Kütübü Sitte

AHKÂF SURESİ

 

ـ1ـ عن يوسف بن ماهك قال: ]كانَ مَرْوَانُ عَلَى الحِجَازِ اسْتَعْمَلَهُ مُعَاوِيَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. فَخَطَبَ فَجَعَلَ يَذْكُرُ يَزيد بنَ مُعَاوِيةَ لِكَىْ يُبَايِعَ لَهُ بَعْدَ أبِيهِ. فقَالَ لَهُ عَبدُ الرَّحْمنِ بنُ أبِى بَكْرِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما شَيْئاً. فقَالَ خُذُوهُ: فَدَخَلَ بَيتَ عَائِشَةَ رَضِىَ اللّهُ عَنْها فَلَمْ يَقْدِرُوا عَلَيْهِ. فقَالَ مَرْوَانُ: إنَّ هَذَا الَّذِى أنْزَلَ اللّهُ فِيهِ: وَالَّذِى قَالَ لِوَالِدَيْهِ أُُفٍّ لَكُمَا أتَعِدَانِنى. فقَالَتْ عَائِشَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها مِنْ وَرَاءِ الحِجَابِ: مَا أنزلَ اللّهُ فِينَا شَيْئاً مِنَ الْقُرآنِ إَّ مَا أنزَلَ في سُورَةِ النُّورِ مِنْ بَرَاءَتِى)ـ1([. أخرجه البخارى .

 

1. (785)- Yusuf İbnû Mâhik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Muaviye (radıyallahu anh) Mervan'ı Hicaz'a vâli tayin etmişti. Bu valiliği sırasında hutbe okudu ve hutbede Yezid İbnu Muâviye'nin ismini zikretmeye başladı. Maksadı,  babası (Hz. Muâviye)den sonra ona biat etmekti. Abdurrahman İbnu Ebi Bekr, ona birşeyler söyledi. (Bu söze kızan) Mervân: "Yakalayın şunu!" emretti. (Abdurrahman hemen kaçıp) Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin odasına girdi. Böylece onu yakalayamadılar.

Bunun üzerine Mervan şunu söyledi: "Bu var ya, hakkında şu âyet inen kimsedir: (Meâlen): "Ana ve babasına: "Öf size, benden evvel nice nice nesiller gelip geçtiği halde beni (tekrar diriltilip kabrimden) çıkarılacağımla mı tehdid ediyorsunuz? diyen (adam yok mu) anası, babası Allah'a yalvarırlar. (Ona): "Yazık sana. İman et. Allah'ın va'di hiç şüphesiz haktır" (derler). O ise: "Bu (dediğiniz) evvelkilerin masallarından başkası değildir" der." (Ahkaf, 17).

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) perde gerisinden Mervân'a şu cevabı verdi: "Cenab-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerim'de bizimle ilgili olarak, (münafıkların iftirasından) berâetimi haber veren Nûr sûresindeki âyetlerden başka hiçbir şey inzal buyurmamıştır." [Buharî, Tefsir, Ahkâf 1.][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet, Hz. Muaviye (radıyallahu anh) zamanındaki siyasi ihtilaflardan bir sahneyi aksettiriyor. Hâdise Mervan'ın Medine valiliği sırasında, Mescid-i Nebevî'nin içinde cereyan etmiştir. Bir başka rivayet, daha vazıhdır: "Hz. Muâviye, oğlu Yezid'i kendi yerine halife tayin etmeyi düşünerek, arzusunu (bu işe efkâr-ı umumiyeyi hazırlaması için) Mervân'a yazdı. Mervân mektup üzerine halkı  toplayıp, hitabede bulundu. Hutbesinde Yezid'i zikrederek halkı biat etmeye çağırdı. Bu meyanda şunları söyledi: "Allahu Zülcelâl Hazretleri emiri'l mü'minîn'e Yezid hususunda en güzel olanı irşâd buyurmuştur. (Bu seçim tarzı  Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer(in sünnetine uygundur zira onlar) da, arkadan gelecek halifeleri seçmişlerdi."

Buharî'nin yukarıda kaydettiğimiz rivayetinde Abdurrahman (radıyallahu anh)'ın Mervân'a ne söylediği açık değil, "Birşeyler söyledi" diye geçer. Farklı rivayetler yapılmışsa da İbnu Hacer'in benimsediği bir rivayete göre, Abdurrahman (radıyallahu anh): "Sizin yaptığınız Bizansçılıktır (Hirakliyye = Herakliyusculuk, yani hilâfeti babadan-oğula geçen kraliyete çevirmek)" der.

Muhammed İbnu Ziyâd'dan, Şu'be'nin rivayetine göre:

  قال مروان: سُنَّةُ أبِى بَكْرٍ وعُمَرَ فَقَالَ عَبْدُ الرَّحْمنِ سُنَّةُ هِرَقْلَ وَقيْصَرَ

Yani, Mervan:

"- Bu Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer (radıyallahu anhümâ)'in yoludur!" der. Abdurrahman ise:

"- Hayır bu Herakliyus ve Kayserlerin yoludur?" der.

