Kütübü Sitte


BİNA BÖLÜMÜ

 

ـ1ـ عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُمَا قال: ]لَقَدْ رَأَيْتُنِى مَعَ رَسولِ اللّه # وَقَدْ بَنَيْتُ بَيْتاً بِيَدِى يُكِنُّنِى مِنَ المطَرِ وَيُظِلُّنِى مِنَ الشَّمْسِ مَا أعَانَنِِى عَلَيْهِ أَحَدٌ مِنْ خَلْقِ اللّهِ تعالى[. أخرجه البخارى .

 

1. (401)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la beraber iken kendi elimle bir ev yapmıştım. Bu ev beni yağmura karşı korumaya, güneşe karşı da gölgelemeye yetiyordu. Bunun inşasında Cenâb-ı Hakk'ın mahlukatından hiçbirinin yardımını da görmemiştim."[1]

 

ـ2ـ وفي رواية: ]مَا وَضَعْتُ لَبِنَةً عَلى لَبِنَةٍ مُنْذُ قُبِضَ رسولُ اللّه #[ .

 

2. (402)- Bir başka rivayette: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vefatından beri tuğla üzerine tuğla da koymuş değilim" der.[2]

 

ـ3ـ وعن قيس بن أبى حَازمٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]أتَيْنَا خَبَّابَ بْن ا‘رتْ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ نَعُودُهُ، وَقَدِ اكْتَوَى سَبْعَ كَيَّاتٍ في بَطْنِهِ؛ فقالَ: إنَّ أصْحابَنَا الَّذِينَ سَلَفُوا وَمَضَوْا وَلَمْ تَنْقُصُهُمْ الدُّنْيَا، وإنَّا أصَبْنَا مَا َ نَجِدُ لَهُ مَوْضِعاً إَّ التُّرَابَ، وَلَوَْ أنَّ النَّبِىَّ #

نَهَانَا أنْ نَدْعُوَ بِالْمَوْتِ لَدَعَوْتُ بِهِ أتَيْنَاهُ مَرَّةً أخْرَى وَهُوَ يَبْنِى حَائِطاً لَهُ فقالَ: إنَّ الْمُسْلِمَ يُؤْجَرُ في كُلِّ شَئٍ يُنْفِقُهُ إَّ في شئٍ يَجْعَلَهُ في هَذا التُّرَابِ[. أخرجه الشيخان .

 

3. (403)- Kays İbnu Ebî Hâzım (radıyallahu anh) anlatıyor: "Habbab İbnu'l-Eret (radıyallahu anh)'e geçmiş olsun ziyaretine geldik. Karnına tam yedi yerden dağ vurdurmuştu. Bize:

"Bizden önce gelip geçen arkadaşlarımız varya, dünya onların sevaplarından hiçbir şey noksanlaştırmadı. Biz ise onlardan sonra öyle dünyalığa erdik ki, koruyacak yer bulamayarak toprağa (bina inşaatına) yatırdık. Halbuki sıkıntılı dönemde, (öyle anlar oldu ki) eğer Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yasaklamasaydı, ölmeyi temenni edecektik" dedi. Bir başka gelişlerimizde, Habbab'ı kendine ait bir duvarı inşa ederken görmüştük de şöyle buyurmuştu:

"Müslüman harcadığı her şey için sevaba erer, ancak şu inşaat işi hâriç."[3]

 

AÇIKLAMA:

 

Habbab İbnu Eret, ilk Müslümanlardandır. Kendisi aslen Temimli'dir ve Mekke'ye bir nevi mülteci statüsüyle yerleşmiştir. Yabancı ve dolayısıyla hâmisiz oluşu sebebiyle en ağır işkencelere  mâruz kalmıştır. Kızgın demir ve taşlarla yapılan işkenceler vücudunda ölünceye kadar devam eden yaralar açmıştır.

Rivâyette, Habbâb (radıyallahu anh) kendisi gibi ilk dönemin işkence ve sıkıntılarına mâruz kaldıkları halde, sonraki zafer ve bolluk devrine erişmeden ölmüş olanları anıyor: "Onlar, hizmetlerine mukabil, hiçbir dünyevî ücret alamadılar, bütün ücretleri âhirete kaldı, biz ise zafer ve zaferin getirdiği bolluk devrini idrak ettik. Hizmetlerimizin mükâfaatını dünyada almış gibiyiz" demek istiyor. Habbâb'ın kasteddiklerinden biri: Mus'âb İbnu Umeyr (radıyallahu anh)'dir. İslâm'dan önce bolluk içinde olduğu halde, Müslüman olunca, ailesi onu evlatlıktan çıkarıp, her türlü maddî destekten mahrum bırakmıştı. Büyük maddî sıkıntılara rağmen İslâm için hizmet verirken Uhud'da şehid düştüğü zaman, vücudunu örtecek kefen bile bulunamadı. Elbisesi ile baş tarafı örtülünce ayak tarafı açık  kalmıştı, ayakları kuru otlarla örtülerek mezara kondu.

