Osman b. Affân b. Ebil-As b. Ümeyye b. Abdi'ş-Şems b.
Abdi Menaf el-Kureşî el-Emevî; Raşid Halifelerin üçüncüsü. Ümeyyeoğulları
ailesine mensup olup, nesebi beşinci ceddi olan Abdi Menaf'ta Resulullah
(s.a.s) ile birleşmektedir. Fil olayından altı sene sonra Mekke'de
doğmuştur. Annesi, Erva binti Küreyz b. Rebia b. Habib b. Abdi Şems'tir.
Büyükannesi ise Resulullah (s.a.s)'ın halası Abdülmuttalib'in kızı
Beyda'dır. Künyesi, "Ebû Abdullah'tır. Ona, "Ebu Amr" ve "Ebu Leyla" da
denilirdi (İbnul-Hacer el-Askalânî, el-İsabe fi Temyîzi's-Sahabe, Bağdat
t.y., II, 462; İbnül Esîr, Üsdül-Ğâbe, III, 584-585; Celaleddin Suyûtî,
Târihul-Hulefâ, Beyrut 1986, 165).
Resulullah (s.a.s) risaletle görevlendirildiğinde Osman
(r.a) otuz dört yaşlarındaydı. O, ilk iman edenler arasındadır. Ebû Bekir
(r.a), güvendiği kimseleri İslâma davette yoğun gayret göstermekteydi. Onun
bu çalışmaları neticesinde, Abdurrahman b. Avf, Sa'd b. Ebi Vakkas, Zübeyr
b. Avvâm, Talha b. Ubeydullah ve Osman b. Affân iman etmişlerdi. Hz. Osman,
cahiliyye döneminde de Hz. Ebû Bekir'in samimi bir arkadaşı idi (Siretu İbn
İshak, İstanbul 1981,121; Üsdü'l-Gâbe, aynı yer; Askalanî, aynı yer).
Hz. Osman, iman ettiği zaman bunu duyan amcası Hakem b.
Ebil-Âs onu sıkıca bağlayarak hapsetmiş ve eski dinine dönmezse asla serbest
bırakmayacağını söylemişti. Hz. Osman (r.a) ebediyyen dininden dönmeyeceğini
söyleyince, kararlılığını gören amcası onu serbest bırakmıştı (Suyûtî, 168).
Peşinden o, Resulullah (s.a.s)'ın kızı Rukayye ile evlenmişti. Bazı
tarihçiler bu evliliğin Peygamber'in risaletle görevlendirilmesinden önce
olduğunu kaydederler (Suyûtî, a.g.e., 165).
Mekkeli müşriklerin iman edenlere yönelttikleri baskı ve
işkenceler yoğunlaşıp çekilmez bir hal alınca, Resulullah (s.a.s), ashabına
Habeşistan'a hicret etmeleri tavsiyesinde bulunmuştu. Hz. Osman'ın
Habeşistan'a ilk hicret edenler arasında olduğu hakkında kaynaklar ittifak
halindedirler. İbn Hacer birçok sahabiye dayandırarak Hz. Osman'ın, eşi
Rukayye ile birlikte Habeşistan'a hicret eden ilk kimse olduğunu
kaydetmektedir (İbn Hacer, aynı yer). Mekkelilerin iman ettiklerine dair
yanlış bir haberin Habeşistan'a ulaşmasıyla birlikte muhacirlerden bir
bölümü Mekke'ye geri dönmüştü. Hz. Osman da geri dönenler arasındaydı. Ancak
onlar kendilerine ulaşan haberin asılsız olduğuna şahit olduklarında tekrar
Habeşistana gitmek için yola çıktılar. Hz. Osman, hareket etmeden önce
Resulullah (s.a.s)'e şöyle demişti: "Ya Resulullah! Bir defa hicret ettik.
Bu Necaşi'ye ikinci hicretimiz oluyor. Ancak siz bizimle değilsiniz".
Resulullah (s.a.s) ona; "Siz Allah'a ve bana hicret edenlersiniz. Bu iki
hicretin tamamı sizindir" karşılığını vermişti. Bunun üzerine o; "Bu bize
yeter ya Resulullah" dedi (İbn Sa'd, Tabakatül-Kübra, Beyrut t.y., I, 207).
Hz. Osman (r.a), ikinci olarak hicret ettiği
Habeşistan'da bir müddet kaldıktan sonra Mekke'ye geri döndü. Resulullah
(s.a.s), Medine'ye hicret etmekle emrolunduğunda, Hz. Osman diğer
müslümanlarla birlikte Medine'ye hicret etti. O, Medine'ye ulaştığı zaman
Hassan b. Sabit'in kardeşi Evs b. Sabit'e konuk olmuştu. Bundan dolayı
Hassan, onu çok severdi (İbnül-Esîr, Üsdül-Gâbe, 585; İbn Sa'd, a.g.e.,
55-56).
Bir yahudinin mülkiyetinde olan Rume kuyusunu yirmi bin
dirheme satın alarak bütün müslümanların istifadesine sunmuştu. Bu kuyunun
müslümanlar için ne kadar önemli olduğu Resulullah (s.a.s)'in şu sözünden
anlaşılmaktadır: "Rume kuyusunu kim açarsa, ona Cennet vardır" (Buharî,
Fezailu'l-Ashab, 47).
