Şer'î ıstılahta "Dinde bir dayanağı (aslı)
olmaksızın sonradan çıkan her şey"e bid'at denmiştir. Yukarıda metnini
kaydettiğimiz hadiste mutlak şekilde sonradan ihdas edilen, çıkarılan herşey
bid'at olarak ifade edilmektedir. Lügat açısından sonradan çıkan herşey
bid'at sayılsa da merdud addedilmemiştir. Başkaca hadisler de bu bid'at
anlayışına imkân tanır. Zira Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde yer alan bir
hadis, "Yeni bir bid'at ihdas eden her kavm onun bir mislini sünnet'ten
kaldırıyor demektir" buyurur. Buna göre esas reddedilen bid'at, mevcudu
kaldıran bid'attır. İçtimaî hayatın gelişmesi, karşımıza çıkan yeni
şartların sonucu hâsıl olan ihtiyaçlara cevap veren bid'atlar kaçınılmazdır
ve bunlar merdûd olamaz. Nitekim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
vefatından sonra, Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh), Hz. Ömer (radıyallahu anh),
Hz. Osman (radıyallahu anh), Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
sünnetinde mevcut olmayan tatbikatlara girişmişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm'in
kitap hâline getirilmesi, takvim vaz'ı, devlet divanlarının tutulması vs.
hep sünnette olmayan şeylerdir. Hatta Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
zamanında bir kısmı (sekiz rekat'ı) cemaatle, bir kısmı da münferîd kılınan
teravih namazının tamamının, cemaatle kılınmasını emreden Hz. Ömer (radıyallahu
anh), bunun bid'at olacağını söyleyenlere: "Bu bid'atse ne güzel bid'attir"
cevabını verir.
Meseleye temas eden İslâm âlimleri dinde
uyulması gereken bu büyüklerin tatbikatını ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in konuyla ilgili beyanatının tamamını gözönüne alarak bid'atı,
bid'ayı hasene, bid'ayı seyyie diye ikiye ayırırlar. Yani iyi bid'at, kötü
bid'at. Bid'ayı hasene yerine göre kaçınması mümkün olmayan bir ihtiyaçtır.
Bu sebeple bid'a vâcib, mendub, haram, mekruh ve mübah olmak üzere beş
mertebeye ayrılmıştır. İmam Şafiî hazretleri bid'ayı "Kitap, sünnet, eser
veya icmaya muhalif olarak ihdas edilen şey" diyerek en câmi tarifini yapar.
Hülasa etmek gerekirse bir bid'at, ya dine
muvâfık ve bir ihtiyacı karşılayan bir şeydir ki, bu bid'at-ı hasene adı
altında tahsin edilmiş, güzel bulunmuştur; veya bir ihtiyacı karşılamayan,
daha önce zaten mevcut bir şeyi kaldırarak yerine geçecek olan -bir başka
kültürden alınma, yahut beşerî hevaya uyularak, yoktan ihdas edilme- bir
şeydir. Bid'at-ı seyyie denen bu ikinci kısım, bütün Müslümanların müşterek
kültürleri yâni onların birlik ve vahdet vesîlesi olan "sünnet"e ters
düştüğü için merduddur. Bu çeşit bid'atler, yâni yabancı kültürlere âit
unsurlarla ferdî hevadan kaynaklanan unsurlar müstakillik ve müştereklik
esasına müstenîd ümmet şahsiyetini haleldâr edeceği için hiçbir müsâmaha
tanımaksızın şiddetle reddedilmiştir. Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inden
alarak kaydettiğimiz hadis bu açıdan bir kere daha değerlendirilebilir.
