyye'de de böyle zikredilmiştir. Nekre olan «hakkan»kelimesi esah olan kavle göre yemine niyet edilirse yemin olur. Muzaf olan «hakkullâh» kelimesi «ba» ile zikredilirse ittifakla yemin olur. Çünkü insanlar bununla yemin ederler. «Vav» ile zikredilirse İmam-ı Azam ile İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf'dan bir rivayete göre yemin olmaz. İmam Ebû Yusuf'dan diğer bir rivayete göre bununla yemin olur. Çünkü «hak» kelimesi Allahü Te'âlâ'nın sıfatlarından olup örfde bununla yemin edilmektedir.

İhtiyar'da «örf itibar edilerek muhtar olan budur» denilmiştir.

Bundan malûm oldu ki muhtar olan kavle göre, gerek marife, gerek nekre ve gerek muzaf olsun üç surette de «hak» kelimesi ile mutlak olarak yemin olur. Bu Bahır'da açıklanmıştır. Fakat yukarıda «vav» sız ve «ba» sız nekre olan «hakkan» kelimesinin âlimlerden çoğuna göre yemin olmadığı» geçmişti. Fetih sahibi «İhtiyar sahibinin «hak» kelimesi ile yemin etmek örfdür» sözüne «örf, Allahü Teâlâ'nın sıfatı ile başkasının sıfatı arasında kullanılmada ortak olan sıfatta muteberdir. «Hak» lâfzı söylendiğinde Allahü Teâlâ'nın sıfatı hatıra gelmeyip bilakis Allahü Teâlâ'nın haklarından olan şey hatıra gelir» diye itiraz etmiş sonra Belhi'nin «bihakkillâhi yemindir, çünkü insanlar bununla yemin ederler, sözü de zayıf olan kavillerdendir» demiş. Fetih sahibinin Belhi'nin sözünü zayıf sayması malûmun olduğu üzere «bi-hakkillâhi» dahi «ve hakkıllâhi» gibi olduğu içindir.

«Allahü Teâla'nın hürmetine ilh...» Hürmet ihtiram mânâsına isimdir. Allah'ın hürmeti ise yıkılması helâl olmayan şeydir. Bu hakikatte Allah'dan başkasına yemindir. Bercendi'den naklen Hamevi'de zikredilmiştir. T.

«Resûlün hakkına ilh...» Yani Resul-i Ekrem (S.A.V.) in hakkı her ne kadar büyük ise de yine onun hakkına yemin olmaz. Hindiyye'den naklen Tahtavi'de zikredilmiştir.

«Fakat Hâniyye'de ilh...» Yani Hâniyye'de «Allah'ın emanetine yapılan yemin yemindir» diye zikredilmiştir. Tahâvi'de «bu ifade yemin değildir» diye zikredilmiştir. Bu İmam Ebû Yusuf'dan rivayettir. Bahır sahibi Asıl adlı kitabda bunun yemin olduğu zikredilmiştir. Tahâvi buna muhaliftir. Çünkü Emanetullah'tan murat Allah'a taattır. Asıl'da «zikredilenin vechi Allah'a muzaf kılınan «emanet» kelimesine yemin edildiğinde bununla Allah'ın sıfatı murad edilir» demiştir. Fetih'de «bu ifade biz Hanefilerle, İmam Mâlik ve İmam Ahmed'e göre yemindir. İmam Şâfiî'ye göre niyetle yemindir. Çünkü emanet ibadetle tefsir edilmiştir. İmam Şâfiî'ye "emanet kelimesi yemin harfinden sonra zikredildiğinde yemin murad edilmesi galibdir. Buna göre galip olan âdetten dolayı bu ifadenin yemin olması niyyete tevakkuf etmez» diye cevap verilir» diye zikredilmiştir. Bu izahdan anlaşılır ki mutemet olan Hâniyye'de zikredilendir.

«"Allahın emaneti" ile ibadete niyet edilirse yemin değildir ilh...» Çünkü emanet bu takdirde Allah'ın sıfatı olmaz. Fakat emanatullâh ile yemin eden kimse ibadete niyet ettim desemutemet olan kavle göre kazaen tasdik edilmez.

«Bir kimse "ben şu işi yaparsam Allahü Teâlâ'nın gazabı benim üzerime olsun" dese ilh...» Yani bu ifade de yemin olmaz. Çünkü bu ifadeyi söyleyen kimse kendi nefsine beddua etmiş olur. Dua edilen şeyi vakî olması gerekmez. Bu, duanın kabul edilmesine bağlıdır. Bu ifadeyle yemin etmek örf değildir. Fetih.

«Yahut "zâni olayım" ilh...» Bu ifadeler de yemin değildir. Çünkü bu şeylerin haram olmasının nesh (hükmünün kaldırmasın) a ve değiştirilmesine ihtimal yoktur. Buna göre bu ifadeler ismin haram olması mânâsında değildir. Çünkü bu ifadelerle yemin etmek örf ve âdet değildir. Yani zaruretten dolayı bu şeylerin haram olması düşmez.

«Kemal'in kavlinin zahiri ise bu ifadelerle yeminin olmamasıdır ilh...»

Şöyle ki; yeminin mânâsı; yemin eden kimse yemini olmasından çekineceği bir şeye tâlik etmesidir. Meselâ; bir kimse «ben şu eve girersem gavur olayım» dese eve girdiğinde gavur olmasından korkması gibi. Yukarıda geçtiği üzere bu ifadenin yemin olduğunu bilip iddiasına kuvvet vermek için söylemiş ise bu, bir yemin olur. Yeminini bozunca üzerine keffâret lâzım gelir. Fakat bu ifadeyi, bununla kâfir olacağına inanarak söylemiş ise bu yemin olmaz. Kendine tevbe ve istiğfar ile imanını ve evli ise nikâhını tecdid etmek lâzım gelir. Burada bir kimse «ben şu eve girersem zani olayım» yahut «hırsız olayım» dese sonra o eve girse sırf eve girmekle zina etmiş yahut hırsızlık yapmış olmaz ki, eve girmekten çekinsin. Fakat «eve girersem kâfir olayım» ifadesi böyle değildir. Çünkü eve girmekle küfre razı olma tahakkuk ettiği için küfrü icap eder. Yukarıda izah edildiği gibi bu ifadeyi kâfir olacağına inanarak söyleyip eve girerse küfre razı olduğu için kâfir olur. Yemin olduğunu bilip iddiasına kuvvet vermek için söylemiş ise bu bir yemin olur.

«Bahır'da zikredilmiştir ki İlh...» Muhaşşi «Bahır'da zikredilen batıl bir vehimden ibarettir» diye itirazda bulunmuştur. Muhit'de olan bunu izah eder. Şöyle ki; zaruret olmayan zamanda meselâ; tokluk halinde kan, domuz eti gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olur. Zaruret halinde meselâ; açlık hâlinde mubah olan kan ve domuz eti gibi şeyleri helâl gören kimse kâfir olmaz. Bu itibarla zaruret olmayan zamana göre bu ifadeler yemin olur, zaruret zamanına göre bu ifadeler yemin olmaz. Bu ifadelerin yemin olup, olmamasında şübhe bulunduğu için bu ifadeler yemin olmaz. Fakat «şu işi yaparsam Yahudi olayım» ifadesi yemindir. Çünkü Yahudiler Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) in peygamberliğini inkâr ederler. Bu ise daima küfürdür. Buna göre ebedi haram olan bir şeyi helâl görerek şarta talîk etmek yemin olur. Aksi takdirde yemin olmaz. Muhit'de zikredilenin hülasası budur.

METİN

Yemin harfleri: «vâv», «bâ», «tâ», yemin «lâmı», «tenbîh harfi», «istifhâm hemzesi», kat'ı yapılırsa Lâfza-i Celâl'daki «vasıl hemzesi», esre ve ötre ile okunan "mims"ir. Meselâ: Yemin eden kimsenin «lillâhi», «hallâhi», «millâhi» demesi gibi.

Cer harfi kaldırılıp onun sebebiyle üstün olarak yemin eden kimsenin «Allâh'a elbette ben şu işi yaparım» ifadesindeki gibi icâz ve ihtisâr için bazan yemin harfleri muzmer (gizli) kılınır. Buna göre, yemin harfi muzmer kılındığında üç harekeyle okunmak Lâfza-i Celâl'e mahsustur. Lâfza-i Celâl'dan başka kendisiyle yemin edilen kelimelerden yemin harfi muzmer kılındığında esre ile okunmayıp, üstün ve ötre olarak okunur. «Eymün» kelimesi ile «Le'amrullâhi» terkibindeki «Le'amr» kelimesinin ötre okunmaları lâzımdır.

Küfeliler yemin harfi muzmer kılındığında Lâfza-i Celâl'i esre okurlar. Musannıf yemin harfleri muzmer kılınır demekle üzerine yemin edilen Şeyde te'kid harfinin muzmer kılınmasının caiz olmayacağını ifade etmiştir. Musannıf te'kid harfinin muzmer kılınamayacağını şöyle açıklamıştır: Bir kimsenin «vallahi le-ef'alenne kezâ: vallâhi elbette ben şu işi yapacağım», kavlindeki gibi gelecek zamanda olacak müsbet bir şey üzerine Arapça ile yemini ancak te'kid için olan «tâm» ve «nun» ile olur.

Vallahi le-kad ef'altü kezâ: Vallâhi elbette ben şu işi yaptım, kavlindeki gibi te'kid kelimesine yakın olarak yemin yapılır.

Nefyide yemin, gelecek zamanda nefyi harfi olan «lâ», geçmiş zamanda nefyi harfi olan «mâ» ile olur. Hatta yemin eden kimse «vallâhi ef'alü kezâ: el-yevme» dese yemini nefyi üzere olur da «lâ» kelimesi muzmer olarak sanki «lâ-ef'alü kezâ: Vallahi ben bugün şu işi yapmam» demiş olur. Te'kid harfinin müsbette hazfi mümkün değildir. Çünkü Arapça'da kelimenin muzmer olması marûf olup, kelimenin bir parçası gibi olan «lâm» ile «nun» un muzmer olması marûf değildir. Bu, Muhit'den naklen Bahır'da zikredîlmiştir.

İZAH

«Yemin harfleri ilh...» Bunlardan başka da yemin harfleri vardır. Meselâ; minüllâhi, münüllâhi gibi. Bu, Razî'den naklen Kuhustânî'de açıklanmıştır. Yemin harfleriyle murad edatlardır. Çünkü minüllâh, münüllâh ve mim «eymün» den kısaltılmış isimdirler.

«Vâv, bâ, tâ'dır ilh...» Musannıf önce vâv harfini zikretmiştir. Çünkü yeminde en çok vâv kullanılır. Bundan dolayı «bâ» harfi "la tüşrik" kelimesine taallukı ihtimaliyle beraber Kurân-ı Kerîm'de ancak Allahü Teâlâ'nın :

«Hani Lokman oğluna -öğüt verirken- (şöyle) demişti: «Oğulcağızım, Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür.» kavli keri-minde vâki olmuştur. Musannıf vâvdan sonra «bâ» harfini zikretmiştir. Çünkü «bâ» harfi yeminde asıl olmakla hem isme hem zamire dahil olur. Meselâ: «Billâhi» yahut «bike le-ef'alenne: Allah'a yemin ederim» yahut «sanayemin ederim ki elbette ben şu işi yaparım» denilmesi gibi.

«Yemin "lâmı"dır, ilh...» Yemin için olan «lâm» büyük işlerde Lâfza-i Celâl'a mahsusdur. yani Lâfza-i Celâl'dan başkasına dahil olmaz. Bu «lâm» esre okunur. Kuhustânî. Ecrûmiyye şerhinin haşiyesinde yemin «Iâmı»nın üstün olması rivayet edilmiştir.

Fetih'de zikredilmiştir ki: «lâm» yeminde ancak taaccüb mânâsını tazammun ettiği halde kullanılır. Nitekim İbn-i Abbas (R.A.) «Hz. Âdem (A.S.) cennete girdi, lillâhi: Allah'a yemin ederim ki güneş batmadan cennetten çıktı» demiştir. Nitekim «IilIâhi: Allah'a yemin olsun ki ecel (geldiğinde) geri bırakılmaz» denilir. Buna göre «lâm» ın taaccüb mânâsından soyulmuş olarak, yemin mânâsında kullanılması lûgatta sahih olmaz. Meğer ki böyle kullanılması örf ve âdet olsun.

«"Tenbih harfi" dîr ilh...» Bununla murad, Lâfza-i Celâle'deki hemzenin vaslı veya kat'ıyla beraber elifi hazfedilmiş veya sabit olan «hâ» harfidir. Nitekim İbn-i Mâlik'in «Teshil» adlı eserinde böyle zikredilmiştir.

«"İstifham hemzesi"dir ilh...» Bu hemze kendisinden sonra elif bulunan hemzedir. Bu hemzeden sonra Lâfza-i Celâle esre okunur, bu hemzeye istifham hemzesi denilmesi mecazdır. H.

Yemin için olan «lam» tenbih harfi, istifham hemzesi ile Lâfza-i Celâl'in esre olması bu harfler yemin harflerinin yerine geçtiği içindir. T.

«Katı yapılırsa Lâfza-i Celâl'daki "vasıl hemzesi" dir ilh...» Yani Lâfza-i Celâlenin evvelindeki vasıl hemzesi kat'ı hemzesi kabul edilerek yemin harfi yerine geçtiği için Lâfza-i Celâle ismi şerifi esre okunur. Yemin harfi gizli olmaz, çünkü Lâfza-ı Celâlenin evvelinde yemin harfi gizli olursa hemzesi vasıl hemzesi olarak kalır. Evet, Lâfza-i Celâle cümlenin evvelinde bulunursa hemzesi kat'ı olup iki veche ihtimali olur. Lâfza-i celâle cümlenin evvelinde bulunmazsa meselâ: «Yâ Zeydü Allahi le-ef'alenne: Ey Zeyd Allah'a yemin ederim ki elbette şu işi yaparım» ifadesindeki Lâfza-i Celâlenin hemzesi kat'ı kılınırsa hemze yemin için olur, vasıl kılınırsa yemin harfi gizli olur.

«Esre ve ötre ile okunan «mim»dir ilh...» Kezâ: «Mim» üstün de okunur. Galiba fukâha mimin suretine bakarak onu yemin harflerinden saymışlardır. Yoksa yukarıda geçtiği üzere «eymenullâhi: Allah'a yemin olsun» dan «minullâhi: Allah'a yemin olsun» gibi. «Mim» dahi lûgattır.

«Lillâhi ilh...» Yemin lâmının ve Lâfza-i Celâlda ki hâ nın esresiyledir. Nitekim yukarıda geçmiştir. Anla!

«Hallâhi ilh...» Bu tenbih harfine misaldir ve Lâfza-i Celâledeki «ha» esredir. H.

«Millâhi ilh...» «Mim» in üç harekeyle okunması caizdir. Üç halde de Lâfza-i Celâle'deki «hâ»esredir.

«"Mallâhi", "millâhi" ve "müllâhî" gibi, İcâz ve ihtisâr için bazan yemin harfleri muzmer (gîzli) kılınır ilh...» Yalnız «bâ» harfi muzmer (gizli) kılınır. Çünkü yeminde asıl olan «bâ» harfidir. Nitekim Keşif ve Razî'den naklen Kuhustânî'de zikredilmiştir. Yemin harfinin muzmer olmasından murad zikredilmemesidir. Buna göre, muzmer, hazfede şâmil olur. Muzmer ile hazf arasındaki fark yemin harfi muzmer kılındıktan sonra eseri (esresi) baki kalır, hazf de ise eseri baki kalmaz.

Fetih'de buna göre «kendisine yemin edilen kelime üstün okunduğunda yemin harfi hazfedilmiş; esre okunduğunda eseri baki kaldığı için muzmer kılınmış olmalıdır» diye zikredilmiştir. Yemin «harfi muzmer kılınıp kendisiyle yemin edilen kelime gerek üstün gerek esre ve gerekse ötre okunsun üç surette de yemin olur.

«Üç harekeyle okunmak Lâfza-i Celâle'ye mahsustur ilh...» Yemin harfinin muzmer veya hazfinden sonra eserini (esresini) sâz olarak baki bırakmakla esre; yemin fiiliyle üstün, hazfedilmiş müptedaya haber olarak ötre, Lâfza-i Celâle'ye mahsusdur. Tenbih: Yemin harfi muzmer kılınıp, Lâfza-i Celâle'nin sonundaki «hâ», «üstün», «esre» ve «ötre» okunduğunda yemin olduğu gibi. Kezâ; yemin harfi olan «bâ» yı zikretmekle Lâfza-i Celâle'nin sonundaki «hâ» nın sükûnüyle de yemin olur. Zahiriyye'de «hâ» nın sükûnüyle «billâh» yahut «hâ» nın üstünüyle «billâhe» yahut «hâ» nın ötresiyle «billâhü ben bu işi yapmam» denilse bu üç surette de yemin olur. «Hâ» nın sükûnüyle «Allah ben şu işi yapmam» yahut «hâ» nın üstünüyle «Allahe ben şu işi yapmam» denilse yemin olmaz. Ancak «Allahi ben şu işi yapmam» denilirse yemin olur. Bazıları «bu üç surette de mutlaka yemin olur» demişlerdir» diye zikredilmiştir.

Ben derim ki: Bütün metinlerde «yemin harfi muzmar kılınır» denilmesinde Lâfza-i Celâle'deki «hâ» nın sükûnüyle «AIIah» veya üstünüyle «Allahe ben elbette şu işi yapmam» ifadesinin yemin olmamasına, «Allahi ben şu işi yapmam» ifadesinin yemin olmasına işaret vardır. Çünkü bilindiği üzere yemin harfi muzmer kılındığında eseri baki kalır. Bu takdirde Lâfza-i Celâl'in esre okunması lâzımdır. Fakat Hidaye'de ve diğer fıkıh kitablarında «hâ» nın üstünüyle «Allahe ben şu işi yapmam» ifadesinin yemin olması caiz görülmüştür. Cevhere'de de «sahih olan budur» denilmiştir.

Bahır'da «Lafza-ı Celâle üstün okunduğunda yemin olmasında ihtilâf yoktur. Çünkü lügat ehli Lâfza-i Celâle'nin üstün ve esre okunmasının caiz olmasında ihtilâf etmemişlerdir. Hattâ üstün okunması daha çoktur. Nitekim Gâyetü'l-Beyân'da da böyle zikredilmiştir» diye yazılıdır.

Ben derim ki: Geriye Lâfza-i Celâle'deki «hâ» nın sükûnuyla yemin olmaması kalmıştır. Fetihsahibi bunu reddederek şöyle demiştir: Kendisiyle yemin edilen kelimenin yanlış yahut doğru yahut sükûn ile harekelenmesi arasında fark olmayıp nasıl harekelenirse harekelensin yemin yapılmış olur. Çünkü yeminin manası: Bir işi yapmamak veya yapmak murad edildiğinde, o işi yapmamak veya yapmak hususunda kasde veya iddiaya kuvvet vermek için Allahü Teâlâ'nın ism-i şerifini zikretmek suretiyle yapılan bir akidden ibarettir ki o da burada mevcuttur. Buna göre yemin, lâfızdaki bir hususiyete (üstün, esre, ötre ve sükûne) bağlı değildir. Fetih sahibinin sözü burada son bulmuştur.

«Vallâhi le-kad fe'altü kezâ: Vallâhi elbette ben şu işi yaptım ilh...»

Yani: Geçmiş zamanda olmuş bir şey üzerine yemin yapılırken fiil mutasarrıf (çekimli) olursa te'kîd için olan «lâm» ile «kad» lâzımdır. Fiil çekimli olmazsa bu te'kid harfleri lâzım değildir.

METİN

Keffâret-i Yemin: Yemin keffâreti:

Keffâretin yemine izâfeti bir şeyin şartına izâfeti kabilindendir. Çünkü biz Hanefilerce keffâretin sebebi, yeminin bozulmasıdır. Yemin bozulduğunda -zıharda geçtiği gibi- keffâreti, (gücü yeterse) bir köle âzâd etmekten yahut on fakiri (akşamlı sabahlı) doyurmaktan yahut on fakire orta halli insanlara elverişli, üç aydan ziyade dayanacak ve bedenin ekserisini örtecek birer kat elbise giydirmekten ibarettir. Buna göre elbise yerine yalnız don caiz olmaz. Ancak donun kıymeti akşamlı sabahlı bir fakiri doyuracak (fıtır sadakası) kadar olursa, kıymeti itibariyle caiz olur.

Üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse bir anda köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak ve on fakire elbise almakla bunların hepsini birden yapsa, yahut bunları sıra ile yapıp, fakat keffâretin sahih olması için niyet lâzım olmakla niyeti ancak üçün tamamından sonra etse üzerindeki keffâretten dolayı kıymet cihetinden alâsı olan biri vakî olup diğerleri nafile olur. Eğer bu üçten hiç birini yapmazsa farz en azı ile düşeceğinden dolayı bunlardan kıymet itibariyle en az olan biri karşılığında azap olunur.

İZAH

«Keffâretin yemine izâfeti bir şeyin şartına izafeti kabilindendir ilh...» Hadd-i zina (zina cezası), hadd-i şürb (içki cezası) ve hadd-i serika (hırsızlık cezasın) da olduğu gibi hükümlerin izafetinde asıl olan hükmün sebebe izâfe edilmesi olunca -halbuki biz Hanefilerce yemin, keffâretin sebebi değildir; İmam Şafiî'ye göre sebebidir, biz Hanefilere göre keffâretin sebebi yeminin bozulmasıdır. Nitekim gelecektir.- şârih, keffâretin yemine izâfetinin asıl kaideden hariç olduğunu ve bu izâfetin mecazen bir şeyin şartına izâfeti kabilinden olduğunu açıklamıştır. Bu ise keffâret-i ihram, sadaka-i fıtırda olduğu gibi, şeriatta caiz ve sabittir. Yeminin, keffâretin şartı olup sebebi olmadığı Fetih ve diğer fıkıh kitablarındadelilleriyle açıklanmıştır.

«Köle âzâd etmekten ilh...» Musannıf yemin keffâreti için köle âzad etmek deyip, kölenin âzâd olması dememiştir. Çünkü aleyhine âzâd olacak bir köleye varis olan kimse keffâretten dolayı niyet etse caiz olmaz. Nehir.

«Yahut on fakiri (akşamlı sabahlı) doyurmaktan ilh...» Yani ya hakikaten on fakiri bir gün veya takdiren, bir fakiri on gün doyurmaktır. Hatta bir fakire her gün buğdaydan yarım sâ' (sadaka-i fıtır miktarı) olarak on gün verse caiz olur. Fakat bir fakire bir günde on saatte on defa devir yoluyla verse bazıları «caiz olur» demişlerdir, bazıları «caiz olmadığını» söylemişlerdir. Sahih olan kavle göre caiz olmaz. Aynı fakire ikinci gün keffâretin verilmesinin caiz olması, ihtiyaç yenilendiği için o fakir ikinci gün başka bir fakir gibi olduğundan dolayıdır. Bir fakire bir günde her saatte bir elbise verilmek üzere on saatte on elbise verilse yahut bir elbise bir fakire verilip sonra ondan alınıp tekrar ona veya başkasına hibe veya başka bir yolla on defa verîlse -vasfın değişmesi aynın değişmesinde tesir ettiği için- caiz olur. Fakat âlimlerin çoğuna göre: caiz olmaz. Kuhustani.

Cevhered'e «on fakire sabahlı akşamlı katıksız arpa veya darı ekmeyi yedirmek kifayet etmez. Fakat katıksız buğday ekmeği kifayet eder. On gün sabahleyin bir fakire akşamleyin başka bir fakire yedirilse kifayet etmez. Çünkü bu suretde on günlük taam yirmiye taksim edilmiştir. Nitekim bir fakirin hissesi iki fakire taksim edildiğinde caiz olmadığı gibi. Bir fakire on gün sabahları yemek yedirilip akşam yemeklerinin de bedelleri verilse kifayet eder. Kezâ on fakire sabah yemeği yedirilip akşam yemeğinin de bedelleri verilse yine kifayet eder. On fakire Ramazan-ı Şerif'te yirmi gün akşam yemeği yedirilse kifayet eder» denilmiştir. Fakat Bezzâziye'de «on fakire bir gün sabahleyin, diğer bir gün ak-şamleyin yemek yedirilse bu hususta İmam Ebu Yusuf'tan iki rivayet vardır: Bir rivayette bir günün sabah ve akşamında yedirilmesi şarttır. Mualla'nın rivayetinde şart değildir» diye zikredilmiştir. Hâkim'in Kâfî'sinde «on fakirden her birine iki yemin keffâreti yerine birer sâ' buğday yedirse İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf'a göre ancak bir yemin keffâretine kifayet eder. İmam Muhammed'e göre: ikisine de kafidir.

«Zıharda geçtiği gibi ilh...» Yani üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse gücü yeterse keffâret niyetiyle bir köle âzâd eder. Bu kölenin Müslüman baliğ olup olmaması müsavidir. Ancak kendisinden istenilen menfaatin cinsi tamamıyla yok olacak derecede şahsında bir kusur bulunmaması lâzımdır, bu itibarla kör, deli, iki ayağı veya iki eli kesilmiş olan köleler keffâret için kifayet etmez. Müdebber, ümmi veled, kitabet bedelini kısmen ödemiş mükâtebler de keffâret için kafi değildirler. Çünkü bunlar bir bakıma hürriyete hak kazanmışlardır. Yemin keffâreti için on fakiri doyurmaya gelince bu da ya on fakire birersadaka-i fıtır miktarı şey temlik etmek yahut ibahe yani sabahlı akşamlı olarak yemek yedirmektir.

«Üç aydan ziyade dayanan ilh...» Çünkü üç ay yeni elbisenin müddetinin yarısından çok olan zamandır. Nitekim Hülâsa'da böyle zikredilmiştir. Elbiselerin yeni olması şart değildir. Hatta elbiseler yeni ve ince olup bu müddet dayanmazsa keffârete kifayet etmez.

«Bedenin ekserisini örtecek ilh...» Yani keffâret için her fakire verilecek çarşaf (kadın için), cübbe, kamis (yakası kapalı olan elbise) ve kaba «yakası açık olan elbise) gibi elbise onun hiç olmazsa bedeninin tamamını veya ekserisini örtecek bir halde bulunmalıdır. Kuhustânî.

Bu İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göredir. İmam Muhammed'e göre kendisiyle namaz caiz alacak elbise keffâret için kifayet eder, buna göre erkekler için don kafidir. Kadınlar için kafi değildir.

«Buna göre elbise yerine yalnız don caiz olmaz ilh...» Çünkü yalnız don giyinen kimse, örfen çıplak sayılır. Bu takdirde keffâret için her fakire verilecek elbise ya kamis, yahut cübbe, yahut ridâ' (palto, aba, kaftan gibi üst tarafa giyilen elbise), yahut kaba (yakası açık olan elbise) yahut izâr (omuzdan ayağa kadar bürüyen elbise) olmalıdır. İzâr, böyle omuzdan ayağa kadar bürüyen elbise olmayıp, yalnız belden aşağısını örten elbise olursa don gibi olacağından İmam-ı Azam ile İmam Ebû Yusuf'a göre kifayet etmez.

İmâme (fes üzerine sarılan sarığın adıdır) keffâret için kifayet etmez. Ancak kendisinden bedenin ekserisini örtecek bir elbise yapılması mümkün olursa caiz olur.

Kalen süve (tepesi sivri külâh ve takke gibi başa giyilen şey) ye gelince hiçbir surette kifayet etmez.

Yemin keffareti kadınlara verildiği takdirde elbise ile birlikte baş örtüsü de verilmesi lâzımdır. Çünkü baş örtüsüz kadınların namazı caiz olmaz. Bu, hülâsa olarak Fetih'den alınmıştır.

«Ancak donun kıymeti akşamlı sabahlı bir fakiri doyuracak (fıtır sa-dakası) kadar olursa, kıymeti itibariyle caiz olur ilh...» Meselâ: Keffâret için her fakire buğdaydan yarım sâ' hurma veya arpadan bir sâ' kıymetinde olan kısa birer elbise verilse akşamlı sabahlı yemek yedirme yerine bir bedel olarak kifayet eder. Kezâ: On fakire bir top kumaş verilip, bundan her birine birer kat elbise çıkmasa fakat kıymeti on sadaka-i fıtır kıymetinde olursa yemek yedirme yerine bir bedel olarak kifayet eder. Mezhebden muhtar olana göre, yemek yedirme yerine bedel olarak kifayet eden elbiselerde yemek yedirme yerine niyet edilmesi şart değildir. İmam Ebû Yusuf'a göre şarttır. Fetih.

«Niyeti ancak üçün tamamından sonra etse ilh...» Yani: Üzerine yemin lâzım olan kimse bir anda köle âzâd etmek, on fakire fıtır sadakası miktarı para vermek ve on fakire elbise almakla hepsini birden yapsa yahut bunları sıra ile yapsa sonra niyet etse vermiş olduğu para veyaelbise fakirlerin elinde mevcud ise bu niyeti sahih olur. Fakat âzâd etmiş olduğu kölede sahih olmaz. Kendisine yemin keffâreti lâzım olan kimse sabahlı akşamlı yemek yedirdikten sonra niyet etse keffâreti için sahih olmaz.

METİN

Biz Hanefilere göre; yemin edip yaptığı yemine riayet etmeyen kimse yemin keffâretini ödeyeceği vakitte yukarıda zikredilen üç şeyden birini yapmaktan aciz olursa üç gün peşi peşine oruç tutar. Kadınların âdet görmeksizin üç gün peşi peşine oruç tutmaları mümkün olacağı için, yemin keffâreti için oruç tutan kadın âdet görürse peşi peşine oruç tutmak bozulmuş olur. Bu kadın âdet görmeyeceği bir zamanda yeniden peşi peşine üç gün oruç tutar. Oruç keffâreti müddetinde kadınların âdetten hâli olmaları hemen hemen mümkün olmadığı için, bu orucun peşi peşine olmasına kadınların âdet halleri mani değildir.

İmam Şâfıî; yemin keffâreti için üç gün tutulacak orucun ayrı ayrı günlerde tutulmasını caiz görmüştür ve üç şey (köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak veya on fakire elbise almak) den birini yapmaktan aciz olmayı yeminin bozulduğu zamanda itibar etmiştir.

Biz Hanefilere göre ise keffâreti ödeme vakti itibar edildiği için üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse malını bir şahsa hibe edip teslim ettikten sonra oruç tutsa, sonra hibesinden dönse tutmuş olduğu oruç keffâret yerine kifayet eder. Mücteba.

Şârih der ki, bu surette orucun keffâret yerine kifayet etmesi fukâhanın «hibeden dönmek asıldan fesih (bozma) dir.» kavillerinden istisna edilmiş olur.

Oruçla keffâretin ödenmesi için orucu bitirinceye kadar mal ile ödemekten acizliğin devam etmesi şarttır. Buna göre fakir olan kimse iki gün oruç tutup sonra üçüncü günün orucunu bitirmeden önce hatta iftar zamanına az bir zaman kala zengin olsa, bu zenginliği kendisine miras bırakacak zatın zengin olarak ölüp miras yoluyla olsa bile tutmuş olduğu oruç keffâret için caiz olmayıp yeni baştan mal ile keffâreti vermesi lâzım olur.

Üzerine keffâret lâzım gelen bir kimse oruçdan önce olan (köle âzâd etmek, on fakiri doyurmak veya on fakire elbise almak) üç keffaretin birine kifayet edecek malı unutarak oruç tutsa sahih olan kavle göre oruçla keffâreti caiz olmaz. Mücteba.

Bir kimse yemini Allahü Teâlâ'ya yahut talâka yahut oruca ettiğini unutsa bunlardan birini tercih edici bir sebep bulunmadığı için üzerine bir şey lâzım gelmez. Ancak, sonra hatırlarsa o şey lâzım gelir.

Yemin bozulmadan önce isterse mal ile olsun keffâretin verilmesi caiz olmaz. İmam Şâfiî'ye göre caizdir. Yemin eden kimse yeminini bozmadan bilmeyerek mal ile keffâretini ödese verdiği mal sadaka olacağı için fakirden geri alamaz. Yemin keffâretinin verileceği yer zekâtın verildiği yerdir. Buna göre zekâtın verilmesi caiz olmayan kimseye keffâretin verilmesi decaiz değildir.

Bazılarına göre keffâret zimmîye verilir. İmam Ebû Yusuf'a göre verilmez. Nitekim zekât babında geçtiği üzere fetva îmam Ebû Yusuf'un kavliyle verilir.

Her ne kadar Müslüman olduktan sonra yeminini bozsa bile kâfirin yemini için keffâret yoktur. Çünkü onlar hakkında:

«Çünkü onlar (kâfirler hakikatte) yeminleri olmayan kimselerdir.» (Et - Tevbe sûresi; âyet: 12) âyet-i kerimesi nazil olmuştur. Fakat yeminlerinin subutüne delâlet eden :

«Eğer ahidlerinden sonra yine yeminlerini bozarlar ve dininize saldırırlarsa küfrün önderlerini hemen öldürün» âyet-i kerimesindeki yeminlerden murad, hakiki ve içten olmayıp, görünüşte olan yeminlerdir. Nitekim hâkimin kâfirlere ettirmiş olduğu yemin gibi.

Küfür yeminden sonra ariz olursa yemini bozar. Buna göre; bir Müslüman yemin edip sonra -Allah'a sığınırız- mürted olsa sonra tekrar Müslüman olup yeminini bozsa kendisine asla keffâret lâzım gelmez. Çünkü usûlde takrir ve ifade edilmiştir ki: Bir mahalle raci olan vasıfların kendilerinde iptida ve bekaa müsavidir. Nikâhtaki mahremiyet gibi.

Kezâ : Bir kâfir oruç ve sadaka gibi kurbet ve ibadet olan bir şeye nezretse kendisine bir şey lâzım gelmez.

İZAH

«Yukarıda zikredilen üç şeyden birini yapmaktan aciz olursa iIh...» Yani üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse köle âzâd etmekten, on fakir doyurmaktan veya on fakire orta halde birer kat elbise almaktan aciz olursa üç gün peşi peşine oruç tutar. Üzerine yemin keffâretı lâzım olan kimsenin yanında bu üçden biri bulunup her ne kadar o şeye muhtaç da olsa oruç tutması caiz olmaz. Bahır.

Keffaret hakkındaki âyeti kerimede bildirilen şeylere mâlik olan veya kifaf (oturacağı ev, giyeceği elbise, bir günlük yiyeceği nafaka) dan ziyade keffâret hakkındaki âyeti kerimede bildirilen şeylerin bedeline mâlik olan kimsenin keffâret-i yemin için oruç tutması caiz olmaz. Hatta hizmetine muhtaç olduğu kölesi bulunsa oruç tutması caiz olmaz.

Üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimsenin malı olup, malı kadarda borcu bulunsa, eğer önce mal ile borcunu öderse, keffâretini oruçla öder. Borcunu ödemeden önce oruç tutarsa bazıları «caiz olur», bazıları ise «caiz olmaz», demişlerdir. O kimsenin malı gaip olsa veya ileride alacağı malı bulunsa, keffâreti için oruç tutması caiz olur. Gaip olan malı köle olursa âzâd edebileceği için oruç tutması caiz olmaz. Bu, Hâniyye'den hülâsa olarak alınmıştır.

Fakir olan bir kadını kocası oruç tutmaktan men edebilir. Çünkü bu keffâret orucu kadın üzerine kendisinin iradesiyle vâcib olduğu için kocasının onu orucdan men etme hakkı vardır. Kölede böyledir. Ancak köle zevcesine zıhâr da bulunursa buna kadının hakkı taallükettiği için efendi köleyi oruç dan men edemez. Çünkü köle karısına ancak zıhâr keffâretini ödemekle yaklaşabilir. Cevhere.

«şârih der ki ilh...» Bahır sahibi «hibeden dönme fesihdir. Malını hibe edip oruç tuttuktan sonra hibesine dönen kimse sanki malını hiç hibe etmemiş gibi olur da malı elinde mevcut iken oruç tutmuş olacağından oruç keffâret yerine kifayet etmezdi» demiştir. Şârih Bahır sahibine «bu mesele fukâhanın «hibeden dönme, asıldan fesihdir» kavillerinden istisna edilmiştir» diye cevap vermiştir.

«Yemin keffâretini ödeyeceği vakitte ilh...» Yani üzerine keffâret lâzım gelen şahsın keffâret vereceği zamanındaki haline itibar edilir, yemini bozduğu zamanındaki haline itibar edilmez. Hatta zengin iken yeminini bozup sonra fakir düşse keffâretini oruçla öder. Aksi olsa yani fakir iken yeminini bozup sonra zengin olsa keffâret için oruç tutması caiz olmaz.

İmam Şâfiî'ye göre aksi yani üzerine keffâret lâzım gelen kimsenin yeminini bozduğu zamanındaki haline itibar edilir.

«Sahih olan kavle göre oruçla keffâreti caiz olmaz ilh...» Yani üzerine keffâret lâzım gelen kimse köle âzâd edecek, yahut on fakiri doyuracak, yahut on fakire orta halde birer kat elbise alacak malını unutarak üç gün oruç tutsa sahih olan kavle göre oruç kifayet etmez. Buna göre, bu üç şeyden birini yapmaktan aciz olduğu için üç gün oruç tutsa sonra kendisine miras bırakacak kimsenin orucundan önce ölmüş olup kendisine miras olarak mal kaldığı ortaya çıksa, tutmuş olduğu oruç keffâret için kifayet etmez. Nehir.

«Yemin bozulmadan önce isterse mal ile olsun keffâretin verilmesi caiz olmaz ilh...» Çünkü keffâretin sebebi yeminin bozulmasıdır. o halde yemin bozulmadan keffâretin verilmesi caiz değildir. Bilmiş ol ki üzerine yemin keffâreti lâzım olan kimse keffâreti tehir etse günahkâr olur. Ölümle, öldürülmekle düşmez. Zıhar keffâretinin düşmesinde ihtilâf vardır. Kuhustânî.

«Verdiği mal sadaka olacağı için fakirden geri alamaz ilh...» Çünkü bu malı kurbet ve ibadet maksadıyla Allah için fakire mülk olarak vermiştir. Kurbet ve ibadet hasıl olup sevaba nail olduğu için bunu bozma hakkı yoktur. Fetih.

«Bazılarına göre keffâret zimmîye verilir ilh...» Yani zekâtın zimmîye verilmesi caiz değildir, zekâttan başkalarının verilmesi caizdir.

«Görünüşte olan yeminlerdir ilh...» Çünkü kafirlere kadının yemin verdirmesinden muradı, onların yeminlerden kaçınmalarıdır. Yoksa küfür ile Allahü Teâlâ'nın ismine tazîm etmiş olmazlar. Yeminin yemin olması için yemin edenin Müslüman olması şarttır. Keffâret hadd-i zatında ibadet olduğu için kâfir ona da ehil değildir.

«Usûlde takrir ve ifade edilmiştir ki, ilh...» Mahal ki kâfirin kendisine ve mahremin kendisine râci olan küfür ve mahremiyet gibi vasıfların başlangıçta ve sonradan ârız olmalarımüsavidir. Sonradan ârız olan küfür asıl küfür gibi yemini bozar. Nikâh da başlangıçta olan mahremiyet ile sonradan ârız olan mahremiyet müsavidir: Bir kimseye zinâ ettiği kadının kızının nikâhı haram olur. Nitekim zevcesinin anasıyla zinâ etmesiyle zevcesi kendisine horam olduğu gibi. İşte bunda başlangıçta olan zinâ ile sonradan ârız olan zinâda mahremiyet müsavi oldu.

METİN

Bir kimse günah olan bir şey üzerine yemin etse bu yemin gerek terk olsun, meselâ; «vallâhi anam babam ile konuşmayacağım» gibi veya fiil üzere olsun meselâ; «vallâhi bugün fülân kimseyi öldüreceğim» gibi. Böyle günah üzerine yemin eden kimsenin yeminini bozması, sonra keffâret vermesi vâcib olur. Çünkü yemini bozmak her ne kadar günah ise de ana baba ile konuşmamak veya adam öldürmek günahından ehvendir. Musannıfın «bugün fülan kimseyi öldüreceğim» ifadesini «bugün» ile kayıtlaması yemin eden kimsenin üzerine kendi ihtiyarıyla yeminini bozmanın ancak muvakkat (zaman tayin edilerek yapılan) yeminde vâcib olduğunu bildirmek içindir. Fakat mutlak yani zaman tayin edilmeksizin yapılan yeminde hayatının sonunda yemini bozulacağı için yemin eden kimse öleceği zaman yemininin keffâretini vasiyet eder. Eğer üzerine yemin ettiği şey helâk olursa yeminini muhafaza etmek imkânı kalmamış olduğu için yemininden dolayı keffâret verir. Hâsılı: Üzerine yemin edilen şey ya fiil yahut terk olur. Bunlardan her birerleri ya günah olur. Yukarda zikredilen yeminler gibi, yahut vâcib olur. Meselâ: «Vallâhi bugün ben öğle namazını kılacağım» diye yemin edilmesi böyledir. Bu nevi yeminlerin muhafaza edilmeleri farzdır. Yemini muhafaza etmek bozmaktan evlâ olur veya yemini bozmak muhafaza etmekten evlâ olur. Meselâ: «Vallahi ben zevceme bir ay veya iki ay cinsi yakınlıkta bulunmayacağım» diye yemin edildiğinde zevceye karşı yumuşaklık münasip olduğu için bunda yeminin bozulması ve keffâret verilmesi evlâdır, yahut yeminin bozulması ile bozulmaması müsavi olur. Meselâ: «Vallahi ben şu ekmeği yemeyeceğim» diye yemin edilmesi gibi. Bu nevi yeminlerin muhafaza edilmeleri evlâdır. Fakat Allahü Teâlâ'nın:

«Yeminlerinizi, muhafaza ediniz.» (El- Mâide sûresi; âyet: 89) kavli kerimi yemini muhafaza etmenin vâcib olduğunu ifade eder. Bir şeyi yapmak veya yapmamak üzere yapılan yeminin iki sûreti, üzerine yemin edilen şey, ya günah veya vâcib olmak, yemini muhafaza etmek bozmaktan evlâ olmak veya bozmak muhafaza etmekten evlâ olmak ve yahut iki tarafı müsavi olmak üzere beş sûretine çarpılırsa on suret hâsıl olur. Fetih.

Bir kimse kendi nefsine bir şeyi haram edip sonra onu yemek, giymek, içinde durmak, nafakasına sarf etmekle işlese, helâlı haram kılmanın yemin olduğu Allahü Teâlâ'nın :

(Et-Tahrîm sûresi; âyet: 1,2)

«Ey nebi, sen zevcelerinin hoşnudluğunu arayarak, Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin (kendine) haram ediyorsun? (Bununla beraber üzülme) Allah çok yargılayıcı, çok esirgeyicidir. Allah yeminlerinizin (keffâretle) çözülmesini size farz kılmıştır.» kavli kerimiyle takrir ve beyan edildiği için yemini bozulmuş olduğundan dolayı kendisine keffâret lâzım gelir. Fakat bu surette olduğu gibi helâlı haram kılma müneccez (bir şarta talîk veya bir zamana izâfe edilmeksizin derhal yapılan yemin) olmayıp «ben şu yemeği yersem bana haram olsun» demek gibi. Haram olmasını kendi fiili (işi) ne talîk kıl (bağla) sa o yemeği yediği takdirde yemini bozulmuş olmadığı için kendisine keffâret lâzım olmaz. Hülâsa. Musannıf, Hülâsa sahibine «şarta talîk edilmiş olan şey şartın vukuu vaktinde müneccez gibi olur da aralarında fark olmaz» diye itirazda bulunmuştur.

Bir kimsenin kendi nefsine haram ettiği şey gerek şarap gibi haddi zatında haram ve a'yândan olsun, gerek eve girme gibi fiillerden olsun, gerek başkasının mülkü olsun, eğer bu ifadeleriyle haber vermek murad etmeyip inşa murad ederse, yemin olacağı için üzerine yemin ettiği şeyi yaptığı takdirde kendisine keffâret lâzım gelir. Bir kimsenin kendi nefsine haram kıldığı bir şeyi yemesi, giymesi, içinde oturması ve nafakasına sarf etmesi gibi o şeyden faydalanmanın haram olması murad edildiği için o şeyi tasadduk veya hibe etse örfte onunla bozulmuş olmaz. Zeylaî.

Bir kadının kocasına «sen bana haramsın» veya «seni kendime haram kıldım» sözü helâli haram kılma kabilindendir. Buna göre zevci kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak istediğinde buna rıza gösterse veya zevci ona zorla cinsi yakınlıkta bulunsa kadın üzerine keffâret lâzım olur. Mücteba.

Yine Mücteba'da zikredilmiştir ki: Bir kimse bir cemaate «sizin kelâmınız benim üzerime haramdır» yahut «fakirlerin» veya «Bağdat halkının kelâmı benim üzerime haramdır» yahut «şu ekmeği yemek benim üzerime haramdır» dese bu cemaat yahut bu fakirler veya Bağdat halkının bazılarıyla konuşsa yahut ekmeğin bir kısmını yese yemini bozulmuş olur. Fakat «Vallâhi ben sizinle konuşmam» yahut «şu ekmeği yemem» ifadesinde ancak bu kimselerin hepsiyle konuşursa yahut ekmeğin hepsini yerse yemini bozulmuş olur.

Eşbah'da «ekmeğin hepsini bir mecliste yemek mümkün olmasa yahut «vallâhi fülan ile ve fülan ile konuşmayacağım» diye yemin edip her birine niyet etse yahut «fülanın kardeşleriyle konuşmayacağım» diye yemin edip onun bir tek kardeşi olsa bu sûretlerde de bazısını yapmakla yeminini bozmuş olur» diye zikredilmiştir. Bu bahsin tamamı Eşbah'dadır.

Şarih der ki: Bir kimse bir cemaate hitaben «vallâhi ben sizinle konuşmam» yahut «şu ekmeği yemem» dese o kimselerin hepsiyle konuşmadıkça yahut ekmeğin hepsini yemedikçe yemini bozulmaz hükmünden bilinmiş oldu ki bir kimse zevcesinin çocuklarınınevine gelmemeleri üzere talâka yemin etse bundan sonra onlardan biri evine gelse yemini bozulmaz.

İZAH

«Hâsılı ilh...» Yani: Bu makamda zikredilen kelâmın hâsılıdır, yoksa metinde zikredilenin hâsılı değildir. Çünkü metinde fiil ve terk itibariyle yalnız günah üzere yapılan yemin zikredilmiştir.

«Vallâhi bugün ben öğle namazım kılacağım diye yemin edilmesi gibi ilh...» Bu fiile misaldir, terke misal: «vallâhi bugün şarap içmeyeceğim» diye yemin edilmesi gibi. H. Bu nevi yeminlerin muhafaza edilmeleri farzdır.

«Yemini muhafaza etmek bozmaktan evlâ olur ilh...» Yani: Üzerine yemin edilen şeyi yapmak yapmamaktan evlâdır. Fiile misal: «Vallâhi bugün ben elbette kuşluk namazını kılacağım» diye yemin edilmesi. Terke misal: «vallâhi soğan yemeyeceğim» diye yemin edilmesidir.

Bu kısmın hükmü velev fiil üzerine yemin edilmiş olsun, yemini muhafaza etmek evlâ veya vâcib olmaktır. H.

«Vallâhi ben zevceme bir ay veya iki ay cinsi yakınlıkta bulunma-yacağım ilh...» Bu terke misaldir. Fiile misal: «Vallahi bugün ben elbette soğan yiyeceğim» diye yemin edilmesidir. Eğer ailesine îlâ (yemin) müddeti yaklaşmayacağına yemin ederse bu, günah üzere yapılan yemin kısmından olur.

«Bir kimse kendi nefsine bir şeyi haram edip ilh...» Şârih bu tâbirde Bahır sahibine tâbi olmuştur. Bahır sahibi bir kimse kendi nefsi üzerine bir şeyi haram edip sonra onu işlese üzerine keffâret lâzım gelir. Fakat bir şeyin haram olmasını kendi fiili üzerine talîk edip sonra onu yaparsa kendisîne keffâret lâzım gelmez. Çünkü Hülâsa'da «bir kimse "ben şu yemeği yersem o bana haram olsun" deyip onun haram olmasını kendi fiiline talîk kılsa sonra o yemeği yese yemin bozulmayacağı için kendisine keffaret lâzım gelmez» diye zikredilmiştir.

«Musannıf Hulâsa sahibine "şarta talik edilmiş olan şey şartın vukuu vaktinde müneccez gibi olur da aralarında fark olmaz" diye itirazda bu-lunmuştur ilh...» Fakat Musannıf'a «bu makamda müneccez ile muallak arasında fark vardır ki müneccezde mevcut olan yemeyi kendi nefsine haram kılmıştır. Ama muallakda taamı ancak yedikten sonra haram kılmış olur. Çünkü ceza şartın akibinde meydana gelir, bu takdirde taam mevcut olmamış olur» diye cevap verilir. H.

Ben derim kî: Fetih'de Hülâsa'da zikredilen mesele zikredildikten sonra ve Dürrü'l-Müntekâ'da zikredilmiştir ki bir kimse bir şahsa hitaben «senin evinde yiyeceğim her taam bana haram olsun» dese kıyasa göre o şahsın evinde taam yediğinde yemini bozulmaz. İbn-i Semâ'a, İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'dan böyle rivayet etmiştir. İstihsana göre; yemini bozulur. Çünkü insanlar bu ifadeyle «o taamı yemek bana haramdır» mânâsını murad ederler. Buna göre talîk suretiyle helâl olan bir şey haram kılındıktan sonra yenirse yemini bozulur. Keza: Hıyel'de zikredilmiştir ki: bir kimse bir şahsa hitaben: "Ben şenin yanında ebedi yemek yersem bana haram olsun" deyip sonra yese yemini bozulmaz. bu cevap kıyasa göre olmalıdır. Nehir sahibi de buna tâbi olmuştur.

«Haber vermek murad etmeyip ilh...» Yani bir kimse «şu şarab bana haramdır» dese bunda iki kavil vardır, eğer bu ifade ile şarabın haram olduğunu haber vermeyi murad etmişse kendisine keffâret lâzım gelmez. Eğer bu ifadeyle yemin etmek murad etmişse kendisine keffâret lazım gelmez. Hanîyye.

«Bir kimse kendi nefsine bir şeyi haram edip sonra onu yemek, giymek, içinde durmak, nafakasına sarf etmekle işlese ilh...» Bilmiş ol ki, a'yân (cisimler gibi kendi kendine ayakta duran ve yer kaplayan şeyler) haram kılınarak yemin edildiğinde bu yemin a'yândan istifade edilecek şeylere sarf edilir.

Nitekim şeriatte a'yânın haram kılınmasından maksad onlardan istifade edilecek şeylerin haram kılınmasıdır. Meselâ: Allahü Teâlâ'nın:

«Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz halalarınız, teyzeleriniz... size haram kılındı.» (En - Nisâ sûresi; âyet: 23) kavli kerimindeki analar, kızlar ve diğer haram olan kadınların haram olmasından maksad onların nikâhlarının haram olmasıdır.

Allahü Teâlâ'nın:

«Ölü, kan, domuz eti..... size haram kılındı.» (El- Maide sûresi; âyet: 3) Kavli kerimindeki ölü, kan, domuz eti ve diğer haram olan şeylerin haram olmasından maksad onların yenilmelerinin ve içilmelerinin haram olmasıdır. Bundan dolayı Hülasa'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu elbise bana haram olsun» dedikten sonra onu giyse yemini bozulmuş olup kendisine keffâret lâzım gelir. Ancak bu ifadesiyle giymekten başka şeye niyet ederse elbiseyi giymekle yemini bozulmuş olmaz.

«Bir kimsenin kendi nefsine tahsis ettiği bir şeyi yemesi giymesi, içinde oturması ve nafakasına sarfetmesi gibi o şeyden faydalanmanın haram olması murad edildiği için o şeyi tasadduk veya hibe etse, yemini bozulmuş olmaz ilh...» Fetih'de zikredilmiştir ki: Bir kimse elinde bulunan dirhemler için «bu dirhemler bana haram olsun» deyip onlarla bir şey alırsa, yemini bozulmuş olur. Eğer onları tasadduk veya hibe ederse örfün hükmüne göre yemini bozulmaz. Yani «bu dirhemler bana haram olsun» ifadesiyle örfde, kendisi için bu dirhemler yiyecek veya giyecek satın alıp bununla faydalanmanın haram kılınması murad edilir. Yoksa bu dirhemlerin tasadduk edilmesi murad edilmez. Bundan zahir olan mânâya göre; dirhemleri borcuna verse, yemini bozulmaz. Teemmül et!

Bahır'da «dirhemlerin zikredilmesi için bir hususiyet yoktur, hatta bir kimse kendi nefsine haram kıldığı her hangi bir şeyi hibe veya tasadduk etse yemini bozulmuş olmaz. Çünkü o şeyin haram kılınmasından murad o şey ile faydalanmanın haram olmasıdır» denilmiştir.

«Bir kimse bir cemaate "sizin kelâmınız benim üzerime haramdır" dese bu cemaattan bazılarıyla konuştuğunda yemini bozulmuş olur ilh...Hidaye'de «bir kimse kendi nefsine haram kıldığı şeyin gerek azını ve gerekse çoğunu yaptığında yemini bozulmuş olup kendisine keffâret vâcib olur, çünkü haram kılma sabit olunca, haram kılınan şeyin her cüzüne haram şâmil olur» diye zikredilmiştir.

«Fakat "vallâhi ben sizinle konuşmam" yahut "şu ekmeği yemem" ifadesinde ancak bu kimselerin hepsiyle konuşursa yahut ekmeğin hepsini yerse yemini bozulmuş olur ilh...» Yani: «Konuşmam» diye yemin ettiği cemaatin hepsiyle konuşmadıkça yahut ekmeğin hepsini yemedikçe yemini bozulmaz. O cemaatten bazılarıyla konuşsa yahut o ekmekten bir lokma yese yemini bozulmaz. Nehir'de, Hülâsa'da ve Muhit'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu ekmeği yemek bana haram olsun» deyip sonra bir lokma yese yemini bozulmuş olur. Galiba yukarda zikredilen ifade ile bu ifade arasındaki fark ekmeği kendi nefsine haram kılmada ekmeğin bütün cüzlerini haram kılma vardır. «Vallâhi şu ekmeği yemem» ifadesinde ekmeğin hepsini yemekten kendi nefsini menetmek vardır. Buna göre ekmeğin bir kısmını yese yemini bozulmuş olmaz. Bununla Hâniyye'de zikredilenin zayıf olduğu anlaşılır. Meşayıhımız «bir kimse «şu ekmeği yemek bana haram olsun» deyip sonra o ekmekten bir lokma yese yemini bozulmaz. Çünkü bu ifade «vallahi şu ekmeği yemeyeceğim» ifadesi gibidir. Bu ikinci ifadeyi söyleseydi ekmeğin bir kısmını yemekle yemini bozulmazdı, sahih olan budur» demişlerdir.

Ben derim ki: Hidâye'den naklettiğimiz söz bu farka işaret etmektedir. Bunun izahı şöyledir: Ekmek, büyüklüğü ne olursa olsun, bir bütün ekmeğin ismidir. Bir bütün ekmeğin bir kısmının yenilmesiyle hepsi yenildi denilmez. Fakat bir kimse ekmeği kendi nefsine haram kıldığında onu bizzat haram olan şey yerinde kılmıştır. Şöyle ki: Haram kılınma ekmeğin kendisine nisbet edilmiş olup o şarap ve ölü yerinde tutulmuş olur. Buna göre haram olan bir şeyin azının da çoğunun da yenilmesi helâl olmaz. Bir şeyin haram kılınması yemin olduğu yerde yemin eden kimse ondan hiçbir şey yememek üzere yemin etmiştir. İşte haram kılmanın asıl mânâsı budur. Fakat bir kimsenin «vallahi şu ekmeği yemeyeceğim» ifadesi böyle değildir. Çünkü bunda nefsini o ekmeğin her parçasından men etmek yoktur, belki o ekmeğin hepsinden nefsini menetmek vardır. Fakat Bahır'da Hâniyye'nin kelâmı te'yid edilmiştir. Şöyle ki: Bir ayn (kendi kendine ayakta duran ve yer kaplayan şey)in haram kılınmasından murad o ayndan istifade edilecek şeyin haram kılınmasıdır. Meselâ; bir kimse«şu taam bana haram olsun» dese, bundan murad o taamın yenilmesinin haram olmasıdır. «Şu elbise bana haram olsun» dese bundan giyilmesinin haram olması murad edilir.

«Eşbah'da "ekmeğin hepsini bir meclisde yemek mümkün olmasa ilh...» Yani bir kimse «şu ekmeği yemem» diye yemin edip bu ekmeğin bir oturuşta yenilmesi mümkün olmasa ve bu ekmeğin birazını yese esah ve muhtar olan kavle göre yemini bozulur.

Bir kimse, muayyen bir şeyi yemeyeceğine dair yemin ettiğinde kaide şudur ki; üzerine yemin ettiği şey bir oturuşta yenilecek veya bir içişte içilecek miktar olursa yemin o şeyin hepsi üzerine yapılmış olup o şeyin bir kısmını yemekle veya içmekle yemini bozulmaz. Çünkü yeminden maksad onu yemekten sakınmasıdır. Eğer yemin ettiği şeyin bir oturuşta yenilmesi veya bir içişte içilmesi mümkün olmazsa, onun bir kısmını yemesi ve içmesiyle yemini bozulur. Çünkü bu surette yeminden maksad yemin edilen şeyden hiç yenilmemesi olup yoksa hepsinin yenilmemesi değildir.

Bir kimse «şu iki koyunun sütünü içmeyeceğim» diye yemin etse, bu iki koyundan her birinin sütünü içmedikçe yemini bozulmaz. İki koyunun sütünün hepsini içmesi şart değildir. Çünkü iki koyunun sütünün hepsinin içilmesi kastedilmiş değildir.

Bir kimse «ben şu küpteki sade yağdan yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra, o küpteki yağdan biraz yese yemini bozulur. Fakat «şu küpteki sade yağı satmam» diye yemin ettikten sonra o yağın bir kısmını satsa, yemini bozulmaz. Çünkü küpteki yağın hepsini bir oturuşta yemek mümkün değildir. Halbuki küpteki yağın hepsini birden satmak mümkündür. «Muhît» de de böyle zikredilmiştir.

Bir kimse «ben şu narı yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra o narı yese ancak bir veya iki tanesini yemese istihsanen yemini bozulur. Çünkü bir veya iki taneye itibar edilmediği için örfde hepsi yenilmiş sayılır. Eğer o narın yarısını veya üçte birini yahut üçte birinden daha fazlasını bırakırsa yemini bozulmaz. Çünkü bu takdirde narın hepsi yenilmiş sayılmaz. Bu izahdan malûm oldu ki; ekmek veya başka bir şeyden bir lokma gibi az bir şeyin kalmasına itibar edilmez. Yani hepsi yenilmiş kabul edilir. Bu, Bahır'ın yeme ve içmeye dair yemin bahsinden hülâsa olarak alınmıştır.

«"Vallâhi fülan ve fülan ile konuşmayacağım" diye yemin edip her-birine niyet etse ilh...» Yani bunlardan biriyle konuştuğunda yemini bozulur. Kezâ: Bir kimse «fülan ve fülan ile konuşmak bana haram olsun» diye yemin etse bunlardan biriyle konuşursa yemini bozulur. Kezâ: «Bağdat halkıyla konuşmak bana haram olsun» diye yemin eden kimse Bağdat halkından biriyle konuşursa yemini bozulur. Nehir, Mecmûun nevazil.

«Fülan ve fülan ile konuşmak bana haram olsun» yahut «vallâhi fülan ve fülan ile konuşmayacağım» diye yemin edildiğinde sahih olan kavle göre o iki kimseden yalnızbirisiyle konuşulsa yemin bozulmuş olmaz. Ancak o iki kimseden her biriyle konuşulmamaya niyet edilirse bu takdirde onlardan biriyle konuşulduğunda yemin bozulmuş olur. Çünkü yemin eden şahıs o iki kimseden her biriyle konuşmamaya niyet etmekle hükmü kendi aleyhine şiddetlendirmiştir. Muhit.

Ben derim ki: Bu hüküm atıf edatından sonra, nefiy edatı zikredilmediği takdirdedir. Eğer atıf edatından sonra nefiy edatı ilâvesiyle «vallahi ne fülan ve ne de fülan ile konuşurum» yahut «vallâhi ne yemek ve ne de su tadarım» denilse iki yemin olmuş olup herhangi biriyle konuşulsa veyahut herhangi biri tadılsa yemin bozulmuş ve keffâret icap etmiş olur.

Eğer atıf edatından sonra nefiy edatı zikredilmeksizin «vallâhi yemek ve su tatmayacağım» denilse bir yemin olmuş olup yemek ile sudan yalnız birisi tadılsa yemin bozulmuş olmaz. Bezzaziyye.

«"Fülanın kardeşleriyle konuşmayacağım» diye yemin edip onun bir tek kardeşi olsa ilh...» Eğer yemin eden şahıs o kimsenin bir tek kardeşi olduğunu bildiği halde «kardeşleriyle» diye cemi sıygasıyla yemin etmiş ise o, bir kardeşiyle konuşursa yemini bozulur. Çünkü yemin eden şahıs cemi (çokluğu) zikretmiş müfredi (tekliği) murad etmiştir. Yemin eden şahıs o kimsenin bir tek kardeşi olduğunu bilmediği halde cemi sıygasıyla yemin etmişse o, bir kardeşiyle konuştuğu takdirde yemini bozulmaz. Çünkü cemi zikredip müfredi murad etmemiştir. Buna göre yemin cemi sıygası üzere baki kalmış olur. Nitekim bir kimse «şu buğdaydan üç ekmek yemeyeceğim» diye yemin edip buğday ancak bir ekmeklik miktarı olsa yemin eden bu miktar yemekle yemini bozulmaz. Bu, Vâkıât'dan naklen Bahır'da zikredilmiştir.

METİN

Bir kimse «her bir helâl» yahut «Allahü Teâlâ'nın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan her şey bana haramdır» -Kemal «bana haram lâzım olsun» gibi ifadeleri de ziyade etmiştir- dese o kimsenin bu ifadeleri yenilecek ve içilecek şeylere hamledilir. Fakat zamanımızda bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olmakla fetva zevcesinin niyetsiz bir bâin talâkla boş olması üzeredir. Eğer bu ifadelerle yemin eden kimsenin zevcesi birden ziyade olursa hepsi niyetsiz bâin talâkla boş olurlar. Eğer bu yemin eden kimse bu ifadeleriyle üç talâka niyet ederse üç talâk vaki olur. «Talâka niyet etmedim» derse bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olduğu için kazaen tasdik edilmez. Bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olduğundan dolayı bunlarla ancak erkekler yemin ederler. Bu yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olmazsa -sonra gerek evlensin ve gerek evlenmesin- bu ifadeleri Allahü Teâlâ'ya yemin olur. Eğer bu yemini gelecek zamanda olacak bir şey üzerine olursa yemekle veya içmekle keffâret verir. Eğer AIIahü Teâlâ'ya yeminigeçmiş zamanda olan bir şey üzerine olursa yemin-i gamûs, bu yemin talâka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur. Bu kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olup iddetsiz bâin talâkla boş olsa meselâ: Onu kendisine cinsi yakınlıkta bulunmadan önce boşadıktan sonra yemek yese yemini talâka sarf edildiği için kendisine keffâret lâzım gelmez. Nitekim ÎIâ bahsinde geçmiştir.

İZAH

«Bir kimse "her bir helâl" ilh...» Hidaye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «her bir helâl bana haramdır» dese bu sözü yenilecek ve içilecek şeylere hamledilir. Ancak bunlardan başkalarına niyet ederse kabul edilir. Halbuki kıyas «her bir helâl bana haramdır» ifadesini söyleyince hemen yemininin bozulması idi. Çünkü o kimse nefes alma gibi mübah olan bir işi yapmıştır. Bu İmam Züfer (Rh.A.)'nın kavlidir. İstihsana göre; nefes almakla yemini bozulmaz. Çünkü yeminden maksat, yeminin muhafaza edilmesidir. Bu ifade mübah olan her şeye şâmil olursa yemini muhafaza etmek mümkün olmaz. Buna göre bu ifade yeme ve içmeye sarfedilir. Örfte bu ifade âdeta yenilecek, içilecek şeylerde kullanılıp, mübah olan her şeye şâmil olmadığı için niyetsiz zevcesi boş olmaz, zevcesine de niyet ederse ilâ (dört ay ailesine yaklaşmamak üzere yapılan yemin) olur. Bu ifadeyle yapılan yemin ancak yenilecek ve içilecek şeylere sarf edilir. Bunun hepsi zâhir rivayenin cevabıdır. Meşayıhımız «bu ifadenin talâkta kullanılması gâlib olduğu için bu ifadeyle niyetsiz talâk vâki olur» demişlerdir. Fetva da bunun üzerinedir.

Ben derim ki: «Örfte bu ifade âdeta yenilecek, içilecek şeylerde kullanılır» cümlesinin muktezâsı eskiden örfte bu ifade yenilecek ve içilecek şeylerde kullanılırdı. Fakat sonra bu ifadenin talâkta kullanılması örf oldu. Bundan sonra burada zikredilenler ilâ bahsinde kadının haram olmasına yahut zıhâra yahut yalana yahut talâka niyet edilmesi arasındaki zikredilen tafsilâta münâfi değildir. Çünkü zıhârda kadına hitaben: «Sen bana haramsın» gibi yalnız kadının haram olduğunu bîldiren ifade zikredilmiştir. Burada ise «her bir hetâl bana haramdır» gibi umum bildiren ifade zikredilmiştir. «Her helâl bana haramdır» ifadesinin talâkta kullanılması gâlib olduğu için yemin eden kimse evli olduğu takdirde zevcesi niyetsiz bâin talâk ile boş olur. Fetva bunun üzerinedir.

«Kemal "bana haram lâzım olsun" gibi ifadeleride ziyade etmiştir ilh...» Burada bunun zikredilmesinin bir mânâsı yoktur. Çünkü Kemal bu ifadeyle örfe göre ancak talâk murad edilir, demek istemiştir. Nitekim gelecektir.

«Fakat zamanımızda bu ifadelerin talâkta kullanılmaları gâlib olmakla fetva zevcesinin niyetsiz bir bâin talâkla boş olması üzeredir ilh...» Zamanımızdan murad Müteahhirin zamanıdır. Pezdevî Mebsût'unda, bu ifadeyle talâk murad edilmesi insanların örfü olmasındatevakkuf etmiştir.

Fetih'de «bilmiş ol ki; bu gibi ifadeler bizim memleketimizde meşhur değildir. Bizim memleketimizde meşhur olan «bana seninle konuşmak haramdır», «bana şu şeyi yemek haramdır» veya «bana şu elbiseyi giymek haramdır» gibi umum ifade etmeyen lâfızlardır. «Bana haram lâzımdır», «talâk bana lâzımdır» gibi ifadeler de meşhurdur. Şüphe yok ki bu ifadelerle talîk edilmiş talâk murad edilir. Çünkü bu ifadelerden sonra «şu şeyi yapmam» veya «şu işi elbette yaparım» ifadeleri zikredilir. Meselâ; «bana talâk lâzım olsun ki, ben şu işi yapmam» diyen kimse bu ifadesiyle «ben şu işi yaparsam zevcem boş olsun» manasını murad etmiştir» diye zikredilmiştir.

«Eğer bu ifadelerle yemin eden kimsenin zevcesi birden ziyade olursa hepsi niyetsiz bâin talâkla boş olurlar ilh...» Bu mesele hakkında çok söz vardır. Biz bunu kendisine cinsi yakınlıkta bulunulmamış kadının talâkı babı ile îlâ babında zikrettik. Bir kimse zevcesine «sen bana haramsın» dese bu ifade yalnız kendisine hitap ettiği zevcesine has olur. Fakat «her bir helâl bana haramdır» ifadesi ise dört zevcesine şâmil olur, yani her biri bâin talâkla boş olurlar. Çünkü «her bir» lâfzı umum ifade eden edatlardandır.

Bir kimse «zevcem haramdır» yahut «zevcem boştur» dese dört zev-cesinden biri üzerine vakî olur. İhtilâf ancak «Allah'ın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan bana haramdır» ifadesindedir. Bazıları «muayyen olmayarak dört zevcesinden biri bâin talâkla boş olur» demişlerdir. fakat racih olan kavle göre bu ifade zevcelerinin hepsine şâmil olur.

«Bu yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olmazsa ilh...» Zahiriyye'de «her bir helâl» yahut «Allah'ın helâl kıldığı» yahut «Müs-lümanlara helâl olan bana haramdır» deyip bu ifadelerle talâka niyet etmedim dese bu ifadelerin talâkda kullanılmaları örf olduğu için kazaen tasdik edilmez. Bir kimse bir işi yaptığı halde «ben bu işi işledim ise her bir helâl» yahut «Allah'ın helâl kıldığı» yahut «Müslümanlara helâl olan bana haramdır» dese yemin edenin bir veya daha ziyade zevceleri olursa hepsi bâin talâkla boş olurlar, Zevcesi olmazsa bu ifadeler talâka yemin olduğu için kendisine bir şey lâzım gelmez, Eğer bu ifadeler «Allahü Teâlâ'ya yemin kılınırsa» yemin-i gamûs olur. Bu ifadelerle gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yemin edip sonra üzerine yemin ettiği şeyi işlerse bu yemin edenin zevcesi olmazsa helâlı haram kılmak yemin olduğu için kendisine keffâret lâzım olur» diye zikredilmiştir. Hâsılı: Bu ifadelerle yemin eden kimsenin zevcesi olmaz ve geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bile yalan yere yemin etmişse bu ifadeler talâka yemin sayıldığı için müftabih olan kavle göre yemin-i lağv olup kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü yemin eden kimsenin zevcesi yoktur. Eğer bu şekilde yapılan yemin, Allahü Teâlâ'ya yemin yapılırsa yemin-i gamûs olur. Çünkü yemin eden kimse her ne kadar kinaye yoluyla bu ifadelerinyemin olduğunu bilmez ise de bu ifadeler AIIahü Teâlâ'ya yeminden kinayedir. Nitekim «ben şu işi işlersem Yahudi olayım» ifadesinin kinaye yoluyla yemin olduğu yukarda geçmiştir.

Buna göre bu ifadelerle geçmiş zamandaki bir şey üzerine bile bile yalan yere yemin eden kimsenin zevcesi bulunmadığı takdirde gerek yemin-i lağv olsun, gerekse yemin-i gamûs olsun her iki surette yemin eden kimseye tevbe ve istiğfar lâzım gelir.

«Eğer bu yemini gelecek zamanda olacak bir şey üzerine olursa ye-mekle veya içmekle keffâret verir ilh...» Bir kimse «ben şu eve girersem helâl olan herşey bana haram olsun» deyip sonra o eve girse kendisine yemin keffareti lâzım gelir. Çünkü bu ifade, gelecek zamanda eve girmemek üzere edilen yemin-i mün'âkidedir. Yoksa yememek, içmemek üzere yapılan yemin-i mün'âkide değildir, hatta eve girmeden önce veya sonra yese, içse kendisine bir şey lâzım gelmez.

«Eğer Allahü Tealâ'ya yemini geçmiş zamanda olan bir şey üzerine olursa yemin-i gamûs, bu yemin talâka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur ilh...» Meselâ: Bir kimse bir işi yaptığını bildiği halde «ben bu işi yaptım ise her helâl bana haram olsun» dese bu ifade Allahü Teâlâ'ya yemin sayılırsa yemin-i gamus olur ve kendisine keffaret lâzım gelmez. Çünkü yemin-i gamûs büyük günahlardan olup buna keffâret kifayet etmez. Bundan dolayı tevbe ve istiğfar etmek lazımdır. Eğer bu ifade talaka yemin kılınırsa yemin-i lağv olur. Yemin-i gamûs veya yemin-i lağv olması yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi bulunmadığı takdirdedir.