Hz. Osman, hanımı Rukayye ağır hasta olduğu için,
Resulullah (s.a.s)'in izniyle Bedir savaşından geri kalmıştı. Rukayye ordu
Bedir'de bulunduğu esnada vefat etmiş, müslümanların zaferinin müjdesi
Medine'ye ulaştığı gün toprağa verilmişti. Fiili olarak Bedir'de bulunmamış
olmakla birlikte Resulullah (s.a.s) onu Bedir'e katılanlardan saymış ve
ganimetten ona da pay ayırmıştı (Üsdül-Gâbe, III, 586; Suyutî, a.g.e., 165;
H.İ.Hasan, Tarihu'l-İslâm, I, 256).
Hz. Osman Bedir savaşı hariç, müşriklerle ve İslâm
düşmanlarıyla yapılan bütün savaşlara katılmıştır.
Rukayye'nin vefat edişinden sonra Resulullah (s.a.s), Hz.
Osman'ı diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında
Ümmü Gülsüm vefat ettiğinde Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştu: "Eğer kırk
tane kızım olsaydı birbiri peşinden hiç bir tane kalmayana kadar onları
Osman'la evlendirirdim" ve yine Hz. Osman'a "Üçüncü bir kızım olsaydı
muhakkak ki seninle evlendirirdim" demişti (Üsdül-Gâbe, aynı yer).
Resulullah (s.a.s)'in iki kızıyla evlenmiş olduğu için iki nûr sahibi
anlamında, "Zi'n-Nureyn" lakabıyla anılır olmuştur. Zatü'r-Rika ve Gatafan
seferlerinde Resulullah (s.a.s), onu Medine'de yerine vekil bırakmıştır
(Suyuti, a.g.e., 165).
Hz. Osman'ın Habeşistan'a hicreti esnasında Hz.
Rukayye'den doğan Abdullah adındaki oğlu, Medine'ye hicretin dördüncü
yılında bir horozun yüzünü gözünü tırmalaması sonucunda hastalanarak vefat
etti. Abdullah, vefat ettiğinde altı yaşında idi (İbn Sa'd, a.g.e., III, 53,
54).
Hicretin altıncı yılında müslümanlar, Umre yapmak için
Mekke'ye hareket ettiklerinde, Hz. Osman da onların arasındaydı. Ancak,
putperest Mekke yönetimi, müslümanları Mekke'ye sokmama kararı almıştı.
Bunun üzerine Hudeybiye'de karargah kuran Resulullah (s.a.s), müşriklerle
diyalog kurarak, maksatlarının yalnızca umre yapmak olduğunu onlara
bildirmek istiyordu. Resulullah (s.a.s), bu iş için Hz. Ömer'i
görevlendirmek istemiş, ancak Hz. Ömer, bir takım geçerli sebepler ileri
sürerek Hz. Osman'ın daha uygun olduğunu söylemişti. Bunun üzerine
Resulullah (s.a.s), elçilik görevini Hz. Osman'a verdi. Daha önce elçi
gönderilen Hıraş b. Umeyye el-Ka'bî'yi Mekkeliler öldürmek istemişlerdi (İbn
Sa'd, a.g.e., II, 96). Müşriklerin hırçın davranışları böyle bir elçiliği
tehlikeli bir hale sokuyordu. Resulullah (s.a.s), Hz. Osman (r.a)'a şöyle
dedi: "Git ve Kureyş'e haber ver ki, biz buraya hiç kimse ile savaşmaya
gelmedik. Sadece şu Beyt'i ziyaret ve onun haremliğine saygı göstermek için
geldik ve getirdiğimiz kurbanlık develeri kesip döneceğiz ". Hz. Osman
(r.a), Mekke'ye gidip, müşriklere bu hususları bildirdi. Ancak onlar; "Bu
asla olmaz. Mekke'ye giremezsiniz" karşılığını verdiler. Onların red cevabı
İslâm kârargahına Osman (r.a)'ın öldürüldüğü şeklinde ulaştı. Onun dönüşünün
gecikmesi bu haberi destekler nitelikteydi. Bunun üzerine Resulullah
(s.a.s), yanındaki bütün müslümanları, ölmek pahasına müşriklerle çarpışmak
üzere, bey'ata çağırdı. Bey'atu'r-Rıdvan adıyla tarihe geçen bu
bey'atlaşmada Resulullah (s.a.s) sol elini sağ elinin üzerine koyarak,
"Osman Allah'ın ve Resulünün işi için gitmiştir" dedi ve onun adına da
bey'at etti. Müşrikler bu durumdan korkuya kapıldıkları için anlaşma yolunu
tercih etmişlerdi (İbn Sa'd, II, 96, 97).
Hz. Osman, bu arada Mekke'deki güçsüz müslümanlarla
görüşmüş ve onları İslâm'ın yakında gerçekleşecek olan fethiyle teselli
etmişti (Asım Köksal, İslâm Tarihi, VI, 177).
Müşrikler, Osman (r.a)'a isterse Kâ'be'yi tavaf
edebileceğini bildirmişler, ancak o, Resulullah (s.a.s) tavaf etmeden,
kendisinin de tavaf etmeyeceği cevabını vermişti. Hudeybiye'de bulunan
sahabiler ise Resulullaha: "Osman Beytullah'a kavuştu, onu tavaf etti; ne
mutlu ona" dediklerinde Resulullah (s.a.s); "Beytullah'ı biz tavaf
etmedikçe, Osman da tavaf etmez buyurmuştur" (Vakidî'den naklen, A. Köksal,
a.g.e., 178-179).
