İkinci halife Hz. Ömer (r.a.)'in oğlu ve mü'minlerin
annesi Hz. Hafsa'nın ana-baba bir kardeşi, fâkih ve muhaddis sahâbî. Ebû
Abdurrahman künyesi ile tanınan Abdullah'ın annesi Zeynep bnt. Maz'un el-Cümeyhî'dir.
Abdullah b. Ömer'in, peygamberliğin üçüncü yılında
doğduğu kaydedildiği gibi onun nübüvvetten bir yıl önce dünyaya geldiği
söylenmektedir. (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, Kahire 1286, 111, 230).
Babasıyla birlikte, küçük yaşta İslâm'a girdi ve yine
babası ile birlikte Medine'ye hicret etti. Tamamıyla İslâm toplumunda ve
İslâm terbiyesiyle yetişti. Yaşı küçük olduğu için Bedir ve Uhud gazalarına
Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından katılmasına müsâde verilmedi. (Buhârî,
Megâzi, 6). Ancak onsekiz yaşlarında iken Hendek gazvesine ve daha sonra Hz.
Peygamber (s.a.s.) zamanında meydana gelen bütün savaşlara katıldı. Mekke
fethinde, Mûte savaşında, Tebük seferinde ve Vedâ Hacc'ında bulundu.
Abdullah b. Ömer, İslâm devleti bünyesinde meydana gelen
anlaşmazlıklarla ortaya çıkan ve birbirleriyle mücadele eden gruplara
karışmadı, tarafsız kaldı ve devlet kadrolarında vazife almadı. Zira oğlunu
hilâfete aday göstermesini tavsiye eden sahâbelere Hz. Ömer: "Bir evden bir
kurban yeter" demişti. Babasından sonra başa geçecek halifeyi seçmeye
görevli olan şûrâ'ya sadece müşâvir olarak katıldı. Hz. Ömer oğluna şûrâ'ya
katılmasını ancak aday olmamasını tavsiye etmişti. (İbnü'l-Esîr, el-Kâmilfi'tTarih,
111, 65 vd.)
Hz. Osman (r.a.) zamanında, İbn Ömer, devlet işlerine
müdahalede bulunmuyordu. Bir gün Hz. Osman, İbn Ömer'e kadılık yapmasını,
müslümanların arasındaki hukukî anlaşmazlıkları hâlletmesini teklif edince
özür dileyerek kadılık vazifesini kabul etmemiş, Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in
bir sözünü hatırlatmıştı;
- Hz. Peygamber (s.a.s.) buyurmuşlardır ki: "Kadılar üç
çeşittir. Birincisi câhillerdir. Bunların yeri Cehennemdir. İkinci zümre
âlimleridir, fakat dünyaya meyilleri vardır, ilimleri ile amelleri bir
değildir, bunlarda Cehennemliktir. Üçüncü zümre ise hem âlim, hem de dünyaya
meyli olmayanlardır." (Ebû Dâvud, Akdiye, 2).
- Hz. Osman, Hz. İbn Ömer'e dedi ki:
- "Ama, senin baban Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında
kaza* işleri ile uğraştı ve kadılık yaptı."
- "Evet, doğrudur, fakat babam bir mesele ile
karşılaşınca Rasûl-i Ekrem'e müracâat eder, müşküllerini hâlletmede zorluk
çekmezdi. Çünkü Rasûl-i Ekrem müşkil* bir mesele ile karşılaşınca onun da
müşkilini vahiy hâllederdi. Şimdi Rasûl-i Ekrem aramızda yok ki
problemlerimizi ona götürelim. Allah şimdi bizim yardımcımız olsun."
Hz. Osman da bu hususta Hz. İbn Ömer'e fazla ısrarda
bulunmadı.
Hz. İbn Ömer, hükümet ve devlet işlerinden uzak kalmasına
rağmen hak yolunda cihâd* edip İslâm fetihlerine katıldı. Nitekim Hicret'in
yirmiyedinci yılında Afrika'da Tunus, Cezayir, Merakeş seferine katılmıştı.
