Kütübü Sitte

 

ŞARTLAR VE İSTİSNA HAKKINDA

 

ـ1ـ عن ابن مسعود رضى اللّه عنه قال: ]أنهُ اشتَرى جَارِيةً من امْرَأتِهِ واشتَرطَتْ عليهِ أنَّكَ إنْ بِعْتَهَا فهى لى بالثمن الَّذِى ابْتَعْتَهَا بهِ؟ فاستفتى في ذلكَ عمرَ رضى اللّه عنه فقال: َ تَقْرَبْهَا. وفيهَا شرطٌ َحَدٍ[. أخرجه مالك .

 

1. (272)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un anlattığına göre: "Kendisi, hanımından bir cariye satın alır. Ancak karısı bir şart koşarak der ki:

"Şayet cariyeyi satacak olursan, satın aldığın fiyatla ben alacağım." Bu hususta Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e sordum. Bana:

"Câriyeye yaklaşma. Onda başka birisi için şart var" dedi.[1]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada satış akdinin muhtevasına uygun gelmeyen bir şart koşulmaktadır. Zira, satış mülkiyetinin eksiksiz ve tam olarak müşteriye geçmesini sağlamalıdır. Bu şart sebebiyle İbnu Mes'ud cariyeyi dilediği gibi satamayacak, hibe edemiyecek. Öyle ise mülkiyet hakkı tam değildir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) böyle şartlı satışları yasaklamıştır.[2]

 

ـ2ـ وعن عمرو بن شعيب بن محمد بن عبداللّه بن عمرو بن العاص عن أبيه عن جده عبد اللّه رضى اللّه عنه قال: ]نهى رسولُ اللّهِ # عن بيعِ العُربانِ[. أخرجه مالك وأبو داود. وقال مالك: وذلك فيما نُرى واللّه أعلمُ أن يشتَرى الرجلُ العبدَ أو الوليدَةَ أو يتَكَارَى الدَّابّةَ، ثم يقولُ الَّذِى اشْتَرَى منه أو تكارَى منه: أُعْطِيكَ دِيناراً أوْ دِرْهَماً أو أكْثَرَ مِنْ ذلكَ أو أقَلَّ على أنى إنْ أخَذْتُ السِّلْعَةَ أو رَكِبْتُ الدَّابَةَ فالَّذِى أُعْطيكَ هُوَ مِنْ ثمنِ السِّلْعَةِ أوْ مِنْ كِراءِ الدابةِ، وإنْ تَرَكْتُ ابْتِيَاعَ السلعةِ أو كِرَاءَ الدّابةِ فما أُعْطيكَ باطِلٌ بِغَيْرِ شَئٍ .

 

2. (273)- Amr İbnu Şuayb İbni Muhammed İbni Abdillah İbni Amr İbni'l-As babası tarikiyle ceddi Abdullah'tan rivayet ettiğine göre, "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), bey'u'l-urban'ı yasaklamıştır."

İmam Mâlik bey'ul-urbân'ı şöyle tarif eder: "Kişinin bir köle veya cariyeyi satın alıp veya bir hayvanı kiralayıp, sonra satan veya kiralayan kimseye: "Sana şu kadar dirhem veya dinar veriyorum, şu  şartla ki, ben bu malı satın alır veya senden kiraladığım hayvana binersem sana vermiş olduğum para, malın bedelinden veya hayvanın kirasından sayılacaktır. Şayet malı almaktan, veya hayvanı kiralamaktan vazgeçersem, sana önceden vermiş olduğum para senin olsun" der.[3]

 

AÇIKLAMA:

 

Bey'u'l-Urban'ı âlimler umumiyetle tecviz  etmemişler, butlanına hükmetmişlerdir. Ahmet İbnu Hanbel cevazına meyleder. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in de tecviz ettiği rivayet edilmiştir.[4]

 

ـ3ـ وعن عبداللّهِ بن أبى بكر. ]أنَّ جَدَّهُ محمدَ بن عمرو: باعَ ثمرَ حائطٍ له يُقالُ له ا‘فراقُ بأربعةِ آفِ دِرْهَمٍ، واستثنَى بثمانمائةِ درهمٍ[ .