Hz. Osman, Medine dönemi boyunca sürekli Resulullah
(s.a.s) ile birlikte olmaya gayret gösterdi. Ashabın en zenginlerinden biri
olması, onun İslâma ve müslümanlara herkesten çok maddi yardımda bulunmasını
sağladı. Bilhassa kâfirler üzerine sefere çıkan orduların techiz edilmesinde
aşırı derecede cömert davrandığı görülmektedir. Tarihçiler onun Ceyş'ul-Usra
diye adlandırılan Tebük seferine çıkacak ordunun techiz edilmesine yaptığı
katkıyı övgüyle zikretmektedirler. O, bu ordunun yaklaşık üçte birini tek
başına techiz etmiştir. Asker sayısının otuz bin kişi olduğu göz önüne
alınırsa bu meblağın büyüklüğü rahatça anlaşılır. Yaptığı yardımın dökümü
şöyledir: Gerekli takımlarıyla birlikte dokuz yüz elli deve ve yüz at,
bunların süvarilerinin teçhizatı, on bin dinar nakit para (A. Köksal,
IX,162). Onun bu davranışından çok memnun olan Resulullah (s.a.s); "Ey
Allah'ım! Ben Osman'dan razıyım. Sen de razı ol" (İbn Hişam, Sîre, IV,161)
diyerek duada bulunmuş ve; Bundan sonra Osman'a işledikleri için bir
sorumluluk yoktur" (Suyûtî, a.g.e.,169) demiştir.
Hz. Osman, Veda Haccı esnasında da Resulullah (s.a.s)'in
yanındaydı. Resulullah (s.a.s) müslümanları ilgilendiren bir çok meselede
Osman (r.a)'ın yardımına müracaat etmiştir (H.İ.Hasan, a.g.e., I, 256).
Hz. Ebû Bekir (r.a) halife seçilince Osman (r.a) ona
bey'at etti. Ebû Bekir (r.a) halifeliği boyunca ümmetin işlerini idarede
onunla istişarede bulundu. Ebû Bekir (r.a)'ın vefatından önce yazdırdığı Hz.
Ömer'in Halife atanmasına dair belgeyi Osman (r.a) kaleme almıştır. Hz. Ebû
Bekir, Osman (r.a)'ın yazdıklarını ona tekrar okutturduktan sonra
mühürletmişti. Osman (r.a), yanında Ömer (r.a) ve yanında Useyd İbn Saîd
el-Kurazî olduğu halde dışarı çıkmış ve oradakilere "Bu kağıtta adı yazılan
kimseye bey'at ediyor musunuz" diye sormuştu. Onlar da "evet" diyerek bunu
kabul etmişlerdi (İbn Sad a.g.e., III, 200).
Halifeliği
Hz. Ömer (r.a), yaralanınca, hilâfete geçecek kimsenin
tayin edilmesi için altı kişiden oluşan bir şura oluşturmuştu. Bunlar Hz.
Ali, Osman, Sa'd İbn Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Zubeyr İbn Avvam ve
Talha İbn Ubeydullah (r.anhum) idiler. Yapılan görüşmeler neticesinde, şura
üyelerinden dördü feragat edince görüşmeler Hz. Osman'la Hz. Ali üzerinde
devam etti. Şura başkanı Abdurrahman İbn Avf, geniş bir kamu oyu yoklaması
yaptıktan sonra müslümanların bu iki kişiden birisinin halife seçilmesi
üzerinde mutabık olduklarını gördü. Hz. Ali (r.a)'i çağırarak ona; Allah'ın
Kitabı, Resulünün Sünneti ve Ebû Bekir ve Ömer'in uygulamalarına tabi olarak
hareket edip etmeyeceğini sordu. O, Allah'ın Kitabı ve Resulünün Sünnetine
tam olarak uyacağı, ancak bunun dışında kendi içtihadına göre davranacağı
cevabını verdi. Aynı soruyu Osman (r.a)'a yönelttiğinde o, bunu kabul
etmişti. Bunun üzerine Abdurrahman İbn Avf, Osman (r.a)'ı halife atadığını
ilan ederek ona bey'at etti (Suyuti, a.g.e.,171, 172; İbn Hacer, a.g.e.,
463; H.İ.Hasan, a.g.e., I, 258, 261). Hz. Osman'a ikinci olarak bey'at eden
kimse Hz. Ali (r.a) olmuştur. Peşinden de bütün müslümanlar ona bey'at
ettiler (İbn Sa'd, a.g.e., III, 62). Osman (r.a)'ın hilâfete geçişi Hicri
yirmi üç senesi Zilhicce ayının sonlarında olmuştur.
Osman (r.a), devlet idaresini devraldığı zaman İslâm
fetihleri hızlı bir şekilde devam ediyordu. Hz. Ömer (r.a) devrinde Suriye,
Filistin, Mısır ve İran, İslâm topraklarına katılmıştı. Hz. Ömer (r.a)'ın
güçlü idaresi, fethedilen bölgelerde otorite ve düzenin sağlam bir şekilde
yerleşmesini sağlamıştı.