Bir başka rivayette:

"- Hirakliyeyi mi getirdiniz, oğullarınıza mı biat edeceksiniz?"

Bir başka rivayette:

"- Hirakliye'yi mi? Allah'a kasem olsun. Hz. Ebu Bekir hilâfeti ne evlâtlarından, ne de ailesinden birine bırakmadı. Muâviye'nin yaptığı oğlunu yüceltmektir."

İşte, Mervan, Hz. Abdurrahman'ın bu cesur ve hakkı dile getiren sözüne cevap veremeyince, çareyi her zaman ve  her yerde hak noktasında mağlup olan iktidar sahiplerinin başvurduğu metoda iltica etmede bulur ve kuvvete başvurur.

"- Yakalayın şunu!" emreder.

Hz. Abdurrahman, kızkardeşi Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin hücresine iltica eder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevceleri olması haysiyetiyle hürmeten odasına girmezler ve Abdurrahman yakalanmaktan kurtulur.

Bir başka rivayet, hutbesini tamamlayan Mervan'ın Hz.Aişe'nin kapısına kadar geldiğini, birşeyler söyleştiklerini, karşılıklı söz düellosunda bulunduklarını belirtir.

Bir diğer rivayet, Hz. Abdurrahman konuşurken, Mervan tarafından sözünün kesildiğini ve Mervan'ın:

"- Sus! Sen hakkında, Allah'ın şöyle dediği adam değil misin?" diyerek yukarıda mealini verdiğimiz ayeti okuduğunu belirtir. Abdurrahman da:

"- Sen Allah Resûlü'nün lânet ettiği mel'un herifin oğlu değil misin?"  diye çıkışır. Bir rivayette ise, Mervan'ın, Abdurrahman'a kızıp, âyetin onunla ilgili olarak indiğini söylemesi üzerine Hz. Aişe ona şu cevabı verir:

"- Mervan yalan söylüyor! Vallahi bu onun hakkında inmemiştir, âyet falan oğlu falan hakkında inmiştir, dilesem ismini de söyleyebilirim. Fakat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Mervan sulbünde iken, Mervan'ın babasına lânet etmiştir.

"Mezkûr âyetin Abdurrahman'la ilgili olarak nazil olduğu iddiasına gelince,  bazı zayıf rivayetlerle bu gelmiştir. Meseleyi tahlil eden İbnu Hacer, bu meselede Hz. Aişe'nin  reddinin esas alınması gerektiği neticesine varır. Süddî demiştir ki: "Bu âyet Abdurrahman İbnu Ebî Bekir hakkında indi. Babası Ebu Bekir ve annesi Ümmü Rumân Müslüman olmuşlar, kendisi olmamıştı. Ebeveyni kendisine Müslüman olmasını emrettikçe o reddediyor, tekzib ediyor ve Kureyş büyüklerinden ölmüş bulunan bazılarını zikrederek falanca nerede, falanca nerede diyordu. Ancak bilâhere Müslüman oldu ve Müslümanlığında samimi kaldı. "İşlediklerinden ötürü herkesin bir derecesi vardır..." (Ahkâf, 19) ayetinde tevbesi de gelmiştir."

Süddî'nin bu mütâlaasını kaydettikten sonra İbnu Hacer şunu söyler:

"Derim ki: "Ancak Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin Abdurrahman ve âilesi hakkında âyet inmiş olmasını nefyeden rivayet, senetçe en sahih ve kabule en uygun olanıdır."

İbnu Hacer, Hz. Aişe'nin: "Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de bizimle ilgili olarak (münafıkların iftirasından) berâetimi haber veren Nûr suresindeki âyetlerden başka birşey inzal buyurmamıştır" sözünü bâzı Rafizîlerin kendilerine hüccet yaparak    ثَانِى اثْنَيْنِ اِذْهُمَا فِى الْغَارِ    "mağarada bulunan iki kişiden biri" (Tevbe, 40) âyetinde Hz. Ebu Bekir'in kastedildiğini reddetmek istediğini belirtir. Ve şu cevabı verir: "Hz. Aişe "bizimle ilgili" derken Hz. Ebu Bekir ailesini değil, evlatlarını kastedmiştir. Ayrıca özrünü beyan eden âyet hakkında öyle ileri derecede bir bilgi ihtiva eder ki, Hz. Aişe'nin sözündeki maksad, zem manası çıkacak bir âyetin inzâl edilmiş olacağını nefyetmekte kalır.[2]

 