İbn Ömer Hicret'in otuzuncu senesinde Horasan ve
Taberistan fetihlerinde bulundu ve onun Taberistan fethinde bir Dihkan'ı
öldürdüğü bilinmektedir. Ancak hükümet ve devlet işlerine müdahâle hususunda
çok ihtiyatlı davranıp, daima uzak kalmayı tercih etti.
Hz. Osman'ın şehâdetinden sonra ilmî yüceliği,
kahramanlığı ve mücahidliği Hz. Ömer'in oğlu olması sebebiyle halîfe* olması
istendiyse de kabul etmedi. Hz. Ali tarafında yer aldı. Dahilî olaylara
karışmadı. Sıffin olayından sonra da halifelik tekliflerini reddetti.
Muâviye zamanında 669 yılında Hz. Peygamber'in güvenini kazanmış ve
bayraktarlığını yapmış olan Halid b. Zeyd Ebu Eyyub el-Ensâri* ile İstanbul
surları önlerine kadar gelip, İstanbul'un ilk muhasarasına katıldı. Onun
devlet bünyesinde ve İslâm toplumunda meydana gelen iç karışıklıklar
sırasında temkinli davrandığını görmekteyiz. Fakat Sıffin'de Hz. Ali'ye
muhalefet edenlere ve Abdullah b. Zübeyr'i Kâbe'de muhasara edip şehid
edenlere karşı savaşmadığına pişman olduğunu bizzat kendisi ifâde etmiştir
(İbn AbdülBerr, el-İstiâb, II, 345), Haccac'a karşı savaşmadıysa bile onun
zulmünden asla çekinmeden İslâmî ahkâmı çiğnemesine karşı susmayıp onu
gerektiğinde sert bir şekilde uyarmıştı. Hattâ onun bu gibi uyarılarına
kızan Haccac b. Yusuf, Abdullah'ı öldürtme yollarını aramıştı.
Nihâyet hicretin yetmişdördüncü yılında Abdullah b Ömer
seksendört veyahut seksen beş yaşında iken vefat ettiği (İbn Sa'd, Tabakat,
IV, 187), başka rivâyetlerde de onun seksenaltı yaşında vefat ettiği
kaydedilir. (İbnü 'l-Esir, Üsd ü 'l-Câbe, I V, 230-23 1 ) .
Hac mevsiminde adamın biri ucu zehirli bir mızrak ile
Abdullah b. Ömer'i ayağından yaraladı. Vücûdu zehirlendi. Bu zehirlenme
vefatına sebep oldu. Bir rivâyete göre yukarıda söylediğimiz gibi bu
yaralama Haccac b. Yusuf'un tertibi idi.
İbnü'l-Esir'in kaydına göre, Haccac b. Yusuf minberde
hutbe* okuyordu. Hutbe'de Abdullah İbn Zübeyr'e ağır sözler söylemiş ve bazı
ithamlarda bulunmuş, onun Kur'ân-ı Kerim'i tahrif ettiği iddiasını ortaya
atmıştı. İbn Ömer düşünmeden ve çekinmeden Haccac'a bağırıp: "Yalan
söylüyorsun, bunu ne İbn Zübeyr yapardı, ne de senin bu işe gücün yeter!..."
demişti.
İbn Ömer'in halkın toplu bulunduğu bir yerde böyle sert
konuşmasından Haccac fena halde bozulmuş, ona kin besleyip çok kızmıştı.
Açıktan açığa ona bir şey yapamayacağından gizlice ve hainlikle intikam
almayı düşünmüştü. (İbn Hallikân, Vefayatü'l Ayan, II, 242). Ancak
İbnü'l-Esir Haccac'ın hutbe meselesini başka türlü anlatmaktadır. Ona göre,
Haccac hutbeyi çok uzatmış, o kadar uzatmıştı ki, ikindi namazına vakit
daralmıştı. Bu ara İbn Ömer, "Güneş seni beklemiyor" diye ihtarda
bulunmuştu. İkinci bir rivâyete göre, İbn Ömer'in onu beklemeyip kıymet
vermemesine Haccac'ın canı sıkılmış, firavunluğu tutmuştu. Fakat Emevi
hükümdarı Abdülmelik b. Mervan'ın korkusundan İbn Ömer'e karşı gelemiyordu.