«Eğer yemin eden kimsenin yemin ettiği vakitte zevcesi olup ilh...» Bu ifade musannıfın «yemin eden kimsenin zevcesi olmazsa» kavlinin mukabilidir. Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse gelecek zamanda olacak bir şey üzerine bu ifadelerle meselâ; «ben şu işi yaparsam helâl olan her şey bana haram olsun» diye yemin edip sonra o işi yaparsa zevcesi yoksa helâlı haram kılmak yemin olduğu için kendisine keffâret lâzım gelir. Yemin ettiği vakit zevcesi olup üzerine yemin ettiği şeyi yapmadan önce zevcesi ölür veya iddetsiz bâin talâkla boş olduktan sonra üzerine yemin ettiği şeyi işlerse kendisine keffâret lâzım gelmez. Çünkü yemin ettiği vakit zevcesi bulunduğu içen yemini talâka sarf edilmiştir. Yemin ettiği vakit zevcesi olmayıp sonra evlense bundan sonra üzerine yemin ettiği şeyi işlese zevcesinin boş olmayıp olmamasında ihtilâf vardır. Fakîh Ebû Cafer «zevcesi talâkı bâinle boş olur» demiştir. Başkası zevcesinîn boş olmadığını söylemiştir.

Fakîh Ebûl- Leys, zevcesi boş olmaz diyenin kavlini almıştır, fetva da bunun üzerinedir. Çünkü bu kimsenin yemini, yemin ettiği vakitte zevcesi bulunmadığı için Allahü Teâlâ'ya yemin kılınmıştır. Binaenaleyh bundan sonra talâk vakî olmaz.

METİN

Nezr (adak) ın mahiyeti ve nevileri :

Bir kimse mutlak veya bir şarta mualak bir şeye nezredip, nezredilen şeyin cinsinden bir vâcib veya farz bulunursa, -Musannıf bunu Bahır ve Dürer sahibine tâbi olarak ilerde açıklayacaktır- nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olup ve kendisine talîk olunan şart da bulunursa nezreden kimseye nezrini yerine getirmesi vâcib olur. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde:

«Her kim bir şeyi nezredip ismini söylerse kendisine ismini söylediği şeyi yerine getirmesi vâcib olur.» buyurmuşlardır. «Nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olursa» kaydıyla abdest almaya ölüyü techiz ve tekfin etmeye yapılan nezirler, nezrin tarifinden çıkmıştır. (Yani bunları yapmak için yapılan nezirler muteber değildir.)

Oruç, namaz, sadaka, vakıf, i'tikaf, köle âzâd etme, yürüyerek de olsa hac gibi ibadetlerin nezri sahihtir. Çünkü bunlar bizzat maksud olan ibadetler olup kendilerinin cinslerinden vâcib ibadet bulunmaktadır. Namazda, oruçda, sadakada vacib ibadetin bulunduğu açıktır. Keffâretde köle âzâd etmek, Mekke-i Mükerreme halkından yürüyerek hacca muktedir olan kimselere yürüyerek hacca gitmek vacibdir.

Namazda ka'de-i ahire durmakdır, i'tikâf gibi (yani: i'tikâf, ka'de-i ahire gibi durmakdır ki galiba i'tikâfda durmak namazda oturuş heyeti üzere olur da i'tikâf sanki ka'de-i ahire cinsinden olur).

Her beldede beytülmalden Müslümanlar için mescit vakfı hükümdar üzerine vâcibdir. Eğer hükümdar bunu yapmazsa mescit yapmak Müslümanlar üzerine vâcibdir.

Hastayı ziyaret etmek, cenazeyi uğurlamak, her ne kadar Peygamberimiz (S.A.V.) in mescidi veya Mescid-i Aksa'ya olsa da mescide girme gibi kendilerinin cinsinden farz bulunmayan şeylere nezreden kimseye nezrettiği şeyleri yerine getirmek lâzım olmaz. Çünkü bunların cinsinden maksud olan bir farz yoktur. Nezrin lâzım olmasında kaide kendi cinsinden maksud olan bir farzın bulunmasıdır. Nitekim Dürer'de yazılıdır.

İZAH

«Bir kimse mutlak nezretse ilh...» Yani bir kimse bir şarta bağlamayarak meselâ «nezrim olsun bir sene oruç tutayım» dese mutlak yani şarttan hali nezretmiş olur. Bir kimse bir söz söylemek murad edip ağzından nezir çıksa nezir kendisine lâzım gelir. Çünkü nezrin şakası da talâk gibi ciddidir. Nitekim Feth'in oruç bahsinde beyan edilmiştir.

Bir kimse «nezrim olsun bir gün oruç tutayım» diyeceği yerde «nezrim olsun bir ay oruç tutacağım» dese bir ay oruç tutması lâzım olur. Valvâlciye'den naklen Bahrın savm bahsinde zikredilmiştir.

«Nezredilen şey bizzat maksud olan bir ibadet olup ilh...» Nezrin şartları: Nezredilen şeyincinsinden bir farz veya vâcib bulunmalıdır. Nezredilen şeyin cinsinden bulunan farz veya vâcib bizzat maksud olan bir kurbet ve ibadet olmalıdır. Binaenaleyh hastayı ziyaret etmek, cenazeyi uğurlamak, abdest almak, gusül etmek, mescide girmek, Mushaf-ı şerifi almak, ezan okumak, kervansaray, mescit yaptırmak gibi şeyler için yapılacak bir nezir sahih değildir. Çünkü bunlar her ne kadar kurbet ise de bizzat maksud ibadet değildirler.

«Ölüyü techiz ve tekfin etmeye yapılan nezirler ilh...» Yani ölüyü techiz ve tekfin etmek için yapılan nezir sahih değildir. Çünkü ölüyü kefenlemek maksud olan bir ibadet değildir. Belki üzerine namazın sahih olması içindir. Ölünün örtülü olması namazın sahih olmasının şartıdır.

«Kendisine talik olunan şart da bulunursa ilh...» Yani bir kimse şarta bağlı olarak meselâ "oğlum askerden gelirse Allah için nezrim olsun üç gün oruç tutayım" dese bir şarta muallak nezir yapmış olup, oğlu askerden gelince üç gün oruç tutması vâcib olur.

«Nezreden kimseye nezrini yerine getirmesi vâcib olur ilh...» Yani: nezrettiği asıl ibadeti yerine getirmesi vâcib olur. Yoksa nezrettiği şeyin vasfını yerine getirmek vâcib olmaz. Çünkü mutlak bir nezir muayyen olsa bile mekan (yer) a, zamana, belirli paraya, belirli fakire inhisar etmez. Buna göre bir kimse «perşembe günü oruç tutayım» yahut «Beytullah'ta şu kadar rekât namaz kılayım» yahut «bu parayı bayram günü fülan beldede fülan fakire vereyim» diye nezrettiği halde buna muhalif olarak başka bir günde oruç tutsa veya başka bir mescitte o kadar rekât namaz kılsa veya o miktarda başka bir parayı beldede başka bir fakire verse nezrini yerine getirmiş olur. Bahır, Fetih.

«Bir hadis-i şeriflerinde ilh...» Fetih'te «bu hadis-i şerif garibtir» de-nilmiştir. Nezir meşru bir ibadettir. Meşruiyeti kitap, sünnet ve icma-i ümmet ile sabittir. Kitabtan delili;

«Nezirlerini de îfa etsinler» (El - Hacc sûresi; âyet: 29)âyet-i kerimesidir. Hidaye sahibi «"oruç bahsinde nezri îfa etmek vâcibdir. Çünkü nezir hakkında âyet-i kerime vardır. Bu âyet-i kerime katiyyet ifade ettiği için nezrin farz olmasını icab eder" diye yapılan itiraza bu âyet-i kerime te'vil edilmiştir. Çünkü ondan günaha dair yapılan nezir ile cinsinden farz veya vâcib bulunmayan nezir tahsis edilmiştir. Buna göre âyet-i kerimenin delaleti kat'i olmaz. Müteahhirin'den nezrin îfasının farz olduğunu söyleyen âlimler nezrin îfasının vâcib olduğuna icma ile istidlâl etmişlerdir.» demiştir. Bürhan'dan naklen Şürünbülali'de «nezrin îfası farzdır» diye zikredilmiştir.

METİN

Bahır'da nezrin beş şartı üzerine «nezredilen şey bizzat günah olma-malıdır» ifadesi de ziyade edilmiştir. Buna göre bir kimse, Ramazan-ı şerif bayramının birinci gününde yahut kurban bayramının dört gününde oruç tutmayı nezretse, bu sahih olur. Çünkü bu günlerdeesasen oruç tutmak bizzat günah olmayıp günah olması ancak Allahü Teâlâ'nın ziyafetinden yüz çevirme bulunduğu içindir.

Nezredilen şey, nezirden önce nezreden kimse üzerine yapılması vâcib bulunmamalıdır. Buna göre bir kimse «nezrim olsun farz olan haccı yapayım» dese kendinin üzerine farz olan hacdan başka bir şey lâzım olmaz.

Nezredilen şey, nezreden kimsenin mülkünden fazla yahut başkasının mülkü bulunmamalıdır. Buna göre, bir kimse yüz dirheme mâlik olduğu halde «derhal bin dirhem tasadduk etmesini» nezir etse kendisine ancak bu yüz dirhemi tasadduk etmek lazım olur. Hülâsa'dan naklen Bahır sahibinin sözü burada sona ermiştir.

Şârih (Rh.A.) der ki, Zevâhirü'l-Cevahir'de nezredilen şey "haddi zatında muhal olmamalıdır. Buna göre, bir kimse «dünkü günde oruç tutayım" yahut «dünkü günde i'tikâfa gireyim» diye nezretse nezri sahih olmaz» denilmiştir.

Kınye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse zenginlere tasadduk etmeyi nezretse yolculara niyet etmedikçe bu nezri sahih olmaz. Bir kimse her namazdan sonra şu kadar tesbih çekmeyi nezretse bu nezir kendisine lâzım olmaz. Bir kimse Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine her gün şu kadar salavât-ı şerife getirmeye nezretse, bu nezir kendisine lâzım olur. Bazıları «lâzım olmaz» demişlerdir.

İZAH

«Nezredilen şey bizzat günah olmamalıdır ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Nezredilen şey haram liaynihi (haddi zatında haram) yahut kendisinde kurbet ve ibadet olmayan bir ma'siyet olursa nezir sahih olmaz. Binaenaleyh Ramazan-ı Şerif bayramının birinci gününde veya kurban bayramının dört gününde oruç tutmak nezredilse bu nezir sahih olur. Şu kadar var ki o günlerde oruç tutulması yasaklanmış olmakla o günlerde oruç tutulmayıp sonra kaza edilmelidir. Bununla beraber o günlerde oruç tutulsa nezir yerine getirilmiş olur.

Bir kimse nezri ma'siyete izâfe edip meselâ: «nezrim olsun falan kimseyi öldüreyim» dese bu yemin olur, hâlis olmakla kendisine keffâret lâzım gelir.

Ben derim ki: Hasılı; nezrin şartı nezredilen şey maksud olan ibadet olmalıdır. Eğer nezredilen şey günah olursa, nezir sahih olmaz, Nezredilen bir şeyin kurbet ve ibadet cihetinden yerine getirilmesi lâzımdır. Yoksa kabul edilen bütün vasıflarıyla birlikte yerine getirilmesi lâzım değildir. Buna göre bayram günlerinde oruç tutmak nezredilse orucun oruç olması cihetinden sahih olup orucun bayram günlerinde olma vasfı lağv olur. Bundan dolayı Fetih'de zikredilmiştir ki: İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; bir kimse abdestsiz iki rekât namaz kılmayı nezretse bu nezri sahih olup, «abdestsiz» ifadesi hükümsüzdür. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre bu nezir sahih olmaz. Bir kimse kıraatsiz iki rekât namaz kılmayı nezretse bunezir sahih olup kıraatla kılması lâzım gelir. Bir kimse bir rekât namaz kılmayı nezretse kendisine iki rekât namaz kılması lâzım gelir. Üç rekât namaz kılmaya nezretse kendisine dört rekât namaz kılması lâzım gelir.

«Nezredilen şey, nezirden önce nezreden kimse üzerine yapılması vâ-cib bulunmamalıdır ilh...» Bedâyı'nın kurban bahsinde zikredilmiştir ki: Bir kimse kurban bayramı günlerinde bir koyun kurban kesmeyi nezredip kendisi zengin ise biz Hanefilere göre; biri nezir, diğeri şeriat tarafından vâcib kılınan kurban olmak üzere iki koyun keser. Ancak «nezir» ifadesiyle üzerine vâcib olan kurbanı haber vermeyi kastederse kendisine bir kurban kesmek lâzım olur. Eğer bayram günlerinden önce bir koyun kurban etmeyi nezrederse ihtilâfsız kendisine iki koyun kurban kesmesi lâzım olur. Çünkü bayram günlerinden önce bu ifadenin kendi üzerine vâcib olan kurbandan haber vermeye ihtimali olmaz. Zira vakitten önce üzerine kurban kesmek vâcib değildir.

Kezâ: Bir kimse fakir olduğu halde kurban bayramı günlerinden önce bir koyun kurban kesmeyi nezredip kurban bayramı günlerinde zengin olsa kendisine iki koyun kurban kesmek lâzım olur.

Velhâsılı: Kurban nezretmek sahihtir. Fakat bu nezredilen kurban şeriat tarafından üzerine vâcib kılınan kurbandan başka kurbana sarf edilir. Yani kendisine iki kurban kesmek lâzım olur. Ancak bu ifadeyle üzerine vâcib olan kurbandan haber vermeyi kastederse ve bu kurban nezri de bayram günlerinde olursa kendisine bir kurban kesmek lâzım olur. Bir kimse hacca gitmeyi nezretse yine bu kimseye iki hac etmek lâzım olur. Çünkü kurban ile hac bazan vâcib olmazlar, fakat farz olan hac böyle değildir. Çünkü farz olan hac zaten yapılması lâzım bir farz bulunmaktadır. Ramazan orucu ve öğle namazı gibi. Buna göre farz olan haccın nezredilmesi sahih değildir. Eğer hac, namaz ve oruç gibi nafile ve vâcib olursa sahih olur. Nitekim bunun izahı inşaallah kurban bahsinde ge-lecektir.

«Nezredilen şey, nezreden kimsenin mülkünden fazla yahut başkasının mülkü bulunmamalıdır ilh...» Meselâ: Bir kimse «Allah için nezrim olsun şu koyunu kurban edeyim» dese halbuki koyun başkasının mülkü olsa bu nezir sahih olmaz. Bahır.

«Nezredilen şey haddi zatında muhal olmamalıdır ilh...» Bu muhal, şer'i muhale de şamil olur. Meselâ: Bir kadın «nezrim olsun âdet günlerimde oruç tutayım» dese bu nezri sahih olmaz. Bir kadın «nezrim olsun yarın oruç tutayım» dese ertesi gün âdet görse İmam Muhammed ile İmam Züfer (Rh. Aleyhima)'e göre; bu nezir bâtıldır. Çünkü o kadın orucu caiz olmayan bir vakte izâfe etmiştir. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; bu nezir sahihtir. Çünkü orucun sahih olacağı bir vakitte yapılmıştır, orucun caiz olmayacağı bir zamana izâfe edilmemiştir. Çünkü ertesi günü kadının oruç tutması mümkündü, fakat âdet görmekle oruç tutmaktan âcizolmuştur. Şiddetli hasta olmakla âciz olmak gibi. Buna göre nezir sahih olup temizlendiği vakit onu kaza eder. Nitekim bir kadın «bir ay oruç tutmayı» nezir etse bu nezri sahih olup âdet günlerini kaza etmesi kendisine lâzım olur. Çünkü kadının bir ay âdet görmemesi caizdir. İhtiyar.

«Kınye'de zikredilmiştir ki ilh...» Nitekim Bahır'da olduğu gibi Kınye' nin ibaresi şöyledir: Bir kimse zenginlere bir altın tasaddukta bulunmayı nezretse bu nezri sahih olmaz. Ancak yolculara niyet ederse sahih olur. Çünkü yolcular yolda parasız kaldıklarında her ne kadar memleketlerinde zengin bile olsalar kendilerine zekât verilmesi caizdir.

«Bir kimse her namazdan sonra şu kadar tesbih çekmeyi nezretse ilh...» Galiba Kınye sahibinin «tesbih» ile muradı namazlardan sonra söylenen 33'er defa «Sübhanallah» «Elhamdülillah», «Allahüekber»'dir. Tağlîb için üçüne birden «tesbih» denilmiştir. Burada bunların cinsinden vâcib veya farz bulunmadığına işaret vardır. Halbuki müftabih olan kavle göre teşrik (kurban bayramı günlerinde getirilen) tekbir vâcibdir.

Kezâ: İftitah tekbiri bayram namazının tekbirleri vâciptir. Buna göre vâcib ile murad, ıstılahı vâcib olduğu için tekbir nezredildiğinde bu nezrin sahih olması lâzımdır. T.

Ben derim ki: Şârih'in zikrettiği Kınye'nin ibaresi değildir. Nitekim Bahır'da da böyledir. Kınye'nin ibaresi şöyledir: Bir kimse bunları her namazdan sonra on'ar defa dua niyetiyle demeyi nezretse bu nezri sahih olmaz.

Kezâ: Bir kimse Kur'an okumayı nezretse yine bu nezri de sahih olmaz. Kuhustânî bunun sebebini i'tikâf bahsinde «kıraat namaz için farzdır» diye açıklamıştır. Hâniyye'de «bir kimse «şu işi yaparsam Beytullah'ı tavaf edeyim, Safa île Merve arasında sa'y edeyim» yahut «Kurân-ı Kerîm okuyayım» diye nezretse kendisine bir şey lâzım gelmez» denilmiştir.

Ben derim ki: Bu meseleler müşküldür, çünkü kıraat maksud olan bir ibadettir. Bunun cinsinden vâcip vardır. Kezâ: Tavaf da maksud olan bir ibadettir. Sonra «tavafın nevileri babında tavafın beşinci nevi nezir tavafıdır ki bu tavaf vâcib bir tavaf olup hiç bir zamana mahsus değildir» diye gördüm. Buna göre tavaf etme nezredildiğinde sahih olur.

«Bir kimse Peygamberimiz (S.A.V) üzerine her gün şu kadar salavât-ı şerife getirmeye nezretse, bu nezir kendisine lâzım olur ilh...» Çünkü bunun cinsinden farz vardır. Ömürde bir defa Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine salavât-ı şerife getirmek farzdır. Mübarek ismi şerifleri her zikredildiğinde salavât-ı şerife getirmek vâcibdir. Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine salâvat-ı şerife getirmek amelî farzdır. Buna göre nezredilen şeyin cinsinden olan farzın kat'i farz olması şart değildir. T. Nezredilen şeyin cinsinden olan farzın kat'i farz olmasını şart koşanlara göre; Peygamberimiz (S.A.V.) üzerine salavât-ı şerife getirme nezredildiğinde bu nezir lâzım olmaz. T.

METİN

Bir şarta muallak olan nezirlerde tafsilat vardır; Olması istenilen bir şarta talîk edilen bir nezir, meselâ: Bir kimse «gâip olan fülan kimse gelirse» yahut «şu hastalıktan iyi olursam Allah için nezrim olsun beş gün oruç tutayım» yahut «şu kadar sadaka vereyim» deyip o şart bulunduğu takdirde yani gâip olan kimse gelir yahut hastalıktan iyi olursa beş gün oruç tutması yahut nezrettiği sadakayı vermesi icap eder. Olması istenilmeyen bir şarta bağlanmış olan bir nezre gelince, meselâ; Bir kimse «falanca kadınla zina edersem bir ay oruç tutmak nezrim olsun» deyip şart bulunduğu takdirde mezhepten muhtar olan kavle göre nezreden kimse muhayyer olup dilerse nezrini yerine getirir, dilerse yalnız yemin keffâreti verir. Çünkü bu ifade zahiri itibarî ile nezir, mânâsı itibari ile yemindir. Mükellef olan bir kimse mülkünde bulunan kölesinin âzâdını nezretse kendisine nezrini yerine getirmek lazım olur. Eğer nezrini yerine getirmezse vâcibi veya farzı terk etmesiyle günahkâr olur. Kaadının hükmü altına girmediği için kaadı onu nezrini yapması için cebredemez. Bir kimse çocuğunu boğazlamayı nezretse Hz. İbrahim (A.S.)'ın kıssasından dolayı kendisine bir koyun boğazlamak lâzım olur. İmam Ebû Yusuf ile İmam Şâfiî «çocuğun öldürülmesinin nezredilmesi ittifakla sahih olmadığı gibi bu nezirde sahih olmaz» demişlerdir.

Bir kimse intihar etmeyi yahut kölesini boğazlamayı nezretse bu nezri lağv (hükümsüz) olur. İmam Muhammed (Rh.A.) «bu nezirde de bir koyun vâcib olur» demiştir. Bir kimse babasını yahut dedesini yahut anasını boğazlamayı nezretse bu şahıslar kendinin kesbi olmadığı için nezri icmaen lağv olur. Bir kimse «ben şu hastalığımdan iyi olursam bir koyun boğazlayayım» yahut «üzerime bir koyun kesmek lâzım olsun» deyip bundan sonra o kimse iyi olsa kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü boğazlamanın cinsinden farz olmayıp, belki kurban gibi vâcib vardır. Binaenaleyh bu nezir sahih olmaz, ancak nezreden kimse bu ifadesinin üzerine «onun etini tasadduk edeyim» sözünü ziyade ederse kendisine o nezri yerine getirmek lâzım olur. Çünkü sadaka cinsinden zekât gibi farz vardır. Fetih, Bahır. Buna göre Dürer'in ibaresinde tenâkuz vardır. Minah,

Bir kimse «benim üzerime Allah için ,bir deve boğazlayıp etini tasadduk etmek nezrolsun» deyip bundan sonra onun yerine yedi koyun boğazlasa caiz olur. «Mecmuünnevazil» adlı kitabda böylece zikredilmiştir. Bunun vechi gizli değildir. Kınye'de zikredilmiştir ki; bir kimse «benden şu dert giderse benim üzerime şu kadar şey nezr olsun» dedikten sonra o dert gidip sonra yine geri gelse kendisine lâzım gelmez. Çünkü bu kimsenin muradı dert gittikten sonra bir daha geri gelmemesidir.

İZAH

«Bir şarta muallak olan nezirlerde tafsilat vardır ilh...» Bilmiş ol ki bir şarta bağlanmış olannezir meselesinde iki kavil vardır. Birincisi Zahirü'r-Rivâye kitablarında zikredilmiş olan kavildir ki: Nezir, gerek istenilen bir şarta bağlanmış olsun, meselâ: «Allah benim şu hastalığıma şifa ihsan ederse on gün oruç tutmak nezrim olsun» denilmesi gibi, gerek istenilmeyen bir şarta bağlanmış olsun, meselâ: «Ben Zeyd ile konuşursam veya şu eve girersem Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» denilmesi gibi. Bu iki surette şart bulunduğu takdirde nezredilen şeyin mutlaka yerine getirilmesi vâcib olur. İkinci kavilde tafsilât vardır. Yani: Nezir olması istenilen bir şarta bağlanmış olursa o şartın gerçekleşmesi takdirinde nezredilen şeyin yerine getirilmesi vâcib olur. Meselâ: Bir kimse «oğlum askerden gelirse Allah için nezrim olsun üç gün oruç tutayım» deyip oğlu askerden gelirse üç gün oruç tutması vâcib olur. Çünkü şart olan oğlunun askerden gelmesi, o kimsece istenilen şeydir. Eğer nezir istenilmeyen bir şarta bağlanmış olursa bunda nezreden muhayyer olup şart gerçekleşince dilerse nezrini yerine getirir, dilerse yalnız yemin keffâreti verir. Meselâ: «şu eve girersem Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» diye nezreden kimse o eve girerse muhayyer olur, dilerse bu nezrini yerine getirir. Yani bir ay oruç tutar, dilerse yemin keffâreti verir. Çünkü eve girmek şartı kendisince istenilmemiştir, bu nezir bir nevi yemin demektir. Bu ikinci kavil İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan rivayet edilmiş olup ölümünden yedi gün önce buna dönmüştür. Hidaye'de «bu İmam Muhamrrred (Rh.A.)'in kavlidir. Sahih olan da budur» denilmiştir. Muhtar, El - Mecma', Muhtasarü'n - Nikâye, Mültekâ ve diğer fıkıh kitablarının metinlerinde bu ikinci kavil tercih edilmiştir. Nevâdir'de rivayet edilen ye Muhakkıkının muhtarı da budur. İmam Şâfiî (Rh.A.)'nin mezhebi de budur. Fetih.

Bahır sahibi bunun rivayette aslının olmadığını zannedip «Nevadir'in rivayetinde; "nezreden kimse, gerek olmasını istediği bir şarta bağlamış olduğu nezir olsun gerek olmasını istemediği bir şarta bağlamış olduğu nezir olsun her iki surette de mutlaka muhayyerdir." Hulâsa'da da böyle zikredilmiştir. Fetva da bununladır.» demiştir. Halbuki bilindiği gibi Nevâdir'de rivayet edilmiş olan, zikredilen tafsilâttır. Nehir'de zikredilmiştir ki:

«Hulâsa'da olan olması istenilmeyen bir şarta bağlanmış olan nezirdir. Yoksa bir şarta bağlanmış olan nezrin iki kısmı murad edilmiş değildir.» Velhâsılı; bir şarta bağlanmış olan nezir meselesinde iki kavil vardır. Birincisi asla muhayyerlik olmayan Zahirü'r-Rivâye kitablarında zikredilmiş olan kavildir. İkincisi zikredilen tafsilâttır. Bahır sahibinin «Nevâdir'in rivayetinde mutlaka muhayyerliktir. Fetva da bununladır.» diye vehmettiği şeyin aslı yoktur. Nitekim Allâme-i Şürünbülâlî bunu, «Tuhfetün - Nıhrîr» adlı risalesinde izah etmiştir.

«Olması istenilen bir şarta talîk edilen bir nezir ilh...» Eğer nezreden fasık olup mâsiyet (günah) olan bir şartı murad edip nezri o şarta bağlasa, meselâ: «Bir kimse gizlice sevgilimi ziyaret edersem, yalın ayak Beytullah'ı ziyaret etmek nezrim olsun» deyip şart bulunduğutakdirde yani sevgilisini ziyaret edince nezri yerine getirmek kendisine vâcib olur mu? yoksa olmaz mı? Bana öyle geliyor ki; vâcib olur. Çünkü nezredilen şey taat olup onun vücubunu bir şarta bağlamıştır. Şart her ne kadar işlenmesi haram olan bir günah olsa bile bulunduğu takdirde nezredilen şeyi yerine getirmesi kendisine lâzım olur. Çünkü bu taat günahı işlemeye sevk edici değildir, bilakis günah işlemekten men edicidir, nezrin tarifi buna da şâmildir. Bundan dolayı bir kimse «falan kadınla zina edersem Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» dese bu nezri sahih olur. Fakat şart bulunduğu takdirde nezredilen şey ile yemin keffâreti arasında muhayyer olur. Çünkü o kimse olmasını istemediği bir şarta nezri bağlamış olduğu için bu nezirde bir nevi yemin mânâsı vardır. Nitekim izahı ileride gele-cektir. Fakat olmasını istediği bir şarta bağlamış olduğu nezir böyle değildir. Çünkü bunda yemin mânâsı yoktur. Buna göre yalnız nezredilen şeyin yerine getirilmesi lâzım olur.

«Çünkü bu ifade zahiri itibari ile nezirdir ilh...» Çünkü o kimse bu ifa-deyle şartın bulunmamasını kastetmiştir. İki cihetten hangisini dilerse onu yapar. Yani; dilerse nezrettiği şeyi yerine getirir, dilerse yemin keffâreti verir. Olmasını istediği bir şarta nezri bağlayan kimseye gelince bu ifadesiyle şartın bulunmasını istediği için bu ifadede yemin mânâsı yoktur. Zira bu kimsenin maksadı, şart kıldığı şeyin gerçekleşmesini arzu etmektir. Dürer.

«Bir kimse çocuğunu boğazlamayı nezretse ilh...» Bu ifadeyle nezreden kimsenin harem-i şerifte veya harem-i şerifin dışında bayram günlerinde bir koç boğazlaması vacib olur. Rivayetlerin çoğunda bu ifadeyle nezrin sahih olması için nezreden kimsenin «Hz. İbrahim Halîlullâh'ın makamında» veya «Mekke'de» sözünü söylemesi şarttır. İmam-ı Azam'dan bir rivayete göre şart değildir. Kâfî, Mecma şerhi, Dürerü'l-Bihâr şerhi.

İhtiyar adlı kitabda zikredilmiştir ki: Bir kimse çocuğunu boğazlamayı veya kesmeyi nezretse İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göre; kendisine bir koyun boğazlaması lâzım gelir. Kezâ: Bir kimse intihar etmeyi veya kölesini boğazlamayı nezretse İmam Muhamed (Rh. A.)'e göre; yine kendisine bir koyun boğazlaması lazım gelir. Bir kimse babasını, anasını boğazlamayı nezretse bu husustu İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan iki rivayet vardır. Esah olan rivayete göre bu nezir sahih olmaz. İmam Ebû Yusuf ile İmam Züfer (Rh. Aleyhima) «bu nezirler günahla nezir olduklarından dolayı sahih olmaz» demişlerdir. İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'in çocuğun nezredilmesinin sahih olmasında delilleri Hz. Ali (R.A.), İbn-i Abbas (R.A.) ve diğer Sahabe-i Kiram'dan bir cemaatin mezhebidir. Bu gibi meselelerin kıyas ile bilinmesi mümkün olamayacağından Peygamberimîz (S.A.V.)'den işitmiş olacaklardır. Çünkü çocuğu boğazlamayı vâcib kılmak bir koyun boğazlamayı vâcip kılmaktan ibarettir. Hatta bir kimse Mekke-i Mükerreme'de çocuğunu boğazlamayı nezretse harem-i şerifte bir koyun boğazlamak kendisine vâcib olur. Çünkü Allahü Teâlâ Hz. İbrahim Halîlullâh üzerine çocuğunu boğazlamayı vâcip kılmış, sonra

(Saffât sûresi; âyet: 105)

«Biz ona: "Ya İbrahim, rüyâna sadâkat gösterdin."» ( En - Nahl sûresi; âyet: 123 ) buyurup bir koç kesmesini emretmiştir. Binaenaleyh bizim şeriatımızda da böyle olur. Bunun böyle olması ya Allahü Teâlâ'nın:

«Sonra (Habibim) sana: «Muvahhid bir Müslüman olarak İbrahimin dinine uy. O, hiçbir zaman müşriklerden olmadı» diye vahyetdik.» Kavl-i kerimi bulunduğu için veya bizden öncekilerin şeriatının neshedilmiş olduğu sâbit olmadıkça bize de şeriat olarak lâzım olduğu içindir.

Çocuğunu kurban etmeyi nezretmenin bir çok benzerleri vardır: Beytullâh'a yürüyerek gitmeyi nezretmek, hac veya umre yapmaktan ibarettir. (Beytullâh'da kesilmek üzere gönderilen kurban) vâcip kılmak, bir koyun vâcib kılmaktan ibarettir. Çocuğun boğazlanmasının nezri, koyun kesmekten ibaret olunca günah olmaz. Bilâkis kurbet olur. Hatta meşayıhtan İsbicâbî ve diğerleri «çocuğunu boğazlamayı nezreden kimse çocuğun bizzat kendisini boğazlamayı murad edip ve bunun günah olduğunu bilirse bu nezri sahih olmaz» demişlerdir.

Şehy-i fâni (çok yaşlı kimse) hakkında oruç günahtır. Çünkü oruç onu helâke götürür. Bununla beraber oruç tutmayı nezretse bu nezri sahih olup kendisine orucun fidyesi vâcib olur. Zira şeyh-i fâni oruç tutmayı nezretmekle fidyeyi kabul etmiş olur. İmam Muhammed'e göre; bir kimsenin kendi nefsi ve kölesi üzerine olan velâyeti, çocuğu üzerine olan velâyetinin üstündedir. Bu itibarla kendi nefsini veya kölesini boğazlamayı nezretse bu nezri sahih olup çocuğun nezrinde olduğu gibi kendi üzerine bir koyun boğazlamak lâzım gelir. İmam-ı Azam «çocuğun boğazlanması nezredildiğinde bu nezrin sahih olup çocuğun yerine koyun kurban edilmesinin vâcib olması kıyasın hilâfına olup Hz. İbrahim Halilullâh'ın kıssasıyla bilinmektedir. Bu kıssa çocuğun boğazlanması hakkında varid olmuştur. Buna göre yalnız çocuğun boğazlanması nezredildiğinde koyun boğazlamak vâcib olur. Fakat bir kimse kendi nefsini, kölesini, anasını, babasını veya dedesini boğazlamayı nezrettiği takdirde bu nezri sahih olmaz» demiştir. Hatta bir kimse çocuğunu «katil» lâfzıyla nezretse ittifakta kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü âyet-i kerime "boğazlama" lâfzıyla varid olmuştur. Bir kimse «nahr» (deve boğazlama) lâfzıyla çocuğunu nezretse, bu nezri de sahih olup kendisine bir koyun kesmek lâzım olur. Fakat katil lâfzıyla nezirde bulunsa, bu nezri sahih olmaz. Çünkü «zebh» (kesmek), «nahr» (deveyi göğsünden boğazlama) lâfızları Kuran-ı Kerim'de kurbet ve ibadet olarak varid olmuşlardır. Fakat "katıl" lâfzı ise Kuran-ıKerim'de ukubet, intikâm ve nehy olarak varid olmuştur. Bundan dolayı bir kimse «katil» lâfzıyla koyun boğazlamayı nezretse, bu nezri sahih olmaz.

«Boğazlamanın cinsinden farz olmayıp, belki kurban gibi vâcib vardır ilh...» Bu, Bahır sahibinin açıkladığı sebebtir. Fakat Hâniyye'de olan buna münâfidir. Şöyle ki: Bir kimse "ben şu hastalığımdan iyi olursam, bir koyun boğazlayayım" deyip sonra iyi olsa kendisine bir şey lâzım gelmez. Ancak «ben şu hastalığımdan iyi olursam, Allah için bir koyun boğazlamak nezrim olsun» deyip sonra iyi olsa, kendine bir koyun boğazlamak vacib olur. Bu, Dürer'in metninin ibaresidir. Şerhinde bunun sebebini şu kavliyle açıklamıştır. Çünkü nezrin lazım olması ancak nezreden kimse ifadesinde «nezir» lâfzını kullandığında lâzım olur. Bu ifadelerin birincisinde nezir lâfzı bulunmayıp, ikincisinde bulunmaktadır. Buna göre «ben şu hastalığımdan iyi olursam, bir koyun boğazlayayım» ifadesindeki «bir koyun boğazlayayım» lâfzı nezre delâlet eden sıyga olmadığı için bu ifade nezir olmayıp bir vaattir. Bezzaziye'de zikredilen de bunu te'yid eder. Şöyle ki: Bir kimse «oğlum şu felaketten kurtulursa yaşadığım müddetçe oruç tutayım» deyip sonra çocuğu kurtulsa bu bir vaat olduğu için kendisine bir şey lâzım gelmez. Fakat yine Bezzaziye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu hastalığımdan sıhhat ve afiyete kavuşursam bir ay oruç tutayım» dese «Allah için bir ay oruç tutmak nezrim olsun» demedikçe o hastalık dan iyi olunca bir ay oruç tutma kendisine vâcib olmaz, Fakat istihsana göre; bir ay oruç tutmak kendisine vâcib olur. Bir kimse «ben şu işi yaparsam hac edeyim» deyip sonra o işi yapsa kendisine hac vâcib olur. Bundan anlaşıldı ki Dürer'in «vâcib olmaz» demesi kıyasa göredir, istihsana göre değildir. Çünkü istihsana göre bu ifadelerle nezir sahihtir.

Musannıfın «"şu hastalığımdan iyi olursam bir koyun boğazlayayım" yahut "üzerime bir koyun kesmek lâzım olsun" diyen kimseye bir şey lâzım gelmez» kavli de kıyasa göredir.

Bir kimse on kurban kesmeyi nezretse kendisine iki kurban kesmek lâzım olur. Çünkü on kurban kesmeyi nezreden kimseye iki kurban kesmesi lâzımdır diye emir bulunmaktadır. Vehbâniyye şerhinde «esah olan kavle göre on kurban kesmesi vâcibdir. Çünkü cinsinden vâcib bulunan şeyi Allah için kendi üzerine vâcib kılmıştır» denilmektedir. Şârih burada Musannıf'dan nakletmiştir ki: Nezredilen şeyin cinsinden gerek i'tikâdi vâcib ve gerekse ıstılahi vâcib bulunduğu takdirde nezir lâzımdır. Bununla mâlum oldu ki esah olan kavle göre; «nezredilen şeyin cinsinden bir vâcib bulunmalıdır» ifadesindeki «vâcib» ile hem farz hem de ıstılahı vâcib murad edilmiştir. Yoksa yalnız farz murad edilmiş değildir.

«Dürer'in ibaresinde tenâkuz vardır ilh...» Yani: Dürer sahibi «önce nezredilen şeyin cinsinden bir farzın bulunması şarttır» deyip bundan sonra «şu hastalığımdan iyi olursam Allah için bir koyun kesmek nezrim olsun» diyen kimsenin nezri sahihtir diye hükmetmiş. Halbuki koyun kesmenin cinsinden farz yoktur, belki vâcib vardır. Tahtâvî sahibi «Dürer sahibi «farz» ile vâcibe şâmil olan farzı murad etmiştir» diye cevap vermiştir.

«Bunun vechi gizli değildir ilh...» Yani kurbanda ve hedy (Beytullâh'da kesilmek üzere gönderilen kurban) de yedi koyun bir deve yerine geçer.

METİN

Bir kimse Mekke-i Mükerreme fakirlerine diye bir şey nezredip o nezrettiği şeyi başka yerin fakirlerine verse caiz olur. Oruç bahsinde takrir ve izah edilmiştir ki: Bir şarta bağlanmış olmayan nezir (yani mutlak bir nezir) bir şeye mahsus olmaz. Bir kimse on dirhem kıymetinde olan bir buğday ekmeğini tasadduk etmeyi nezredip sonra ekmekten başka bir şey mesela; pirinç veya et tasadduk etse eğer bu tasadduk etse bu tasadduk ettiği şey on dirhem kıymetinde olursa caiz olur.

Para fakirler hakkında daha menfaatli olduğu için ekmeğin parasını tasadduk etse yine caiz olur.

Bir kimse muayyen bir ayın orucunu nezretse kendisine o ayı arka arkaya oruçlu geçirmesi lazım olur. Fakat o aydan bir gün oruç tutmasa her ne kadar o ayın nezrederken arka arkaya tutacağım demiş de olsa yalnız o günü kaza eder. Ay muayyen olduğu için o ayın orucunu yeni baştan tutması lazım gelmez.

Bir kimse ebedi ömrü oldukça oruç tutmayı nezredip sonra bir kimse malından hemen bin dirhem tasadduk etmeyi nezretse halbuki malik olduğu mal binden az olsa kendisine ancak malik olduğu şeyi tasadduk etmesi lazım gelir. Muhtar olan kavilde budur. Çünkü malik olmadığı şeyde nezir, mülke veya mülkün sebebine izafe edilmediği için sahih değildir. Nitekim bir kimse «malım yoksullara sadaka olsun» dese halbuki kendisinin hiç malı bulunmasa ittifakla bu nezri sahih olmaz.

Bir kimse «Perşembe günü şu yüz dirhemi Zeyd'e tasadduk edeyim» diye nezredip perşembeden önce başka bir yüz dirhemi başka bir fakire tasadduk etse caiz olur. Çünkü mutlak bir nezir, muayyen olsa bile zamana, mekana, muayyen paraya ve muayyen fakire muhtas olamayacağı yukarda geçmiştir.

Bir kimse «benim üzerime nezir lazım olsun» deyip bu ifadesinin üzerine hac, namaz, oruç gibi bir şey ziyade etmediği halde, bir şeye niyet de etmese kendisine ancak yemin keffareti lazım olur. Eğer bu ifadesiyle tutacağı günlerin adedini zikretmeksizin oruca niyet etse kendisine üç gün oruç tutması lazım olur. Eğer bu ifadesiyle sadakaya niyet ederse, fıtra gibi on yoksula it'am eder.

Bir kimse otuz hac nezretse ömrü miktarınca kendisine hac lazım olur. Bir kimse yeminine «inşaallah: Allah dilerse» lafzını eklerse yemin etmiş olur. İstisna ihbar sıygasıyla olursagerek ibadet ve gerekse muamele kabilinden olsun yapılması lisana bağlı bulunan herhangi bir ifadenin peşinden susmadan hemen «inşaallah» lafzı söylenirse, bu «inşaallah» lâfzı o ifadenin hükmünü iptal eder. Meselâ: Bir kimse «Allah'a yemin ederim ki, cuma günü inşaallah şu işi yapacağım» diye yemin etse yahut «şu hastalıktan iyi olursam inşaallah üç gün oruç tutayım» diye nezretse de cuma günü o işi yapmasa yahut hastalıktan iyi olduğu halde oruç tutmasa yemini bozulmaz ve günahkâr olmaz. Çünkü bu halde o işin yapılması veya orucun tutulması Allah'ü Teâlâ'nın dilemesine bağlanmıştır. Allahü Teâlâ'nın her hangi bir şeyi dileyip dilemediği ise o şey olmadan önce bizce bilinmemektedir. Eğer istisna yani «inşaallah» lâfzı emir veya nehiy sıygalarıyla olursa meselâ; Bir kimse vârislerine «benim ölümümden sonra inşaallah kölemi âzâd ediniz» yahut vekiline «şu köle-mi inşaallah sat» yahut «şu köleyi fülan kimseye inşaallah satma» dese bu nevi istisnalar sahih olmaz, yani köle âzâd edilmiş olur. Vekili kölesini satmayabilir ve satma dediği kimseye satabilir.

Niyet gibi yapılması kalbe bağlı bulunan şeylerde istisna sahih değildir. Nitekim oruç bahsinde geçmiştir.

İZAH

«Oruç bahsinde takrir ve izah edilmiştir ki ilh...» Yani oruç bahsinin sonunda i'tikâfdan önce izah edilmiştir. Oradaki ibare metinle beraber şöyledir: İ'tikâf, hac, namaz ve oruç gibi mutlak bir nezir, muayyen olsa bile zamana, mekana, muayyen paraya, muayyen fakire mahsus olmaz. Buna göre bir kimse «cuma günü şu parayı Mekke-i Mükerreme'de fülan fakire tasadduk edeyim» diye nezrettiği halde buna muhalif olarak başka bir günde o miktarda başka bir parayı başka bir şehirde başka bir fakire tasadduk etse nezrini yerine getirmiş olur. Kezâ: Cuma gününden önce nezrini yerine getirse caiz olur.

Bir kimse muayyen bir ayda meselâ; Receb-i şerifde i'tikâfa girmeyi nezredip Recep ayından önce rebiu'l-ahirde i'tikâfa girse veya recep ayından oruç tutmayı nezredip rebiu'l-ahirde oruç tutsa sahih olur. Kezâ: Bir kimse «falan sene hac edeyim» deyip o sene gelmeden hacca gitse caiz olur, kezâ; «fûlanca gün namaz kılayım» diye nezreden kimse o gün gelmeden evvel namaz kılsa nezrini yerine getirmiş olur. Çünkü bu ibadetler, sebebleri olan nezir bulunduktan sonra yapılmıştır. Buna göre nezirde «muayen» lâfzı hükümsüz olup mutlak olarak «nezir» ifadesi kalmış olur. Fakat bir şarta bağlanmış olan bir nezir o şart bulunmadan önce yapılması caiz olmaz.

Ben derim ki: Mutlak bir nezir ile bir şarta bağlanmış olan bir nezir arasındaki fark-usulde izah edildiği üzere- bir şarta bağlanmış nezir derhal sebep olarak münakid olmayıp belki şart bulunduğunda münakid olmuş olur. Eğer bir şarta bağlanmış olan bir nezir, şart bulunmadan evvel eda edilse sebebi bulunmadan önce eda edilmiş olur, bu ise sahihdeğildir. Bundan anlaşıldı ki bir şarta bağlanmış olan bir nezir şart bulunmadan önce eda edilmemesine bakılırsa bu nezirde zaman taayün etmiş olur. Fakat şart bulunduktan sonra nezir eda edilmezse herhangi bir günde eda edilebilir. Kezâ; yine bundan anlaşıldı ki bir şarta bağlanmak suretiyle yapılan bir nezirde de şart bulunduktan sonra zamanın, mekanın, paranın ve fakirin tayin edilmesi hükümsüzdür. Çünkü nezrin bir şarta bağlanması yalnız sebebin münakid olmasında tesir eder, bundan dolayı şart bulunmadan önce nezrin yerine getirilmesi caiz değildir.

Fakirin tayin edilmesi hükümsüz olduğu gibi sayısının da tayin edilmesi hükümsüzdür. Meselâ; bir kimse «kızımı evlendirirsem malımdan her yoksula bir dirhem sadaka vermek üzere bin dirhem nezrim olsun» deyip kızını evlendirdikten sonra bin dirhemi birden bir fakire verse caiz olur.

Tenbih: Nezir, belirli zamana, belirli mekana, belirli paraya, belirli fakire mahsus olmaz. Çünkü nezir kurbet ve ibadet olması itibariyle kabul edilmiştir. Bundan dolayı nezirde zamanın, mekanın, paranın, fakirin tayin edilmesinin tesiri yoktur. Meselâ; bir kimse Kabe-i Muazzama'da iki rekât namaz kılmayı nezredip bu iki rekât namazı şeref itibarîyle Kabe-i Muazzama'dan daha az bir mescidde eda etse, nezrini yerine getirmiş olur. Çünkü bir mekanı ibadet ve taat için tayin etmek şeriatın hakkıdır, kulun bir mekanı ibadet ve taat için tayin ve tahsis etme hakkı yoktur. Yalnız hedyin nezrinde mekan ve kurbanın nezrinde zaman tayin ve tahsis edilmiştir. Çünkü hedy ile kurbandan her biri mahsus ve muayyen şeyin ismidir.

Hedy: Harem-i şerifde kesilmek üzere gönderilen kurbanın ismidir. Kurban ise, bayram günlerinde kesilen hayvanın ismidir. Eğer hedy Harem-i şerif'de kesilmezse «hedy» ismi; kurban, bayram günlerinde kesilmezse «kurban» ismi bulunmamış olur.

«Her ne kadar o ayın orucunu nezrederken arka arkaya tutacağım demiş de olsa ilh...» Çünkü muayyen bir ayda peşi peşine oruç tutmayı şart kılmak hükümsüzdür. Zaten günler peşi peşine geldiği için kendiliğinden günler arka arkaya gelmektedir. Fakat nezredilen ay muayyen olmazsa nezreden kimse dilerse bir ayı arka arkaya oruçlu geçirir, dilerse ayrı ayrı aylarda bir ay orucu tamamlar. Ancak muayyen olmayan bir ayın peşi peşine oruç tutulması şart kılınıp da oruç tuttuğu aydan bir gün yese isterse bu yemiş olduğu gün oruç tutulması yasak olan günler olsa bile yeni baştan bir ay oruç tutması vâcib olur.

Fidyesini verir ilh...» Yani buğdaydan yarım sâ', arpadan bir sâ' verir, eğer fidye vermeğe gücü yetmezse Allahü Teâlâ'ya tevbe ve istiğfar da bulunur.

«Kendisine ancak mâlik olduğu şeyi tasadduk etmesi lâzım gelir ilh...» Eğer bin dirhem nezreden kimsenin yanında yüz dirhem kıymetinde ticaret eşyası veya hizmetçisi bulunsabunları satıp tasadduk eder. Bunlar on dirhem kıymetinde olsa satıp on dirhemi tasadduk eder. Hiçbir şeye mâlik olmasa kendisine bir şey lâzım gelmez. Bir kimse bin defa hac etmeyi nezretse yaşadığı müddetçe her sene hac eder. Bu Hâniyye'den naklen Şürünbülali'de zikredilmiştir. Böyle nezreden kimsenin alacağı olsa bu alacağı nezrine dahil olur mu? Malının üçte birini vasiyet ettiğinde alacak vasiyette dahil olduğu gibi. Açık olan sebebe göre dahil olmaz. Çünkü alacak alınmadan önce onun mülkü değildir, alınınca nezirden sonra yeni mülk olmuş olur. Malın üçte birini vasiyette ise ölürken mevcut olan mal itibar edilir. Teemmül et! Fakat şirket bahsinin evvelinde gelecektir ki hak olan olacağı mal, nezreden kimsenin mülkü olmasıdır.

«Çünkü mâlik olmadığı şeyde nezir, mülke veya mülkün sebebine izâfe edilmediği için sahih değildir ilh...» Yani nezrin sahih olması için nezredilen şey, nezreden kimsenin mülkü veya mülkün sebebine izâfe edilmiş olması şarttır. Meselâ: Bir kimse bir köleye hitaben: «Ben seni satın alırsam Allah için seni âzâd etmek nezrim olsun» deyip sonra o köleyi satın alsa âzâd olur. Çünkü âzâd etmeyi mülkün sebebine izâfe etmiştir. T.

«Eğer bu ifadesiyle tutacağı günlerin âdedini zikretmeksizin oruca niyet etse kendisine üç gün oruç tutması lâzım olur. ilh...» Eğer bu ifadesiyle hac, umre gibi bir şeye niyet ederse niyet ettiği şey kendisine lâzım gelir. Nitekim Hâkim'in Kâfî'sinde de böyle zikredilmiştir. Oruca niyet ederse kendisine üç gün oruç tutması lâzım olur. Çünkü kulun kendi üzerine vâcib kılması Allahü Teâlâ'nın vâcib kılmasıyla itibar edilmiştir. Allahü Teâlâ'nın en az vâcib kıldığı oruç, yemin keffâretinde üç gündür. Bu, Valvâlciye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.

«Fıtra gibi ilh...» Yani: Her yoksula yarım sâ' buğday verir. Kezâ: Bir kimse «Allah için bir fakire it'am etmek nezrim olsun» dese istihsanen yarım sâ' buğday vermesi lâzım olur. «Allah için yoksullara it'am etmek nezrim olsun» dese istihsanen yarım sâ' buğday vermesi lâzım olur. «Allah için yoksullara it'am etmek nezrim olsun» dese İmam-ı Azam'a göre; on fıtır sadakası vermesi lâzım olur. Fetih.

«Bir kimse otuz hac nezretse ömrü miktarınca kendisine hac lâzım olur ilh...» Haccın menâsiki bahsinde o kimseye otuz haccın hepsi lâzım olur. Yaşadığı müddetçe hac eder, geri kalanı da vasiyet eder. Hâniyye, Sırâciyye.

«Bir kimse yeminine "inşaallah: Allah dilerse" lâfzını eklerse yemin etmemiş olur ilh...» Yeminin olmaması için «inşaallâh» lâfzını yeminden sonra susmadan hemen söylenmesi şarttır. Eğer yemin edilip biraz durulduktan sonra «inşaallâh» lâfzı söylenirse yemin bozulmaz. İbn-i Abbas (R.A.)'den «munfasıl istisnanın altı aya kadar caiz olacağı» rivayet edilmiştir. Munfasıl istisnanın cevazına kâil olmak bütün şer'i akidleri lâzım olmaktan çıkarır. Hatta bir kimse zevcesini üç talâkla boşadığı takdirde birinci kocaya helâl olsun diye ikincikocaya ihtiyaç olmaz. Çünkü üç talâkla zevcesini boşayan, istisna (inşaallâh) ile boşamasını iptal eder.

«Nitekim oruç bahsinde geçmiştir ilh...» Meselâ: Bir kimse «yarının orucuna inşaallâh niyet ettim» dese niyeti bozulmaz. Çünkü burada «inşaallâh» lâfzı oruç da muvaffak olmayı istemek içindir. Yoksa istisna için değildir. Hatta «niyet lisana bağlı bulunan şeylerden olmadığı için istisna ile bozulmaz» denilmiştir. Bu Ebussuûd'dan naklen Tahtavi'de zikredilmiştir. Vallâhu Sübhânehû ve teâlâ a'lem.

 

 

GİRME, ÇIKMA, OTURMA, GELME, BİNME VE BUNLARA BENZER SÖZLERLE YAPILAN YEMİNİN HÜKÜMLERİ BÂBI

 

METİN

Yeminler hakkında asıl ve tafsilâtın beyanı şöyledir: İmam Şâfii'ye göre, yeminler lûgattaki gerçek mânâları üzerine kurulmuştur.

İmam Malik'e göre, Kur'an-ı Kerim'de kullanılan kelimeler nazarı itibare alınmıştır.

İmam Ahmet İbn-i Hanbel'e göre, mutlak surette niyete bakılır. Biz Hanefilere göre, örf ve âdet üzerine kurulmuştur. Ancak yemin eden kimse yemin ettiği lâfzın muhtemel olduğu mânâya niyet ederse her ne kadar örf onun hilâfına ise de buna göre niyet ettiği mânâ murad olur. Binaenaleyh «ben ev yıkmam» diye yemin eden kimse örümcek ağını yıkmasıyla yemini bozulmuş olmaz. Ancak yemininde ona niyet etmişse onu yıkmasıyla da yemini bozulmuş olur. Fetih.

Yeminler, lâfızlar (sözler) üzerine kurulmuştur, yoksa ağraz ki; lâfızların mânâsından olmayan maksatlar ve niyetler üzerine kurulmuş değildir. Belki muteber olan örfi mânâsı murad olan lâfızlardır. Binaenaleyh bir kimse başka bir şahsa kızıp onun için fels (bakır para) le birşey satın almamaya yemin etse sonra o şahıs için bir veya daha fazla dirhemle birşey satın alsa o kimsenin yemini bozulmuş olmaz.

Bir kimse «kapıdan çıkmayacağına» yahut «bir şahsı kamçılarla dövmeyeceğine» yahut «bir şahsa bugün bin dirhem gıdâ ve infak edeceğine» yemin edip sonra tavandan çıksa, bir kamçı ile dövse, bîn dirheme satın aldığı ekmeği gıdâ ve infak etse, yemini bozulmuş olmaz. Çünkü itibar, lâfzın umumuna olup maksat ve niyetin umumuna değildir; Ancak bazı meselelerde maksat ve niyete itibar edilir. Meselâ, bir kimse «bir şeyi on dirheme, satın almam» diye yemin edip sonra onu onbir dirheme satın alsa yemini bozulmuş olur. Fakat «birşeyi on dirheme satmayacağım» diye yemin edilip onbir dirheme satılsa yemin bozulmuş olmaz.

İZAH

«Biz Hanefilere göre örf ve âdet üzere kurulmuştur ilh...» Çünkü konuşan bir kimse örf ve ödet olan sözle konuşur, yani lâfızların örfde kendileri için konulduğu mânâyı murad eder. Fetih.

«Örümcek ağını yıkmasıyla yemini bozulmuş olmaz ilh...» Zahire sahibi ile İmam Mergınânî «örümcek ağını yıkmasıyla yemini bozulur» demişlerdir. Meşayıhdan bazıları «bu hatadır» diye hükmetmiştir. Meşayıhdan bazıları da «kelâmın gerçek mânâsıyla amel etmek mümkün olmadığı takdirde, kelâm, örf ve âdet üzerine hamledilir» diye kayıtlamışlardır. Buna göre bir kelâmın bir lûgavî, bir de örfi mânâsı vardır. Bir kelâm ile örf ehli konuşsa bile lûgavî mânâsı itibar edilir. Bu ise «yeminler örf ve âdete hamledilir» kaidesini yıkar. Halbuki konuşan kimseancak örfte konuşulan kelâm ile konuşur, bu örf gerek lügat ehlinin örfü olsun, gerek başkalarının, örfü olsun. Evet, bir kelâm lügat ile örf arasında ortak olursa lügat örf olmak şartıyla itibar edilir. Fakat burada yani «ben ev yıkmam» ifadesindekî «ev» lâfzıyla Umum mânâsı niyet edilirse örümcek ağı yıkılmasıyla da yemin bozulur. Ev lâfzının umum mânâsı niyet edilmezse örümcek ağının yıkılmasıyla yemin bozulmaz. Çünkü «ev» lâfzı söylendiğinde örfteki yani dört duvar ile tavandan ibaret olan ev murat edilir. Bundan anlaşıldı ki bizim «kelâm, örf ve âdete hamledilir.» ile muradımız niyet eden kimsenin lâfzın muhtemel olduğu mânâya niyet etmediği takdirdedir. Eğer yemin eden kimse bir şeye niyet edip lâfzın da niyet ettiği şeye ihtimali olursa lâfız itibariyle yemin yapılmış olur. Fetih, Bahır.

«Yeminler, lâfızlar (sözler) üzerine kurulmuştur ilh...» Yani: Yeminler örfî lâfızlar üzerine kurulmuştur. Lügat örfî üzerine veya Kur'ân-ı Kerîm örfî üzerine kurulmuş değildirler.

Bir kimse «hayvana binmeyeceğim» veya «kazık üzerine oturmayacağım» diye yemin edip sonra bir insana binse veya bir dağ üstünde otursa her ne kadar lügat örfünde insana hayvan, Kur'ân-ı Kerîm'de dağa kazık dense bile yemini bozulmuş olmaz.

Bir kimse «baş yemeyeceğine dair» yemin etse, örfte «baş» fırında kızartılan sokaklarda satılan başın ismidir ki koyun başı olup serçe, çekirge gibi hayvanların başlarına şâmil olmadığından bu yemini bulunduğu şehirde satılan başlara hamledilir. Bilmiş ol ki bir kimse «falan şahıs için fels (bakır para) ile bir şey satın almayacağım» diye yemin edip sonra onun için dirhemle bir şey satın alsa yemini bozulmuş olmaz. Çünkü «fels»in mânâsı lügatta da örfte de bir olup bakır paradır. Buna göre fels mahsus ve malum bir paranın ismi olup dirhem ve dinara şâmil olmaz. Velhasılı yeminlerde asıl ve muteber olan örfî lâfızlardır. Yemin edenin maksat ve niyeti, lâfzın mânâsından olursa itibar edilir. Eğer lâfız üzerine ziyade olursa itibar edilmez. Nitekim geçen meselede olduğu gibi. Yani bir kimse «falan şahıs için felsle bir şey satın almayacağım» diye yapmış olduğu yeminde maksatı ve niyeti fels, dirhem, dinar ve diğer paralarla bir şey satın almamak olsa bale dirhem ve dinar ile o şahıs için bir şey satın aldığında yemini bozulmaz. Çünkü dirhem ve dinar «fels» lâfzının mânâsında dahil değildirler. Buna göre «fels» lâfzı ile dirhem ve dinarı murat etmek sahih olmaz. Kezâ: Bir kimse «kapıdan çıkmayacağım» diye yemin edip sonra tavandan çıksa, her ne kadar evde kalmayı ve tavandan veya pencereden çıkmamayı niyet etse bile yemini bozulmaz. Çünkü tavan, «kapı» lâfzının mânâsında dahil değildir.

Bir kimse «falanca şahsı kamçı ile dövmeyeceğim» diye yemin ettikten sonra değnek ile dövse niyeti her ne kadar o şahsı değnek ve başka bir âletle dövüp acıtmamak olsa bile yemini bozulmaz. Çünkü «değnek» zikredilmemiştir. Kezâ: Bir kimse «bugün falanca şahsa bin dirhem gıda ve infak edeceğim» diye yemin ettikten sonra bin dirhem ile satın aldığıekmeği ona verse niyeti her ne kadar kıymeti çok olan şeyi ona infak etmek olsa bile yemini bozulmuş olmaz.

Bir kimse «bu şeyi on dirheme satın almam» diye yemin ettikten sonra onu onbir dirheme satın alsa yemini bozulur. Çünkü o kimsenin niyeti ve maksadı o şeyi on dirheme ve ondan ziyadeye satın almam demek olduğu için niyet ve maksadına itibar edilmiştir. Fakat bir kimse «ben şu şeyi on dirheme satmam» diye yemin edip onbir dirheme satsa yemini bozulmaz. Bunda dört mesele vardır. Birincisi bir kimse «ben şu şeyi on dirheme satın almam» deyip on bir dirheme satın alsa yemini bozulur. Nitekim bir kimse «ben şu hâneye girmem» diye yemin ettikten sonra hem o hâneye hem de başka hâneye girse yemini bozulur. İkincisi bir kimse «ben şu şeyi on dirheme satmam» diye yemin ettikten sonra onbir dirheme satsa yemini bozulmaz. Çünkü bu kimsenin niyet ve maksadı on dirhem üzerine ziyade olmasıdır. Bu da hâsıl olmuştur. Üçüncüsü «ben bu şeyi on dirheme satın almam» diye yemin eden kimse dokuz dirheme satın alsa yemini bozulmaz. Çünkü on dirheme satın almamıştır. Dördüncüsü «bu şeyi on dirheme satmam» diye yemin eden kimse dokuz dirheme satsa yine yemini bozulmaz. Çünkü bu kimsenin niyet ve maksadı on dirhemden ziyadeye satmak, dokuz ve daha az dirheme satmamak idi. Fakat dokuz dirhem «on dirhem» lâfzının mânâsında dahil değildir. Zira o kimse ancak on dirheme satmayacağını söylemiştir, on dirhem ise dokuz dirheme ad olmaz. Niyet ve maksad bir lâfzı tahsis etmeye elverişlidir. Yoksa lâfzın üzerine başka bir şeyi ziyade etmeğe elverişli değildir. Nitekim yukarda geçmiştir. Bu izahdan anlaşıldı ki «yeminlerde asil olan, örfe bağlı olmasıdır» kaidesinin mânâsı -her ne kadar tâfzın lügattaki veya şeriattaki mânâsı örfteki mânâsından daha umum olsa bile- söylenen lâfızdan örfde kasdedilen mânânın muteber olmasıdır, yoksa lâfızların mânasından olmayan maksatlar ve niyetler muteber değildir.

METİN

«Ben eve girmeyeceğim» diye yemin eden kimse Kâbe-i Muazzama'ya yahut mescide yahut hıristiyanların kilisesine yahut yahudilerin havrasına yahut kapı aralığına yahut evin kapısı önünde olan gölgeliğe girse yemini bozulmaz. Çünkü bunlar örfte yatmak için hazırlanmış değildirler. Eğer kapı aralığı ile evin kapısı önünde olan gölgelik yatmaya elverişli olmadıkları takdirde yemini bozulmaz. Bundan dolayı mezhebten muhtar olan kavle göre; her ne kadar tavanı olmasa bile gerek dört duvarlı olsun gerek üç duvarlı olsun evin sofasına girerse yemini bozulur. Çünkü sofada yazın yatılır.

«Bir dâr (haney) e girmeyeceğim» diyen kimse kendisinde yapı olmayıp harâb olan bir hâneye girse yemini bozulmaz. Fakat «şu dâr (haney) e girmeyeceğim» diye yemin eden kimse, her ne kadar yapı eseri kalmayıp arsa olduktan sonra yahut binası yıkılıp yerinebaşka bir hâne yapıldıktan sonra girse yemini bozulur. Çünkü dâr (hane) arsanın ismidir. Arsa üzerindeki bina ise vasıfdır. Sıfat ancak nekre (belirsiz) olan kelimede itibar edilir, yani sıfat nekre olan kelimeyi marife (belirli) kılar.

Muayyen olan kelimede sıfat itibar olunmaz. Çünkü «hazırda vasıf hükümsüzdür, gaipde ise muteberdir» ifadesi usûlcüler arasında meşhurdur. Buna göre, yemin eden kimse «ben şu dâr (haney) e girmem» diye yemin ettiğinde sanki «şu arsaya girmem» diye yemin etmiş olur. Bu takdirde hanelik vasfı işaret ismiyle olan yeminde hükümsüzdür. gerek o arsa üzerinde hane olsun, gerek bozulup harab olsun arsasına girdiğinde yemini bozulur. Ancak sıfat şart olup meselâ; bir kimse zevcesine «sen binekli olarak şu eve girersen boş ol» demesi gibi olursa muayyende de sıfat itibar olunur. Çünkü «eve binekli olarak girmek» şart olarak zikredilmiştir. Buna göre kadın yaya olarak o eve girse boş olmaz, yahut yemin edenin yeminini gerektiren, mesela; «vallâhi ben şu yaş hurmadan yemeyeceğim» demesi gibi sıfat, yemin etmeye sevk edici olursa muayyen kelime sıfatla takyid olunur. Buna göre o yaş hurmayı, kuru hurma olduktan sonra yese yemini bozulmaz. Çünkü yaş hurmayı yemek zararlı olabilir. Eğer «şu haneye girmeyeceğim» diye yemin ettiği hane yıkılıp bahçe. yahut mescit. yahut hamam, yahut oda, yahut üzerine su galip olup ırmak olduktan sonra o yere girse yemini bozulmaz. Bunlar da yıkılıp oraya başka bir hane yapıldıktan sonra girse yine yemini bozulmaz. Çünkü her ne kadar yeni bir bina yapılmakla hane ismi avdet etse bile, birinci hanenin yıkılmasıyla üzerine yemin edilen hanenin ismi zail olmuştur. Fakat ikinci hane başka bir sıfat ile olduğu için üzerine yemin edilmiş hane olmamış olur.

Nitekim «ben şu odaya girmeyeceğim» diyen kimse orası yıkılıp arsa olduktan sonra yahut yıkılan odanın enkazıyla olsa da başka bir oda yapıldıktan sonra girse yemini bozulmaz. Çünkü üzerine yemin ettiği odanın ismi zâil olmuştur. Kezâ: «Ben odaya girmem» diyen kimse oda yıkıldıktan sonra girse evleviyetle yemini bozulmaz. Eğer bu yemin eden kimse üzerine yemin ettiği odanın tavanı çöküp duvarları yıkılmadan oraya girse muayyen odada tavan sıfat gibi olup sıfat ise muayyende işaretle muteber olduğu için yemini bozulur. Nekre (belirsiz) de yemini bozulmaz. Çünkü bunda sıfat muteberdir. Nitekim nekrede sıfatın muteber olduğu yukarıda geçmiştir. Bu izah edilen suretde odanın nekre (belirsiz) olmasıyla ma'rife (belirli) olması arasındaki fark Bahır'da Bedayi'a nisbet edilmiştir. Fakat Nehir sahibi «içinde yatmaya elverişli oldukça tavanı olmayan bir odaya girmekle yeminin bozulmasında odanın belirsiz olmasıyla belirli olması arasında fark yoktur» diye yukarda zikredilen farka itirazda bulunmuştur. Yukarıda Musannıf yemini «şu hâneye girmeyeceğim» ile takyîd etti ve takyîdi münasiptir. Çünkü takyîd etmeyip, yalnız «şu» ile işaret edip «hâne» kelimesini söylemeyerek «şuna girmem» dese o hâneye hangi sıfatla olursa olsun gerek mescid gerekhamam gerek bostan gerek bahçe olduktan sonra girse yemini bozulur. Nitekim «şu mescide girmeyeceğim» diye yemin eden kimse mescid harab olduktan sonra her ne sıfatla olursa olsun oraya girdiğinde yemini bozulduğu gibi. Çünkü mescid kıyamete kadar yıkılsa bile mescid olarak bakîdir. Bu İmam Ebû Yusuf (R.A.)'un kavlidir. Fetva da bunun kavliyle verilir. Eğer mescid genişletilip sonra yemin eden kimse girse yemini bozulmaz. Eğer yemin eden kimse «falanca kabilenin mescidine girmeyeceğim» diye yemin edip o kabile mescidi genişlettikten sonra girse yemini bozulur, hâne de böyledir. Çünkü yemin eden kimse yeminini «falanca kabileye» izâfe ederek akdetmiştir. Bu akdettiği yemin, yeminden sonra mescide ilâve edilen ziyadeye de şamildir. Bedayi, Bahır.

Bir kimse «ben şu direğin veya şu duvarın üzerine oturmam» diye yemin ettikten sonra onlar yıkılıp her ne kadar kendilerinin enkazlarıyla da olsa yeniden yapılsalar yahut «ben şu gemiye binmem» diye yemin ettikten sonra gemi bozulup ağaçlarıyla yeniden yapılsa bu yeni yapılan direğin veya duvarın üstüne otursa yahut yeni yapılan gemiye binse yemini bozulmaz. Çünkü üzerine yemin edilen şeylerin isimleri zâil olmuştur. Nitekim «ben şu kalemle yazı yazmam» diye yemin ettikten sonra onu kırıp bundan sonra yontsa yeni baştan kalem kesip onunla yazdığı takdirde yemini bozulmadığı gibi. Çünkü yontulup kesilmeyen kaleme kalem ismi verilmez. Belki boğum ismi verilir. -Bu yemin kamış kalem hakkındadır- Artık kamış kalem kırıldığında kalem ismi zâil olur. Buna göre üzerine yemin edilen şeyin ismi zâil olunca yemin bâtıl olur. «Ben şu hâneye girmem» diye yemin eden kimse o evin üstüne çıksa Mütekaddimin âlimlerine göre; hânenin üstün hâneden sayıldığı için yemini bozulur. Müteahhirin âlimlerine göre; yemini bozulmaz.

Kemal «hânenin üstünde çatı bulunursa yemin bozulur; çatı bulunmazsa yemin bozulmaz» diye Mütekaddimin âlimleri ile Müteahhirin âlimlerinin kavillerinin aralarını birleştirmiştir.

İbn-i Kemal «yemin eden kimse Arab memleketinden olmazsa yemini bozulmaz» demiştir. Miskin. Fetva bu kavil üzerinedir.

Bahır'da zikredilmiştir ki; «hâneye girmem» diye yemin eden kimse hânedeki ağaca veya duvara çıksa yemini bozulur. Müteahhirinin kavli üzere yemini bozulmaz. Zâhir olan bu sûretlerin hepsinde Müteahhirlerin kavilleri muteberdir. Çünkü bunlar örfte hâneye dahil değildirler. Nitekim hânenin altında serdâb (çok sıcak günlerde barınılan yeraltı odası) veya kendi ile hâne ehlinin faydalanmadığı kanât (su yolu) kazıp oraya girerse yemini bozulmadığı gibi.

Bahır sahibi «Musannıfın hânenin üstünü mutlak olarak zikri mescide de şâmil oldu da «mescide girmem» diye yemin eden mescidin üstüne çıktığında yemini bozulmuş olur. Buna göre «şu mescide girmem» diye yemin eden kimsenin o mescidin üstünde meskeni olupona gitse yemini bozulmaz. Çünkü bu mesken mescidden değildir» demiştir. Bedayi'de de böyle zikredilmiştir.

İZAH

«Eğer kapı aralığı ile evin kapısı önünde olan gölgelik yatmaya elverişli olmadıkları takdirde yemini bozulmaz ilh...» Gölgelik, evin içinde olup ve kapı aralığı da büyük olup yatmaya elverişli olurlarsa yemin eden kimse bunlara girmekte yemini bozulur. Fetih'de zikredilmiştir ki: Bazı köylerde misafirlerin buralarda yatmaları ödettir, şehirlerde de bazı zamanlarda hizmetçiler buralarda yatarlar. Buna göre «hâneye girmem» diye yemin eden kimsenin bu yerlere girmesiyle yemini bozulur.

Velhâsılı: «Ben bu hâneye girmeyeceğim» diye yemin eden kimse o hânenin herhangi bir yerine girip, kapı kapandığında içte kalırsa, yemini bozulur. Hatta hânenin tavanına çıksa tavanı yatılmaya elverişli olursa yemini bozulur.

«Fetva da bunun kavliyle verilir ilh...» İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; mescid harab olup insanlar ondan müstağni olurlarsa yapanın veya veresenin mülküne avdet eder. Bu İs'aftan naklen Tahtâvî'de zlkredilmiştlr.