Hz. Osman (r.a), İslâm tebliğinin girmiş olduğu yayılma
sürecini aynı hızla devam ettirmeye çalıştı. O, Ermenistan, Kuzey Afrika ve
Kıbrıs'ı fethetmiş, İran'daki ayaklanmaları bastırarak merkezî yönetimin
nüfuzunu yeniden tesis etmiştir.
Hz. Osman (r.a), hilâfeti devraldığı zaman idari
kadrolarda yavaş yavaş bazı değişiklikler yapma yoluna gitti. Ancak, Ömer
(r.a)'in vasiyetine uyarak bir sene müddetle onun valilerini yerlerinde
bıraktı. İlk önce Küfe valisi Muğire b. Şu'be'yi azlederek yerine Sa'd b.
Ebi Vakkas'ı atadı. Sa'd, Osman (r.a)'ın yönetime geçtikten sonra atadığı
ilk validir (İbnül-Esir el-Kamil fî't-Tarih, Beyrut 1979, III, 79).
Mısırlılarca sevilen bir kimse olan Amr b. el-As'ın Mısır
valiliğinden alınması ve yerine, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in tayin
edilmesi bazı karışıklıkların çıkmasına sebep olmuştu. İskenderiye halkı
Bizans İmparatoru Heraklious'a mektup yazarak kendilerini müslümanların
elinden kurtarmasını istediler. Ayrıca, müslümanların karşı koyacak kadar
askerlerinin olmadığını da bildirdiler. Bunun üzerine Bizans İmparatoru,
Manuel komutasında kalabalık bir orduyu İskenderiye'ye gönderip burayı işgal
etti. Bizanslılardan çekinen Kıpti halk, Hz. Osman'dan duruma müdahale
etmesini istediğinde o, Amr b. el-As'ı Mısır'a geri gönderdi. Amr, yaptığı
savaşta, Manuel'i öldürerek düşmanı büyük bir yenilgiye uğrattı ve
İskenderiye şehrini çevreleyen sur'u yıktı (Hicrî 25) (İbnul-Esir, a.g.e.,
III, 81; H.İ.Hasan, a.g.e.; I, 264). Aynı yıl içerisinde anlaşmalarını bozan
Rey üzerine, Sa'd b. Ebi Vakkas bir sefer düzenlemiş; ayrıca, Deylem üzerine
yürümüştür.
Sa'd b. Ebi Vakkas, Beytül-Malden borç olarak aldığı
parayı geri ödemekte sıkışınca Osman (r.a), onu azlederek yerine anne bir
kardeşi Velid b. Ukbe'yi Küfe valiliğine getirdi (İbnul-Fsir a.g.e., III,
82). Velid, beş sene Küfe valiliğinde bulunmuştur. Velid, bir sabah, namazı
sarhoş olduğundan dolayı dört rekat kıldırmıştı. Hatırlatılması üzerine
"sizin için arttırıyorum" demişti. Bunu duyan Hz. Osman, ona tazir cezası
vererek bunun uygulanmasını Hz. Ali'den istemişti. Hz. Ali de Abdullah b.
Cafer'e onu kırbaçlattırmıştı. Bu olay üzerine Hz. Osman onu azlederek
yerine Saîd b. el-As b. Umeyye'yi atadı (İbnul-Esir, a.g.e., III, 107).
Suyûtî, Hz. Osman'ın, ilk olarak Velid'i, Sa'd'ın yerine vali yapması
yüzünden kınandığını söylemektedir (Suyutî, 172).
Velid, Küfe valisi olunca, Azerbaycan komutanı Utbe b.
Ferkat'ı görevinden aldı. Bunun üzerine Azerbeycan halkı isyan ettiler.
Velid, Azerbeycan üzerine yürüyerek burayı itaat altına aldıktan sonra
Ermenistan (Tiflis) tarafına yöneldi ve andlaşmalar yaparak ganimetlerle
geri döndü (H. 25).
Bu arada Bizansla yapılan mücadele devam etmekteydi.
Muaviye, Antalya ve Tarsus taraflarına akınlar düzenliyordu. Öte taraftan,
Amr b. el-As'a Kuzey Afrika'yı ele geçirmek için emirler gönderen Osman
(r.a), Sicistan Valisi, Abdullah b. Amr'a Kabil'e yürümesi talimatını
veriyordu (İbnul Esir, a.g.e., III, 87). Hicri yirmi altıda, Mescid-i
Haram'ın genişletilmesi çalışmalarına tanık olunmaktadır. Mescid-i Haram'ın
çevresindeki arsalar satın alınarak geniş bir alan elde edilmişti.