Bu meselenin iç yüzünün bu şekilde olduğu anlaşılmaktadır. Yoksa imkân
bulduğu takdirde Haccac, İbn Ömer'i bir an evvel ortadan kaldırmada tereddüt
etmezdi. (İbnü'lEsir, Üsdü'l-Gâbe, 111, 230)
Hac mevsiminde halkın kalabalık bulunduğu bir sırada kim
vurduya getirmek için Haccac bu hâdiseyi tertiplemişti. Hattâ İbn Ömer
hastalandığı sırada Haccac ziyaretine gitmiş suçlunun yakalanıp
cezalandırılması meselesi söz konusu olmuştu. İbn Ömer o sırada Haccac'a:
"Sen silahla Harem-i Şerif'e girilmesine müsâade ettiğin için bu olay
meydana geldi. Harem-i Şerif'e silahlı girmenin doğru olmadığını biliyordun.
Bunun önüne geçmiş olsaydın bu hâdise olmazdı" demiş, o da susmuştu (İbn
Sa'd, Tabakat, IV, 187 vd.).
İbn Ömer Medine'de vefat etmeyi arzu ediyordu. Zira son
günlerde Mekke'de vaziyetin iyi olmadığını sezmişti. Cenab-ı Hakk'a dua
ediyor: "Allah'ım, beni Mekke'de öldürme!" diye yalvarıyordu. Oğlu Sâlim'e
şöyle vasiyet etmişti: "Ben Mekke'de ölürsem beni Harem hududu civarında
defnet, sen de buradan göçüp git!" İbn Ömer bu vasiyetinden birkaç gün sonra
vefat etti.
Vefatını müteakip vasiyeti* gereğince halk toplandı.
Haccac da suçluluğunu örtbas etmek için cenaze namazına katıldı. Hatta
namazını Haccac'ın kıldırdığı bilinmektedir. (İbn Sa 'd, Labakat aynı yer).
Vefat ettiğinde onbiri erkek onbeş çocuğu vardı.
Muhit ve aile olarak tamamen İslâmî terbiye ile yetişmesi
ve Rasûlullah'ın sohbetlerinde devamlı bulunması ona bizzat hizmet etmekle
şereflenmesi, fıtraten üstün hâllere sahip olmasından dolayı zamanının bütün
ilimlerinde mâhir ve üstad olmasını sağladı. Her konuda çok dikkatli
araştırmayı, incelemeyi severdi. Sahâbe içinde dünyaya önem vermemesi örnek
gösterilirdi. Haram ve şüpheli konularda çok titiz davranırdı.
Kur'ân-ı Kerim'in tefsiri hususunda da sahâbenin ileri
gelenlerindendi. Bir gün Hz. Peygamber, ashâb-ı kirâm'a İbrahim sûresi*
Yirmidördüncü âyetinde geçen "ağaç"ın nasıl bir ağaç olduğunu sormuş. Hiç
kimse cevap verememişti. Rasûlullah (s.a.s.) bunun "hurma ağacı" olduğunu
açıklayıp da oradakiler dağılınca Abdullah b. Ömer yolda giderken babasına
"Rasûli Ekrem'in, ağacın nasıl bir ağaç olduğunu açıklamasından önce hurma
ağacı olduğu kalbime doğdu" dedi. Babası Ömer, "Peki neden bunu söylemedin?"
deyince, Abdullah "Rasûlullah'ın huzurunda sen ve Ebû Bekir dururken
konuşmayı uygun görmedim" demişti (İbn Hâcer, Fethu'l-Bârî Şerh
Sahihi'l-Buhâri, Mısır 1959, IX, 449). Bu da onun Allah'ın âyetlerine
vukûfiyetini gösterir.
Abdullah b. Ömer helâl ve harama ait hadisleri en çok
bildiren râvidir. Genellikle işittiği hadisleri yanılgıyı azaltmak,
unutkanlığı ortadan kaldırmak için devamlı yazardı. Gerekmedikçe de hadis
rivâyet etmezdi.
İbn Ömer tefsirde olduğu kadar hadis ilminde de ileri
gelenlerden de hadis hâfızları arasında ün kazanmış sahâbîlerdendir.