ـ4ـ وَعن المقدام بن
معدى كربَ رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]أَ هلْ عَسَى رجلٌ
يَبْلُغُهُ الحديثُ عنِّى وهُوَ متكى على أريكتِهِ فيقُولُ بيننَا
وَبَيْنَكُمْ: كِتَابُ اللّهِ تعالى فَمَا وَجَدْنَا فِيهِ حًَ استحْلَلْنَاهُ،
وَما وَجَدْنَا فِيهِ حَرَاماً حرَّمْنَاهُ وَإنّ ما حرّمَ رسُولُ اللّهِ #
كَمَا حرّمَهُ اللّهُ[. أخرجه أبو داود والترمذى.وزاد أبو داود رحمه اللّه في
أوّله ]أَ إنِّى أوتيتُ الكِتَابَ وَمِثْلَهُ معهُ[ وذكر معناه.وزاد أيضاً ]أَ
َيَحلُّ لَكُمْ الحِمَارُ ا‘هْلِىُّ، وَ كلُّ ذى نابٍ مِنَ السبَاعِ، وَ لُقطةُ
مُعَاهَدٍ إَ أن يستَغْنَى عَنْهَا صَاحِبُهَا، وَمَنْ نَزَلَ بِقَوْمٍ
فَعَلَيْهِم أن يُقرُّوهُ، فان لم يقرُوهُ فَلَهُ أن يعقَبَهُمْ بِمثلِ
قِراهُ[.»ا‘ريكةُ« السريرُ في الحجلة، وقيل: هوَ كلُّ ما اتُّكئَ عليهِ
»والقِرَى« الضيافةُ .
4. (56)-
Mikdâm İbnu Ma'dîkerib (radıyallahu anh)
anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Haberiniz
olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman
kişinin: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onda nelere helâl
denmişse onları helâl biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram
addederiz" diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın haram kıldıkları da tıpkı Allah'ın haram ettikleri gibidir"
Ebu Dâvud'un rivayetinin baş kısmında şu
ziyâde vardır: "Haberiniz olsun, bana Kitap ve bir o kadar da (sünnet)
verildi." Rivayetin gerisi yukarıdaki mânada devam eder.
Ebu Dâvud'un rivayetinin sonunda şu ziyade de
mevcuttur: "Haberiniz olsun (Kur'an'da zikri geçmiyen) ehlî eşeğin eti de
size helâl değildir, vahşi hayvanlardan parçalayıcı dişi (köpek dişi)
olanlar, keza muâhedeli olanların yitikleri de haramdır. Ancak eşya sâhibi,
ihtiyacı olmadığı için, kasden terketmişse o müstesna. Bir kimse bir kavme
uğradığı zaman, ona ikram etmek, o kavme vazife olur. Şayet ikram
etmezlerse, o kimse, hak ettiği ikramın mislince onları cezalandırır."
AÇIKLAMALAR:
Hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
da aynen Kur'ân-ı Kerîm gibi "haram" veya "helâl" hükmünü koyma yetkisi
olduğunu beyan etmektedir. Mucizevî şekilde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm), her devirde, bir kısım "müreffeh câhiller"in oturduğu yerden "Kur'an'dan
başka şey tanımayız" diye ahkâm keseceklerini haber vermektedir. Sözünü
evirip kıvırıp neticede bu mânayı ifade eden bedbahtlar günümüzde bile
mevcuttur. Âlimler hadiste gelen erîke yani "koltuk" kelimesiyle, bu sözü
söyleyecek kimselerin tasvir edilmek istendiğini, bunların iyi döşeli
müzeyyen evlere kapanmış, ilim çilesi çekmemiş, rahatına düşkün câhil
kimseler olacağına dikkat çekildiğini belirtirler.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine
Kur'ân'dan başka, Kur'ân kadar açıklama, tamamlama yetkisinin tanındığını
belirttikten sonra Kur'ân'da zikri geçmediği halde, şahsen beyan ettiği
haramdan birkaçını zikreder.
Ebu Dâvud, Sünne: 6, (4604); Tirmizî, İlm: 60, (2666); İbnu Mace,
Mukaddime: 2, (12); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi,
Akçağ Yayınları: 2/333-334.