Kütübü Sitte


HAYVAN VS. İLE İLGİLİ TEFERRUAT

 

ـ1ـ عن جابر رضى اللّه عنهُ قال: ]جاءَ عبدٌ فبايعَ رسولَ اللّه # على الهِجْرَةِ ولمْ يُشْعِرْ أنَّهُ عبدٌ فجاءَ سَيِّدُهُ يُرِيدُهُ. فقالَ لهُ رسولَ اللّه #: بِعْنِيهِ فاشتَراهُ منهُ بعبدينِ أسودينِ[. أخرجه الخمسة إ البخارى .

 

1. (331)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir köle gelerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e hicret etmek üzere biat etti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun köle olduğunu sezemedi. Arkadan efendisi onu aramaya geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: "Onu bana sat" buyurdu ve köleyi iki siyah köle  mukabilinde satın aldı."[1]

 

AÇIKLAMA:

 

Buradaki köle sâhibinin de Müslüman olduğuna hamledilmiştir. Müslim'in rivayeti Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu vak'adan sonra, kendisine bey'at için gelenlerin köle olup olmadığını tahkik ettiğini belirtir. Çünkü, burada,  bilmeyerek hicret üzere bey'at  aldığı kölenin, şarta uygun hâle gelmesi için, onu satın alarak efendisinin bağından kurtarmak zorunda kalmıştır.

Hadisten âlimler, bil-icmâ, bir kölenin iki köle mukabilinde satılabileceğine delil bulurlar. Nevevî, efendinin Müslüman olduğu, iki siyahî kölenin de Müslüman olduğu hükmünü belirtir, "çünkü, Müslüman kölenin kâfir köle mukabilinde satılması câiz değildir" der. Ancak her üçünün kâfir olabilme ihtimâline de parmak basar.

Şu halde, satılabilen şeylerin aynı cinsleriyle olmaları halinde ziyadenin ribâ sayılması prensibine burada olduğu gibi istisnalar var. Nevevî, köleler kıymet itibarıyla farklı veya eşit de olsa peşin olma kaydıyla, birinin verilerek ikisinin alınabileceği hususunda icma edilmekle birlikte veresiye olma hâlinde ihtilâf edildiğini, Şafiî ve Cumhur'un "câiz" derken, Ebu Hanîfe ve Kufîler'in "câiz değildir" dediklerini belirtir.

Bu hüküm hayvanlar hakıkında da muteberdir.[2]

 

ـ2ـ وعن عبداللّه بن عمرو بن العاص رضى اللّه عنهما قال: ]أنّ رسول اللّه # أمرهُ أنْ يُجَهِّزَ جَيْشاً فَنَفدتِ ا“بِلُ فأمَرَ أنْ يَأخُذَ على قََئِصِ الصَّدَقَةِ فكَانَ يأخُذُ البَعِيرَ بالبَعِيرَيْنِ إلى إبل الصَّدَقَةِ[. أخرجه أبو داود .

 

2. (332)- Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine bir ordu hazırlamasını emretmiştir. Mevcut develer (askerlere) yetmedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (devesi olmayanlar için, bilâhere) hazine develerinden ödenmek üzere deve te'min etmesini emretti. (Böylece Abdullah) zekat yoluyla hazineye gelecek develerden iki adedi karşılığında bir deve temin ediyordu."[3]

 

AÇIKLAMA:

 

Cumhur, aynı cinsten de olsa hayvanın hayvana mukabil veresiye olarak, farklı sayıda satılabileceğini söylemiştir. İmam Malik cinslerin farklı olmasını şart koşmuştur.[4]

 

ـ3ـ وعن علي بن أبى طالب رضى اللّه عنهُ: ]أنَّهُ باعَ جَمًَ لهُ بِعِشْرِينَ بعيراً إلى أجَلٍ[. أخرجه مالك .

 

3. (333)- Ali İbnu Ebî Tâlib (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, "Devesini yirmi küçük deve mukabilinde veresiye olarak satmıştır"[5]

 

ـ4ـ وعن ابْنِ عُمَرَ رضى اللّه عنهُما: ]أنَّهُ

اشْتَرَى راحِلةً بأربَعةِ أبْعِرَةٍ مَضْمُونَةٍ عَلَيْهِ أنْ يُوَفيَهَا صَاحِبَهَا بالرَّبذَةِ[. أخرجه البخارى في ترجمة، ومالك .