Hz. Osman (r.a), Hicri yirmi yedinci yılda Mısır Valisi
Amr b. el-As'ı azlederek yerine Abdullah İbn Sa'd b. Ebi Serh'i getirdi. O,
Kuzey Afrika'nın fethinin tamamlanması düşüncesindeydi. Bunun için Osman
(r.a), Ashabın ileri gelenleriyle istişare ettikten sonra, ona izin verdi ve
içinde çok sayıda sahabinin de bulunduğu bir orduyu takviye olarak ona
gönderdi (H.İ. Hasan, a.g.e., I, 265). Abdullah b. Nafi b. Abdulkays ve
Abdullah b. Nafi b. Husayn komutasındaki kuvvetler, İbn Ebi Serh ile
birleşerek Mısır'dan batıya doğru harekete geçtiler. Trablus'tan Tanca'ya
kadar olan bölgenin hakimi ve Bizans İmparatorunun valisi, İslam ordusunun
topraklarına doğru ilerlediği haberini alınca, yirmi bini süvari olmak
üzere, yüz bin kişilik bir ordu hazırlayarak tedbirler aldı. Krallık merkezi
olan Subaytala'ya yirmi dört saatlik bir mesafede iki ordu karşı karşıya
geldi. İbn Ebi Serh'in, müslüman olmak veya cizyeyi kabul etmek teklifi
reddedilince çatışma başladı. Bu arada, ordunun Medine ile olan haberleşmesi
kesilmişti. Hz. Osman bağlantı kurabilmek için Abdullah İbn Zübeyr'i bir
askeri birlikle Afrika'ya gönderdi. Günlerce süren savaş, Abdullah İbn
Zübeyr'in önerdiği taktikle kısa zamanda büyük bir zaferle sonuçlandı.
Müslümanların eline geçen ganimet oldukça büyüktü. Süvarilere üçer bin dinar
ve yayalara ise biner dinar hisse düşmüştü (İbnül-Esir, a.g.e., III, 88-90;
H.İ.Hasen, a.g.e., I, 265-266).
İslâm ordularının önündeki bu engel kaldırıldıktan sonra
Hz. Osman, Abdullah b. Nafî b. Husayn ve Abdullah b. Nafi b. Abdulkays'a hiç
vakit kaybetmeden Cebelu't-Tarık'ı geçerek Endelüs'e girmeleri emrini verdi.
Hz. Osman'ın, ordunun Endelüs'e geçişini istemesi, İstanbul'un batı yönünden
sıkıştırılarak fethinin kolaylaştırılması düşüncesinden kaynaklanıyordu. O,
komutanlarına şöyle diyordu: "İstanbul ancak Endelüs tarafından
fethedilebilir. Eğer orayı fethederseniz, İstanbul'u fethedenlerin ecrine
ortak olacaksınız" (İbnül-Esir, a.g.e., III, 93; Ayrıca bk. Muhammed
Hamidullah, Fethul-Endelüs (İspanya) fi Hilafeti Seyyidina Osman sene 27
li'l-Hicre, İ.Ü. Ed. Fak. İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, İstanbul 1978,
VII, 221-225). Böylece Hz. Osman zamanında, Kuzey Afrikadaki fetihler
tamamlanmış, İslâm'ın karşısındaki en büyük güç olan Bizans'ın batıdan
sıkıştırılması planları uygulamaya konulmuştur.
Öte taraftan Muaviye b. Ebi Süfyan, Osman (r.a)'dan izin
alarak, Suriye sahillerinde oluşturduğu donanma ile Akdenize açılmış ve
müslümanlar denizlerde de Bizans'a karşı varlık göstermeye başlamışlardı.
Muaviye daha önce bu iş için Hz. Ömer'e müracaat etmişti. Ancak Ömer (r.a),
o an müslümanların maslahatı bunu gerekli kılmadığı için izin vermemişti.
Daha sonra şartlar bu iş için elverişli hale geldiğinden dolayı Hz. Osman
donanma inşasının lüzumuna kanaat getirmişti. Muaviye, donanmasıyla denize
açılarak, Kıbrıs Adasına çıktı. Abdullah b. Sa'd Mısır'dan onun yardımına
gitti. Kıbrıs, yıllık yedi bin dinar cizye ile İslâm hakimiyetini tanımak
zorunda kaldı (Hicrî 28). Bu miktar onların Bizans İmparatoruna ödediği
meblağdır (İbnül-Esir, a.g.e., III, 96).
Hz. Osman, Kufe Valisi Ebu Musa el-Eş'arî'yi görevinden
alarak yerine Abdullah b. Amir el-Kureyz'i atadı (H. 29). Abdullah, Osman
(r.a)'ın dayısının oğludur. Ebu Musa'yı azletmesinin sebebi Kûfe halkının
ondan şikayetçi olmaları ve bunu Hz. Osman (r.a)'a bildirmeleridir
(İbnül-Esîr, a.g.e., III, 99-100).
Hz. Osman, Mescid-i Nebi'nin genişletilmesine ihtiyaç
duyarak, onu süslü taşlarla yeniden inşa etti. Taş sütunlar dikerek tavanını
sac (bir cins ağaç) ile kapattı. Uzunluğunu yüz altmış, genişliğini de yüz
elli zira'a çıkarttı (Suyûtî, 173).
Hicri otuz yılında Sa'id b. el-As'ın Taberistan'a hücum
ettiği görülür. Bu bölgede gazalarda bulunan Sa'id, bir çok şehri fethetti.
Horasan, Tus, Serahs, Merv, Beyhak bunlardan bazılarıdır.