Elimizde mevcut hadis kitaplarında İbn Ömer'den ikibinaltıyüzotuz hadis
rivâyet olunmuştur.
Bunlardan yüzaltmışsekiz tanesi Buhârî* ve Müslim*
tarafından müştereken rivâyet edilmiştir. Buhârî'de seksenbir, Müslim'de de
otuzbir; Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde iki binondokuz hadis ayrıca
naklolunmaktadır.
İbn Ömer Rasûl-i Ekrem'in sözlerini, fiillerini şevk ve
zevk ile izlerdi. Ekseriya Rasûl-i Ekrem'in hizmetinde ve huzurunda
bulunurdu. Bulunmadığı zaman da Rasûl-i Ekrem'in söz ve fiilini huzurda
bulunanlardan sorar, tetkik ederdi. Bir meselede şüpheye düştüğü, yahut iyi
anlamadığı takdirde hemen Rasûl-i Ekrem'e gidip öğrenirdi. Bu suretle
Rasûl-i Ekrem'in söz ve fiillerine ait hadisleri toplamış, hıfzetmişti .
Hadîs-i Şeriflerin ümmet içinde yayılması ve ümmetin
evlatlarına öğretilmesi hususunda İbn Ömer'in büyük hizmeti olmuştur. Hadisi
iyi bilip, iyi tetkik edenlerdendi. Bildiğini öğretmekten büyük zevk
duyardı. Rasûl-i Ekrem'in vefâtından sonra altmış yıl yaşadı. Ömrü boyunca
Rasûlullah'ın hadislerini İslâm ümmeti arasında yaymakla vakit geçirdi.
Nitekim elimizde bulunan hadislerin nakil silsilesinin çoğu Abdullah İbn
Ömer'e dayanmaktadır.
İbn Ömer, Medine'de ders halkası oluşturarak hadîs
öğretirdi. Bundan başka her zaman hac mevsiminde Mekke'de İslâm dünyasının
dört bir yanından gelen hacılara Rasûlullah'ın hadislerini öğretme konusunda
büyük gayret sarfederdi.
Çok hadîs bilmesine rağmen büyük titizliğinden çok az
rivâyette bulunurdu. Abdullah b. Ömer'den Nâfi ve İmam Mâlik* b. Enes'in
rivâyetleriyle gelen hadisler en sağlam rivâyetler olarak değerlendirilmekte
ve bu rivâyet zincirine "Altın Zincir" adı verilmektedir. Abdullah b.
Ömer'den hadis öğrenimi görenler arasında başta Abdullah b. Abbâs olmak
üzere Câbir b. Abdullah, Saîd b. el-Müseyyeb, Said b. Cübeyr, Abdullah b.
Keysân, Hasan-ı Basrî, Nâfi, Mücâhid, Tâvûs, Enes b. Şîrin gibi meşhur
muhaddisler ve oğullarından Hamza, Bilâl, Abdullah ve Ubeydullah vardır. İbn
Ömer bu hadis ilminden dolayı çok hadis rivâyet eden Muksirûn* sahâbeler
arasında yer almaktadır.
Abdullah'ın, muhaddisliğinin yanı sıra fakîh bir sahâbî
olduğu da bilinen bir husustur. İbn Ömer ömrünü Medine'de geçirmiş ve fıkıh*
üzerinde çalışmıştır. Medine'nin fıkıh âlimlerinin birçoğu fetvalarında İbn
Ömer'in bilgisinden faydalanmışlardır. Ehl-i Sünnet'in dört imamından biri
olan İmam Mâlik'in fıkhı Abdullah İbn Ömer'in fetvaları ile doludur. İmam
Mâlik'in dediği gibi, Abdullah b. Ömer fıkıh âlimlerinin başında
gelenlerdendi. Eğer İbn Ömer'in fıkıhtaki fetvaları toplansa büyük bir eser
meydana gelir. Nitekim, Mısır'lı âlim M. Revvâs Kal'acı "Mevsû 'atu Fıkhî
Abdullah b. Ömer" (Abdullah b. Ömer'in Fıkhı Ansiklopedisi) adıyla bir eser
vücûda getirmiştir. (Beyrût 1986). İslâm fıkıh ulemâsının en ileri
gelenlerinin bildirdiklerine göre, İslâmî meselelerde İbn Ömer'in sözleri
ile amel etmek yeterlidir.