Hadiste geçen bina yapmanın keraheti meselesine gelince, âlimler bu konularda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. İhtiyaçtan fazla, gösteriş için yapıldığı takdirde mekruh olduğunda ittifak ederler. Aksine, zaruri ihtiyacı karşılayan mesken inşaatının mekruh olmayacağında da ittifak ederler. Ancak bazıları bu durumda harcanan için ne sevap ne günah yoktur demişse de, sevab olacağını ifade eden âlimlerimiz de vardır. Aslolan ikinci görüş olmalıdır.[4]

 

ـ4ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ للّه # النَّفَقَةُ كُلُّهَا في سَبِيلِ اللّهِ إَّ الْبِنَاءَ فََ خَيْرَ فِيهِ[. أخرجه الترمذى .

 

4. (404)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Nafaka için harcananın hepsi Allah yolunda harcanmış gibidir, bina için harcanan müstesna, bunda hayır yoktur."[5]

 

ـ5ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قالَ: ]خَرَجَ رسولُ اللّه # يَوْماً وَنَحْنُ مَعَهُ فَرأى قبَّةً مُشْرِفَةً. فقالَ مَا هذِهِ؟ قِيلَ لِفُنٍ رَجُلٍ مِنَ ا‘نْصَارِ. فسكَتْ وَحَمَلَهَا في نَفْسِهِ حَتَّى جَاءَ صَاحِبُهَا فَسَلَّمَ عَلَيْهِ في النَّاسِ فَأعْرَضَ عَنْهُ فَصَنَعَ ذلكَ مِرَاراً حتى عَرَفَ الرَّجُلُ الْغَضَبَ فِيهِ وَا“عْراضَ عَنْهُ فَشَكَا ذلكَ إلى أصْحَابِهِ فقالَ وَاللّهِ إنِّى َنْكُر نَظَرَ رسول اللّه #، مَا أدْرِى مَا حَدَثَ فِيَّ؛ فقالوا: خَرَجَ فَرَأى قبَّتَكَ فقالَ: لِمَنْ هذهِ؟ فأخْبَرْنَاهُ فَرَجَعَ الرَّجُلُ إلى الْقُبَّةِ فَهَدَمَهَا حتَّى سَوَّاهَا بِا‘رْضِ. فَخَرجَ رسولُ اللّه # ذَاتَ يَوْمٍ فَلَمْ يَرَهَا فقالَ: مَا فَعَلَتِ القُبَّةُ؟ فَحَدَّثُوهُ بِمَا كَانَ مِنْ صَاحِبها. فقالَ رسولُ اللّه #: أمَا إنَّ كُلَّ بِنَاءٍ وَبَالٌ عَلَى صَاحِبِه إَّ مَاَ إَّ مَاَ. يُعْنِى: مَا بدّ منه[. أخرجه أبو داود .

 

5. (405)- Yine, Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir gün Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)  yanında biz olduğumuz halde (gezintiye) çıktı. Derken, etrafındaki binalara rağmen (daha yüksek olduğu için) sivrilen bir kubbe görmüştü:

"Bu da ne?" diye sordu.

"Ensardan falancaya ait" dendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sükut buyurdu, ancak binaya karşı içinden hoşnutsuz olmuştu. Bir müddet sonra, sahibi geldi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e cemaatin içinde selam verdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yüzünü çevirdi ve selamını almadı. Tekrar tekrar selam verdi ise de aynı şekilde davranarak selamını almadı. Adam anladı ki Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine kızgındır ve yüz çevirmektedir. Durumu arkadaşlarına açarak:

"Allah'a kasem olsun, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bakışını iyi bulmuyorum. Hakkımda ne olup bitti, bilemiyorum da" dedi. Kendisine:

"Gezinirken kubbeni gördü. "Bu kimin?" dedi. Sana ait olduğunu haber verdik" dediler.