«"Ben şu kalemle yazı yazmam" diye yemin ettikten sonra onu kırıp ilh...» Yani: Bir kimse «ben şu kamış kalemle yazı yazmam» dedikten sonra onu kırıp kendisinden kalem ismi zâil olsa bundan sonra yontup yeni baştan kamıştan kalem yapıp onunla yazsa yemini bozulmaz. Fakat kalemin ucunu kırıp yeni baştan düzeltmeye muhtaç olmaksızın ucunu açsa ve bununla yazsa yemini bozulur. Sayrafiyye.

«"Ben şu hâneye girmem" diye yemin eden kimse o evin üstüne çıksa ilh...» Yani: «Başka bir hânenin üstünden girmem» diye yemin ettiği evin üstüne çıksa Mütekaddimin âlimlerine göre, yemini bozulur. Çünkü hâne dört duvar ile tavandan ibarettir. Nitekim bir mescidin üstü de mescid sayılır. Hatta cünüb ve âdet gören kadının mescidin üstüne çıkıp durmaları haramdır. İ'tikafta bulunan bir kimse mescidin üstüne çıksa i'tikafı bozulmaz.

«Yemin eden kimse Arab memleketinden olmazsa yemini bozulmaz ilh...» Çünkü onların örflerinde hânenin üstüne çıkan kimseye hâneye girdi denilmez.

«Miskin. Fetva bu kavil üzerinedir ilh...» Çünkü fetvada örf itibar edilir, örf değiştiği için fetva yeni örfe göredir. Anla!

«Hâneye girmem diye yemin eden kimse hânedeki ağaca çıksa ilh...

Yani: «Girmem», diye yemin ettiği hânede bulunan ağaca hânenin dışından çıksa eğer hânenin içinden ağaca çıkarsa ittifakla yemini bozulur.

«Veya duvara çıksa ilh...» Yani: «Girmem» diye yemin ettiği hâneye ait bulunan duvara çıktığında yemini bozulur. Eğer üzerine çıktığı duvar yemin ettiği hâne ile komşunun hânesiorasında müşterek bulunsa yemini bozulmaz.

«Kendi ile hâne ehlinin faydalanmadığı kanal kazıp oraya girerse yemini bozulmadığı gibi ilh...» Eğer kanal için hâneye giden bir açıklık bulunup ondan su alıyorlarsa oraya girdiği takdirde yemini bozulur. Çünkü bu surette su kuyusu gibi hânenin menfaatlarından olmuş olur. Eğer kanal içîn olan açıklık aydınlık olursa yemini bozulmaz. Çünkü bu surette aydınlık hânenin menfaatlarından olmadığı için oraya giren hâneye girmiş sayılmaz. Bu hulâsa olarak Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir.

METİN

Yemin eden girmeyi kapı ile takyîd edip yani «ben şu hâneye kapıdan girmem» diye yemin etse, sonra o hâneye yeni bir kapı açılsa. her ne kadar yeni açılan kapı delik de olsa, o hânenin kapısı olduğu için bu yeni açılan yerden o hâneye girse yemini bozulur. Yalnız yeni açılan deliğin kapı için açılması lâzımdır. Şu kadar var ki: «Ben şu hâneye kapıdan girmem» diye yemin eden, kapıyı tayin edip «ben şu hâneye işte bu kapıdan girmem» diye yemin ederse. yeni açılan kapıdan o hâneye girmesiyle yemini bozulmaz. çünkü şart bulunmamıştır.

«Ben şu hâneye girmem» diye yemin eden kimse o hânenin kapısının eşiğine iki ayağıyla basıp dursa, kap: kapandığında adam dışta kalırsa, yemini bozulmaz. Kapı kapandığında içte kalırsa yemini bozulur.

«Ben şu hâneden çıkmam» diye yemin eden kimse o hânenin kapısının eşiğine iki^ayağıyla basıp dursa, hüküm aksine olup yani; kapı kapandığında adam dışta kalırsa, yemini bozulur, içte kalırsa yemini bozulmaz. Fakat Muhit'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben şu hâneden çıkmam» diye yemin etse, halbuki o hanede dalları hâne dışına sarkmış bir ağaç olup yemin eden ona çıksa, eğer o daldan düştüğü takdirde hânenin dışına düşerse yemini bozulmaz. Çünkü ağaç hânenin duvarı gibidir. Bu yeminin bozulup bozulmamasının hükmü yemin eden kimsenin kapının eşiğinde iki ayağıyla durduğu takdirdedir. Ama ayağının birini eşik üzerine koyup diğerini içeriye koysa eşik ile iç tarafı aynı seviyede olur yahut dışta kalan eşik kısmı daha alçak olursa «ben şu hâneye girmem» diye yemin eden kimsenin yemini bozulmaz, hânenin iç kısmı eşikten daha alçak olursa yemini bozulur. Zeylaî.

Bazıları «mutlak surette yani gerek eşik kısmı alçak olsun, gerek hânenin iç kısmı alçak olsun yemini bozulmaz» demişlerdir. Sahih olan da budur. Zahiriyye. Çünkü tam olarak içeri girmek ancak iki ayağın girmesiyle olur.

Bir kimse «ben şu hayvana binmem» diye yemin etse, halbuki hayvanın üstünde bulunsa yahut «ben şu elbiseyi giymem» diye yemin etse, halbuki elbise üzerinde olsa, yahut «ben şu hânede oturmam» diye yemin etse, halbuki hânenin içinde oturur bulunsa, eğer o kimseyemin ettikten sonra derhal hayvandan inmez. elbiseyi çıkarmaz, hâneden taşınmazsa yemini bozulur. Çünkü .bunların devamı yani hayvandan inmemesi, elbiseyi çıkarmaması, hanede oturması yeni baştan hayvana binmiş, elbiseyi giymiş, hânede oturmuş sayılır. Eğer o kimse yemin ettikten sonra hemen hayvandan iner, elbiseyi çıkarır, hâneden taşınırsa yemini bozulmaz. Fakat girme, çıkma, evlenme ve temizlenmenin devamı yeni baştan yapma gibi değildir. Meselâ: Bir kimse «ben şu hâneye girmem» diye yemin etse halbuki o hânenin içinde bulunsa, o hânede devamlı kalsa, yemini bozulmaz. Ancak o hâneden çıkıp tekrar girerse, yemini bozulur. Çıkma, evlenme ve temizlenme de girme gibidir. Bunda kaide şudur: Binme, giyme, oturma gibi sürekli olan şeylerde devamları için yeni baştan yapma hükmü vardır. Girme. çıkma gibi şeylerin devamları için yeni baştan yapma hükmü yoktur. Bu sürekli olan şeylerde devamları için yeni baştan yapma hükmü olması eğer yemin devamları halinde olursa olur, önce olursa olmaz.

Bir kimse zevcesine «ben her ne zaman binersem sen boşsun» yahut «benim üzerime bir dirhem nezir olsun» deyip sonra binip ve binmesinde devam etse. kendisine bir talâk yahut bir dirhem lazım olur. Eğer bu yemini hayvan üstünde iken ederse, kendisine inmesi mümkün olan her bir saatte talak ve dirhem lâzım olur.

Şârih der ki: Bu izah edilen suretlerin hepsinde gerek devamlı olan şeylerde, gerekse devamlı olmayanlarda olsun, gerek o fiilin içinde bulunurken yemin etsin, gerek o fiile başlamadan yemin etsin bizim örfümüzde her ne kadar fiile başlamayı niyet etmezse de ancak fiile başlamakla yemin bozulur. Bu kavle üstâzımız Mücteba meyletmiştir.

Bir kimse «ben şu hânede» yahut «şu odada» yahut «şu mahallede oturmam» diye yemin edip eşyasını. ehlini hatta bir kazığı orada bırakıp kendisi çıkıp gitse, yemini bozulur.

İmam Muhammed (R.A.)'e göre; hânenin demirbaş eşyasını taşıması kifayet eder. İnsanların haline uygun olan da budur. Fetva da bunun üzerinedir. Hatta eşyalarını sokağa yahut mescide taşısa, taşınmış sayılır. Kemal buna kâil olmuştur. Nehir sahibi de bunu ikrar etmiştir. Bu izah edilen meselede yemin eden kimsenin yemininin bozulması yemini arapça ile olduğu takdirdedir. Yemini farsça ile olursa, sade kendi çıkıp gitse, yemini bozulmaz. Nitekim meskeni tebaiyet yoluyla olsa, meselâ: Babasıyla oturan büyük oğul yahut zevciyle oturan zevce gibi. Büyük oğul «ben şu evde oturmam» diye yemin edip o evde ehlini ve malını bırakıp kendisi çıkıp gitse, yemini bozulmaz. Zevc, yemin ettiği halde zevcesi başka bir yere taşınmaktan imtina edip zevcine gâlib geldiğinde bir daha dönmemek üzere kendisi çıkıp gitse, yemini bozulmaz. «Ben bu evde oturmam» diye yemin eden kimse gecenin girmesiyle, kapının kapanmasıyla kendisine çıkmak mümkün olmasa yahut başka bir ev yahut hayvan aramakla meşgul olup bir kaç gün o evde kalsa, yahut her ne kadar hayvankiralamaya gücü yettiği halde hayvan kiralamayıp çok olan evinin eşyasını bizzat kendisi birkaç günde taşısa, yemini bozulmuş olmaz.

«Ben bu hânede durmam» diye yemin eden kimse bu ifadesi ile yalnız kendisinin çıkıp gitmesine niyet etse diyaneten tasdik edilir, kazaen tasdik edilmez. İmam Şâfiî'ye göre taşınmak niyetiyle o hâneden çıkması kifayet eder. Fakat bir kimse «şu şehirde» yahut «şu beldede» yahut «şu köyde sakin olmam» diye yemin etse ehlini eşyasını o şehirde yahut o beldede yahut o köyde bırakıp yalnız kendisi gitse, yemini bozulmaz.

FER'İ MESELELER: Bir kimse «falanca şahısla bir evde yaşamam» diye yemin edip sonra bir hanenin avlusunda yahut biri bir odada, diğeri başka bir odada sakin olsa, yemini bozulur. Ancak hâne pek büyük olup oralarında bir duvarla taksim ederlerse, yemini bozulmaz. Hâneyi yemininde tayin edip meselâ; «ben falanca şahısla şu evde oturmam» dese taksim suretinde de yemini bozulur. Yemininde hâneyi tayin etmeksizin meselâ; «ben falanca şahısla bir hanede oturmam» diye yemin edip hâneyi aralarında bir duvarla taksim etseler, yemin bozulmaz.

Bir kimse «ben falan şahısla oturmam» diye yemin ettikten sonra hânesine o şahıs ehli ve eşyası İle zorla girse, yemin eden kimse yemininin bozulacağını bilsin veya bilmesin o şahısla beraber oturursa, yemini bozulur. Çünkü örfte o şahısla sâkin olmuş olur.

Taşınmak mümkün olduğu takdirde yemin eden hemen taşınırsa, yemini bozulmaz. Nitekim o şahıs misafir olarak yemin eden kimsenin evine geldiğinde yemini bozulmaz.

Kezâ: Yemin eden kimse sefere gidip falan şahıs o kimsenin ehliyle sâkin olsa yine yemini bozulmaz. Bu kavil ile fetva verilir. Çünkü yemin eden kimse hakikaten o şahısla sâkin olmamıştır. Yemin eden kimse o şahısla sâkin olmayı bir ay ile takyîd edip meselâ; «ben falanca şahısla bir ay oturmam» dedikten sonra bir saat sâkin olsa. sakin olma devam eden fillerden olmadığı için yemini bozulur. İkâmet buna muhaliftir.

Hızanetu'l-Fetâvâ'da zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesini dövmeyeceğine dair yemin edip sonra dövmeyi kasd ve murad etmeksizin onu dövse, yemini bozulmaz.

İZAH

«Her ne kadar yeni açılan kapı delik de olsa ilh...» Bahır'da zikredilmiştir ki: «Ben şu haneye kapıdan girmem» diye yemin eden kimse o hâneye başka bir kapı deliği açıp oradan girse yemini bozulur. Çünkü o kimse yeminini o hâneye ait olan kapıdan girmemek üzere etmiş olup girme ise bulunmuştur. Eğer yeminiyle birinci kapıyı kasdettiğini iddia ederse ifadenin buna ihtimali bulunduğu için diyaneten tasdik edilir. kazaen tasdik edilmez. Çünkü bu, mutlak ile mukayyed murad edılmiş olduğu cihetle zahire muhaliftir.

«Yahut dışta kalan eşik kısmı daha alçak olursa "ben şu haneye girmem" diye yemin edenkimsenin yemini bozulmaz ilh...» Çünkü yemin edenin bütün bedeni dıştaki alçak olan eşik kısmı üzerinde bulunan ayağı üzerine dayanmaktadır.

«Sahih olan da budur ilh...» Fetih ile Muhit'te zikredilmiştir ki «ben şu hâneye girmem» diye yemin eden kimse o hâneye ayağının birini soksa, yemini bozulmaz. Şemsü'l-Eimmeti'l-Hulvâni ile İmam Serahsi bununla amel etmişlerdir. Bu surette yeminin bozulmaması yemin eden kimse ayakta dahil olduğuna göredir. Arkası üstü yahut yüz üstü yahut üstü yatıp yuvarlansa. hatta bir kısmı eve girse eğer bedeninin yarısından çoğu girmiş ise her ne kadar ayakları dışta kolsa bile girmiş sayılır.

«Çıkma, evlenme ve temizlenme de girme gibidir ilh...» Meselâ; bir kimse «ben şu hâneden çıkmam» diye yemin etse, halbuki hânenin dışında bulunsa, o hâneye girip sonra çıkmadıkça yemini bozulmaz. Kezâ: Bir kimse «ben evlenmem» diye yemin etse halbuki evli bulunsa, nikâh devam ettikçe yemini bozulmaz. Fetih.

«Ehlini ilh...» Ehli ile murad zevcesi kendisiyle beraber olan çocukları ve hizmetçileridir. Bahır. Bedâyi.

«İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre hanenin demirbaş eşyasını taşıması kifayet eder ilh...» İmam Ebû Yusuf (R.A.)'e göre evin eşyasının çocuğunun taşınmasına itibar edilir.

«Hatta eşyalarını sokağa yahut mescide taşısa, taşınmış sayılır ilh...»

Bazıları, eşyalarını sokağa ve mescide taşısa yemini bozulur, demişler ve buna «Ziyadat» adlı kitapta zikredileni delil göstermişlerdir. Şöyle ki: Bir kimse ailesiyle şehirden çıksa, başka bir vatan edinmedikçe namaz hakkında birinci vatanı vatan olarak kalır. Hidaye.

Sahih olan kavle göre başka bir mesken edinmedikçe yemini bozulur. Bu, Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.

Ben derim ki: Örf muteberdir. Örf ise buna muhalifdir. Nitekim bilindiği gibi «oturmam» diye yemin ettiği yerden ehlini ve eşyalarını mescide veya sokağa taşısa, bu kimseye «taşındığı yerde oturuyor» denilmez.

«Büyük oğul "ben şu evde oturmam" diye yemin edip o evde ehlini ve malını bırakıp kendisi çıkıp gitse yemini bozulmaz, ilh...» Kezâ, bir kadın «ben şu evde oturmam» diye yemin edip o evde zevcini ve malını bırakıp kendisi çıkıp gitse, yemini bozulmaz.

«"Ben bu evde oturmam" diye yemin eden kimse, gecenin girmesiyle kapının kapanmasıyla kendisine çıkmak mümkün olmasa ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: «Ben şu evde oturmam» diye yemin eden kimse, yemininden sonra hemen taşınmazsa, yemini bozulur. Ancak gecenin girmesi yahut hırsızdan korkması yahut kuvvetli bir kimsenin taşınmaktan men etmesi yahut taşınacak yer bulamaması yahut üzerine kapı kapatılıp kapıyı açamaması yahut şerefli veya zayıf olup bizzat eşyaları taşıyamadığı gibi taşıyacak kimse de bulamaması gibibir özürden dolayı taşınmazsa, yemini bozulmaz. Gecenin özür sayılması kadın hakkındadır, erkek hakkında değildir. Çünkü Hulâsa'dan naklen Fethü'l-Kadir'in yemin bahsinin sonunda zikredilmiştir ki: Zevc, zevcesine «sen bu hânede sakin olursan boş ol» dese, halbuki bu ifadeyi geceleyin söylemiş olsa, kadın sabaha kadar taşınmamakta mazurdur. Bunu bir erkek için söylemiş olsa erkeğin gece taşınmaması özür sayılmaz. Fakat hırsız veya başka bir şeyin korkusundan dolayı taşınmazsa, mazur sayılır. Kapı kapatılır da onu açıp çıkamasa, fakat duvarı, yıkıp çıkmaya gücü yeterken duvarı yıkıp çıkmasa, yemini bozulmaz. Çünkü evden çıkmada muteber olan insanlarca çıkılan yerden çıkmaya gücü yetmesidir.

«Başka bir ev yahut hayvan aramakla meşgul olup bir kaç gün o evde kalsa ilh...» Yani: Yemini bozulmaz. Çünkü taşınmak için ev aramak taşınma işindendir. Buna göre; taşınmak için ev aramada kusur etmediği takdirde ev arama müddeti, yemin ettiği evde kalma sayılmaz.

«Her ne kadar hayvan kiralamaya gücü yettiği halde ilh...» Yani: Bir günde eşyalarını taşımak için hayvan kiralamaya gücü yettiği halde hayvan kiralamayıp eşyalarını kendisi taşısa, yemini bozulmaz. Çünkü süratle eşyalarını taşıması kendisine lâzım olmayıp belki örfte «taşınıyor» denilecek şekilde taşınmasıdır.

«Yemini bozulmaz ilh...» Yani: Eşyasını ve ehlini taşıması lâzım değildir. Fetih. Nehir'de zikredilmiştir ki: Asrımızda «ben şu şehirde» yahut «şu beldede» yahut «şu köyde durmam» diye yemin eden kimse orada ehlini ve eşyasını bırakıp yalnız kendisi çıkıp gitse sâkin sayılacağından yemininin bozulması lâzım gelir. Remlî Hayrüddin «orada ehlini ve eşyasını bırakıp yalnız kendisi çıkıp gitse, sâkin sayılması mutlak surette kabul edilmez. Ancak geri dönüp gelmek maksadıyla yalnız kendisi çıkıp giderse sâkin sayılır. Ama bir daha dönmemek üzere oradan çıkıp giderse sâkin sayılmaz» demiştir.

«Bir kimse "falanca şahısla sâkin olmam" diye yemin edip ilh...»

Eğer o şahısla beraber bir evde sâkin bulunursa, yemin ettikten sonra hemen taşınırsa yemini bozulmaz. Taşınmak mümkün iken taşınmazsa, yemini bozulur. İmam Muhammed (R.A.) «yemin eden kimse eşyasını o şahsa hibe edip o şahıs da teslim aldıktan sonra bir daha dönmemek üzere derhal çıkıp gitse o şahısla sâkin olmuş sayılmaz.» demiştir.

Kezâlik: Yemin eden kimse eşyasını o şahsa emanet bıraksa, yahut iare verse. sonra bir daha dönmemek üzere çıkıp gitse. yine yemini bozulmaz. Bahır. Tatarhâniyye'den naklen Remlî Hayrüddin'in haşiyesinde zikredilmiştir ki: «Ben falanca şahısla sâkin olmam» diye yemin eden kimsenin o şahısla sâkin olması. ancak her birinin ehli ve eşyası ile bir arada oturmalarıyla sâbit olur.

«Nitekim o şahıs misafir olarak yemin eden kimsenin evine geldiğinde yemini bozulmazilh...» Hulâsa'da zikredilmiştir ki: O şahıs yemin eden kimsenin yanına ziyaretçi veya misafir olarak gelip bir veya iki gün yanında kalsa, yemin edenin yemini bozulmaz. Çünkü sâkin olma yerleşme ve devamlı kalmasıyla olur. Bu da ehli ve eşyasıyla kalmasıyla mümkündür.

Hâniyye'de «bir kimse «ben falan şahısla sâkin olmam» diye yemin ettikten sonra o şahsın evine misafir olarak gidip bir gün veya iki gün kalsa, onbeş gün onun evinde birlikte kalmadıkça yemini bozulmaz. Nitekim bir kimse «ben Kûfe'de sâkin olmam» diye yemin ettikten sonra misafir olarak Kûfe'ye gidip ondört gün kalmaya niyet etse yemini bozulmaz, onbeş gün kalmaya niyet ederse. yemini bozulur.» diye zikredilmiştir.

«Yemin eden kimse o şahısla sâkin olmayı bir oy ile takyîd edip ilh...»

Bahır'ın ibaresi şöyledir; Bir kimse «ben falanca şahısla bir ay oturmam» diye yemin ettikten sonra onunla birlikte bir saat sâkin olsa, yemini bozulur. Çünkü sakin olma sürekli olmayan fiillerdendir.

«Ben Bağdat'da bir ay ikâmet etmem» diye yemin eden kimse orada bir ay ikâmet etmedikçe yemini bozulmaz. Ama «ben Bağdat'ta bir ay sâkin olmam» diye yemin eden kimse orada bir saat sâkın olsa, yemini bozulur.

Ben derim ki: Sâkin olma lâfzı ile ikâmet lâfzı arasında fark vardır. Zaman Ne takdir edilmeyen vakit zarftır, mi'yâr değildir. Sâkin olma, oturma, bunlara benzeyen şeyler bütün vakitlerde sahih olduğu için vakitle takdir edilmez. Buna göre «ikâmet», vakitle takdir edilir. Yani: Uzun bir zaman bir yerde oturulmazsa buna ikâmet denilmez.

Bir kimse «ben şu hânede ikâmet etmem» diye yemin etse, İmam Ebû Yusuf (R.A.) «o hânede gündüzün veya gecenin yarısından çoğunu geçirirse yemini bozulur» demiş sonra bu kavlinden dönüp orada bir saat kalırsa yemini bozulur demiştir. Bu kavil İmam Muhammed (R.A.)'ın kavlidir.

Bir kimse «ben Bağdat'ta bir ay ikâmet etmem» diye yemin etse, orada tam bir ay kalmadıkça yemini bozulmaz. Bunun mânâsı «ikâmet» lâfzı bir müddetle takyîd edilirse, mânâsında süreklilik bulunduğu için söylenilen müddetin yerine getirilmesi lâzım olur. Sâkin olma lâfzı ikâmet lâfzı gibi değildir. Çünkü sâkin olma lâfzı az ve çok zamana şâmil olduğu için mânâsında süreklilik yoktur. Buna göre; müddet sâkin olma lâfzı için kayıt olmaz, belki men için kayıt olur. Yani: Bir kimse «ben falanca şahısla bir ay bir yerde sâkin olmam» diye yemin edip o şahısta bir gün sakin olsa yemini bozulur.

METİN

«Ben şu mescidden çıkmam» diye yemin eden kimseyi kendisinin emir ve ihtiyarıyla bir şahıs yüklenip oradan çıkarsa yemini bozulur. Fakat kendisinin emri ve ihtiyarı olmaksızın başka bir şahıs onu zorla mescidden yüklenip çıkarsa, her ne kadar çıkarılırken kalbindenrâzı olsa bile esah olan kavle göre; yemini bozulmaz Bütün kısımlar ve hükümlerde girme de çıkma gibidir.

Bir kimse «ben şu hâneye» yahut «şu mahalleye» yahut şu beldeye girmem» diye yemin etse, kendisinin emri olmadan bir şahıs o kimseyi sırtına yüklenip zorla o yere soksa yahut ayağı kayıp yahut tökezleyip yahut rüzgarın şiddetiyle yahut zaptına muktedir olamadığı azgın bir hayvan oraya soksa. sahih olan kavle göre yemini bozulmaz. Bu suretlerde yemin eden kimsenin kendisinin iradesi bulunmadığı için mezhebin sahih olan kavline göre; yemini çözülmeyip zimmetinde bâkî kalmış olur. Bundan sonra o yere girerse, yemini bozulup kendisine keffâret lazım gelir. Fetih.

Zahiriyye'den naklen Bahır'da «bu kaville fetva verilir» diye zikredilmiştir. Fakat Bahır sahibi Fetâvâ'sında bu kavle muhalefet ederek Ebû Şucâ'in kavli insanların haline daha uygun olduğu için onun kavlini alıp yeminin çözüleceğine fetva vermiştir. Mutemed kavil senin bildiğindir.

Bir kimse «ben cenazeden başkası için hânemden dışarı çıkmam» diye yemin eder de hânesinin kapısından ayrılırken cenazeye gitmek niyeti ile çıkıp sonra başka işine giderse, gerek cenazeyle beraber gitsin, gerek gitmesin yemini bozulmaz. Nitekim Bedayî'de zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesine «mescidden başka bir yere çıkarsan boşsun» deyip zevcesi de mescide gitmek maksadıyla evinden ayrılıp giderken bir işi çıkar mescide gitmezse o işine gittiğinde boş olmaz. Çünkü çıkma, gitme, revâh (mutlaka gitmek mânâsınadır) iyâdet (hasta ziyaretine gitme), ziyaret kelimeleriyle yemin edildiğinde evden ayrılırken niyetin bulunması şarttır, üzerine yemin «dilen yere varmak şart değildir. «Gelme» lâfzıyla yemin edildiğinde evden ayrılırken niyet edilsin veya edilmesin, üzerine yemin edilen yere varmak şarttır. Binaenaleyh çıkma, gitme gibi lâfızlarda evden ayrılırken niyet şart olunca, bir kimse «ben Mekke'ye çıkmam» yahut «gitmem» yahut «revâh etmem» diye yemin etse ve Mekke-i Mükerreme'ye gitmeyi murad ederek evinden çıksa sonra geri dönse gerek başka bir işi kasd etsin ve gerek kasd etmesin, kendisiyle Mekke-i Mükerreme'nin arasındaki mesafe sefer müddeti olup Mekke-i Mükerreme'ye gitme maksadıyla kendi beldesinin umrânını (beldeden sayılan yeri) geçerse yemini bozulur. Eğer kendi beldesiyle Mekke-i Mükerreme'nin arasındaki mesafe sefer müddeti olmazsa hânesinden ayrılınca yemini bozulur. Bahır. Nehir. Fetih.

Fetih'de zîkredilmîştir ki: Bir kimse «vallâhi fülan âlimle beraber Mekke-i Mükerreme'ye çıkacağım» diye yemin edip sonra onunla beraber çıkıp beldesinin evlerini geçerse, yemini bozulmaz. «Ben Bağdat'tan çıkmam» diye yemin edip sonra cenazeyle beraber çıkıp mezarlık da Bağdat'ın dışında bulunsa. yemini bozulur.

Bir kimse «Mekke-i Mükerreme'ye gelmem» diye yemin etse, ancak Mekke-i Mükerreme'ye gelip ulaşırsa yemini bozulur. Nitekim «çıkma» lâfzıyla «gelme» lâfzı arasında fark bulunduğu yukarıda geçmiştir. Bu, erbabına gizli değildir. Nitekim bir kimse zevcesine «sen falan şahsın gelininin düğününe gelme» diye yemin edip sonra zevcesi düğünden önce o şahsın hânesıne gidip orada iken gelin gelip düğün olduğunda yemini bozulmaz. Çünkü yemin eden kimsenin zevcesi geline gelmemiş, bilâkis gelin onun yanına gelmiştir.

Bir kimse bir şahsa hitaben: «Vallâhi ben elbette sana geleceğim» diye yemin etse bu yemin «elbette sana geleceğim» diye üzerine yemin ettiği şahsın evine veya dükkanına gelmek üzere yapılmış olur. Yemin eden kimse, o şahsın evine veya dükkanına gelse, o şahsı orada bulsun veya bulmasın yemini bozulmaz. Binaenaleyh yemin eden kimse, o şahsın evine veya dükkanına gelmeyip hatta ikisinden biri vefat etse, hayatının sonunda yemini bozulur.

Kezâ: Mutlak (zaman tayin edilmeksizin yapılan) yeminlerde de böyle yemin eden kimsenin yemini hayatının sonunda bozulmuş olur. Fakat muvakkat (zaman tayin edilerek yapılan) yeminlerde ise o zamanın sonuna itibar olunur. Buna göre o vakit geçmeden önce ölürse yemini bozulmaz

Musannıfın «mutlak yeminlerde yemin edenin hayatının sonunda yemini bozulur» kavli ifade eder ki: Bir kimse -Allah'a sığınırız- mürted olup darı harbe kaçsa mücerred mürted olmasıyla Allahü Teâlâ'ya yapmış olduğu yemini bâtıl olduğu için sonra yemin ettiği şeyi işlese yemini bozulmaz. Nitekim yemin bahsinin evvelinde geçmiştir.

Bir kimse bir şahsa hitaben: «benim istitâ'atım olup gücüm yeterse sana yarın geleceğim» diye Allahü Teâlâ'ya yahut talâka yemin etse, bu istitâ'at sıhhat istitâ'atıdır ki, vücuttaki âzâların sıhhat ve selâmette bulunmasından ibarettir. Çünkü istitâ'at söylenildiğinde bilinen mânâ budur. Binaenaleyh istitâ'at, hastalık yahut hükümdarın menetmesi, çıldırma, unutma gibi manilerin bulunmamasına hamledilir. Eğer yemin eden kimse «istitâ'at» ile fiile yakın olan hakiki kudret e gücü niyet ederse, diyaneten tasdik edilir. Muteber olan kavle göre; kazaen tasdik edilmez. Çünkü istitâ'atın vücuttaki âzâların sıhhat ve selamette bulunması mânâsında kullanılması meşhur olunca, bu mânanın dışında kullanılması zahire muhalif olduğu için hâkim onu tasdik etmez. İmam Zahidî (Rh.A.) Mücteba adlı eserinde bu bahiste kendisinin mu'tezile olduğunu ızhar ve beyan etmiştir. Nitekim Kınye'de «El-Fâz-ı Tekfîr» bahsinin iki yerinde de mu'tezile olduğunu beyan etmiştir.

Bir kimse zevcesine «benden izinsiz çıkma» yahut «ancak benim iznim» yahut «benim emrim» yahut «benim bilgim ile çık» dese zevcin bu ifadelerle yaptığı yeminini muhafaza edebilmesi için zevcesinin her çıkışında izin alması şarttır. Ancak kadının bulunduğu yeri su basar yahut yangın olur yahut zevcinden ayrılırsa zevcinden izin alması lazım gelmez. Buifadelerle yemin eden zevc, zevcesinin kendisinden izinsiz bir defa çıkmamasına niyet etse, ifadelerin buna ihtimali bulunduğu için diyaneten tasdik edilir ve zevcesi izinsiz bir defa çıkınca zevcin yemini çözülür. Zevc, zevcesine «her ne zaman çıkarsan sana izin verdim» dese bundan sonra zevcesi dışarı çıkarken zevcinden izin alması lâzım gelmez; daha sonra zevc, zevcesinin yeniden dışarı çıkmasını yasaklasa İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; bu yasaklaması sahih olur. Fetva'da bunun üzerinedir. Valvalciye.

Sayrafiyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben ehlimi falan beldeye taşırsam, zevcem boş olsun» dese sonra bu mesele hâkime götürülüp. kendinin izniyle bir şahıs gönderip ehlini nakletse, yemin eden kimsenin yemini bozulmaz. Bir kimse, zevcesine «ben sana izin verinceye kadar evimden çıkmayacaksın» diye yemin etse, sonra zevcesinin çıkması için bir defa izin vermesi kifayet eder. Bu ifadesiyle zevcesinin her çıkışında izin olmasını niyet ederse, ifadenin buna ihtimali bulunduğu için tasdik edilir.

Bir kimse «ben falan şahsın hânesine girmem» diye yemin etse örfte umum mecaz yoluyla o şahsın oturduğu hâne murad edilir. Gerek o şahsın oturduğu ev iare. gerek başkasına tebeiyet yoluyla, gerekse kirayla oturduğu ev olsun yemin eden kimse o şahsın oturduğu eve girerse. yemini bozulur.

Bir kimse «ben ayağımı falanca şahsın hânesine koymayacağım» diye yemin etse o hâneye mutlaka yani: gerek yürüyerek, gerek binerek girse. yemini bozulur. Çünkü yerleşmiş kaidedir ki: Her ne zaman bir lâfzın hakikat mânâsını murad etmek mümkün olmazsa yahut hakikat mânası terkedilmiş olursa mecaza gidîlir. Hatta «ben ayağımı falanca şahsın hânesine koymayacağım» diye yemin eden kimse hânenin dışına yan üzeri yatıp ayaklarını hâneye koysa, yemini bozulmaz.

İZAH

«Kendisinin emri ve ihtiyarı olmaksızın başka bir şahıs onu zorla mescidden yüklenip çıkarsa ilh...» Her ne kadar çıkarılırken karşı koyabilecek güçte iken karşı koymasa sahih olan kavle göre, yemini bozulmaz. Hâniyye. Bezzâziye'de «bu surette sahih olan yeminin bozulmasıdır» diye zikredilmiştir.

Fetih'te zikredilmiştir ki: «Ben şu mescidden çıkmam» diye yemin eden kimsenin emri ve ihtiyarı olmaksızın bir şahıs onu sırtına yükleyip zorla mescidden çıkarsa, yemini bozulmaz. Fakat o şahıs onu korkutup. yemin eden yürüyerek mescidden çıkarsa, yemini bozulur. Bilindiği gibi ikrâh (zorlama) yemin eden kimsenin ihtiyarını ve fiilini biz Hanefilerce yoketmez.

«Yemini bozulmaz ilh...» Çünkü yemin edenin emri ve ihtiyarı bulunmadığı için «çıkma» fiil yemin edene nisbet edilmez.

«Fetih ilh...» Fetih'in ibaresi şöyledir: «Bir kimse «vallâhi ben şu hâneye girmem» diye yemin etse, sonra yemin eden kimsenin emir ve ihtiyarı olmaksızın bir şahıs onu sırtına yüklenip zorla o hâneye soksa, yemini bozulmaz. Fakat Seyyid Ebû Şucâ'ya göre; bu surette yemin eden kimseye keffâret lâzım olmamakla beraber yemini çözülür. Bundan sonra yemin eden kimse kendi ihtiyarıyla o hâneye girse, kendisine keffâret lâzım gelmez. Çünkü zorla o hâneye sokulduğunda yemini çözülmüştür. Bu kavli insanların haline daha uygundur. Alimlerden bazılarına göre; yemin eden kimse zorla o hâneye sokulduğunda yemini çözülmez. Bundan sonra yemin eden kimse, kendi ihtiyarıyla o hâneye girerse, kendisine keffâret lazım gelir. Sahih olan da budur.»

«Nitekim "çıkma" lâfzıyla "gelme" lâfzı arasında fark bulunduğu ilh...»

Yani «çıkma» içten olsa ayrılmaktan ibarettir. «Gelme» ise varmak ve ulaşmaktan ibarettir. Nitekim Allahü Teâlâ'nın: «Haydin O'na varıp da deyiniz ki. şüphe yok ki biz senin Rabbinin iki elçisiyiz.» (Tâhâ sûresi; âyet: 47)kavli kerimi varmanın ulaşma olduğuna delâlet eder.

«Kezâ: Mutlak yeminlerde ilh...» Meselâ: Bir kimse Zeyd'e hitaben «vallâhi ben seni döveceğim» dediği halde uzun bir müddet dövmese yemini bozulmaz. Fakat dövmeden Zeyd veya kendisi ölse, yemini bozulur.

«Muvakkat yeminlerde ise ilh...» Meselâ: Bir kimse Zeyd'e hitaben «vallâhi ben seni bugün döveceğim» diye yemin etse, yemin o gün güneşin batmasına kadar devam eder. O gün dövmeden güneş batarsa, yemini bozulur.

«Zevcesi izinsiz bir defa çıkınca zevcin yemini çözülür.» Yani zevc zevcesine «benden izinsiz çıkarsan boşsun» dese sonra zevcesi izinsiz çıksa, bir talâk boş olur. Zevcesi sonra bir daha izinsiz çıksa, şart bulunmakla yemin çözüldüğü için ikinci talâk vâki olmaz.

«Bir kimse "ben falan şahsın hânesine girmem" diye yemin etse, örfte umum mecaz yoluyla o şahsın oturduğu hâne murad edilir ilh...»

Buna göre o şahsın kendi mülkü olup oturmadığı hâneye yemin eden kimse girse, yemini bozulmaz.

Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «vallâhi ben falan şahsın hanesine girmem» diye yemin etse, o şahıs da hânesini başka bir zâta kiraya verse, bundan sonra yemin eden kimse o hâneye girse, bunda iki rivayet vardır: Bir rivayetde yemin bozulmaz. Bu. İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf (Rh. Aleyhima)'un kavlidir. Çünkü bir mülkün bir kimseye nisbeti satmakla bozulduğu gibi kiraya verme, teslim etme ve başkasının elinde mülk bulunmakla da bozulur.

Ben derim ki: Hâniyye'de beyan edilen ifade ediyor ki: O şahsın hânesi kiraya verilmeksizin kendi elinde bulunsa ve içinde hiç bir kimse de oturmazsa hâne mal sahibine nisbet edildiğiiçin yemin eden kimse bu hâneye girse yemini bozulur. Teemmül et!

TENBİH: Hâniyye'de yine zikredilmiştir ki: Bir kimse «vallâhi ben Zeyd'in hânesine girmem» diye yemin ettikten sonra «vallâhi Amr'in hânesine girmem'» diye yemin etse, bundan sonra Zeyd hânesini Amr'e satıp ona teslim ettikten sonra yemin eden kimse Amr'ın bu hânesine girse. ikinci yemini bozulur. Çünkü Amr'in bu satın aldığı hâne de yemine dahildir. Bu hâne sahibi öldükten sonra yemin eden kimse oraya girse, hâne vereseye intikal ettiği için her ne kadar ölen kimsenin üzerinde bıraktığı malın hepsi kadar borcu bulunsa bile yemini bozulmaz. Muhamed b. Selime «yemini bozulur» demiştir. Fakîh Ebû Leys bozulmadığını söylemiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Çünkü ölen kimse borçlu olduğu için bu hâne vereseye mülk olarak intikâl etmeyip ölünün mülkü olarak bâki kalsa bile, her bakımdan ölünün mülkü değildir.

«Çünkü yerleşmiş kaidedir ki: Her ne zaman bîr lâfzın hakikat mânasını murad etmek mümkün olmazsa ilh...» Meselâ: Bir kimse «vallâhi ben şu hurma ağacından veya üzüm kütüğünden yemeyeceğim» diye yemin etse, o ağacın meyvesinden yememesi murad olunur. Çünkü yemin yenmeyen ağaca nisbet ettiği için sebebi zikredip müsebbebi murad etmekle mecazen kendinden hasıl olan meyveye sarfolunur. Eğer yemin ettiği ağacın meyvesi olmazsa, yemini o ağacın parasına sarfolunur da ağacı satıp parasıyla yenilecek bir şey satın alıp onu yerse, yemini bozulur. «Ağaçtan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse ağacın bizzat kendisini yese yemini bozulmaz. Çünkü bunda hakikat terkedilmiştir.

METİN

Zevcin, çıkmak veya kölesini dövmek isteyen zevcesine, meselâ «sen çıkarsan boşsun» veya «köleni döversen kölem hür olsun» ifadesinde yemininin bozulmasının şartı o fiilîn hemen o saatte yapılmasıdır. Çünkü örfte zevcin maksadı hemen çıkmak isteyen veya kölesini hemen dövmek isteyen zevcesini bu fiilden menetmesidir. Yemînlerde örf ve âdete itibar edilir. Bu yemine «yemin-i fevr: Bir kelâma cevap olarak yapılan yemin» adı verilir. Yeminin bu kısmını sadece İmam-ı Azam (Rh.A.) açıklayıp beyan etmiştir ve kendisine müctehidlerden hîç bir zât muhalefet etmemiştir.

Kezâ: Bir kimse, bir şahsı yemeğe davet edip «buyur benimle beraber yemek ye» dedikten sonra, davet olunan şahıs «vallâhi ben yemek yemem» diye yemin etse, bu yemini o davet olunduğu muayyen yemeğe ait olur. Buna göre: o davet olunduğu yemeği o kimseyle beraber yerse, yemini bozulur. Başka yemek yerse, bozulmaz. Bu yemin de yemin-i fevr kısmındandır.

Eğer davet olunan şahıs «vallâhi ben yemek yemem» ifadesine «bugün» veya «seninle» lâfzını ilâve ederse mutlak surette yemesiyle yemini bozulur. Çünkü cevaba «bugün» veya«seninle» lâfzını ilâve ettiği için iptidaen başka yemin etmiş olur. Eşbah'ın talâk bahsinde zikredilmiştir ki; «in: eğer» kelimesi terâhî (gecikme) ve te'hir içindir, ancak acele olduğuna karîne olursa terâhî ve te'hir için olmaz. Buna göre zevc, zevcesiyle cinsi yakınlıkta bulunmak murad ettiğinde zevcesi kabul etmeyip zevci de «benimle odaya girmezsen» diye yemin etse zevcin şehveti sakin olduktan sonra zevcesi odaya girse, zevcin yemini bozulmuş olur.

Muhit'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Bu geçen surette yeminden sonra zevc ile zevcenin orasında mücadele ve münakaşanın uzaması bu yemini, yemini fevr olmaktan çıkartmaz.

Kezâ: Zevce, namazının kaçacağından korkup namaz kılsa, yahut farz namazı için abdest almakla yahut farz namazı kılmakla meşgul olsa, yine zevcin yemini bozulmaz. Çünkü bunlarla meşgul olmak şer'an özür sayılır. Örfte de özür sayıldığından zevce cinsi yakınlıktan geri kaldı denilmez. belki «cinsi yakınlığa namaz mani oldu» denilir.

Bir kimse «falan şahsın hayvanına binmem diye yemin etse, o şahsın ticaret etmeğe izin verilmiş kölesinin hayvanına bindiği takdirde yemini bozulmaz. Çünkü yemin, hakkında ticarete izin verilmiş köle ile mükatebin hayvanı efendisinin değildir. Ancak iki şartla efendisinin olur. Birincisi; köleyi borç kaplamış olmak, ikincisi köleye mahsus olan hayvana da niyet etmektir. Bu iki şart bulunduğu takdirde kölenin hayvanına binerse, yemini bozulur.

Bir kimse «bineğe binmem» diye yemin etse yemini örfte at, merkeb gibi insanların bindikleri hayvanlara hamlolunur. Buna göre bir insanın sırtına yahut deveye yahut öküze yahut file binse istihsanen yemini bozulmaz. Ancak bunlara da binmeyeceğine niyet etmişse yemini bozulur.

Şârih der ki: Mısır ile Şam'da deveye, Hindistan'da file binse yemini bozulur. Çünkü buralarda bu hayvanlara binmek örf ve âdettir. Bir kimse «hayvana binmeyeceğim» diye yemin etse de zorla hayvana bindirilse, yemini bozulmaz. Nitekim «ferese (ata) binmem» diye yemin edip de bir zevne (beygire) veya aksine yani «bir zevne binmem» diye yemin edip de ferese binse yemininin bozulmadığı gibi. Çünkü «feres» arap atının, «birzevn» acem at.ının ismidir. «Hayl» ise her ikisine de denir. Fakat bu suretlerde yemin eden yeminini arapça olarak yapmış ise yemini bozulmaz. Farsca olarak yapmış ise yemini mutlaka bozulur.

Bir kimse «ben binmem» yahut »ben bineğe binmem» diye yemin etse insandan başka gemi, mahmil (insan taşımak için devenin üstüne konulan -iki kişinin bineği- sepet) ve hayvan gibi bir bineğe binmesiyle yemini bozulur. Fakat bundan sonraki babda gelecektir ki bir kimse «hayvana» veya «dâbbe (yük ve binek hayvanı) ye binmem» diye yemin etseinsana binmesiyle yemini bozulmaz.

İZAH

«O fiilin hemen o saatte yapılmasıdır ilh...» Câmiü's-Sagir'de zikredilmiştir ki: Dışarı çıkmak isteyen zevcesine, zevci «çıkarsan boş ol» dese, bu yemin zevcesinin bu çıkmasına ait olur, zevcesi geri dönüp biraz oturduktan sonra çıksa boş olmaz. Çünkü zevcin maksadı, zevcesini bu çıkıştan menetmektir. Sanki «şimdi bu saatte çıkarsan boş ol» demiş olur. Bu, zevcin niyeti bulunmadığına göredir, eğer zevc herhangi bir şeye niyet ederse onunla amel edilir. Fetih, Hamevi.

«Bu yemine "yemin-i fevr" adı verilir ilh...» Yeminin bu kısmını İmam-ı Azam (Rh.A.) ortaya koymuştur. Yemin bundan önce iki kısımdı: Müebbed yani: mutlak (zaman tayin edilmeksizin yapılan) yemin, «vallâhi ben şu işi işlemem» denilmesi gibi.

Muvakkat (zaman tayin edilerek yapılan) yemin; «vallâhi ben bugün» yahut «bu ay» yahut «bu senede bu işi yapmam» denilmesi gibi. İmam-ı Azam (Rh.A.) bir kelâma cevap vaki olan «yemin-i fevr»'iyi bu iki kısımdan çıkarıp sanki üçüncü bir kısım yapmıştır.

«Davet olunduğu yemeği o kimseyle beraber yerse, yemini bozulur ilh...» Çünkü o şahsın «vallâhi ben yemem» ifadesi davet edenin sözüne cevap vâki olduğu için bu yemini davet edildiği yemeğe sarfolunur. Eğer bu şahıs evine gidip yemek yese, yemini bozulmaz.

«Eğer davet olunan şahıs «vallâhi ben yemek yemem» ifadesine «bugün» veya «seninle» lâfzını ilâve ederse ilh...» Yani davet edilen şahıs «vallâhi ben bugün yemek yemem» yahut «vallahi ben seninle yemek yemem» der de, o gün ve herhangi bir zaman o kimseyle yemek yerse yemini bozulur. Çünkü «bugün» veya «seninle» lâfızlarını ziyade ettiği için davet edenin sözüne cevap vaki olmayıp iptidaen başka yemin etmiş olur.

«Farz namazı kılmakla meşgul olsa ilh...» Yani zevcesi namazın kaçmasından korkup farz namazını kılarsa, bu farz namazını kılıncaya kadar zevcinin yanına gitmemesiyle zevcin yemini bozulmaz. Zevcesi nafile namaz kılmakla yahut nafile namaz için abdest almakla yahut yemek veya içmekle meşgul olursa, zevcin yemini bozulur. Çünkü bunlar şer'an özür sayılmaz.

«Bir kimse "ben hayvana" veya "dâbbeye binmem" diye yemin etse, insana binmesiyle yemini bozulmaz ilh...» Çünkü örf insanı hayvandan tahsis etmiştir. «Dâbbe» yer üzerinde debelenen hayvanların ismi ise de örf onu merkep, katır ve at gibi yük ve binek hayvanlarına tahsis etmiştir. «Vallâhi ben dâbbeye binmem» diye yemin eden kimse kâfire binse her ne kadar Kuran-ı Kerim'de:

«Yeryüzünde yürüyen hayvanların Allah katında en kötüsü şüphesiz ki kâfir olanlardır.» (Enfal sûresi; âyet 55)diye kâfirlere dâbbe denilmiş ise de örfte tahsis edildiği için yeminibozulmaz.

 

YEME, İÇME, GİYME, KONUŞMA HAKKINDAKI YEMİN BEYANINDA (BÂB)

 

METİN

Bundan sonra yeme, çiğnemeye ihtimali ve kabiliyeti olan ekmek ve meyve gibi şeyleri, yiyen kimsenin çiğnesin veya çiğnemesin her ne kadar çiğnemeden yutsa bile ağız yoluyla mideye ulaştırmasıdır.

İçme ise yeme ve çiğnemeye kabiliyeti olmayan mayilerden su ve bal gibi şeyleri ağız yoluyla mideye ulaştırmaktır. Buna göre; bir kimse «vallâhi ben yumurta yemem» diye yemin etse, onu yutmakla yemini bozulur. «Vallâhi ben üzüm yemeyeceğim» diye yemin etse, onu sormasıyla yemini bozulmaz. Çünkü sormak yeme ve içme olmayıp üçüncü bir nevidir. Üzümün suyunu sıkıp kabuğunu yese, yemini bozulur. Bedayı'

Tehzib-i Kalânisi'de zikredilmiştir ki: «Ben şeker yemem» diye yemin etse, şekeri sormasıyla yemini bozulmaz. Şârih der ki: Bizim örfümüzde bozulur,

Zevk (tatma) içeri gitsin veya gitmesin bir şeyin tadını bilmek için ağızla yapılan bir iştir. Buna göre; her bir yeme ve içme zevktir. Aksi, yani her bir zevk yeme ve içme değildir. Binaenaleyh bir kimse «ben suyu tatmam» diye yemin edip sonra namaz için mazmaza (ağıza su alma) etse, yemini bozulmaz. Eğer tatma ile yemeyi murat ederse, bu kavlinde tasdik olunmaz. Ancak yemeyi murat ettiğine dair bir delil bulunursa, tasdik edilir.

Bir kimse «vallâhi ben şu hurma ağacından» veya «üzüm kütüğünden yemeyeceğim» diye yemin etse, yemininin bozulması o ağacın meyvesinden yemesiyle takyid olunur. Yani yeni bir sonatla değişmeksizin o ağacın meyvesini yerse ve kaynatılmamış şırasını içerse, yemini bozulur. O ağacın meyvesinden kaynatılan pekmezi veya o ağacın dalını başka bir ağaca aşılamakla meydana gelen meyveyi yemesiyle yemini bozulmaz. Eğer yemin ettiği ağacın meyvesi olmazsa, yemini ağacın parasına sarf olunur da onun parasıyla yenilecek bir şey satın alıp onu yerse, yemini bozulur. Hurma ağacının bizzat kendisinden yerse, her ne kadar ağacın kendisinden yemeyi niyet etse bile yemini bozulmaz. Çünkü bunda hakikat mânâsı terkedilmiştir. Valvalciyya.

Muhit'te zikredilmiştir ki: Yemin eden kimse ağacın bizzat kendisinden yemeyi niyet ederse, sözünün hakikatine niyet ettiği için ağacın meyvesini yese, yemini bozulmaz. Musannıf şeyhine tâbi olduğundan «mecaz mânâsı tayin edildiği için lâyık olan yemin eden kimsenin "ağacın bizzat kendisinden yemeyi niyet ettim" sözünün tasdik edilmesidir» demiştir.

Nehir'de «"örfte bağın yaprağı yenilen cinstendir. Buna göre yeminin ağacın bizzat kendisine sarf edilmesi lâzımdır" denilirse, buna "Örf ehli bağın yaprağı ancak pişirildikten sonra yenir, yaprak pişirilmekle değiştiği için yemin eden kimsenin onu yemesiyle yemini bozulmaz" diye cevap verilir» denilmiştir.

İZAH

«Mideye ulaştırmasıdır ilh...» Meselâ: Bir kimse «ben şu taamı yemem» yahut «ben şu şeyi içmem» diye yemin edip, sonra onu ağzına alıp çiğnedikten sonra onu dışarı atsa içerisine gitmedikçe yemini bozulmaz. Çünkü bu tatmadır, yeme ve içme değildir. Bu, Bahır'dan naklen Tahtâvî'de zikredilmiştir.

«Su ve bal gibi ilh...» Yani: Bunlarla katı olmayan maddeler murad edilmiştir, yoksa bunlarda yenilir. Teemmül et! Çiğnemeye ihtimali ve kabiliyeti olmayan mayi (sıvı) maddeler tek başına alındığında meşrubât (içilen) adı verilir. Başka bir şeyle beraber alındığında me'kûl (yenilen) adı verilir. Aksi de böyledir. Meselâ: Bir kimse «vallâhi ben şu sütü yemem» diye yemin ettikten sonra onu ekmekle veya hurma ile yese yahut «vallâhi ben şu balı veya sirkeyi yemem» diye yemin ettikten sonra onu ekmekle yese, yemini bozulur. Çünkü bu takdirde süt, bat ve sirke yenilen maddelerden olmuş olur. Eğer yemin eden kimse bunları sade yerse, yemini bozulmaz. Çünkü bu içmedir, yeme değildir.

Kezâlik: Bir kimse «vâllâhi ben şu ekmeği yemem» diye yemin edip onu kuruttuktan sonra ufalasa ve onun üzerine su döküp içse yemini bozulmaz. Çünkü bu içmedir, yeme değildir. Bu, Bedayı'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.

Fetih'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «süt yemem» diye yemin ettikten sonra onu içse yemini bozulmaz. Tirit yapıp yerse, yemini bozulur.

Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu sütü yemem» diye yemin edip sonra o sütle pirinç pişirip yerse, Ebubekir-i Belhî «o süte su katmayıp sütün kendisi görülse bile yemini bozulmaz» demiştir.

Kezâ: 0 sütü peynir yapsa, yine yemini bozulmaz, ancak o sütten ne yapılırsa yapılsın ondan yememeyi niyet ederse, bu takdirde yemini bozulur. Bir kimse «şu tereyağını yemeyeceğim» diye yemin edip sonra kavrulmuş unla karıştırıp yese, Asıl'da «eğer yağın tadı belli olursa yemini bozulur. Çünkü yağ bu takdirde yok olmamıştır» diye zikredilmiştir.

Hâkim, Muhtasar'ında «eğer sıkıldığında yağ akarsa yemini bozulur, yağın tadını bulsa bile sıkıldığında yağ akmazsa yemini bozulmaz» diye zikretmiştir.

Kâdı Han «bir kimse «ben şu sütü yemem» diye yemin ettikten sonra o sütle pirinç pişirildiğinde cevabı bu tafsilat üzere olmalıdır» demiştir.

Ben derim ki: Velhâsılı: Bir kimse «süt, yağ, sirke gibi mayi şeyleri yemem» diye yemin ettikten sonra bunlardan birini içse, yemini bozulmaz. Bunlardan birini ekmek veya hurma gibi şeyle karıştırıp yerse, üzerine yemin ettiği sıvı hususiyetini kaybetmemişse, yemini bozulur. Eğer sıvı madde tadını kaybeder veya sıkıldığı zaman akmazsa yemini bozulmaz.

Sâihânî «Hâkim'in kavli kabul edilmeye daha uygundur. Bundan dolayı şârihlerin çoğu Hâkim'in kavlini kabul etmişlerdir» demiştir.

«Onu yutmakla yemini bozulur ilh...» Yani bir kimse «yumurta yemem» diye yemin ettikten sonra pişirilmiş yumurtayı gerek kabuğu ile gerek kabuksuz yutarsa, yemini bozulur.

«"Vallâhi ben üzüm yemeyeceğim" ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «vallâhi ben üzüm veya nar yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra onları sorup kabuklarını tükürse, yemini bozulmaz. Çünkü bu yeme ve içme olmayıp bilâkis sormadır. Bedayı'den naklen Bahır'da da böyle zikredilmiştir.

Ben derim ki: İçme; çiğnemeye ihtimali ve kabiliyeti olmayan mayi şeyleri mideye ulaştırmaktır. Buna göre, sorma da içmenin tarifine girer. Ancak ağza alındığı vakit o maddenin sıvı olması murad edilirse, sorma içmenin tarifine girmez. Çünkü sorma, katı olan maddenin suyunu ağız ile çıkartıp mideye ulaştırmaktır. Bunun muktezası: Bir kimse «ben bir şey sormam» diye yemin etse, suyu sorarak içmek sünnet olmakla beraber mayi bir şey içse, yemini bozulmaz. Bundan anlaşılır ki; sorma, içmeden bir bakıma daha umumdur. Dudaklarla sorularak su ağza alındığında sorma ile içme birleşmiş olur. Suyu sormaksızın ağza alıp mideye ulaştırmaya içme denir. sorma denilmez. Katı olan bir maddenin ağız ile suyunu çekmeye sorma denir, İçme denilmez. Hatta «vallahi ben içmeyeceğim» diye yemin eden kimse, meyveyi sıkıp suyunu birden İçse, yemini bozulur. Fakat «ben sormayacağım» diye yemin eden kimse meyveyl sıkıp suyunu birden içse yemini bozulmaz. Eğer sorarak içerse her iki surette de yemini bozulur. Bana zahir olan budur.

«Kabuğunu yese ilh...» Yani: Bir kimse «ben üzüm yemeyeceğim» diye yemin edip sonra üzümü sıkıp kabuğunu yese, suyunu içmese yemini bozulur. Çünkü suyu alınmış üzüm kabuğunu yiyen kimseye «yiyor» denilir. Nitekim o kimse üzümü ağzında çiğneyip suyunu yutup kabuğunu tükürdüğünde «üzümü yedi» denilmediği gibi. Buna göre üzüm yemek, kabuğunu ve koruğu yemektir. O halde üzümün kabuğu yenildiğinde yemin bozulur. Bu Bedayı'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Hâsılı: Uyûn'da beyan edildiğine göre; yalnız üzümün suyunu yutsa. yemini bozulmaz. Eğer kabuksuz taneyi yutarsa, yemini bozulur.

«Şekeri sormasıyla yemini bozulmaz ilh...» Yani: «şeker yemem» diye yemin eden kimse şekeri sorsa yemini bozulmaz. Çünkü bu yeme değildir. Buna göre çiğneme bulunmadan içeri ulaşmıştır.

«Bizim örfümüzde bozulur ilh...» Yani: şeker. çiğnemek ve sormakla yenilir. Kezâ, üzümle, nar da âdette çiğnemek ve sormakla yenilir.

«Zevk (tatma) içeri gitsin veya gitmesin bir şeyin tadını bilmek için ağızla yapılan bir iştir ilh...» Fetih'te zikredildiğine göre; tatmanın gerçek tarifi budur. Nazım'da buna muhalif olarak «tatma gırtlağın işi değil dudakların işidir» diye tarif edilmiştir. Buna göre; tadılan şeyin içeri gitmemesi tatmanın mânâsından alınmıştır.

Ben derim ki: Fetih'te olan Hişam'ın rivayetine daha uygundur. Şöyle ki; bir kimse «ben tatmayacağım» diye yemin etse, bu yemini tadılan şeyin içeri ulaşmaksızın gerçekten tadılması üzerine hamlolunur. Ancak tadılan şeyin içeri ulaşacağına delalet eden bir söz bulunursa başka, Meselâ: Bir kimse bir şahsı «gel beraber yemek yiyelim diye dâvet ettiğinde o şahıs «seninle beraber yemek tatmam» diye yemin etse. bu tatma yeme ve içmeye hâmlolunur.

«Buna göre; her bir yeme ve içme zevktir. Aksi yani her bir zevk yeme ve içme değildir ilh...» Yani zevk (tatma) yeme, içmeden daha umumîdir. Çünkü zevkte tadılan şeyin içeri gitmesi şart değildir. Belki içeri gitmeksizin bir şeyin ağızla tadılmasına «tatma» denilir. Fakat yeme veya içme tatma gibi değildir. Buna göre; bir kimse «tatmayacağım» diye yemin edip yese veya içse yemini bozulur. Fakat «yemeyeceğim veya «içmeyeceğim» diye yemin eden kimse içerisine ulaştırmaksızın bir şeyi tatsa yemini bozulmaz. Fakat bazen tatmaksızın yeme bulunabilir. Nitekim yumurta ve badem gibi tadının bilinmesi tatmaya bağlı olan bir şeyin yutulması böyledir. Buna göre; yeme ile tatma arasında umum husus min vecih vardır. Bundan dolayı Fetih'te zikredilmiştir ki: Muhît sahibi «bir kimse «ben tatmayacağım» diye yemin edip sonra yese veya icse yemini bozulur.» kavliyle zanı galibe göre «tatmayla», çiğnemeye yakın olan «yemeyi» veya çiğnemekslzin tadı anlaşılan «yutmayı» murat etmiştir. Çünkü biz kesin olarak biliyoruz ki; bademin içini yutan kimseye «onu tattı» denilmez ve «bademi tatmayacağım» diye yemin eden kimse onu yutsa, yemini bozulmaz.

Ben derim ki: «Yeme» ile «içme» arasında fark bulunduğu gibi yeme ve içme ile «tatma» arasında da fark vardır. Buna göre; «yememe», «içmeme» veya «tatmama» dan birine yemin eden kimse. yemin ettiğinden başkasını yaparsa, yemini bozulmaz.

«Mazmaza etse, yemini bozulmaz.» Çünkü yemin eden kimse mazmaza ile suyu tatmayı kasdetmemiş belki abdest almak murat etmiştir. Bundan dolayı oruçlu kimsenin bir şeyin tadına bakması mekrûhtur. Fakat mazmaza etmesi mekrûh değildir.

«Ancak yemeyi murat ettiğine dair bir delil bulunursa ilh...» Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben «buyur beraber yemek yiyelim» diye dâvet ettiğinde o şahıs da «seninle beraber tatmam» diye yemin ettiği takdirde «tatma» ile yeme içme murad edilmiş olduğuna delil olur.

«Bir kimse "vallâhi ben şu hurma ağacından" veya "üzüm kütüğünden yemeyeceğim" diye yemin etse ilh...» Bu meselelerde asıl olan, mümkün olduğu takdirde kelimenin hakikat mânâsı ile amel etmektir. Hakikat mânâsıyla amel edilmek mümkün olmazsa veya hakikat mânâsının hilafına örf bulunursa, bu mânâ terk edilir. Buna göre bizzat yenilen bir şey üzerine yemin edildiğinde, yemin o şeyin bizzat kendisine sarf olunur. Çünkü hakikat ile amel etmek mümkündür. Bizzat kendisi yenilmeyen bir şey üzerine yemin edildiğinde yeminmecazen ondan hâsıl olan şey üzerine sarf olunur. Çünkü hakikatle amel etmek mümkün değildir. Buna göre bir kimse «vallâhi ben şu koyundan bir şey yemem» diye yemin etse, sonra onun sütünden veya yağından yese yemini bozulmaz. Çünkü koyunun bizzat kendisi yenildiği için yemin koyunun kendisinden yenilmemeye sarf olunur. yoksa koyundan hâsıl olanlar üzerine sarf olunmaz.

Kezâ: Bir kimse «üzüm yemeyeceğim» diye yemin etse kuru üzümü veya şırasını yemesiyle yemini bozulmaz. «Şu hurma ağacından yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde bu yemin ağaçtan hasıl olan yaş ve kuru hurmasına sarf olunur. Çünkü ağacın bizzat kendisi yenilmez. «Şu unu yemeyeceğim» diye yemin eden kimse, onun ekmeğini yerse, yemini bozulur. Çünkü onun bizzat kendisi yenilse bile, örf ve âdette yenilmez. Tamamı Zahire'dedir.

«Kaynatılmamış şırasını içerse ilh...» Yani: Bir kimse «ben şu hurma ağacından veya üzüm kütüğünden yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra o ağacın hurmasını veya o kütüğün üzümünü yediğinde yemini bozulduğu gibi, bunların kaynatılmamış şırasını yese yemini bozulur. «Fakat bu mesele müşküldür. Çünkü yemin «yememek» üzerine yapılmıştır. Şıra ise yenilmeyip içilir» denilirse «burada «yenilmek» ile mecazen tenâvül (alıp yeme) murad edilmiştir» diye cevap verilir. Yani yemin eden kimse «ben bu hurma ağacından» veya «üzüm kütüğünden bir şey tenâvül etmem» demek istemiştir. T.

Ben derim ki: Bu cevabın muktezası o hurma ağacının veya üzüm kütüğünün şırasını içmekle yemini bozulur. Bu surette şırayı içmekle yeminin bozulması nakledilmeye muhtaç olur. Halbuki fukâhanın kelamı böyle te'vil edilmeksizin sahihtir. Biz, Bahır'dan naklen zikrettik. Şöyle ki:

Bir kimse «ben şu sütü» yahut «şu balı» yahut «şu sirkeyi yemem» diye yemin ettikten sonra üzerine yemin ettiği şeyi ekmekle yese, yemini bozulur. Çünkü bunların yenmesi bu şekilde olur. Kezâ: Sütü tirit yapıp yese, yine yemini bozulur.

Bezzâziyye'de zikredilmiştir ki: «Taam yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde yemin yenilen taamlara sarf olunur. Hatta sirke yenilse yemin bozulur. Buna göre içilen bir şeye «yenildi» demek sahihtir. Burada do yani «şu hurma ağacından veya şu üzüm kütüğünden yemeyeceğim» diye yemin eden kimse o hurma ağacının meyvesinden, o üzüm kütüğünün üzümden çıkarılan şırasını yediğinde yemini bozulur

«Kaynatılan pekmezi ilh...» Bir kimse «ben şu hurma ağacından» veya «şu üzüm kütüğünden yemem» diye yemin ettikten sonra onların meyvelerinden yapılan pekmezi, içkiyi ve sirkeyi yese, yemini bozulmaz. Çünkü bunlar yeni bir fiile izafe edildikleri için ağaca olan izafetleri baki kalmamıştır. Bahır. «Pişirilmiş pekmez» kaydıyla yaş hurmadan akanşıradan ihtiraz edilmiştir. Çünkü bunun yenilmesiyle yemin bozulur. Zahire.

«O ağacın dalını başka bir ağaca aşılamakla ilh...» Yani: «ben şu ağaçtan yemem» diye yemin eden kimse üzerine yemin ettiği ağaçtan bir dal kesip başka bir ağaca aşılayıp sonra aşıladığı ağacın meyvesini yese. yemini bozulmaz. H. Bazıları «yemini bozulur» demişlerdir. Fetih, Bahır. «Yemini bozulmaz» diyenlere göre aşılanan dal ikinci ağaçtan bir parça olduğu için örfte ikinci ağaçtan yiyen kimseye «birinci ağaçtan yedi» denilmez. Üzerine yemin edilen ağaç ile aşılanan ağacın nevileri gerek bir olsun gerek ayrı olsun fark yoktur. Zahire'de bu mesele mutlak olarak nakledilmiştir. Nitekim geçmiştir. Sonra bu mesele şöyle tasvir edilmiştir: Bir kimse «ben şu elma ağacından yemem» diye yemin ettikten sonra bu elma ağacını bir armut ağacının dalıyla aşılasa, yemin eden kimse göstermek suretiyle ismini söyleyerek «ben şu elma ağacından yemem» diye yemin etmişse, aşıladığı ağaçtan yemesiyle yemini bozulmaz. Fakat ağacın ismini söylemeyip «ben şu ağaçtan yemem» diye yemin etmişse, aşıladığı ağaçtan yerse, yemim bozulur. Bazı fakihlerden böyle nakledilmiştir.

Ben derim ki: İki kavlin arasını birleştirmek şu suretle mümkün olur. Üzerine yemin edilen ağaç ile aşılanan ağacın nevileri ayrı olup ağacın ismini söyleyerek yemin ettikten sonra ismini söylemiş olduğu aşılanmış ağacın meyvesinden yerse, yemini bozulur. Üzerine yemin edilen ağaç ile aşılanan ağacın nevileri gerek bir olsun gerekse ayrı olsun üzerine yemin ettiği ağacın ismini söylememiş ise aşıladığı ağaçtan yemekle yemini bozulmaz. İşin hakikatını Allahü Teâlâ bilir.

«Onun parasıyla yenilecek bir şey satın alıp onu yerse yemini bozuıur ilh...» Eğer ağacın parasıyla içilecek bir şey satın alıp onu içerse, yemini bozulmaz. Ancak satın aldığı içilecek şeyi başka bir şeyle yerse, sözün hakikatiyle amel etmek mümkün olduğu için yemini bozulur. Çünkü mümkün oldukça sözün hakikatıyla amel olunur.

METİN

Bir kimse «vallâhi ben şu koyunu yemem» diye yemin etse, o koyunun etini yerse yemini bozulur. Sütünü yerse yemini bozulmaz. Çünkü koyunun bizzat kendisi yenildiği için yemin koyunun kendi üzerine yapılmış olur.

Bir kimse «şu hurma koruğundan yemeyeceğim» diye yemin edip koruk olgunlaştıktan sonra yese yemini bozulmaz.

«Şu yaş hurmadan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse yaş hurma kuru hurma olduktan sonra yese, yemini bozulmaz. «Şu sütten yemeyeceğim» diye yemin eden kimse süt yoğurt olduktan sonra yese yemini bozulmaz. Çünkü korukluk, yaşlık, süt olma sıfatları yemin etmeyi gerektiren sıfatlar olup yemin bu sıfatlarla kayıtlanmış olur. Fakat bir kimse «şuçocukla» veya «şu delikanlı ile konuşmam» diye yemin etse, o çocuk veya delikanlı yaşlı olduktan sonra onunla konuşsa, yemini bozulur.

Bir kimse «ben şu kuzuyu yemem» diye yemin edip de koç olduktan sonra yese, yemini bozulur. Çünkü çocukluk ve kuzuluk sıfatları yemin etmeyi gerektiren sıfatlardan değildir. Bu hususda kaide şudur: Üzerine yemin edilen şeyde yemini gerektiren bir sıfat bulunursa, gerek marife olsun, gerek nekre olsun yemin o vasıfla kayıtlanmış olur. Buna göre o sıfat zail olursa, yeminde zail olur. Eğer sıfat yemini gerektirmeye elverişli olmazsa, bu vasıf marifelerde değil, nekrelerde itibar olunur.

Mücteba'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben şu mecnun veya şu kâfirle konuşmam» diye yemin etse, sonra o mecnun iyi veya o kâfir İslâm şerefiyle müşerref olduktan sonra konuşsa, yemini bozulmaz. Çünkü delilik ile küfür yemini gerektiren vasıflardandır.

Bir kimse «ben erkekle konuşmam» diye yemin ettikten sonra erkek çocukla konuşsa, yemini bozulur. Bazıları «bozulmaz» Nitekim «çocukla konuşmayacağım» diye yemin edip de erginlik çağına girdiğinde konuşsa yemini bozulmadığı gibi. Çocuğa erginlik çağına girdikten sonra şâbb (genç), otuz yaşına kadar fetâ (yiğit). otuz ile elli yaş arasında kehl (olgun), elliden ömrün sonuna kadar şeyh (yaşlı) denir» demişlerdir.

Bir kimse «ben şu yaş üzümden yemem» diye yemin edip de kuru üzüm olduktan sonra yese, yemini bozulmaz. «Ben şu sütü yemem» diye yemin edip de peynir olduktan sonra yese veya «ben şu yumurtayı yemem» diye yemin edip de pillç olduktan sonra yese, yemini bozulmaz.

Bir kimse «ben şu şaraptan» yahut «ben şu ağacın çiçeğinden tatmam» diye yemin edip de şarap, sirke; çiçek badem veya zerdali olduktan sonra yese, yemini bozulmaz. Fakat «ben şu hurmadan yemem» diye yemin edip de haysdan yerse, yemini bozulur. Çünkü her ne kadar içine sade yağdan ve diğer şeylerden katılsa bile ufalanmış hurmadan yapılan bir çeşit yemektir. Bahır. Yine Bahır'da ziktedilmiştir ki: «Muayyen bir taamı yemem» diye bir kimse yemin edip sonra o taamın birazını yese bunda kaide şudur: Üzerine yemin edilen şey bir kimsenin bir oturuşta yiyebileceği veya bir içimde içebileceği miktarda olursa, yemin o şeyin hepsini yemeye veya içmeye yapılmış olur. Bir oturuşta yenilecek veya bir içimde içilecek miktardan çok olursa yemin o şeyin bir kısmı üzerine yapılmış olur.

Bir kimse «ben hurma koruğu yemem» diye yemin edip olgunlaştıktan sonra yese, yemini bozulmaz. «Ben yaş üzüm yemem» diye yemin edip de kuru üzüm olduktan sonra yese, yemini bozulmaz. Fakat «ben badem» yahut «ceviz yemem» diye yemin edip kuruduktan sonra yese, yemini bozulur. Çünkü badem, ceviz ismi yaşına denildiği gibi kurusuna da denilir.

Bir kimse «ben yaş hurma» yahut «hurma koruğu» yahut «yaş hurma ve hurma koruğu yemem» diye yemin etse, olmaya başlamış hurma koruğu yese, yemini bozulur. Çünkü hem «yemeyeceğim» diye yemin etmiş olduğu şeyi yemiş hem de ziyadesini yemiştir.