 

3. (274)- Abdullah İbnu Ebî Bekr'in anlattığına göre: "Dedesi Muhammed İbnu Amr, el-Efrâk adındaki bağının meyvesini dört bin dirheme sattı. Bundan sekiz yüz dirheme (tekabül eden) hurmayı müstesna kıldı."[5]

 

AÇIKLAMA:

 

Bir bahçenin meyvesi toptan satılırken üçte biri geçmeyecek  miktarda meyvenin satıştan hâriç tutulabileceği hükme bağlanmıştır. Sayısı belirtilmek kaydıyla bir kısım ağaçlar da satıştan istisna edilebilir. Bu da câizdir.[6]

 

ـ4ـ وعن مالك رحمه اللّه أنه بَلغَهُ أنّ رسول اللّه #: ]نهَى عن بيْعٍ وسَلَفٍ[. أخرجهما مالك، قال: وتفسيرُ ذلك أنْ يقولَ الرجلُ للرجل آخذُ سِلعتَكَ بِكَذَا وَكَذَا علَى أنْ تسْلِفَنِى كذا وَكَذَا، فإن عَقَدَ بَيْعَهَا على هذا فهوَ غَيْرُ جائز .

 

4. (275)- İmam Mâlik (radıyallahu anh)'e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) satışı ve selefi yasaklamıştır.

İmam Mâlik bunu  şöyle açıklar: "Bu, bir kimsenin diğerine şöyle demesidir: "Senin malını şu şu fiyata alıyorum ancak bir şartla sen de benden şunu ve şunu selef sûretiyle satın alacaksın". Bu çeşit bir muamele câiz değildir."[7]

 

AÇIKLAMA:

 

Selef kelimesi iki mânada kullanılmaktadır:

1- Selem, yani parayı peşin vererek malın bilâhare alınması: Tarladan çıkacak buğdaydan şu kadar miktarına şimdiden şu kadar para alarak satmak.

2- Selef bir de karz yâni, herhangi bir menfaat beklenmeden borç para vermek mânasına gelir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) karzla (veya selemle) satışın birleşmesini  yasaklamıştır. Bu çeşit satışta bir malın normal bedelinden daha yükseğe satılması olduğu gibi karzın, malı satmaya teşvik maksadını gütmesi, dolayısıyla bir menfaat mukabili yapılmış olması da söz konusudur. Halbuki karz karşılıksız olmalıdır, aksi takdirde fâiz olur ve haramdır. Şöyle ki: Bir adam mesela düğün için kumaş alacak, fakat parası yok. Kumaşı satın alacağı tüccardan karz sûretiyle yani borçlanarak para alıyor, bu parayı aynı tüccara kumaş karşılığı ödüyor. Hadisi, bazı alimler şu şekilde de anlamıştır: Kumaşı alan zat, tüccardan peşin para alarak, karşılığında selem sûretiyle, yani tarladan çıkacağı zaman vermek üzere buğday satıyor. Peşin aldığı parayı, o tüccardan satın aldığı kumaş için ödüyor. İşte bu çeşit bir muâmelede hem satış, hem selem birleşmiş olmaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu tarzı yasaklamaktadır. [8]

 