Adam hemen dönüp, kubbesini yıktı, öyle ki yerle bir etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir başka gün yine gezintiye çıktı. Kubbeyi göremeyince:

"Kubbeye ne oldu?" diye sordu.

Kubbe sâhibiyle olup biten gelişmeler haber verildi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)

"Bilin ki, zaruri olmayan her bina, sahibine bir vebaldir" buyurdu.[6]

 

ـ6ـ وعن عبداللّهِ بن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]مَرَّ بِىَ رسولُ اللّه # وَأنَا أطَيِّنُ حَائِطاً لِى مِنْ خُصٍّ. فقالَ ما هذَا يَا عَبْدَاللّهِ؟ فقُلْتُ حَائِطاً أصْلِحُهُ. فقالَ: ا‘مْرُ أيْسَرُ مِنْ ذَلِكَ، وفي رواية: مَا أرَى ا‘مْرَ إَّ أعْجَلَ مِنْ ذلِكَ[. أخرجه أبو داود  والترمذى وصححه »الحصچ القصب .

 

6. (406)- Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, ahşab evimi tamir için çamurlamakla meşguldüm. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana uğradı ve:

"Bu da ne Ey Abdullah?" buyurdu. Ben:

"Evin tamiriyle meşgulüm" dedim.

"Ölüm(ün gelmesi) ve bu ev(in yıkılmasın)dan daha çabuktur" buyurdu.

Bir rivayette: "Ben emr-i Hakk'ın gelmesini bun(un yıkılmasın)dan daha çabuk görüyorum" buyurmuştur.[7]

 

ـ7ـ وعن دكين بن سعيد المزنى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]أتيْنَا رسولَ اللّه # سألْنَاهُ الطّعَامَ فقالَ: يَا عُمَرُ اذْهَبْ فأعْطِهِمْ؛ فارْتَقَى بِنَا إلى عُلِّيّةٍ فأخْرََجَ الْمِفْتاحَ مِنْ حُجْرَتِهِ فَفَتَحَ[. أخرجه أبو داود.

 

7. (407)- Dükeyn İbnu Sâid el-Müzenî (radıyallahu anh) anlatıyor; "Yiyecek istemek üzere Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a uğradık. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'e seslenerek:

"Ey Ömer git, istediklerini ver" emretti. Hz. Ömer bizi bir odaya çıkardı. Hücresinden anahtarı çıkardı ve kapıyı açtı."[8]

 

ـ8ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: إذَا تَشَاجَرْتُمْ في الطَّريقِ فَاجْعَلُوهُ سَبْعَةَ أذْرُعٍ[. أخرجه الخمسة إ النسائى .

 

8. (408)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Yol hususunda ihtilaf ederseniz genişliğini yedi zira' yapın."[9]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şehircilik meseleleriyle de meşgul olması bakımından ehemmiyetlidir. Yeri geldikçe görüleceği üzere belediyeleri ilgilendiren çeşitli meselelerle ilgilenmiştir.

Âlimler, yolla ilgili bir rivayeti açıklarken, hadisten maksadın yolun genişliğini bu rakamla tahdid etmek olmadığını  belirtirler. Bu rakamın daha çok herkesin gelip geçtiği ana yollarla ilgili olduğu, tâli ve hususî yolların, ihtiyacı görecek genişlikte olabileceği gibi, ana yolların daha da geniş olabileceği belirtilir.[10]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/174.

[2] Buhârî, İstizan: 53; İbnu Mâce, Zühd: 13, (4162); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/174.

[3] Buhârî, Mardâ: 19, Da'avât: 30, Rikâk: 7, Temennî: 6; Müslim, Zikr: 12, (2681); Nesâî, Cenâîz: 2, (4, 3-4); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/175.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/175-176.

[5] Tirmizî, Kıyamet: 41, (2484); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/176.

[6] Ebû Dâvud, Edeb: 169, (5237); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/177.

[7]Ebu Davud, Edeb: 169, (5235), (5236); Tirmizî, Zühd: 25, (2336); İbnu Mâce, Zühd: 13 (4160); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/177.

[8] Ebû Dâvud, Edeb: 170, (5238); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/178.

[9] Buhârî, Mezâlim: 29; Müslim, Müsâkât: 243, (1613); Tirmizî, Ahkâm: 20, (1355); Ebu Dâvud, Akdiye: 31, (3633), İbnu Mâce, Ahkâm: 16, (2338); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/178.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/178.