 

4. (334)- İbnu Ömer (radıyallahu anh)'in anlattığına göre, "Kendisi, satıcının zimmetinde bulunan bir binek devesini, Rebeze'de bulunan dört küçük deve mukabilinde satın almıştır."[6]

 

AÇIKLAMA:

 

Başka rivayetlerde daha açık olarak geldiği üzere, İbnu Ömer, Rebeze'de bulunan dört küçük deve mukabilinde bir binek devesi satın alır. Deve sahibine: "Git develerine  bak, memnun kalırsan akid kesinleşmiş olsun" der. Bu durumda binek devesini satan zat, muhayyerlik şartına sahiptir, binek devesini müşteriye teslim edinceye kadar deve kendi zimmetindedir[7].

 

ـ5ـ وعن جابر رضى اللّه عنهُ. أنّ رسولَ اللّه # قالَ: ] يَصْلُحُ الْحَيَوانُ اثْنَانِ بِوَاحدٍ نسيئةً، و َبأسَ بِهِ يداً بِيَدٍ[. أخرجه الترمذى .

 

5. (335)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:

"İki hayvan, veresiye olarak bir hayvana mukabil satılamaz. Peşin satılırsa bunda bir beis yok."[8]

 

ـ6ـ وعن سَمُرةَ بن جُندَب رضى اللّه عنهُ قال: ]نَهَى رسولَ اللّه # عن بَيْعِ الحيوانِ نَسِيئَةً[. أخرجه أصحاب السنن وصححه الترمذى .

 

6. (336)- Semüre İbnu Cündeb (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hayvanın hayvanla veresiye satışını yasaklamıştır."[9]

 

ـ7ـ وعن ابن شهاب أن سعيد بن المسيب رحمه اللّه كان يقول: ] رِبَا في الحَيَوانِ، وأنَّ رَسُولُ اللّهِ # إنّمَا نَهَى في بَيْعِ الحَيَوانِ عن ثَثٍ: ألْمضَامينِ والْمََقِيحِ، وَحبْلِ الحَبْلَةِ؛

 فالمَضَامِينُ: ما في بُطوُن إناثَ ا“بلِ، وَالمَقِيحُ: ما في ظُهُورِ الجَمالِ، وَحَبَلُ الحَبَلَةِ: هُوَ بَيْعُ الجَزُورِ إلى أنْ تُنْتِجَ النَّاقَةُ ثمَّ تُنْتَجُ الَّتِى في بَطْنِهَا[. أخرجه مالك. مفسراً بهذا اللفظ. والمعروف عند أهل اللغة والغريب والفقه تفسير المضامين والمقيح بعكس ذلك، واللّه أعلم .

 

7. (337)- İbnu Şihâb anlatıyor: "Saîd İbnu'l-Müseyyeb derdi ki: "Hayvanda ribâ yoktur. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hayvan satışını üç hususta yasakladı: el-Mezâmin, el-Melâkih ve Habelu'lhabele.

Mezâmîn: Dişi devenin karnındaki yavru demektir.

Melâkih: Erkek devenin belinde bulunan (ve dişiyi dölleyen) şey demektir.

Habelu'l-habele: "Hâmile develerin hâmile kalması) yani, dişi develerin karnındaki ceninin doğuracağı yavrunun satımı.

İmam Mâlik, bu tâbirleri, yukarıdaki gibi açıklamıştır. Ancak garib kelimeleri açıklayan lugatci ve fakihler nezdinde, mezâmîn ve melâkih kelimeleri aksi mânaları ifade etmektedir.[10]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadis, biri diğerine mukabil karşılıklı satıma konu olan hayvanlar, aynı cinsten de olsa ayrı cinsten de olsa peşin veya veresiye, mutlak olarak câiz olduğunu beyan etmektedir. Esâsen farklı cinsteki hayvanlar veresiye olarak birbiriyle satılsa ribâ yoktur. Aynı cinsten olmaları hâlinde veresiye satımları İmam Mâlik'e göre câiz olmaz. Şafiî hazretleri yukarıdaki rivayeti esas alarak cevazına hükmeder.[11]

 

ـ8ـ وعن مالك أنه بلغَهُ أن رجًُ أتى ابنَ عمرَ رضى اللّه عنهُما فقال: ]أسْلَفْتُ رَجًُ سَلفاً وَاشْتَرطْتُ عليهِ أفْضَلَ مِمَّا أسْلَفْتُهُ. فقالَ ابنُ عمرَ: ذلكَ الرِّباَ. ثمَّ قال: السَّلَفُ عَلَى ثََثَةِ وُجُوهٍ: سَلَفاً تُسلِفُهُ تُريدُ بِهِ وَجْهَ اللّهِ تعالى فَلَكَ وَجْهُ اللّهِ تعالى، وَسَلفاً تُسْلِفُهُ تُريدُ بِهِ وجهَ صاحِبِك فلكَ وجهُ صَاحِبكَ، وسلفاً تُسْلِفُهُ لتأخُذَ خبيثاً بطيِّبٍ فذلكَ الرِّبَا.