Bir kimse «ben olgun ve yaş hurma satın almayacağım» diye yemin ettikten sonra içinde olgun ve yaş hurma bulunan bir salkım hurma koruğu satın alsa, yemini bozulmaz. Çünkü satın alma hurma koruğunun hepsi üzerine vaki olduğu için içinde bulunan yaş ve olgun hurmalar koruğa tâbidir. Fakat «ben olgun ve yaş hurma yemeyeceğim» diye yemin eden kimse içinde yaş ve olgun hurma bulunan bir hurma koruğu salkımı satın alıp yerse yemini bozulur. Çünkü hurmalar birer birer yendiği için yemini bozulur. «Et yemem» diye yemin eden kimse etin çorbasını veya balık yese yemini bozulmaz. Ancak bunlara niyet etmiş ise yemini bozulur. «Hayvana binmem» diye yemin eden kimse kâfire binse yemini bozulmaz. «Kazık üzerine oturmam» diye yemin eden kimse dağın üstüne otursa. yemini bozulmaz. Her ne kadar Kur'an-ı Kerim'de balık etine et, kâfire hayvan ve dağlara da kazık denilmişse de örf ve âdette bunlara et, hayvan ve kazık denilmez. Ama Tebyin'de «bir kimse «hayvana binmeyeceğim» diye yemin ettikten sonra insana binse yemini bozulur» diye zikredilen kavil örfe münafi olduğu için onu Nehir sahibi «biz Hanefilerce örf-i kavli gibi örf-i ameli de tahsis edicidir» diye reddetmiştir.

İnsan eti, karaciğer, işkembe, akciğer, domuz eti, yürek, dalak ettir. bunların et olması Kûfe ehlinin örfündedir. Ama bizim örfümüzde bunlar et değildir. Nitekim Hütâsa'dan ve diğer fıkıh kitaplarından naklen Bahır'da böyle zikredilmiştir. Bundan malûm oldu ki; Arap olmayan bir kimse yemin ettiğinde kesin olarak kendi örfüne itibar eder.

Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Baş ile ayaklar. yeme hakkında olan yeminde et sayılır. Satın alma hakkında olan yeminde et sayılmaz. «Ben şu merkepten yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde bu yemin merkebin kirası üzerine yapılmış olur. «Şu köpekten yemem» diye yemin edildiğinde bu yemin köpeğin avı üzerine yapılmış olmayıp belki kendi eti üzerine yapılmış olur. Yeminde sığır mandaya şâmil olmaz. «Et yemeyeceğim» diye yemin eden kimse çiğ et yese esah olan kavle göre yemini bozulmaz.

İZAH

«Yemin bu sıfatlarla kayıtlanmış olur ilh...» Yani: «ben şu hurma koruğundan» yahut «yaş hurmadan» yahut «sütten yemem» diye yemin edildiğinde yemin korukluk, yaşlık ve süt olma vasıflan üzerine yapılmış olur. Bu sıfatlar kendilerinden zail olunca üzerlerine yapılmış olan yemin de zail olmuş olur do o şey yenildiğinde üzerine yemin edilmemiş olan şey yenilmiş olur

«Çünkü çocukluk ve kuzuluk sıfatları yemin etmeyi gerektiren sıfatlardan değildir ilh...» Fakat çocukluk her ne kadar haddi zatında yemini gerektiren sıfatlardan ise de çocuğu terk etmek ve ondan uzaklaşmak şer'an yasaklanmıştır. Çocukların ve gençlerin kötü ahlâklarına tahammül etmek ve çocuklara merhametle davranmak şeriat tarafından emredilmiş olduğundan onların kötü sıfatlarından dolayı yemin etmek onları terk etmek olacağı için onlarda bulunan bu sıfatlara yemini gerektiren sıfatlar olarak itibar edilmemiştir. Çocukluk ve kuzuluk Sıfatının yemini gerektiren sıfatlardan olmaması yemin eden kimsenin niyeti bulunmadığı takdirdedir.

«Gerek marife olsun gerek nekre olsun ilh...» Marifeye misâl: «Ben şu hurma koruğundan yemem». Nekreye misâl: «Ben hurma koruğu yemem» diye yemin edilmesi gibi. Bu yeminlerde hurma koruğu olgunlaştığında yemin eden kimse yerse yemini bozulmaz.

«Bu vasıf marifelerde değil, nekrelerde itibar olunur ilh...» Mesela:

«Ben kuzu yemem» yahut «ben çocukla konuşmam» diye yemin edilmesi gibi. Bu ifadelerle yemin eden kimse koç yese yahut yaşlı bir kimseyle konuşsa yemini bozulmaz. Çünkü koça kuzu, yaşlı kimseye çocuk.denilmez. Bu ifadeler nekreye misaldir. Marifeye misâl:. «Ben şu kuzuyu yemem» yahut «ben şu çocukla konuşmam» diye yemin edilmesi gibi. Bu ifadelerle yemin eden kimse, üzerine yemin ettiği kuzuyu koç olduktan sonra yese, üzerine yemin ettiği çocuk yaşlı ve ihtiyar olduktan sonra konuşsa yemini bozulur. Çünkü yemini gerektirmeyen sıfat işaret sıfatıyla söylendiğinde hükümsüz olur da kendisine işaret edilen zat itibar edilir. Üzerine yemin edilen zat ise sıfat zail olduktan sonra yine bâkî olduğu için yemin zail olmamış olur.

FER'İ MESELE: Vâkıât'tan naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben bugün şu ekmeği yersem zevcem şöyle olsun» dese sonra «bugün ben bu ekmeği yemezsem cariyem hür olsun» dese sonra o ekmeğin yarısını yese yemini bozulmaz. Kezâ Bir kimse ağzında bulunan lokma üzerine aynı şekilde yemin etse de lokmanın bir kısmını yiyip bir kısmını çıkarsa yemini bozulmaz. Çünkü yemininin bozulmasının şartı, yemin ettiği ekmeğin veya lokmanın hepsini yemesidir.

TENBİH: Bezzâziyye'de zikredilmiştir ki: Bir hânede mal zayi olup hânede bulunanlardan her biri zayi olan malı almadığına ve hâneden çıkarmadığına dair yemin etse. sonra onlardan birinin diğer bir şahısla beraber o malı hâneden çıkardıkları bilinse, eğer o mal bir kişinin taşıyamayacağı büyüklükte bulunursa, hâneden çıkaranların yemini bozulur. Çünkü bir kişinin taşıyamayacağı mal iki kişi tarafından çıkartılır. Eğer bir kişinin taşıyacağı miktarda olursa. alıp hâneden çıkaranların yemini bozulmaz. Çünkü yemin edenler tek olarak çıkarmadıklarına dair yemin ettikleri için yeminlerinde doğrudur.

Ben derim ki: Buna göre; bir kimse «ben şu ağacı veya şu taşı taşımam» diye yemin etse, buyeminde de aynı tafsilat vardır. Yani ağaç veya taş bir kişi tarafından taşınamayacak kadar büyük olup yemin eden kimse başka bir kimseyle beraber taşırsa, yemini bozulur. Eğer bir kişinin taşıyacağı miktarda bulunduğu halde başka bir şahısla taşırsa, yemini bozulmaz. Bundan sonra malumun olsun ki Vâkıât'tan naklen Bahır'da geçen mesele cidden müşküldür. Nitekim Hâvî sahibi «cariyesinin âzâd olması vâcib olur. Çünkü ekmeği yememiştir, nefi ile isbat arasında vasıta yoktur. Bunlardan her biri yeminin bozulmasının şartıdır. Buna göre yeminin birisi bozulur» demiştir.

EICâmiü'l-Asgar'da Ebu'lKâsımı's-Saffar'dan nakledilmiştir ki: Bir

kimse «falan şahıs şu suyu içerse zevcem boş olsun» dese diğer bir zat da «o şahıs o suyu içmezse benim zevcem boş olsun» dese o şahıs o suyu başkasıyla beraber içse, veya o suyun bir kısmını yere dökse, ikincî zatın yemini bozulur, birinci kimsenin yemini bozulmaz.

«"Et yemem" diye yemin eden kimse» gerek kebap yapılmış, gerek kavrulmuş olsun deve, sığır, manda, koyun, kuş etleri üzerine yapılmış olur. Nitekim İmam Muhammed (Rh.A.) bunu Asıl adlı eserinde zikretmiştir. Bunda İmam Muhammed (Rh.A.)'den çiğ et yenildiğinde bozulmayacağına işaret vardır. Azhar olan da budur.

Ebû Leys'e göre; çiğ et yenildiğinde yemin bozulur. Bu Hülasa'dan ve diğer fıkıh kitaplarından naklen Bahır'da zikredilmiştir. «Et yemeyeceğim» diye yemin eden kimse domuz eti veya insan eti yese yemini bozulmaz. Fetva da bunun üzerinedir. Burada örfe itibar edilmiştir. Tebyinü'l-Kenz, Kâfî.

«Bunların et olması Kûfe ehlinin örfündedir ilh...» Yani: «Et yemem» diye yemin eden kimse insan eti, domuz eti, ciğer, dalak yese, Kûfe örfüne göre yemini bozulur. Fakat bizim örfümüze göre yemini bozulmaz. Muhît ile Mücteba'da böyle zikredilmiştir. Bu, örflerin değişmesine göre değişir. Bahır.

Ben derim ki: İnsan ile domuz eti lügatte ve örfte hakikatte ettir. Bundan dolayı Musannıf « «et yemeyeceğim» diye yemin eden kimse bunlan yese yemini bozulur» demiştir. Fakat Fetih'de « «et yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde örfte insan eti ile domuz etine et denilse bile, bu yemin örfte insan ve domuz etine sarf olunmaz. Nitekim «ben fülanın dâbbesine (hayvanına) binmem» diye yemin edildiğinde «dâbbe» lâfzı her ne kadar örfte deveye, sığıra şâmil olso bile. bu yemin örfte merkep. katır ve ata hamlolunur» diye zikredilmiştir.

«Bundan anlaşıldığına göre; Arap olmayan bir kimse yemin ettiğinde kesin olarak kendi örfüne itibar eder ilh...» Yani yeminlerde yapıldıkları beldelerin örflerine itibar olunur. Hatta Harezm'li bir kimse «ben et yemeyeceğim» diye yemin edip de balık yese, yemini bozulur. Çünkü onlar balığa et derler. Bahır.

«Baş ile ayaktar, yeme hakkında olan yeminde et sayılır. Satın alma hakkında olan yemindeet sayılmaz ilh...» «Eş-Şâfî» adlı itapta yeme ile satın alma bir.sayılmıştır. Fakat esah olan birinci kavildir. Bezzaziye.

Ben derim ki: Galiba bunun vechi: Baş ile ayaklar hem ete hem de başka şeye şâmil olduğundandır. Fakat bunlar söylenildiğinde et denilmez. Bir kimse «et almayacağım» diye yemin edip baş veya ayak satın alsa. örfte «et aldı» denilmez. Ama baş veya ayaklarda olan eti yediğinde et yemiş olup yemini bozulur.

«Yeminde sığır mandaya şâmil olmaz.» Yani bir kimse «ben sığır eti yemem» diye yemin etse. sonra manda eti yese, yemini bozulmaz. Aksi de böyledir. Çünkü insanlar bunların aralarını ayırırlar. Bazıları «yemini bozulur. Çünkü sığır ikisine de şâmildir» demişlerdir. Sahih olan birinci kavildir. Nitekim Tatarhaniyye'den naklen Nehir'de böyle zikredilmiştir. Yine Zahire'den naklen Nehir'de zikredilmiştir ki, «koyun eti yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde yemin eden gerek şehirli olsun, gerek köylü olsun, keçi eti yerse yemini bozulmaz. Hakim-i Şehid "fetva bunun üzerinedir» demiştir.

METİN

«iç yağı yemem» diye yemin eden kimse hayvanın sırtının yağlı etini yese, yemini bozulmaz. İmameyn'e göre; bozulur. Karnında ve bağırsaklarındaki iç yağını yerse, ittifakla yemini bozulur. Kemiklerindeki yağı yerse, ittifakla yemini bozulmaz. İç yağın satın alınması ve satılması üzere yapılan yemin, hükümde ve ihtilâfta yemek üzere yapılan yemin gibidir. Zeylai. «İç yağı» veya «et yemem» veya «satın olmam» diye yemin eden kimse, kuyruk yese veya satın alsa yemini bozulmaz. Çünkü kuyruk üçüncü bir nevidir.

«Şu buğdaydan yemem» diye yemin eden kimse, o buğdayın ekmeğinden yahut unundan yahut kovutundan yese, yemini bozulmaz. Ancak buğday su ile kaynatılmış veya kavrulmuş olup ondan yerse bizim örfümüzde yemini bozulur. Fakat pişmemiş ve çiğ olarak dişleriyle kırarak yerse yemini bozulmaz. Eğer ona niyet etmiş ise yemini bozulur. Fetih

Keşif'den naklen Nehir'de zikredilmiştir ki; bu buğday hakkında yapılan yemin meselesi üç vecih üzerinedir:

Birincisi; buğday yığınını göstererek «ben şu buğdaydan yemem» diye yapılan yemindir. Bu metnin meselesidir.

İkincisi; buğdayı zikretmeksizin «şundan yemem» diye yapılan yemindir. Bu şekilde yapılan yeminde gerek çiğ gerek un halinde nasıl yenirse. yensin onun yenilmesiyle yemin bozulur.

Üçüncüsü; «buğdaydan yemem» diye yapılan yemindir. Bu şekilde yapılan yeminde çiğ, pişirilmiş veya kavrulmuş ne şekilde olursa olsun buğday yenildiğinde yemin bozulur. Ekmek, un, kavrulmuş un gibi şeyler yenildiğinde yemin bozulmaz.

Buğdayı göstererek yapmış olduğu birinci ve ikinci yemin suretlerinde onu ekip ondan çıkanbuğdayı yese, yemini bozulmaz. Buğdayı göstermeden yapmış olduğu yemin suretinde onu ekip ondan çıkan buğdayı yese yemini bozulur.

«Ben şu undan yemem» diye yemin eden kimse. o undan yapılan ekmek, bulamaç, tatlı gibi şeyleri yese yemini bozulur. Fakat o unu yalamak suretiyle yese, esah olan kavle göre yemini bozulmaz. Nitekim «ben şu hurma ağacından yemem» diye yemin eden kimse o ağacın bizzat kendisinden yediğinde yemini bozulmadığı gibi.

«Ekmek yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde yemin edenin beldesinin halkının âdet edinmiş oldukları ekmek murad edilir. Buna göre Şamlıların buğday. Yemenlilerin mısır, Taberistan (Amul) lıların pirinç bazı köylülerin arpa ekmeğiyle yemini bozulur. Bir kimse, âdetleri buğday ekmeği olan bir beldeye girip orada uzun bir zaman arpa ekmeğiyle yaşamayı âdet edinse, ancak arpa ekmeğiyle yemini bozulur. Çünkü has olan örf muteberdir. Fetih.

Bir kimse «bir kadının ekmeğinden yemem» diye yemin etse, bu yemin fırında ekmeği pişiren kadına sarf olunur. Pişirmek için hamur yoğurup kesip hazırlayan kadına sarf olunmaz. Zahire. Yufka da ekmek sayılır. Börek, tirit, ekmeği dövüp veya ufalayıp üzerine yağ dökülen kırıntılar ekmek değildir. Çünkü örfte bunlara ekmek ismi verilmez. «Filan kimsenin taamından yemeyeceğim» diye yemin eden şahıs her ne kadar kendi ekmeğiyle olursa da o kimsenin sirkesinden yahut zeytin yağından yahut tuzundan yese yemini bozulur. Eğer o kimsenin nebîz denilen hurma suyundan yahut içtiği suyundan alıp onunla ekmek yese yemini bozulmaz. Çünkü bunlar meşrubât nevindendir.

Bir kimse «ben sade yağ yemeyeceğim» diye yemin ettikten sonra kavut yese, yemin ederken kendisinde yağ olan veya olmayan diye niyet etmemişse, kavut sıkıldığında yağı akarsa. yemini bozulur, olmazsa yemini bozulmaz. Cevhere.

Bedayı'de zikredilmiştir ki: «Taam yemeyeceğim» diye yemin eden kimse muzdar ve çaresiz kalıp leş yese, yemini bozulmaz. Şevâ, kebap yapılmış ete, tabîh su ile pişirilmiş ete ıtlak olunur.

Şarih der ki: Tabih'in su ile pişirilmiş ete denilmesi başkalarının örfündedir. Ama bizim örfümüzde et yağı, zeytinyağı, sade yağ ile olursa da su ile pişirilen her şeye tabih ismi verilir. Nitekim Musannıf bunu Mücteba'dan nakletmiştir.

Nehir'de zikredilmiştir ki: Taam: peynir, meyve gibi gıda almak için yenilen şeylere şâmil olur. Fakat şârih der ki: Bizim örfümüzde bunlara «taam» denilmez.

Bir kimse «baş yemeyeceğine dair» yemin etse, bulunduğu beldede satılması örf ve âdet olan başlara itibar edilir.

Meyve: Elma, kavun, karpuz, zerdali gibi şeylerdir. Üzüm, nar, yaş hurma meyve değildir. İmameyn (Rh. Aleyhima) ihtilâf etmişlerdir. İmameyn (Rh. Aleyhima)'in ihtilafları asır ve zaman cihetinden ihtilâfdır, yoksa hüccet ve delil ile ihtilâf değildir. Sözün kısası, yemin hususunda itibar örfedir. Buna göre: meyve yenilmeyeceğine dair yemin edildiğinde örfte meyve sayılan herhangi bir şey yenildiğinde yemin bozulur. Bunu, Şumunni söylemiş, Musannıf da onu ikrar etmiştir.

İZAH

«Sırtının yağlı etini yese ilh...» Eğer içten sırta bağlı olan böbreklerde ki iç yağı yerse yemini bozulur.

«Zeylai ilh...» Zeylai'nin ibaresi şöyledir: «İç yağı yemem» yahut «iç yağı satın almam» yahut «iç yağı satmam» diye yemin eden kimse, hayvanın sırtının yağlı etini yese, yahut satın alsa, yahut satsa, İmamı Azam (Rh.A.)'a göre; yemini bozulmaz. İmameyn (Rh. Aleyhima)'ya göre; bozulur.

«Ancak buğday su ile kaynatılmış veya kavrulmuş olup ondan yerse bizim örfümüzde yemini bozulur ilh.. » Yani bir kimse «şu buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin etse, İmamı Azam (Rh.A.)'a göre; buğdayı çiğneyerek yerse yemini bozulur. O buğdayın ekmeğinden, kavutundan, unundan yerse Yemini bozulmaz. Çünkü buğday bizzat kendisi yenilen cinstendir. İmameyn (Rh. Aleyhima)'ya göre o buğdayı çiğneyerek yerse, yemini bozulmaz. Ekmeğinden, kavutundan yahut unundan yerse yemini bozulur.

İhtilâfın temeli: Bir «kelime»nin hem hakikat mânâsı kullanılsa, hem de mecaz mânâsı örf ve âdet olsa, İmamı Azam (Rh.A.) o kelimenin hakikat mânâsını tercih eder. İmameyn (Rh. Aleyhima) ise örfî mânâsını tercih eder. Çünkü buğdayı «yeme» lâfzı bizzat buğdayın kendisini yemede hakikat olarak kullanılır. Zira insanlar buğdayı kaynatıp veya kavurup yerler. Binaenaleyh buğdayı «yeme» lâfzı ile hakikat mânasını murat etmek. örfte mecaz olarak buğdayın ekmeğini yemeyi murat etmekten evlâdır.

Fetih'te zikredilmiştir ki: «Buğday yedim» ifadesi ile iki mânâdan her biri murat edilebilir. O halde bir kelimenin hakikat mânâsı ile mecaz mânâsı müsavi olduğu zaman hakikat mânâsı üstün olduğu için İmamı Azam'ın kavli tercih olunur. Bilâkis «şimdi buğday yedim» ifadesinin buğdayın ekmeğini yedim mânâsında kullanılması örf değildir. örfte «buğday yedim» denilmeyip, «ekmek yedim» denilmektedir. Bu ihtilâf muayyen bir buğday üzerine yemin edildiğine göredir. Eğer muayyen olmayan bir buğday üzerine yemin edilirse imamı Azam (Rh.A.)'ın kavli ile İmameyn (Rh. Aleyhima)'in kavli gibidir. Bunu Şeyhü'l-islâm zikretmiştir. Fakat gizli değildir ki bunda iki şeyden birisini sebepsiz tercih etmek vardır. Bütün fıkıh kitablarında ittifakla zikredilen delil, üzerine yemin edilen buğday gerek muayyen olsun, gerek muayyen olmasın bizzat yenilen cinstendir. Buğday yemeyeceğine dair yemineden kimse çiğnemeden buğday tanelerini yutsa yemini bozulur. Kuhustâni.

«Pişmemiş ve çiğ okırak dişleriyle kırarak yerse, yemini bozulmaz. Eğer niyet etmiş ise yemini bozulur ilh.. » «Şu buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse o buğdaydan yapılan şeyi yemeyeceğine niyet ederse bu niyeti sahih olup bizzat buğdayın kendisini yerse yemini bozulmaz. Zahire.

«Bu metnin meselesidir ilh...» Yani: «Ben şu buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse gerek suyla kaynatılmış olsun, gerekse kavrulmuş olsun o buğdayın kendisinden yerse yemini bozulur. Fakat o buğday çiğ olarak yahut o buğdaydan yapılan ekmeği yerse yemini bozulmaz.

«Gerek çiğ, gerek un halinde nasıl yenirse, yensin ilh...» Yani: Buğdayı zikretmeksizin fakat buğdayı göstererek «şundan yemem» diye yemin eden kimse, o buğdayın bizzat kendisini veya ondan yapılan herhangi bir şeyi yerse, yemini bozulur. O buğdaydan ne şekilde olursa olsun yenildiği takdirde yeminin bozulmasının sebebi buğdayın ismi söylenmeksizin buğday gösterilerek yemin edildiğinde buğday gerek hali üzerine kalsın gerek değişerek başka bir isim alsın, gösterilen buğdayın kendisine İtibar edilir.

«Bu şekilde yapılan yeminde çiğ, pişirilmiş veya kavrulmuş ne şekilde olursa olsun buğday yenildiğinde yemin bozulur ilh...» Yani: Nekre olarak mesela: «Ben buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse buğday gerek suyla pişirilsin gerek ateşte kavrulsun gerekse çiğ olsun ondan yediği takdirde yemini bozulur. Fakat marife olarak meselâ «ben şu buğdaydan yemeyeceğim» diye yemin eden kimse o buğdayı çiğ olarak yerse. yemini bozulmaz. Bunların arasındaki fark: Siyakı'n-Nefyi'de nekre olarak vaki olan buğday kelimesi gerek su ile kaynatılmış gerek kavrulmuş gerek çiğ olsun buğdayın her nevine şâmil olur. Fakat marife olarak söylenen buğday kelimesi yenilmesi âdet olan buğdaya sarf olunur, çiğ buğdayın yenilmesi ise ödet değildir.

«Bir kimse, adetleri buğday ekmeği olan bir beldeye girip ilh...» Fetih'in ibaresi şöyledir: Fetih sahibi; «arpa ekmeği âdeti olan bir bedevi, buğday ekmeği âdetleri olan bir beldeye girip uzun zaman arpa ekmeği yemeğe devam etse, sonra «ekmek yemeyeceğim» diye yemin etse, bunun yemini arpa ekmeği üzerine mi. yoksa buğday ekmeği üzerine mi yapılmış olur» diye bana sordular. Ben de onlara «bu yemin kendi nefsinin örfü üzerine yapılmış olur» diye cevap verdim. Buna göre arpa ekmeği yerse, yemini bozulur. Çünkü bu bedevinin yemini o beldenin ahalisinin örfü üzerine yapılmamıştır. Ancak o bedevi onların ekmeğinden yerse, onlardan sayılmış olup, yemini onların ekmeği üzerine yapılmış olur. Halbuki bedevi ekmek hususunda onlara uymadığı için onlardan ayrı olmuş olur.

«Börek, tirit ilh...» Yani: «Şu ekmekten yemem» diye yemin eden kimse o ekmek ufalandıktansonra yese, yahut ekmeği ufalayıp üzerine et suyu döktükten sonra yahut bulamaç yahut tutmaç yapıldıktan sonra yese, yemini bozulmaz. O ekmeği ufalayıp su ile içse, yine yemini bozulmaz.

«Bir kimse "ben şu ekmekten yemem" diye yemin ettiğinde o ekmekten yemesi için çare nedir?» diye İmam-ı Azam (Rh.A.)'a sorulduğunda İmam-ı Azam (Rh.A) «o ekmeği ufalayıp bulamacın içine kor ve ekmek, ekmek olmaktan çıkıncaya kadar kaynatır sonra yer» diye cevap vermiştir.

Ben derim ki: Bu rivayetin muktezası, eğer o ekmeği ufalayıp kaynatmadan yerse yemini bozulur. Kezâ: O ekmeği tirit yapıp da yese, yine yemini bozulur. Çünkü İmamı Azam (Rh.A.)'in «ekmek. ekmek olmaktan çıkıncaya kadar kaynatır» kavli ekmeğin kendisi bâkî kaldıkça ekmek olmaktan çıkmayacağını iktiza eder. şimdi bizim örfümüze uygun olan da budur.

Şârih'in «Bir kimse «hurma yemeyeceğim» diye yemin edip de hurmanın «hays» ismindeki yemeğini yerse yemini bozulur» diye yukarıda beyan ettiği mesele de bunu te'yid eder. Çünkü hays: Her ne kadar içine sade yağ ve diğer şeyler katılsa bile ufalanmış hurmadır. O ekmeği dövüp onu su ile içse yemini bozulmaz, çünkü bu içmedir yeme değildir. Kezâ: Bir kimse «bir çörek yemem» diye yemin edip de bir kaç tane çöreği ufalayıp ondan yese, yemini bozulmaz. Fakat bir çöreği ufalayıp hepsini yese yemini bozulur. Zamanımızın örfü de bunu iktiza eder.

«"Filan kimsenin taamından yemeyeceğim" diye yemin eden şahıs her ne kadar kendi ekmeğiyle olursa da o kimsenin sirkesinden yahut zeytinyağından yahut tuzundan yese yemini bozulur ilh...» Fakat Nehir sahibi «bunlara örfte taam denilemeyeceği için bunlarla yeminin bozulmaması lâzımdır. Bunların taam olması başkalarının örfüdür. Bizim örfümüzde ateşte pişirilen şeylere «taam» denilir» demiştir.

«Şevâ; kebab yapılmış ete, tabih; su ile pişirilmiş ete ıtlak olunur ilh...»

«Ben şevâ: kebab yemeyeceğim» diye yemin eden kimse kızartılmış havuç, patlıcan yese, yemini bozulmaz. Ancak her kızartılmış olan şeye niyet ederse yemini bozulur. Keza: «Ben tabîh: pişirilmiş şey yemeyeceğim» diye yemin eden kimse ancak su ile pişirilmiş eti yerse yemini bozulur. İlaçlar da kaynatıldığı için bu ifadeyi umuma hamletmek mümkün değildir. «Et yemeyeceğim» diye yemin eden kimse -her ne kadar içinde et parçaları bulunsa bile- çorba yese, yemini bozulmaz. Çünkü çorbaya et ismi verilmez. Nehir.

«Şârih der ki: Bizim örfümüzde bunlara taam denilmez ilh...»

Yani «Taam yemeyeceğim» diye yemin eden kimse peynir ve meyve yese yemini bozulmaz. Çünkü bunlara bizim örfümüzde taam denilmez. Nehir.

Haniyye'de «"ben taam satın almayacağım" diye yemin eden kimse buğday satın alsa, yemini bozulur. Fakih Ebu Bekir Belhî "bizim örfümüzde buğdaya taam adı verilmez, taam ancak pişirilmiş olan şeyin adıdır" demiştir» diye zikredilmiştir.

«Meyve: Elma, kavun, karpuz ilh...» Yani: «Meyve yemeyeceğim» diye yemin eden kimse elma, kavun, karpuz, şeftali, ayva, erik, armut gibi örfte meyve sayılan şeylerden herhangi birisini yerse, yemini bozulur. Çünkü meyve, yemekten önce veya sonra asıl gıda üzerine zaid olarak zevk için yenilen şeyin ismidir.

Muhit'te zikredilmiştir ki: Ceviz ile badem başkalarının örfünde meyvedir. bizim örfümüzde meyve değildir. Çünkü bunlar zevk için yenilmez. Nehir'de de böyledir.

«İmameyn (Rh.A.) ihtilâf etmişlerdir ilh...» Yani «meyve yemeyeceğim» diye yemin eden kimse yaş üzüm, nar, yaş hurma yese, İmam-ı Azam'a göre; yemini bozulmaz. Çünkü bunlar bazen taam yerine yendikleri için meyve olma sıfatını kaybetmişlerdir. İmameyn (Rh. Aleyhima)'ya göre;

bunlarla yemini bozulur. Çünkü bunlar aslen meyvedirler. Fetva da bunun üzerinedir. Fakat kuru üzüm, kuru hurma ve narın taneleri ittifakla meyve değildir. Kuhustâni. Kezâ; acûr, hıyar ittifakla meyve değildir. Hâsılı elma, kavun, karpuz, zerdali, şeftali. ayva, erik ve armudun meyve olduğunda ihtilâf yoktur. Acûr ve hıyarın meyve olmadığında ihtilâf yoktur. Yaş üzüm, nar ve yaş hurmanın meyve olup olmadığı ihtilâflıdır. Nehir.

«İmameyn (Rh. Aleyhlma)'nın ihtilafları asır ve zaman cihetinden ihtilâftır ilh...» Yani İmam-ı Azam (Rh.A.) «yaş üzüm, nar ve yaş hurma meyve değildir» demiştir. Çünkü bunlar onun zamanında meyveden sayılmıyordu. İmameyn (Rh. Aleyhima) zamanında ise meyveden sayılıyorlardı. Buna göre; İmamı Azam ile İmameyn (Rh. Aleyhima) arasındaki ihtilâf asır ve zaman cihetindendir, yoksa hüccet ve delil cihetinden değildir.

METİN

Helva: Cinsinde ekşi bulunmayan tatlı ve lezzetli şeylerdir. Buna göre; «helva yemeyeceğim» diye yemin eden kimse, hurma tatlısı, bal, şeker yese yemini bozulur. Fakat hangi şeyin helva olup olmaması hususunda insanların örf ve âdetlerine müracaat olunur. Binaenaleyh ham şeker, bal ve şeker yerse yemini bozulmaz. Nitekim Musannıf bunu Zahire'den nakletmiştir.

Katık, kendisine banıldığı zaman ekmeğe bulaşan şeylere denilir. Sirke, zeytinyağı, tuz ve süt gibi şeyler katıktır. Fakat et, yumurta. peynir katık değildir. İmam Muhammed (Rh.A.) «ekmekle beraber yenilen şeyler katıktır» demiştir. Fetva, İmam Muhammed (Rh. A.)'in kavliyle verilir. Nitekim bu, Tehzîb'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Yine Bahır'da zikredîlmiştir ki; tek başına yenilen hurma, kuru üzüm, ceviz, yaş üzüm, kavun, karpuz vediğer meyveler katık değildir. Ancak ekmekle yenilen yerlerde örfe itibar edilerek katık sayılırlar. Bedayi'de zikredilmiştir ki; cevizin yaşı meyvedir, kurusu katıktır.

FER'İ MESELELER: Bir kimse «et yemem», diğer bir şahıs «soğan yemem», diğer bir zât «karabiber yemem» diye yemin edip de içinde bunların hepsi bulunan bir yemek yeseler, sadece «biber yemem» diye yemin edenin yemini bozulur. Çünkü karabiber ancak bu şekilde yenilir. Fakat yeminin bozulması için karabiberin tadının belli olması lâzımdır. «Zâferan yemem» diye yemin eden kimsenin içinde zâferan bulunan yemeği yediğinde yeminin bozulması için zâferanın tadıyla beraber kendisinin de görünmesi tâzımdır.

«Süt yemem» diye yemin eden kimse onu pirinçle pişirip yese yahut «falan şahsa bakmam» diye yemin eden kimse o şahsın eline, ayağına ve başının üst kısmına baksa yemini bozulmaz. Eğer o şahsın başına, sırtına veya karnına baksa yemini bozulur.

«Ben falanca şahsa dokunmayacağım» diye yemin eden kimse ona eliyle, ayağıyla dokunsa, yemini bozulur.

Bir kimse, bir şahsa yemin arzedip «vallâhi şu işi yapar mısın!» deyip o da cevabında «evet» dese, sahih olan kavle göre; yemin etmiş olur.

Musannıf «meşhur olan kavil budur» demiştir. Fakat şeyhimiz, Tatarhâniyye'den naklen Fevâid adlı eserinde «Kendisine yemin arzedilen şahsın «evet» demesiyle yemin olmaz. Sahih olan budur» dedikten sonra bunun üzerine mesele tefri edip mahkemelerdeki talikât ve sicillerdeki şahit, zevce talikle «şöyledir» deyip o da «evet» dese, sahih olan kavle göre; zevcin «evet» ifadesi yemin olmaz.» diye zikredilmiştir.

İZAH

«Helva: Cinsinde ekşi bulunmayan tatlı ve lezzetli şeylerdir ilh...»

Meselâ: İncir, hurma böyledir. Çünkü bunlar halis tatlı olup cinslerinde ekşi yoktur. «Helva yemeyeceğim» diye yemin eden kimse yaş üzüm, kavun, karpuz, nar, erik yese yemini bozulmaz. Çünkü bunların cinsinde tatlı olmayan vardır. Kezâ: «Tatlı yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde «helva yemeyeceğim» diye yemin edilme gibidir. Tamamı Bahır'dadır.

Ben derim ki: Zamanımızda tatlı; incir, yaş üzüm, hurma tatlısı, kadayıf gibi tatlılar ile meyvelerden tatlı olarak yenilen şeylerin ismidir.

«Tuz ilh...» Ağıza alındığında eridiği için tuz da katık sayılmıştır. «Fetva İmam Muhammed (Rh.A.)'in kavliyle verilir ilh...» Fakih Ebu'l-Leys, İmam Muhammed'in kavlini almıştır. İhtiyar adlı eserde «örf ile amel etmek için muhtar olan budur» diye zikredilmiştir.

«Bedayi'de zikredilmiştir ki; cevizin yaşı meyvedir, kurusu katıktır ilh...» Bu Bedayı'de zikredilen ifade daha önce «ceviz katık değildir» ifadesine muhaliftir. Ancak daha önce zikredilen «ceviz» ile yaşı murad edilirse başka.

Muhît'te «ceviz ile badem başkalarının örfünde meyvedir, bizim örfümüzde meyve değildir» diye zikredilmiştir. Bedayı'de zikredilen kendi örflerine göredir. Çünkü kuru ceviz çoğu zaman ekmeksiz yenir. Bilindiği üzere katıkta muteber olan çoğu zaman ekmekle beraber yenilen şeydir. Bundan dolayı «katık yemem» diye yemin eden kimse ekmekle beraber meyve yahut kadayıf yese yemini bozulmaz. Çünkü bunlar tek başına yenilip ekmekle yenilmediği için bunlara katık adı verilmez.

Evet, örfte «sade ekmek yiyeceğim» denilir, ekmekle beraber meyve veya meyveye benzer bir şey yerse yemini bozulur.

«Fakat yeminin bozulması için kara biberin tadının belli olması lâzımdır ilh...» Keza: «Tuz yemeyeceğim» diye yemin eden kimse tuzu belli olan yemek yerse, yemini bozulur. tuzu belli olmazsa, yemini bozulmaz.

Fakih Ebu'l-Leys «tuzu ekmekle veya başka bir şeyle yemedikçe yemini bozulmaz. Çünkü tuzun kendisi yenilen cinsdendir, kara biber böyle değildir» demiştir. Fetva da bunun üzerinedir. Eğer yemininde «tuz» ile «tuzu belli olan yemek» murad edildiğine dair bir delil bulunursa, bu takdirde tuzu belli olan yemeği yediğinde yemini bozulur. Hâniyye.

Ben derim ki: Et ve ete benzeyen şeylerde de aynı şey söylenilebilir. Fakat bizim örfümüzde «et yemeyeceğim» diye yemin edildiğinde mutlak surette yani içinde et parçaları bulunan yemek yenildiğinde yeminin bozulması tâzımdır. Çünkü böyle bir yemeği yiyen kimseye «et yedi» denilir.

«Süt yemem diye yemin eden kimse onu pirinçle pişirip yese ilh...» Eğer sütün kendi görünür tadı belli olursa, yemini bozulur. Nevazil.

«O şahsın başına, sırtına veya karnına baksa yemini bozulur ilh...»

Tatarhaniyye ile Bezzaziyye'de bu hususta tafsilat vardır. Şöyle ki: «Falan şahsa bakmam» diye yemin eden kimse o şahsın göğsünü, sırtını. karnını yahut göğsü ile karnının ekserisini görse, o şahsı görmüş sayılır. Eğer yarısından azını görürse görmüş sayılmaz, eğer o şahsı görüp onu tanımasa; onu görmüş sayılır. «Ben falanca kadına bakmam» diye yemin eden kimse onu otururken yahut kapalı yahut peçeli iken görse; onu görmüş sayılır. Ancak yemin eden yüzüne bakmamayı kasd ve niyet etmişse, diyaneten tasdik edilir, kazaen tasdik edilmez, onu camın yahut perdenin arkasından görüp yüzü belli olursa yemini bozulur, aynadan görürse yemini bozulmaz.

«Ona eliyle, ayağıyla dokunsa yemini bozulur ilh...» «Falanca şahsa dokunmam» diye yemin eden kimse o şahsa eliyle, ayağıyla ve diğer âzâlarıyla dokunsa yemini bozulur.

«Sahih olan kavle göre yemin etmiş olur ilh...» Yani: O şahıs «evet» demekle sanki «vallâhi ben o işi yaparım?» demiş olur.

«Şeyhimiz, Tatarhâniyye'den naklen Fevâid adlı eserinde ilh...» Yani: Bir kimse bir şahsa yeminlerde bir yemin arzedip o şahıs da «evet» dese o şahıs yemin etmiş olur. Bunda Müteahhirin ihtilâf edip bazıları «yemin olur». bazıları «yemin olmaz» demişlerdir. Fakat esah olan yemin olmasıdır. Fevaid adlı eserde de «doğru olan yemin olur» diye zikredilmiştir. Bir kimse bir şahsa hitaben «şu işi yaparsan Allah'ın ahdi üzerine olsun mu?» deyip o şahıs da «evet» dese o şahıs yemin etmiş olur. Bu yemin ifadesini kendisine arzeden kimse yemin etmiş olmaz.

METİN

Tegaddi: Kahvaltı: Hususi bir vakitte yani fecir doğduktan sonra zeval vaktine kadar alan zaman sırasında doymak maksadıyla bir oturuşta yenilen yemektir.

Kezâ: Teaşşî: Akşam yemeği Zeval vaktiyle gece yarısı arasında yenilen yemektir.

Sahûr: Gece yarısıyla fecrin doğmasına kadar olan zaman arasında yenilen yemektir. Kahvaltıda, akşam yemeğinde ve sahur yemeğinde yeminin bozulması için doyma miktarının yarısından fazlasının yenilmesi lâzımdır.

Hülasa'dan naklen Bahır'da «tegaddî: güneşin doğmasıyla zeval vaktı arasında yenilen yemektir)» diye zikredilmiştir.

Bahır sahibi «Hülâsa sahibi örfe itimad etmiştir. Çünkü güneş doğmadan önce yenilen yemeğe örfte kahvaltı denilmez» demiştir.

Nehir'de «Mısır ahalisi kabakuşluğa kadar yenilen yemeğe fatûr ismini verirler» diye zikredilmiştir. Binaenaleyh kuşluk vakti yenilen yemek bunda dahil olur, onların örfleriyle amel olunur.

Şârih der ki: Şam ahalisi de böyle derler. Kuşluk yemeği; âdetâ yemin edenin beldesinin kuşluk yemeği olarak yedikleri şeylerden olması lâzımdır. Her beldede kuşluk yemeği, ahalisi arasında örf ve âdet olan yemektir. Hatta yemin eden süt içmekle dosya bedevi ise yemini bozulur. şehirli ise yemini bozulmaz. Zeylai.

İsbîcâbî'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Bizim örfümüzde akşam yemeğinin vakti ikindi namazından sonradır.

Şârih der ki: Mısır ve Şam ahalisinin örfü de böyledir.

Bir kimse «ben yersem» yahut «içersem» yahut «giyersem» yahut «evlenirsem kölem hür olsun» deyip muayyen ekmeğe yahut muayyen süte yahut muayyen elbiseye niyet ederse, asla tasdik olunmaz. Binaenaleyh her ne yer yahut her ne içerse; yemini bozulur. Bazıları «niyet ettiği şeyde diyaneten tasdik olunur» demişlerdir. Nitekim bütün yemekleri yahut dünyadaki suların hepsini niyet ettiğinde tasdik edilir de sözünün muhtemeline niyet ettiği için yemini asla bozulmaz. Eğer yemin eden kimse «yersem» yahut «içersem» yahut«giyersem» ifadesine «yemek» yahut «su» yahut «elbise» lâfzını ilave etse «filân şeyi kasdettim, filân şeyi kasdetmedim» dese tahsisi kabul eden umum lâfzı zikrettiği için diyaneten tasdik edilir. Çünkü «yemek», «su» ve «elbise» lâfızları siyak-ı şartta nekre olarak zikredildikleri için umum ifade ederler. Nitekim siyak-ı nefyide vaki olan nekre umum ifade ettiği gibi.

Asıl ve kaide şudur: Niyet ancak söylenen lâfızlarda sahih olur. Yalnız şu üç şeyde lâfız söylenmeksizin niyet diyaneten sahih olur: Çıkma ve oturma filleri ile Habeşîyyet ve Arabîyyet gibi cinsi tahsis, Kûfilik, Basrilik gibi sıfatı tahsiste niyete itibar edilmez. Fetih. Umum ifade eden bir lâfzı tahsise niyet etmek ittifakla diyaneten sahih olur, kazaen tasdik olunmaz. Buna göre bir kimse «evleneceğim her kadın boş olsun» deyip sonra «ben falan beldeden evlenmeye niyet ettim» dese kazaen tasdik edilmez. Kezâ: Bir şahsın dirhemlerini gasbeden kimseye hasmı, umum olarak «malımı gasbettin mi?» diye talâka yemin ettirdiğinde hâssa niyet ederek yemin etse, yemin edenin zevcesi kendisinin boş olduğuna dair kaadıya müracaat edip zevciyle beraber kaadının huzuruna çıktıklarında, zevc «ben yeminimde altına niyet ettim» dese. kaadı tasdik etmez. Hassâf «kaadı tasdik eder» demiştir.

Valvalciyya'da zikredilmiştir ki: Bir kimseye bir zâlim yemin ettirse, yemin eden de Hassâf'ın kavliyle amel edip umum lâfzı tahsise niyet etse, bunda bir beis yoktur.

Fukaha (Rh.A.) «yemin talâka veya âzâda olursa, yemin edenin niyeti kabul edilir. Kezâ: Yemin Allah-ü Teâlâ'ya olup yemin eden mazlum olursa, yine yemin eden kimsenin niyeti kabul edilir. Eğer yemin eden zâlim olursa, yemin ettirenin myeti itibar edilir. Allah-ü Teâlâ'ya yapılan yeminde kaadının hükmünün alâkası yoktur.»

İZAH

«Bir oturuşta yenilen yemektir ilh...» «Kahvaltı yapmayacağım» diye yeminde kaadının hükmünün alâkası yoktur.» fasıla verip biraz vakit geçtikten sonra bir veya iki lokma daha yese, bu yemeye kahvaltı denilmez.

«Doymak maksadıyla ilh...» Musannıf bu ifadeyle doymak kasdedilmeyen hurma veya süt içilmesinden ihtiraz etmiştir. Yani «kahvaltı yapmayacağım» diye yemin eden kimse süt veya hurma yerse, yemini bozulmaz, eğer yemin eden bedevi ise bunlarla yemini bozulur. T.

«Hatta yemin eden süt içmekle doysa ilh...» Kerhî (Rh. A.) «kahvaltı yemeyeceğim diye yemin eden kimse hurma, pirinç veya başka bir şey yese; hatta dosya bile yemini bozulmaz. Ekmek yemedikçe kahvaltı yapmış sayılmaz. Kezâlik: Ekmeksiz et yese bile örfe itibar edildiği için yine yemini bozulmaz» demiştir. Bahır, Fetih.

Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Yaş üzümle kahvaltı yapsa yemini bozulmaz, ancak kahvaltı âdetleri yaş üzümle olan köylü ahalisinden olursa, yemini bozulur.

«Evlenirsem kölem hür olsun deyip ilh...» Nitekim bir kimse «binmeyeceğim» yahut «gusletmeyeceğim» yahut «filan kimsenin hanesinde oturmayacağım» yahut «bir kadınla evlenmeyeceğim» diye yemin edip de ata binmemeyi yahut cünüplükten yıkanmamayı yahut o kimsenin hânesinde iare veya icare yoluyla oturmayacağını yahut muayyen kadınla evlenmeyeceğini niyet etse, bu niyeti asla yani ne kazaen ne de diyaneten tasdik edilmez.

«Bazıları niyet ettiği şeyde diyaneten tasdik olunur demişlerdir ilh...» Bu, İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'dan rivayet edilmiştir. Hassâf, bunu ihtiyar etmiştir. Çünkü bunların mefulleri her ne kadar lâfzan zikredilmemiş ise de takdiren zikredilmiştir. «Yersem kölem azâd olsun» ifadesinde mefulun mukadder olması yemenin yenilecek şeyi iktiza etmesi zaruretinden dolayıdır. Kezâ: giyme ile içme de böyledir. Fakat mukteza için umum yoktur. Gerçek olan şudur ki; bu iktiza kabilinden değildir, Usûlcülerin beyan ettiklerine göre; iktiza; sözün doğru anlaşılabilmesi ve kabulü, mukadder bir kısma bağlı bulunuyorsa, söylenmiş kısmın bu kısma delâleti ne denir. Resûl-i Ekrem (S.A.V.) bir hadisi şeriflerinde:

«Ümmetimden, yanılma, unutma ve üzerine zorlandıkları şey kaldırılmıştır.» buyurmuşlardır. Bu hadisten, unutma, yanılma ve zorlamanın kalktığını değil -çünkü bunlar kalkmaz ve olağandır- ancak hükümlerinin ve mesuliyetlerinin kalktığını anlıyoruz. Bu sözün doğruluğu «hüküm ve mesuliyet» gibi bir kelimenin takdirine (var kabul edilmesine) bağlıdır. Ya söz takdir olmaksızın şer'an sahih olmaz, Meselâ: Bir kimsenin bir şahsa hitaben «köleni benden dolayı âzâd et» demesi gibi Yani «köleni bana sat» takdirinde olur. Fakat «yemeyeceğim» diye yemin edenin sözü böyle takdirden uzaktır.

«Nitekim bütün yemekleri yahut dünyadaki suların hepsini niyet ettiğinde ilh...» Yani; «yemek yemeyeceğim» yahut «su içmeyeceğim» diye yemin eden kimse dünyadaki bütün yemekleri veya dünyadaki bütün suları niyet etse, diyaneten tasdik edilir. Hatta ömrü boyunca yese, içse yemini bozulmaz. Çünkü yemin eden kimse bütün yemekleri yememiş ve bütün suları içmemiştir. «Ben yemek yersem» diye yemin eden kimse -yemek lâfzı bir kısım yemeklere veya bütün yemeklere ihtimali bulunduğu için- hangisine niyet ederse, o sahih olur.

«Ben ademoğluyla yahut erkeklerle yahut kadınlarla konuşursam şöyle olsun» diye yemin eden kimse, bir kişiyle konuştuğu takdirde yemini bozulur. Ancak bütün insanlara yahut bütün erkeklere veya bütün kadınlara niyet ederse, niyetinde kazaen ve diyaneten tasdik olunur ve ebedî yemini bozulmaz. Bazıları «kazaen tasdik edilmez. Çünkü sözün hakikatı terkedilmiştir» demişlerdir. Telhisu'l-Cami.

«Diyaneten tasdik edilir ilh...» Yani: Yemin eden kîmse kendisiyle Allah arasında olan dindarlığına havale edilir. Kaadıya gelince onu tasdik etmez. Çünkü bu. zahire muhaliftir.

«Çünkü "yemek", "su" ve "elbise" lafızları sıyak-ı şartta nekre olarak zikredildikleri için umum ifade ederler ilh...» Çünkü müsbet şarttaki yemin. nefyi (olumsuz) üzerine yapılmış olur. Meselâ: «Ben elbise giyersem» ifadesinin mânâsı (ben elbise giymem» demektir.

«Yalnız şu üç şeyde lafız söylenmeksizin niyet diyaneten sahih olur ilh...» Yani bir kimse «ben çıkarsam kölem hür olsun» deyip, sefere çıkmayı niyet etse yahut «ben falan şahısla sakin olursam kölem hür olsun» deyip o şahısla bir odada şakin olmayı niyet etse diyaneten tasdik edilir. Çünkü «çıkma» kendi nefsinde sefere ve başka yere çıkma nevilerine ayrılır. Hatta sefere çıkma ile başka yere çıkmanın hükümleri değişik olduğu için iki neviden birisini murad etmesi kabul edilir. Kezâ: Yemin eden kimse ile o şahsın sakin olmaları iki kısma ayrılır:

Birincisi kâmil sakin olmadır ki; ikisinin bir odada bulunmalarıdır.

İkincisi mutlak sakin ofmadır ki; ikisinin bir hânede bulunmalarıdır. Yemin edenin o şahısla bir odada sakin olmayı murat etmesi. sakin olmanın kâmil olan kısmını murad etmektir. Nitekim Fetih'de de böyledir.

Kezâ; bir kimse «ben kadınla evlenmem» diye yemin edip Kûfeli yahut Basralı kadını niyet etse, bu niyeti sahih olmaz. Çünkü bu sıfatı tahsisdir. Habeşli yahut Arap kadını niyet etse, diyaneten sahih olur. Çünkü bu cinsi tahsistir.

Fukaha (Rh. Aleyhima) yemin talâka veya âzâda olursa ilh...» Yani bir kimse bir şahsa yemin ettirip, yemin eden de yemin ettirenin istediği şeyin başkasını murad etse, eğer yemin talâk veya âzâd gibi şeylere olursa, yemin eden zahire muhalif olan şeyi niyet etmedikçe, gerek zalim olsun, gerek mazlum olsun niyeti muteberdir. Yemin Allahü Teâlâ'ya olursa, yemin eden mazlum olduğu takdirde niyeti kabul edilir. Eğer zâlim olup başkasının hakkını iptal etmek isterse, yemin ettirenin niyeti muteberdir. Bu, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'in kavlidir. Haniyye.

Muhit'den naklen Hindiyye'de zikredilmşitir ki: İbrahümün - Nehai (Rh.A.) «yemin eden mazlum olursa, yemin, onun niyetine göredir. Yemin eden zâlim olursa, yemin, yemin ettirenin niyetine göredir» demiştir. İmamlarımız bu kaville amel etmişlerdir. Yemin edenin mazlum olmasına misal: Bir kimse elinde bulunan bir şeyi satmak üzere zorlanıp da, «elimde bulunan şeyi filan şahıs -yani satmaya zorlanmaması için o şeyi kendisine satan zatı kasdederek- bana verdi» diye yemin etse, bu yemin hakikaten yemin-i gamûs olmaz. Çünkü lâfzın muhtemeli olan şeyi niyet etmiştir. Bu yemin manen de yemin-i gamûs olmaz. Çünkü yemin-i gamûs, kendisiyle müslümanın hakkı kesilen yemindir.

Yemin edenin zâlim olmasına misal: Bir kimse bir şahsın elinde bulunan şeyi satın alıp sonra o şahsın satmış olduğu şeyî kendisine teslim etmesini istediğinde satan şahıs satışı inkâretse, bunun üzerine satın alan dâvâ ederek «bu malı bana teslim etmenin vacib olmadığına dair yemin et» diye teklif edip o da satış yoluyla değil de hibe yoluyla dâvâ edene teslim etmeyi niyet ederek yemin etse -her ne kadar hibe yoluyla dâvâ eden bulunsa bile- bu yemin manen yemin-i gamûs olur. Buna göre; niyeti muteber değildir. Velhâsılı, talâk veya âzâd gibi şeylere zorIa yemin ettirildiğinde, yemin eden gerek zâlim olsun gerek mazlum olsun zahire muhalif olan şeyi niyet etmedikçe -nitekim Hâniyye'den naklen geçmiştir- zevcesi kazaen ve diyaneten boş olmaz. Fakat yemin eden zâlim ise, yemini gamûs günahına girer. Eğer yemin eden zâhire muhalif olan şeyi niyet ederse, yine diyaneten tasdik edilir. Ama kaadı onu tasdik etmez. Hatta onun aleyhine talâkın vaki olduğuna hükmeder. Ancak yemin eden mazlum olursa, Hassâfın kavline göre; kaadı da onu tasdik eder. Talâk bahsinin evvelinde Şârih'in «bir kimseye zorla talâka yemin ettirilip, o da talâka yemin ederken sayı söylemeksizin talâk ile bağdan boşanmayı niyet etse, kazaen de tasdik edilir» diye zikrettiği buna muvafıktır. Ama Allahü Teâlâ'ya yapılan yeminde kadının hükmünün bir tesiri yoktur. Çünkü keffâret Allahü Teâlâ'nın hakkı olup onda kulun hakkı bulunmadığı için yemin eden kimse kaadının huzuruna çıkmaz. Nitekim Bahır'da da böyle zikredilmiştir. Fakat yemin eden mazlum olursa, niyeti muteber olup günahkâr olmaz. Çünkü o zâlim değildir ve lâfzın muhtemeline niyet etmiştir. Buna göre; ne lafzen ne manen yemin, yemini gamûs olur. Eğer yemin eden zalim olursa, yemin ettirenin niyeti muteber olur. Buna göre; her ne kadar yemin eden lâfzın muhtemeline niyet etmiş ise de yemini gamûs ile yemin edenin günahkâr olduğu gibi günahkâr olur. H.

METİN

Bir kimse, kendisinden eğilip ağzıyla su içmek mümkün olan «Dicle» veya «kaynak gibi şeyden su içmem» diye yemin etse, yemini o şeyden eliyle veya bir kapla su alıp içmeye değil eğilip ağzıyla bizzat su içmeye sarfolunur. Hatta Dicle'den alınan bir ırmaktan su içse, yemini bozulmaz.

Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Eğilip su içmek, ancak diz,kapaklarına kadar daldıktan sonra olur. Fakat Keşif'den naklen Kuhustânî'de zikredilmiştir ki; eğilip su içmek için diz kapaklarına kadar dalmak şart değildir. «Diclenin suyundan içmem» diye yemin eden kimse. eğilerek içmeyip, bir kapla alıp içse de yemini bozulur. Çünkü oradan herhangi bir şeyle su alındığında suyun Dicleye nisbeti kesilmez. Yeminin bozulmasının şartı da, oranın suyunu içmektir.

Kendisinden eğilip su içmek mümkün olmayan kuyu. küp gibi şeylerden meselâ; gerek «kuyudan», gerek «kuyunun suyundan içmem» diye yemin edildiğinde mecaz mânâsı teayyün ettiği için kapla içildiğinde mutlak surette yemin bozulur. Hatta böyle kendisindeneğilip su içmek mümkün olmayan şeyden külfet ve meşakkatle eğilip ağızla su içilse, esah olan kavle göre; bu şeylerden bu şekilde su içmek örf olmadığı için yemin bozulmaz.

Yemin, her ne kadar talaka da olsa, yapılmasının ve devamının şartı, gelecek zamanda muhafaza edilmesinin mümkün olmasıdır. Çünkü yeminde asıl olan yeminin muhafaza edilmesidir. Yeminin muhafaza edilmesi mümkün olmalıdır ki; yemine riayet edilmediği takdirde yeminin halefi olan keffâret hakkında da, yemin yapılmış olsun. Binaenaleyh yemin-i münakidede üzerine yemin edilen şeyin mümkün ve gelecekte olacak bir şey hakkında yapılması şart olunca, musannıf yemini muhafaza etmenin mümkün olması üzerine mesele kurup; bir kimse içinde su olmayan yahut su olup da o gün geceden önce yemin edenin kendi fiili ile veya devrilip kendiliğinden içindeki su dökülmüş olan bir bardağı işaret ederek «vallâhi bugün ben şu bardaktaki suyu içeceğim» diye yemin etse, yahut içinde su olmayıp yeminini mutlak (bir vakit tayin etmeksizin) yapsa, gerek yemin ederken bardakta su olduğunu bilsin gerek bilmesin esah olan kavle göre; bu suretlerdeki yeminleri bozulmaz. Çünkü bu üç surette yemin eden kimsenin yeminini muhafaza etmesi mümkün değildir» demiştir. Eğer yemin eden yeminini vakit tayin etmeksizin içinde su bulunan bir bardağı göstererek «vallâhi ben şu bardaktaki suyu içeceğim» diye yemin edip hemen yemininden sonra bardaktaki su dökülse yemini bozulmuş olur. Çünkü böyle vakit tayin etmeden yapılan yeminlerde yemini muhafaza etmek yemini bitirir bitirmez, yemin edene vâcib olduğu için suyun dökülmesiyle yemini muhafaza etmenin imkânı kalmamıştır. Fakat yemin, «bugün» veya «bu hafta» gibi bir vakit tayin edilerek yapılırsa, o vaktin sonuna kadar yemin edilen şey yapılmadığı takdirde bozulur. Çünkü bir vakit tayin edilerek yapılan yeminlerde, vakit genişlik için olduğundan dolayı yemin edilen şeyin ancak o vaktin sonunda yapılması vâcib olur. Ondan önce yemin edenin, yemini bozulmaz. Yemini muhafaza etmenin mümkün olması üzerine kurulan meseleler çoktur. Aşağıdaki zikredilecek meseleler bunlardandır:

Bir kimse; zevcesine «sen yarın sabah namazını kılmazsan boşsun» deyip, zevcesi de sabah namazı vaktinde âdet görse, esah olan kavle göre, boş olmaz.

Bir kimse zevcesine «benim kesemden aldığın altını vermezsen sen boşsun» dese halbuki altın kendi kesesinde olsa, zevcesi boş olmaz. Çünkü yemim muhafaza etmek mümkün olmadığı için yemin yapılmış olmadı ki yemin bozulmuş olsun. Bir kimse zevcesine «bugün bana mehrini hibe etmezsen boş ol» deyip zevcenin babası da «mehrini zevcine hibe edersen anan boş olsun» dese bu meselede zevc ile babanın yeminlerinin bozulmamasının çaresi: Zevcenin zevcinden mehir karşılığında dürülmüş bir elbise satın alarak teslim almasıdır. Buna göre o gün geçtiğinde hibe bulunmadığı için babasının ve alış verişle mehir düştüğü için zevcenin güneş batarken hibeden aciz olduğu için zevcinin yeminleribozulmaz. Elbisenin dürülmüş olmasıyla kayıtlanması zevcenin mehrini geri olmak istediğinde satın almış olduğu elbiseyi hıyar-ı rü'yet (görme muhayyerliği) ile vermesi içindir.

İZAH

«Bir kimse, kendisinden eğilip ağzıyla su içmek mümkün olan ilh...» Yani: «Ben Dicle'den içmem» diye yemin eden kimsenin yemini bizzat eğilip ağzıyla içmesi üzerine sarfolunur. Bu, yemin edenin niyeti bulunmadığına göredir. Eğer kop ile içmeye niyet ederse Dicle'den içtiğinde nasıl içerse içsin İmam-ı Azam'a göre; yemini bozulur. Buna göre «Dicle'den içeceğim» demek ile «Dicle'nin suyundan içeceğim» demek orasında fark yoktur.

Ben derim ki: Zamanımızda örf olan budur. Fakat «şu bardaktan içeceğim» diye yerinin edildiğinde örfe göre ağzını bardağa dayayıp içmesi lazımdır.

Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: «Ben şu bardaktan su içmeyeceğim» diye yemin edildiğinde bu ifadenin hakikat mânâsı bardağa ağzını dayayıp içmektir. Hatta yemin eden bardaktaki suyu ovucunun içine döküp avucuyla içse, yemini bozulmaz.

«Hatta Dicle'den alınan bir ırmaktan su içse, yemini bozulmaz ilh...» Çünkü suyun Dicle'ye nisbeti kesildiği için Dicle'den içmiş sayılmaz.

«Kuyu, küp gibi ilh...» Yani: «Kuyu» veya «küpten su içmem» diye yemin eden kimse o kuyu veya küpten kopla içtiğinde yemini bozulur. Ancak kuyu veya küp dolu olup ağzını dayayıp içerse yine yemini bozulur. T.

«Hatta böyle kendisinden eğilip su içmek mümkün olmayan ilh...» Yani: Bir kimse «su» lâfzın» söylemeksizin «ben şu kuyudan içmeyeceğim» diye yemin edip sonra zahmet ve meşakkatle kuyunun dibine inip ağzını suyu dayayarak içse böyle külfet ve meşakkatle su içmek örf ve âdet olmadığı için yemini bozulmaz.

TENBİH: Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben şu bardaktan içmeyeceğim» diye yemin edip de o bardaktaki suyu başka bir bardağa boşaltıp ikinci bardaktan içse, ittifakla yemini bozulmaz. Fakat «ben şu bardaktaki suyu içmeyeceğim» diye yemin eden kimse o suyu başka bir bardağa boşaltıp ikinci bardaktan içse ittifakla yemini bozulur. Kezâ: «Şu küpten içmeyeceğim» yahut «şu küpteki sudan içmeyeceğim»; diye yemin edildiğinde bu yemin edilen küpteki su başka bir küpe boşaltıldığında bardaktaki hüküm câridir.

«Gelecek zamanda muhafaza edilmesinin mümkün olmasıdır ilh...»

Yani: Üzerine yemin edilen şey âdeten mümkün olmasa bile aklen mümkün olması lâzımdır. Eğer üzerine yemin edilen şey aklen ve âdeten mümkün olmazsa yapılan yemin olmaz.

«Devamının şartı ilh...» Yani: Yeminin muhafaza edilmesinin mümkün olması için üzerine yemin edilen şeyin devam etmesi şarttır. Bu, bir vakit tayin edilerek yapılan yemin hakkındadır, Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: «vallâhi ben senin hakkını yarın elbettevereceğim» diye yemin edip yarın gelmeden önce ikisinden birisi ölse, yemin bozulmuş olur. Fakat vakit tayin edilmeksizin yapılan yeminde yeminin muhafaza edilmesinin mümkün olması için üzerine yemin edilen şeyin devam etmesi şart değildir.

«Çünkü yeminde asıl olan yeminin muhafaza edilmesidir ilh...» Yani: Yemin, üzerine yemin edilen şeyi muhafaza etmek için yapılır. Bir kimse bir haberi bildirse veya bir vaadde bulunsa doğru olduğunu gerçekleştirmek için onu yeminle kuvvetlendirir. Buna göre yeminden maksud olan, muhafaza edilmesidir. Sonra muhafaza edilmesi yerine bozulma günahını kaldırmak için keffâret geçmiştir. Çünkü yemini bozan kimse keffâret vermekle yeminini muhafaza etmiş gibi olur. Üzerine yemin edilen şeyi muhafaza etmek mümkün olmadığı takdirde yemin yapılmış olmaz ve yemini muhafaza etmenin yerine geçen keffâret de vâcib olmaz. Çünkü keffâret yeminin hükmüdür. Bir şeyin hükmü ise ancak yapıldıktan sonra sâbit olur. Nitekim diğer akidlerde böyledir. Bunun tamamı El-Camiü'l-Kebir şerhindedir.

İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'ya göre; yeminin sıhhatinin şartı; yemin edilen şeyin yapılmasının mümkün olmasıdır. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'e göre; yeminin sahih olabilmesi için, yemin edilen şeyin yapılmasının mümkün olması şart değildir.

«"Vallâhi ben bugün şu bardaktaki suyu içeceğim» ilh...» Bu meselede dört vecih vardır. Çünkü yemin ya mukayyed (zaman tayin edilerek) veya mutlak (zaman tayin edilmeksizin) olur. Bunlardan her biri de iki vecih üzere olur. Bardağın içinde ya hiç su bulunmaz veya yemin ederken su bulunup sonra dökülür. Misalde olduğu gibi yemin mukayyed olursa, iki vecihde de yani yemin ederken bardakta su bulunmasa veya su bulunup gün geçmeden önce dökülse, İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh, Aleyhima)'e göre; yemin bozulmaz. Çünkü yemin eden kimsenin bu suretlerde yemininde durması mümkün değildir.

Yemin, mutlak yani «bugün» lâfzı söylenilmeden yapılsa, eğer yemin yapılırken bardak içinde su yoksa İmam-ı Azam'la İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'ya göre; yine bozulmaz. Çünkü bu surette de yemin edenin yemininde durması mümkün değildir. İmam Ebû Yusuf (Rh. A.)'a göre; bu suretlerde yemin bozulur. Zira ona göre; yeminin sıhhatinin şartında yemin edilen şeyin yapılmasının mümkün olması tâzım değildir. Eğer bugün lâfzı söylenilmeyip yemin edilirken bardak içinde su bulunup yemin ettikten sonra su dökülse, ittifakla yemin bozulur.

METİN

Bir kimse «vallâhi ben elbette göğe çıkacağım» yahut «vallâhi ben şu taşı elbette altına çevireceğim» diye yemin etse, bu suretlerde yeminde durmak hakikaten mümkün olduğu için yemin olur. Fakat âdeten aciz olduğu için yemini derhal bozulmuş olur. Ama böyle bir yemin bir vakit tayin edilerek yapılırsa o vakit geçmedikçe yemin bozulmaz.

Hayretü'l-Fukaha ismindeki kitapta zikredilmiştir ki: Bir kimse, zevcesine «ben bu gece semâya çıkmazsam benden boşsun» dese, yemininin bozulmaması için bir merdivenle evinin semâsı olan damına çıkar. Çünkü Allahü Teala :

«Kim dünyada da ahiretde de ona (o peygambere) Allah'ın asla yardım etmeyeceğini sanıyorsa (evinin) tavan (ın)a bir ip uzatsın, sonra kendini (yerden) kes (ib boğ) sun da bir baksın, (bu) hilesi onun öfkelenmekde olduğu şeyi behelmehal giderecek mi?!» buyurmuşlardır. Nitekim Müfessirler âyeti kerimedeki «semâ» nazmını evin tavanıyla tefsir etmişlerdir.

İmam Bâkaanî «yeminlerin Kur'ân-ı Kerîm'in nazımları üzerine bina edilmeyip örfe göre bina edilmiş olduğundan zâhir olan bu yemin, yemin binalarından hariçtir» demiştir. Bir kimse bir şahsın öldüğünü bildiği halde «vallâhi ben falan şahsı öldüreceğim» diye yemin etse, yine yemini yapılmış olup derhal bozulur. Çünkü o şahsın öldüğü malum olunca Allahü Teâlâ'nın o şahsı tekrar diriltip bu kimsenin de o şahsı öldürmesi mümkün olduğu için yeminini bu öldürmeye yapmış olur. Buna göre yemini bozulur. Eğer o kimse o şahsın öldüğünü bilmeyip «vallâhi ben falan şahsı öldüreceğim» diye yemin ederse, bu yemini yemin olmaz, dolayısıyla yemini de bozulmaz. Çünkü bu kimse yeminini o şahısda mevcut olan hayat üzere yapmış; olduğu için o şahsın ölümünden sonra öldürülmesi düşünülemez. Buradaki yeminin bozulmaması, bardakta su bulunmadığı halde yapılan yemin meselesindeki yeminin bozulmaması ve «ben semâya dokunmazsam kölem hür olsun» ifadesindeki yeminin bozulmaması gibidir. Çünkü yemin eden kimsenin gücü yetmediği bir işi terk etmesi mümkün değildir. Terk etmek ancak güç yeten işlerde düşünülebilir.

Bir kimse «ben falan şahısla konuşmayacağım» diye yemin edip sonra o şahıs uyurken onu çağırıp uykudan uyandırsa yemini bozulur, eğer uykudan uyandırmazsa muhtar olan kavle göre; yemini bozulmaz. O şahıs uyanık olup söylenen söz yeminden ayrı bir cümle olmak şartıyla işitilecek derecede olursa yemini bozulur.

Bir kimse zevcesine hitaben: «Ben seninle konuşursam boş ol» sözünü kesmeden zevcesine «hemen git» yahut «ve git» cümlelerini eklese bu cümlelerin müstakil cümle olmasını murad etmedikçe zevcesi boş olmaz. Çünkü bu cümleler yemin ifadesinin devamıdırlar. Fakat «hemen» yahut «ve» lâfızlarını söylemeksizin zevcesine «git» dese, zevcesi boş olur. Çünkü bu «git» cümlesi müstakil bir cümle olduğu için zevcesiyle konuşmuş olur. Bir kimse kendisiyle konuşmamağa yemin ettiği şahsa işittirmek maksadıyla duvara seslenerek «ey duvar işit» veya «şöyle şöyle yap» dese yemini bozulmaz. Zeylaî.

Sıraciyye'de zikredilmiştir ki: İmam Muhammed (Rh.A.) çocukken İmam-ı Azam (Rh.A.)'a «bir şahsa üç kere «vallâhi ben seninle konuşmayacağım» diyen kimse hakkında nebuyurursunuz?» diye sormuş İmam-ı Azam (Rh.A.) «sonra ne olmuş» dediğinde İmam Muhammed (Rh.A.) İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın kendisinin sualini ve meramını anlamadığı için tebessüm ederek ona «ya şeyh güzel düşün» demiş, bunun üzerine İmam-ı Azam düşünüp iki kere «yemini bozulur» diye cevap vermiş. İmam-ı Azam Muhammed (Rh.A.) bu cevabı işitince İmam-ı Azam (Rh.A.) «doğru ve güzel cevap verdiniz» demiş, bunun üzerine İmam-ı Azam (Rh.A.) İmam-ı Azam Muhammed (Rh.A.)'in kendilerini böyle imtihan etmelerinden müteessir olup «bu iki kelime yani «güzel düşün» ile «doğru ve güzel cevap verdiniz» den hangisi beni daha ziyade incitti bilmiyorum» demiştir.

Bir kimse «ben filan şahısla ancak izin verirse konuşurum» diye yemin edip sonra o şahıs kendisine izin verse, fakat yemin eden kendisine izin verildiğini bilmeksizin onunla konuşsa, yemini bozulur, Çünkü «izin» bildirmek mânasına olan ezandan alınmış olduğu için yemin edenin kendisine izin verildiğini bilmesi şart kılınmıştır. Ama «ben falan şahısla ancak rızasıyla konuşacağım» diye yemin edip sonra o şahıs razı olup fakat yemin eden kimse onun razı olduğunu bilmeyerek konuşsa, yemini bozulmaz. Çünkü razı olma kalp fiili olduğu için o şahsın razı olmasıyla tamam olup başkasının bilmesine hacet kalmaz. Kelâm ve tahdis ancak lisanla olur. Binaenaleyh bunlarda yemin karşı karşıya konuşmakla bozulur. İşaret ve kitabet yoluyla bozulmaz. Nitekim Nitef'te böylece zikredilmiştir.

Haniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben filan şahsa şu kavli söylemeyeceğim» diye yemin edip sonra o kavli o şahsa yazsa; yemini bozulur. Buna göre, Hâniyye sahibi kavil ile kelâm arasında fark görmüştür. Fakat Musannıf Câmi'den «reyhan: koklama meselesinden sonra kavil kelâm gibidir» diye nakletmiştir. İbn-i Semâ'a buna muhalefet etmiştir.

Haber verme, ikrar etme ve müjdeleme ancak yazma ile olur, işaret ve ima ile olmaz. İzhar, inşa, ilâm yazıyla da olur, işaretle de olur. Yemin eden «bunların sözle olup işaretle olmamasına niyet ettim» dese, diyaneten tasdik olunur. «Ben falan şahsı çağırmam» veya «ona müjde vermem» diye yemin edip sonra ona yazsa, yemini bozulur.