ـ2ـ وعن علقمة قالَ: ]قُلْتُ بْنِ مَسْعُودٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: هَلْ صَحِبَ النَّبِىَّ # مِنْكُمْ أحَدٌ لَيْلَةَ الْجِنِّ؟ قال: مَا صَحِبَهُ أحَدٌ مِنَّا وَلَكِنَّا كُنَّا مَعَهُ ذَاتَ لَيْلَةٍ فَقَعَدْنَاهُ فَالْتَمَسْنَاهُ في ا‘وْدِيَةِ وَالشِّعَابِ. فقُلْنَا اسْتُطيرَ أوِ اغْتِيلَ؟ فَبِتْنَا بِشَرِّ لَيْلَةٍ بَاتَ بِهَا قَوْمٌ. فَلَمَّا أصْبَحَْنَا فَإذَا هُوَ جَاءَ مِنْ قِبَلِ حِرَاءَ؛ فقُلْنَا: يَارَسُولَ اللّه فَقَدْنَاكَ فَطَلَبْنَاكَ فَلَمْ نَجِدْكَ فَبِتْنَا بِشَرِّ لَيْلَةٍ بَاتَ بِهَا قَوْمٌ. فَقَالَ: أتَانِى دَاعِى الْجِنِّ فَذَهَبْتُ مَعَهُ فَقَرَأتُ عَلَيْهِمُ الْقُرآنَ. قَالَ: فَانْطَلَقَ بِنَا فَأرَانَا آثَارَهُمْ وَآثاَرَ نِيَرانِهِمْ؛ وَسَألُوهُ الزَّادَ. فَقَالَ: لَكُمْ كُلُّ عَظْمٍ ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ تَعالى عَلَيْهِ يَقَعُ في أيْدِيكُمْ أوْفَرَ مَا يَكُونُ لَحْماً وَكُلُّ بَعْرَةٍ أوْ رَوْثَةٍ عَلَفٌ لِدَوَابِّكُمْ. فقَالَ #: فََ تَسْتَنْجُوا بِهِمَا فَإنَّهُمَا طَعَامُ إخْوَانِكُمْ[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى .

 

2. (786)- Alkame anlatıyor: "İbni Mes'ud (radıyallahu anh)'a dedim ki:

"- Sizden kimse, cin gecesinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e refakat etti mi?"

"- Hayır, dedi, bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece O'nunla (aleyhissalâtu vesselâm) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vadilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca: "Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?" dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü bir gece geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hira tarafından geliyor.

"- Ey Allah'ın Resulü, biz seni kaybettik, çok aradık ve bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena bir gece geçirdik" dedik.

"- Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber gittik. Onlara Kur'an-ı Kerim'i okudum"  buyurdular. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi. Cinler kendisine yiyeceklerini sormuşlar. O da: "Elinize geçen, üzerine Allah'ın ismi zikredilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı da hayvanlarınızın yemidir" buyurmuşlar. Sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize şu tenbihte bulundu: "Sakın bu iki şeyle (kemik ve kuru hayvan mayısı) abdest bozduktan sonra istinca etmeyin, çünkü onlar (cinnî olan) din kardeşlerinizin yiyecekleridir." [Müslim, Salat 150 (450); Tirmizî, Tefsir, Ahkâf, (3254); Ebu Dâvud, Tahâret 42, (85).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in cinlerle temas kurduğunu, onlara Kur'ân-ı Kerim'i okuduğunu, onların bir kısım suallerine cevap vererek onları da irşad ettiğini bildirmektedir.

Hadis, cin gecesinde İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte olmadığını göstermektedir. Ebu Dâvud ve diğer bazı kitaplarda, İbnu Mes'ud'un cin gecesinde hazır bulunmasını (huzurunu)  ve nebizle abdesti te'yid eden rivayet, bu rivayetle cerhedilmiş ve reddedilmiş olmaktadır. Zira bu rivayet sahih, nebiz hadisi zayıftır.

Dârekutnî'nin beyânına göre buradaki İbnu Mes'ud hadisi, "Bize cinlerin ve ateşlerinin izlerini gösterdi" cümlesinde sona erer. Geri kalan kısım İbnu Şâbi'nin dercidir. Hadisi Şa'bî'den rivayet eden bütün râviler onu Şa'bi'nin sözü olmak üzere rivayet etmişlerdir. Ancak gaybe müteallik bu açıklamanın Şa'bi'ye ait olması düşünülemez. O bunu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan intikal eden rivayetlerden işitmiş olmalıdır. Hadisin bu kısmı İbnu Mes'ud rivayetinde yoktur.

Cinlerin yiyecek hususundaki sualleri, kendileriyle ilgili bazı şeyleri sorduklarını göstermektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Üzerine besmele çekilmiş kemik" sözü farklı anlaşılmalara imkân tanımıştır: Keserken mi, yoksa yerken mi besmele çekilen? Ancak âlimler, üzerine besmele çekilen kemiğin mü'min cinlerin yiyeceğini, besmele çekilmeyen kemiklerin de kâfir cinlerin yiyeceğini teşkil ettiğinde müttefiktirler.

Bu hadis, cinlerle ve hatta yiyecekleriyle ilgili bir kısım soruları hatıra getirebilir. Pratik faydası olmayan bu çeşit gaybî meselelerde, nasslarda geleni olduğu gibi kabul edip geçmenin, bunlarla meşgul olmamanın mü'minlik edebine en uygun tarz olduğunu belirtmek isteriz.

Bu hadisin pratik yönü, kemik ve kuru mayısı istincada kullanmamanın gereğidir. Kır ve köy hayatında bunların bilinmesi lüzumludur.

Cinlerle ilgili mütemmim bilgi için 846 numaralı hadise baksın.[4]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/240.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/240-243.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/243-244.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/244-245.