ـ5ـ وعن جابر رضى اللّه عنه قال: ]غَزَوْتُ مَعَ رَسُولِ اللّه # فَتََحَقَ بى رسولُ اللّه # وأنَا علَى ناضحٍ لَنا قَدْ أعْيَا. قال: فتَخَلّفَ رسولُ اللّه # فزجرهُ ودَعَا لهُ فما زالَ بينَ يَدَى ا“بلِ. فقال لِى كَيْفَ ترَى بعيرَكَ؟ فقلتُ بِخَيْرٍ: قَدْ أصابَتْهُ بَرَكتُكَ. قال: أفَتبِيعُنيهِ؟ قالَ: فاستحييتُ، ولم يكن لَنَا ناضحٌ غيرُهُ. قال: فقلتُ نعمَ، فبعتهُ إياهُ على أن لى فقارَ ظهرهِ حتى أبلغَ المدينةَ، قال فقلت يا رسولُ اللّه إنّى عَرُوسٌ، فأستأذنتُهُ فأذِنَ لِى فتقدَّمْتُ الناسَ إلى المدينةِ حتى أتَيْتُ المدينةَ فَلَقِيَنِى خالِى فسألنِى عن البعيرِ فأخْبَرْتُهُ بما صنعتُ فيهِ فََمِنى، وقدْ كانَ رسولُ اللّه # قال لِِى حين استأذنتهُ: هلْ تزَوجتَ بِكراً أم ثيِّبا؟ قُلْتُ: بل ثيباً. قال هّ بكراً تعبها وتعبُكَ؟ قلتُ يا رسول اللّه: تَوَفَّى والدِى ولى أخَوَاتٌ صِغَارٌ فكَرِهْتُ أنْ أتَزَوَّجَ مِثْلَهنَّ ف تؤدِّبُهنَّ و تقومُ عَلَيْهِنَّ، فَتَزَوَّجْتُ ثَيِّباً لِتَقُومَ عَلَيْهِنَّ وتؤدِّبهنَّ. قال: فلما قَدِمَ رسول اللّه # المدينةَ غَدَوْتُ عليه بالْبَعيرِ فأعْطانِى ثَمَنَهُ وردَّهُ عَلَىَّ[. أخرجه الخمسة .

 

5. (276)- Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le birlikte gazveye katıldım. Ben su taşımada kullandığımız devemizin üzerinde giderken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana kavuştu. Devem yorgundu ve bu yüzden gerilerden yürüyordu. Durumu görünce Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de geride kalarak deveyi sürdü ve ona dua buyurdu. Bunun üzerine bütün develerin önünden gitmeye başladı. Bana:

"Deveni nasıl görüyorsun?" diye sordu.

"Çok iyi görüyorum, bereketiniz değdi" dedim.

"Onu bana satar mısın?" buyurdu. Ben utandım, bundan başka su taşıyan devemiz yoktu. Yine de

"evet" dedim ve Medine'ye varıncaya kadar sırtı benim olmak şartıyla deveyi kendilerine sattım. Ona:

"Ey Allah'ın Rasûlü yeni evliyim"  diyerek izin istedim. Bana izin verdiler. Bunun üzerine, Medine'ye gelince beni dayım karşıladı. Deveden sordu. deve ile ilgili yaptıklarımı anlatınca beni ayıpladı. İzin istediğim sırada Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"Bâkire ile mi, dulla mı evlendin?" diye sormuştu. Ben

"dul biriyle" dedim.

"Niye bâkire ile değil, o seninle sen de onunla şakalaşırdınız" buyurdu. Ben:

"Ey Allah'ın Resûlü, babam vefat etti. Bir çok kız kardeşim var, hepsi de küçük. Onlarla aynı yaşta, onların terbiyeleriyle meşgul olamayacak, onlara bakamıyacak çok genç biriyle evlenmeyi uygun bulmadım. Bu sebeple onlara  bakıp terbiyelerini yapacak bir dulla evlendim" dedim."

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye gelince deveyi vermek üzere yanlarına gittim. Bana parasını verdi ve deveyi de iâde etti."[9]

 

ـ6ـ وفي أخرى قال: ]بِعْنِيهِ بأُوقِيةٍ. قلتُ . قال بِعْنِيهِ بأُوقِيةٍ، فبعتُهُ واسْتَثْنَيْتُ حُمْنَهُ إلى أهْلِِى. فلما قَدِمْنَا أتيتُهُ بالجمل ونَقَدَنِِى ثمَنهُ ثم انصرفتُ فأرسَلَ على أثرِى فقال: ما كنتُ Œخذَ جَمَلَكَ، فَخُذْ جَمَلَكَ فهُوَ لكَ[.وفي أخرى: ]أفْقَرنِى رسولُ اللّهِ # ظهْرَه إلى المدينةِ[.وفي أخرى: ]لكَ ظهرهُ إلى المدينة[.وفي أخرى: ]فشرطَ ظهرَهُ إلى المدينةِ. قال البخارى: اشتراطُ أكثر وأصحُّ[.وفي أخرى: ]بأربعةِ دنانيرَ، وهذا يكونُ أُوقِيّةً على حِسابِ الدينارِ بعشرةٍ[.وفي أخرى: ]أوقيةَ ذهب[.وأخرى: مائَتىْ درهم.