قال: فكيفَ تأمرُنِى يا أبا عبدالرحمن؟قَالَ أرى أنْ تَشُقَّ الصَّحِيفَةَ، فإنْ أعطاكَ مثلَ الَّذِى أسْلَفْتَهُ قَبِلْتَهُ، وإنْ أعطاَكَ دُونَهُ فأخَذْتَهُ أُجِرْتَ، وإنْ أعطاكَ أفضَلَ طيِّبَةً بِهِ نفسُهُ فذلكَ شُكْرٌ شكَرَهُ لكَ، ولكَ أجرُ ما أنْظَرْتَهُ[ .

 

8. (338)- İmam Mâlik'e ulaştığına göre, bir adam İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e gelerek: "Ben birisine bir borç verdim. Bana, bunu daha üstün bir şekilde iadesini şart koştum" dedi ve hükmünü sordu. İbnu Ömer (radıyallahu anh): "Bu ribâdır" diye cevap verdi ve şu açıklamada bulundu: "Borç verme işi üç şekilde cereyan eder.

1- Borç vardır, bunu vermekle sâdece Allah'ın rızasını düşünürsün. Karşılığında sana rızayı ilâhî vardır.

2- Borç vardır, bununla arkadaşını memnun etmek istersin.

3- Borç vardır, temiz bir malla pis bir şey almak için bu borcu verirsin. İşte bu ribâdır."

Adam: Öyleyse bana ne emredersiniz, ey Ebu Abdirrahman? diye sordu. İbnu Ömer şu açıklamada bulundu:

"Akdi yırtmanı tavsiye ederim. Borçlu, verdiğin miktarı aynen iade ederse alırsın. Verdiğinden daha az iade eder, sen de alırsan sevap kazanırsın. Eğer sana, daha iyi birşeyi gönül hoşluğu ile verirse, bu sana bir teşekkürdür, böylece teşekkürünü ifade ediyor demektir. Sana ayrıca, ona vâde tanıdığın için sevap vardır."[12]

 

ـ9ـ وعن مجاهد أن عمر رضى اللّه عنهما: ]اسْتَسْلفَ دَراهِمَ فقضَى صَاحِبَهاَ خيراً منَها، فأبى أنْ يَأخُذَهَا، وقال: هذِهِ خيرٌ منْ دَراهِمِى. فقالَ ابنُ عمرَ: قدْ علمتُ ولكنْ نفسى بذلكَ طَيِّبةٌ[ .

 

9. (339)- Mücahid'in anlattığına göre, "İbnu Ömer (radıyallahu anh) bir miktar borç para aldı. Bunu sâhibine daha iyi bir şekilde ödedi. Borç veren adam:

"Bu verdiğimden efdaldir (fazladır)" diyerek almak istemedi. İbnu Ömer adama:

"Biliyorum, ancak için bu şekilde rahat edecek" dedi.[13]

 

AÇIKLAMA:

 

İmam Mâlik, önceden her iki tarafca şart koşulmamak kaydıyla, borçlunun borcunu öderken, içinden gelerek, bir fazlalıkta bulunduğu takdirde bunun faiz olmayacağını ifade etmiştir. Bunun borçlunun içinden gelmesi, gönül hoşluğu ile vermesi şarttır. Verilen fazlalık şart gereği, âdet icabı, vaad sonucu olursa câiz olmaz. Ayrıca bu fazlalık  bir başka eksikliği  kapatmamalıdır. Sözgelimi on aded düşük altına mukabil sekiz adet kıymetli altın ödemek veya on aded âdi sikke altın almışken, on aded iyi altın ödemek gibi, bu durum da ribâ sayılır.[14]

 

ـ10ـ وعن سالم قال: ]سُئِلَ ابنُ عُمَرَ رضى اللّهُ عنهُما عنِ الرَّجُلِ يَكُونُ لَهُ الدَّيْنُ عَلَى رَجُلٍ إلى أجلٍ فيضَعُ عنهُ صاحِبُ الحَقِّ لِيُعَجَّلَ الدَّيْنَ فكرِهَ ذلكَ ونَهى عنهُ[ .