Bir kimse bir şahsa hitaben «sen bana Zeyd'in geldiğini» veya «Zeyd'in hastalıktan iyi olduğunu bildirirsen» veyahut «haber verirsen şöyle olsun» diye yemin etse, o şahıs da gerek doğru olsun gerek yalan olsun, haber verse veya bildirse, yemin edenin yemini bozulur. Eğer yemin edenin ilsâk için olan «bâ» ile «bikudûmîhî: onun geldiğini» ve «bîafiyetihi:

onun afiyet ve şifa, bulduğunu» derse haberin veya bildirmenin bîzzat Zeyd'in gelmesine veya Zeyd'in afiyet ve şifa bulmasına bitiştirilmesini ifade ettıgı için hassaten doğru olarak haber verdiğinde, yemini bozulur. Nitekim bu bahis fıkıh usulünde «bâ» bahsinde izah edilmiştir, Kezâ: Bir kimse «bir şahsa falan zatın geldiğini bana yazarsan şöyle olsun» diyeyemin etse, o şahıs buna doğru olarak yazarsa, yemini bozulur, Nitekim ilerdeki babta gelecektir.

Harun Reşid, İmam Muhammed (Rh.A.)'den «bir kimse «falan şahsa mektup yazmam» diye yemin edip sonra o şahsa bir mektup yazması için başka bir zata emretse, yemini bozulur mu?» diye sordu. İmam Muhammed (Rh.A.) «evet, ey mü'minlerin emiri cenabınız gibi tahrirat hususuna bizzat kendisi mubaşeret etmeyip katip istihdam eder, kabilinden olursa yemini bozulur» diye cevap vermiştir.

Bir kimse «falan şahısla bir ay konuşmayacağım diye yemin etse, eğer ayı nekre (belirsiz) olarak söylerse, yemin ettiği vakitten bir ay itibar olunur, eğer ayı marife (belirli) olarak söylerse, o ayın bâkîsi üzerine yemin etmiş olur. Fakat «ben bir ay itikâfa gireceğim) yahut «oruç tutacağım» diye yemin ederse, bunda ayı tayin etmek yemin edene bırakılmıştır iki suret arasındaki fark «Ebed»'e şamil olan yerde vaktin zikredilmesi kendisinden sonraki vakti çıkartmak içindir. Ebede şamil olmayan yerde vaktin zikredilmesi üzerine yemin edilen şeyi o vakte kadar uzatmak içindir. Zeylai.

İZAH

«Bu suretlerde yeminde durmak hakikaten mümkün olduğu için ilh...» Çünkü melekler ve peygamberlerden bazıları semaya çıkmıştır. Kezâ: Allahü Teâlâ'nın taş olma sıfatını altın olma sıfatına çevirmesiyle taşın altına çevrilmesi mümkündür. Çünkü bütün cevher (kendi kendine ayakta duran varlık)lar sıfatları kabul etmede cinsleri müsavidir. Yahut Allahü Teâla taşın cüzlerini yok edip o cüzlerin yerine altın cüzlerini getirmekle taşın altın olması mümkündür. Birinci suretle Allahü Teâlâ'nın taşı altına çevirmesi Mütekellimin'e göre; daha açıktır ve mümkündür, hak olan da budur. Fetih.

«Fakat âdeten aciz olduğu için yemini derhal bozulmuş olur ilh...»

Yani: Yemin yapılmış olup, sonra hemen bozulur. T.

Câmiü'l-Kebir şerhinde zikredilmiştir ki: Bu suretlerde yeminde durulma mümkün olduğu için yemin yapılmış olur, âdeten âciz olma itibariyle derhal yemin bozulmuş olur. Bu âcizlik yemine yakın olan âcizlik değildir. Çünkü bu âcizlik, yemin ile muhafaza edilmesi vâcip olan şeyi muhafaza etmekten âciz olmaktır. İçinde su bulunmayan bardak meselesindeki âcizlik böyle değildir. Çünkü ondaki âcizlik yemine yakındır. Bundan dolayı onda yapılan yemin, yemin olmamıştır. Bilmiş ol ki« semaya çıkmayacağım» diye yapılan yemin meselesinde üç İmamımıza göre; yemin yapılmış olur ve derhal yemin edenin yemini bozulur. İmam Züfer (Rh.A.)'e göre; bu surette yemin yapılmış olmaz ve yemin bozulmaz. Çünkü İmam Züfer (Rh.A.) âdeten muhal olan bu meseleyi hakikaten muhal olan meseleye ilhak etmiştir.

TENBİH: Burada âcizlikle murat âdeten mümkün olmaması ve tasavvur edilememesidir. Hatta bir kimse «vallâhi bugün ben borcumu elbette vereceğim» diye yemin edip de yanında hiç bir şey bulunmadığı gibi ödünç alacak bir kimse de bulamasa müftabih olan kavle göre; o günün geçmesiyle yemini bozulur. Nitekim Ta'lik babında geçmiştir. Çünkü o gün borcunu ödemesi âdeten muhal değildir.

«Ama böyle bir yemin bir vakit tayin edilerek yapılırsa o vakit geçmedikçe yemin bozulmaz ilh...» Yani: Tayin ettiği vaktin sonunda yemini bozulur.

Fetih'te zikredilmiştir ki: O vakitten önce ölse, kendisine keffâret lâzım gelmez. Çünkü yemini bozulmamıştır.

TENBİH: Camiü'l-Kebîr şerhinde zikredilmiştir ki: İmam Kerhî «bir kimse «vallâhi ben semaya çıkacağım» gibi gücü yetmeyeceği bir şey üzerine yemin ederse günahkâr olur» demiştir.

Hasan İbn-i Ziyad, İmam Züfer (Rh.A)'den «bir kimse "vallâhi bugün ben semaya elbette çıkacağım" diye yemin etse günahkâr olur, kendisine keffaret de lâzım gelmez. Çünkü İmam Züfer (Rh.A.)'e göre; âdeten yapılması mümkün olan şeyler üzerine yapılan yeminler sahihtir» diye rivayet etmiştir.

«"Vallâhi falan şahsı öldüreceğim" diye yemin etse yine yeminî yapılmış olup derhal bozulur ilh...» Musannıf yeminde «öldürme» lâfzını zikretmesiyle dövmeden ihtiraz etmîştir.

Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «vallâhi bugün ben filan şahsı elbette döveceğim» diye yemin edip halbuki o şahıs ölmüş olsa onun öldüğünü bilsin veya bilmesin yemini bozulmaz. Çünkü yemini olmamıştır. Eğer o şahıs yemin ettiği vakit hayatta olup sonra ölmüş olsa İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göre; yine yemini bozulmaz, İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'a göre; yemini bozulur.

«Buna göre yemini bozulur ilh...» Yani: Bir kimse meselâ: Zeyd'in öldüğünü bildiği halde «vallâhi ben Zeyd'i öldüreceğim» diye yemin etse ittifakla yemini bozulur. Çünkü yemini Allahü Teâlâ'nın Zeyd'de yaratacağı hayat üzerine yapılmış olur ve Allahü Teâlâ'nın Zeyd'i tekrar diriltmesi mümkündür. Allahü Teâlâ Zeyd'i dirilttiği takdirde Zeyd bizzat eski Zeyd'dir. Fakat bu diriltme âdete muhaliftir. Buna göre «semaya çıkacağım» diye yapılan yeminde olduğu gibi bunda da yemin yapılmış olup sonra derhal bozulur.

«Bir kimse "ben falan şahısla konuşmayacağım" diye yemin edip ilh...» Zahire'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben falan şahısla konuşmayacağım» diye yemin ettiğinde bu yemin o şahısla ebedi konuşmamak üzere yapılmış olur. Eğer o şahısla bir gün yahut iki gün bir beldede yahut bir evde konuşmayacağına niyet etse, diyaneten de kazaen de tasdik edilmez. Herhangi bir gün konuşursa yemini bozulur. Çünkü söylemediği bir şeyi tahsis etmeyi niyet etmiştir.

«Muhtar olan kavle göre; yemini bozulmaz ilh...» Yani bir kimse «filan şahısla konuşmayacağım» diye yemin edip sonra o şahıs uyurken onunla konuşsa, konuşurken onu uyandırırsa, yemini bozulur, uyandırmazsa yemini bozulmaz.

İmam Kudûrî «yemin edenin konuşması işitilecek derecede olursa, onu uyandırmasa bile yemini bozulur» demiştir. İmam Serahsî, Sîyer'de olanla amel ederek Kudûrî'nin kavlini tercih etmiştir. Sîyer'in ibaresi şudur: Bir müslüman, sesin işitileceği yerden kâfirlere eman verse, fakat kâfirler harple meşgul olduklarından dolayı onun sesini duymasalar, bu müslümanın verdiği eman muteber sayılır.

Bazıları «"konuşmayacağım" diye yemin edildikten sonra konuşmak ile kâfirlere eman vermek arasında fark vardır. Emanın isbatında ihtiyatla amel edilir. Başkası böyle değildir.» demişlerdir.

«İşitilecek derecede olursa ilh...» Yani «falanca şahısla konuşmayacağım» diye yemin eden kimse, kulak verildiğinde işitilecek derecede o şahısla konuşsa, her ne kadar bir meşguliyetten veya sağırlıktan dolayı işitilmese bile, yemini bozulur. Eğer çok uzak olduğu için kulak verilmekle beraber işitilmezse, yemini bozulmaz. Zâhiriyye'den naklen Bahır'da böyle zikredilmiştir.

Yine Bahır'da zikredilmiştir ki: Yemin eden kimse o şahısla anlamayacağı bir sözle konuşsa, yeminin bozulup bozulmamasında iki rivayet vardır.

«Bir kimse kendisiyle konuşmamaya yemin ettiği şahsa işittirmek maksadıyla duvara seslenerek "ey duvar işit" veya "şöyle şöyle yap" dese, yemini bozulmaz ilh...» Yani yemin eden duvarla beraber o şahsa hitab etmeyi kasdetmeyip bilâkis yalnız duvara hitab etmeyi kasdetse yemini bozulmaz. Bundan dolayı Bahır ve diğer fıkıh kitablarında zikredilmiştir ki; yemin eden kimse bir cemaate selâm verip «konuşmayacağım» diye yemin ettiği kimse cemaatin arasında bulunsa, yemini bozulur. Ancak ona selâm vermeyi kasdetmezse, diyaneten tasdîk olunur. Eğer «içinizden biri müstesna olmak üzere Esselâmüaleyküm» dese, kazaen de tasdik edilir. Namazdan selâm verip o şahıs da her ne kadar sol tarafında bulunmuş olsa, sahih olan kavle göre yemini bozulmaz. Çünkü namazdaki iki selâm bir bakıma namazdandır. Yemin eden kimse «konuşmayacağım» diye yemin ettiği şahsa namazda uysa, imam olan şahıs namazda yanılıp yemin eden «Sübhanallâh» dese, yahut imam olan şahıs tıkanıp yemin eden kimse, kıraatı açsa, yemini bozulmaz. Yemin eden kimse namazda olmadığı halde, namaz kıldıran o şahsa «Sübhanallâh» dese veya onun kıraatını açsa yemini bozulur.

TENBİH: Bir kimse, bir şahsa «ben önce seninle konuşursam kölem âzâd olsun» diye yemin ettikten sonra karşılaştıklarında her biri diğerine selâm verse, yemini bozulmaz. Bundansonra da onunla önce konuşmak tasavvur edilmediği için yemini çözülmüş olur.

Bir kimse, zevcesine «ben seninle önce konuşursam, şöyle olsun» diye yemin edip, zevcesi de «ben de seninle önce konuşursam, şöyle olsun» dese, bundan sonra zevc, zevcesiyle konuşsa, yemini bozulmaz. Çünkü zevcesi yemin ederek önce zevceyle konuştuğu için zevc önce zevcesiyle konuşmamıştır. Bundan sonra zevcesi de, zevciyle konuştuğunda yemini bozulmaz. Çünkü o da önce zevciyle konuşmamış olur. Fetih. Bahır. Zeylai. Zahire. Zahiriyye.

Bir kimse, bir şahsa «ben seninle Önce konuşursam» yahut «ben senden önce evlenirsem» yahut «sen bana konuşmadan önce ben seninle konuşursam, şöyle olsun» diye yemin ettikten sonra o şahısla ikisi birden beraberce aynı anda konuşsalar yahut beraberce aynı onda evlenseler ebedi yemini bozulmaz. Çünkü beraber konuşmakla veya beraber evlenmekle birinin önce olması muhâldir.

«İmam-ı Azam (Rh.A.) düşünüp "iki kere yemini bozulur" diye cevap vermiş ilh...» Çünkü üç kerre «vallâhi ben seninle konuşmayacağım» diye yemin eden kimse, birinci ifadesiyle yemin etmiş olup ikinci ifadesiyle yemini bozulur. Ayrıca ikinci ifadesiyle yemin etmiş olup üçüncü ifadesiyle yemini bozulmuş olur.

«Bu iki kelime ilh...» Yani «güzel düşün» ifadesinde cevapta iyi düşünemediğini ve «doğru ve güzel cevap verdiniz» ifadesinde de İmam Muhammed (Rh.A.)'in bu mesele malumu olup İmam-ı Azam'dan imtihan için sorduğunu imâ vardır. İmam Muhammed (Rh.A.)'den bu gibi hareketler gençliğinin gerektirdiği hallerdendir. Yoksa kendilerinden İmam-ı Azam (Rh.A.) hakkında böyle yersiz muamele pek uzaktır.

«İşaret ve kitabet yoluyla bozulmaz ilh...» Bir kimse «falan şahısla konuşmayacağım» diye yemin ettikten sonra o şahsa işaret etse veya mektup gönderse yemini bozulmaz. Kezâ, o şahsa elçi gönderse, yine yemini bozulmaz. Çünkü örfte bunlara «konuşma» denilmez. İmam Mâlik ile İmam Ahmed b. Hanbel (Rh. Aleyhima) Allahü Teâlâ'nın: «(Ya) bir vahy ile, ya bir perde arkasından yahut bir elçi gönderipte kendi izniyle dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça Allah'ın hiçbir beşere kelâm söylemesi (vaki) olmamıştır. Şüphesiz ki O yücedir, mutlak bir hüküm ve hikmet sahibidir» (Eş-şurâ Sûresi âyet: 51)kavli kerimiyle istidlâl ederek «elçi gönderirse yemini bozulur» demişlerdir. Bunlara «yeminler örf üzerine kurulmuştur» diye cevap verilir. Fetih.

«Câmi'den ilh...» Câmi'nin ibaresi şöyledir: Bir kimse «vallâhi ben falan şahısa konuşmayacağım» veyahut «vallâhi ben falan şahısa söz söylemeyeceğim» diye yemin edip sonra ona mektup yazsa, yemini bozulmaz. İbn-i Semâa' «Nevadir» adlı eserinde «yemini bozulur» demiştir.

«İşaret ve ima ile olmaz ilh...» Yani işaret el ile olur, îma ise başla olur.

«İnşa ilh...» Fetih, Bahır ve Minah adlı kitaplarda inşa yerine ifşâ lafzı zikredilmiştir. Yani bir kimse «ben filan kimsenin sırrını ifşâ etmeyeceğim» yahut «izhâr etmeyeceğim» veya «bildirmeyeceğim» diye yemin edip sonra mektupla veya işaretle ifşâ yahut izhâr yahut bildirse yemini bozulur.

Bahır'da zikredilmiştir ki: «Filan şahsın sırrını ifşâ» yahut «izhâr» yahut «ilâm» yahut «haber vermeyeceğim» diye yemin edip bunları işaretle değil mektupla yapmayacağını niyet etse, diyaneten tasdik edilir, kazaen tasdik edilmez.

«Veya "ona müjde vermem" ilh...» Bu «müjde vermem» lâfzı, tekrardır. Galiba ibare «müjde vermem» şeklinde olmayıp «ben ona sır söylemem» şeklinde olacaktır.

«Yemin ettiği vakitten bir ay itibar olunur ilh...» Yani bir kimse «falan şahısla bir ay konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemini, yemin ettiği andan otuz gün üzerine yapılmış olur. Çünkü kızgınlık hali bunu gerektirir. Nitekim bir kimse «ben şu şeyi bir ay kiraya vereceğim» diye yemin etse, yemin ettiği andan itibaren kiraya vermesi icap eder. Çünkü âkidler mevcut olan ihtiyacı defetmek için yapılır. Fakat «ben bir ay oruç tutacağım» diye yemin edildiğinde bu yemin ifadesindeki ay müsbette nekre olarak söylendiği için muayyen olmayan bir ayda oruç tutulmasını gerektirir. Bu yüzden, yemin edildiği andan itibaren bir aya sarf olunmaz.

«Eğer ayı marife olarak söylerse ilh...» Mesela: «Ben falanca şahısla bir ay konuşmayacağım» diye yemin eden kimse, içinde bulunduğu ayın yemin ettiği andan itibaren geri kalan kısmında konuşmamak üzere yemin etmiş olur. Kezâ; senenin, günün ve gecenin hükmü de böyledir.

Bir kimse «ben falan şahısla bir gün konuşmayacağım» diye geceleyin yemin etse, yemin ettiği andan itibaren gecenin geri kalan kısmında ve ertesi gün konuşursa, yemini bozulur. Çünkü günün zikri kendisinden sonra olan vakti çıkarmak içindir. Kezâ; bir kimse «ben falanca şahısla geceleyin konuşmayacağım» diye gündüzleyin yemin etse, yemin ettiği andan itibaren ertesi gün fecir doğuncaya kadar konuşursa, yemim bozulur.

Bir kimse «ben falanca şahısla bir gün konuşmayacağım» diye gündüzleyin yemin etse, yemin ettiği saatten itibaren ertesi gün aynı saate kadar o şahısla konuşursa yemini bozulur. Çünkü gün nekre olarak zikredildiği için tam bir gün olması icap eder.

Bir kimse «ben filan şahısla geceleyin konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemini yemin ettiği saatten itibaren ertesi gecenin aynı saatine kadar olan zamana sarf olunur. Bu, Bedayı'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.

«Ebede şâmil olan yerde ilh...» Meselâ bir kimse «ben filan şahısla konuşmam» deyip «oy»lâfzını söylemese yemin ebedî konuşmamak üzere yapılmış olur. «Ben falanca şahısla bir ay konuşmayacağım» diye yemin edildiğinde «ay» lâfzının söylenmesi kendisinden sonra olan vakti çıkarmak içindir. Buna göre; yemin ettiği andan itibaren bir ay içinde konuşursa, yemini bozulur. Bir ay sonra konuşursa yemini bozulmaz.

«Ebede şâmil olmayan yerde ilh...» Meselâ: Bir kimse «oruç tutacağım» yahut «itikâfa gireceğim» diye yemin edip «ay» lâfzını söylemese, yemini ebedî oruç tutmaya veya ebedî itikâfa girmeye sarf olunmaz. «Bir ay oruç tutacağım» yahut «bir ay itikâfa gireceğim» diye «ay» lâfzının söylenmesi orucu ve itikâfı bir ayla takdir etmek içindir.

METİN

«Konuşmayacağım» diye yemin eden kimse, namazda Kur'ân veya tesbih okusa ittifakla yemini bozulmaz. Namaz haricinde ise, İmam Kudûrî'nin muhtarı olan zâhir rivayete göre; yemini bozulur. Nitekim Bahır'da da bu kavil tercih edilmiştir. Fetih'te mutlaka, gerek yemin Arapça ile ve gerekse Farsça ile yapılmış olsun örfte Kur'ân ve tesbih okumak konuşma sayılmayacağı için yeminin bozulmaması tercih edilmiştir. Dürer ile Mültekâ sahipleri de bu kavli tercih etmişlerdir.

Tehzîb'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki; bizim örfümüzde yemin eden kimsenin diğer kitapları okumasıyla da yemini bozulmaz.

Şürünbûlâlî'de «yeminin bozulması hakkında olan Sahih kavillerin çokluğundan senin üzerine bir beis ve zarar yoktur. Çünkü bu kaviller örfe muhaliftir» diyerek yeminin bozulmayacağına dair olan kavil kuvvetli görülmüştür.

Tehzîb'de «"konuşmayacağım" diye yemin eden kimse, fıkıh veya nahiv kitapları okuduğunda yemini bozulmadığı gibi talebelere ders okutsa, yine yemini bozulmaz» denilmiştir. Fakat Fetih'te «şiir okusa; yemini bozulur. Çünkü şiir ölçülü sözlerdir. Şiir olmayan sözleri okumakla yemininin bozulması daha evlâdır» diye zikredilmiştir. Teemmül et!

«Bugün Kur'ân okumayacağım» diye yemin eden kimsenin namazda veya namazın dışında Kur'an okumakla yemini bozulur. Hatta besmele okusa, eğer Neml Sûresindeki besmeleye niyet ederse, yemini bozulur. Fakat bu sûredeki besmeleye niyet etmezse, yemini bozulmaz. Çünkü müslümanlar, Neml Sûresindeki besmelenin dışındaki diğer besmeleler ile teberrük kastederler, Kur'ân olmasını murad etmezler.

«Filan sûreyi» veya «filan şahsın kitabını okumayacağım» diye yemin eden kimse, ona bakıp mânâsını anlasa, yemini bozulmaz. Bununla fetva verilir.

Bir kimse «bugün falanca şahısla konuşmayacağım» diye yemin etse, yemini gece ile gündüz üzerine sarf olunur. Yemin edenin «gün» lâfzı uzamayan bir fiille beraber söylenirse, gece ile gündüze şâmil olur. Eğer gün lâfzı ile yalnız gündüze niyet ederse, tasdik edilir. Çünkü kelimeyi hakikat mânâsında kullanmıştır.

Bir kimse «falan şahısla konuştuğum gece, şöyle olsun» diye yemin etse, yemini ancak gece üzerine yapılmış olur. Çünkü müfred (teklik) olan gece kelimesi mutlak vakitte kullanılmaz.

Bir kimse «Zeyd gelmedikçe» yahut «izin vermedikçe» yahut «izin verene kadar ben Amr ile konuşursam, şöyle olsun» deyip sonra Zeyd gelmeden yahut izin vermeden onunla konuşursa, yemini bozulur. Eğer Zeyd geldikten yahut izin verdikten sonra konuşursa, yemini bozulmaz. Çünkü Zeyd'in gelmesini yahut Zeyd'in izin vermesini konuşmamak için gâye kılmıştır. Gâyeden önce yemin bâkidir, gayeden sonra sona erer. Eğer Zeyd gelmeden veya izin vermeden ölürse, yeminde durma mahalli fevt olduğu için yemin düşer. Musannıfın misalinde cezâyı tehir ile kayıtladığı münasiptir. «Eğer Amr ile konuşursam» şart cümlesini hazf ile beraber cezâyı da önce söyleyip «Zeyd gelmedikçe zevcem boş olsun» dese, burada «Zeyd gelinceye kadar» ifadesi gâye için olmayıp bilâkis şart için olur. Çünkü talâk, vakte, saate ihtimali olmayan şeylerden olduğu için Zeyd'in gelmesiyle vâki olmaz. Bilâkis ölmesiyle talâk vâki olur.

«Zeyd gelmedikçe zevcem boş olsun» ifadesinin manâsı «Zeyd gelmezse sen boşsun» demektir. Buna göre; Zeyd'in gelmesiyle talâk vâki olmaz. Yemin mutlak olduğu için Zeyd hayatta oldukça zevcesi boş olmaz. Zeyd ölürse, yeminin bozulmasının şartı gerçekleştiği için zevcesi boş olur. Nitekim bir kimse bir şahsa «vallâhi falan zat bana izin vermedikçe ben seninle konuşmayacağım» yahut borçlusuna «vallâhi alacağımı ödemedikçe senden ayrılmayacağım» yahut «vallâhi bugün elbette borcumu ödeyeceğim» diye yemin edip o zat izin vermeden ölse, yahut alacağından beri olsa, yemini düşer.

Bunda asıl ve kaide şudur: Yemin eden bir kimse, yemini için bir gâye ve nihayet koyup o gâye fevt olur, elde etme imkânı kalmazsa, yeminde durmak mümkün olmayacağı için yemin batıl olur. İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'a göre yemin batıl olmaz. «Mâzâle», «mâdâme» ve «mâkâne» kelimeleri gâye içindirler.

Yemin kendileriyle nihayet bulur. Mesela: Bir kimse «Buhârâ'da oldukça şu işi yapmayacağım» diye yemin edip sonra oradan çıkıp tekrar geri dönüp o işi yapsa, yemini bozulmaz. Çünkü Buhârâ'dan Çıkmakla yemini nihayete ermiştir. Kezâ: Bir kimse «ben şu taâmı falân şahsın mülkünde oldukça yemeyeceğim» diye yemin edip sonra falân şahıs o taâmın bazısını satsa, geri kalanı yemin eden yese, yemini bozulmaz. Çünkü o taâmın bazısının satılmasıyla yemin nihayet bulmuştur. Kezâ: Bir kimse, bir şahsa hitaben «sen benim hakkımı vermedikçe bugün senden ayrılmayacağım» yahut «seni sultâna götürmedikçe bugün senden ayrılmam» diye yemin edip, o şahıstan ayrılmadan o güngeçse yemini bozulmaz. Fakat o günden sonra hakkını almadan ayrılırsa yemini bozulur. Gün kelimesini evvel söyleyerek «bugün hakkımı almadıkça senden ayrılmam» diye yemin eder, o günden sonra ayrılsa yemini bozulmaz. Bahır.

Kezâ: Bir kimse hasmım mahkemeye götürüp orada ona yemin ettireceğine yemin edip de sonra hasmı, aleyhine davâ olunan şeyi ikrar etse, yahut şahitler ortaya çıksa, yemini düşer. Çünkü yemini, mânâda hasmının inkâr haliyle kayıtlanmıştır. Nitekim dövme hakkındaki yemin babında gelecektir.

Bir kimse «falan şahsın kölesiyle» yahut «zevcesiyle» yahut «dostuyla konuşmayacağım» yahut «onun hânesine girmeyeceğim» yahut «onun elbisesini giymeyeceğim» yahut «onun taâmını yemeyeceğim» yahut «onun hayvanına binmeyeceğim» diye yemin etse, mezhebin muhtar olan kavline göre yemin ederken onun kölesine, hânesine elbisesine, taâmına, hayvanına gerek göstererek yemin etsin, gerek göstermeyerek yemin etsin o şahıs kölesini, hânesini, elbisesini taâmını, hayvanını satmak, zevcesini boşamak, dostuyla düşman olmak suretiyle bu şeylerin kendisine olan nisbeti kesildikten sonra yemin eden kimse köleyle konuşursa, yemini bozulmaz. Çünkü köle pazarda satıldığı için hür kimselere nisbetle itibarı düşük olur da elbise ve hâne gibi olur. Yemin eden kimse, o şahsın boşadığı eski zevcesiyle, düşman olduğu eski dostuyla konuşursa, göstererek «filan şahsın şu zevcesiyle» veya ismini tayin ederek «filan şahsın dostu olan Zeyd ile konuşmayacağım» diye yemin etmişse nisbet kesildikten sonra do yemini bozulur. Çünkü hür olan kişinin zatına kızarak konuşmamak üzere yemin edilir. Eğer yemin eden kimse böyle o şahsın zevcesini göstererek dostunun ismini tayin ederek yemin etmemişse nisbet kesildikten sonra konuşursa, yemini bozulmaz. Yeminden sonra o şahıs köle satın alsa veya evlense, yemin eden kimse o şahsın satın aldığı köleyle veya evlendiği zevcesiyle konuşursa yine yemini bozulur. Çünkü köle ile zevcenin o şahsa nisbeti mevcuttur. Yemin eden kimse o şahsın sattığı hâneye girse, yemini bozulmaz. Çünkü hâne kendisiyle konuşulmamakla köle gibi olduğu evleviyet yoluyla malumdur, evleviyet yolu kölenin akıllı olup hânenin akıllı olmamasıdır.

Bir kimse meselâ: «ben şu taylasân (yünden dokunmuş yuvarlak bir nevi Acem elbisesidir) ın sahibiyle konuşmayacağım» diye yemin edip sonra o şahıs o taylasânı sattıktan sonra yemin eden onunla konuşsa yemini bozulur. Çünkü taylasânın o şahsa nisbeti o şahsı tanıtmak içindir. Bundan dolayı o taylasânı satın alan zatla konuşsa, yemini bozulmaz.

İZAH

«Bununla fetva verilir ilh...» İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'un kavliyle fetva verilir.

İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; falan şahsın kitabını okumaktan maksat kitapta olanıanlamaktır. «Ben filan şahsın kitabını okumayacağım» diye yemin eden kimse, onun kitabına bakıp mânâsını anlarsa, maksat hasıl olduğu için yemini bozulur.

«Eğer Zeyd geldikten yahut izin verdikten sonra konuşursa, yemini bozulmaz ilh...»

Ben derim ki: Zeyd'in izin vermesiyle yemin edenin konuşması beraber olsalar, yine yemini bozulmaz. Çünkü Hâniyye'de «Bîr kimse «filan şahıs şu hâneye girmedikçe ben de girmeyeceğim» diye yemin ettikten sonra o şahısla beraber o hâneye girseler, yemini bozulmaz» diye zikredilmîştir.

«"Mâzâle", "mâdâme" ve "mâkâne" kelimeleri gâye içindirler ilh...»

Bu kelimeler «bulunduğu müddetçe» manasına gelirler.

Bahır'da zikredilmiştir ki; bir kimse «şu elbise falan şahsın üzerinde bulundukça onunla konuşmayacağım» diye yemin edip o şahıs da sırtında bulunan elbiseyi çıkarıp tekrar giydikten sonra yemin eden onunla konuşsa, yemini bozulmaz. Eğer yemin eden kimse «şu elbise o şahsın üzerinde bulunduğu halde onunla konuşmayacağım» diye yemin etse, o şahıs üzerindeki elbiseyi çıkarıp tekrar giydikten sonra yemin eden onunla konuşsa, yemini bozulur. Çünkü yemin eden kimse, yeminini belirli bir vakitle tayin etmeyip bilâkis elbisenin o şahsın sırtında bulunmasıyla kayıtlamıştır. O elbise, o şahsın sırtında bulunduğu müddetçe yemin eden o şahısla konuşursa yemini bozulur.

Bir kimse annesine babasına hitaben «ben, siz hayatta olduğunuz müddetçe evlenirsem, şöyle olsun» diye yemin edip de onlar hayatta iken evlenirse. yemini bozulur. Tekrar evlense, yemini bozulmaz. Ancak olan kavline göre yemin ederken onun kölesine, hânesine, elbisesine, «siz hayatta olduğunuz müddetçe evlendiğim her kadın boş olsun» diye yemin ederse, evlendiği her kadın boş olur. Eğer annesiyle babasından biri ölürse yemin düşmüş olur. Çünkü yeminin bozulmasının şartı, onların ikisi de hayatta bulunduğu müddetçe evlenmesidir. Onlardan biri öldükten sonra yemininin bozulması düşünülemez.

«Sonra oradan çıkıp ilh...» Bir kimse «Buhârâ'da oldukça şu işi yapmayacağım» diye yemin edip, Buhârâ'dan yalnız kendisi çıktıktan sonra tekrar geri dönüp o işi yapsa, yemini bozulmaz. Fakat «şu hânede oldukça şu işi yapmayacağım» diye yemin etse, o hâneden ehli ile birlikte çıkması lâzımdır.

Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «Buhârâ'da bulundukça hurma suyu içmeyeceğim» diye yemin edip Buhârâ'dan ayrıldıktan sonra tekrar geri dönüp hurma suyu içse, yemini bozulmaz. Ancak Buhârâ'nın kendisi için vatan oldukça içmeyeceğine niyet ederse, geri döndükten sonra içse, yemini bozulur. Çünkü Buhârâ onun vatanı olarak bakidir.

Yine Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesine «vallâhi, bu hânede bulunduğum müddetçe sana yaklaşmayacağım» diye yemin etse, yemini ancak başka bir hâneyetaşınmakla batıl olur. Çünkü «bu hânede bulundukça» ifadesinin mânâsı bu hânede oturdukça demektir. O hânede bir kazığı kalsa bile İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre: o hânede oturuyor sayılır.

İmameyn (Rh.A.)'a göre: oturuyor sayılmaz. Fetva da İmameyn (Rh A.)'in kavli üzerinedir.

«Falan şahıs o taâmın bazısını satıp geri kalanı yemin eden yese, yemini bozulmaz ilh...» Fakat yukarda geçtiği üzere «şu taâmı yemeyeceğim» veya «şu suyu içmeyeceğim» diye yemin edildiğinde o taâm bir oturuşta yenilecek miktar, o su bir içişte içilecek miktar olursa, yemin onların hepsini yemeğe ve içmeğe yapılmış olur. Eğer o taâm bir oturuşta, o su bir içişte yenilecek veya içilecek miktardan fazla olursa yemin onların bazısı üzerine yapılmış olur.

Ben derim ki: «Falanca şahsın taâmını yemeyeceğim» diye yemin eden kimse üzerine yemin ettiği taâm gerek bir oturuşta yenilecek miktar kadar olsun gerek bir oturuşta yenilecek miktardan daha fazla olsun taâm sahibi o taâmın bir kısmını satsa geri kalan kısmını yemin eden kimse yese, yemini bozulmaz. Bu mesele «bir kimse annesine, babasına hitaben: «Siz hayatta oldukça ben evlenmeyeceğim» diye yemin edip sonra onlardan biri ölünce evlense, yemini bozulmaz» meselesine benzer. Burada yemin ettiği taâmın satılmayan kısmını yemesiyle yemini bozulmaz. Çünkü yeminin bozulmasının şartı; o taâmın hepsini yemin ettiği şahsın mülkünde iken yemesidir. Burada ise hepsini yeme bulunmamıştır.

«Bir kimse bir şahsa hitaben: "sen benim hakkımı vermedikçe bugün senden ayrılmayacağım" ilh...» Yani: «Sen benim hakkımı verinceye kadar ben senin peşini bırakmayacağım» diye niyet ederse o gün peşini takip edip borcunu alamasa, yemini bozulmaz. Eğer o günden sonra onun peşini bırakırsa yemini bozulur. Yemin ettiği gün borçlusunun peşini bırakırsa yemini evleviyetle bozulur.

«Çünkü yemini, mânâda hasmının inkâr haliyle kayıtlanmıştır ilh...»

Nitekim borçlu alacaklısına «vallâhi ben senin iznin olmadan bu beldeden çıkmayacağım» diye yemin etse bu, yemini üzerinde borç bulunduğu zamanla kayıtlanır.

«Bir kimse "falan şahsın kölesiyle" ilh...» Burada kölenin o şahsa izafeti mülk izafetidir. Bir kimse «falan şahsın zevcesiyle» veya «onun dostuyla konuşmam» diye yemin etse bu ifadedeki zevc ile dostun o şahsa izafeti nisbet izafetidir.

«Bu şeylerin kendisine olan nisbeti kesildikten sonra ilh...» Yani: İsterse bu şeyler yemin eden kimseye verilmiş olsun. Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: «Ben senin şu taâmını yemeyeceğim» diye yemin edip o şahıs da o taâmı yemin eden kimseye hediye olarak verse yemin eden şahıs da onu yese, İmam-ı Azam ile İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'a göre; yemini bozulmaz. İmam Muhammed (Rh.A)'e göre; bozulur.

TENBİH: Bir kimse «ben filan şahsın taâmını yemeyeceğim» diye yemin etse. halbuki o şahıs taâm satsa yemin eden kimse ondan taâm alıp yese. yemini bozulur.

Ben derim ki: Bu surette yeminin bozulmasının sebebi. o şahıs taâm satan olunca, ondan satın alınan veya onun yaptığı taâm murat edilir de yemin o şahsın mülkünde bulunan taâm üzerine yapılmış olmaz. Çünkü taâmın onun mülkünde bulunması kastedilmemiştir.

«Gerek göstererek yemin etsin, gerek göstermeyerek yemin etsin ilh...» Yani: Bir kimse «falan şahsın kölesiyle konuşmayacağım» yahut «onun hanesine girmeyeceğim» yahut «onun elbisesini giymeyeceğim» yahut «onun taâmını yemeyeceğim» yahut «onun hayvanına binmeyeceğim» diye yemin ettiğinde gerek bunları göstererek yemin etsin gerek göstermeyerek yemin etsin bunlar o şahsın mülkünde bulundukça yemin bunlar üzerine yapılmış olur. hatta o şahıs yeminden sonra üzerine yemin edilen şeylerden satın alsa, bunların üzerine de yemin edilmiş olur. Buna göre yemin eden kimse üzerine yemin ettiği şey o şahsın mülkünde iken yapmayacağım diye yemin ettiği şeyi işlerse yemini bozulur. Eğer bu şeyler o şahsın mülkünden çıktıktan sonra «yapmayacağım» diye yemin ettiği şeyi işlerse yemini bozulmaz. Çünkü yemin o şahsın zatına yapılmıştır. bu şeyler üzerine yapılmamıştır.

«Yeminden sonra o şahıs köle satın alsa veya evlense yemin eden kimse o şahsın satın aldığı köleyle veya evlendiği zevcesiyle konuşursa yine yemini bozulur ilh...» Yeminin bozulması. yemin eden kimse «falan şahsın kölesiyle» veya «zevcesiyle konuşursam şöyle olsun» diye yemin ederken köleyi veya zevceyi göstererek yemin etmediği takdirdedir. Yukarda geçtiği üzere yemin eden kimse yemin ederken köleyi göstersin veya göstermesin fark yoktur. Yani o şahıs yeni köle satın aldığında yemin eden kimse satın alınan köleyle konuştuğunda yemini bozulur. Fakat yemin eden kimse «ben falanca şahsın şu zevcesiyle konuşmayacağım» diye o şahsın zevcesini göstererek yemin edip o şahıs bu zevcesini boşar, başka bir kadınla evlenirse yeni evlendiği kadınla yemin eden kimse konuştuğunda yemini bozulmaz. Çünkü bu surette yemin eden kimse, o şahsın eski zevcesiyle konuşmamak üzere yemin etmiştir. Bu yemini o şahsın sonradan evlendiği zevcesine şâmil değildir. Bahır, Kenz.

METİN

«Zaman» ve «hîn: vakit» lâfızları gerek marife gerek nekre olsun yemin edildiği andan itibaren altı ay geçerlidir. Eğer bu lâfızlarla yemin eden kimse, belirli bir zamanı veya belirli bir vakti niyet ederse, yemini sahih olan kavle göre; niyet ettiği şey üzerine olur. Bedayı.

Ayın gurresi ve ayın başı ile ayın birinci gecesi ve gündüzü murat edilir. Ayın evveli ile ayın birinden onbeş güne kadar olan müddet murat edilir. Ayın ahiri ile onbeş günden sonrakimüddet murat edilir. Buna göre bir kimse «ayın sonundan evvelki günü oruç tutacağım» veya «tayın evvelinden son günü oruç tutacağım» diye yemin etse onbeşinci günü ile onaltıncı günü oruç tutar. Yaz mevsimi ile kışın giyilen kürk gibi elbiselerin bırakıldığı zamandan itibaren tekrar bu elbiselerin giyilmesine ihtiyaç duyulan zamana kadar olan müddet murat edilir. Bedayı.

Bir kimse «ben filan şahısla dehir boyunca» yahut «ebedî konuşmayacağım» diye yemin etse, yemin ederken bir şeye niyet etmemişse, bu yemin, yemin edenin yaşadığı müddete hamlolunur. Yani «ömür boyunca konuşmayacağım» demiş olur. Eğer nekre (belirsiz) olarak «dehren konuşmayacağım» diye yemin ederse, İmam-ı Azam (Rh.A.) «nekre olan «dehir» kelimesinin mânâsını bilmiyorum» demiştir. İmameyn (Rh.A.)'a «dehir kelimesi de «hîn: vakit» kelimesi gibidir» demişlerdir. Erbab-ı Kemâl'e gizli değildir ki bir meselede İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan bir kavil rivayet edilmeyince İmameyn'in kavliyle fetva vermek vacib olur. Nehir.

Sirac adlı kitapta zikredilmiştir ki: İmam-ı Azam ondört meselede tevakkuf edip cevap vermemiştir. Dört İmam (Rh.A.)'dan hatta Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den ve Cebrail (A.S.)'den de «bilmiyorum» cevabı vâki olmuştur.

Bir kimse «falan şahısla çok günler» yahut «aylar» yahut «seneler» yahut «cumalar» yahut «zamanlar» yahut «vakitler» yahut «dehirler konuşmayacağım» diye yemin etse, bunların her bir sınıfından on ile takdir olunur. Çünkü on cem'i lafzıyla zikrolunanların çoğudur. Bir kimse «falan şahısla zamanlarca konuşmayacağım» diye yemin etse, beş seneyle takdir olunur. Eğer «günler», «aylar». «seneler». «cumalar», «zamanlar». «vakitler» ve «dehirler» nekre olarak söylenirse, üç ile takdir olunur. Çünkü çoklukla muttasıf olmadıkça cemin en aşağı derecesi üçtür.

Bir kimse «ben kölelerle» yahut «falan şahsın köleleriyle konuşmayacağım» yahut «falan şahsın hayvanlarına binmeyeceğim» yahut «falanca şahsın elbiselerini giymeyeceğim» diye yemin edip sonra üç köleyle konuşsa, yahut o şahsın üç hayvanına binse, yahut o şahsın üç elbisesini giyse, her ne kadar o şahsın üç kölesinden fazla kölesi, üç hayvanından fazla hayvanı, üç elbisesinden fazla elbisesi olsa bile yemini bozulur. Eğer bir veya iki köleyle konuşsa yahut bir veya iki hayvanına binse yahut bir veya iki elbisesini giyse, yemini bozulmaz. Yemin eden kimse o şahsın bütün köleleriyle konuşmayacağını, bütün hayvanlarına binmeyeceğini ve bütün elbiselerini giymeyeceğini niyet etse, niyeti sahih olur.

Bir kimse «falan şahsın zevceleri» yahut «ahbapları» yahut «kardeşleri ile konuşmayacağım» diye yemin etse, o şahsın bütün zevceleriyle yahut bütün ahbaplarıyla yahut bütün kardeşleriyle konuşmadıkça yemini bozulmaz. Çünkü yemin eden kimseninbunlarla konuşmaması kendilerinin zâtında olan bir sebepten dolayıdır. Binaenaleyh yemin bunların kendi zâtları üzerine yapılmış olur. Sanki yemin eden kimse «ben bunlarla konuşmayacağım» diye yemin etmiştir. Yemin eden kimse «ben falanca şahsın kardeşleriyle konuşmayacağım» diye yemin ederken o şahsın bir kardeşi olduğunu bilerek yemin etmişse, onunla konuştuğunda yemini bozulur. Eğer bir kardeşi olduğunu bilmeyerek yemin etmişse, onunla konuştuğunda yemini bozulmaz, Nitekim Vakıat'da böylece zikredilmiştir.

Nehir'de «o şahsın ahbapları ile zevceleri de kardeşe ilhak edilmiştir» diye zikredilmiştir.

Şârih der ki: «O şahsın bir kardeşi olsa» meselesi cemi sıygası zikredilip müfred mânâsı murad edilen dört meseledendir. Nitekim Eşbah'ın yemin bahsinde zikredilmiştir. Fakat yemin taâmlara, elbiselere, kadınlara olursa icmaen bir tanesine vâki olur. Çünkü lamı tarif mümkün olursa ahde; mümkün olmazsa, cinse sarf olunur. Eğer dünyada olan bütün taâmlara, bütün elbiselere veya bütün kadınlara niyet ederse, sahih olan kavle göre niyeti diyaneten sahih olur. İşin hakikatını Allahü Teâlâ Hazretleri bilir.

İZAH

«"Zaman" ve "hîn; vakit" lâfızları ilh...» Yani bu lafızlarla gerek marife, gerek nekre, gerek müsbette ve gerekse menfide olsun yemin edildiği andan itibaren altı ay murad edilir. Çünkü altı ay bu lâfızların ortada kalan mânâlarıdır. Meselâ: Bir kimse, bir şahsa «vallâhi ben seninle bir hîn: bir vakit konuşmayacağım» yahut «vallâhi ben seninle bir zaman konuşmayacağım» diye yemin ederse, bu yemin altı ay üzerine yapılmış olur. Yani yemin eden kimse yemin ettiği andan itibaren altı aydan önce konuşursa yemini bozulur. Altı aydan sonra konuşursa, yemini bozulmaz.

Kezâ: Bir kimse «vallâhi ben bir hîn: bir vakit veya bir zaman oruç tutacağım» diye yemin ederse, altı ay oruç tutması lâzım gelir. Yalnız yemin eden kimse bu altı ayı dilediği zaman tayin edebilir.

«Hîn» lâfzıyla bazen saat mânâsı murad edilir. Nitekim Allahü Teâlâ:

«Haydi akşam saatinde, sabah saatinde hepiniz Allah'ı tenzih (ve tesbih) edin (namaz kılın).» buyurmuştur (Er-rûm Sûresi; âyet: 17).

«Hîn» lâfzıyla bazen kırk sene murad edilir. Nitekim Allahü Teâlâ:

«İnsan (Adem)in üzerine uzun devirden bir hine geçti ki (o vakit) o, anılmaya değer bir şey bile değildir.» (El-İnsân Sûresi; âyet: 1) buyurmuştur. Müfessirler bu âyeti kerimedeki «hîn» nazmını kırk seneyle tefsir etmişlerdir.

«Hîn» lâfzıyla bazen altı ay murad edilir. Nitekim Allahü Teâlâ:

«O (ağaç) Rabbinin izniyle her hin yemişini verir, durur.» (İbrâhim sûresi, âyet: 25 ) buyurmuştur. İbn-i Abbas (R.A.) bu âyeti kerimedeki «hîn» nazmını altı ayla tefsir etmiştir. Çünkü hurma ağacının tomurcuğunun çıkıp olgun olmasına kadar geçen müddet altı aydır.

Bir kimse, yemin ederken «hîn» lâfzını kullandığında herhangi bir zamana niyeti bulunmazsa, bu yemini altı ay üzerine vâki olur. Binaenaleyh altı ay, «hîn» lâfzının ortada olan mânâsıdır. Zira «hîn» lâfzı ile saat mânâsı murad edilmez. Çünkü bir saat konuşmamak üzere yemin edilmez.

«Hîn» lâfzıyla yemin edildiğinde âdeten kırk sene de murad edilmez. Çünkü kırk sene ebedî mânâsınadır.

«Zaman» lafzı da «hin» lâfzı gibi kullanılır. Bunun tamamı Fetih'dedir.

«Yemin eden kimse belirli bir zamanı veya belirli bir vakti niyet ederse; yemini sahih olan kavle göre yemin ettiği şey üzerine olur ilh...»

Çünkü «hîn» lâfzı ile «zaman» lâfzı saat, kırk sene ve altı ay mânâlarında kullanıldığı için sözünün hakikat mânâsına niyet etmiştir.

«Ayın evveli ile ayın birinden onbeş güne kadar olan müddet murad edilir ilh...»

Hâniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse bir şahsa «vallâhi ben sana Ramazan ayının evvelinde elbette geleceğim» diye yemin edip de ona on beşinci gün gelse, yemini bozulmaz. Eğer Ramazan ayı yirmidokuz gün olursa, İmam Muhammed (Rh.A.) «onbeşinci günü zevâl vaktinden önce gelirse, yemini bozulmaz. Zevâl vaktinden sonra gelirse, yemini bozulur» demiştir. İmam Ebu Yusuf (Rh.A)'dan «bir kimse, bir şahsa ben seninle ayın evvelinin son günü ile ayın sonunun ilk gününde konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemini ayın onbeşinci günü ile onaltıncı günü üzerine yapılmış olur» diye rivayet edilmiştir.

«Yaz mevsimi ile ilh...» Bir kimse, bir şahsa «yaz mevsimi sana geleceğim» diye yemin etse, yemin eden kimse yaz ile kış mevsimi hesapla bilinen bir beldede oturuyorsa. yemini bu hesaba göre yapılmış olur. Eğer yaz ile kış mevsimi hesapla bilinmeyen bir beldede oturuyorsa, kış, insanların içlik, kürk gibi kalın elbise giydikleri zamandan başlayıp bunları giymeyi bıraktıkları zamana kadar olan müddettir.

«Kışın» yahut «yazın» yahut «baharın» yahut «güzün konuşmayacağım» diye yemin edildiğinde bu mevsimlerin ne zaman başlayıp, ne zaman bittiği herkesçe malumdur.

«Yaşadığı müddetçe hamlolunur ilh...» Meselâ: Bir kimse «falan şahısla bir ömür konuşmayacağım» diye yemin etse, herhangi bir vakte niyet etmemiş ise, bu yemini ebedî konuşmamak üzere yapmış olur.

İmam Ebu Yusuf (Rh.A.)'den « «ömür» kelimesi nekre olarak söylenildiğinde «bir gün» murat edilir» diye rivayet edildiği gibi ««hîn»gibi altı ay murat edilir» » diye de rivayet edilmiştir. Zâhir olan da budur. Bu, Sirâc'dan naklen Nehir'de zikredilmiştir.

«İmam-ı Azam (Rh.A.) "nekre olan «dehir» kelimesini bilmiyorum" demiştir ilh...» Yani İmam-ıAzam (Rh.A.) «dehir kelimesinin mânâsında tevakkuf edip «ne kadar zaman murad edildiğini bilmiyorum» demiştir.

İhtiyar'da zikredilmiştir ki; «dehir» kelimesinin mânâsında örf yoktur ki; ona tâbi olunsun. Lûgatlar ise, kıyas ile bilinmez. Dehrin mânâsında deliller mütearız olduğu için İmam-ı Azam tevakkuf etmiştir.

İmam Ebu Yusuf (Rh.A.) İmam-ı Âzam (Rh.A.)'dan "nekre olan «dehir» kelimesiyle marife olan «dehir» kelimesi müsâvidir diye rivayet etmiştir. Bu, yemin edenin niyeti bulunmadığı takdirdedir. Niyeti bulunursa, onunla amel olunur. Fetih.

«Cami-i Kebîr'de "bir kimse «ben falan şahısla dehirlerce» yahut «aylarca» yahut «senelerce» yahut «cumalarca» yahut günlerce konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemin bunların her birinden üç üzerine vâki olur» diye zikredilmiştir» denilirse, «bu mesele «dehir» mânâsını bilen zâtın kavli üzerinedir" diye cevap verilir.

Ben derim ki: « «Dehirlerce konuşmayacağım» diye yemin edildiğinde bu yemin üç üzerine vâki olur» ifadesinde dehrin mânâsını tayin yoktur. Çünkü bu üç ile üç gün mü, üç hafta mı, üç ay mı, üç sene mi? olduğu beyan edilmemiştir. Fetih.

«İmam-ı Azam (Rh.A.) ondört meselede tevakkuf edip cevap vermemiştir ilh...»

1 - Nekre (belirsiz) olan dehir.

2 - İnsan pisliği yiyen hayvanın etinin ne zaman temiz olacağı.

Böyle bir hayvan üç gün veya yedi gün hapsedilir diye rivayet edilmiştir.

3 - Av köpeğinin ne zaman eğitilmiş olacağı. Bunun bilinmesi köpeğin eğitilmesiyle uğraşanlara bırakılmıştır. İmam-ı Azam'dan rivayet edilmiştir ki: Bu aynı zamanda İmameyn'in de kavlidir. Av köpeği üç defa avladığı avı yemeden bırakırsa, eğitilmiş olduğu bilinir.

4 - Çocukların sünnet olma zamanı. On yaşında veya yedi yaşında olmaları rivayet edilmiştir. Musânnıf da metnin sonunda bunu kabul etmiştir.

Bazıları «çocukların sünneti oniki yaşından sonraya bırakılmamalıdır» demişlerdir.

5 - Müşkil (erkekliği dişiliği belli olmayıp iki tenasül uzvundan da bevleden) hünsa. İki tenasül uzvunun birinden fazla bevil gelmesine itibar edilmez.

6 - Eşeğin artığı. Buradaki tevakkuf artığın temiz olmasında değil temizleyici olmasındadır.

7 - Melekler ile Peygamberlerden hangisinin üstün olması. Namaz bahsinde geçtiği üzere beşerin havâssı meleklerden üstündür.

8 - Allahü Teâlâ'ya ortak koşan kimselerin, erginlik çağına varmadan önce ölen çocuklarının nereye gidecekleri.

İmam Muhammed (Rh.A.) «Allahü Teâlâ günahsız hiç bir kimseye azab etmez» demiştir. Nitekim cenaze bahsinde geçmiştir.

9 - Mescidin duvarlarının vâkıfın malından nakışlanması. Yukarıda geçtiği üzere mescidin vâkıf malının zalim tarafından alınmasından korkulursa yahut vâkıf zamanında cami nakışlı olursa, yahut duvarları ıslah için olursa câiz olur.

10 - Cinlerin insanlar gibi ibadet ve taatlarının mükafatını görüp görmeyeceği hususunda tevakkuf etmiştir.

«Hatta Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den ve Cebrail (A.S.)'den de «bilmiyorum» cevabı vâki olmuştur ilh...»

Kermânî'de zikredilmiştir ki: Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'e «mekanların en faziletlisi hangisidir?» diye sorulduğunda «bilmiyorum, Cebrail (A.S.)'a sorayım» buyurdular. Bunu Cebrail (A.S.)'a sorduklarında o da «bilmiyorum, Rabbıma sorayım» deyip sorduğunda Allahü Teâlâ «mekânların en hayırlısı mescidlerdir, mescid ehlinin en hayırlısı önce girip sonra çıkanlardır, mescid ehlinin en şerlileri sonra girip önce çıkanlardır» buyurmuşlardır.

Hakaik'te zikredilmiştir ki: Bunda kendilerinden fetva sorulan zevata tenbih var ki bilmedikleri bir mesele kendilerine sorulduğunda tevakkuf edip yerine bakalım demekten çekinmeyenler. Çünkü bilmeden körü körüne helâlı haram, haramı helâl diyerek cevap vermek Allah'a iftira olacağından büyük günahtır. Kuhustâni'de de böyledir.

İmam Gazali İhya-u Ulum adlı eserinde zikretmiştir ki: Resûl-i Ekrem (S.A.V.) «Üzeyr Peygamber midir, değil midir? bilmiyorum, Tubba mel'un mudur, değil midir? bilmiyorum, Zülkarneyn peygamber midir, değil midir? bilmiyorum» buyurmuşlardır, Peygamberimiz (S.A.V.)'in bu mübarek sözleri Allahü Teâlâ'nın kendilerini bu esrara muttali ve vâkıf kılmadan önce olması gerekir. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.)'in Allahü Teâlâ kendilerini muttali kıldıktan sonra «Tubba mümindir» diye haber verdikleri nakledilmiştir. T.

«Yahut cumalar ilh...» Bir kimse «falan şahısla pek çok Cuma günleri konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemin on Cuma günü konuşmamaya yapılmış olur. Yemin eden kimse, bu yeminiyle on hafta konuşmamayı niyet ederse, bu niyeti sahih olur. Fakat bir kimse «Bir Cuma oruç tutacağım» diye yemin etse, gerek bir haftaya niyet etsin gerek niyet etmesin bir hafta oruç tutması lâzım gelir. Bahır.

«Bunların her bir sınıfından on ile takdir olunur ilh...» Bu, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göredir. İmameyn (Rh.A.)'e göre; bir kimse «falanca şahısla günlerce» veya «pek çok günler konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemini yedi gün konuşmamak üzere yapılmış olur, «Aylarca konuşmayacağım» diye yemin ederse, bu yemin oniki ay konuşmamak üzere yapılmış olur. «Senelerce» yahut «cumalarca» yahut «zamanlarca» yahut «vakitlerce» yahut «dehirlerce konuşmayacağım» diye yemin ederse, bu yemin ebedî konuşmamak üzereyapılmış olur.

«Çünkü yemin eden kimsenin bunlarla konuşmaması kendilerinin zâtında olan bir sebepten dolayıdır ilh.. » Yani yemin eden kimsenin bunları o şahsa nisbet ederek yemin etmesi, bunları tanıtmak içindir. Yoksa o şahısla ilgili oldukları için değildir. Buna göre; o şahsın zevcelerinin yahut ahbaplarının yahut kardeşlerinin kendilerinde nefret ettiren bir sebep bulunduğu için kendileriyle konuşmamak üzere yemin etmiştir. Bu yemin eden kimse, o şahsın bütün zevceleriyle yahut bütün ahbaplarıyla yahut bütün kardeşleriyle konuşmadıkça yemini bozulmaz.

Bir kimse «ben falan şahsın köleleriyle konuşmayacağım» yahut «onun elbiselerini giymeyeceğim» yahut «onun hânesine girmeyeceğim» yahut «onun hayvanlarına binmeyeceğim» diye yemin ettikten sonra, bu üzerine yemin edilen kimse, yapmayacağım diye yemin ettiği şeyleri işlese, yemini bozulmaz. Çünkü bu şeylerin o şahsa izâfeti, mülk izâfetidir. Yani yemin eden kimsenin yemini bunlar o şahsın mülkünde bulundukça geçerlidir. Yemini bunlar için yapmamıştır. Bunların sahibi için yapmıştır.

«Şârih der ki: «O şahsın bir kardeşi olsa» meselesi cemi sıygası zikredilip müfred mânâsı murad edilen dört meseledendir ilh...» Cemi (çokluk) sıygası, müfred (teklik) sıygası için ancak dört meselede kullanılır.

İkincisi; bir kimse «malımı evlâdıma vakfettim» dese, halbuki kendisinin bir çocuğu bulunsa, vakfın bütün geliratı o bir çocuğun olur. Fakat «beninime (oğullarıma) vakfettim» dese, hüküm böyle değildir.

Üçüncüsü; bir kimse «falan beldede ikâmet eden ekâaribime mallarımı vakfettim» dese, halbuki o beldede akrabalarından ancak bir şahıs bulunsa, bütün mallar o bir şahsa vakfedilmiş olur.

Dördüncüsü; bir kimse «ben şu buğdaydan üç ekmek yemem» diye yemin etse, halbuki o buğdaydan ancak bir ekmek çıksa, yemin bu bir ekmek üzerine yapılmış olur. Yani o bir ekmeği yerse, yemini bozulur. Keza; bir kimse «ben fakirlerle» yahut «yoksullarla» yahut «İnsanlarla» yahut «âdemoğullarıyla» yahut «şu cemaatle» yahut «Bağdad ehliyle konuşmayacağım» diye yemin edip, sonra bunlardan biriyle konuşsa, yemini bozulur.

 

TALÂK VE KÖLE ÂZÂD EDİLMESİNE DAİR YAPILAN YEMİN HÜKÜMLERİ BÂBI

 

METİN

Bu bâbın toplayıcı şer'i meselelerinde asıl ve kaide şudur: Ölü bir çocuk başkası hakkında çocuktur. Fakat kendi hakkında çocuk değildir. Yine asıl ve kaidenin tamamındandır ki: «Evvel» lâfzı ilk ferdin «âhir» lâfzı son ferdin, «vasat» lâfzı ikisinin arasında olan ferdin ismidir.

«Evvel», «âhir» ve «vasat» dan biriyle muttasıf olan bir şey, diğeriyle muttasıf olamaz. Çünkü bunların aralarında zıtlık vardır. Fiil böyle değildir, çünkü fiillerin aralarında zıtlık yoktur. Zira ikinci fiil birinci fiilin başkasıdır. Binaenaleyh bir kimse «kendisiyle en son evlenmiş olduğum zevcem boş olsun» dese iki defa evlendiği zevcesi boş olur. Çünkü zevce son evlenme akdini fiiline vasıf kıldığı için iki defa evlendiği zevcesinin akdi son akid olmuş olur.

Bir kimse «satın aldığım evvelki köle hür olsun» deyip sonra bir köle satın alsa bu köle âzâd olur. Çünkü yukarıda geçtiği üzere »evvel» kelimesi ilk ferdin ismi olup bu da bulunmuştur. Böyle yemin eden kimse iki köleyi birden beraber satın alıp bundan sonra bir köle daha satın alsa, asla yani beraber satın aldığı iki köle de sonra tek olarak satın aldığı köle de âzâd olmaz. Çünkü bu suretlerde önce ferd olarak satın alma bulunmamıştır. Eğer yemin eden kimse ifadesinde «tek» yahut «siyah» yahut «altınla» kelimelerini ziyade edip ve vasıf da bulunursa üçüncü yani tek olarak satın aldığı köle âzâd olur.

Bir kimse «vâhiden: Tek olarak satın aldığım evvelki köle âzâd olsun» deyip sonra iki köleyi birden beraber satın alsa daha sonra «vâhid: Tek» bir köle satın alsa ihtimal bulunduğu için üçüncü köle âzâd olmaz. Geçen suretteki «vâhid» ile buradaki «vâhid» arasındaki farka musannıf «ihtimal bulunduğu için» kavliyle işaret etmiştir. Çünkü buradaki «vâhid» kelimesinin köleden hal olup mefulun halini beyan etmesi ihtimali olduğu gibi efendiden hal olma ihtimali de vardır. Buna göre ifadede şek bulunduğu için üçüncü köle azâd olmaz.

Bahır'da « «vâhid» lâfzının köleye sıfat olarak esre olması câiz görülmüştür. Bu takdirde «vahdehu» gibi olur» diye zikredilmiştir.

Nehir'de « «vahid» kelimesinin hazfedilmiş mübtedanın haberi olarak ötre okunması caiz görülmüştür. Bu da vahid gibidir. Yani üstün halindeki ihtimaller bundada geçerlidir» diye zikredilmiştir.

Bir kimse «en evvel mâlik olduğum köle hür olsun» deyip sonra bir köle ile başka bir kölenin yarısına mâlik olsa tamamına mâlik olduğu köle azâd olur. Elbiseler de böyledir. Fakat ölçekle ve tartı ile satılan şeyler böyle değildir. Zeylaî.

Bir kimse «âhir: Sonraki mölik olduğum köle hür olsun» deyip bir köleye mâlik olduktan sonra ölse, o köle âzâd olmaz. Bir kölenin âhir olması için kendisinden evvel bir kölenin bulunması lâzımdır. Aksi yani «en evvel mâlik,olduğum köle hür olsun» ifadesi böyledeğildir. Çünkü «evvel» lâfzının mânâsı kendi üzerine başkasının geçmemesidir. Bu ise kendisine başka şey katılmaksızın bulunur. «Ahir: Sonraki» lâfzı «bad:

Sonra» lâfzı gibidir. «Bad: Sonra» için «kabl: önce» lâzımdır. «Kabl» böyle değildir. Yani kendisinden sonra bir şeyin bulunması lâzım değildir.

Bir kimse «âhir mâlik olduğum köle hür olsun» deyip bir köle satın aldıktan sonra bir köle daha satın olsa ve sonra ölse, ikinci köle âhir köle olduğu için satın alındığı vakitten itibaren âzâd olur. Eğer ikinci köleyi sıhhati yerinde iken satın almışsa, malının hepsinden itibar edilir. Hasta iken satın almışsa, malının üçte birinden itibar edilir.

«Köle satın alındığı vakitten itibaren âzâd olur.» kaidesine göre; bain talâkı âhire tâlik edip «evlendiğim ahir: Sonraki zevcem üç talâk boş olsun» diyen kimsenin talâkı İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; talâkı fâr (bir kimsenin ölüm hastalığında zevcesini mirastan mahrum etmek için boşaması) olmaz. İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; yemin eden kimse ikinci köleyi gerek sıhhati yerinde iken gerek hasta iken satın alsın, köle malının üçte birinden âzâd olur. «En son evlendiğim zevcem boş olsun» diyen kimsenin talâkı da talâkı fâr olur.

İZAH

«Ölü bir çocuk ilh...» Şârih'in «ölü çocuk» diye kayıtlaması, düşen yavrunun âzâlarının belli olmasının şart olduğuna işaret içindir.

Fetih'te zikredilmiştir ki: Düşen yavrunun âzâları belli olmazsa, çocuk sayılmaz.

«Başkası hakkında çocuktur ilh...» Yani böyle bir çocuğu doğuran kadın iddet bekliyorsa, bu çocukla iddeti bitmiş olur. Bu çocuktan sonra gelen kan lohusalık kanıdır. Bu çocukla annesi ümm-i veled olur. «Çocuk doğurursan boş ol» diyen kimsenin zevcesi böyle bir çocuk doğurursa, boş olur. T.

«Fakat kendi hakkında çocuk değildir ilh...» Yani böyle ölü doğan çocuğa isim konmaz, yıkanmaz, üzerine namaz kılınmaz, mirasa, vasiyete hak sahibi olmaz, âzâd olmaz. Yani bir kimse cariyesine çocuk doğurursan şöyle olsun» deyip ölü çocuk doğursa, yemini bozulur. Fakat «çocuk doğurursan, o çocuk hür olsun» deyip cariyesi ölü çocuk doğursa, doğan çocuk hür olmaz. T.

« «Evvel» lâfzı ilk ferdin ismidir ilh...» Yani «evvel» lâfzında muteber olan kendi üzerine başka bir şeyin geçmemesidir.

« «Vasat» lâfzı ikisinin arasında olan ferdin ismidir ilh...» Yani üçten ikinci, beşten üçüncü gibi. T.

« «Evvel», «âhir» ve «vasat» dan biriyle muttasıf olan bir şey diğeriyle muttasıf olamaz ilh...» Meselâ: Bir kimse «evleneceğim âhir: Sonraki zevcem boş olsun» deyip bir kadınla evlense, sonra bir kadınla daha evlendikten sonra evvelkini boşasa daha sonra yine onunla tekrarevlenip ölse, bir defa evlendiği zevcesi boş olur. İki defa evlendiği birinci zevcesi evvelki zevcesi olarak muttasıf olup âhir zevcesi olmakla muttasıf olmaz. Çünkü aralarında zıtlık vardır. Nitekim bir kimse «döveceğim âhir: Sonraki kölem hür olsun» deyip birini dövse, sonra birini daha dövse daha sonra evvelki dövdüğünü tekrar dövüp ölse, bir defa dövdüğü kölesi âzâd olur. Bahır.

«Fiillerin aralarında zıtlık yoktur ilh...» Bunun beyanı: Fiilin evveliyetle muttasıf olması ahiriyetle mevsuf olmasına mani değildir. Çünkü ikinci fiil birinci fiilden başkadır. Yani biriyle muttasıf olan diğeriyle mevsuf olandan başkadır.

«Üçüncü yani tek olarak satın aldığı köle âzâd olur ilh...» Yani: Bu üçüncü köleden önce iki köleyi birden beraber satın olması, üçüncü kölenin satın alınan evvelki köle olmasına zarar vermez. Kezâ: Bir kimse «satın aldığım evvelki siyah köle» veya «altınla satın aldığım köle âzâd olsun» deyip sonra beyaz köleler veya dirhemle köleler satın alsa, daha sonra siyah bir köle veya altınla bir köle satın alsa, âzâd olur. Bahır'da da böyle zikredilmiştir.

«Bir köle ile başka bir kölenin yarısına mâlik olsa ilh...» Yani: Bir köle ile başka bir kölenin yarısına beraber mâlik olsa. Nitekim Fetih'te de böyledir.

«Tamamına mâlik olduğu köle âzâd olur ilh...» Çünkü kölenin yansı köle olmadığından öbür mâlik olduğu köleye isimde ortak olamayacağı için, tamamına mâlik olduğu köleyi evvelki köle olmaktan çıkaramaz. Nitekim evvelki köleyle beraber elbise satın alsa, bu satın alınan elbise o köleyi evvelki köle olmaktan çıkartamaz. Zeylai.

«Elbiseler de böyledir ilh...» Meselâ: Bir kimse «mâlik olduğum evvelki elbise hedy olsun» deyip de beraber bir tam elbise ile bir de yarım elbiseye mâlik olsa, hedy olur.

«Fakat ölçekle ve tartıyla satılan şeyler böyle değildir ilh...» Meselâ: Bir kimse «mâlik olduğum evvelki kür (kırk kafız) sadaka olsun» deyip de birden bir buçuk kürre mâlik olsa, kendisine hiç bir şey tasadduk etmek lâzım gelmez. Çünkü bir kür üzerine ziyade olan yarım kür, bir kürrü evvelki kür olmaktan çıkartır.

Kür; kırk kafizin ismidir. Kafiz ise eskiden kullanılmış, miktarı yer yer değişen bir ölçektir. Bu kimse, altmış kafize birden mâlik olmuştur. Bunun benzeri: Bir kimse. «mâlik olduğum evvelki kırk köle hürdürler» deyip sonra birden altmış köleye mâlik olsa hiç birisi âzâd olmaz. Bundan malum olur ki; yarım kürre başka bir yarım kür katıldığında tam bir kür olur. Ama bir kölenin yarısı, başka bir kölenin yarısına katılamaz.

«Bir köleye mâlik olduktan sonra ölse, o köle âzâd olmaz ilh...» Kezâ: Bir köleye mâlik olduktan sonra ölmese, yine o köle âzâd olmaz. Çünkü yemin edenin yaşadığı müddetçe başka köleye mâlik olma ihtimali vardır.

««Kabl» böyle değildir ilh...» Meselâ: «Zeyd kabl: Önce geldi» denildiğinde Zeyd'den sonrabaşka bir kimsenin gelmesi gerekmez. Çünkü bu ifadenin mânâsı «Zeyd'den önce hiç bir kimse gelmedi» demekitir.

«Ölse ilh...» Yani «mâlik olduğum sonraki köle âzâd olsun» diyen kimse, bir köle satın aldıktan sonra bir köle daha satın alıp kendisi ölse, ikinci satın aldığı köle, satın aldığı andan itibaren âzâd olmuş olur. Musânnıf «yemin eden kimse ikinci köleyi satın aldıktan sonra ölse» diye kayıtladı. Çünkü ikinci köle ancak efendisinin ölmesiyle ikincilik kazandı. Eğer yaşasaydı, yemin eden başka bir köle alır. Bu almış olduğu köle sonraki köle olmuş olurdu. Bahır.

«Köle satın alındığı vakitten itibaren âzâd olur ilh...» Bu İmam-ı Azâm (Rh.A)'a göredir. İmameyn (Rh.Aleyhima)'e göre; ölürken âzâd olur. Buna göre; köleyi gerek sıhhatte iken gerek hasta iken satın alsın malının üçte birinden âzâd olur. Çünkü bu ikinci kölenin sonraki köle olması ancak kendisinden sonra köle satın alınmamakla gerçekleşir. Böylece efendinin ölmesiyle başka köle satın alamayacağı anlaşılmış olur. İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın delili efendinin ölümü ikinci kölenin son köle olduğunu bildiricidir. İkinci kölenin sonraki köle olmakla muttasıf olması satın alındığı vakitten itibaren olup âzâd olması da satın alındığı vakitten itibaren sabit olur. Bahır.

«Bain talâk-ı âhire tâlik edip İlh...» Yani; Bir kimse «en son evlendiğim zevcem boş olsun» deyip de evlendikten sonra ölse, İmam-ı Azam (Rh. A.)'a göre; bu kadının talâkı talâk-ı fâr olmaz ve bu kadın evlendiği vakitten itibaren boş olmuş olur. Eğer yemin eden kimse zevcesine cinsi yakınlıkta bulunursa, şüphe sebebiyle ona cinsi yakınlıkta bulunduğu için mehrin tamamı, cinsi yakınlıkta bulunmamışsa, mehrin yarısı lâzım gelir. Kadın iddetini matem tutmadan hayızla bekler. Zevcînden miras alamaz. İmameyn (Rh.A.)'e göre; bu kadın zevci Ölürken boş olur ve talâkı da talâk-ı fâr olduğu için zevcinden miras alır. Kendisine bir mehir lâzım gelir. Talâk iddeti ile ölüm iddetinden hangisi daha uzun olursa, iddetini onunla bekler. Aynı zamanda matem de tutar. Bahır.

METİN

Musannıf «evvel» lâfzı ile «âhir» lâfzını izah edip «vasat» lâfzını izah etmediği için şârih onu beyan etmiştir: Bedayı'da zikredildiğine göre «vasat» lafzı ancak tek olan sayılarda olur. Buna göre üçün ikincisi vasattır. Kezâ: Beşin üçüncüsü yine böyledir. Hâkezâ yedinin dördüncüsü dokuzun beşincisi onbirin altıncısı gibi.