وأخرى: بأربعِ أواقِىَ.وأخرى: بعشرين ديناراً.وأخرى: فإذَا قَدِمْتُ المدينةَ فالكَيْسَ الْكيْسَ، وفيها: وقَدِمْتُ المدينةَ بالغداةِ فجئتُ المسجدَ فَوَجَدْتُهُ على بَابِ المسجِدِ، فقال اŒنَ قَدِمْتَ؟ قلتُ: نَعَمْ. قال: فَدَعْ جَمَلَكَ وادخُلْ فصلِّ ركعيتنِ، فدخلتُ فَصَلَّيْتُ، ثم رجعتُ، فأمَرَ بً أنْ يَزِنَ لِى أُوقيَّةً فَوَزَنَ لِى بِلٌ فأرجَحَ.وفي أخرى قال: فلمَّا ذهبنَا لندخلَ قال: أمْهِلُوا حتَّى ندخلَ ليً كىْ تَمتَشِطَ الشَّعِثَةُ وَتَسْتَحِدَّ المَغِيبَة

 

6. (277)- Bir diğer rivayette şöyle gelmiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Deveyi bana bir okiyye'ye sat" dedi. Ben:

"Hayır" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ısrar ederek:

"Onu bana bir okiyye'ye sat" dedi ben de sattım fakat evime kavuşuncaya kadar binme şartını koştum. Medine'ye gelince, teslim etmek üzere deveyi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a getirdim. Bana parasını hemen ödedi. Ben oradan ayrıldım. Arkamdan birini göndererek:

"Esasen senin devene müşteri değilim, sen deveni geri al artık, o yine senin olsun" dedi.

Bir diğer rivayette: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hayvanın sırtını Medine'ye kadar bana iâde etti" denir.

Bir diğer rivayette: "Medine'ye kadar sırtı senin" denir.

Bir diğer rivayette: "...Medine'ye kadar sırtını şart kıldı" ifadesi vardır. Buhârî der ki: "Şart kılma ifadesi rivayetlerin çoğunda yer alır. Sahîh olan da budur."

Bir diğer rivayette: "Deveyi, dört dînara (sattım)" denir. Bu, dinarın on dirhem hesabından bir okiyye yapar. Diğer bir rivayette "Bir okiyye altın'a" denir. Diğer bir rivayette "ikiyüz dirheme" denir. Bir diğer rivayette "Dört okiyye'ye" denir. Bir diğer rivayette "Yirmi dinara" denir.

Bir diğer rivayette: "Medine'ye geldiğin zaman dikkatli ol hanımın hayızlı olabilir"[10] buyurdu. Bu rivayette "Akşam vakti Medine'ye geldim. Mescide uğradım. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı orada mescidin kapısında buldum. Bana

"Şimdi mi geldin?" diye sordu.

"Evet!" dedim. Bana:

"Deveni bırak, içeri gir, iki rek'at namaz kıl!" buyurdu. Ben hemen girdim, namaz kıldım ve döndüm. Hz. Bilâl'e emrederek bana bir okiyye tartmasını söyledi. Bilal derhal tarttı ve biraz da fazla koydu" denir.

Bir diğer rivayette Câbir (radıyallahu anh) der ki: "(Evimize) girmek için gittiğim zaman, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle uyardı:

"Biraz ağır olun, evlere geceleyin girelim. Böylece, saçı başı dağınık olanlar taranır, gurbette kocası olanlar etek traşı olurlar."[11]

 

ـ7ـ وفي أخرى لمسلم قال: ]بِعْنِى جَمَلَكَ هذَا، قلتُ َ: بلْ هوَ لكَ قالَ َ: بَلْ بِعْنِيهِ. قلتُ َ: بلْ هوَ لَكَ يَارسُولَ اللّهِ: قال َ: بَلْ بِعْنِيهِ. قلتُ فإنَّ لِرجلٍ علىَّ أوقِيَّةَ ذَهَبٍ فَهُوَ لكَ بها. قالَ قد أخَذْتُهُ فَتَبَلَّغْ عليه إلى المدينةِ، فلمّا قَدِمْتُ المدينةَ قال لِبلٍ أعْطِهِ أوقيَّةَ ذَهَبٍ وَزِدْهُ: فَزَادَنِى قِيرَاطاً، فَقُلْتُ  َتُفَارِقُنِى زِيَادَةُ رسولِ اللّهِ # فكانَ في كِيْسٍ لِى إلى أنْ أخَذَهُ أهلُ الشّامِ يومَ الحَرَّةِ[ .