 

10. (340)- Salim (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anh)'e belli bir vâde ile bir başkasında alacağı bulunan adam, parasını daha çabuk alabilmek için bir kısmından vaz geçecek olsa? diye sordular. İbnu Ömer bunu hoş görmedi ve bu davranışı yasakladı."[15]

 

AÇIKLAMA:

 

İmam Mâlik ve Ebu Hanîfe vâdeyi kısaltma karşılığında borcun azaltılmasını tecviz etmemişlerdir. İbnu Abbas (radıyallahu anh) bunu tecviz eder. Şâfiî'nin her iki görüşe de sâhip olduğu belirtilir.[16]

 

ـ11ـ وعن عبيد بن أبى صالح قال: ]بِعْتُ بُرّاً منْ أهْلِ دَارِ نَخْلَةَ إلى أجَلٍ فأردتُ الْخُروجَ إلى الكوفةِ فعَرَضُوا عليَّ أنْ أضَعَ لَهُمْ ويَنْقُدُونِى فسألتُ زيدَ بنَ ثَابتٍ فقال:  آمرُكَ أنْ تَفْعَلَهُ، وََ أنْ تَأكُلَ هَذَا وَتُوَكِّلَهُ[. هذه اŒثار الثثة أخرجها مالك .

 

11. (341)- Ubeyd İbnu Ebî Sâlih anlatıyor: "Ben, bilâhere ödenmek üzere Dar-ı Nahle ehline bez sattım. Bir müddet sonra Kûfe'ye gitmek istedim. Borçlular bana gelerek fiyattan biraz inmem hâlinde peşin ödeyeceklerini söylediler. Bunu Zeyd İbnu Sâbit'e sordum. Bana: "Hayır, bu işi yapmana cevaz veremem, bunu (ribâyı) ne senin yemeni, ne de (satın alanlara) yedirmeni emredemem" dedi.[17]

 

ـ12ـ وعن أم يونس قالت: ]جَاءَتْ أمُّ وَلَدِ زَيدِ بنِ أرْقَمَ رضِىَ اللّهُ عنه إلى عائشةَ رضِىَ اللّهُ عنها فقالت: بِعْتُ جَارِيةً منْ زيدٍ بثمانمائةِ دِرْهمٍ إلى العَطَاءِ تم اشْتَرَيْتُهَا منهُ قَبْلَ حُلُولِ ا‘جَل بِستِّمائَةِ دِرْهَمٍ، وكنتُ شرَطْتُ عليه أنَّكَ إنْ بِعْتَهَا فأنَا أشْتَريِها مِنْكَ فقالتْ عائشةً رضى اللّه عنها: بِئْسَمَا شَريْتِ وَبِئْسَمَا اشْتَرَيْتِ: أبْلِغِى زيدَ بنَ أرْقَمَ أنّه قَدْ أبْطَلَ جِهَادَهُ مَعَ رسولِ اللّهِ # إنْ لَمْ يَتُبْ مِنْهُ. قالتْ فمَا  يَصْنَعُ؟ فَقَالَتْ عائشةُ رضى اللّه عنها فَمَنْ جَاءَهُ مَوْعِظَةٌ مِنْ رَبِّهِ فانْتَهَى فلهُ مَا سَلَفَ وأمْرهُ إلى اللّهِ اŒية فلم يُنْكِرْ أحَدٌ على عائشةَ رضى اللّه عنها، والصّحَابَةُ رضى اللّه عنهم مُتَوَافِرُونَ[ .

 

12- (342)- Ümmü Yunus (radıyallahu anh) anlatıyor: "Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh)'ın Ümmü Veled'i (çocuk doğurmuş cariyesi), Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye uğradı ve dedi ki:

"Zeyd'in bir cariyesini el-Atâ'ya sekiz yüz dirheme sattım. Sonra aynı cariyeyi ondan, ödeme zamanı dolmazdan önce altı yüz dirheme satın aldım. Ayrıca ben kendisine, bunu satacak olursan senden ben satın alacağım diye şart koşmuştum." Hz. Aişe (radıyallahu anhâ):

"Şart koşman da uygunsuz, satın alman da uygunsuz olmuş. Zeyd İbnu Erkam'a söyle ki, bu iş sebebiyle tevbe etmezse, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte yaptığı cihadı iptal etmiştir" dedi. Kadın:

"Zeyd ne yaptı ki (böyle hükmediyorsun?)" diye sorunca Hz. Aişe cevap olarak şu âyeti okudu:

"Kime Rabb'inden bir öğüt gelir de fâizcilikten geri durursa, geçmişi kendisinedir, onun işi Allah'a aittir..." (Bakara: 2/275).