Abdullah b. Ömer uzun bir ömür sürdüğünden
peygamberimizden sonra altmış yıl müddetle fetva* vermiştir. Ancak fetva
verme konusunda çok ihtiyatlı hareket ederdi. Şahsiyet olarak; iyilik
etmeyi, sadaka vermeyi, hayır yapmayı, hele köle azad etmeyi çok severdi.
Sağlam karakterli, iyi ve güzel huylu olup, kötülüklerden kaçınırdı. Her
yaptığı işi Allah rızası için yapardı. Kendi yüzük taşında: "Allah Teâlâ'ya,
Allah için hâlis ibâdet etti." ibâresi yazılıydı. Dünya malına, dünya
zevklerine hiç gönül vermezdi. Sahâbe'den Câbir b. Abdullah: "Ömer ve oğlu
Abdullah'dan başka içimizde dünyaya meyli olmayan kimse yoktur." derdi.
İlimde imamlığa yükselen muhaddis ve tâbiînin
büyüklerinden olan Nâfi, Abdullah b. Ömer'in azatlısıdır. Nâfi köle iken İbn
Ömer onu onbin dirheme satın alıp, "Seni Allah rızası için azat ettim"
diyerek kölelikten kurtarmıştır. Kölelerinden ibâdet edeni gördükçe hemen
onu âzad ederdi. "İbadeti göstermelik yaparak âzad olmak isteyenler olursa
ne yaparsınız?" diye ona sorulduğunda Abdullah'ın "Hayır için aldanmaktan
iyi şey var mıdır?" buyurdukları meşhûrdur. İmam Nâfi, Abdullah için: "Her
zaman dualarında belirttiği gibi bin köle âzad ettikten sonra vefat etti."
demişti. Çoğu zaman sırtındaki kaftanını çıkarıp gördüğü bir fakire verirdi.
Abdullah b. Ömer'in evinde misafir* eksik olmazdı. Akşam
yemeklerini yalnız yediği nadirdir. Mutlaka misafiri olur, olmazsa arar
bulurdu. Kendisi de dostlarının evinde üç günden fazla misafir kalmazdı.
Evinde en zarûrî ihtiyacını karşılayan eşya bulundururdu. Cuma'dan önce
mutlaka yıkanır, abdest alır, güzel kokular sürünürdü. Her namaz için abdest
alır, geceleri çok namaz kılardı.
Abdullah'ın oğlu Hâlid'in âzad ettiği Ebû Gâlib şöyle
anlatır: "Abdullah b. Ömer Mekke'ye geldiğinde sık sık bize misâfir olurdu.
Geceleri teheccüd namazı kılardı. Bir gece sabah namazı yaklaştığı zaman
bana "Kalkıp namaz kılmayacak mısın? Kur'ân'ın üçte birini de okusan yeter."
dedi. "Sabah yaklaştı, kısa zamanda Kur'ân'ın üçte birini okuyup
yetiştiremem" dedim. Bana dönerek: "İhlâs sûresi Kur'ân'ın üçte birine
eşittir." dedi.
İmam Nâfi'in naklettiğine göre, Abdullah b. Ömer mûsıkîyi
* sevmezdi. Teğanni ve saz seslerine kulaklarını tıkardı. Bir gün birisi
yanına yaklaşarak: "Abdullah, Allah için seni çok seviyorum" dedi. Abdullah
da: "Ben de Allah için seni hiç sevmiyorum. Çünkü sen ezanı teğanni ederek,
şarkı söyler gibi okuyorsun" buyurdu.
Allah'tan başka kimseden korkmazdı. Kötülüğe karşı hep
iyilikle karşılık verirdi. Zeyd b. Eslem şu olayı anlatır: "Adamın birisi
yolda Abdullah b. Ömer'e sövüp saymaya başladı. Abdullah evinin kapısına
varıncaya kadar onu sabırla dinledikten sonra adam dönerek, "Ben ve kardeşim
Âsım kimseye sövmeyiz" dedi.
Çok az yemek yerdi. Hele acıkmayınca hiçbir şey yemezdi.