 

7. (278)- Müslim'in bir diğer rivayetinde şöyle gelmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Bana şu deveyi sat" buyurdu. Ben:

"- Hayır satmam, size bağışlıyorum, deve sizin olsun ey Allah'ın Resûlü" dedim.

"- Olmaz, bağış kabûl etmem, sat onu bana" buyurdu. Ben:

"- Öyleyse, dedim, bir adama bir okiyye miktarında altın borcum var, ona mukabil deveyi size sattım" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"- Aldım onu, ancak sen yükünü Medine'ye  kadar onun üzerinde götür" dedi.

Medine'ye gelince, Hz. Bilâl (radıyallahu anh)'e:

"- Câbir'e bir okiyye altın ver, biraz da fazla olsun" emretti. Bilal bu söz üzerine bir kîrât[12] fazla tarttı. Kendi kendime: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bana verdiği fazla miktarı yanımdan hiç ayırmayacağım" dedim. Harra harbinde, Şamlılar tarafından yağma edilinceye kadar, kesemin dibinde duruyordu."[13]

 

ـ8ـ وله في أخرى أتبيعُنيهِ بِكذَا وكذَا واللّهُ تعَالى يَغْفِرُ لكَ؟ قُلْتُ: هُوَ لَكَ. فما زالَ يَزِيدُنِى، وَيَقُولُ: واللّهُ تعالى يَغْفِرُ لكَ. قَالَهَا ثثاً .

 

8. (279)- Yine Müslim'den gelen bir başka rivayet şöyledir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Bana, deveyi şu, şu bedele sat, Allah da seni mağfiret buyursun, olmaz mı?" dedi. Ben cevaben:

"Elbette, o sizin olsun" dedim. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir taraftan miktarı artırmaya devam ediyor bir taraftan da: "Allah Teâlâ sana mağfiret buyursun" diyordu. Bu sözü üç kere tekrar etti."[14]

 

ـ9ـ وفي أخرى: وقال لى: ]ارْكبْ بِسْمِ اللّهِ فلمّا قَدِمْنَا المدينةَ دخَلَ النبىُّ # المسجدَ في طوائفَ مِنْ أصْحَابِهِ وَدَخَلْتُ إليهِ وَعَقَلْتُ الجملَ في ناحيةِ الْبطِ. فَقُلْتُ لهُ: هذا جمَلُكَ؟ فخَرَجَ: فجعلَ يُطيفُ بالجملِ ويقولُ: الجمَلُ جَمَلُنَا. فَبَعَثَ بِأوَاقِىَ مِنْ ذَهَبٍ فقال: أعْطُوهَا جَابِراً. ثم قال: اسْتَوْفَيْتَ الثَّمَنَ؟ فقلْتُ: نَعَمْ! فقالَ: الثَّمَنُ وَالجَملُ لكَ[ .

 

9. (280)- Bir diğer rivayette şöyle denir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:

"Allah'ın adıyla bin" dedi. Medine'ye geldiğimiz zaman Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), ashâbından bazı  gruplarla birlikte mescide girdi. Ben de mescide girip, devemi kapının yanındaki taş döşeli kısma bağladım. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a

"işte deveniz" diye haber verdim. Mescidden çıktı. Deveye yaklaştı ve

"Deve, devemizdir" buyurdu. Sonra birkaç okiyye altın gönderip: "Bunu Câbir'e verin" dedi. Sonra bana: "Parayı aldın mı?" diye sordu.

"Evet" dedim. Bunun üzerine:

"Para da, deve de senindir" buyurdu (ve deveyi de geri verdi.)"[15]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıdaki 276 numaralı rivayetten itibaren kaydedilen vecihlerden de anlaşılacağı üzere, Hz. Câbir (radıyallahu anh)'in Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a deve satmasıyla ilgili vak'a çok değişik şekillerde nakledilmiştir. Bu hâdise nikah, cihad, alışveriş, menâkıb... gibi pek çok konularla ilgili hükümlere yer vermektedir. Bu sebeple, hadis kitaplarının muhtelif bölümlerinde, farklı şekilleriyle yer almıştır.