Ashab'tan pek çoğu hayatta olduğu hâlde, kimse bu hükümden dolayı Hz. Aişe'yi reddetmedi.[18]"

 

ـ13ـ وعن زيد بن أسلمَ قال: ]كانَ الرِّبَا الَّذِى أذِنَ اللّهُ فيهِ بالحَرْبِ لِمَنْ لَمْ يتْرُكْهُ عندَ الجاهليةِ على وَجْهَيْنِ: كَانَ يكونُ لِلرَّجُل على رَجُلٍ حقٌّ إلى أجَلٍ فإذا حلَّ ا‘جَلُ قال صاحِبَ الحَقِّ: أتَقْضِى أمْ تُرْبى؟ فإنْ قَضَاهُ أخَذَ منه، وإَّ طَواهُ إن كانَ مِمَّا يُكَالُ أو يُوزَنُ أو يُذْرَعُ أو يُعَدُّ، وإنْ كَانَ سِنَّا رَفَعَهُ

 إل الذى فَوْقَهُ وَأخَّرَهُ عنه إلى أجلٍ أبْعَدَ منْهُ. فلمَّا جَاءَ ا“سْمُ أنْزَلَ اللّهُ تعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللّهَ وَذَرُوا مَا بَقِىَ منَ الرِّبَا إنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنِينَ ـ إلى ـ وإنْ تُبْتُمْ فَلَكُمْ رُؤسُ أْوَالِكُمْ إلى آخرها[. أخرجهُ رزين .

 

13. (343)- Zeyd İbnu Eslem anlatıyor: "Cenab-ı Hakk'ın terketmeyenler için harb etmeye izin verdiği ribâ, câhiliye devrinde iki şekilde cereyan ederdi:

1- Bir kimsenin diğer bir kimsede, vâdeli bir alacağı bulunurdu. Vâde dolunca alacaklı: "Ödeyecek misin yoksa fâizlesin mi?" derdi. Borçlu öderse öbürü alırdı. Ödemezse, ölçeklenen, tartılan, ekilen veya sayılan çeşitten ise alacak katlanırdı.

2- Yaşla ölçülen bir mal ise, daha üst mertebeye kaydırılır, vâde de uzatılırdı. İslâm gelince Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi:

"Ey iman edenler! Allah'tan sakının, inanmışsanız fâizden arta kalan hesaptan vazgeçin. Böyle yapmazsanız, bunun Allah'a ve Peygamberine karşı açılmış bir savaş olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz sermayeniz sizindir. Böylece haksızlık etmemiş ve haksızlığa uğramamış olursunuz" (Bakara: 2/278-279).[19]


 

[1] Müslim, Musâkât: 123, (1602); Tirmizî, Siyer: 36, (1596); Ebu Dâvud, Büyû: 17, (3358); Nesâî Bey'a:  66, (7, 292-293); İbnu Mâce, Cihad: 41; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/116.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/116-117.

[3] Ebu Dâvud, Büyû: 16, (3357); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/117.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/117.

[5] Muvatta, Büyû: 59, (2, 652); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/117.

[6] Buhârî, bu hadisi bab başlığında (senetsiz olarak) kaydetmiştir. (Büyû: 108); Muvatta, Büyû: 60, (2, 652); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/118.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/118.

[8] Tirmizî, Büyû: 21, (1238); İbnu Mâce, Ticârât: 56; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/118.

[9] Tirmizî, Büyû: 21, (1237); Ebu Dâvud, Büyû: 15; Nesâî, Büyû: 65, (7, 292); İbnu Mâce, Ticârât: 56, (2271).

Tirmizî, hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/118.

[10] Muvatta, Büyû: 63, (2, 654); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/119.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/119.

[12] Muvatta, Büyû: 92, (2, 681-682); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/120.

[13] Muvatta, Büyû: 90, (2, 681); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/120.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/120-121.

[15] Muvatta, Büyû: 82, (2, 672); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/121.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/121.

[17] Muvatta, Büyû: 81, (2, 671); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/121.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/122.

[19] Bu rivayeti Rezîn tahric etti. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/123.