Bir gün dostlarından birisi ona hazım kolaylaştırıcı bir ilâç hediye etmek
istedi. O dostuna şu cevabı verdi: "Ben hiçbir yemekten karnımı
doyururcasına yemedim. Hazım ilâcına ihtiyacım olacağını zannetmiyorum."
Bu kadar tok gözlü olmakla beraber aynı zamanda son
derece müstağni bir kişi idi. Kimseden bir şey istemezdi. Herkes ona hizmet
etmek ister, fakat o asla kabul etmezdi.
Bir ara Abdülaziz b. Hârun ona haber gönderip
ihtiyaçlarının ne olduğunu bildirmesini istemiş, İbn Ömer onun davranışına
karşı şu cevabı vermişti: "Siz, geçimleri size ait olanların, geçimlerini
üzerinize almış bulunduğunuz kimselerin ihtiyaçlarını temin ederseniz daha
iyi olur " (İbn Sa'd, Tabakat, IV, 174).
Ancak İbn Ömer bir şey hediye* edildiğinde onu geri
çevirmezdi. Nitekim Muhtar mal-ve mülkünün bir çoğunu İbn Ömer'e hediye
etmiş, o da kabul eylemişti. "Bize hediye edilenleri biz de hediye eder, Hak
yolunda dağıtırız." demişti. Ve bütün hediyeleri ihtiyaç sahiplerine
dağıtmıştı.
Bir ara İbn Ömer'in halası Ramle ona ikiyüz dinar altın
para göndermişti. Emir Muâviye ise bir aralık onun ihtiyaçları için yüz bin
dinar yollamıştı. Muâviye bu parayı gönderirken İbn Ömer'in Yezîd'e bey'at
etmesini de düşünerek buna başvurmuştu. İbn Ömer bunu kabul etmemiş, "Benim
imanım sizin paranızdan daha değerlidir . " demişti . (İbn Sa 'd, aynı
yerler).
Abdullah b. Ömer'in yaşayışı her türlü gösterişten uzak
idi. O bu hususta mükemmel bir örnektir. Bir oturuşta binlerce dirhem para
dağıtmış olan bir zâtın bütün ev eşyası bir halı veya kilim ve bir de
yataktan ibaret idi. Bunların bütün kıymeti yüz dirhem tutmazdı.
Abdullah varlıklı olmakla beraber yaşayışı işte bu kadar
sâde idi. Cuma günleri hariç, güzel koku kullanmazdı. Yalnız cuma günü iyi
elbise giyerdi. Bir gün Cuma'dan sonra yolculuğa çıkması gerekti. Güzel
elbiselerini giymişti. Bu elbiseyi eve gönderip değiştirdi ve normal
elbiselerini giydi.
İbn Ömer şekil ve şemâli hususunda babası Ömer'e çok
benzerdi. Uzun boylu ve esmerdi. Sakalı ağardığı zaman koyu sarıya boyardı.
Zira sakalının rengi de koyu sarıydı.
Ahmed AĞIRAKÇA
Abdullah b. Ömer'in Bizzat Peygamber Efendimiz'den
Duyarak Naklettiği Bazı Hadisler
- İnsanoğlu Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmazsa
Allah'u Teâlâ ona hiçbir şeyi musallat etmez.
- Nasihat olarak ölüm yeter.
- İstediğini ye, istediğini giyin. İnsanları yanlış yola
götüren israf ve tekebbürdür.
- Sağlığında hastalığın ve hayatında ölümün için tedbir
al.
Abdullah İbn Ömer (r.a.) buyurdu ki:
- Ey insan bedeninle dünyada ol, kalbinle âhireti bul.
- Hikmet ondur; dokuzu sükût, biri de az konuşmaktır.
- Haramdan kaçınmadıkça ibâdetler kabul olunmaz.
Ebû Seleme b. Abdullah şöyle demiştir: "Abdullah İbn Ömer
vefat etti. O fazilette babası Ömer'e çok benzerdi. Hz. Ömer kendisinin
benzerlerinin çok olduğu bir zamanda yaşamıştı. Fakat Abdullah İbn Ömer ise
kendisinin bir benzeri bulunmayan bir dönemde yaşamıştı."