Âlimler, hadisle ilgili bir kısım teferruatı anlama ve açıklamada ihtilaf ederler. Söz gelimi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın deveye ödediği bedel nedir? Rivayetlerde buna temas eden ifâdeler farklı rakamlara yer verir. Bunların te'lifi, açıklanması şârihleri fazlaca meşgul eder.

Biz, daha ziyade hususî araştırıcılar için ehemmiyet taşıyacak bu gibi teferruata girmeden her okuyucumuz için faydalı olabilecek, âlimlerimizin müştereken parmak bastıkları birkaç noktaya burada yer vereceğiz:

1- Bu rivayete dayanarak bazı âlimler, "istediği zaman binmek şartıyla" hayvan satışı yapılabileceği hükmünü çıkarmış ise de Ebu Hanîfe ve Şâfiî hazretleri böyle bir satışın bâtıl olacağına hükmetmişlerdir.

2- Hadiste, öncelikle bâkire ile evlenmeye teşvik vardır. Terbiyevî mülâhazalarla dul ile evlenmek de "efdal" olabilir.

3- Büyükler, arkadaşlarının evlilik dâhil her çeşit meseleleriyle ilgilenmeli, yol göstermelidirler. Bu ilgi müstehabdır, faydalıdır.

4- Yetimlerin terbiyelerini düşünmek gerekir. Onların durumlarını nazar-ı dikkate alarak, icab ediyorsa dulla evlenmek de faziletli bir evlenmedir. Bâkire ile evlenmeye teşvik buna mâni değildir. Hz. Câbir (radıyallahu anh) misâlinde olduğu üzere, bazı içtimâî şartlar, dulla evlenmeyi "efdal" kılabilir.

5- Seferden dönerken, komutanın izni ile, askerler öne geçebilir.

6- Sefer dönüşünü, uygun saatlere rastlatmak müstehabdır.

7- Hz. Câbir (radıyallahu anh)'in, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nezdinde mühim bir yeri vardır.

8- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) son derece cömerttir. [16]

 

ـ10ـ وعَن عائشةَ رضى اللّهُ عنها ]أنَّ بَرِيرَةَ جاءتْهَا لِتَسْتَعينَ بِهَا في كِتَابَتِهَا وَلَمْ تَكُنْ قَضَتْ مِنْ كِتَابَتِهَا شَيْئاً. فقالتْ لَهَا عائشةُ: ارْجِعِى إلى أهْلِكِ فإنْ أحَبُّوا أنْ أقْضِىَ عَنْكِ كِتَابَتَكِ وَيَكُونَ وََؤُكِ لِى فَعَلْتُ. فَذَكَرَتْ ذلِكَ بَرِيرَةُ ‘هْلِهَا فأبَوْا، وَقالُوا: إنْ شَاءَتْ أنْ تَحْتَسِبَ عليكِ فَلْتَفْعَلْ، ويكونُ لنَا وََؤُكِ؛ فَذَكَرَتْ ذلكِ لِرَسُولِ اللّهِ # فقال: لَهَا ابْتَاعِى وأعْتِقِى فإنَّمَا الْوََءُ لِمَنْ أعْتَقَ، ثمَّ قَامَ فقَالَ: ما بَالُ أُنَاسٍ يَشْتَرِطُونَ شُروطاً لَيْسَتْ في كِتَابِ اللّهِ تعالى؟ مَنِ اشْتَرَطَ شَرْطاً لَيْسَ في كِتَابِ اللّهِ فلَيْسَ له، وإنِ اشْتَرَطَ مِائةَ شَرْطٍ، شَرْطُ اللّهِ تعالى أحَقُّ وأوْثَقُ[. أخرجه الستة .