Bu yıl içerisinde Hz. Osman, değişik eyaletlerde,
Kur'an-ı Kerim'in okunması üzerine ortaya çıkan ihtilafları ortadan
kaldırmak için çalışmalar başlattı. Kur'an-ı Kerim ilk olarak Hz. Ebû Bekir
zamanında tedvin edilmişti. Zeyd b. Sabit'in başkanlığında yapılan bu
çalışmada, Kur'an-ı Kerim bir kitap haline getirilmişti. Bu ilk mushaf, Ebû
Bekir (r.a)'dan sonra Ömer (r.a)'a geçmiş, onun şehadetinden sonra da Hafsa
(r.anh)'nın elinde kalmıştı.
Azerbeycan sefer esnasında ordu içerisinde kıraat
konusunda bir ihtilafın çıkması, ordu komutanı Huzeyfe b. Yeman'ı
endişelendirmiş ve Halife'den, müslümanların emin bir şekilde
okuyabilecekleri bir mushafın çoğaltılmasını istemişti. Hafsa (r.anh)'ın
yanında bulunan mushaf getirilerek çoğaltıldı ve bütün eyaletlere dağıtıldı.
Bunun dışında kalan nüshaların tamamı toplatılarak imha edildi. Bu durum
karşısında Ashabın hayatta olanları oldukça rahatlamışlardı (İbnül-Esîr
a.g.e., III,111-112; H.İ. Nasen, a.g.e., I, 510-513).
Hz. Osman, Resulullah (s.a.s)'a ait olan; Hz. Ebû Bekir
ve Hz. Ömer'den sonra kendisine intikal eden mührü Medine'deki Arîs kuyusuna
düşürdü. Onu bulacak olana büyük miktarda para vadinde bulunmuş, ancak bütün
aramalara rağmen bu mühür bulunamayınca Osman (r.a) büyük bir üzüntüye
kapılmıştı. Ondan ümidini kesince hemen bir mühür yaptırdı. Şehid edilene
kadar parmağında kalan bu mührün kimin eline geçtiği tesbit edilememiştir
(İbnül-Esir, III, 133). Bu olay hilâfetinin altıncı yılında meydana
gelmiştir.
İslam fetihlerinin sürekliliği ve elde edilen
ganimetlerle insanların zenginleşmeleri, refah seviyesini oldukça
yükseltmişti. Bu durum, tabii olarak, İslâma uygun olmayan birtakım davranış
biçimlerinin de ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Resulullah (s.a.s)'ın
yanında yetişen ve bu gelişmeleri endişeyle takip eden sahabiler, bu
endişelerini yer yer ortaya koymaktaydılar. Bunlardan birisi de, zühd ve
takvasıyla tanınan ve maddi varlıklardan muhtaç kimselerin yeterince
istifade ettirilmediğine inanan Ebu Zerr el-Gifarî (r.a)'dır. O, Şam'da,
Muaviye'nin uygulamalarına karşı çıktığı ve düşüncelerini söylemekte ısrarlı
davrandığı için Medine'ye çağırıldı. Ebu Zerr, Medine'ye geldiğinde
görüşlerini Hz. Osman'a tekrarlamıştı. Bunun ardından, Halife'den izin
isteyerek, Medine'ye yakın bir yer olan Rebeze'ye gidip yerleşmişti (a.g.e.,
III, 115; bk. Ebu Zerr el-Gifârî Mad.).
Bizans'a karşı kazanılan en parlak ve kesin zaferlerden
birisi hiç şüphesiz ki Latu's-Sevârî deniz savaşıdır. Abdullah b. Sa'd'ın
komutasındaki İslâm donanması, İskenderiye açıklarında Bizans İmparatoru
Konstantin komutasındaki büyük donanmayla karşı karşıya geldi. Bizanslıların
gemi sayısı hakkında verilen bilgiler, beş yüz ile sekiz yüz rakamı arasında
değişmektedir. İslâm donanmasının sahip olduğu gemi sayısı ise ikiyüz
civarındaydı. Yapılan savaşta Bizanslılar büyük bir bozguna uğratıldı.
Konstantin, Sicilya'ya sığınmak zorunda kalan (İbnül-Esir, a.g.e.,
III,117-118; H.İ. Hasan, I, 266-267). Bu zaferden sonra Bizans, müslümanlara
karşı olan deniz üstünlüğünü kaybetmiş, İslam donanmasının İstanbul sularına
kadar önüne çıkacak bir güç kalmamıştı.
Fitnenin ortaya çıkışı ve Şehadeti:
Hz. Osman on iki sene hilâfet makamında kalmıştır. Bunun
ilk altı senesi huzur ve güven içerisinde geçmiş ve hiç kimse yönetimin
uygulamalarından şikayetçi olmamıştır. Kureyş, onu Hz. Ömerden daha çok
sevmişti. Çünkü Hz. Ömer onlara karşı şeriatı uygulamada müsamahasız ve
sertti. Hz. Osman ise yaratılışındaki yumuşaklık ve hoşgörü ile insanların
serbestçe hareket edebilmelerine imkan sağlamıştı. Onun bu yapısından
istifade eden eyaletlerdeki bir takım valiler, sorumsuz davranışlar
sergilemeye başlamışlardı. Yükselen şikayetleri ani ve kesin kararlarla
karşılayamayınca, yavaş yavaş bir fitne ve kargaşa ortamının oluşmasına
zemin hazırlanmıştı.