Bir kimse, zevcesine «çocuk doğurursan boşsun» veya cariyesine «çocuk doğurursan hürsün» deyip zevcesi veya cariyesi uzuvları belli olan çocuk düşürse, yemini bozulur. Yani zevcesi boş, cariyesi âzâd olur. Eğer düşen çocuğun uzuvları belli olmazsa, zevcesi boş, cariyesi âzâd olmaz. Fakat bir kimse, cariyesine «çocuk doğurursan o çocuk hür olsun»deyip cariye evvela ölü bir çocuk, sonra diri bir çocuk doğursa, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; yalnız diri olarak doğan çocuk âzâd olur. Çünkü kölelik ölümle bâtıl olur. Ama çocuk veya doğurmak ölmekle bâtıl olmaz.

Beşâret: Örfte kendisine müjde verilen kimsenin bilgisi ve haberi olmadığı gerçeğe uygun, sevinç ve ferah verecek haberin ismidir. Buna göre beşâretin tarifinden üzüntü ve keder verecek zararlı haber çıkmıştır. Binaenaleyh zararlı haber örfte beşâret değildir. Belki lûgatta zararlı habere de beşâret denilir. Hatta Allahü Teâlâ'nın:

«İşte bunlara pek acıklı bir azabı müjdele!» (Et-Tevbe Sûresi; âyet: 34) kavl-i kerimi bu kabildendir. Yalan olarak bildirilen sevinç ve ferah verecek haber de her ne kadar ilk anda yüzde sevinç ve ferah eseri görülürse de hilafı zuhur edince derhal zail olacağı için ona itibar edilmemekle «gerçeğe uygun» olmak kaydıyla beşâretin tarifinden çıkartılmıştır. Kendisine müjde verilen kimsenin o sevinç ve ferah verecek habere önceden bilgisi ve haberi olmaması lâzım olduğu için, peşi peşine bir kaç şahıs bir kimseye sevinç ve ferah verecek bir haberi müjdeleseler «müjde» en evvel müjde edenin olur da diğerlerininki müjde olmayıp haber olur. Buna göre bir kimse «her hangi bir köle falan hususu bana müjdelerse o hür olsun» deyip sonra kendisine peşi peşine üç köle o hususu müjdelese, yalnız önce müjdeleyen köle âzâd olur. Çünkü müjde ancak öncekininki olur. diğerlerininki olmaz.

«Falan hususu bana müjdeleyen hür olsun» diyen kimse söz ile müjde verilmeye niyet etmedikçe müjde mektup veya elçi göndermekle de olur. Eğer o kimse kendisine bu hususun söz ile müjde verilmesine niyet ederse müjde de «hadîs: Söz» gibi olup, söz ile anlatılması şart kılınır. O efendinin kölelerinden birisi diğer köleyi gönderse, gönderilen köle gönderildiğini anlatıp meselâ: «Filan köle beni sana gönderip filan zat sana gelmiştir der» dese gönderen köle âzâd olur. Eğer gönderilen köle kendisinin başka bir köle tarafından gönderildiğini söylemeyip doğrudan doğruya «filan zat sana gelmiştir» derse, kendisi âzâd olur. Bir kaç köle beraberce birden müjdeleseler, hepsi âzâd olur. Çünkü müjdeyi hepsi birlikte vermişlerdir. Nitekim Allah-ü Teâlâ:

«Ve onu çok bilgin bir oğulla müjdelediler.» (Ez-zâriyat Sûresi; âyet: 28) âyet-i kerimesinde İbrahim (A.S.)'a bilgin bir oğulu haber veren meleklerin hepsine müjdeyi isnâd buyurmuşlardır.

«Beşâret» kelimesinin «bâ» harfi ile kullanılıp kullanılmaması arasında fark yoktur. Ama «haber» lâfzı bunun gibi olmayıp «bâ» harfiyle kullanılırsa, doğru habere mahsus olur. Nitekim bundan önceki bâbda geçmiştir. Bu hususta «mektup» da «haber» gibidir. «ilâm: Bildirme» lâfzı da «beşâret» gibi olup onda da her ne kadar «bâ» harfi kullanılmasa bile verilen haberin doğru olması lâzımdır. Çünkü ilâm ilmi (bilgiyi) isbattır. Yalan ise gerçeğeuygun olmadığı için bilgiyi isbat etmeyi ifade etmez. Bedayı.

İZAH

«Vasat ilh...» Bir kimse «mâlik olduğum vasat köle hür olsun» deyip ayrı ayrı üç köle satın aldıktan sonra ölse, İmameyn'e göre; öldüğü andan itibaren ikinci köle âzâd olur. İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre;

satın aldığı andan itibaren üçüncü köle âzâd olur. Çünkü üçüncü köle satın alınırken bizzat vasat ismini kazanmıştır. Bunu da dördüncü köleyi almadan efendinin ölmesiyle bildik. Ama üçüncü köle satın alınmadan önce ikinci köle ne bize göre ne de nefs-ül emir'de vasat ismini kazanmıştır. Buna göre ikinci köle satın alındığı vakitten itibaren âzâd olmaz. Fakat bir kimse «mâlik olduğum en sonraki köle hür olsun» deyip ayrı ayrı iki köle satın aldıktan sonra ölse İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; ikinci köle satın alındığı vakitten itibaren âzâd olur. Çünkü ikinci köle bizzat satın alınmakla en sonraki köle ismini kazanmıştır. Bunu da başka bir köle satın almadan efendisinin ölmesiyle bildik. Bana zâhir olan budur. Teemmül et! H.

Ben derim ki; Bu yeni bir bahistir, kâideler bunu te'yid eder.

Telhis'de ve Fârisî'nin Telhîs şerhinde zikredilmiştir ki: Bir kimse «mâlik olduğum her köle hür olsun, ancak ortadaki köle müstesna» deyip de bir köleye mâlik olsa, bir kölenin ortada olması mümkün olmadığı için derhal âzâd olur. Bundan sonra ikinci bir köleye daha sonra üçüncü bir köleye mâlik olsa bunlardan hiç birisi âzâd olmaz. Çünkü üçüncü köleyi satın almakla ikinci kölenin ortadaki köle olma ihtimali, beşinci köleyi satın almakla üçüncü kölenin ortadaki köle olma ihtimali vardır. Dördüncü köleye mâlik olmakla ikinci köle ortadaki köle olmaktan çıkar ve ikinci köle âzâd olur. Bu böylece devam edip gider. Ölen efendinin iki, dört veya altı gibi çift sayılı köleleri kalırsa böyle çift sayılarda ortada kalan köle bulunmayacağı için hiçbirisi âzâd olmaz. Ölen efendinin üç, beş veya yedi gibi tek sayılı köleleri kalırsa böyle tek sayılarda ortada kalan köleden başkaları âzâd olur.

«(İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; yalnız diri olarak doğan çocuk âzâd olur ilh...»

İmameyn'e göre; hiç biri âzâd olmaz. Çünkü ölü çocuğun doğmasıyla şart gerçekleştiği için âzâd bulunmadan yemin çözülür. Zira ölü çocuk âzâd olmaya mahal değildir. İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın delili mutlak surette çocuk ismi diri olma vasfıyla kayıtlanır. Çünkü efendi cariyesinden doğacak çocuğa hürriyeti isbat etmeyi kasdetmiştir. Yine bu ihtilaf üzeredir ki: Bir kimse cariyesine «evvel doğurduğun çocuk hür olsun» deyip cariyesi önce ölü bir çocuk doğurup sonra diri bir çocuk doğursa, İmam-ı Azam'a göre; diri olan çocuk âzâd olur. İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; olmaz. Bahır.

«Çünkü kölelik ölümle bâtıl olur ilh...» Yani: Bir kimse «yanıma evvel giren köle hür olsun» deyip sonra yanına ölü bir köle getirilse daha sonra diri bir köle girse, sahih olan kavle göre; ittifakla diri köle âzâd olur. Burada İmameyn (Rh. Aleyhima)'ın mazereti şöyledir: "ölümden sonra kölelik bâkî kalmaz. Çünkü ölümle kölelik bâtıl olur. Fakat «evvel doğurduğun çocuk hür olsun» veya «çocuk doğurursan o çocuk hür olsun» ifadelerindeki «çocuk» ölümden sonra da yine çocuktur."

«Belki lügatte zararlı habere de beşâret denilir ilh...»

Nehir sahibi «beşâret lügatte sevinç ve ferah verecek habere mahsus olmayıp hatta üzüntü ve keder verecek habere de denilir. Allah-ü Teâlâ'nın:

«İşte bunlara pek acıklı bir azâbı müjdele!» Et-tevbe Sûresi; âyet: 34 kavli kerimi bu kabildendir. «Beşâret» kelimesinin üzüntü ve keder de kullanılması mecazdır» diye iddia edilmesi beşâretin alınmış olduğu maddesi sebebi ile defedilmiştir. Şek ve şüphe yok ki; kötü haberle de insanın yüzü değişir» demiştir.

Ben derim ki: Nehir sahibinin «beşâret kelimesinin insanın yüzünü değiştiren haberde kullanılması hakikattir» demesiyle ehl-i beyan (edebiyatçılar)'ın «âyet-i kerimede isti'âre-i tehekkümiyye (alay, eğlenme) vardır» demeleri arasında zıtlık yoktur. Çünkü Nehir sahibi «beşâret» kelimesinin lügatteki asıl mânâsını, nazarı itibara almıştır. Ehli beyan ise «beşâret» kelimesinin lügatteki örf mânâsını nazarı itibara almıştır. Zira bir lâfzın lügatteki asılda bir mânâya, lügatteki örfte başka bir mânâya geldiği pek çoktur. Meselâ: «Dâbbe» kelimesinin lügatteki asıl mânâsı «yer üzerinde debelenen varlık» demektir. lügatteki örf mânâsı ise dört ayaklı hayvana mahsustur. Kezâ: Lâfız kelimesinin lügatteki asıl manâsı, atmaktır. Lügatteki örf mânâsı ise, ağızdan çıkan sözdür. Risaletü'l-Vaz'iyye'de böyle zikredilmiştir. H.

«Müjde en evvel müjde edenin olur da diğerlerininki müjde olmayıp haber olur ilh...» «Sevinç ve ferah verecek bir haberi bir kimseye bir kaç şahıs arka arkaya bildirseler önce bildiren şahsın haberi «beşâret: Müjde» olup diğerlerininki olmaz» hususundaki asıl delil Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'den rivayet edilen hadis-i şeriftir: Peygamberimiz (S.A.V.) İbn-i Mesud (R.A.) Kur'ân-ı Kerîm'i tilavet ederken yanına teşrif ettiler de «her kim Kur'ân-ı Kerim'i Allahü Teâlâ tarafından inzal olunduğu vecih üzere terütâze olarak tilavete muhabbet ve şevk ederse, İbn-i Mesud (R.A.)'un kıraatı üzere tilavet etsin» buyurdular. Peygamberimiz (S.A.V.)in bu müjdesini bildirmek üzere Ebubekir-i Sıddık (R.A.) ile Ömerü'l-Faruk (R.A.) İbn-i Mesud (R.A.)'a koştuklarında Ebubekir (R.A.) Hz. Ömer (R.A.)'i geçip önce İbn-i Mesud (R.A.)'a Resul-i Ekrem (S.A.V.)in kıraat ve tilavetini beğendiklerini bildirdi. Sonra da Ömerü'l-Faruk (R.A.) bildirdi. Bunun üzerine İbn-i Mesud (R.A.) «Ebubekir (R.A.) Resûl-i Ekrem (S.A.V.)'in müjdesini bana bildirdi. Ömerü'l-Faruk (R.A.) ise bana haber verdi» demiştir.

«Hepsi âzâd olur ilh...» Yani: Bir kimse «kölelerinden her kim falanca hususu bana bildirirse, âzâd olsun» deyip sonra kölelerinin hepsi beraberce o şeyi efendilerine bildirseler hepsiâzâd olur. Eğer efendileri «ben kölelerimden birinin âzâd olmasını kasdettim» dese kazaen tasdik olunmaz. Fakat diyaneten tasdik olunur da kölelerinden birisini âzâd eder, diğerleri âzâd olmaz, Hindiyye.

«Yalan ise gerçeği uygun olmadığı için bilgiyi isbat etmeyi ifade etmez ilh...» Çünkü ilim gerçeğe uygun kesin bilgidir. Yalan ise gerçeğe uygun olmayan bilgidir.

METİN

Bir fıkıh kaidesidir ki: Yeminden yahut zıhardan yahut oruçtan yahut katilden keffârete niyet, satın alma gibi âzâdın ihtiyarî illetine yakın olup âzâd edilecek köle, kölelikten tam olursa, keffâretten dolayı sahih olur. Ama miras her ne kadar mülkün sebeblerinden ise de ihtiyarî olmayıp cebrîdir. Eğer niyet âzâdın illetiyle beraber olmayıp yahut beraber olup da ümmi veled gibi köleliği tam olmazsa, keffâretten dolayı sahih olmaz.

Bundan sonra musannıf bu kaide üzere kendi kavliyle mesele tefri edip der ki: Bir kimsenin keffâret namına babasını hatta her bir zirahmi mahremini satın alması, sahihtir. Çünkü keffâret için niyet âzâdın illeti olan satın almayla beraberdir. Fakat âzâdına yemin ettiği köleyi keffâreti için satın alması sahih değildir. Bunda âzâdın illeti, satın olma üzere mukaddem olan yemin olduğu için keffâretin niyeti ona yakın olmamıştır. Bir kimsenin keffâreti için azâdını satın almasına bağladığı ve nikâhla çocuk taleb ettiği cariyeyi keffâretinden dolayı satın alması da sahih değildir. Çünkü bu cariyenin köleliği noksandır. Fakat bir kimse, bir cariyeye «seni satın alırsam, yemin keffâretimden dolayı hürsün» deyip de onu satın alsa, illete niyet yakın olduğundan keffâret için kifayet eder. Nitekim bir kimseye, zirahmi mahremi hibe veya vasiyet edilip kabul ederken keffârete niyet ettiğinde keffâreti için kifayet ettiği gibi. Fakat yukarda geçtiği üzere irs böyle değildir. Zeylaî.

Bir kimsenin «ben odalık cariye edinirsem o âzâd olsun» sözüyle, yemini vaktinde mülkündeki odalık cariyesi âzâd olur. Çünkü yemini mülke tesadüf etmiştir. Fakat böyle yemin eden kimse bu yemininden sonra cariye satın alıp onu odalık edinse, âzâd olmaz. Odalık cariye, ancak bir oda hazırlamak, ona cinsi yakınlıkta bulunmakla sabit olur.

İmam Ebu Yusuf (R.A.)'a göre; ona cinsi yakınlıkta bulunduğunda menisini dışarı akıtmaması da şarttır. Bir kimse, zevcesine «ben odalık edinirsem sen boş ol» veya «kölem hür olsun» deyip tâlik zamanında mülkünde bulunan veya sonradan satın aldığı cariyeyi odalık edinirse, zevcesi boş veya kölesi âzâd olur.

Musannıf bu suretle « «ben bir cariyeyi odalık edinirsem o hürdür» deyip sonradan satın aldığı cariyeyi odalık edinirse, cariye âzâd olmaz» meselesi arasındaki farkı kendi kavliyle şöyle ifade etmiştir: Bu meselede hiç bir mani olmaksızın şart bulunmuştur. Çünkü nikâhlısının talâkını hangi şarta olursa. otsun tâlik etmesi sahihtir.

İZAH

«Niyet ilh...» Yani keffâretten dolayı âzâda niyet etmektir. Azâdın satın alınmaya tâlik edilmesi yemin olduğu için fukaha bu kaideyi burada zikretmişlerdir. Böyle olmasa, bu kaidenin zıhar veya yemin keffâretinde zikredilmesi münasip olurdu.

«Satın alma gibi ilh...» Yani bir kimse zirahmi mahremini satın alırken keffâreti için niyet etse, biz Hanefilerce keffâretinden dolayı kifayet eder.

İmam Züfer (Rh.A.) ile diğer üç mezheb imamına göre; kifâyet etmez. Zira onlara göre; âzâd olmanın illeti akraba olmasıdır, satın alma değildir. Önce İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın kavli de böyleydi.

Biz Hanefilerin delili zirahmi mahrem akrabayı satın almak âzâddır. Çünkü Buhari'den başka Kütüb-i Sitte'nin diğer kitaplarında rivayet edilmiştir ki; Peygamberimiz (S.A.V.):

«Çocuk babasının hakkını elbette ödeyemez. Ancak onu köle bularak satın alır da azâd ederse o başka» buyurmuşlardır. Bunun tamamı Fetih'tedir.

«Cebridir ilh...» Yani mirasta istemeksizin mülk sabit olduğundan burada niyet düşünülemez. Buna göre; niyet edilse bile miras kalan zirahmi mahrem keffâretten dolayı âzâd olmaz. Çünkü buradaki niyet âzâddan sonra bulunur. Fakat bir kimseye zirahmi mahremi hibe veya vasiyet edilip de onu kabul ederken keffâreti için niyet ederse, keffâretine kifâyet eder.

«Fakat âzâdına yemin ettiği köleyi keffâreti için satın alması sahih değildir ilh...» Meselâ: Bir kimse, başkasının kölesine «ben seni satın alırsam, sen hür ol» deyip sonra onu keffâretinden dolayı âzâdına niyet ederek satın alsa, keffâreti için kifayet etmez. Çünkü bu kölenin âzâd olmasının illeti «ben seni satın alırsam, sen hür ol» ifadesindeki «sen hür ol» cümlesidir. Satın alması ise âzâd olmasının şartıdır. Şart bulununca her ne kadar âzâd olursa da, bu âzâd niyeti sebebi ile değil daha önce âzâdını satın almaya bağladığı içindir. Halbuki niyetin sonra bulunması değil önce bulunması lâzımdır. Hatta yemin ederken keffâreti için olmasına niyet etse, satın aldığında keffâreti için kifayet eder. Tamamı Fetih'tedir.

«Nikâhla çocuk taleb ettiği cariyeyi ilh...» Yani bir kimse, çocuk taleb etmek için başka bir şahsın cariyesini nikâhla alıp sonra o zevcesi olan cariyeye «ben seni satın alırsam, sen benim yemin keffâretimden dolayı âzâd ol» dese, daha sonra onu satın alsa, keffâreti için kifayet etmez.

«Çünkü bu cariyenin köleliği noksandır ilh...» Yanı bu cariye ümm-i veled olmakla âzâda hak kazanmıştır. Hatta bir bakıma âzâd edilmiş sayılır. Bundan dolayı keffâret için âzâd edilmesi caiz değildir.

«Odalık cariye ancak bir oda hazırlamak, ona cinsi yakınlıkta bulunmakla sabit olur ilh...» Yani bir cariyenin odalık olabilmesi için ona müstakil bir oda hazırlayıp oradan dışarı çıkmasını menetmek ve kendisine cinsi yakınlıkta bulunmak lâzımdır. Hatta bir kimse, cariyesine cinsi yakınlıkta bulunup onun için bir oda hazırlamasa, her ne kadar cariye ondan hamile kalsa bile odalık olmaz. Fetih.

METİN

Bir kimse «benim her memlüküm: Kölem hürdür» dese, o kimsenin köleleri, müdebberleri, ümm-i veledleri âzâd olurlar. Çünkü bunlar o kimsenin hem eli itibariyle hem de şahısları itibariyle mülkü olduklarından «memlûk» lâfzı hepsine şâmildir. Eğer yemin eden kimse «ben bu sözümle erkek olan kölelerimi niyet ettim, cariyeleri niyet etmedim» dese, bu niyeti diyaneten tasdik olunur. Fakat «benim her memlüküm hürdür» ifadesinde mükâtebleri, bir kısmı âzâd edilmiş köleleri dahil olmaz. Çünkü bunlara el itibariyle mâlik değildir. Ancak mükâteb olan kölelerine de niyet ederse onlar da âzâd olur.

Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «benim için olan her bir rıkk: Köle hürdür» dese. lâyık olan mükâtebin âzâd olması. ümmi veledin âzâd olmamasıdır. Ancak onun da âzâdına niyet ederse, o da âzâd olur.

Üç zevcesi olan kimse, iki zevcesi arasında terdîd ile «şu» yahut «şu boştur» üçüncü zevcesi hakkında terdîdsiz «şu boştur» dese, üçüncü zevcesi boş olur. İki evvelkilerden birini seçmede zevc muhayyerdir. Azâd ile ikrar da talâk gibidir. Çünkü «ev» zikrolunan iki şeyden birisi içindir. İki evvelkilerin aralarına idhal olunan «ev» talâkın onların birisi için olup üçüncü de onlardan talâk kendinin üzerine vuku bulan üzere atıf olunmakla sanki zevc iki evvelkine «sizden biriniz boştur ve şu üçüncü de boştur» demiş olur. Üçüncü «hazihi» kelimesini ikinci üzere atıf sahih değildir. Çünkü buna göre, tesniyeden müfred ile haber vermek lâzım gelir. Bu da ikinci ile üçüncü için haber zikredilmediğine göre olur. Bu farz olunan surette ikinci ile üçüncüde haber zikredip «şu boştur» yahut «şu» ve «şu boşturlar» dese, yahut «şu hürdür» veya «şu» ve «şu hürdürler» dese, hiç biri âzâd ve boş olmaz. Belki birinci icabı İhtiyar ederse, yalnız evvelki köle âzâd ve yalnız evvelki zevcesi boş olur. Eğer bu İfadeyi söyleyen kimse, ikinci icabı ihtiyar ederse, iki sonraki köle âzâd ve iki sonraki zevceleri boş olur.

Bir kimse «falan şahısla sakin olmam» diye yemin ettikten sonra sefere gidip o şahıs yemin eden kimsenin ehliyle bir yerde sakin olsa, İmam-ı Azam'a göre; yemini bozulur. İmam Ebu Yusuf'a göre; yemini bozulmaz. Fetva İmam Ebu Yusuf'un kavliyle verilir.

Bir kimse, kendi kölesine «bu gece sen gelip de hatta seni ben dövmezsem sen hürsün» deyip sonra köle gelip efendisi onu dövmezse İmam Ebu Yusuf'a göre; yemini bozulur. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; yemini bozulmaz. Fetva İmam Muhammed (Rh.A.)'in kavline göre verilir. İmameyn (Rh.Aleyhima) sükuttan sonra olan şartın akdedilmiş yemine mülhak olmasında ihtilaf etmişlerdir. İmam Ebu Yusuf (Rh.A.) bu mülhakı sahih görmüş, İmam Muhammed (Rh.A.) iptal etmiştir. İmam Muhammed (Rh.A.)'in kavliyle fetva verilir. Meselâ: Bir kimse komşusuna «benim zevcem dün senin yanında imiş dediğinde o da «dün senin zevcen benim yanımda idiyse zevcem boş olsun» deyip biraz sükut ettikten sonra ve «senin zevcenden başkası var ise de» dese bundan sonra onun yanında başka bir kadın olduğu ortaya çıksa, bu yemini müftabih olan kavle göre bozulmaz. Hâniyye.

İZAH

«Bir kimse «benim her memlûküm: Kölem hürdür» dese ilh...» Bu ifadeden bâbın sonuna kadar zikredilecek meselelerin hepsi kendilerinde tâlîk bulunmadığı için yeminden değildirler. Buna göre evlâ olan âzâd ve talâk bâblarında zikir olunmalıydı. Fakat «şunu yaparsan şöyle olsun» gibi bir şart takdiriyle yeminde dahil olmaları da mümkündür.

«Bu niyeti diyaneten tasdik olunur ilh...» Yani kazaen tasdik olunmaz. Çünkü yemin eden kimse umum olan lâfızla has olan lâfızı murad etmiştir. Eğer yemin eden «yalnız siyah olan kölelerime niyet ettim, diğerlerine niyet etmedim» dese, ne diyaneten ne de kazaen tasdik edilir. Çünkü lâfızda olmayan bir vasfı tahsise niyet etmiştir, halbuki umum ancak söylenen lâfızlarda olur. Bu yüzden niyetiyle amel edilmez. Fakat yalnız erkek olan kölelerine niyet ederse, diyaneten tasdik edilir. Zira «benim için olan her bir memlûk» lâfzının erkek kölelerde kullanılması hakikattir. Çünkü cariyeler için «memlüke» denilir. Fakat «memluk» kelimesi üzerine «kül: Her» gibi umum ifade eden kelime getirildiğinde hakikat olarak cariyelere de şâmil olur. Bundan dolayı böyle ifadelerle yalnız erkek kölelere niyet etmek zahire muhalif olarak sahihtir. Binaenaleyh kazaen tasdik edilmez, böyle ifadelerle yalnız cariyelerin âzâdına niyet etse, asla tasdik edilmez. Fetih.

«Çünkü bunlar o kimsenin hem eli itibariyle hem de şahıslar itibariyle mülkü olduklarından ilh...» Yani; Kölelerin, müdebberlerin, ümmi veledlerin hem kendileri hem de kazançları efendilerinin mülküdür.

«Çünkü bunlara el itibariyle mâlik değildir ilh...» Yani: Efendi mükâtebin kazancına mâlik olamaz. Buna göre mükâtebin köleliği noksan olduğu için mutlak olan «memlûk» lâfzında dahil olmaz. Kezâ: Bir kısmı âzâd edilmiş ve ortak olan köle de «memlûk» lâfzına dahil olmaz.

«Üç zevcesi olan kimse, iki zevcesi arasında terdîd ile «şu» yahut «şu boştur» ilh...» Bu bâb'a münasib olan şu misal zikredilmeliydi: Bir kimse «ben Zeyd'le yahut Amr ve Bekir'le konuşmayacağım» diye yemin etse, Zeyd'le yahut Amr ve Bekir'le konuşursa, yeminibozulur. Çünkü «ev» iki şeyden birisi içindir. Yemin eden kimse yalnız Amr yahut yalnız Bekir'le konuşsa, diğeriyle konuşmadıkça yemini bozulmaz, aksine yani «ben Zeyd ve Amr'le yahut Bekir'le konuşmayacağım» diye yemin etse, bu takdirde Bekir'le konuşursa yahut Zeyd ve Amr'Ie konuşursa, yemini bozulur. Çünkü «vav» cem: Birleştirmek içindir, «ev» kelimesi ise «vela» mânâsınadır. Zira «ev» kelimesi nefyide nekreye şâmil olduğu için umum ifade eder. Nitekim Allah-ü Teâlâ'nın:

«Onlardan (kâfirlerden) hiç bir günahkâra ve hiç bir nanköre boyun eğme» (El-İnsan Sûresi; âyet: 24) Kavl-i keriminde vaki olmuştur. Birinci yemin ifadesinde cem için olan vav harfiyle Amr'le Bekir'in arasını birleştirmek vardır. Yemin eden sanki «ben Zeyd ve Amr, Bekir'le konuşmayacağım» demiştir. İkinci yemin ifadesinde cem için olan vav harfiyle Zeyd'le Amr'in arasını birleştirmek vardır. Yemin eden sanki «ben Zeyd, Amr'le ve Bekir'le konuşmayacağım» demiştir.

«İkrar da ilh...» Yani: Bir kimse «Zeyd'in benim üzerimde bin dirhemi vardır yahut Amr'in ve Bekir'in» dese beş yüz dirhemi Bekir'in olur, geri kalan beş yüz dirhemi Zeyd'le Amr'den hangisini ihtiyar ederse onun olur. Eğer ikrar eden kimse beş yüz dirhemi Zeyd'le Amr'den hangisinin olduğunu açıklamadan ölürse bu beş yüz dirhemde Zeyd'le Amr ortak olurlar. H.

«İmameyn sükuttan sonra olan şartın akdedilmiş yemine mülhak olmasında ihtilâf etmişlerdir ilh...» Meselâ: Bir kimse zevcesine «şu hâneye girersen boş ol» deyip biraz sükut ettikten sonra «şu hâneye de» dese eğer ikinci hâne birinci hâneye katılırsa, zevcesi yalnız birinci hâneye girmekle boş olmaz. Bu ifadeyi söylemekle yemini değiştirmeye de mâlik olmaz. Zahîre. Bezzaziyye.

Velhâsılı: Müftâbih olan kavle göre ;ister yemin edenin lehine ister aleyhine olsun mutlak surette sükuttan sonra olan şartın daha önce yapılmış olan yemine mülhak olmamasıdır. İşin hakikatını ancak Allah-ü Teâlâ bilir.

 

SATMA, SATIN ALMA, ORUÇ, NAMAZ, YÜRÜME, GİYME, OTURMA GİBİ ŞEYLER HAKKINDA YAPILAN YEMİNiN HÜKÜMLERİ BÂBI

 

METİN

Bu bâbda asıl ve kaide şudur: Alış-veriş ve icare gibi bütün hakları akid yapanla ilgili olan her bir fiil üzerine yemin edildiğinde yemin eden kendisi yaparsa, yemini bozulur. Emrettiği şahıs yaparsa, yemini bozulmaz.

Nikâh ve sadaka gibi bütün hakları emredenle ilgili olan fiiller üzerine ve iare, ibra (herhangi bir şeyden beri kılma) gibi kendilerinde dünya ile ilgili hakları olmayan fiiller üzerine yemin edildiğinde bu fiiller gerek yemin eden gerekse vekili yapsın yemini bozulur. Çünkü vekil müvekkilinin meramını tabir edici bir elçidir. Satma ve almada, bizzat kendisi mübaşeret eden kimselerden olursa, yemin edenin bizzat kendisinin yapmasıyla yemini bozulur, başkasına emretmesiyle yemini bozulmaz. Bir şey karşılığındaki hibe de satma kabilindendir. Zahîriyye.

Selem ve ikaale de satın alma nevindendir. Bazılarına göre; teâtî (pazarlıksız) satış da satın alma kabilindendir. Vehbâniyye şerhi. Kiraya verme ve kiralamada da yemin edenin bizzat yapmasıyla yemini bozulur.

Bir kimse «kiraya vermem» diye yemin etse, halbuki kendisinin ev, dükkan gibi gelir getiren gayri menkul malı bulunup, bunları zevcesi kiraya verip kirasını ona verse, yemini bozulmaz. Nitekim bu gayri menkul mallarını içinde oturanlara bırakmasıyla ve oturdukları ayın kira bedelini almasıyla da yemini bozulmaz. Fakat içinde oturmadıkları ayların kiralarını yeminden sonra alırsa yemini bozulur. Çünkü bu kiraya vermektir. Malı ikrardan dolayı sulhta, ortağıyla malı taksimde, husumette, büyük çocuğunu dövmede yemin edenin bizzat kendisinin yapmasıyla yemini bozulur. başkasına emretmesiyle yemini bozulmaz. Eğer malı inkardan dolayı sulh olursa, yemininin fidyesi olur. Vekili ise sırf elçi olup ikinci kısımdan olacağı için kendisi yapsa da vekili yapsa da yemini bozulur. Eğer yemini küçük çocuğunu dövmek üzere olursa, kendisi dövdüğünde yemini bozulduğu gibi çocuğunu dövdürmeye mâlik olduğu için vekilinin dövmesiyle de yemini bozulur. Kadı'nın dövmesi helâl olan kimseleri dövdürmek için vekil tayın etmeye mâlik olması gibi.

İZAH

«Bu bâbda asıl ve kaide ilh...» Fetih'de zikredilen asıl ve kaide burada zikredilenden daha açıktır. Şöyle ki: Her bir akid ki, hakları akid yapana ait olup vekil o fiilin akdini müvekkiline nisbet etmeye muhtaç olmaz.

Meselâ: Bir kimse «satmayacağım» yahut «satın almayacağım» yahut «kiraya vermeyeceğim» yahut «kiralamayacağım» yahut «maldan sulh olmayacağım» yahut «husumetten sulh olmayacağım» yahut «büyük çocuğumu dövmeyeceğim» diye yemin etsebu işleri kendisi yaparsa, yemini bozulur, eğer bu işleri yapmak için başkasını vekil tayin ederse, yemini bozulmaz. Her bir akid ki, hakları akid yapan vekile ait olmayıp vekil ancak müvekkilinin meramını ifade eden bir elçidir.

Meselâ: Bir kimse «evlenmeyeceğim» yahut «mal karşılığında olsun veya olmasın âzâd etmeyeceğim» yahut «kitabete kesmeyeceğim» yahut «hibe etmeyeceğim» yahut «sadaka vermeyeceğim» yahut «vasiyet etmeyeceğim» yahut «ödünç almayacağım» yahut «kasden adam öldürmeden dolayı sulh olmayacağım» yahut «emanet vermeyeceğim» yahut «emanet almayacağım» yahut «iare vermeyeceğim» yahut «iare almayacağım» diye yemin etse, bu işleri ister kendisi yapsın, ister vekil tayin etsin yemini bozulur.

Kezâ: Her bir fiil ki maslâhat ve menfaati emredene ait olur. Meselâ: Bir kimse «kölemi dövmeyeceğim» yahut «hayvan boğazlamayacağım» yahut «borcumu ödemeyeceğim» yahut «alacağımı almayacağım» yahut «şu elbiseyi giymeyeceğim» yahut «şu hayvana yüklemeyeceğim» yahut «şu elbiseyi dikmeyeceğim» yahut «bina yapmayacağım» diye yemin etse, bu işleri ister kendisi yapsın, ister vekil tayin etsin yine yemini bozulur.

«Nikâh ve sadaka gibi ilh...» Nikâhın bütün haklarının emredene alt olduğu acıktır. Bundan dolayı bir kimseyi evlendirmeye vekil olan şahıs, nikâhı müvekkiline nisbet eder. Binaenaleyh mehir ve nafaka gibi nikâhın bütün hakları müvekkilden istenir.

«Satma ve almada, bizzat kendisi mübaşeret eden kimselerden olursa ilh...» Yani kaadı ve sultan gibi olmayıp alışverişini devamlı veya çoğu zaman kendisi yapan kimselerden olursa, böyle bir kimse «alışveriş yapmayacağım» diye yemin ettiğinde bizzat kendisi alışveriş yaparsa; yemini bozulur, vekil tayin ederse, bozulmaz.

«Bir şey karşılığındaki hibe de «atma kabilindendir ilh...» Mesela:

Bir kimse «satış yapmayacağım» diye yemin ettikten sonra kendisine bir şey verilmek şartıyla hibe etse, yemini bozulur. Kınye'de de böyledir. Zahiriyye'de de kesin olarak «yemini bozulur» denilmiştir.

Bir kimse «ben şu hanemi satmayacağım» diye yemin edip de, onu zevcesine mehir olarak verse, eğer onu mehir parasına karşılık olarak vermişse, yemini bozulur. Fakat onun üzerine evlendiği için vermişse, yemini bozulmaz. Sözün kısası; satışa girerse, kendisine satış hükmü verileceği için kendisi yaparsa, yemini bozulur. Emrettiği bir şahıs yaparsa, yemini bozulmaz. Nehir.

«Selem ilh...» Bir kimse «ben falan şahıstan satın almayacağım» diye yemin edip de o şahısla elbise karşılığında selem (peşin bir şey ile veresiye mal alma) yapsa, yemini bozulur. Çünkü o şahıstan veresiye satın almıştır. Bu, Vakıat'tan naklen Bahır'da zikredilmiştir.

«İkâale ilh...» Bir kimse «sattığımı geri satın almayacağım» diye yemin ettikten sonra satınalan ikâale yapsa, yemini bozulur. Nitekim bu, Bahır'da Kınye'ye nisbet edilmiştir.

Yine Bahır'da Zahiriyye'den naklen zikredilmiştir ki: Eğer ikaale miktar veya cins itibarıyla birinci paraya muhalif olursa, yemini bozulur. Bazıları «bu, İmameyn (Rh.A.)'in kavlidir» demişlerdir. Fakat İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; yemini bozulmaz. Çünkü bu her hal'ü kârda ikâaledir. Bunun muktazası; eğer ikaale bizzat birinci parayla olursa, üç imamımıza göre; yemini bozulmaz. Bunun sebebi; ikaale, âkîdeyn (satan ve alan) hakkında fesih (bozma) dır. Akîdeynden başkaları hakkında yeni bir alışveriştir.

«Zevcesi kiraya verip ilh...» Yani isterse zevcinin izniyle kiraya vermiş olsun, yine zevcinin yemini bozulmaz.

«Nitekim bu gayrı menkul mallarını içinde oturanlara bırakmasıyla ilh...» Yani içinde oturanlara «oturunuz» demeksizin onların elinde bıraksa, yemini bozulmaz. Eğer onlara «içinde oturunuz» derse, yemini bozulur. Zira gayrimenkul mallarını içinde oturanlara bırakması kiraya verme sayılmaz. Bahır.

«Malı ikrârdan dolayı sulhta ilh...» Musannıf malı ikrâr etmesiyle kayıtladı. Yani müddealeyhin ikrârıyla maldan dolayı sulh olunca satış gibi olur.

«Ortağıyla malı taksimde ilh...» Yani bir kimse «ortağımla malı taksim etmeyeceğim» diye yemin edip malı taksim için vekil tayin etse, yemini bozulmaz.

METİN

Eğer yemin eden kimse, üzerine yemin ettiği şeyleri bizzat kendisi yapmayan servet ve şevket sahibi zevattan olursa yemin ettiği şeyi bizzat kendisi yaptığında yemini bozulduğu gibi onun emriyle başkası yaparsa, yine yemini bozulur. Çünkü yemin örfle ve yemin edenin maksuduyla da kayıtlanmıştır. Eğer yemin eden kendi ihtiyaçlarını bazen kendisi yapar ve bazen da başkasına yaptıran kimselerden olursa, kendisinin yapması ile başkasına yaptırmasından hangisi daha çoksa ona itibar edilir. Bazılarına göre; satın alınan mala itibar edilir. Eğer üzerine yemin edilen mal kıymetli mallardan olup yemin edenin bizzat kendisinin satın aldığı mal cinsinden olursa kendisinin satın almasıyla yemini bozulur, vekilinin satın almasıyla yemini bozulmaz. Eğer üzerine yemin ettiği mal kıymetsiz şeylerden olursa, kendi satın almasıyla da vekilinin satın almasıyla da yemini bozulur.

Nikâh, talâk ve âzâd gibi şeylerde yemin edenin bizzat kendisinin yapmasıyla ve emrettiği şahıs ki gerek vekili ve gerekse elçisi olsun üzerine yemin edilen şeyi işlemesiyle yemini bozulur.

Musannıf «emrettiği şahıs» deyip «vekili» demedi. Çünkü ödünç almak bu neviden olup ödünçte ise vekil tayin etmenin sahih olmadığını beyan etmek içindir. Elçiyle ödünç almak ise câizdir. Fakat başkasını nikâh etmede ancak kendisinin mübaşeretiyle yemini bozulur. Yeminden sonra hâneye girmeye sözü ta'lîk gibi nesne ile vâki olan talâk ve âzâdda bizzat kendinin veya emrettiği şahsın sözüyle de yemini bozulur. Fakat bu ta'lîk yeminden önce olursa yemini bozulmaz. Zeylai.

Hülu (mal karşılığında kadın boşama), kitabet, kasden adam öldürmekten sulh, hibe - her ne kadar fâsid yahut bir şey karşılığında olursa da - sadaka, ödünç verme, ödünç alma - her ne kadar hibe, sadaka, ödünç verme ve ödünç alma kabul edilmeseler bile yemin edenin bizzat kendisinin veya vekilinin bunları yapmasıyla yine yemini bozulur.

Köleyi dövme -bazıları «zevce de köle gibidir» demişlerdir- güzel yapamasa bile bina yapma ve dikiş dikme, hayvan boğazlama, emanet verme, emanet alma, iare verme, iare alma gibi fiiller üzerine yemin edildiğinde bunları gerek yemin eden yapsın gerekse vekili yapsın yemini bozulur, Eğer vekil sözünü elçinin kullandığı şekilde kullanırsa, müvekkilinin yemini bozulur.

Sözünü elçinin kullandığı şekilde kullanmazsa, müvekkilinin yemini bozulmaz. Tatarhâniyye.

İZAH

«Eğer yemin eden kimse ilh...» Yani: Her bir akid ki, hakları akid yapana aid olan herhangi bir fiil üzerine yemin edildiğinde yemin eden kimse bizzat o yemin ettiği şeyi işlerse, yemini bozulur, vekili yaparsa yemini bozulmaz. Ancak yemin eden kimse servet sahibi olup işlerini kendisi yapmazsa, bu takdirde üzerine yemin ettiği şeyi gerek kendisi gerekse vekili yapsın, yemini bozulur. Çünkü böyle bir kimsenin işi yapmaktan maksadı başkasına emretmesidir. Buna göre «yapmayacağım» diye yemin ettiği şeyi başkasına yapması için emrettiğinde yeminin bozulmasının sebebi bulunmuş olur. Yemin eden kim olursa olsun meselâ:

«Bina yapmayacağım» yahut «çamur karmayacağım» diye âdet edinmediği bir şey üzerine yemin etse, yemini o şekilde yapılmış olur.

Hidaye'de «yemin eden bizzat kendisinin veya vekilinin satmamasına niyet etse, kendi aleyhine şiddetlendirdiği için vekilinin satmasıyla da yemini bozulur. Sultan ve kaadı gibi büyük zevat bu işi bizzat kendilerinin yapmayacağına niyet etseler sözlerinin hakikat mânâsına niyet ettikleri için diyaneten tasdik edilir. Yanî bunların emrettiği kimseler yemin ettikleri şeyi yaparlarsa. yeminleri bozulmaz» diye zikredilmiştir.

«Çünkü yemin örfle ilh...» Çünkü örfte servet ve şevket sahibinin yemini hem kendisinin hem de emrettiği kimsenin işlemesi üzere umum olarak yapılmıştır.

«Yemin edenin maksadıyla da kayıtlanmıştır ilh...» çünkü yemin edenin maksadı zahire muhalif olmadıkça muteberdir.

«Musannıf «emrettiği şahıs» deyip «vekili» demedi ilh...» Eğer musannıf vekâletle tabir etseydi ödünç alma bu neviden iken ondan çıkmış olurdu. Ödünç alma da vekil tayinetmenin câiz olmaması, vekil olan kimsenin ödünç verecek kimseye «bana şu kadar ödünç ver» deyip mülkü ancak kendisine isbat edeceği içindir, bu ise bâtıldır. Fakat vekil ödünç alınacak malı müvekkiline isnad ederek «filan şahıs senden şu kadar şey ödünç istiyor» yahut «filan şahsa şu kadar ödünç ver» derse bu elçilik ve emir olur, vekâlet olmaz.

İmam Zeylaî «vekâletle elçilik arasındaki farkı şöyle izah etmiştir: Vekâlette mücerred vekâlet akdiyle borç, ödünç alan müvekkilin zimmetinde vâcib olmayıp bilâkis ,onu teslim almakla vâcib olur. Ödünç alınan meblağ başkasının mülkü olduğu için vekile onu teslim almakla müvekkilin emretmesi de sahih değildir. Ama ödünç alınan şeyde elçilik sahihtir. Zira elçi ifade eden olup ifade gönderenin mülkü olduğu için elçisine kendi mülkünde tasarrufla emretmiş olur. Fakat bir kimsenin kendi malını başkasına ödünç vermek veya başkasından ödünç aldığı malı kendisi namına teslim almak için vekil tayin etmesi sahihtir.» demiştir.

Ben derim ki: ödünç vermesi veya verilen ödüncü teslim alması için vekil tayin edilmesi sahihtir. Fakat ödünç alması için vekil tayini sahih değildir. Hatta elçi ödünç verene «filan şahıs senden şu kadar şey ödünç istiyor» diyerek ödünç alınan şeyi emredene isnad etmelidir ki mülk emredenin olsun, aksi takdirde mülk emredilenin olur. Bu, yalnız ödünç alınan şeye mahsus değildir. Nikâh ve iare alma da böyledir.

«Nikâh ilh...» Meselâ: Bir kimse «ben evlenmeyeceğim» diye yemin etse, sonra gerek kendisi gerekse vekil tayin ettiği şahıs nikah akdi yapsa, yemini bozulur. Kezâ: Bir kadın «evlenmeyeceğim» diye yemin edip cebretmeye velâyeti olan bir kimse onu cebren evlendirse lâyık olan yeminin bozulmamasıdır. Nitekim «evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimse mecnun olsa veya bunamış olsa do babası onu evlendirse yemini bozulmaz.

«Fakat başkasını nikâh etmede ilh...» Yani: Bir kimse «başkasını evlendirmeyeceğim» diye yemin etse, ancak kendisinin evlendirmesiyle yemini bozulur. Bu yemin, büyük çocuğuyla başkası hakkında yapıldığı takdirdedir. Çünkü bir kimse «kölemi veya cariyemi evlendirmeyeceğim» diye yemin etse, ister kendisi evlendirsin ister vekil tayin ederek evlendirsin isterse cariye veya köle evlendiklerinde onlara icazet versin yemini bozulur. Çünkü bunların evlenmeleri efendilerinin isteğine bağlıdır. Kezâ bir kimse küçük oğlunu yahut küçük kızını evlendirmeyeceğine dair yemin etse, gerek kendi evlendirsin gerekse bunları evlendirmek için vekil tayin etsin yine iki surette de yemini bozulur. Fakat büyük oğlunu veya büyük kızını evlendirmeyeceğine dair yemin etse, bizzat evlendirirse yemini bozulur, bunları evlendirmek için vekil tayin etse, yemini bozulmaz.

«Kasden adam öldürmekten sulh ilh...» Yani: Bir kimse «kasden adam öldürmekten sulh olmayacağım» diye yemin edip sonra tayin ettiği vekili sulh olsa, yemini bozulur. Davalı inkâr ederse, ondan sulh olmaya da vekil tayin edip vekili sulh olursa. yine yemini bozulur. Çünküdavalı hakkında inkârdan dolayı sulh olmak yeminin fidyesidir, davalının vekili yalnız elçidir. Sükût da inkâr gibidir. Fakat davacı, vekil tayin etse, mutlak surette yemini bozulmaz. İnkâr, gerek malı inkâra, gerek kasden adam öldürmeyi inkâra ve gerekse başka inkârlara, gerek kasden adam öldürmeyi inkâra ve gerekse başka inkârlara da şâmildir.

«Hibe ilh...» Bir kimse «mutlak surette hibe etmeyeceğim» yahut «muayyen bir şeyi hibe etmeyeceğim» yahut «muayyen bir şahsa hibe etmeyeceğim» diye yemin edip de hibe etmesi için bir kimseyi vekil tayin etse hibe gerek sahih olsun gerek olmasın, kendisine hibe edilen zat gerek kabul etsin gerek kabul etmesin, kendisine hibe edilen zat gerek teslim alsın gerek almasın yemini bozulur. Çünkü yemin eden kimse kendisine ancak yapabileceği şeyi lâzım kıldı, bundan daha ziyadesini yapamaz. Muhit'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben kölemi filan şahsa hibe etmeyeceğim» diye yemin edip sonra bir mal karşılığında kölesini ona hibe etse, yemini bozulur. Çünkü bu, sıyga ve lâfız itibariyle hibedir.

Tatarhaniyye'de «Bir kimse «filan şahıs kölesini bana hibe ederse, zevcem boş olsun» deyip de sonra o şahıs kölesini kendisine hibe ettiği halde köleyi kabul etmese, yemini bozulur.» diye zikredilmiştir.

«Bir şey karşılığında olursa da ilh..,» Yani: «Hibe etmeyeceğim» diye yemin eden kimse bir şey karşılığında kendisi hibe ederse yemini bozulur, vekili hibe ederse, yemini bozulmaz. Çünkü bir şey karşılığında yapılan hibe satışa girdiği için vekilinin yapmasıyla yemini bozulmaz.

«Sadaka ilh...» Yani: Yukarda geçtiği üzere sadaka da hibe gibidir. İbn-i Vehban zikretmiştir ki: Bir kimse «sadaka kabul etmeyeceğim» diye yemin edip de sadakayı kabul etmesi için vekil tayin etse, yemini bozulur, bozulur, vekili hibe ederse, yemini bozulmaz. Çünkü bir şey karşılığında kire hibede bulunsa veya «ben hibe etmeyeceğim» diye yemin edip de bir zengine tasaddukta bulunsa, layık olan birinci surette yeminin bozulmasıdır. Çünkü itibar mânâyadır. İkinci surette yeminin bozulmasıdır. Çünkü zengine verilen sadaka ile bazen sevap kasd edildiği için istihsanen bundan dönmek mümkün değildir. Bu iki surette lafza itibar edilerek aksine - yani «tasadduk etmeyeceğim» diye yemin edip hibe ettiğinde yemini bozulmaz. «Hibe etmeyeceğim» diye yemin edip de zengine tasadduk ettiğinde yemini bozulur- olmaları da muhtemeldir.

«Köleyi dövme ilh...» Meselâ: Bir kimse «kölemi dövmeyeceğim» diye yemin etse, ister kendisi dövsün isterse vekili dövsün yemini bozulur. Çünkü köleyi dövmekten maksad efendisinin emrine itâat etmesidir. Bu ise efendiye aittir, büyük çocuğu dövmekten maksad onu edeplendirmek olduğu için çocuğun kendisine aittir. Bu yüzden bir kimse «büyük çocuğumu dövmeyeceğim» diye yemin ettiğinde kendisi döverse, yemini bozulur, vekilidöverse, bozulmaz. Ama küçük çocuk köle gibidir.

«Zevce de ilh...» Bazıları «zevce de köle gibidir.» Bazıları da «çocuk gibidir» demişlerdir.

«Güzel yapamasa bile bina yapma ve dikiş dikme ilh...» Meselâ:

Bir kimse «ben şu elbiseyi dikmeyeceğim» veya «şu duvarı yapmayacağım» diye yemin edip sonra bunu yapması için başkasına emretse, gerek yemin eden bunu güzelce yapsın gerekse yapmasın yemini bozulur. Hâniyye.

Ben derim ki: Bundan anlaşılan: Yemin eden kimse külfet ve meşakkatle bizzat kendisi yapsa yine yemininin bozulmasıdır.

Kezâ: Bir kimse «sünnet olmayacağım» yahut «başımı tıraş etmeyeceğim» yahut «dişimi çekmeyeceğim» gibi âdet olarak bizzat insanın kendisinin yapmadığı veya yapması ancak büyük meşakkatle mümkün olabilecek bir fiil üzerine yemin etse, bu yemini bizzat kendisinin yapması üzerine edilmîş olmayıp emrettiği şahsın yapması üzerine edilmiş olur. Çünkü böyle ifadelerin hakikat mânâsı âdet olarak terkedilmiştir.

Bir kimse zevcesine «şu kabı yıkamazsan boş ol» deyip o kabı zevcesinin emriyle kadının hizmetçisi yıkasa, eğer o kabı yıkamak yalnız zevcesinin âdeti ise boş olur, eğer yalnız hizmetçisi yıkıyorsa zevci de bunu bilirse, boş olmaz. Eğer o kabı bazen zevcesi bazen da kadının hizmetçisi yıkıyorsa, zahir rivayete göre boş olur. Ancak zevc, zevcesinin hizmetçisine yıkamayı emretmesini niyet ederse, boş olmaz. Bu, Nevazil'den naklen Bahır'da zikredilmiştir. Teemmül et!

«Hayvan boğazlama ilh...» Meselâ: Bir kimse «mülkümde olan koyunu boğazlamayacağım» veya «hiç bir şey emanet vermeyeceğim» diye yemin etse, bunu gerek kendisi, gerekse vekili yapsın menfaati kendisine ait olduğu için yemini bozulur.

Kezâ: Bir kimse «Zeyd'e iare vermeyeceğim» diye yemin etse, sonra Zeyd o kimseye bir şahsı gönderip iare alsa, yemini bozulur. Çünkü Zeyd'in gönderdiği şahıs elçi olup yapmış olduğu iş müvekkiline nisbet edilir. Buna göre ödünç almaya vekil olan gibi olur. Hâniyye.

Cemü't-Tefârîk'de «yeminin bozulması İmam Züfer (Rh.A.)'in kavlidir. Fetva da bunun üzerinedir, İmam Ebu Yusuf (Rh.A.) muhaliftir.» diye zikredilmiştir.

«Eğer vekil sözünü elçinin kullandığı şekilde kullanırsa, müvekkilinin yemini bozulur ilh...» Meselâ: Bir kimse «iare almayacağım» diye yemin edip sonra iare alması için vekil tayin etse, vekil kendisinden iare alınacak şahısa «filan kimse senden şu şeyi iare istiyor» derse, müvekkilinin yemini bozulur. Eğer «şu şeyi bana iare ver» derse, müvekkilinin yemini bozulmaz. Zira, bu takdirde o şeyin menfaati emredene ait olmayıp kendisine ait olmuş olur. Vekilin yaptığı işi müvekkiline nisbet etmesi tâzımdır. Nitekim vekâlet bahsinde gelecektir.

METİN

Borcunu ödeme, alacağını alma, kisve: Elbise -kefen örfte giydirme olmadığı için kisveden değildir. Ancak örtme murad edip mülk edindirme murad etmezse, kefen de kisveden sayılır- yükleme gibi filler üzerine yemin edildiğinde yemin eden kimse, bunları kendisi veya emrettiği şahıs yaparsa, yemini bozulur. Bahır'da yemin eden kimsenin veya emrettiği şahsın yapmasıyla yeminin bozulduğu yerlerin kırktan ziyade olduğu zikredilmiştir.

Nehir'de, Vehbaniyye şarihi Abdülberr'den naklen zikredilmiştir ki: Vekilin fiili ile yeminin bozulmadığı yerler az olduğu için pederim onları nazımla beyan ederek geri kalanlarda yeminin bozulduğuna işaret etmiştir: Satma, satın alma, maldan sulh, husumetten sulh, kiraya verme, kiralama, oğlunu dövme, kısmet (taksim etme). Bunlar üzerine yemin edildiğinde yemin eden kimsenin yemini vekilinin bunları yapmasıyla bozulmaz. Bunlardan başkalarında vekilinin yapmasıyla da yemini bozulur.

Satma, satın alma, kiraya verme, dikiş dikme, kuyumculuk etme, bina yapma gibi kendisinde naib ve vekil tayin etmek geçerli ve mümkün olan fiil üzerine dahil olan «lâm» k yani fiille beraber olan «lâm» meselâ: Bir kimse, bir şahsa «ben senin için elbise satarsam, şöyle olsun» diye yemin ettiğinde yemininin bozulması, üzerine yemin ettiği şahsın yemin eden kimseye satma işini emretmesini ve onu vekil tayin etmesini gerektirir. Çünkü «tâm» ihtisas için olduğundan satma işini o şahsa mahsus kılar. Yani «senin için elbise satarsam şöyle olsun» diye üzerine yemin ettiği şahsın yemin eden kimseye «benim için şu elbiseyi sat» diye emretmesi ve onu vekil tayin etmesi lâzımdır.

Bir kimse, bir şahsa «ben senin için elbise satarsam yani senin emrinle satarsam şöyle olsun» deyip sonra onun emri olmaksızın elbise satarsa, vekâlet bulunmadığı için gerek o elbise onun mülkü olsun gerek mülkü olmasın yemini bozulmaz. Fakat yemîn eden «ben sana mahsus olan elbiseyi satarsam. şöyle olsun» derse, bu surette elbisenin muhatabın mülkü olması lâzımdır. Nitekim yakında gelecektir.

Eğer «tâm» ayn yani zat üzerine dahil olursa -meselâ: İn bi'tü sevben leke: «Ben sana mahsus olan elbiseyi satarsam» gibi.- yahut yeme, içme, girme. çocuğu dövme gibi niyâbet ve vekâlet kabul etmeyen fiil üzerine dahil olursa, «lâm» in duhulu, üzerine yemin edilen aynın, muhatabın mülkü olmasını gerektirir. Çünkü lâm ihtisas içindir.

«Sana mahsus olan elbiseyi satarsam, şöyle olsun» diye yemin eden kimse, kendisi için yemin ettiği şahsın mülkü olan elbiseyi onun izni olmaksızın satarsa, yemini bozulur. Bu suret, ayn olan elbisenin üzerine «lâm» ın dahil olmasının nazîridir. Bu ifadenin mânâsı: «Senin mülkün olan elbiseyi satarsam» takdirindedir. Fakat «lâm» ın niyabet ve vekâlet kabul etmeyen fiil üzerine dahil olmasının misalini, musannıf yine böyle «lâm» ın takdimiyle «senin taamını yer» veya «suyunu içersem şöyle olsun» derse, taam ve suyun muhatabınmülkü olmasını gerektirir» kavliyle zikir ve beyan etmiştir. Binaenaleyh «lâm» ın fiile yakın olmasında mülkiyet şart olunca «lâm» ın ayn (zat) a yakın olmasında mülkiyetin şart olması evleviyette kalır. Nitekim «ben sana mahsus olan taamı yersem. şöyle olsun» ifadesinde mülkiyet gerekli olduğu gibi. Çünkü bunda «lâm» isme fiilden daha yakındır. Yakın olma ise tercih sebeplerindendir. Fakat çocuğu dövmede mülkün hakikati düşünülemez. Belki burada çocuğun yemin edene mahsus olması murad olunur. Eğer yemin eden kimse «in bi'tü sevben leke» ifadesiyle «senin için elbise satarsam» mânâsını murad etmeyip «in bi'tü leke sevben» diyerek «sana mahsus olan elbiseyi satarsam» mânâsını murad ederse, kendi üzerine şiddetli olan şeyde kazaen ve diyaneten tasdik olunur. Kendi lehine olan şeyde yalnız diyaneten tasdik olunur. Yukarda geçtiği üzere yemin keffâreti kul tarafından istenilmediği için Allah-ü Teâlâ'ya yapılan yeminde kâza ile diyanet arasında fark yoktur.

İZAH

«Borcunu ödeme, alacağını alma ilh...» «Borcumu ödemem» diye yemin eden kimsenin gerek kendisi gerekse vekili ödesin yemini bozulur. «Bugün ben alacağımı almayacağım» diye yemin eden kimsenin gerek kendisi gerekse vekili alsın yemini bozulur. Eğer daha önce vekil tayin etmiş olup yemininden sonra vekili alırsa, yemini bozulmaz.

Kadıhan'da «lâyık olan yemininin bozulmasıdır. Nitekim nikâhta olduğu gibi» denilmiştir. Nehir.

«Kisve ilh...» Bir kimse «elbise giymeyeceğim» yahut «mutlak surette giydirmeyeceğim» yahut «şu elbiseyi giymeyeceğim» yahut «şu şahsa elbise giydirmeyeceğim» diye yemin etse, bunları gerek kendi gerekse vekili yapsın yemini bozulur. Tamamı Nehir'dedir.

«Kefen örfte giydirme olmadığı için kisveden değildir ilh...» İare de kefen gibidir. Meselâ: Bir kimse «ben şu şahsa elbise giydirmeyeceğim» diye yemin edip, o şahıs öldükten sonra onu kefenlese veya ona bir elbise iare verse yemini bozulmaz. Çünkü giydirme ile murad, elbiseyi başkasına mülk olarak vermekten ibarettir. Bir elbise mülk olmak üzere ölüye verilmez. Ancak yemin eden kimse giydirmekle örtmeyi murad ederse, yemini bozulur. Bu Siraciyye'den naklen Vehbaniyye şerhinde zikredilmiştir.

«Yükleme ilh...» Bir kimse «Zeyd'in eşyasını yükleyip taşımayacağım» diye yemin etse, vekilinin yapmasıyla yemini bozulur.

«Bahır'da yemin eden kimsenin veya emrettiği şahsın yapmasıyla yeminin bozulduğu yerlerin kırktan ziyade olduğu zikredilmiştir ilh...» Bunlar: Yıkma, kesme, öldürme. şirket, zevceleri ve küçük çocuğu dövme, şüfayı teslim etme, izin verme, nafaka verme, vakfetme, kurban kesme hapsetme kaadı ve sultana nisbetle tazir etme, haccetme, vasiyet etme, havale etme, kefil olma, kaadılık verme, şehadet etme, ikrar etme, tevliyet gibi.

Ben derim ki: Burada meseleler kırk dört olmuştur. Zâhir olan bu nevin meseleleri kırk dörde münhasır değildir. Pişirme, süpürme, tıraş olma, hizmetçi tutma gibi hissî (şer'i olmayan) fiiller de bu nevidendir.

«Fiile yakın olan «lâm» ilh...» Yani fiil ile mefulu arasına giren «lâm» dır: «İn bi'tü leke sevben: Senin için elbise satarsam» denilmesi gibi. «Fiile yakın olan «lâm» » ifadesi ile «in bi'tü sevben leke: Sana mahsus olan elbiseyi satarsam» gibi mefulden sonra gelen «lâm» dan ihtiraz edilmiştir. Eğer musannıf Dürer sahibinin ve diğerlerinin tâbir ettiği gibi «fiile taalluk eden «lâm» » diye tâbir etseydi, daha iyi olurdu. Fakat Kenz sahibine ve diğerlerine tâbi olarak bundan sapmıştır.

«Kendisinde naib ve vekil tayin etmek geçerli ve mümkün olan «lâm» ki ilh...» Bilindiği üzere fiil iki kısımdır: Satma, satın alma gibi kendisinde niyâbet ve vekâlet mümkün olur veya yeme, içme gibi kendisinde niyâbet vekâlet ihtimali olmaz. Buna göre; «lâm», ya «in bi'tii leke sevben: Senin için elbise satarsam» terkibinde olduğu gibi fiile dahil olur ya da «in bı'tü sevben leke: Sana mahsus olan elbiseyi satarsam» terkibinde olduğu gibi ayn (zat)a dahil olur. Binaenaleyh «lâm» kendinde niyâbet ve vekâlet imkanı olan fiile dahil olduğunda fiile mâlikiyet ifade eder. Ayn (zat)a dahil olduğunda ayn (zat)a mâiikiyet ifade eder.

«Çünkü «lâm» ihtisas için olduğundan ilh...» Yani: «Lâm» ın ihtisas için olması ki satış fiilinin tâmın dahil olmuş olduğu muhatab kâfına izafetini ifadesi ancak muhatabın vekil tayin etmesini ifade eden emriyle gerçekleşir. Yani üzerine yemin edilen muhatabın yemin edene «satışı benim için yap» diye emretmesi tâzımdır. Hatta muhatab yemin edenin elbiselerinin arasına kendi elbisesini yemin edenden habersiz gizleyip yemin eden de onu satsa, yemini bozulmaz, Çünkü yemin eden muhatabın emriyle elbisesini satmamıştır.

T E N B İ H : Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Muhatabın emretmesi şart değildir. Hatta yemin eden kimse, muhatabın gerek emri olsun ve gerek olmasın onun için satmayı kasdettiğinde yemini bozulur. Bahır'da bu, hıfzedilmesi vâcib olan meselelerdendir.

Ben derim ki: Telhîsû'l-Câmi' şerhindeki mesele bunu te'yîd eder. Şöyle ki: Bir kimse, Zeyd'e «senin için elbise satarsam kölem hür olsun» deyip niyeti de bulunmasa, sonra Zeyd bir şahsa elbîse verip «bunu yemin eden kimseye ver benim için satsın» deyip o şahıs da yemin eden kimseye verip «bu elbiseyi benim îçin sat» dese yemin eden kimse o elbisenin Zeyd'e aid olduğunu bilmeyerek satsa, yemini bozulmaz. Çünkü «senin için elbise satarsam» ifadesindeki satma fiilinin Zeyd'e mahsus olması lâzımdır. Bu da Zeyd'in yemin edene emretmesi veya yemin eden kimsenin o elbiseyi Zeyd'in namına sattığını bilmesi ile olur, gerek o elbise Zeyd'in olsun gerekse başkasının olsun.

«Bir kimse, bir şahsa «ben senin için elbise satarsam» ilh...» Muhıt'te zikredilmiştir ki: Birkimse bir şahsa «ben senin için satarsam şöyle olsun» deyip sonra o şahsın emriyle gerek o şahsın malı olsun gerekse başkasının malı olsun satarsa yemini bozulur. Bahır.

«Çünkü lâm ihtisas içindir ilh...» Yani: «Lâm» ayn (zat). veya vekâlet ve niyâbet kabul etmeyen fiil üzerine dahil olursa, ayn (her hangi bir şey) ın muhataba mahsus olmasını gerektirir. İhtisâsın kemâli ise mülk ile olur. Buna göre; «lâm» ın dahil olduğu şeyin muhatabın mülkü olması lâzımdır. Fakat mülk, hakikî ve hükmî olmak üzere iki kısımdır. Çünkü çocuğa hakikaten mâlik olunmaz. Nitekim buna şârih işaret etmiştir.

Bundun dolayı Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben filan şahsın hânesine girmem» diye yemin etse, o şahsın oturduğu hâneye girerse -oturduğu hâne gerek o şahsın mülkü olsun gerek kirayla oturduğu yer olsun gerekse âriyet olarak oturduğu yer olsun- yemini bozulur. Çünkü «ben filan şahsın hânesine girmem» ifadesinin mânâsı «ben filan şahsın oturduğu yere girmem» demektir. Teemmül et!

METİN

Bir kimse «ben bu köleyi satar veya satın alırsam hür olsun» deyip sonra yemin eden satıcı veya satın alıcı muhayyerliği, kendi nefsi için kılarak o köle üzere alış - veriş akdini yapsa, şart bulunduğu için yemini bozulur. Eğer muhayyerliği satıcı veya alıcı kendi nefsi için kılmayıp yani satıcı, alıcı için veya alıcı, satıcı için kılarsa -esah olan kavle göre;

her ne kadar sonra icazet verilirse de- yemini bozulmaz. Nitekim bir kimse «ben filan köleye mâlik olursam, hür olsun» dese, sonra o köleyi hıyar-ı şartla satın alsa, İmam-ı Azam'a göre; hıyar-ı şart, satılan malın satın alanın mülküne girmesine mani olduğundan bu köle hıyar-ı şartla

o kimsenin mülkü olmadığı için âzâd olmaz.

Satma suretinde muhayyerlikle kayıtlanmıştır. Çünkü «ben filan köleyi satarsam hür olsun» deyip sonra muhayyer olmaksızın sahih satışla satarsa, köle âzâd olmaz. Zira kölenin mülkü elinden çıkmıştır ve şart gerçekleştiği için yemin de çözülmüştür. Zeylaî. Satın alma da satma gibidir. «Ben bu köleyi satar veya satın alırsam hür olsun» meselelerinde yemin eden, fâsid veya mevkûf (durdurulmuş) olarak satar veya satın alırsa, yemini bozulur. Fakat bâtıl olarak satma veya satın almada - her ne kadar satın alan satılan malı teslim alırsa da - mülk olmadığı için yemini bozulmaz.

«Ben köle alırsam âzâd olsun» diyen kimse bir müdebberi veya mükâtebi satın alsa, yemini bozulmaz. Ancak müdebber hakkında kaadının satılmasına icazetiyle yani satışının câiz olduğuna hükmederse, yemini bozulur, sanki kaadının hükmüyle satmaya münafi olan tedbir zail olmuştur. Mükâtebe gelince kendinin icazetiyle yani kitabetini bozmakla sanki satın almaya münafi olan kitabet kalkmış olup akid tamam olmuş olur da yine satın alanınyemini bozulur.

FER'İ MESELE: Bir kimse cariyesine «senden bor şey satarsam hürsün» deyip sonra onun yarısını kendisinden çocuğu olan zevcine satsa veya kendi babasına satsa efendinin âzâdı vaki olmaz. Eğer efendi bu cariyeyi başkasına satarsa efendinin âzâdı vaki olur. Zikrolunan fark Zahiriyye'de yazılıdır.

Yukarda geçen surette fâsid satışla yeminin bozulmasının kayıdlanması: Bir kimsenin «ben hiç bir kadınla evlenmeyeceğim» veya «şu kadınla evlenmeyeceğim» diye yemin etmesi sahih olan kavle göre; ancak sahih akidle evlenme suretine kasrolunur, fâsid evlenmeye şamil olmaz.

Kezâ: «Ben namaz kılmayacağım» yahut «oruç tutmayacağım» yahut «haccetmeyeceğim» diye yemin edildiğinde bu yemin ancak bunların sahih olanları üzerine yapılmış olur. Çünkü bunlardan maksud olan sevap, nikâhtan maksud olan helâl olmasıdır. Sevap ile helâl olma fâsid ile hasıl olmaz. Buna göre; yemin fâsid ile çözülmez. Fakat alışveriş bunlar gibi değildir. Çünkü alışverişten maksud olan mülk edinme olduğu için teslim alındığı surette fâsid alışveriş ile de mülk sabit olur. Hibe, icare de alışveriş gibidir. Bunların fâsidleriyle de yemin bozulur. Eğer yukarda geçen nikâh, oruç, namaz ve haccın hepsi hakkında yemin «ben evlenmedim» veya «oruç tutmadım» gibi mazi sıygasıyla olursa, bu yemin sahih ile fâsidin ikisinin de üzerlerine yapılmış olur. Çünkü mazi sıygasıyla ihbar kasdolunur, helâl olma ve sevap kasdolunmaz. Mücerred isim sahih olana da fâsid olana da ıtlak olunur. Eğer yemin eden «benim muradım sahih akidle evlenmekti» derse, bu sözünde tasdik olunur. Çünkü bu nikâh kendisinin üzerine hükümler terettüb eden nikâhtır. Bedayı.

İZAH

«Şart bulunduğu için ilh...» Yani; köleye mâlik olma mevcuttur. Çünkü satıcının muhayyer olması satılan malı ittifakla mülkünden çıkartmaz. Satın alanın muhayyerliği ise satılan malı kendi mülküne sokmaz. Bu, İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göredir.

İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre ise; satılan mal her ne kadar satanın mülkünden çıksa bile satın alanın mülküne girmez. Fakat şarta talîk edilen şey şart bulunduğunda müneccez (doğrudan doğruya âzâd edilmiş) gibi olur da sanki yemin eden kimse köleyi satın aldıktan sonra «sen hürsün» demiş gibi olur.

«Yemin eden, fâsid ilh...» Meselâ: Bir kimse, kölesine «ben seni satarsam, hür ol» deyip sonra onu fâsid satışla satarsa, eğer satanın elinde yahut satın alanın elinde fakat ondan emanet veya rehin suretiyle uzak bulunursa, âzâd olur. Çünkü kölenin mülkü satandan zail olmamıştır. Eğer köle satın alanın elinde mevcut veya bizzat ödenmesi lâzım olarak gaib bulunursa, âzâd olmaz. Çünkü satış akdiyle köle, satanın mülkünden çıkmıştır.

Bir kimse «ben şu köleyi satın alırsam, hür olsun» deyip sonra onu fâsid olarak satın alsa, eğer köle satanın elinde bulunursa, âzâd olmaz. Çünkü köle henüz satanın mülkünde bulunmaktadır. Eğer satın alanın elinde ise yani alışveriş yapılırken köle orada mevcut ise âzâd olur. Çünkü alışverişten hemen sonra satın alan onu teslim almış olup ona mâlik olmuştur. Eğer köle alışveriş yapılırken odasında veya gasbedilmiş olup ödenmesi lâzım gelen olursa, âzâd olur. Çünkü satın alan bizzat satın almakla ona mâlik olmuştur. Eğer köle emanet verilmiş olur veya rehin gibi başka bir şeyle ödenmesi lâzım gelirse, âzâd olmaz. Çünkü satın alan alışverişten sonra onu teslim almamıştır. Bedayı.

«Mevkûf ilh...» Yani bir kimse «ben şu köleyi satarsam, hür olsun» deyip sonra onu gaib olan bir şahsa satıp o şahsın yerine fuzuli kabul etse veya «ben köle satın alırsam hür olsun» deyip fuzuliden bir köle satın alsa, satın almakla yemini bozulur.

Telhisü'l-Cami'de «fuzuliden satın almasıyla yahut şarapla satın almasıyla yahut hıyar-ı şartla satın almasıyla yemini bozulur. Çünkü alışverişin' kendisi, sıfatında olan bir noksanlıktan dolayı bozulmaz» denilmiştir.