 

10. (281)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin anlattığına göre: "Berîre, mukâtebe borcunu ödeme hususunda yardımcı olması için kendisine (Hz. Aişe'ye) uğramıştı. O âna kadar borcundan herhangi bir şey ödememiş bulunuyordu. Hz. Aişe, Berîre'ye

"Ailene dön, senin mukâtebe borcunu ödememi istiyorlarsa bir şartla yaparım: Senin üzerindeki velâ hakkı bana geçmeli" dedi. Berîre dönüp, ailesine durumu anlattı. Onlar kabul etmediler ve:

"Sana bir iylik yapmak isterse yapsın, karışmayız, ancak velâ'n bize aittir" dediler.

Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) bunun üzerine, durumu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e arzetti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona:

"Sen satın al, sonra da âzad et. Velâ hakkı, âzâd edene aittir" buyurdu.

Bunu söyledikten sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ayağa kalkarak şu hitabede bulundu: "İnsanlara ne oluyor ki, alışverişlerinde Kitabullah'ta bulunmayan şartları koşuyorlar? Kitabullah'ta olmayan bir şart koşana bu helâl olmaz. Böyle biri yüz şart da koşacak olsa, Allah'ın şartı daha doğru,daha sağlamdır."[17]

 

AÇIKLAMA:

 

Berîre bintu Safvân (radıyallahu anhâ), kıbtî asıllı bir cariyedir. Efendisinin kim olduğu hususunda rivayetler ihtilâflıdır. Kocasının şahsiyeti de ihtilaf konusudur.

Sâhipleri, Berîre (radıyallahu anhâ) ile mukâtebe anlaşması yapmışlardı. Yâni, anlaşılan miktarda para ödeyerek hürriyetine kavuşacaktı. Bu bedel dokuz okiyye idi. Her yıl bir okiyye (kırk dirhem gümüş) ödeyerek dokuz yılda hürriyetine kavuşacaktı. Vak'a'nın yukarıdaki hadiste kaydedilen seyrine göre, Berîre (radıyallahu anhâ) bu borcun ödenmesinde Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin yardımını taleb ediyor. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ), velâ hakkının kendisine ait olması şartıyla bu yardımı yapmayı kabulleniyor, Berîre (radıyallahu anhâ)'nin efendisi velâ hakkını bırakmak istemeyince, mesele Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e intikal ettirilir. Reshulullah velâ hakkının âzad edene ait olacağını belirtir.

Hadiste geçen "Kitabullah" tâbirine bakarak buradaki hükmün Kur'ân-ı Kerîm'de yer aldığı zannedilmemelidir. Bu mevzu, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hükmü ile sabittir, Kur'ân'la değil. İslâm âlimleri bu ve benzeri ifâdelere dayanarak Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in vazettiği hükümlerin de Kur'ân'ın hükmü gibi telakki edilmesi gereğine hükmederler. Bu çeşit hükümler "vasıtalı olarak Kur'ân'ın hükmündedir." Vâsıta ise Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bu yetkiyi veren de Kur'ân'dır: "Resul size ne getirmişse onu alın" (Haşr: 59/96). Keza: "Allah ve Resûlüne itaat edin" (Âl-i İmrân: 3/132). Öyle ise Resûle itaat emri Kur'ân'da yer aldığına göre, ondan sâdır olan hükümleri, Kur'ân'ın hükmü gibi değerlendirmek, "Kitabullah'tandır" demek câiz olmaktadır.

Velâ: Âzâd edilen köle ile âzâd eden efendi arasında teessün eden akrabalık bağıdır. Buna vela-i ataka denir. Nesebi mâruf olmayan kimsenin, nesebi mâlum biri ile kardeşlik akdederek "Sen benim mevlâm ol, ölürsem bana mirascı olursun, bir cinayet işlersem benim namıma cezamı ödersin" demesi sûretiyle tevessül eden akrabalığa da vela-i muvâlat denir.

Hadisten çıkarılan pekçok hükümden birkaçı:

1- Köle ile efendi arasında mükâtebe akdi caizdir.

2- Velâ hakkı âzad edene aittir.

3- Dostluk, yardımlaşma, bir kimsenin elinde Müslüman olma veya kimsesiz bir çocuğu sokakta bulup alma gibi durumlarla velâ hakkı tahakkuk etmemesi gerekir. Fakihler bu meselelerde farklı görüşler ileri sürerler. Şafiî mezhebine göre bunların hiçbirinde velâ hakkı doğmaz. Hanefiler de velâ hakkını yukarıda kaydettiğimiz iki şekle hasrederler: "Velâ-i ataka ve vela-i muvâlat, bunlar dışındaki velâlar meşrû olamaz" derler.