Endelüs'ten Hindistan hudutlarına kadar çok geniş bir
sahayı kaplayan devletin içerisinde, çeşitli din ve ırklara mensup zimmi
statüsünde topluluklar vardı. Bunlar, mağlup düştükleri İslâm Devleti'ne
karşı her fırsatı değerlendirerek baş kaldırıyorlardı. Yahudi unsuru ise,
İslâm Ümmeti'ni parçalayıp yok etmek için İslamın temel prensiplerini hedef
almıştı. Müslüman olduğunu iddia ederek ortaya çıkan bir takım Yahudi asıllı
kimseler, zuhur eden huzursuzlukları körükleyip fitne alevini her tarafa
yaymaya çalışıyorlardı. Bunlardan birisi etkili nifak hareketlerinin ortaya
çıkmasını sağlayan ve tam bir komitacı olan Abdullah İbn Sebe'dir. İbn Sebe
Yemenli bir yahudidir. O, samimi kimselerin haklı şikayetlerini kullanarak
insanları Hz. Osman'a karşı kışkırtıyordu. Bir taraftan "ric'atı Muhammed"
(Muhammed (s.a.s)'in tekrar dönüşü) düşüncesini yaymaya gayret gösterirken,
öte taraftan Peygamber'in peşinden hilâfet hakkının Hz. Ali (r.a)'a ait
olduğunu ve bunun da Allah tarafından belirlenmiş bir gerçekten başka bir
şey olmadığını yayarak daha sonra ortaya çıkacak Şia akidesinin temellerini
atıyordu. Onun yaydığı düşüncelere göre Ebû Bekir (r.a), Ömer (r.a) ve Osman
(r.a), Hz. .Ali (r.a)ın hakkını gasbetmişlerdi. O, Küfe, Basra ve Şamda
insanları kışkırtırken, Ebu Zerr (r.a)in haklı çıkışlarını da kendisine
malzeme yapmaya uğraşıyordu. (İbnü'l Esir, Tarih, III,154; H. İ. Hasan, age,
I, 368-370)
Bir zaman sonra, Muhammed b. Ebî Bekr ve Muhammed b. Ebî
Huzeyfe de, yapmış olduğu atamalardan dolayı Hz. Osman'ı tenkid etmeye
başladılar (İbnül-Esîr. a.g.e., III, 118).
Hz. Osman'a yapılan en önemli suçlama, onun kendi
akrabalarını valiliklere getirmesi, onlara bolca ihsanlarda bulunması ve
yolsuzluklarını denetleyememesidir (Suyûtî, 174). Hz. Ali (r.a) bu konudaki
şikayetlerini ona ilettiğinde o, Hz. Ali'ye şöyle diyordu: "Muğire b.
Şu'be'yi Ömer'in vali tayin ettiğini bilmez misin?" Hz. Ali: "Biliyorum"
deyince o; "O halde neden akrabalığı ve yakınlığından dolayı onu vali tayin
ettiğim şeklinde bir kınamada bulunuyorsun?" diye sormuştu. Hz. Ali'nin buna
verdiği cevap şuydu; "Ömer vali atadığı kimseyi sıkı bir şekilde kontrol
altında tutardı. En ufak hatalarını görse onları sorgular ve en şiddetli
şekilde cezalandırırdı. Sen ise bunu yapmıyorsun" (İbnül-Esir, a.g.e., III,
152).
Bunun üzerine Hz. Osman, vilayetlerdeki yönetimler
hakkında yapılan dedikoduları ve bunların sebeplerini yerinde incelemek
üzere müfettişler tayin etti. Muhammed b. Mesleme'yi Kufe'ye; Usame b.
Zeyd'i Basra'ya; Abdullah b. Ömer'i Şam'a ve Ammar b. Yasir'i de Mısır'a
gönderdi. Ammar b. Yasir hariç, diğerleri görevlerini tamamlayarak geri
dönmüşlerdi. Osman (r.a) haksızlıkları gidermek, filizlenmeye başlayan ve
ümmet için büyük sakıncalara sebep olacak olan fitnenin yatıştırılması için
yoğun bir gayretin içine girmişti.
O, gelen şikayetleri dikkatle inceliyor, başta Hz. Ali
(r.a) olmak üzere Ashab'ın ileri gelenleri ile istişarelerde bulunuyordu.