Telhisü'l-Cami'nin şarihi olan Farisî «yeminin bozulmasının şartı olan alışveriş ehlinden ve yerinde vaki olmakla - her ne kadar fuzulîden safın alındığında mâlikinden zararı gidermek için, şarapla satın alındığında alışveriş fâsid olduğu için, hıyar-ı şartla satın alındığında muhayyerlik için mülk sâbit olmasa bile- bulunmuştur. Mülkün derhal sâbit olması, alışverişin sıfatındandır. Yoksa zatından değildir. Çünkü Araplar «bey'i lâfzını: malı malla değişmek» için vazetmişlerdir. Halbuki Arapların okuma yazma bilmeyenleri alışverişin hükümlerini, sahih olanını ve fâsid olanını bilmezler. Alışverişin bizzat kendisi bulunduğu takdirde sıfatındaki bir eksiklik zarar vermez» demiştir.

«Batıl olarak ilh...» Yani: Bir kimse «ben köle satın alırsam hür olsun» deyip sonra leş veya kan ile köle satın alsa yemini bozulmaz. Malı malla değişme olan alışverişin rüknü bulunmamıştır. Bundan dolayı satılmak istenen köleye mâlik olamaz. Fakat köleyi şarap veya domuzla satın alsa yemini bozulur. Çünkü şarapla domuz İnsanlardan bazıları hakkında kıymetli maldır. Ancak şarap veya domuz ile mal satın onandığında alışveriş fâsid olur. Çünkü teslim edemeyeceği bir şeyi alışverişte şart kılmıştır.

Alışverişin bâtılını fâsidinden ayırmanın kâidesi: Satılan mal ile ona karşılık olarak verilen semen (kıymet, baha) den birisi dinlerden herhangi bir dinde mal olmazsa alışveriş bâtıl olur. Boğazlanmadan kendiliğinden ölmüş hayvanı, kanı ve hür kimseyi satma gibi. Eğer dinlerin bazısında mal olup, bazısında mal olmayıp ve kendisini semen itibar etmek mümkün olursa meselâ: Köleyi şarap karşılığında veya aksiyle yani şarabı köle karşılığında satma gibi işte bu alışveriş fâsiddir.

«Zikrolunan fark Zahiriyye'de yazılıdır ilh...» Yani: Bir kimse cariyesine «senden bir şey satarsam hürsün» deyip sonra cariyenin yarısını kendisinden çocuğu olan zevcine satsa veya cariyeyi kendi babasına satsa cariyenin kocasından çocuğu olması ve cariyenin babasından nesebinin sabit olması efendisinin «senden bir şey satarsam hürsün» talîkinin üzerine mukaddem olduğu için efendinin âzâdı vaki olmaz. Fakat efendisi bu cariyeyi başkasına satarsa, bunda sebeb mukaddem olmadığı için efendinin âzâdı vaki olur.

«Buna göre; yemin fâsid ile çözülmez ilh...» Yani: Bir kimse «evlenmeyeceğim» diye yemin edip fâsid olarak evlense veya «namaz kılmayacağım» diye yemin edip namaz kılarken namazı fâsid olsa, yemini bozulmaz. Sonra sahih olarak nikâh akdini yapsa veya sahih olarak namazı iade etse yemini bozulur.

«Hibe, icare de alışveriş gibidir ilh...» Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «hibe etmeyeceğim» diye yemin edip sonra taksim edilmeyecek bir şey hibe etse, yemini bozulur. Nitekim Zahiriyye'de de böylece zikredilmiştir. Bundan malum oldu ki fâsid hibe de sahih hibe gibidir. Gizli değildir ki icare de alış veriş gibidir. Yani icarede menfaat satılır.

METİN

Bir kimse «ben şu köleyi satmazsam, şöyle olsun» deyip sonra onu âzâd veya mutlak surette tedbire kesse veya cariyesini ümm-i veled kılsa, satmaya mahal olmamakla şart tahakkuk ettiği için yemini bozulur. Hatta bir kimse kölesine «seni satmazsam, hür ol» deyip sonra onu tedbire kesip veya ümm-i veled kılsa, âzâd olur. Ümm-i velud kılınan cariyenin - Allah'a sığınırız - mürted olup dar-ı harbe gidip sonra esir alınarak köleliğin tekrarına itibar edilmez. Çünkü bu farz edilen suret mevhum olan bir şeydir. «Şu köleyi satmazsam, şöyle olsun» diye yemin eden kimse, o köleyi mukayyed olarak tedbire kesse, yemini bozulmaz.

Bir kimseye zevcesi asen benim üzerime evlenmişsin» deyip o da «benim için olan her bir kadın boş olsun» dese, zevcinin yemin etmesine sebep olan zevcesi de boş olur. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'tan «zevcinin yemin etmesine sebep olan zevcesi boş olmaz» diye rivayet edilmiştir. İmam Serahsî bu kavli sahih görmüştür,

Câmi-i Kadıhan'da «bu kavli meşayıhlarımızdan çoğu almışlardır» diye yazılıdır.

Zahire'de «bu sözü, zevc gazab halinde söylemişse, zevcinin yemin etmesine sebep olan zevcesi de boş olur. Gazab halinde olmazsa, boş olmaz.» denilmiştir.

Bir kimseye «bu zevcenden başka zevcen var mıdır?» diye sorulduğunda «benim için olan her bir kadın boş olsun» dese, kendisine işaret olunan zevcesi boş olmaz. Çünkü «bu zevcenden başka» kavlinin bu işaret olunan kadına ihtimali olmadığı için «benim için olan her bir kadın» ifadesinin altına girmemiştir. Ama birinci ifadedeki «benim için olan her bir kadın boş olsun» sözü. hem zevcinin yemin etmesine sebeb olan kadına hem de başkakadınlara şâmil olur.

Yemini muhafaza etmeye, mahal olan şeyin fevti ile yeminin bozulması üzerine teferru eden meselelerdendir.

Bir kimse zevcesine «şu şeyi şu kabın içine dökmezsen boş ol» deyip sonra zevcesi o kabı kırsa yahut zevcesine «şu güvercini tutup bana getirmezsen boş ol» deyip sonra güvercin uçsa, zevcesi boş olur.

Bir kimse, mahrem(nikâhı ebedi kendisine haram olan)ine «ben seninle evlenirsem, kölem hür olsun» deyip sonra onunla evlense, yemini bozulur. Çünkü yemini mümkün ve mutasavvar olan akde sarfolunur.

«Kûfe'de evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimseye yeminini muhafaza etmenin yolu nikâh akdini Kûfe'nin dışında yapmasıdır. Çünkü muteber olan nikâhın akdedildiği yerdir. Bir kimse «ben dul kadınla evlenirsem, boş olsun» deyip sonra kendi zevcesini boşayıp tekrar onunla evlense, boş olmaz. Çünkü maksadının nikâhı altında bulunan kadından başkası olduğu itibar edilmiştir. Bazıları, lâfzı itibar edip «boş olur» demişlerdir.

Bir kimse «ben falan şahsın kızlarıyla evlenmem» diye yemin edip, halbuki o şahsın o vakit kızı olmasa, sonra o şahsın dünyaya gelen kızıyla evlense, yemin edenin yemini bozulmaz. Bahır.

İZAH

«İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'tan «zevcinin yemin etmesine sebep olan zevcesi boş olmaz» diye rivayet edilmiştir ilh...» Çünkü zevcinin «benim için olan her bir kadın boş olsun» ifadesi zevcesine cevap olarak vakî olmuştur. Zevce, bu ifadeyle zevcesini razı edip ondan başkasının boş olmasını murad etmiştir. Buna göre; zevcin ifadesi mukayyed olmuş olur. Zevcinin yeminine sebep olan bu kadının boş olması ise, sözün umumi olmasıdır. Zevce, sözü cevap üzerine ziyade ettiğinden «benim için olan her bir kadın boş olsun» ifadesi müstakil ifade olmuş olur. Zevcin bu ifadeyle maksadı, zevcesini kendisine itiraz etmekten korkutmak da olabilir. Binaenaleyh bu ifade tereddütle mukayyed olmaz. Zevce bu ifadeyle «benim üzerime evlendin» diyen zevcesinden başkalarının boş olmasını niyet etse, diyaneten tasdik edilir. Umum olan ifadeyi tahsis ettiği için kazaen tasdik edilmez. Bahir.

«Zahire'de ilh...» Zahire'de şöyle zikredilmiştir: Müteahhirin âlimlerden bazıları «halin hakem kılınması lâzımdır. Eğer zevce ile zevç arasında bu ifadeden önce münakaşa geçmişse, zevç bu ifadeyi gazab halinde söylemiş olacağı için bu zevcesi de boş olur. Fakat aralarında bu ifadeden önce münakaşa geçmemişse, bu zevcesi boş olmaz» demişlerdir.

Şemsül'eimmetis-Serahsi »bu kavil benim yanımda güzeldir» demiştir.

Ben derim ki: Bütün metinlerin üzerinde bulunduğu Zahirür'rivaye ile İmam Ebû Yusuf(Rh.A.)'un rivayetinin arası bu şekilde bulunur. Çünkü zevç rıza halinde bu ifadesiyle zevcesine cevap vermeyi ve onu razı etmeyi kasdetmiş olur. Fakat gazab halinde bu ifadesiyle onun da boş olmasını kasdetmiş olur. Bu şekilde izahda iki kavilden her biriyle amel etmek vardır. Böylece alınması lâzımdır.

«Zevcesi boş olur ilh...» Çünkü yemini muhafaza etmesi mümkün olmadığı için yemini bâtıl olmuş olur da zevcesi boş olur.

«Bir kimse mahrem (nikâhı kendisine ebedi haram olan)ine ilh...»

Yani: Neseb yahut süt yahut müsahare (evlenme) yoluyla nikâhları kendisine haram olan kadınlar. T.

«Çünkü yemini mümkün ve mutasavvar olan akde sarfolunur ilh...»

Yani: Mahrem olan kadınlar fil cümle nikâh akdine mahaldirler.

Tatarhaniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «duvarla evlenirsem» veya «merkeble evlenirsem kölem hür olsun» dese yemin-i münakide olmaz. Çünkü bunlar nikâh akdine asla mahal değildirler. Bir kimse bir kadına «ben seni nikâh edersem boş ol» dese bu ifadedeki nikâh lâfzı nikâh akdine sarfolunur.

Bir kimse zevcesine veya cariyesine «seni nikâh edersem şöyle olsun» dese, bu ifadedeki nikâh lâfzı cinsi yakınlığa sarfolunur. Hatta zevcesini boşadıktan sonra cariyesini âzâd ettikten sonra tekrar onlarla evlense, yemini bozulmaz.

«Nikâh akdini Kûfe'nin dışında yapmasıdır ilh...» Yani: «Kûfe'de evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimse nikâh akdini bizzat kendisi veya vekili Kûfe'nin dışında yapsa, yemini bozulmaz. Yemin eden kimsenin kendisi Kûfe'de bulunup vekili nikâh akdini Kûfe'nin dışında yapsa, yine yemini bozulmaz.

«Çünkü muteber olan nikâhın akdedildiği yerdir ilh...» Hatta «Kûfe'de evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimse Basra'da bulunan bir kadınla kadının emri olmaksızın bir fuzuli tarafından Kûfe'de nikâh akdi yapılsa sonra kadın Basra'da iken nikâhına icazet verse, yemini bozulur. Çünkü nikâhın akdedildiği yer ve zaman itibar edilir, nikâha icazet verilen yer ve zaman itibar edilmez.

«Sonra o şahsın dünyaya gelen kızıyla evlense ilh...» Sadru'ş-Şehîd bu, imam Muhammed (Rh.A.)'in kavline muvafıktır.

İmam-ı Azam (Rh.A.)'la İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavillerine muvafık olan Camiu's-Sagir de zikredilmiş olandır. Şöyle ki: Bir kimse «ben filan şahsın zevcesiyle konuşmayacağım» diye yemin edip halbuki o vakit o şahsın zevcesi olmasa daha sonra o şahıs evlenip yemin eden kimse onun zevcesiyle konuşsa, İmam-ı Azam (Rh.A.)'la imam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; yemini bozulur. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; yemini bozulmaz.

Hüccet'te «fetva İmam-ı Azam'la İmam Ebû Yusuf (Rh.Aleyhima)'un kavli üzerinedir» diye zikredilmiştir. Tatarhaniyye.

METİN

Yerleşmiş kaidelerdendir ki nekre (belirsiz) nekrenin altına girer. Meselâ: Bir kimse «şu haneye bir şahıs girerse zevcesi boş olsun» deyip o hâne kendinin olsun veya başkasının olsun oraya yemin eden girerse, yemini bozulur. Çünkü kendisi de nekre olduğu için nekre olan «bir şahıs» lâfzının altına girmiştir.

Marife (belirli) olan şey nekre altına girmez. Meselâ: «Benim haneme» veya «senin hanene bir şahıs girerse, şöyle Olsun» dese gerek yemin edenin, gerekse muhatabın girmeleriyle yeminleri bozulmaz. «Benim haneme» ve «senin hanene» diye izafetle marife oldukları için nekre altına girmemişlerdir.

Keza: Bir kimse kendi başına işaret ederek «şu başa bir şahıs dokunursa şöyle olsun» dese kendisinin dokunmasıyla yemini bozulmaz. Çünkü baş kendisine yaradılışında bitişik olduğu için mütekellim yasına (birinci teklik şahsa) izafetten daha kuvvetli olarak marife olmuştur. Bahir. Musannif bunu talâka aid yemin bahsinde Eşbah'a nisbet ederek zikretmiştir. Ancak marifenin nekrede dahil olmasına yemin eden niyet ederse, marife nekrede dahil olur. Marife, âlem (özel isim) de de dahil olur. Meselâ: Bir kimse «Ahmed'in oğlu Mehmed'in kölesi ile bir şahıs konuşursa şöyle olsun» diye yemin edip kendinin ismi Mehmed babasının ismi Ahmed olup kendi kölesiyle konuşsa, marife, nekre olan «bir şahıs» lâfzının altına girer de yemini bozulur. Çünkü âlemin nekre yerinde kullanılması caizdir. Buna göre yemin eden nekrenin umumundan çıkmıştır. Bahır.

Sarih der ki: Eşbah'ta marife, nekre altına girmez. Ancak marife cezada dahil olur. Yani şart yerinde olan nekrede dahil olur. Meselâ: Bir kimse zevcesine «benim şu haneme bir şahıs girerse, boş ol» deyip bundan sonra zevcesi girse boş olur. Eğer haneye yemin edenin kendisi girerse, yemini bozulmaz. Çünkü marife nekre altına dahil olmamıştır» diye zikredilmiştir. Bu bahsin tamamı Zahiriyye'nin yemin bahsinin üçüncü kısmındadır.

İZAH

«Nekre nekrenin altına girer ilh...» Âleme isim olmada başkaları ör tak olduğu için; zamire muzaf olan kelimenin altında bir takım fertler bulunduğu için; nekre, bir bakıma marife olan kelimelere de şâmildir. Marifeyle murad Zahire'de zikredildiğine göre; her bakımdan bilinen kolime olup kendisinde başkası ortak olmaz. «Şu hâne» ve «şu köle» gibi işaret ismi İle marife olur. «Benim hanem» ve «benim kölem» gibi zamire muzaf olarak marife olur. «Abdullah'ın oğlu Mehmet» gibi marife olan âlem isim «Abdullah'ın oğlu Mehmet'in hanesi» gibi izafetle marife olan isimlere gelince bunlar nekrenin altına girerler. Çünkü âlem isim herbakımdan ortaklığa mani olamaz. Bundan dolayı «Abdullah'ın oğlu Mehmet kimdir?» diye sorulabilir. Böyle âlem isimlerde bir nevi nekre (belirsiz) lik mevcuttur.

«O hâne kendisinin olsun veya başkasının olsun ilh...» Şârih bu ifadesiyle Hasan b. Ziyad'ın ihtilafına işaret etmiştir. Ona göre; hâne yemin eden kimsenin olursa, yemini bozulmaz. Çünkü insan kendi nefsini kendi evine girmekten menetmez. Hasan b. Ziyad'a «insan kızdığı için veya başka bir sebepten dolayı bazan kendi nefsini kendi hanesinden menedebilîr» diye cevap verilmiştir. Nitekim Şerh-i Telhîs'te de böyledir.

«Çünkü kendisi de nekre olduğu için ilh...» Yani: Yemin eden haneyi kendisine izafe etmekle kendisini tayin etmediği için nefsini nekre (belirsiz) kılmıştır. Zira hâne her ne kadar kendisine işaret edilerek zikredilse bile maliki taayyün etmemiştir. Fakat «şu baş» gibi bir cüzüne işaret edilerek zikredilirse, maliki taayyün eder.

«Ancak marife cezada dahil olur ilh...» Aksi de böyledir. Yani marife şart yerinde bulunan nekrede dahil olur. Hasılı: Marife bir cümlede bulunduğunda nekre altında dahil olmaz, iki cümlede olurlarsa marife nekre altına girer. Çünkü bir cümlede bir kelime hem marife hem nekre olamaz. iki cümlede böyle değildir. Meselâ: Bir kimse zevcesine «benim şu haneme birisi girerse sen boş ol» deyip sonra zevcesi o haneye girse - her ne kadar zevcesi «sen» lafzıyla marife olsa bile cezada vaki olduğu için «benim şu haneme birisi girerse» şart cümlesinin altında dahil olduğundan - boş olur. Bir kimse zevcesine «şu işi yaparsan benim zevcelerim boştur» deyip zevcesi de o işi yaparsan benim zevcelerim boştur» deyip zevcesi de o işi yapsa zevcinin diğer zevceleriyle birlikte kendisi de boş olur. Çünkü zevce şartta marife vaki olduğu için cezanın altına girmiştir,

METİN

Bir kimse «Beytullah'a» yahut «Ka'be-i Muazzama'ya yürüyerek gitmek üzerime lâzım olsun» dese, o kimseye memleketinden yaya olarak hac veya umre etmesi vâcib olur. Eğer vasıtaya binerse, nezrine noksanlık verdiği için kendisine bir kurban kesmek lâzım gelir. Eğer «Beytullah» ile mescidlerden birini murad ederse, kendisine bir şey lâzım gelmez.

Bir kimse «Beytullah'a çıkmak veya gitmek» yahut «yaya olarak Harem'e» yahut «Mescid-i Haram'a» yahut «Ka'be-i Muazzama'nın kapısına» yahut «Mîzâb'ına» yahut «Safa'ya» yahut «Merve'ye» yahut «Müzdelife'ye» yahut «Arafat'a gitmek benim üzerime lâzım olsun» dese, kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü bu tabirlerle ihrama girmeyi kabul etmek, örf ve âdet değildir.

Bir kimse, kölesine «ben bu sene haccetmezsem sen hür ol» deyip sonra «haccettim» dese, köle de âzâd olmak için inkâr ederek, Kûfe'de efendisinin kurban kestiğine şehâdet eden iki şahit getirse, şehâdetleri kabus edilmez ve köle âzâd olmaz. Çünkü şahitler haccınyapılmadığına şehâdet etmişlerdir. Kurban ise hüküm altına girmez.

İmam Muhammed (Rh.A.) «o kimsenin kölesi âzâd olur» demiştir.Kemal bu kavli tercih etmiştir. «Oruç tutmayacağım» diye yemin eden kimse oruç tutmak niyetiyle bir saat oruç tutup sonra orucunu bozsa,orucun şartı bulunduğu için yemini bozulur. Eğer yemin eden kimse«tam oruç tutmayacağım» veya «bir gün oruç tutmayacağım» diye yemin ederse mutlak kemale sarf olunacağı için bir gün oruç tutmasıyla yemini bozulur.,

Bir kimse «bugün ben elbette oruç tutacağım» diye yemin etse, halbuki yemini o gün yedikten veya zeval vaktinden sonra olsa, yemini sahih olur ve derhal bozulur. Çünkü yemin, sıhhate itimat etmez. Belki bunda orucun tasavvur ve imkân», unutarak orucu yiyen kimsede yedikten sonra orucun tasavvuru gibi olur. Bu meseledeki hüküm; bir kimsenin kendi zevcesine «bugün namazı kılmazsan boş ol» deyip o anda veya bir rekât namaz kıldıktan sonra zevcesi hayız görse, yeminin sahih, zevcesinin de derhal boş olması gibidir. Çünkü istihazede olduğu gibi kanın devam etmesi, bunda da namaza mani olmayabilir. Ama bardak meselesi ki; meselâ: içinde su olmayan bardağı göstererek «vallahi ben şu bardaktaki suyu içeceğim» diye yemin edildiğinde bu, geçen meselenin hilafına olup bunda yemin bozulmaz. Çünkü fiile mahal olan su asla bulunmadığı için bunda yemini muhafaza etmek hiç bir suretle mümkün ve mutasavvar değildir. Bundan dolayı yapılması mümkün olmayan şeylere edilen yemin, yemin olmaz.

İZAH

«Yaya olarak hac veya umre etmesi vâcib olur ilh...» Yani: Bir kimse «Beytullah'a» veya «Ka'be-i Muazzama'ya yürüyerek gitmek üzerime lâzım olsun» dese istihsanen kendisine memleketinden yaya olarak hac veya umre etmesi vâcib olur. Çünkü bu ifade hac veya umreden birinin vâcib olmasında meşhurdur. Buna göre bu ifadeden zikredilen mânâ mecaz-i lugavî ve hakikat-i örfiyye olur da sanki yemin eden «üzerime hac veya umre nezir olsun» demiş olur. Böyle olmasa kıyas bu ifadeyle o kimsenin üzerine bir şey lâzım olmamasıydı. Çünkü o kimse vâcib olan bir kurbet ve maksud olan bir ibadet olmayan yürümeyi kabul etmiştir. Nezir sıygasının yemin olma ihtimali vardır. Nitekim savm bahsinin sonunda beyanı geçmiştir. Bundan dolayı fukaha «nezir meselelerini yemin bahsinde» zikretmişlerdir. Bu ifadeyle nezreden kimse Mekke-i Mükerreme'de olmazsa, râcih olan kavle göre; Mîkat'tan değil evinden yürüyerek hac veya umre yapması kendisine lâzım olur. İhtilâf evinden ihrama girmediği takdirdedir. Eğer evinden ihrama girerse, ittifakla yürümek kendisine lâzım gelir. Bu ifadeyle nezreden kimse Mekkeli olup ve üzerine lâzım geleni hacc ile eda etmek isterse, Harem-i Şeriften İhrama girer. Diğer hacılar gibi yürüyerek Arafat'a çıkar ve ziyaret tavafını yapar. Eğer üzerine lâzım geleni umre ile eda etmek isterse, Hil'eçıkıp oradan ihrama girer. Hil'e giderken yürümek kendisine lâzım gelir mi? Bunda ihtilaf edilmiştir. Esah olan kavle göre; yürümek kendisine lâzım olur. Çünkü bu ifadeyle üzerine haccı vâcib kılan kimsenin ihramsız olarak memleketinden ihram giymek îçîn ihram mahalline gelinceye kadar yürümesi kendisine lâzımdır. Nehir.

«Eğer vasıtaya binerse ilh...» Yani bütün vakitlerde veya çoğu zaman vâsıtaya binerse, kendisine kurban kesmek vâcib olur. Eğer az bir zaman binerse, kendisine sadaka vermek lâzım gelir. T.

«Yaya olarak Harem'e yahut Mescid-i Haram'a ilh...» Bir kimse «Harem'e yahut Mescid-i Haram'a yürüyerek gitmek benim üzerime lâzım olsun» dese, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; bu tâbirlerle ihrama girmeyi kabul etmek, örf ve âdet olmadığı için kendisine bir şey lâzım gelmez. İmameyn (Rh.A.)'e göre; bu ifadelerle kendisine ya hac ya da umre lâzım gelir. Bunun vechi; bu ifadelerle hac veya umrenin vâcib olmasının İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan sonra örf olması üzerine hamlolunur. Binaenaleyh bu ifadelerle hac veya umrenin vâcib olmasına İmameyn (Rh.A.) kail olmuşlardır. Nitekim bu mesele Fetih'de izah edilmiştir.

«Şehâdetleri kabul edilmez ilh...» Yani İmameyn (Rh.A.)'e göre; kabul edilmez. Çünkü şahitler haccın yapılmadığına şehâdet etmişlerdir. Zira şahitlikten maksud olan haccın yapılmamasıdır. Yoksa kurban kesmenin isbat edilmesi değildir. Kurban kesme kul tarafından taleb edilmediği için şahitler sanki «o kimse hac yapmadı» diye şahitlik yapmış oldular. Halbuki o kimsenin Kûfe'de kurban kesmesi bir keramet olarak hac yapmasına zıd değildir.

«Orucun şartı bulunduğu için ilh...» Yani bir kimse «oruç tutmayacağım» diye yemin edip oruç niyetiyle bir saat oruç tutsa, orucun, şartı olan ibadet kasdıyla yemekten, içmekten ve cinsi muameleden kendini menetmek bulunduğu için yemini bozulur.

«Mutlak ilh...» Yani bir kimse «tam oruç tutmayacağım» veya «bir gün oruç tutmayacağım» diye yemin etse, bîr gün oruç tutmadıkça yemin! bozulmaz. Çünkü bu ifadelerle şer'an muteber olan oruç murad edilmiştir ki; o da en az bir gündür. Bundan dolayı bir kimse «Allah için üzerime oruç lâzım olsun» dese, icma ile kendisine tam bir gün oruç tutmak vâcib olur. Keza: «Allah için üzerime namaz lâzım olsun» dese, biz Hanefilerce; kendisine iki rekât namaz vâcib olur. Zira bir şey mutlak olarak söylenince kemaline sarfolunur. Orucun kemali bir gün, namazın-ki ise iki rek'attır.

«Unutarak orucu yiyen kimsede yedikten sonra orucun tasavvuru gibi ilh...» Yani yeme, içme ve cinsi yakınlıktan kendini menetmekten ibaret olan orucun hakikati unutarak yemekle mevcut olmadığı halde Sâri (Allah veya Resulü) onu oruçlu saymıştır. Hayızla beraber, namaz da tasavvur edilebilir. Çünkü hayız, kadınlardan âdet kanının gelmesidir. Adet kanınamazın meşru olmasına münafi olmayabilir. Görmez misin ki müstahazâ (kendisinden üç günden az on günden fazla kan gelen kadın) hakkında namaz meşrudur! Yani Allah-ü Teâlâ hayızla beraber namazı meşru kılsaydı, mümkün olurdu.

METİN

«Namaz kılmayacağım» diye yemin eden kimsenin, bir rekât kılmasıyla yani birinci rekâtın secdesini yapmasıyla yemini bozulur. Efendi, kölesine «bir rekât namaz kılarsan hür ol» dese, kölesi iki rekâtlı namazdan ancak bir rekâtını kıldığında âzâd olur. Çünkü bir rekât ancak böyle gerçekleşir.

«Tam bir namaz kılmayacağım» diye yemin eden kimse, her ne kadar sonunda oturmasa bile iki rekât kıldığında yemini bozulur. Fakat «öğle namazını kılmayacağım» diye yemin eden kimsenin yemininin bozulması için namazın sonunda oturması şarttır.

«Hiç bir şahsa imam olmayacağım» diye yemin eden kimse, kendi başına namaza başladıktan sonra bir cemaat kendisine uysa, her ne kadar hiç bir şahsa imamlık yapmamayı kasdetse bile yemini bozulur. Çünkü imamlığa niyet şart olmadığı için onlara imamlık yapmıştır. Eğer hiç bir şahsa imamlık yapmamaya niyet ederse, bu kavlinde diyaneten tasdik olunur. Hiç bir şahsa imamlık yapmayacağına dair yemin eden kimse, namaza başlamadan önce hiç bir şahsa imam olmamaya şahit tutsa, sonra kendisine bir cemaat uysa, yemini kazaen de, diyaneten de bozulmaz. Her ne kadar cuma namazında olsa bile îstihsanen cemaatin ona uyması sahihtir. Nitekim bu yemin eden kimse, bir cemaate cenaze namazında veya tilâvet secdesinde imamlık yapsa, yemini bozulmaz. Çünkü yemini mutlak namaza sarfolunmakla kâmil olan namaz murad edilir. Cenaze namazı ile tilâvet secdesi ise kâmil değildirler. Ama nafile namazda imam olsa, her ne kadar nafile namazda imam olmak yasak edilmiş ise de, yemini bozulur.

FER'Î MESELELER: Bir kimse, kölesine «namaz kılarsan hür ol» deyip sonra köle «namaz kıldım» diye iddia edip efendisi inkâr etse, meşakkatsiz kölenin namaz kıldığını bilmek mümkün olduğu için âzâd olmaz.

Bir kimse, zevcesine «namazı terkedersen boş ol» deyip sonra zevcesi namazı kâza etse, zahir olan kavle göre, boş olur.

Bir kimse «namazı vaktinden tehir etmedim» diye yemin etse, halbuki uyku sebebiyle namazı kâza etmiş olsa, Bâkaanî «bu yemin edenin yemini bozulmaz. Çünkü «uyuyan kimsenin kâza ettiği vakit, o kâza olunan namazın vaktidir» diye hadis-î şerif mevcuttur» demiştir.

İki hades (abdestsizlik ve cünüplük) toplansa, temizlik ikisinden de olmuş olur. Bir kimse «bugün elbette beş vakit namazı cemaatle eda edeceğim ve zevcemle cima' edipyıkanmayacağım» diye yemin etse, sabah, öğle, ikindi namazlarını cemaatle eda ettikten sonra zevcesiyle cima. edip güneş battıktan sonra gusledip akşam ve yatsı namazlarını cemaatle kılsa, yemini bozulmaz.

İZAH

«Bir rekât kılmasıyla ilh...» İstihsanen yemini bozulur. Çünkü namaz çeşitli fillerden ibaret olduğu için hepsi bulunmadıkça namazın hakikati tamam olmaz. Hakikat bir cüzün bulunmamasıyla müntefi olur. Oruç böyle değildir. Oruç bir rükün olup ikinci cüzle tekerrür eder.

«Ka'de-i ahîre (namaz sonunda oturuş) namazın rükünlerindendir. Halbuki bir rekâtlı namazda ka'de-i ahîre bulunmadığı için «namaz kılmayacağım» diye yemin eden kimsenin bir rekât kılmasıyla yemininin bozulmaması lâzımdır» diye i'tiraz eden kimseye «gerçek olan, namazın hakiki rükünleri beştir, ka'de-i ahîre ise zaid olan rükün olup namazı bitirmek için vâcib olmuştur. Binaenaleyh yeminin bozulması hususunda ka'de-i ahîre rükün olarak itibar edilmemiştir» diye cevap verilir. Fetih.

«Yani birinci rekâtın secdesini yapmasıyla ilh...» «Namaz kılmayacağım» diye yemin eden kimse birinci rekâtın secdesini yapmak için yere alnını koymasıyla yemini bozulur. Çünkü secdenin hakikati başın yere konmasıyla tamam olur. Başın yerden kaldırılması şart değildir. Fetih'te beyan edildiği üzere râcih olan kavil budur.

«Bir rekât ancak böyle gerçekleşir ilh...» Yukarda geçtiği üzere namaz dört rüknün bulunmasıyla gerçekleşir. Fakat «bir rekât namaz kılarsan hürsün» dediğinde namazın hakikati üzerine bir rekâtı ziyade etmiştir ki bu da iki rekâtlı namazın evvelki rekâtıdır. Hatta köle bir rekât kılıp da konuşsa âzâd olmaz. Çünkü bu sûreten rekâttır, ama namaz olan rekât değildir. Zira bir rekât namaz memnudur.

«Her ne kadar tonunda oturmasa bile ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «tam bir namaz kılmayacağım» diye yemin etse yemininin bozulması iki rekâttan sonra Tahiyyat okuyacak miktar oturmasına bağlı mıdır? değil midir? Bunda fukaha ihtilaf etmişlerdir. Zahir olan kavle göre yemin eden kimse «mutlak surette namaz kılmayacağım» diye yemin etmişse, ka'de-i ahire zaid rükün olduğu (cin Tahiyyat miktarı oturmadan iki rekât namaz kılınca yemini bozulur. Eğer sabah namazı veya fecrin iki rekât namazı gibi farz olan namaz üzerine yemin etmişse, Tahiyyat miktarı oturmadıkça yemini bozulmaz.

İnaye'den naklen Nehir'de zikredilmiştir ki; namaz Tahiyyât miktarı oturmaksızın şer'an muteber sayılmaz. İki rekât namaz tam bir namazdan ibarettir. Bunun tamamı ise şer'an ancak sonunda Tahiyyat miktarı oturmakla olur. Hasılı Tahiyyat miktarı oturmak mutlaka lâzımdır. Bu zikredilenin hepsi Zahiriyye'den naklen Bahır'da beyan edilene muhaliftir.

Bahır'ın ibaresi şöyledir: Zahir ve râcih olan kavle göre; yemin eden kimse «tam bir namaz kılmayacağım» diye mutlak namaz üzerine yemin etmişse, iki rekât namaz kılıp Tahiyyat miktarı oturmasa bile yenlini bozulur.

«iki rekâttı olan farz namazını kılmıyacağım» veya «dört rekâtlı farz namazını kılmıyacağım» diye yemin edip iki rekât kılarak Tahiyyat miktarı oturmasa bile yine yemini bozulur. Ama «öğle namazını kılmayacağım» diye yemin etse, dört rekâttan sonra Tahiyyat miktarı oturmadıkça yemini bozulmaz. Fakat burada zıtlık vardır. Çünkü «ben farz namazını kılmayacağım» ifadesi ile «öğle namazını kılmayacağım» ifadesi arasında hiç bir fark yoktur. Teemmül et!

Tatarhaniyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse öğle namazını yahut sabah namazını yahut akşam namazını kılmayacağım diye yemin etse, bu namazların sonlarında Tahiyyat miktarı oturmadıkça yemini bozulmaz.

Bana öyle geliyor ki: İnâye'den naklen Nehir'de zikredilen kavil râcihdir. Bu izah'tan «bir rekât kılmayacağım» ifadesinde de Tahiyyat miktarı oturmanın şart olduğu» malum olmuştur. Eğer Tahiyyat miktarı oturulmazsa bu rekât sûreten rekât olup hakikaten rekât olmaz.

«Onlara imamlık yapmıştır ilh...» Yani: Görünüşte onlara imamlık yapmıştır.

Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Yemin eden kimsenin hiç bir şahsa imam olmamayı kasdetmesi kendisiyle Allah arasında olan bir istir, sonra Zahiriyye sahibi «Nâtıf"ide «bir kimse hiç bir şahsa imam olmamayı niyet ederek namaza başlayıp sonra iki kişi kendisine uysa yemini bozulmaz. Çünkü yemininin bozulmasının şartı imam olmayı kasdetmesidir ki bu da bulunmamıştır» diye zikredilmiştir» demiştir. Bu ifadeden anlaşılan yemin eden kimsenin yemini kazaen, de bozulmaz. Bu meselede iki kavil vardır: Birinci kavle göre; yemin) bozulur, ikinci kavle göre; yemini bozulmaz. Çünkü yemin eden kimse imam olmayı kasdetmeyerek tek başına namaza başladığı açıktır, imam olmaya niyet etmek lâzım olmadığı için cemaatın bu yemin eden kimseye uymaları sahihtir. Bundan dolayı yemin eden kimse «hiç bir şahsa imam olmuyorum» diye şahid tutup namaza başladıktan sonra kendisine bir cemaat uysa, cemaatin uymaları sahih olmakla beraber yemin eden kimsenin yemini bozulmaz. Çünkü imam olan kimsenin imam olmaya niyet etmesi sevabın hasıl olması için şarttır, yoksa kendisine uyulmanın sahih olması için şart değildir.

«Her ne kadar cuma namazında olsa bile istihsanen cemaatin ona uyması sahihtir ilh...» Çünkü cumada cemaat şarttır,.bu da bulunmuştur. Fetih.

Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: «Hiç bir şahsa imam olmayacağım» diye yemin eden kimse insanlara cuma namazını kıldırıp kendisi yalnız kılmaya niyet ederse deşart olan cemaat bulunduğu için istihsanen cemaatin ona uyması sahih olur. Bunun muktezası bu yemin eden kimse «ben hiç bir şahsa imam olmuyorum» diye şahit tutup namaza başladıktan sonra cemaat kendisine uyarsa, yemini asla yani diyanehit tutup namaza başladıktan sonra kendisine uysalar, yemini diyaneten niyet edip namaza durduktan sonra kendisine cemaat uysa. kazaen yemini bozulur, diyaneten bozulmaz.

Lâkin Bezzaziye'de zikredilmiştir ki: Cuma namazından başka bir namazda namaza başlamadan önce tek başına namaz kılacağına dair şahit tutup namaza başladıktan sonra kendisine uysalar, yemini diyaneten de kazaen de bozulmaz. Bu ifadenin mânâsı cuma namazında her ne kadar tek başına namaz kılacağına dair şahit tutsa bile kazen yemini bozulur. Galiba bunun vechi şu olacaktır: Şüphesiz cumada cemaat şart olduğundan cumayı kılması için ileri geçmesi imam olduğu içindir. Teemmül et!

«Cenaze namazı ile tilâvet secdesi kâmil değildirler ilh...» Zahiriyye'-de zikredilmiştir ki; bir kimse «imam olmayacağım» diye yemin etse. bu yemini rükûlu, secdeli olan mutlak namaza, sarfolunur. Cenaze namazında veya tilâvet secdesinde imam olsa, yemini bozulmaz.

«Yasak edilmiş ise de ilh...» Yani: Bir kimse «hiç bir şahsa imam olmayacağım» diye yemin ettikten sonra çağırma yoluyla toplanıp nafile namazda dört kimseye imam olsa, her ne kadar cemaatla bu şekilde nafile namaz kılmak yasaklanmış ise de, yemini bozulur. T.

«Bâkaanî ilh...» Yani bir kimse «namazı vaktinden tehir etmedim» diye yemin edip halbuki uyku sebebiyle namazı kâza etmiş olsa, Bâkaanî'ye göre; yemini bozulmaz. Çünkü uyuyanın kâza ettiği vakit o kâza olunan namazın vaktidir. Fakat örfte bu namaza vaktinden tehir edilmiş denilir.

Bezzaziye'de zikredilmiştir ki; eğer vakitten önce uyuyup vakitten sonra uyanırsa, yemini bozulmaz. Vakit girdikten sonra uyursa yemini bozulur.

«İki hades (abdest ve cünüplük) toplansa temizlik ikisinden de olmuş olur ilh...» Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «şu zevcimle cima'dan dolayı yıkanmayacağım» diye yemin edip de sonra ona cinsi yakınlıkta bulunsa daha sonra başka bir zevcesine de cinsi yakınlıkta bulunsa veya bunun aksini yani önce başka bir zevcesine daha sonra yemin ettiği zevcesine cinsi muamelede bulunsa sonra gusletse, bu gusül her ikisi için yapılmış olacağından yemini bozulur.

Keza: Bir kadın «cünüplükten veya hayzdan dolayı yıkanmayacağım» diye yemin edip de cünüp olsa ve âdet görse sonra gusletse bu gusül her ikisi için yapılmış olacağı için yemini bozulur.

İmam Cürcani «cinsleri gerek bir olsun gerek ayrı olsun birincisi için yapılmış olur. Meselâ: «Burun kanından abdest almayacağım» diye yemin eden kimsenin önce burnu kanayıpsonra bevl yapsa, abdesti burnu kanadığı için almış olur» demiştir.

Ebû Cafer «iki hadesin cinsi bir olursa evvelkisi için cinsleri ayrı olursa ikisi için temizlenmiş olur» demiştir.

Zâhd Abdülkerim «biz «iki hadesten hangisi galîz ise abdestin onun için alındığını eğer iki hadis müsavi olurlarsa, abdest her ikisi için alındığını» zannediyorduk. Sonra İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan her ikisi için abdest alınmış olacağına dair rivayeti bulduk ve İmam-ı Azam (Rh.A)'ın kavline

döndük» demiştir.

İhtilafın faydası şu meselede ortaya çıkar: Bir kimse «burun kanından dolayı abdest almıyacağım» diye yemin edip de burnu kanasa sonra bevl edip abdest alsa ihtilafsız yemini bozulur. Eğer önce bevl edip sonra burnu kanayıp abdest alsa İmam Cürcani'nin kavline göre; yemini bozulmaz. Ebû Cafer'in kavline göre yemini bozulur. Tatarhaniyye.

Ben derim ki: Bununla malum oldu ki sarihin kesin olarak yemini bozulur dediği kavil Zahirür'rivaye'dir.

«Yemini bozulmaz ilh...» Çünkü guslü geceleyin olup gündüzleyin olmamıştır. Fetevây-ı Kübrâ'dan naklen Hindiyye'de böylece zikredilmiştir. Fakat buna itiraz olunur. Eğer «gün» den muradı yemin ettiği vakitten itibaren güneş batıncaya kadar kalan zurnan olursa, yemini beş vakit namaza iken üç vakit namazı cemaatle kılmasıyla nasıl yeminini muhafaza etmiş olur. Eğer «gün» den muradı beş vakit namazı karinesiyle geceye şâmil olan vakit olursa bunun muktezası gerek gece yıkansın gerek gündüz yıkansın yeminin bozulmasının şartı olan gusül bulunduğu için yemininin bozulmasıdır. Zira buna göre geceleyin ve gündüzleyin gusletmemek olur da «elgâz» da cemaatle namaz kılmanın dahli ve tesiri olmaz. Teemmül et!

Ben derim ki: Galiba bunun vechi yemini zahiri itibariyle yemin ettiği andan itibaren günün geriye kalan kısmı üzerine yapılmış olur. Beş vakit namazın zikredilmesiyle geceye şâmil olan vaktin murad edilme ihtimali vardır. Zevcesiyle gündüzleyin cima' edip yıkandığı takdirde yakinen yemini bozulur.

Keza: Akşamleyin cima edip yıkanırsa, yine yemini bozulur. Çünkü her iki ihtimale göre yeminin bozulmasının şartı bulunmuştur. Ama gündüz zevcesiyle cima edip güneş battıktan sonra yıkandığı takdirde «gün» ile yemin ettiği andan itibaren günün geriye kalan zamanı murad edilme ihtimali olduğu için yeminin bozulmasının şartı bulunmamıştır. Eğer gün ile geceye şâmil olan vakit murad edilirse, yeminin bozulmasının şartı bulunmuş olur. Binaenaleyh şek ile yemin bozulmaz. Sonra benim için başka bir cevap zahir oldu: Bu yemin yalnız gündüz üzerine yapılmış olur. Fakat gündüzleyin beş vakit namazın edası mümkün olmayınca bu yemini şer'an bütün namazların vaktinde eda edilmesine sarfolunur. Nitekim bir kimse «ben mahremim (nikâhı ebedi haram olan)la evleneceğim» diye yemin edip de mahremiyle evlense, yemini bozulur. Çünkü yemini tasavvur ve mümkün olan şeye sarfolunur. Bu takdirde «ben beş vakit namazı cemaatle kılacağım ve zevcemle cima edip yıkanmayacağım» diye yemin eden kimse her namazı vaktinde kılıp güneş batmadan önce zevcesiyle cima edip güneş battıktan sonra yıkanırsa, yemini bozulmaz. Eğer gündüzleyin cima edip yıkanırsa, yemini bozulur. Çünkü gündüzleyin cima edip yıkanmayacağına dair yemin etmişti. Eğer akşamleyin cima edip guslederse, yine yemini bozulur. Çünkü gündüzleyin cima edeceğine yemin etmiştir.

Zannederim ki; murad olan vecih budur. Bununla bütün itirazlar defedilmiş olur. İşin hakikatini Allah-ü Teâlâ hazretleri bilir.

METİN

Bir kimse «haccetmeyeceğim» diye yemin etse, bu yemini sahih olan hac üzerine yapılmış olur, buna göre fâsid hac ile yemini bozulmaz. İmam Muhammed (Rh.A.)'e göre; bu, Arafat'ta vakfeye durmadıkça bozulmaz. Ebû Yusuf'a göre ise; farz olan tavafın ekserisini yapmadıkça bozulmaz.

Buhara'nın büyük fakihlerinden Allâme Ömer b. Muhammed El-Akîfî EI-Ensarî Minhac adlı eserinde İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavliyle kesin olarak hüküm vermiştir. Bu zat Buhara'da beş yüz yetmiş tarihinde vefat etmiştir. Umre hakkında yapılan yeminde de umrenin rüknü olan tavafın ekserisini yani dört şavtını yapmadıkça yemini bozulmaz.

Bir kimse zevcesine «senin eğirdiğin iplikten elbise giyersem hediy: Mekke-i Mükerreme'de vereceğim sadaka olsun» dese yeminden sonra zevç biraz pamuğa mâlik olup o pamuğu zevcesi eğirip elbise dokuyup zevci giyse o elbise İmam A'zam (Rh.A.)'a göre; hediy olur. O kimseye onun kıymetini Mekke-i Mükerreme'de tasadduk etmesi lâzım gelir, başka yerde tasadduk etmesi caiz olmaz. İmameyn (Rh. Aleyhima) ise; yemin eden kimsenin yemin ettiği günde pamuğun mülkünde olmasını şart kılmışlardır.

Sarih «bizim memleketimizde İmameyn (Rh. Ateyhima)'in kavliyle fetva verilir. Çünkü Arabistan'da kadınlar ekseri kendilerinin ketenlerinden veya pamuklarından eğirip dokurlar. Arabistanın dışında kalan memleketlerde İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın kavliyle fetva verilir. Çünkü bu memleketlerde kadınlar kocalarının keteninden ve pamuğundan eğirip dokurlar.» diyor.

Bjr kimse «zevcemin eğirmiş olduğundan giymeyeceğim» diye yemin edip sonra onun eğirip dokuduğu uçkuru kullansa. İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'a göre; yemini bozulmaz. Fetva ancak bunun kavliyle verilir. Çünkü örfte uçkur kullanmaya giyme denilmez. Bir kimse «falan şahsın dokuduğu kumaştan elbise giymeyeceğim» diye yemin edip sonra o şahsın kölesinin dokuduğu kumaştan giyse, bizzat kendisi dokumacı Olursa, yemin edenin yeminibozulmaz. Eğer o şahısın kendisi dokumacı olmazsa kölesine emretmesi murad edilerek mecaz mânâsı taayyün edeceği için yemin edenin yemini bozulur.

İZAH

«Minhac adlı eserinde İmam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un kavliyle kesin olarak hüküm vermiştir ilh...»

Telhîsü'l-Camii'l-Kebîr'de zikredilmiştir ki: Şüphesiz hac, namaz gibi çeşitli fiillerden İbarettir. Buna göre yemin bu fiillerin hepsine şâmil olur. Bu da ancak ziyaret tavafının ekserisini yani dört şavtını yapmakla olur. Yani «ben haccetmeyeceğim» diye yemin eden kimse, ziyaret tavafının dört şavtını yaparsa, yemini bozulur. Eğer ziyaret tavafım yaparken zevcesine cinsi yakınlıkta bulunursa, yemini bozulmaz. Çünkü hacdan maksud olan kurbet ve ibadettir. Binaenaleyh yemin sahih olan hacca şâmil olmuştur. Nitekim namaz da böyledir.

«Umre hakkında yapılan yeminde de ilh...» Yani: Bir kimse «umre yapmıyacağım» diye yemin etse umrenin rüknü olan tavafın ekserisini yani dört şavtını yapmadıkça yemini bozulmaz.

Mekke-i Mükerreme'de vereceğim sadaka olsun ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Burada hediy, Mekke-i Mükerreme'de verilen sadakadır. Çünkü hediy; Allah'a manen yaklaşmak için Harem-i Şerife gönderilen şeyin ismidir.

Bir kimse hediy olarak bir koyun veya bir deve nezretse, bu hayvanın ancak Harem-i Şerifte boğazlanıp tasadduk edilmesiyle nezir vecibesini yerine getirmiş olur. Bu hayvanın kıymetini gönderse, kifayet etmez. Bazıları «koyunun kıymetinin gönderilmesinde iki rivayet vardır» demişlerdir. Harem-i Şerifte nezrettiği hayvan boğazlandıktan sonra çalınsa, nezreden kimseye başka bir hayvanı kesmesi lâzım gelmez. Bir elbiseyi hediy olarak nezretse, elbisenin kendisini veya kıymetini Mekke-i Mükerreme'de tasadduk etmesi kifayet eder. Hâne gibi gayri menkul olan bir şeyi hedy olarak nezretse, bu gayri menkulün kıymetini nezretmiş olur.

«Yeminden sonra ilh...» Eğer zevce yemin ettiği vakit pamuğa mâlik olup zevcesi onu eğirip dokusa, zevci o elbiseyi giyerse, ittifakla o elbise hediy olur. Bahir.

«İmameyn ise; yemin eden kimsenin yemin ettiği günde pamuğun mülkünde olmasını şart kırmışlardır ilh.. » Çünkü nezir ancak ya mülkte ya da satın alma gibi mülke sebep olan şeye muzaf kılmakla sahih olur. Zevcesine/ «senin eğirdiğin iplikten giyersem o hediy olsun» diyen kimsenin yemin ettiği vakit kendinin mülkünde iplik ve pamuk olmayıp sonradan satın aldığı pamuğu zevcesi dokuyup elbise yapsa, giydiğinde bu elbise hediy ölmez. Zira zevcesinin eğirip dokuması ve kendisinin elbiseyi giymesi mülkün sebeplerinden olmadığı için nezrin sahih olmasının şartı bulunmamıştır.

«Çünkü Arabistan'da kadınlar ekseri kendilerinin ketenlerinden veya pamuklarından eğirip dokurlar im...» Yani; bir kimse zevcesine «senin eğirdiğin iplikten elbise giyersem o hediyolsun» dese sonra zevcesi kendi keteninden ve pamuğundan iplik eğirip elbise dokusa, bu elbiseyi zevci giyerse İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; yemini bozulmaz. Çünkü nezrin şartı olan mülke veya mülkün sebebine izafet bulunmamıştır. T.

«Bir kimse «zevcemin eğirmiş olduğundan giymeyeceğim» ilh...»

Yani; bir kimse «zevcemin eğirmiş olduğundan giymeyeceğim» diye yemin ettiğinde niyeti bulunmazsa, bu yemini eğirmiş olduğu iplikten yapılan elbiseye sarfolunur. Eğer eğirmiş olduğu ipliğin kendisini giymeme-ye niyet ederse, sözünün hakikat mânâsına niyet etmiş olduğu için eğirmiş olduğu iplikten yapılan elbiseyi giymekle yemini bozulmaz.

METİN

Nitekim «zinet takınmayacağım» diye yemin eden kimsenin kendisi her ne kadar erkek olup kaşsız olursa da altın yüzük yahut inci gerdanlık yahut zeberced gerdanlık yahut zümrüt gerdanlık takınmasıyla imameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; her ne kadar bu gerdanlıklar cevher ile işlenmemiş olsalar bile yemini bozulur, İmam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; bu gerdanlıklar cevherle işlenmemiş olurlarsa, zinet sayılmadıklarından yemini bozulmaz. Fakat fetva İmameyn (Rh.Aleyhima)'in kavilleriyle verilir.

«Zinet takınmayacağım» diye yemin eden kimse gümüş yüzük ta-kınsa, gümüş yüzüğün erkeklere helâl olmasının delaletiyle yemini bozulmaz. Ancak gümüş yüzük kadınların yüzüğünün heyeti üzere kaşlı olarak yapılmışsa, sahih olan kavle göre; yemini bozulur. Zeylaî. Eğer yüzük altınla yaldızlanmış olursa, lâyık olan bununla yemininin bozulmasıdır. Nehir. Nitekim ayağın ve elin bileğine takılan gümüş bilezikle yemin bozulur.

Bir kimse «yer üzerine oturmayacağım» diye yemin edip sonra yerden ayıran tahta yahut post yahut kilim yahut hasır gibi şeyler üzerine otursa yahut «şu döşek üzerinde uyumayacağım» diye yemin edip sonra onun üzerine başka bir döşek koyup onun üzerinde uyuşa yahut «şu karyola üzerinde oturmam» diye yemin edip o karyolanın üzerine başka bir karyola koyup onun üzerine otursa, bu üç surette yemin eden kimsenin yemini bozulmaz. Nitekim döşeğin içinde olan yünü veya yüzünü çıkarıp yünün üzerine veya yüzü üzerine otursa örfte bunlara döşek denilemeyeceği için yemini bozulmaz. Son iki suret yani döşek ile karyola nekre (belirsiz) olarak söylenseler, gerek üzerlerine kendilerinin cinsinden bir şey konulsun ve gerekse konulmasın, nekre olan lâfız üsttekine ve alttakine şâmil olduğu için yemini bozulur.

Kudûrî'de «nekre olarak söylenen karyolanın üstüne başka bir karyola konulup yemin eden onun üzerine oturduğunda yemini bozulmaz» diye zikrolunan ifadedeki karyolayı Cevhere sahibi lam ile marife olan karyolaya hamletmiştir.

Bir kimse «şu karyolanın» veya «şu geminin tahtaları üzerinde uyumayacağım» diye yeminedip sonra onun üzerine bir döşek serip uyuşa yemini bozulmaz. Çünkü o. karyolanın veya geminin tahtaları üzerinde uyumarmştır, Şerhin nüshaları ki Minah'da ibare izah edilen minval üzere zikredilmiştir. Fakat lâyık olan «yemin etse» gibi teşbih edalıyla kelâmın sonuna Kadar zikredilmesi yahut bu kelâmı ilerde zikredilecek çarşaf meselesinden meramın sahih olması için tehiriydi. Nitekim zeki kimselere gizli değildir.

Sarih «bizim memleketimiz Şam Dımaşkında mevcut olan metin nüshalarının çoğunda da teşbih edalıyladır.» demiştir. «Döşek» veya «karyola üzerinde uyumayacağım» diye yemin eden kimse döşeğin üzerine çarşaf serip yahut karyola üzerine kilim veya hasır serip onun üzerinde uyuşa, yemini bozulur. Çünkü örfte çarşaf yatağa kilim veya hasır «karyola üzerinde uyumayacağım» diye yemin eden kimse döşeğin üzelar üzerinde uyuyan yatak üzerinde veya karyola üzerinde uyumuş veya oturmuş sayılır. Ama yukarda geçen üç mesele bunun gibi değildir.

Bir kimse «yer üzerinde yaya yürümeyeceğim» diye yemin edip sonra yer üzerinde ayakkabı veya mestle yahut taşlar üzerinde yürüse. yemini bozulur. Yaygı üzerinde yürürse, yemini bozulmaz.

FER'î MESELE: Bir kimse zevcesine «senin elbisen» veya «döşeğin üzerinde uyursam şöyle olsun» dese bedeninin ekserisi itibar olunur ki eğer bedeninin ekserisi onun elbisesi veya döşeği üzerinde olarak uyursa, yemini bozulur, aksi takdirde bozulmaz.

İZAH

«Kendisi her ne kadar erkek olup ilh...» Yani: Erkek olan kimse «zinet takınmayacağım» diye yemin edip gümüş yüzük takınsa, yemini bozulmaz. Çünkü gümüş yüzük erkekler hakkında örfen zinet değildir. Fakat altın zinettir.

«İmameyn (Rh. Aleyhima)'e göre; her ne kadar bu gerdanlıklar cevher ile işlenmemiş olsalar bile yemini bozulur ilh...» imam Malik, imam Şafiî ve İmam Ahmed b. Hanbel (Rh. Aleyhim)'e göre de; bu gerdanlıklar işlenmemiş olsalar bile yemini bozulur. Çünkü bunlar hakikaten zinet olup zinet için takınılır. Allah-ü Teâlâ'nın: «(Allah-ü Teâlâ denizi müsahhar etmiştir) Ondan, giyeceğiniz bir zinet çıkarırsınız.» (En-Nahl Sûresi; âyet 14) kavl-i kerimi, incinin gerçekten zinet olduğuna delâlet eder. Denizden çıkarılan inci ile mercandır, imam-ı Azam (Rh.A.)'a göre; bunlar işlenilmeden zinet sayılmazlar, imam-ı Azam (Rh.A)'ın delili: Bunlar örf ve âdette altın veya gümüşle işlenmeden zinet eşyası değildirler. Yeminlerde asıl olan, örf ve âdettir, yoksa Kur'ân-ı Kerîm'de kullanılan kelimeler nazar-ı itibara alınmaz.

Bazı meşayıh «İmam-ı Azam (Rh.A.)'ın kavline göre gençlerin ve erkeklerin inci takınmasında beis yoktur» demişlerdir. Bazıları «bu, zamana göre ihtilâftır. İmam-ı Azam (Rh.A.) zamanında inci, zeberced ve zümrüt gerdanlıklar altın veya gümüşle işlenmedikçe zinet sayılmıyordu. İmameyn (Rh. Aleyhima) zamanında bu gerdanlıklar işlensin, işlenmesin zinet sayılmıştır. Fetva İmameyn (Rh. Aleyhima)'in kavilleri üzerinedir» demişlerdir. Fetih.

«Gümüş yüzüğün erkeklere helâl olmasının delaletiyle ilh...» Erkeklerin gümüşle süslenmeleri yasaklanmakla beraber gümüş yüzüğü mühür olarak kullanmaları mubah kılınmıştır. Bu şekilde gümüş yüzük takınmaları zinet değildir. Her ne kadar böyle gümüş yüzük takınmalarının zinet olması lâzım gelse bile zinet kasdedilmemiştir. İmam Mâlik. İmam Şafiî. Ahmed b. Hanbel (Rh.A.)'e göre; «zinet takınmayacağım» diye yemin eden kimse gümüş yüzük takınsa, yemini bozulur. Fetih.

«Kaşlı olarak yapılmışsa ilh...» Yani gümüş yüzüğün kaşı olursa erkekler için helâl olmaz. Kûhistani'nin kerahet bahsinde zikredilmiştir ki; gümüş yüzük erkeklerin yüzüğünün heyeti üzere olursa, erkeklerin takınması caizdir. Ama iki veya daha fazla kaşı olursa, haramdır.

Fetih'de zikredilmiştir ki; kadınların yüzüğünün heyeti üzere yapılmış olursa, bir kaşı olsa bile yemini bozulur. Çünkü bu kadınların takındığı yüzüktür. Teemmül et!

«Sahih olan kavle göre ilh...» Bazıları «gümüş yüzük ne şekilde olursa olsun hatta kadınların takındıkları yüzüklerden olsun yemini bozulmaz» demişlerdir.

Fetih'de «bu bazılarının sözü bir tarafa bırakılmaz. Çünkü örfte gümüş yüzük - her ne kadar süs için olsa bile - zinet eşyası değildir» denilmektedir.

«Nitekim ayağın veya elin bileğine takılan gümüş bilezikle yemin bozulur ilh...» Çünkü bu, ancak zinet için kullanılır. Buna göre;, zinet için olmada mükemmel olmuştur. Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir. Tetimme.

Bir kimse «elbise giymeyeceğim» veya «elbise satın almayacağım» diye yemin etse, bu yemini avret mahallini örtecek ve kendisiyle namaz caiz olacak elbise üzerine yapılmış olur. Eğer yaygı yahut keçe yahut takke yahut mendil yahut .peçe yahut sargı giyer veya satın alırsa, yemini bozulmaz. Ancak sargı, peştemal kadar olursa, yemini bozulur. Burada asıl ve kaide şudur: Bir kimse, tayin etmeyerek «ben bir elbise giymeyeceğim» diye yemin etse, bu yemini giyilmesi âdet olan elbise üzerine yapılmış olur. Yani giyilmesi âdet olan bir elbise giyerse, yemini bozulur. Muayyen olan bir elbiseyi giymeyeceğim diye yemin ederse, nasıl elbiseyi giyerse giysin yemini bozulur. Fakat yatarken yorgan üzerine cübbesini örtse, yemini bozulmaz. Bahır.

«Yerden ayıran ilh...» Bir kimse «yer üzerine oturmayacağım» diye yemin edip yerden ayıran tahta, post gibi bir şey üzerine otursa, yemini bozulmaz. Fakat yerden ayıran kendi elbisesi olursa, yemini bozulur. Çünkü üzerindeki elbise yemin edenin kendisine tâbidir. Eğer elbiseyi üzerinden çıkarıp üstüne oturursa, kendisine tâbi olma ortadan kalktığı için yemini bozulmaz. Bahır. Fetih.

Nehir sahibi «biçilmemiş ot üzerine otursa, yemini bozulur mu, bozulmaz mı? görmedim. Lâyık olan ot çok olsa bile bozulmasıdır» demiştir.

«Bu üç surette yemini bozulmaz ilh..» Çünkü bir şey kendi gibi olan bir şeye tâbi olmaz da alttakinden nisbet kesilmiş olur. İmam Ebû Yusuf'tan zahir olmayan bir rivayete göre; yemini bozulur. Zira «ben şu döşek üzerinde uyumayacağım» diye yemin eden kimse yemin ettiği döşek üzerine başka bir döşek koyup onun üzerinde uyuduğunda her ne kadar döşeğin biri diğerine tâbi değil ise de iki döşek arasındaki nisbet kesilmediği için «iki döşek üzerinde uyudu» denilir. Hasılı bir şeyin kendi gibi diğer bir şeye tâbi olmadığını teslim etsek bu kaideyi iki döşek hakkında teslim etmemek bize zarar vermez. Hatta bu döşeklerden her biri hadd-i zatında müstakildir. Her ne kadar iki döşek üzerinde yatan insan ancak üstteki döşek üzerinde yatmış olsa bile «iki döşek üzerinde uyudu» demek örf ve âdet olduğu için yemini bozulur. Fetih.

Ben derim ki: Şimdi örf ve âdet olan da budur.

«Cevhere sahibi lam ile marife olan karyolaya hamletmiştir ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse «döşek üzerinde uyumayacağım» diye yemin edip sonra yemin ettiği döşeğin üzerine başka bir döşek koyup onun üzerinde uyuşa, yemini bozulmaz.

Ben derim ki: «Yemin ettiği döşeğin üzerine başka bir döşek koyup» ifadesindeki «başka bir döşek» lâfzı üzerine yemin edilen döşeğin muayyen olmasını gerektirir ki ikinci döşek birinci döşekten başka olsun. Eğer üzerine yemin edilen döşek nekre olsaydı onun üzerine konulan ikinci döşek üzerine de yemin edilmiş olurdu.

«Bir kimse zevcesine «senin elbisen» ilh...» Muhit'ten naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse zevcesine «ben senin elbisen üzerinde uyursam boş ol» deyip sonra onun yatağında veya onun elbiselerinden birisi üzerinde uyursa, bedeninin ekserisi döşek veya elbise üzerinde bulunduğu takdirde yemini bozulur. Çünkü onun elbisesi üzerinde uyumuştur. Eğer onun yastığına dayanır veya yastığı üzerinde oturursa, yemini bozulmaz. Çünkü onun elbisesi üzerinde uyumamıştır.

 

DÖVME, ÖLDÜRME VE BUNLARDAN BAŞKA ŞEYLERE YAPILAN YEMİNİN HÜKÜMLERİ BÂBI

 

METİN

Bu babın yıkama ve kisveye aid dağınık meseleler adıyla tercüme edilmesi münasiptir. Burada asıl ve kaide şudur: ölü ile dirinin ortak olduğu şeyde yemin ölüm ile hayat üzerine yapılmış olur. Sövme, öpme gibi lezzet, acı. gam veya sevinç veren hayat haline mahsus her bir fiil, hayatla kayıtlanır.

Bundan sonra Musannif bu asıl ve kaideye dayanarak açıklama yapmıştır.

Bir kimse, başka bir şahsa «ben,seni döversem» yahut «ben seninle konuşursam» yahut «ben senin yanına girersem» yahut «ben seni öpersem» yahut «ben sana kisve giydirirsem şöyle olsun» diye yemin etse, bunların herbirinde yemin hayatla kayıtlanır. Hatta bu zikredilen fillere talâkı veya azadı talik etse, yemin eden kimse bu işleri yemin ettiği şahıs öldükten sonra işlese, yemini bozulmaz. Yıkama, taşıma, dokunma ve elbise giydirme hayatla kayıtlanınız. Meselâ: «Falan şahsi yıkamayacağım» yahut «onu taşımayacağım» diye yemin eden kimse bu filleri o şahıs öldükten sonra işlese, yemini bozulur.

«Zevcemi dövmeyeceğim» diye yemin eden kimse -her ne kadar yemini forsça ile yapmış olsa bile- onun saçlarını çekse yahut boğazını sıksa yahut ısırsa yahut tırmalasa bunlara mizah ve latife yoluyla olsa bile yemini bozulur. Fakat bu görüş Hulasa sahibinin tashih eniğine muhaliftir. Bu dövmede kasıt ve irade şart değildir. Bazıları «zahir ve râcih olan kavil üzere kasıt ve irade şarttır» demişlerdir. Haniyye'de ve Siraciyye'de bu kavil ile kesin olarak karar verilmiştir. Ama döğmekte ağrıtıp, acıtmak şarttır. Bu kavil ile fetva verilir. Kamçılardan muayyen adet üzere yemin eden kimseye onların hepsiyle birden vurması kifayet eder. Yalnız her birinin dokunması Ve acıtması şarttır. «Ama döğmenin bedene elem ve acı veren bir fiilin adı olmasını Allah-ü Teâlâ'nın:

«(Eyyûb'a) emrolundu ki; eline otlardan bîr küçük demet al, sonra onunla vur ve yemini bozmuş olma.» (Saffât sûresi; âyet: 44) kavl-i kerimi bozar» denilirse «bu âyet-i kerime Eyyûb (A.S.)'ın zevcesi Rahmet Hanıma hastır» diye cevap verilir. Fetih.

İZAH

«Hayatla kayıtlanır ilh...» Yani: Bu fiillerden her biri hayatta olanlara mahsustur. Dövme .bedene acı ve elem veren bir fiilin adıdır yahut dövme te'dip için olur, te'dip de ancak acı ve elem duymakla hasıl olur. Acı verme ve terbiye etme ölü hakkında tahakkuk etmez. Buna göre kabirde ölüye âzâb edilmez diye itiraz edilemez. Çünkü bütün âlimlere göre; kabirde ölüye elem ve acıyı duyabilecek kadar hayat verilir. Ehli sünnete göre acıyı duymak için vücud uzuvlarının yerli yerinde olması şart değildir. Hatta gözle görülmeyecek derecede dağılmış cüzlere hayat verilir.

Bir kimse «ben falan şahsa kisve giydirmeyeceğim» diye yemin etse, o şahsa hayatta kisve giydirirse yemini bozulur, öldükten sonra giydirirse yemini bozulmaz. Çünkü «kisve»nin mânâsında mülk edindirmek şarttır. Nitekim, keffarette olduğu gibi. Bundan dolayı bir kimse bir şahsa «bu elbiseyi sana kisve olarak verdim» dese, bu elbiseyi o şahsa hibe etmiş .olur. Ölü ise kendisine mülk olarak verilmeye ehil değildir.

Fakih Ebu'l-Leys «yemin forsça ile olursa lâyık olan yeminin bozulmasıdır. Çünkü farsça ifade ile mülk edindirme değil giydirme murad edilir.»

Fukaha'nın «bir kimse hayatta iken ağ veya tuzak kurup adam öldükten sonra ağa veya tuzağa av düşse, bu ava ölen kimse mâlik olur» kavillerine ölen insan da mâlik oluyor diye itiraz edilemez. Çünkü bu mülkiyet sıhhat halindeki vakte ve ağı veya tuzağı kurma zamanına dayanır yahut o av ölenin mülkü diye hükmolunur da ona hakikaten veresesi mâlik olur. kendisi mâlik olmaz. Bir de bu, mülktür, mülk edindirme değildir. Bana zahir olan da budur,

Bir kimse «ben şu şahısla konuşmayacağım» diye yemin edip o şahıs öldükten sonra onunla konuşsa, yemini bozulmaz. Çünkü konuşmaktan maksad anlatmaktır, ölü de ise anlamak düşünülemez. Ama Resûlüllah (SAV.) ehl-i Kalîb'i (ki Bedir'de öldürülmüş olan Kureyş büyüklerinin harp meydanında serilen leşleridir) gördüğünde bunlara: «Rabbinizin sizlere vaad buyurduğu azab ve cezayı hak olarak buldunuz mu?» diye hitab etmişti. Hz. Ömer (R. A.) «bu ruhsuz cifelere mi hitab ediyorsunuz?» dediğinde Resûl-i Ekrem (S.A.V.) : «Nefsim yedi kudretinde olan Cenab-ı Hak'ka yemin ederim ki siz bunlardan daha fazla işitici değilsiniz.» buyurmuşlardır. «Bu hadis-i şerif ölülerin de işitici olduklarına delildir» diye itiraz edilemez. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.)'in ölülere hitab etmesi ve ölülerin Peygamberimiz (SAV.)'in hitabını dirilerden daha ziyade işitici olmaları onun için bir mucizedir.

Allâme Nesefî (Rh.A.) Kâfî'sinde «bu hadis-i şerif mânâ cihetinden sabit değildir. Bu hadis-i şerif. Hz. Aişe (R.Anhâ)'ye eriştiğinde «Resûl-i Ekrem (S.A.V.) üzerine iftira ediyorsunuz. Allah-ü Teâlâ'nın :

«Şüphe yok ki, Allah dilediğini işittirir ve sen kabirlerde bulunanlara işittirici değilsin.» (Fâtır Sürati; âyet : 22) kavl-i kerimi buna muhaliftir» demiştir.» diye cevap vermiştir. Ama Zeylaf (Rh.A.) : «Peygamberimiz (S AV.) 'in ölülere bu hitabının, diriler için bir vaaz ve öğüt olması caizdir» demiştir.

«Fakat bu görüş Hulasa sahibinin tashih ettiğine muhaliftir ilh...»

Hulasa'da zikredilmiştir ki: «Zevcesini döğmemeğe» yemin eden kimse onun saclarını çekse yahut onu ısırsa yahut burnuna dokunup kanatsa, eğer bunları gazap halinde yapmış ise yemini bozulur. Eğer latife ve mizah yoluyla yapmışsa, sahih olan kavle göre yeminibozulmaz.

«Bu dövmede kasıt ve irade şart değildir ilh...» Hatta bir kimse zevcesini döğmemeğe yemin etse, sonra başkasını döğmek isterken yanlışlıkla zevcesine vuracak olsa, dövmekte kasıt şart olmadığı için yemini bozulur. «Döğmekte kasıt şarttır» diyenlere göre; yemini bozulmaz. Çünkü bunda kasıt olmadığı gibi buna örfen döğme de denilmez.

«Kamçılardan muayyen adet üzere yemin eden kimseye onların hepsiyle birden vurması kifayet eder...» Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben köleme yüz kamçı vuracağım» diye yemin etse, sonra yüz kamçıyı bir araya toplayıp hepsiyle birden bir defa vursa eğer acıtırsa, yemini bozulmaz. Eğer acıtmazsa, yemini bozulur. Çünkü bu takdirde sûreten dövme vardır, manen dövme yoktur. İtibar mânâyadır, iki çatalı olan bir sopayla iki çataldan her biri kölenin bedenine isabet etmek şartıyla elli defa vursa yemini bozulmaz. Çünkü yüz dayak vurmuştur. Yüz kamçıyı bir arada toplayıp hepsiyle birden bir defa vursa, bu kamçıların eniyle vurursa, bu kamçıların eniyle vurursa, yemini bozulur. Çünkü bu takdirde kamçıların hepsi kölenin bedenine dokunmamıştır. Eğer vurmadan önce kamçılardan her birinin ucunu dokunacak şekilde düzeltip uçlarıyla kölenin bedenine vurursa, yemini bozulmaz. Eğer kamçılardan bazılarının ucu içerde kalıp kölenin bedenine dokunmazsa, âlimlerden ekserisine göre; yemini bozulur. Fetva da bunun üzerinedir.

Fetih'de zikredilmiştir ki: Bu değneklerden her biri ile tek olarak köle döğüldüğünde acıtacak şekilde olmalıdır.