4- Bid'at çıktığı vakit, devlet reisinin müdâhalesi gerekir.

5- Hatalar yüze vurulmamalı, "umumî bir ifâde ile" dikkat çekilmeli. Nitekim rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "insanlara ne oluyor..." diyerek münkere parmak basmıştır.

6- Mukâtebe akdi yapan cariyenin çalışmasına kocası mâni olamaz.

7- Cariyenin kocası köle ise mukâtebe akdi yapmak isteyince kocası buna mâni olamaz.[18]

 

ـ11ـ وفي أخرى قال: ]إشْتَرِيها وأعْتِقِيها ولْيَشْتَرِطُوا ما شَاءُوا، فاشْتَرَتْهَا فأعْتَقتْهَا، واشْتَرَطَ أهْلُهَا وََءَهَا؛ فقال النبىُّ #: الْوََءُ لِمَنْ أعْتَقَ، وَإنِ اشْتَرطُوا مِائَةَ شَرْطٍ[ .

 

11. (282)- Diğer bir rivayette, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'ye şöyle söylemiştir: "(Berîre'yi) önce satın al sonra da âzad et. (Onu satan efendilerini de bırak, bir işe yaramıyacak olan) istedikleri şartı koşsunlar." Aişe Berîre'yi satın alıp, âzad etti. Berîre'nin ailesi, velâ hakkının kendilerine ait olması şartını koştu. Bunun üzerine Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm); şu açıklamayı yaptı:

"(Olmaz öyle şey!) Velâ hakkı âzad edene aittir. Satanlar yüz şartta koşsalar (batıldır!)".[19]


 

[1] Muvatta, Büyû: 5, (2, 616); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/64.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/64.

[3] Ebu Dâvud, Büyû: 69, (3502); Muvatta, Büyû: 1, (2, 609); İbnu Mâce, Ticârât: 22, (2192); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/65.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/65.

[5] Muvatta, Büyû: 18, (2, 622); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/65.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/65-66.

[7] Muvatta, Büyû: 69, (2, 657); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/66.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/66.

[9] İ Buhârî, Cihad: 49, 113, Vekâlet: 8, Mesacid: 59, Büyû: 34, istikrâz: 1, 7, Mezâlim: 26, Hîbe: 23, Şürût: 4, Nikâh: 10, 121, Nafakât: 12, Daavât: 53; Müslim, Müsâkat: 109, (710), Salâtu'l-Müsafirîn: 69, (710), Rida: 54, (710); Tirmizî, Nikah: 13, (1100), Büyû: 30, (1253); Nesâî, Büyû: 77, (7, 297-300); Ebu Dâvud, Ticârât: 71, (3505); İbnu Mâce, Ticârât: 29, (2205); brahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/67-68.

[10] Bu cümle"Medine'ye varınca (hanımınla temasta bulunarak) çocuk talepet" şeklinde de anlaşılmıştır.  (İbrahim Canan)

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/69-70.

[12] Kîrât : İbnu'l-Esîr, umumiyetle bir dinarın, onda birinin yarısına denk düşen bir cüz'üne dendiğini belirtir. Bazı yerlerde, yine dînarın bir cüz'üne dense de, miktarının değişebileceğine de işâret eder. (İbrahim Canan)

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/70-71.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/71.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/71.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/72.

[17] Buhârî, Mesâcid: 70, Zekât: 61, Büyû: 67, 73, Itk: 10, Mekâtib: 2, 3, 4, 5, Hîbe: 7, Şurût: 3, 10, 13, 17, Talâk: 16, Kefârâtü'l-İman: 8, Ferâiz: 19, 20, 22, 23; Müslim, Itk: 5, (1504); Muvatta, Itk: 17, (2, 780); Ebu Dâvud, Itk: 2, (3929-3930); Nesâî, 85, 86 (7, 300); Tirmizî, Büyû: 33, (1256), Vesâya: 7, (2125); İbnu Mâce, Itk: 3, (2521); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/73.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/74-75.

[19] Buhârî, Şurut: 10; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/75.