Ancak, Mısır'dan Medine'ye gelip, Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'in gayr-ı
meşru uygulamalarını şikayet eden bir heyetin, dönüşlerinde İbn Ebi Serh'in
takibatına uğramaları ve bazılarının öldürülmesi, olayların tırmanmasına
sebep olmuştu. Bunun üzerine Mısır'dan altı yüz kişilik bir topluluk
Medine'ye gelerek Mescid-i Nebi'de, namaz vakitlerinde Ebi Serh'in
işlediklerini sahabilere şikayet ediyorlardı. Talha İbn Ubeydullah, Hz. Aişe
(r.anha) ve Hz. Ali (r.a), Hz. Osman'a giderek, bu insanların haklı
isteklerini yerine getirmesini ve Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh'i azlederek
yargılamasını istediler. Bunun üzerine Hz. Osman, Mısırlılar'a kendileri
için vali olarak kimi istediklerini sordu. Onlar, Muhammed b. Ebi Bekr'i
istediklerini bildirdiler. Osman (r.a), Muhammed b. Ebi Bekr'i vali tayin
etti. O, Mısır'dan gelenler ve bir grup sahabi ile birlikte Medine'den yola
çıktı. Medine'den üç günlük bir uzaklıkta yol alırlarken devesini, sanki
takip ediliyormuş gibi hızlı sürmeye çalışan bir adam gördüler. Adamı
yakalayıp sorguladıklarında İbn Ebi Serh'e bir mesajı yetiştirmeye
çalıştığını anladılar. Ona kim olduğu sorulduğunda, bazen Osman (r.a)'ın,
bazan da Mervan b. Hakem'in kölesi olduğunu söylüyordu. Üzerindeki mektubu
açtıklarında, içinde, "Muhammed b. Ebi Bekr ile falanca falanca... Sana
ulaştıklarında onları öldür" yazıldığı ve bunun Hz. Osman'ın mührüyle
mühürlenmiş olduğunu gördüler. Derhal Medine'ye geri dönüp Hz. Osman'ın
evini kuşattılar. Hz. Ali, yanına Muhammed İbn Mesleme'yi alıp Osman
(r.a)'ın evine gitti. Hz. Ali (r.a) ona, üzerine kendi mührü bulunan bu
mektubu kimin kaleme aldığını sordu. Osman (r.a) böyle bir mektup
yazmadığını ve yazıldığından da haberi olmadığını söyledi. Muhammed de Osman
(r.a)'ı doğrulamış ve bu işi düzenleyen kimsenin Mervan olduğunu söylemişti.
Yazıyı inceledikleri zaman bunun Mervan b. Hakem'e ait olduğunu anladılar. O
esnada Osman (r.a)'ın evinde bulunmakta olan Mervan'ın kendilerine teslim
edilmesini istediler. Hz. Osman (r.a) bunu kabul etmedi. Çünkü onu
öldüreceklerinden korkuyordu.
Onun evini kuşatan asiler diyalog çağrılarına cevap
vermedikleri gibi, suyunu da kesmişlerdi, Hz. Osman'ın fitneyi yatıştırmak
ve haksızlıkları gidermek hususunda asilere yaptığı nasihatlerin onlar
üzerinde hiç bir tesiri olmamıştı. Onlar, Hz. Osman (r.a)'a şöyle
diyorlardı:
"Biz seni hilafetten azledene veya öldürene yahut da bu
yolda ölene kadar bu işten vazgeçecek değiliz. Eğer sana sahip çıkanlar bize
engel olmaya kalkarlarsa onlarla savaşırız". Hz. Osman onlara, Allah'ın
üzerine yüklediği hilafet görevini asla bırakmayacağını ve ölümün kendisine
bundan daha sevimli olduğunu bildirmiş, ayrıca kendini savunmak için kimseye
emir vermediğini eklemişti (İbnül-Esîr, a.g.e., III, 169-170). O, ashaptan,
asileri şehirden kovup çıkarmak için gelen teklifleri reddediyor, onlardan
silah kullanmayacaklarına dair kesin söz vermelerini istiyordu.
Bir gün kendisini kuşatan asilerin karşısına çıkıp: "Ali
buralarda mı? Sa'd buralarda mı?" diye sormuş, bulunmadıkları cevabını
alınca biraz susmuş ve şöyle demişti: "Bana su sağlamasını, Ali'ye
bildirecek kimse yok mu?" Bu Hz. Ali'ye ulaşınca derhal üç kırba suyu ona
göndermişti. Ali (r.a), asilerin Osman (r.a)'ı öldürmek istediklerini
öğrenince, böyle bir şeye meydan vermemek için, iki oğlu Hasan ve Hüseyin'e,
kılıçlarını alarak gidip Osman'ın kapısında beklemelerini ve içeri kimseyi
sokmamalarını söylemişti. Abdullah İbn Zübeyr de onlara katılmış, diğer bir
takım sahabiler de çocuklarını oraya göndermişlerdi. Durum çok nazik bir hal
almıştı. Hz. Osman, ne asilerin haksız taleplerini kabul ediyor, ne de
Medine ve diğer bölgelerden gelen, asileri savaşarak Medine'den çıkarma
tekliflerine olumlu cevap veriyordu. O, Peygamber şehri'nde kan dökmek ve
fitneyi ilk başlatan kimse olmaktan çekindiği için böyle davranıyordu. Hz.
Âişe (r.anha)'dan Resulullah (s.a.s)'ın şöyle söylediği rivayet
edilmektedir:
"Ya Osman! Belki Allah sana bir gömlek giydirir,
münafıklar senden onu çıkarmanı istediklerinde onu, bana kavuşuncaya kadar
sakın çıkarma". Hz. Osman, Resulullah (s.a.s)'in bu günler için kendisine
bildirdiği şeylere uymaya çalışıyordu. O, şöyle diyordu: "Resulullah (s.a.s)
benimle ahitleşmiş olduğu şey üzerinde sabretmekteyim" (Üsdül-Ğâbe, II, 589;
Suyûtî, 170; İbnü'l-Esîr, III, 175).
Asilerin kendisini öldürmeye kararlı olduğunu
anladığında, onların böyle bir iş işleyip katillerden olmalarını önlemek
için kendilerine bir müslümanın kanının ancak; zina, kasten adam öldürme ve
dinden dönmek şartları dahilinde helal olduğunu hatırlatıyor ve kendisinin
bunlardan hiç birisiyle itham edilemeyeceğini anlatıp duruyordu.