«Allah-ü Teâlâ'nın ilh...» Birisi «« dövmenin mânâsında acı ve elem verme şarttır. Halbuki Eyyûb (A.S.)'ın zevcesi (Leyya blnti Yakub) bazılarına göre de (Rahmet binti Efrâim bin Yusuf) bir hacet için gidip geç kaldığında, Eyyûb (A.S.) iyi olunca onu yüz değnek vurmak üzere yemin etmişti. Allah-ü Teâlâ kendisine «eline otlardan bir küçük demet al, sonra onunla vur ve yeminini bozmuş olma» buyurmuştur. Bu âyet-i kerimede dövmenin mânâsında acı ve elem vermenin şart olmadığı vardır» diye itiraz ederse, ona «bu âyet-i kerime Eyyûb (A.S.)'ın zevcesine hastır» diye cevap verilir.

Fetih'te zikredilmiştir ki; bu âyet-i kerimenin Eyyûb (A.S.)'un zevcesine has olması kabul edilmemiştir. Çünkü Kitabü'l-Hiyel'de hile (çare arama)'nın caiz olması hususunda bu âyet-i kerimeye temessük edilmiştir.

Keşşafta «bu ruhsat bakidir. Gerçek şudur ki, asla acı ve elem vermeksizin bir demet otla vurulup yeminin bozulmaması, Eyyûb (A.S.)'un zevcesine mahsustur. Bunun Eyyûb (A.S.)'un zevcesine has olması, bilcümle hilenin meşru olmasının baki olmasına münafi değildir. Hatta bir kimse, bir şahsa «ben sana elbette, yüz kamçı vuracağım» diye yemin edip de yüz kamçıyı bir araya getirip onların hepsiyle birden o şahsa vursa, yemini bozulmaz. Fakat bu kamçılardan her birinin o şahsın bedenine dokunması şarttır.» denilmiştir.

METİN

Bir kimse «falan şahsı bin kere döveceğim» yahut «bin kere katledeceğim» diye yemin etse, bu yemini çokluk ve mübalâğaya hamledilir. Nitekim «falan şahsı ölünceye kadar döveceğim» yahut «katledinceye kadar döveceğim» yahut «ne ölü ne diri kendisini bırakıncaya kadar döveceğim» diye yemin edildiğinde mübalâğa murad edilir. «Aklı başından gidip bayılıncaya kadar döveceğim» yahut «yardım ve imdat isteyinceye kadar döveceğim» yahut «ağlayıncaya kadar döveceğim» diye yemin ederse, bu yemini hakikat üzerine hamlolunur.

Bir kimse, ölmüş olan Zeyd hakkında «ben Zeyd'î katletmezsem şöyle olsun» dese, Zeyd'in ölmüş olduğunu bilirse, yemini bozulur; Zeyd'in ölmüş olduğunu bilmezse, yemini bozulmaz. Bu nevi yeminin bahis ve tafsilini musannif «ben elbette semaya çıkacağım» ifadesini beyan ederken zikretmiştir.

Bir kimse «falan şahsı Kûfe'de katletmeyeceğim» diye yemin edip sonra onu köyde dövse, o şahıs Kûfe'de ölse, yemini bozulur. Nitekim «cuma gününde katletmeyeceğim» diye yemin edip de perşembe gününde ölse, yemini bozulur. Aksi yani Kûfe'de dövüp o şahıs köyde ölse, yemini bozulmaz. Çünkü muteber olan, dövme ve yaralamanın yeminden sonra olması şartıyla ölme zamanı ve mekânıdır. Zahiriyye.

Yine Zahiriyye'de zikredilmiştir ki; bir kimse, bir şahsa «sen gelmezsen hatta seni döveyim» dîye yemin etse, ister dövsün, isterse dövmesin bu yemini o şahsın gelmesi üzerine yapılmış olur. «Filan kimseyi görürsem, vallahi onu döveceğim» diye yemin etse, bu yemini acele görmeye niyet etmedikçe, terâhi üzeredir. Yani ne vakit dilerse döver.

Bir kimse, bir şahsa «seni görüp de dövmezsem, şöyle olsun» diye yemin edip sonra dövemeyecek derecede hasta olduğu halde onu görse, yemini bozulur. Eğer «sana mülâki olduğumda seni dövmezsem şöyle olsun» diye yemin edip sonra onu bir mil uzaklıktan görse, yemini bozulmaz. Bahır.

Bir ay ve bir aydan daha fazla olan zaman isterse, ölünceye» kadar olsun fukahaya göre; uzun zamandır. Bir aydan az olan müddet yakın zamandır. Buna göre; «vallahi ben borcumu uzun müddette» veya «yakın müddette ödeyeceğim» yahut «ben onunla uzun müddet konuşmayacağım» veya «yakın müddet konuşmayacağım» diye yemin eden kimsenin yeminindeki, uzak ve yakın müddet yukarıda açıklandığı üzere itibar edilir.

Acele ve seri lâfızları ile muayyen bir müddete niyet edilmezse, yakın zaman murad edilir. Âcil lâfzı ile muayyen bir müddete niyet edilmezse, uzak zaman murad edilir. Eğer bu lâfızlar ile muayyen bir müddete niyet edilmezse, uzak zaman murad edilir. Eğer bu lâfızlar ilemuayyen bir müddete niyet edilirse, niyet edilen müddet murad edilir. Bu lâfızlar ile tahfif olan şeye niyet edilirse, diyaneten tasdik edilir. Bahir.

Bir kimse, bir şahsa «ben seninle meliyyen: Uzun zamandan bir müddet» veya «tavilen: Uzun zaman konuşmayacağa» diye yemin etse. eğer muayyen bir müddete niyet ederse, o müddet murad edilir, muayyen bir müddete niyet etmezse, gerek meliy gerek tavil lâfzı ile bir ay ve bir gün murad olunur. Keza; Zahiriyye'den naklen Bahır'da da böylece zikredilmiştir.

Siraciyye'den naklen Nehir'de «bu zikredilen surette yemin bîr ay üzere yapılmış olur» diye yazılıdır. Atıf edatı olan vavı zikretmeksîzin «şu şahısla keza keza yevmen: Şu kadar şu kadar gün konuşmayacağım» diye yemin etse, onbir gün; eğer atıf edatı olan vavı zikrederek «şu şahısla keza ve keza yevmen: Şu kadar ve şu kadar gün konuşmayacağım» diye .yemin etse, yirmibir gün; eğer «şu şahısla biz'ate aşere konuşmayacağım» diye yemin etse. onüç gün murad edilir.

İZAH

«Çokluk ve mübalağaya hamledilir ilh...» Talik babının sonunda geçtiği üzere bir kimse «ben zevceme bin kere cinsi yakınlıkta bulunmazsam şöyle olsun» diye yemin etse, bu yemini âdet üzerine değil mübalağa ve çokluk üzerine hamlolunur. Bazıları «burada yetmiş adedi çoktur» demişlerdir.

Bir kimse «şu şahsı bin kere öldüreceğim» diye yemin etse, öldürme dövme mânâsına hamlolunur. Yoksa hakiki öldürmek mânâsına hami olunmaz. Ancak niyet ve karîne bulunursa, öldürmeye sarfolunur. Bundan dolayı Dürer'de zikredilmiştir kî: Bir kimse bîr şahsa yalın kılıç hücum edip «ben onu elbette öldüreceğim» diye yemin etse, bu yemini hakiki öldürmek üzere hamlolunur. Eğer sopayla hücum edip «ben onu elbette öldüreceğim» diye yemin etse, bu yemini şiddetli dövmeye hamlolunur.

«Nitekim «falan şahsı ölünceye kadar döveceğim» ilh...» Bu ifadeyle şiddetli dövme murad edilir, imam Ebû Yusuf (Rh.A.) «Eğer yemin eden kimse «ben o şahsı ölünceye kadar kamçıyla döveceğim» diye yemin ederse, bu yemini şiddetli dövmeye hamlolunur, «ben o şahsı kılıçla ölünceye kadar döveceğim» dîye yemin ederse, bu yemini öldürmeye hamlolunur» demiştir. Nitekim Bahır'da da böyle zikredilmiştir. Eğer yemin eden döveceği âleti zikretmeksizin «ben onu ölünceye kadar döveceğim» diye yemin ederse, bu yemini şiddetli dövmeye sarf olunur. Ancak yukarda geçtiği üzere niyeti bulunursa, öldürmeye sarfolunur.

«Ölme zamanı ve mekânıdır ilh...» Bir kimse, «falan şahsı Kûfe'de öldürmeyeceğim» diye yemin edip sonra o şahsı Kûfe'de dövse, daha sonra o şahıs Kûfe'nin köyünde ölse, yemini bozulmaz. Çünkü yeminin bozulup bozulmamasmda muteber olan yeminden sonra dövmeve yaralamanın olması şartı ile ölümün zaman ve mekânıdır. Eğer dövme ve yaralama yeminden önce olursa, yemini bozulmaz. Çünkü yeminin gelecek zamanda olacak bir şey üzerine yapılması şarttır. Geçmiş zamanda olmuş bir şey üzerine yapılamaz.

«Terâhi üzerinedir ilh...» Yani bir kimse «filan şahsı görürsem vallahi onu döveceğim» diye yemin etse. acele görmeye niyet etmedikçe bu yemini hayatının son cüzüne veya üzerine yemin ettiği şahsın ölümüne kadar yapılmış olup ne zaman dilerse, onu döver. Eğer dövme bulunmayıp ikisinden biri ölürse, yemini bozulur.

«Bir mil uzaklıktan görse, yemini bozulmaz ilh...» Bir kimse, bir şahsa «ben sana mülâki olduğumda seni dövmezsem şöyle olsun» diye yemin edip sonra onu bir mil uzaklıktan veya çıkma imkânı olmayan yüksek bir yer üzerinde görse, yemini bozulmaz. Çünkü mülâki olma ancak dövmenin mümkün olacağı yerde olur. örfte bunlara mülâki denilmez.

Ben derim ki: Bu yemin el ile dövme üzerine yapılmışsa, yemini bozulmaz. Eğer ok veya taş ile dövme üzere yapılmışsa, mümkün olanı itibar edilir.

METİN

Bir kimse «falanın borcunu elbette bugün ödeyeceğim» diye yemin etse, o borcu tüccarın reddettiği paradan nebehrece neviyle yahut beytülmalın reddettiği züfûfla ödese yahut Ödedikten sonra ödediği paranın başkasının olduğu ortaya çıksa, yemini bozulmaz. Mükâteb, efendisine kitabet bedelini bu paralardan verse, âzâd olur. Kalay dedikleri madenden yahut iki tarafı gümüş, içi tunç veya bakır settûka denilen paradan ödese, yemini bozulur. Çünkü bunlar dirhem cinsinden değildir. Bundan dolayı bunlar sarf (akçe bozma)ta 'bedel ve selemde' re's-i mal kılınca caiz olmaz. Fakat züfûyla, nebehrece caiz olur.

Miskin, Risale-i Yusufiyye'den nakletmiştir ki: «Nebehrece» nin maden olan katkısı çok olursa alınması caiz olmaz. «Settûka» bakır olduğu, için alınması haramdır. «Züyûf» la borcunu ödemede yemininin bozulmama meselesi fukahanın kendisinde züyûf parayı geçerli para gibi kıldıkları beş meseleden birincisidir.

Bir borçlu alacaklısına «vallahi bugün hakkını vereceğim» diye yemin edip sonra borcunu götürüp hak sahibini bulamayıp kaadıya teslim etse, yemini bozulmaz. Eğer borçlu kaadı olmayan bir yerde olursa, yemini bozulur. Bu kavil ile fetva verilir. Münyetü'l-Müftî'de böylece yazılıdır.

Keza: Borçlu hak sahibini bulup ona borcunu verip o da kabul etmese, borçlu borcunu hak sahibinin arzu ettiği zaman alacağı bir yere koysa, yine yemini bozulmaz. Eğer alamayacağı bir yere koyarsa, yemini bozulur. Zahiriyye.

Yine Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «vallahi ben falan şahsın üzerimde olan hakkını ödeme hususunda gücümün yettiği kadar çalışacağım» diye yemin etse bu yemininimuhafaza etmenin yolu faraza o husus kaadıya şikâyet olunsa kaadıya göre; satılması caiz olan şeylerini satmasıyladır.

Keza: Borcu karşılığı bir şeyi yemin edenin alacaklısına satsa yahut borcu yerine bir şey vererek hak sahibiyle ödeşseler, yine yemini bozulmaz. Çünkü borçlar kendi misliyle ödenir. Alacaklı hakkını borçluya hibe etse, bu ödeme değildir. Çünkü hibe hak sahibi tarafından düşürmek olup ödeşme değildir. Binaenaleyh yemin muvakkat olursa, hibe suretinde yemin bozulmaz. Zira borç.hibe edildiği için yemini muhafaza etmek mümkün değildir. Yemini muhafaza etmenin mümkün olması ise, yeminin bekâsının şartıdır. Yukarıda bardak meselesinde geçtiği üzere ibtidâen yeminin yapılmış olmasının da şartıdır. Buna göre bir kimse «vallahi yarın borcumu ödeyeceğim» diye yemin edip bugün ödese yahut «filan şahsı yarın katledeceğim» diye yemin edip bugün o şahıs ölse yahut «bu ekmeği yarın yiyeceğim» diye yemin edip bugün o ekmeği yese yemini bozulmaz. Zeylaî.

İZAH

«Nebehrece ilh...» Bu kelime arapça değildir. Aslı «nebehrehe» olup hisse manasınadır. Yani bu nevi dirhemlerin gümüş kısmı az olup maden kısmı çoktur. Bundan dolayı bu dirhemleri tacirlerden sıkı olanlar kabul etmez, müsamahakâr olanlar kabul eder. Nehir.

«Züyûfla ilh...» Bu kelime «zeyf»in cemidir. Nitekim fels'in cemi fülûsdur. Misbah. Züyûf da gümüş ile madenin karışımı bir para nevidir. Bunu da tacirler kabul eder, beytülmal kabul etmez. Bu kelime de arapça olmayıp ancak fukahanın kullandığı kelimelerdendir. Bu kelimenin fiili zâfe olup masdarında kıyas olan züyûf'dur, ziyafet değildir. Nitekim Muğrib'de böylece zikredilmiştir. Nehir. Fetih.

«Ödediği paranın başkasının olduğu ortaya çıksa ilh...» Yani: «Bugün ben borcumu elbette ödeyeceğim» diye yemin eden kimse, borcunu nebehrece yahut züyûfla ödese yahut ödediği paranın başkasının olduğu ortaya çıksa, yemini bozulmaz. Hatta züyûf, nebehrece yemin edene geri verilse ve hak sahibi ödediği parayı alacaklısından alsa yine yemini bozulmaz. Mükâteb bu nevi paralardan efendisine kitabet bedeli olarak verip de âzâd olsa, sonra efendisi her ne kadar bu paralan köleye geri verse bile âzâd olmasına bir zarar gelmez.

«Settûka ilh...» Bu kelime settûka veya süttûka okunur. Kuhistânî Fetih'te zikredilmiştir ki: Sîtûka'dan arapçalaştırılmıştır. Yani üç tabaka halindedir, iki yüzü gümüş, içi bakır veya tunçtur. Bakır veya tunç olan madeni, gümüşünden ziyadedir.

«Çünkü bunlar ilh...» Yani: «bugün ben borcumu elbette ödeyeceğim» diye yemin eden kimse kalaydan yahut settûka'dan borcunu ödese yemini bozulur.

Zeylaî, «settûka denilen paranın gümüşü madeninden ziyade olursa, yemini bozulmaz. Aksiyani madeni gümüşünden ziyade olursa, yemini bozulur. Çünkü i'tibar ziyade olanadır.» demiştir.

«Miskin, Risale-i Yüsufiyye'den İlh...» Bu eseri İmam Ebû Yusuf (Rh. A.) haraç ve öşür meseleleri hakkında Harun Reşid için yazmıştır. Bu eserin ibaresi Muğrib'te settûka kelimesi izah edilirken ve Bahir ile Nehir'de Miskin'den nakledilmiştir. Galiba imam Ebû Yusuf (Rh.A.)'un bu eseri yazmaktan muradı hükümdarın cizye ve arazi ehlinden nebehrece ismindeki parayı olmamasıdır. Ama settûka ismindeki parayı alması haramdır. Çünkü bunu almada beytülmalın hakkını zayi etmek vardır.

«Züyûf'la borcunu ödemede yemininin bozulmama meselesi fukahanın kendisinde züyûf parayı geçerli para gibi kıldıkları beş meseleden birincisidir iIh...»

İkincisi: Bir kimse geçerli dirhemlerle bir hâne satın alıp sonra parasını züyûftan verse, o hanede şüfa dâva eden şahıs ancak geçerli dirhemlerle o haneyi alır. Çünkü şüfa sahibi o haneyi satın alınan dirhemlerle alır.

Üçüncüsü: Bir kimse geçerli dirhemlere kefil olup züyûfdan ödese, kendisine kefillik edilen şahıs kefilinden geçerli dirhemleri alır.

Dördüncüsü: Geçerli parayla .bir şey satın alıp sonra satıcıya parasını züyûfdan verse sonra satın alan kimse satın aldığı şeyi murabaha (kâr) yoluyla satsa sermayesi geçerli paradan olur.

Beşincisi: Bir kimse bir şahıs üzerinde olan geçerli dirhemlerden olan hakkını bilmeyerek züyûftan alıp infak etse, sonra bilse İmam-ı Azam ile İmam Muhammed (Rh. Aleyhima)'e göre; almış olduğu züyûf parayı verip geçerli parasını alamaz. Bahır'da da böyle zikredilmiştir.

«Kaadıya teslim etse ilh...» Nâtıfî zikretmiştir ki: Kaadı gaib olan kimsenin yerine bir vekil tayin edip bu vekil gaib olan kimsenin hakkını alırsa, yine yemin edenin yemini bozulmaz. Bazrları «hak sahibi gaib olduğu takdirde yemin eden kimse her ne kadar borcunu kaadıya veya kaadı tarafından tayin edilen vekile vermese bile yemini bozulmaz» demişlerdir. Bazıları «kaadıya verse bile yemini bozulur» demişlerdir. Fakat muhtar olan kavle göre; kaadıya veya kaadı tarafından tayin edilen vekile verdiği takdirde yemini bozulmaz.

«Kaadıya göre; satılması caiz olan şeylerini satmasıyladır ilh...»

Yani: Bir kimse «vallahi ben falan şahsın üzerimde olan alacağını ödeme hususunda gücümün yettiği kadar çalışacağım» diye yemin ettiğinde bu yeminini muhafaza etmenin yolu faraza bu kimse borcunu ödemeyip kaadıya şikâyet edildiğinde kaadının satması caiz olan meselâ elbiseleriyle hanesinden başka olan menkul ve gayrı menkul mallarını satmasıyladır.

«Borcu karşılığı bir şeyi yemin edenin alacaklısına satsa ilh...» Yani: Bir kimse «ben falan şahsa olan borcumu ödeyeceğim» diye yemin edip sonra o şahsa borcu karşılığında bir şey satsa her ne kadar o şahıs alacağı karşılığında borçlusundan satın aldığı malı teslim almasa bile yine yemin eden kimsenin yemini bozulmaz. Çünkü yeminin muhafazası ve borcun ödenmesi mücerred satışla hasıl olmuştur. Hatta satılan mal teslim edilmeden helak olsa satış bozulur; borç, borçlunun üzerine geri döner. Fakat yemini bozulmamış olur. Nitekim hak sahibi alacağına karşılık borçlusunun cariyesiyle evlenip ona cinsi yakınlıkta bulunsa yahut hak sahibi borçlusunun bir malını telef etmesiyle veya bir cinayetle kendisine ödemek lâzım olsa yine yemin edenin yemini bozulmaz,

Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben şu kadında olan hakkımı alıncaya kadar ondan ayrılmayacağım» diye yemin edip sonra onun üzerinde olan hakkı mehir olmak şartıyla onunla evlense bu, borcunu almak sayılacağı için yemini bozulmaz.

Yine Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse eben şu şahısta olan borcumu bugün almayacağım» diye yemin edip sonra o gün onun malından bir şey telef etse eğer telef ettiği mal mislî (çarşı ve pazarda bahânın ayrı olmasını gerektiren bir farklılık bulunmaksızın kendisi gibi bulunan şey) den olursa yemini bozulmaz. Çünkü üzerine vâcib olan mislidir, kıymeti değildir. Eğer telef ettiği şey kıyemî (çarşı ve pazarda fiatları farklı olan şey) den olursa telef ettiği malın kıymeti borcu kadar veya borcundan daha ziyade olursa, yemini bozulur. Çünkü ödeşme yoluyla borcunu almış olur. Fakat bu, yani alacaklı borçlusunun malını gasbettikten sonra telef ettiği takdirdedir. Buna göre ödemeyi gerektiren alma bulunduğu için sanki borcunu almıştır. Eğer borçlusunun malını gasbetmeden önce yakma gibi telef bulunursa, alma bulunmadığı için yemini bozulmaz.

«Çünkü borçlar kendi misliyle ödenir ilh...» Fetih'te zikredilmiştir ki: Borcu ödemek dirhemle olursa, ödeşme yoluyla olmuş olur. Hatta borçlu alacaklısına borcu miktarı para karşılığında bir şey satsa her ne kadar satılan malin parası borcuna karşılık olduğu söylenmese bile ödeşme yapılmış olur.

«Alacaklı hakkını borçluya hibe etse, bu ödeme değildir ilh...» Çünkü ödeme borçlunun fiilidir, hibe ise borçlusunu beri kılmak suretiyle alacaklının fiilidir, Buna göre alacaklının fiili borçlunun fiili olamaz. Fetih.

«Yemini muhafaza etmenin mümkün olması ise, yeminin bekâsının şartıdır ilh...» Yani: Bekâsının şartı muvakkat yemindedir, mutlak yeminde yeminin muhafaza edilmesinin mümkün olması ihtidasında şarttır, bekasında şart değildir. Yemin eniği zaman üzerindeki borç mevcut olup yeminini muhafaza etmesi mümkün olduğu için yemin yapılmış olur, sonra borcu kendisine hibe edildiği için yeminini muhafaza etme ümidi kesilmiştir. Fakat ödeyecekbir zaman geçtiği halde borcunu ödemediği için yemini bozulur. Fetih.

«Yemini bozulmaz İlh...» Yani; bir kimse «vallahi yarın borcumu ödeyeceğim» diye yemin edip bugün borcunu ödese, yemini bozulmaz. Çünkü yarınki günde yeminini muhafaza etme imkânı kalmadığı için yemin bâtıl olmuştur.

METİN

Bir kimse «vallahi ben filan sansa olan borcumu ödeyeceğim» diye yemin edip sonra onun ödenmesini başkasına emir veya havale edip, o şahıs da alsa, yeminini muhafaza etmiş olur. Ama bir kişi teberru olarak bunun borcunu ödese, yeminini muhafaza etmiş olmaz. Zahiriyye.

Yine Zahiriyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse borçlusuna «senden hakkımı tamamen almadıkça ayrılmayacağım» diye yemin edip borçluyu görüp, gözetleyeceği bir yere otursa, ondan ayrılmış sayılmaz. Yemin eden uyuşa yahut dalgın olup yahut bir şahıs kendisini konuşmakla meşgul edip yahut borçlusunu takip etmekten men etmekle borçlusu kaçsa yemini bozulmaz.

Bir kimse zevcesine «her gün sana bir dirhem vermezsem boş ol» diye yemin etse, akşam veya yatsı vaktinde ona bir dirhem verir. Bu yemin eden kimse her yirmidört saatte bir dirhem vermeye devam derse yemini bozulmaz. Bir kimse borçlusundan alacağını bölük bucuk almayacağına dair yemin etse, bundan sonra bir kısmını alsa, hepsini parça parça alıncaya kadar yemini bozulmaz. Çünkü hepsini parça parça almakla yeminin bozulma şartı bulunmuş olur. Ancak alacağını zaruri ayırmakla meselâ alacağının hepsini iki veya üç defa tartmakla ayrı ayrı alsa, yemini bozulmaz. Çünkü yemin eden tartma veya sayma işinde oldukça örfte ayırma sayılmaz.

Bir kimse «filan şahıs üzerinde olan hakkımı ancak cümleten veya cem'an alacağım» diye yemin edip sonra ondan bir dirhemi talep etmeyi terketse, geri kalanı gerek toptan gerekse ayrı ayrı ne şekilde alırsa alsın yemini bozulmaz. Zahiriyye. Bu suret birinci meselede yeminin bozulmamasının hile (çare) sidir. Nitekim bir kimse «benim yüz dirhemden başka» yahut «yüz dirhemden gayrı» yahut «yüz dirhemden mâada bir şeyim bulunursa şöyle olsun» diye yemin etse ve kendisi yüz dirheme veya daha az dirheme mâlik olsa, yemini bozulmaz. Çünkü yemin edenin maksadı yüz dirhemden ziyadesini nefyetmek olduğu için yüzden ziyade kendisinde zekât lâzım olan altın, ticaret malı, hayvan gibi mala mâlik olursa, nisaba baliğ olsun veya olmasın yemini bozulur. Eğer kendisinde zekât vâcib olmayan mala mâlik olursa, yemini bozulmaz. Hatta bir kimse «benim için mal varsa, zevcem boş olsun» deyip halbuki kendisinin ticaret için olmayan eşyası, arazisi, haneleri bulunsa, yemini bozulmaz. Hızanetü'l-Ekmel.

Bir kimse «ben bu fiili işlemeyeceğim» diye yemin etse, meselâ: «Fülan şahısla tekellüm etmeyeceğim» dese, onunla kelâmı ebedî terkeder. Çünkü fiil, nekre olan bir masdar iktiza eder ki; burada kelâmı gerektirir. Nefyden sonra vâki olan nekreler umum ifade eder ki; gelecek zamanın hepsine şâmil olur da sanki yemin eden gelecek zamanın hepsinde «filan şahısla konuşmayacağım» demiş olur. Buna göre; bu yemin eden kimse üzerine yemin ettiği şeyi bir defa işlese, yemini bozulur ve çözülür. Mecma Şerhindeki «bir kere işlemekle yemin çözülmez ifadesi yanlıştır. Bu şekilde yemin eden kimse «işlemem» diye üzerine yemin ettiği şeyi bir defa işlediğinde yemini bozulur. Tekrar bir daha işlediğinde yemini bozulmaz. Ancak «küllema: Her ne zaman» lafzıyla yemin bozulur. Eğer yemin eden yeminini «vallahi bugün ben işlemiyeceğim» gibi bir vakitle takyid edip o işi işlemeden o gün geçse, yemini bozulmaz. Çünkü o günün hepsinde o fiilin terki bulunmuştur. Keza: Yemin eden veya üzerine yemin edilen şey helak olsa, o günde fiil bulunmadığı cin yemin bozulmaz. «Bugün şu ekmeği yiyeceğim» diye yemin eden o gün mecnun olduğu için yemese, Hanefilere göre; yemini bozulur. Ahmed b. Hanbel (Rh.A.)'e göre; bozulmaz. Fetih.

Bir kimse «vallahi ben elbette şu fiili işlerim» diye yemin etse, o fiili bir kere işlese, yeminini muhafaza etmiş olur. Çünkü isbatta vâki olan nekre fiilin mutazammın olduğu hassa masdar olur. Bir ise müteyekkandır. Eğer bu yemini bir vakitle tevkit edip o fiili işleme imkânı varken o fiili işlemeden o vakit geçerse, yemini bozulur. Yemin edenin ölmesiyle yahut o mahallin fevtiyle yapma imkânı olmazsa, yemini bâtıl olur, nitekim bardak meselesinde geçmiştir. Zeylaî.

İZAH

«Sonra onun ödenmesini emir veya havale edip ilh...» Borcu ödeme mücerret havale ve emirle tahakkuk etmez. Belki havale ve emirle birlikte alacaklının hakkını alması lâzımdır.

Hindiyye'de zikredilmiştir ki: Borçlu bizzat kendisinin vermesini niyet etse, kazaen ve diyaneten tasdik edilir. Borçlu «borcumu vermeyeceğim» diye yemin edip sonra borcunun ödenmesini bir şahsa emir veya havale edip o şahısda adese, yemini bozulur. Bu yemini ile bizzat kendisinin vermeyeceğine niyet ettiğini söylese, bu sözünde kazaen tasdik edilmez.

«Borçluyu görüp gözetleyeceği ilh...» Yani bir kimse borçlusuna «ben senden hakkımı tamamen almadıkça ayrılmayacağım» diye yemin edip sonra onu görüp, gözetleyeceği bir yere otursa ayrılmış olmaz.

Bahır'da zikredilmiştir ki: Aralarına bir perde veya caminin direklerinden biri hail olsa yine ondan ayrılmış olmaz. Kezâlik: Biri mescidin içinde, diğeri dışında oturup mescidin kapısı açık bulunup onu görse ondan ayrılmış sayılmaz. Eğer mescid duvarı hail olursa ve kapısı da kapalı bulunursa ondan ayrılmış sayılır. Ancak alacaklı borçlusunu bir yere sokup kapıyıkapatır, kendisi kapının önünde oturursa ayrılmış olmaz.

«Yemini bozulmaz ilh...» Bir kimse zevcesine «her gün sana bir dirhem vermezsem boş ol» dese «gün» lâfzı örfte geceye de şâmil olur. Yukarıda geçtiği üzere bir kimse «ben falanca şahısla bir gün konuşursam şöyle olsun» dese, bu yemini geceyle gündüze hamlolunur. Yani yirmidört saat zarfında o şahısla konuşursa yemini bozulur. Çünkü «gün» uzamayan bir fiile yakın olduğu için yirmidört saat murad edilmiştir. Burada yani «her gün sana bir dirhem vermezsem boş ol» ifadesindeki «verme» fiili de uzamayan fillerden olduğu için bu ifadedeki «gün» lâfzı ile de yirmidört saat murad edilmiştir.

«Hepsini parça parça alıncaya kadar yemini bozulmaz ilh...» Yani bir kısmını almakla yemini bozulmayıp yeminin bozulması kalan kısmını almasına bağlı bulunur. Peyderpey hepsini alınca yemini bozulur. Fetih.

«Atacağının hepsini iki veya üç defa tartmakla itti...» Yani bir kimse «alacağımı peyderpey almıyacağım» diye yemin etse, halbuki hepsini birden alması mümkün olmayıp iki veya daha ziyade tartmak suretiyle alsa, yemini bozulmaz. Çünkü bu şekilde tartarak hakkım almaya örfte ayırma denilmez. Âdet muteberdir. Zeylaî.

«Yemini bozulmaz ilh...» Zahire'nin talâk bahsinde zikredilmiştir ki: Bir kimse bir şahsa mal hibe ederken «benim sana hibe ettiğim malı ehlinden başkasına harcarsan zevcem üç talâk boş olsun» dese, sonra o şahıs kendisine hibe edilen malın bir kısmını ehline harcasa geriye kalan kısmıyla borcunu ödese yahut hacca gitse yahut evlense, yemin edenin zevcesi boş olmaz. Bunu Hâherzâde Şerhi'l-Hıyel'de zikretmiştir. Bu meselenin benzeri: Bir kimse «filan şahıs, üzerinde olan hakkımı ancak toptan alacağım» diye yemin edip sonra bir kısmını alsa, yemini bozulmaz. Çünkü yeminini muhafaza etmesinin şartı hakkının hepsini toptan almasıdır. Buna göre; yemininin bozulmasının şartı alacağının hepsini ayrı ayrı almasıdır ki bu da bulunmamıştır. Hâsılı hakkının bir kısmını birden veya ayrı ayrı almasıyla yemini bozulmaz. Ancak hakkının hepsini peyderpey aldığında yemini bozulur. Bu şekilde yemin edildiğinde yeminin bozulmamasının çaresi yemin eden kimsenin borçlusundan bir dirhem olmamasıdır. Bu takdirde hakkının hepsini peyderpey almamış olur. Dolayısıyla yemini de bozulmamış olur. Burada bir mesele kaldı. Şöyle ki: «Falanca şahıs üzerindeki borcumu bölük buçuk almayacağım» diye yemin eden kimse o şahıstan alacağını hiç almasa veya «benim sana hibe ettiğim mali ehlinden başkasına harcarsan zevcem boş olsun» deyip kendisine hibe edilen şahıs hibeyi zay etmekle ehli üzerine hibeden hiç bir şey harcamasa, bu suretlerde yemin edenin yemini bozulur mu, yoksa bozulmaz mı? Zahir olan kavle göre; yemini bozulmaz. Çünkü bu ifadelerin mânâsı «eğer ben hakkımı alırsam onu ancak toptan alırım» yahut «onu ancak ehline harcarsın» demek olur. Bunun benzeri «ben şu elbiseyiancak on dirheme satarım» yahut bir kimse zevcesine «benim iznim olmadan çıkamazsın» dese sonra o elbiseyi hiç satmasa veya zevcesi hiç dışarı çıkmasa yemini bozulmaz. Burada da böyledir. Bundan anlaşılır ki, bir kimse «ben falan şahsı ancak siyaset hâkimine şikâyet ederim» diye yemin edip de onu asla şikâyet etmese, yemini bozulmaz. Bana zahir olan budur.

«Yüzden ziyade kendisinde zekât lâzım olan ilh...» Yani: «Benim yüz dirhemden başka bir şeyim bulunursa, şöyle olsun» diye yemin eden kimsenin yüzün üzerine kendisinde zekât vâcib olan meselâ altın, gümüş, hayvan, ticaret malları gibi mala mâlik olursa, nisaba baliğ olsun veya olmasın yemini bozulur. Eğer kendisinde zekât vâcib olmayan köle, hâne gibi mala mâlik olursa, yemini bozulmaz. Çünkü mutlak mal ile kendisinden zekât verilmesi lâzım gelen mal murad edilir. Nitekim bir kimse «vallahi benim malım yoktur» veya «benim malım yoksullara sadakadır» dese bu ifadesindeki mal ile kendisinde zekât vâcib olan mal murad edilir, ister nisaba baliğ olsun isterse olmasın. Vasiyet böyle değildir. Meselâ: Bir kimse malının üçte birini vasiyet etse, bu vasiyeti malının hepsine şâmil olur. Bunun tamamı Şerh-i Telhis'tedir.

«Onunla kelâmı ebedi terkeder ilh...» Yani: Bir kimse «ben şu şahısla konuşmayacağım» diye yemin etse, bu yemini o şahısla ebedi konuşmamasına hamlolunur. Her hangi bir vakit onunla konuşursa, yemini bozulur. Eğer o şahısla bir gün yahut iki gün yahut üç gün konuşmamağa niyet etse diyaneten de kazaen de tasdik edilmez. Çünkü söylenmeyen bir şeyi tahsis etmeğe niyet etmiştir. Zahire.

«Mecma Şerhinde ki; «bir kere işlemekle yemin çözülmez» ifadesi yanlıştır ilh...» Bilâkis bir kimse «şu işi yapmayacağım» diye yemin edip o işi bir defa yapsa, yemini bozulur ve çözülür, o işi ikinci defa yaptığı takdirde tekrar yemini bozulmaz. Çünkü yemin bozulduktan sonra bozulan yemini muhafaza etmek mümkün değildir. Yemini muhafaza etmenin mümkün olması için yeminin baki olması şarttır. Buna göre; yemin baki kalmadığı için bozulması mümkün değildir.

METİN

Vali bir kimseye şehire giren her bir bozguncu ve yaramaz şahsı kendisine mutlaka bildirmesi için yemin ettirse, bu yemin valinin vali olduğu müddetçe geçerlidir. Çünkü mutlak (zaman tayin edilmeksizin yapılan) yemin halin delaletiyle mukayyed (zaman tayin edilmiş) olur. Burada kendisine yemin ettirilen kimsenin yemininin bilgisinin acele olmasıyla kayıtlanması lâyık ve münasiptir. Yani fena bir kimsenin şehre girdiğini bildiğinde hemen gidip valiye bildirmesi lâzımdır. Bu vali azle-dilse veya ölse yemini düşer. Yani şehire giren fena kimseleri biidirmemekle yemini bozulmaz. Valilikten azledilmeden daha yüksekmakama terfi etse, yemini baki kalır. Çünkü kuvvet ve kudreti artmıştır. Musannifin aşağıdaki zikir ve beyan edeceği meseleler halin delaletiyle mukayyed olur: Bir alacaklı borçlusuna yahut kendisine kefillik edilen kimsenin emriyle kefil olana kendinden izinsiz şehirden çıkmamağa yemin ettirse, bu yemin borç ve kefaletin kıyamları halinde çıkmakla kayıtlanmış olur. Çünkü borç ve kefaletin kıyamları halinde her kimin men etme hakkı varsa, izin verme hakkı da vardır. Borç ve kefalet ortadan kalkınca men etme hakkıda ortadan kalkar.

Bir kimse zevcesine «benden izinsiz çıkmayacaksın» diye yemin ettirse, evliliğin kıyamı haliyle kayıtlanır. Yani evlilik zail olduktan sonra kadın çıksa, yemini bozulmaz. Zevcesine «haneden çıkmayacaksın» diye yemin ettirse, bu evliliğin kıyamıyla kayıtlanmış olmaz. Çünkü kayıtlanmaya delâlet edecek bir delil yoktur.

Bîr kimse «şu malı filan şahsa hibe edeceğim» diye yemin edip sonra onu hibe edip de o şahıs kabul etmese, yemin eden yeminini muhafaza etmiş olur.

Keza: Ariyet, vasiyet, ikrar gibi bütün teberru akidlerde de yine böyledir. Alış-veriş, icare, sarf, selem, nikâh, rehin, hülu gibi akidler kabul edilmeden yemin muhafaza edilmiş olmaz. Nefy (olumsuz)i tarafı da böyledir. Bunda asıl ve kaide: Hibe gibi teberruat akidlerinde yalnız icab kâfidir. Fakat alış-veriş ve icare gibi muavazat akidlerinde ise icab ile kabulün beraber bulunmaları lâzımdır. Nefiy (olumsuz) ve isbat yoluyla yapılan hibede yemin edenin yemininin bozulmasının şartı kendisine hibe edilen zâtın hazır bulunmasıdır. Buna göre «ben şu şeyi hibe etmeyeceğim» diye yemin eden kimse gaib olan bir şahsa o şeyi hibe etse, ittifakla yemini bozulmaz. Bu mesele bellenmelidir! İbn-i Melek.

İZAH

«Burada kendisine yemin ettirilen kimsenin yemininin bilgisinin acele olmasıyla kayıtlanması lâyık; ve münasiptir ilh...» Bu yeminin bu şekilde fevri olmasını İbn-i Hümam bahsetmiştir.

Kenz şerhinde zikredilmiştir ki: Vali tarafından kendisine yemin ettirilen şahıs şehire giren fena kimseyi bilip onu valiye bildirmese yemini bozulmaz. Ancak vali ölür yahut azledilir yahut yemin eden ölürse, yemini bozulur. Çünkü mutlak olan yemin ancak üzerine yemin edilen şeyin yapılmasından ümit kesildiğinde bozulur. Eğer yemin muvakkat olursa, üzerine yemin edilen şeyin yapılması mümkün iken yapılmayıp o muayyen vaktin geçmesiyle yemin bozulur.

Valinin bir kimseye şehire girecek her bozguncuyu ve şehirde olacak her fenalığı kendisine bildirmesi için yemin ettirmesinden maksadının şehirde olacak her kötülüğü ve fenalığı derhal defedip menetmek için olduğuna bakılırsa, bu yeminin fevri (acele) yemin olmasına hükmolunur.

İnâye'de zikredilmiştir ki: Bu kendisine yemin ettirilen kimsenin zahir rivayete göre; şehiregiren bir bozguncuyu derhal valiye bildirmesi lâzım olmadığı gibi, vali ölünceye veya azledillnceye kadar o bozguncuyu valiye bildirmeyi tehir etmesi de lâzım gelmez. Fakat Fetlh'in beyanından malum oldu ki; kârine bulunduğunda bu bilgilerin acele olmasıyla kayıtlanması mezhebte sabit olan bir hükümdür. Yani kendisine vali tarafından yemin ettirilen kimse, şehre giren bir bozguncuyu ve şehirde cereyan eden bir kötülüğü bilir bilmez derhal valiye bildirmesi lâzımdır. Buna göre İbn-i Hümam'ın bahsinin neticesi şudur: Valinin bir kimseye şehire girecek her bozguncuyu kendisine bildirmek üzere yemin ettirmesinden muradı, şehirde cereyan edecek kötülükleri defetmek olduğundan şehirde kötülük ve fenalık yayılmadan önce kendisine haber verilmesidir. Yoksa şehirde senelerce bozgunculuk ve fenalık yapıldıktan sonra kendisine bildirilmesi değildir. Bu ise bu yeminin mezhebte sabit olan fevri yemin olduğunun acık kârinesidir. Kenz Şerhi ile İnâye'de mevcut olan yeminin fevri olduğuna kârine bulunmadığına mebnidir. İbn-i Hümam'ın bahsettiği ise yeminin fevri olduğuna kârine bulunduğuna mebnidir. Yeminin fevri olduğuna kârine bulunduğu yerde mezhebin nassıyla fevri yemin diye hükmolunur. Kârine bulunmazsa, fevri yemin diye hükmolunmaz. İbn-i Hümam'ın bahsettiği, mezhebten nakledilmiş olana muhalif değildir. Bilâkis mâkûl ve makbuldür. Bundan dolayı bunu büyük âlimler ikrar etmişlerdir.

«Valilikten azledilmeden daha yüksek makama terfi etse yemini baki kalır ilh...» Bu ibare Fetih'te zikredilmemiştîr. Fakat Bahir sahibi şöyle zikretmiştir: Vali vazifesinden azledilip daha yüksek bir vazifeye tayin edilse, o kimseye yaptırdığı yeminin bozulup bozulmayacağının hükmünü görmedim. Lâyık olan yeminin bozulmamasıdır. Çünkü vali birinci makamından daha ziyade fesad ve fenalığı giderecek bir makama yükselmiştir.

Ben derim ki: Zahir olan yemin ettirdiği kimsenin yemininin bozulmaması, valinin azliyle daha yüksek makama tayin edilmesi arasında fasıla bulunmadığı takdirdedir. Belki valinin terfi edip daha yüksek makama geçmesidir. Bundan dolayı Sarih «azledilmeden daha yüksek makama terfi etse» ifadesiyle tâbir etmiştir. Eğer azledilip bir gün geçtikten sonra tekrar gerek ayn; vazifeye gerekse daha yüksek vazifeye tayin edilse, yemin ettirdiği kimsenin yemini düşer. Tekrar tayin edildiğinde düşmüş olan yemin kendiliğinden geri dönmez.

«Çünkü borç ve kefaletin kıyamları halinde her kimin menetme hakkı varsa ilh...» Yani alacaklının hakkı ileride verilecek olmazsa, borçlusunu veya kefilini şehirden çıkmaktan menetme hakkı vardır. Eğer olacağı ileride verilecek olursa, borçlusunu veya kefilini borcunun vakti gelmeden şehirden çıkarmamaya ve borcunu istemeye hakkı yoktur.

«Bu evliliğin kıyamıyla kayıtlanmış olmaz ilh...» Çünkü zevcin bu ifadesinde izin lâfzı zikredilmemiştir. Binaenaleyh burada yeminin izindeki velayet zamanıyla kayıtlanmasınıgerektiren bir sebep mevcut değildir. Buna göre; bir kimse zevcesine hitaben «senden izinsiz evleneceğim her kadın boş olsun» deyip sonra zevcesini bain talâkla veya üç talâkla boşasa, bundan sonra boşamış olduğu zevcesinden izinsiz evlense evlendiği kadın boş olur. Çünkü yemini nikâhın devam etmesiyle kayıtlanmaz. Eğer kadın nikâh akdiyle kocasına izin verme ve kocasını men etme hakkına sahip olsaydı kocasının yemini nikâhın devam etmesiyle kayıtlanmış olurdu. Fakat kocası böyle olmayıp nikâh akdiyle zevcesine izin verme ve men etme hakkına sahip olur.

«Nefvi tarafı da böyledir ilh...» Meselâ: Bir kimse «ben şu şeyi filan şahsa hibe etmeyeceğim» diye yemin ettiği halde hibe edip de o şahıs kabul etmese, yemini bozulur. Fakat «şu şeyi satmayacağım» diye yemin ettiği halde satsa da o şahıs kabul etmese yemini bozulmaz.

«Bunda asıl ve kaide ilh...» Hibe gibi teberruatta yalnız meccanen bağışlayanın icabı (şu şeyi verdim veya aldım demesi) kifayet eder. Fakat alış - veriş ve icare gibi muavazattd yalnız icab kifayet etmeyip kabule de ihtiyaç vardır, İmam Züfer'e göre; hibe de icab gibidir.

Bir kimse bir zâta «ben şu elbiseyi sana sattım» yahut «şu haneyi sana icare verdim de sen kabul etmedin» deyip o zât da «bilâkis kabul ettim» dese ittifakla «kabul ettim» diyen zâtın sözü kabul edilir. Çünkü satışı ikrar etmek icab ile kabulün ikrarını tazammun eder. ödüne meselesi de ihtilaflı olup İmam Ebû Yusuf'a göre; ödüne muavazat hükmünde olduğu için bunda da kabul şarttır, ödüne meselesinde İmam-ı Azam (Rh.A.)'dan iki rivayet nakledilmiştir, İbrâ (borçluyu borcundan beri kılma) meselesi lâfızla mülk ifade ettiği için alış - verişe ve karşılıksız mülk edindirme olduğu için hibeye benzer.

Hulvânî «ödünç ile ibra hibe gibidir» demiştir. Münasip olan ibranın hibeye, ödüncün ise alış-verişe ilhak edilmesidir, ödünç almaya gelince ihtilafsız hibe gibidir.

FER'İ MESELE: Fetih'te zikredilmiştir ki: Bir kimse bir köleye «filan şahıs seni bana hibe ederse hür ol» deyip o şahıs da köleyi bu kimseye hibe etse, eğer köle hibe edenin elinde bulunursa, köleyi bu kimseye teslim etsin veya etmesin âzâd olmaz. Eğer köle kendisine hibe edilen kimsenin elinde emanet olup önce hibe eden söze başlayıp «bunu sana hibe ettim» dese bu kimse kabul etsin veya etmesin âzâd olmaz. Bu kimse önce söze başlayıp «bu köleyi bana hibe et» deyip o şahıs da «bunu sana hibe ettim» dese âzâd olur.

METİN

«Reyhan (fesleğen) koklamayacağım» diye yemin eden kimsenin gül veya yasemin koklamasıyla yemini bozulmaz. Yeminde üzerine itimad edilen örftür. Fetih. Koklamaya yapılan yemin koklanması maksud olana vaki olur ki meselâ: Burnuna yaklaştırıp koklamakla olur. Buna göre; bir kimse «güzel koku koklamayacağım» diye yemin edip bundan sonra kasıtsız güzel kokunun rayihasını bulsa her ne kadar dimağına vasıl olsa bileyemini bozulmaz.

«Menekşe veya gül satın almayacağım» diye yemin eden kimse bunların, yapraklarını satın alsa, yemini bozulmaz.

«Evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimseyi bir fuzuli evlendirip kendisi de söz ile icazet verse, yemini bozulur. Fakat mehrinî gönderme, öpme veya ona cinsi yakınlıkta bulunma gibi fiiliyle icazet verse, yemini bozulmaz. Bu kavil ile fetva verilir. Yazma da fiil kabilindendir.

İbn-i Semaa muhalefet edip «yazma söz kabilindendir» demiştir. Bir kimseyi bir fuzuli evlendirip sonra o kimse «ben evlenmeyeceğim» diye yemin etse, bunda fiiliyle icazet verdiğinde yemini bozulmadığı gibi sözüyle de icazet verdiğinde ittifakla yemini bozulmaz. Çünkü icazet akid vaktine istinad eder.

Bir kimse «benim nikâhım altına giren veya bana tezevvücle helâl olan her bir kadın şöyle olsun» deyip bundan sonra bir fuzulinin nikâhına fiiliyle icazet verse yemini bozulmaz, kavliyle icazet verse, yemini bozulur. Ama «mülküme giren her köle hür olsun» dese geçen suretin hilafınadır ki fiilliyle icazet verdiğinde de ittifakla yemini bozulur. Çünkü mülkün sebebleri çoktur. İmâdiyye.

Yine İmâdiyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben zevcemi boşamayacağım» diye yemin etse, sonra bir fuzulinin boşamasına kavlen veya fiilen icazet verse, bu da nikâh gibidir ki kavliyle icazet verirse yemini bozulur, fiiliyle icazet verirse yemini bozulmaz. Şu kadar var ki mehri sonra göndermesi icazet sayılmaz. Çünkü mehir talâktan önce de vâcib olduğu için onunla talâka istidlal olunmaz ve talâk vâki olmaz. Ama mehir nikâhın hasaisinden olduğu için nikâh talâkın hilafınadır. Bir fuzuli başka bir şahsın zevcesine «filan zâtın hanesine girersen boş ol» deyip bundan sonra o kadının zevci de bu fuzulinin talikine icazet verip o kadın da o haneye girse, boş olur.

Bir kadın kendi üzerine zevcinin evleneceğinden korktuğunda aralarında vesika yazan kâtiplere «ben bizzat kendim yahut vekilim yahut fuzuli bir kimse vasıtasıyla evlenirsem» yahut «nikâhım altına her ne suretle otursa olsun bir kadın girerse, boş olsun» diye yazdırsalar, sonra bir fuzulinin nikâhına fiiliyle icazet verse, yemininin bozulmaması geçen meseleler gibidir. Burada da fuzulinin nikâhına kavliyle icazet verirse, yemini bozulur. Çünkü bu yazıdaki «fuzuli vasıtasıyla evlenirsem» ifadesindeki fuzuli lâfız söz ile olan icazetine sarfolunur. Bu surette fuzuli yoluyla? evlenmenin kapanması, ancak zevç «ben fuzulinin nikâhına icazet verirsem de yine boş olsun» derse olur. Buna göre; her ne kadar fiiliyle icazet verse de, kendini yemininden kurtarıcı bir şey olmaz. Fakat izah edilen surette talik olunan nikâhı altında olmayıp sonradan evleneceği kadının talâkı olursa, bu husus mülke muzaf olan yeminin feshi için Şafiî kaadısına götürülür de yemini münfesih olmakla halâsolur.

Sarih «talik babında bu yeminin bozulma hususunda Şafiî kaadısının fetvası kifayet eder diye zikrettik» demiştir. Bahır.

İZAH

«Örfte yemini bozulmaz ilh...» Yani: «Menekşe veya gül satın almıyacağım» diye yemin eden kimse menekşe veya gülün yapraklarını satın alsa, yemini bozulur. Ama bunların yağlarını satın alsa, örfte yemini bozulmaz.

Hidaye'de «bunların yağını satın alsa, yemini bozulur. Fakat yapraklarını satın alsa yemini bozulmaz» denilmesi ve Kerhî'nin «bunların her ikisinin satın alınmasıyla yemini bozulur» demesi örfün değişmesine göredir. Bizim örfümüzde Musannifin zikretmiş olduğudur Bu hülasa olarak Fetih'ten alınmıştır.

«Kendi»! de söz ile icazet verse ilh...» Meselâ: «Razı oldum veya kabul ettim» demesi gibi. Nehir.

Zâhidî'nin Hâvi'sinde zikredilmiştir ki: insanlar onu fuzulinin nikâhından dolayı tebrik edip o da sukut etse, bu da icazet sayılır.

«Yemini bozulur ilh...» Yani: Bir kimse «evlenmeyeceğim» diye yemin edip sonra bir fuzuli onu evlendirdiğinde fuzulinin nikâhına sözü ile icazet verse, yemini bozulur. Tebyin'de olduğu gibi muhtar olan kavil budur. Meşayıhın ekserisi bu kavil üzerindedir. Fetva da bunun üzerinedir. Nitekim Haniyye'de de böyledir.

«Yazma da fiil kabilindendir ilh...» Yani: «Evlenmeyeceğim» diye yemin eden kimseyi bir fuzuli evlendirip kendisi de bu nikâha yazı ile icazet verse yemini bozulmaz. Fuzulinin nikâhına yazıyla icazet vermesi fiil kabilindendir. Çünkü Câmi'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «ben filan şahısla konuşmayacağım» veya «ona bir şey demiyeceğim» diye yemin edip sonra o şahsa mektup yazsa, yemini bozulmaz. İbn-i Semaa «yemini bozulur» demiştir. Nehir.

«Çünkü icazet akid vaktine istinad eder ilh...» Yani: Nikâhın akdi (kıyılma) vaktinde, yemini bozulmadığı için kendisi evlense bile yemini bozulmaz. Fuzulinin nikâhına kavliyle veya fiiliyle icazet verse, yemini evleviyette bozulmaz.

«Yemini bozulmaz ilh...» Yani: Bir kimse «benim nikâhım altına giren, veya bana tezevvüçle helâl olan her bir kadın şöyle olsun» deyip sonra bir fuzulinin (asıl, veli, vekil veya elci olmayan bir şahsın yemin eden kimse namına yapmış olduğu) nikâhına fiiliyle icazet verse, yemini bozulmaz. Çünkü bu şekilde yemin eden kimse sanki «bizzat kendim evlenmeyeceğim» demiştir. Fuzulinin evlendirmesiyle tezevvüç etmiş olmaz. Nitekim Allâme Kasım'ın Fetavasında böylece zikredilmiştir.

«Çünkü mülkün sebepleri çoktur ilh...» Zira mülke sebep söz olur; satın alma gibi. Sözden başka olur; miras, hibe ve vasiyet gibi.

«Fiilen icazet verse ilh...» Meselâ: Bir kimse «ben zevcemi boşamayacağım» diye yemin edip sonra bir fuzulinin talâkına fiiliyle yani zevcesinin eşyalarını evinden çıkartmakla icazet verse, yemini bozulmaz.

«Şafiî kaadısının fetvası kifayet eder ilh...» Yani; yemin eden kimseye Şafii olan kaadı bu yemininin bâtıl olduğuna dair fetva verir. Bu imam Muhammed (Rh.A.)'den rivayet edilmiştir. Harzem âlimleri bu rivayetle fetva vermişlerdir. Fakat bu rivayet zayıftır.

METİN

Bir kimse «filan şahsın hanesine girmeyeceğim» diye yemin etse, bu yemin o şahsın mülkiyetle icare ile iare ile tasarruf ettiği haneye şâmil olur. Çünkü filan şahsın hânesiyle murad örfte o şahsın oturduğu yerdir. Oturduğu hanede başkasına tâbi olma yoluyla oturmaması da lâzımdır. Buna göre; bir kimse «filan kadının hanesine girmeyeceğim» diye yemin edip sonra o kadın kendi hanesinde zevciyle beraber otururken girse, yemini bozulmaz. Çünkü hâne oturana nisbet olunur. Bu hanede oturan ise kadının zevcidir. Bu, Vakıat'dan naklen Nehir'de zikredilmiştir. İflasıyla hükmolunan fakir veya zengin üzerinde alacağı olan kimse malım yoktur diye yemin etse, yemini bozulmaz. Çünkü alınacak hak her ne kadar ileride mal ise de şimdiki halde mal değildir. Belki hakikaten alınması mutasavvar olmayan zimmette bir vasıftır.

FER'İ MESELELER: Bir kimse başka bir şahsa «vallahi şu şeyi işleyeceksin» deyip ve bu ifadesiyle o şahsa yemin ettirmeyi de niyet etmese kendisi yemin etmiş olur. Eğer o şahıs o işi işlemezse, yemin eden kimsenin yemini bozulmuş olur.

Bir kimse bir şahsa «ben senin üzerine Allah Azîmüşşân'a kasem ederim ki elbette şu işi yapacaksın» dese yahut «senin üzerine» lâfzını söylemeyip «ben Allah Azîmüşşân'a kaşem ederim ki elbette şu işi yapacaksın» dese bu kimse bu ifadesiyle istifham (soru) hemzesinin takdiri (gizli olması) ile istifham murad etmezse, kendisi yemin etmiş olur.

Bir kimse bir şahsa «şu şeyi işlersen Allah-ü Teâlâ'nın ahdi üzerine olsun» deyip o da cevabında «evet» dese, bu surette «evet» diye cevap veren yemin etmiş olur.

Bir kimse «falan şahıs benim haneme girmesin», diye yemin etse, bu kimsenin yemini o şahsı hanesine sokmamağa gücü yetmezse, sözüyle yasaklaması yapılmış olur. Eğer o şahsı sokmamağa gücü yeterse, bu takdirde yemini hem söz ile yasaklama üzerine hem de eve sokmamak üzerine yapılmış olur.

Bir kimse hanesini bir şahsa icareye verip sonra «a şahsı hanemde bırakmayacağım» diye yemin etse o şahsa «çık» demesiyle yeminini muhafaza etmiş olur. «Bugün malımı borçlumüzerinde bırakmayacağım» diye yemin eden kimse borçlusunu kaadıya götürüp yemin ettirse yeminini muhafaza etmiş ölür. Bir kimseye «sen şu işi yâptınsa zevcen boş olsun mu?» denildiğinde cevabında «evet» deyip halbuki o işi yapmış olsa zevcesi boş olur.

Eşbah'ta zikredilmiştir ki: On birinci kaide sual, cevapta iade olunmuştur. Bir kimse Zeyd'e «şu işi işlersen zevcen boş olsun» yahut «kölen hür olsun» yahut «Beytullâh ı yürüyerek ziyaret etmek üzerine vâcib olsun» deyip o da «evet» dese yemin etmiş olur. Bir kimse bir şahıstan bir miktar hak dava edip o şahıs da inkâr ve «bende bir şeyin yoktur» diye talâka yemin etse, dava eden kimse o şahısda malının bulunduğuna dair şahit getirip kaadı da hükmetse, o şahsın yemini bozulur. Bu kaville fetva verilir.

Bir kimse «filan şahıs ağırcanlıdır» diye yemin edip halbuki o şahıs insanların yanında ağırcanlı olmayıp yemin edenin yanında ağırcanlı olsa, yemini bozulmaz. Ancak insanların yanında ağırcanlı olduğuna niyet etse, yemini bozulur.

Bir kimse «filan şahısla beraber kassarlık sanatında çalışmayacağım» deyip o şahsın ortağıyla çalışsa, yemini bozulur. Eğer ticarete izin verilmiş kölesiyle beraber çalışırsa yemini bozulmaz.

«Filan şahsın tarlasında ekin ekmeyeceğim» diye yemin eden kimse sonra o şahısla başka bir zât arasında müşterek olan tarlayı ekse, yemini bozulur. Çünkü tarlanın yarısına da tarta denilir. Ama «filan şahsın hanesine girmeyeceğim» diye yemin edip sonra onun ortak olan hanesine girse, eğer o şahıs o hanede oturmazsa, yemini bozulmaz. İşin hakikatini Allah-u Teâlâ bilir!

İZAH

«Oturduğu hanede başkasına tâbi olma yoluyla oturmaması da lâzımdır ilh...» Şârih'in bu ifadesi yukarıda geçen «bir kimse "ben kızımın veya annemin hanesine girmeyeceğim" diye yemin ettiği halde kızının veya annesinin kocasıyla oturduğu haneye girse, yemini bozulur» ifadesine muhaliftin Hâniyye'de Vakıât isimli kitabın meselesi de zikredildikten sonra şöyle denilmiştir: Eğer yemin eden muayyen bir haneye niyet etmezse yemini bozulmaz. Çünkü hâne kadının kendisine değil kocasına nisbet edilir. Hâniyye isimli eserle Vakıât adlı kitabda zikredilen meselelerin arasını bulmak mümkündür. Şöyle ki: Hâniyye'de ki meselede hâne kadının mülkü değildir. Buna göre o kimsenin yemini bu kadının tâbi olma yoluyla oturduğu hâne üzerine yapılmış olur ve yemin eden kimse bu kadının tâbi olma yoluyla oturduğu haneye girdiğinde yemini bozulur. Vakıât'ın burada zikredilen meselesinde ise hâne kadının mülküdür. Bundan dolayı yemin, asıl olarak hâne kendisine nisbet edilen kimseye sarfedilmiş olur. Buna göre kadın kendi hanesinde kocasıyla beraber oturunca hâne kocasına nisbet edilmiş olur ve kendisine olan nisbeti kesilir. Binaenaleyh yemin eden kimsemuayyen haneyi niyet etmedikçe bu şekilde kadının oturduğu haneye girmesiyle yemini bozulmaz.

«Belki hakikaten alınması mutasavver olmayan zimmette bir vasıftır ilh...» Bundan dolayı «borçlar emsali ile ödenir» denilmiştir. Çünkü borç alan kimse almış olduğu borcu kendisine mülk olmak üzere almıştır. Alacaklının ise borçlusundan vermiş olduğu şeyin misli (benzeri)ni alma hakkı vardır. Tamamı Bahır'dadır.

«Eğer o şahıs o işi işlemezse, yemin eden kimsenin yemini bozulmuş olur ilh...» Yani bir kimse, bir şahsa «vallahi şu şeyi işleyeceksin» dese ve o şahsa yemin ettirmeyi de niyet etmemiş olsa, o kimse yemin etmiş olur. Buna göre; o şahıs o şeyi işlemezse, bu kimsenin yemini bozulmuş olur. Bu kimse, o şahsa bu şeyin gerek yapılmasını gerekse yapılmamasını emretsin müsavi olup o şahıs üzerine yemin edilen şeyi yerine getirmezse, yemin eden kimsenin yemini bozulur.

Sayrafiyye'de «bir kimse, oturan bir şahsın yanına uğrayıp o şahıs kalkmak istediğinde, o kimse «vallahi kalkma» dediği halde o şahıs kalksa, o kimse yemin etmiş olmaz. Fakat oturan şahsın Allah'ın ismine tazim için kalkmaması icabeder» diye gördüm. Bezzaziye'de, Sayrafiyye'de zikredilen bu mesele forsça ibare ile zikredilmiştir. Fakat burada zikredilen Sayrafiyye'de zikredilene muhaliftir. Zahir olan emir sıygasıda nehy gibidir. Meselâ: Bir kimse, bir şahsa «vallahi bugün Zeyd'i döv» dese, o şahısda Zeyd'i dövmese, bu kimsenin yemini bozulmaz.

«Bu ifadesiyle o şahsa yemin ettirmeyi de niyet etmezse ilh...»

Yani bir kimse başka bir şahsa «vallahi şu şeyi işleyeceksin» deyip ve bu ifadesiyle o şahsa yemin ettirmeyi de niyet ederse, hiç birisi yemin etmemiş olur. Çünkü o şahıs o kimseye «evet» diye cevap vermediği için yemin etmiş olmaz. O kimse de o şahsa yemin ettirmeyi niyet ettiği için kendisi de yemin etmiş olmaz.

Hâniyye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse bir şahsa «vallahi şu şeyi işleyeceksin» deyip o da «evet» dese, bu mesele beş vecih üzeredir:

1 - Söyleyenle cevap verenden her birinin yemin etmeye niyet etmeleridir. Buna göre; her ikisi de yemin etmiş olur. Söyleyenin yemin etmiş olduğu açıktır, ikinci ise «evet» demekle kendisine söylenen ifadeyi tekrar etmiş olup sanki «vallahi ben bu şeyi işleyeceğim» demiş olur. Binaenaleyh o şahıs o şeyi işlemediğinde her ikisinin yemini de bozulur.

2 - Bu ifadeyi söyleyen kimsenin o şahsa yemin ettirmeyi, «evet» diye cevap veren şahsın da kendisinin yemin etmesini murad etmesidir. Buna göre; yalnız «evet» diyen şahıs yemin etmiş olur.

3- «Evet» diye cevap veren şahsın yemini değil, va'di murad etmesidir. Buna göre; hiç birisiyemin etmemiş olur.

4 - O kimseyle o şahıstan hiç birisinin niyetinin bulunmamasıdır. Buna göre; yalnız bu ifadeyi söyleyen kimse, yemin etmiş olur.

5 - Bu ifadeyi söyleyen kimsenin yemin ettirmeyi «evet» diye cevap veren şahsın da yemin etmeyi murad etmesidir. Buna göre; yalnız «evet» diye cevap veren şahıs yemin etmiş olur.

Ben derim ki: Beşinci vecih ikinci vechin aynıdır.

«istifham hemzesinin takdiri ile istifham murad etmezse ilh...»

Eğer istifham hemzesinin mukadder olmasını niyet ederse, mânâsı yemin edeyim mi, yoksa etmeyeyim mi? olur. Hemzenin mukadder olmasının niyet edilmesi yeminin bozulmaması murad edildiğinde kurtuluş için bir çaredir.

«Bu surette «evet» diye cevap veren yemin etmiş olur ilh...»

Yani: Bir kimse bir şahsa «şu şeyi işlersen Allah-ü Teâlâ'nın ahdi üzerine olsun» deyip o da cevabında «evet» dese, «evet» diye cevap veren şahıs yemin etmiş olur. Sual, cevapta tekrarlanmış yani sanki o şahıs «Allah-ü Teâlâ'nın ahdi üzerime olsun şu işi işleyeceğim» demiş olur. Buna göre; her ne kadar yemin ifadesini ilk defa söyleyen kimse yemine niyet etse bile kendisine bir şey lâzım gelmez. Çünkü yemin şahsa isnad edildiği için yemin edenin başkası olması mümkün değildir. Hâniyye, Fetih.

«Bir kimse «falan şahıs benim haneme girmesin» diye yemin etse ilh...» Hulâsâ'da zikredilmiştir ki: Bir kimse «falan şahsın haneme girmesine müsade etmeyeceğim» diye yemin etse eğer hâne yemin eden kimsenin mülkü ise yeminini muhafaza etmesinin şartı o şahsı sözüyle ve takati nisbetinde fiiliyle men etmeye çalışmasıdır. Buna göre; sözüyle men edip takatı nisbetinde fiiliyle men etmeye çalışmazsa, yemini bozulur. Eğer hâne kendisinin mülkü olmazsa sözüyle men edip fiiliyle men etmese o şahsın girmesiyle yemini bozulmaz.

Veberi'den naklen Kınye'de zikredilmiştir ki: Bir kimse «filan şahsı bugün hanemden elbette çıkaracağım» diye yemin edip halbuki hanesinde bulunan şahıs zâlim olsa, yemin eden kimse o gün o şahsı evinden çıkarmak için uğraşsa fakat çıkartması mümkün olmasa bu yemin lisan ile söylemek üzere yapılmış olur. Bir kimse borçlusuna «sen benim hakkımı ödemedikçe ben senden ayrılmayacağım)» diye yemin edip borçlusu da bu kimseden kaçsa, yemini bozulmaz. Fakat borçlusuna «sen benden ayrılmayacaksın» diye yemin edip borçlusu kaçsa yemini bozulur. Hâniyye'de böylece zikredilmiştir.

«O şahsa «çık» demesiyle yeminini muhafaza etmiş olur ilh...» Yani: Bir kimse hanesini bir şahsa icareye verip sonra «o şahsı hanemde bırakmayacağım» diye yemin etse. o şahsa «hanemden çık» demesiyle yeminini muhafaza etmiş olur. Çünkü icare akdi yemin eden kimsenin o şahsı hanesinden bilfiil çıkartmasına mani olur. Zira ev sahibi icare müddetindeevin menfaatına mâlik olmaz. Bu takdirde ev sahibi yabancı gibi olur. Şurunbulâlî.

«Yemin ettirse yeminini muhafaza etmiş olur ilh...» Yani: «Filan şahıstaki malımı bugün onda bırakmayacağım» diye yemin eden kimse o gün kaadıya müracaat edip malını dava ve o şahıs inkâr ettiğinde kendisine yemin ettirilmesini talep etse, yeminini muhafaza etmiş olur. Çünkü yemin eden kimse kendisine mümkün olan şeyi yapmıştır.

«Bu kaville fetva verilir ilh...» Bu İmam Ebû Yusuf (Rh. A.)'un kavlidir, imam Muhammed (Rh.A.) buna muhaliftir. Bir kimse bir şahıs üzerine hak dava edip o şahıs da inkâr ve «bende bir şeyin yoktur» diye talâka yemin etse, dava eden o şahısa bin dirhem ödünç verdiğine dair şahit getirip kaadı da hükmetse, o şahsın yemini bozulmaz. Çünkü o kimse o sahsa ödünç verip sonra o şahsı ödünçten beri kılmış yahut davadan önce ödüncü -o şahıstan almış olması caizdir. Buna göre; o şahsın dava eden kimseye karşı «senin bende bir şeyin yoktur» ifadesinde yalan yoktur.

«Yemini bozulur ilh...» Yani; Bir kimse «ben filan şahısla kassarlık sanatında beraber çalışmayacağım» diye yemin edip sonra o şahsın ortağıyla kassar sanatında beraber çalışsa, yemini bozulur. Çünkü ortaklardan her birisi diğeri üzerine herhangi bir mesuliyet ve senetle müracaat eder. Buna göre; yemin eden kimse «kendisiyle beraber çalışmam» diye yemin ettiği şahısla çalışmış gibi olur. Fakat o şahsın ticarete izin verilmiş kölesiyle beraber çalışırsa köle herhangi bir mesuliyetle efendisini müracaat edemiyeceği için yemin eden kimse kölenin efendisiyle ortakçı olmuş olmaz. Bu Zahiriyye'den naklen Bahır'da zikredilmiştir.

«O hanede oturmazsa, yemini bozulmaz ilh...» Yani: Bir kimse «ben filan şahsın hanesine girmeyeceğim» diye yemin edip de o şahsın ortak olan hanesine girse, eğer o şahıs ortak olan hanesinde oturmuyorsa yemin eden kimsenin yemini bozulmaz. O şahıs ortak olan hanesinde oturuyorsa kendi hanesinde oturduğu için yemin eden kimsenin yemini bozulur. Çünkü hâne kirayla tutulmuş haneye şâmil olunca kendisinin oturmuş olduğu ortak olan hanesine evleviyetle şâmil olur.

 

 

 

Online Bağış
Hediyen Dünyanın En Güzel Hediyesi Olsun
Haftanın Hutbesi
16.02.2024 Dünyayı Barış Ve İtidale Çağırıyoruz
09.02.2024 Hayatı Değerli Kılan Ölçü: İman
02.02.2024 Rabbimiz, Müminleri Yalnız Ve Yardımsız Bırakmaz
26.01.2024 Mülk Sûresinden Mesajlar
19.01.2024 Bizi Güçlü Kılan, Birlik Ve Beraberliğimizdir
12.01.2024 Allah’ın Rahmet Ve İnayetine Sığınmanın Adı: Eûzü-Besmele
Kur'an-ı Kerim Dinle
DİB Kur'an Portalı
Ramazan Pakdil Sureler
Bünyamin Topçuoğlu
Bünyamin T.oğlu Aşirler
İlhan Tok Hatim
Abdussamed Hatim
Abdul Rahman Al Sudais
Ahmed Al Ajmi Hatim
F.Çollak Görüntülü Hatim
İshak Daniş Hatim
5 Hafız OK takipli Hatim
Mehmet Emin Ay Hatim
İsmail Biçer Ok Takipli
İsmail Biçer Aşr-ı Şerifler
114 Sure 114 Hafız
S.Hafızlar Görüntülü
Kur'an International
Tefsir
Cüz Cüz Kur’an Özeti
Her Cüzden Üç Mesaj
Elmalı Tefsiri
Elmalı Meali
Fizilali Kur'an
DİB Kuran Meali
Kur'an-ı Nasıl Anlayalım
Fıkıh
K.İslam Fıkhı
R. Muhtar-İbn-i Abidin
Gurer Ve Dürer
Mülteka El Ebhur
Kuduri Tercümesi
Nûru'l-îzâh Tercümesi
Büyük Şafi Fıkhı
Detaylarıyla Namaz
Hadis
Kütübüs-Sitte
Sahihi Buhari
Riyazüs Salihin
Ellü'lüü vel-Mercan
Hadis El Kitabı
40 Hadis ve izahı
Uydurma Hadisler
Üye Adı
Parola

Şifremi unuttum -
Sayfa oluşturulma süresi: 0.01 saniye 14,840,104 Tekil Ziyaretçi
Copyright © 2012 islamda Hayat
Sitemizdeki Vaaz, Hutbe ve Yazılar kaynak göstermek şartı önceden izin Almadan Ticari Amaçlar Dışında Kullanmak Serbestir.

Tüm Bilgiler Ümmete Vakıftır copyright © 2002 - 2024