Kütübü Sitte


Buluntu Mal (Lakit, cemi: Lukata) Meselesi:

 

Görüldüğü gibi buluntu mallar haram edilmektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), muâhid'in yani kendisine tanınan belli bir müddet için İslâm memleketinde bulunan yabancının  yitirdiği malı zikrederek hükmü beyan ediyor. Yâni, şârihlerin belirttiği üzere, bir yabancının (seyyah, tüccar vs.) yitirdiği mal haram olursa, bir mü'minin yitirdiği mal evleviyetle haram olacaktır. Ancak sâhibi, müstağni olarak yani o mala ihtiyacı bulunmadığı için ihtiyacı olanlar alsın diye bırakmışsa o malı almak haram değildir. Malın yitik mi, metruk mu olduğu her halde anlaşılabilir. Sokakta bulunan bir cüzdan her halde metruk değildir, ama irice bir eşya metruk olabilir. Örfe göre ayrım zor olmaz.

Hadiste yer verilen üçüncü bir mesele, misâfir ağırlamakla ilgili. Hadiste geçen ikram'dan murat, ağırlanması, misafirin ihtiyaçlarının görülmesidir.

Hadis'in mânası, zahirde, misafire ikram etmeyi vâcib bir vazife göstermekte, ikram edilmediği takdirde, misâfirin, ihtiyaç miktarınca almasını helâl kılmaktadır. Ancak, ulema burada ihtilaf etmiştir.

1- Bazıları 16 ve 17 numarada kaydettiğimiz bedevî ile ilgili hadise dayanarak, orada zikri geçen İslâm'ın şartları dışında vecibe olmadığnı söyleyerek misafire ikram dini bir vecibe değildir demiştir.

2- Ahmed İbnu Hanbel'e göre, hadis vücub ifade eden bir üslubla vârid olmuştur. Ancak mendub olduğunu söyleyen ekseriyet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Müslüman'ın malı gönül hoşluğuyla olmadıkça helâl olmaz..." hadisine ve "Mallarınızı aranızda bâtıl yolda yemeyin..." (Bakara: 2/118) mealindeki âyete dayanarak bu hadisin muzdar olanlarla ilgili olduğunu söylemişlerdir. Çünkü muzdarın ağırlanması icma ile sâbit bir vecibedir.

3- Bazı âlimler: "Bu, İslâm'ın başlangıcıyla ilgili bir emirdir, çünkü, gazveye çıkan askeri birlikleri, uğradıkları yerlerin ağırlaması, ihtiyaçlarını görmeleri, onlara vecîbe kılınmıştı. Ancak sonradan İslâm güçlenip, halka karşı da şefkat ve merhamet galebe çalınca vücub neshedildi, cevaz bâki kaldı" demişlerdir.

Ancak bazı âlimler, devlet reisi, zımmîlerin yaşadığı bir bölgeye ve bilhassa kır bölgesine giden vazifelilerin orada ağırlanmasına  hükmetti ise ora halkının onları ağırlaması gerektiği, ağırlamadıkları takdirde ihtiyaç miktarınca -ama fazla değil-, zorla veya gizlice alabileceklerini ifâde etmişlerdir. Yine bu da normal şartlarda değil, anormal şartlarda, mecburî durumlarda olduğu belirtilir. Mirkat'ta Aliyyu'l-Karî, başka teferruat da zikreder.[1]

 

ـ5ـ وعن أبى موسى عبداللّه بن قيس ا‘شعرى رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]إنّ مثلَ مابعثنى اللّهُ بهِ منَ الهُدَى والعلمِ كَمثل غيثٍ أصاب أرضاً فكانتْ منهَا طائفةٌ طيّبَةٌ قَبِلتِ المَاءَ فأنْبَتَتِ الكَ‘َ والعُشْبَ الكَثِيرَ، وَكَانَ مِنْهَا أجادبُ أمسكتِ المَاءَ فنفعَ اللّهُ تعالَى بِهَا النّاسَ فَشَرِبُوا مِنْهَا وَسَقَوْا وزَرعُوا، وَأصَابَ طَائفةً مَنْهَا أخرى إنّمَا هىَ قِيعَانٌ  تمْسكُ ماءً وَ تنبتُ ك‘ً، فَذَلكَ مثلُ منْ فَقُهَ فى دينِ اللّهِ تعالى، ونفعهُ ما بعثنِى اللّهُ تعالى بهِ فعلمَ وعلّمَ، ومثلُ مَنْ يَرْفَعْ بذلكَ رأساً ولمْ يَقبلْ هُدَى اللّهِ الَّذِى أُرْسِلْتُ بِهِ[ .

 

5. (57)- Ebu Mûsa Abdullah İbnu Kays el-Eş'arî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:

"Allah'ın benimle gönderdiği ilim ve hidâyetin misali, bir araziye düşen yağmur gibidir. (Bilindiği üzere), bazı araziler var, tabiatı güzeldir, suyu kabul eder, bol bitki ve ot yetiştirir. Bir kısım arazi var, münbit değildir, ot bitirmez, ama suyu tutar. Onun tuttuğu su ile Cenab-ı Hakk insanları yararlandırır: Bu sudan kendileri içerler, hayvanlarını sularlar ve ziraat yaparlar. Diğer bir araziye daha isabet eder ki, bu ne su tutar ne ot bitirir. Bu temsilin biri Allah'ın dininde ilim sâhibi kılınana delalet eder, böylesini Allah benimle göndermiş olduğu hidâyetten yararlandırır; yani hem öğrenir, hem öğretir. Temsilden biri de, buna iltifat etmeyen Allah'ın benimle gönderdiği hidâyeti hiç kabul etmeyen kimseye delalet eder"[2]

 

AÇIKLAMA:

 

Kurtubî başta olmak üzere bir kısım ulema şu açıklamayı sunarlar: Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm), getirdiği dini, insanlara ihtiyaçları anında gelen yağmura benzetmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gelmezden öne, insanların hâli, susamış, suya muhtaç kimseler gibi idi. O (aleyhissalâtu vesselâm)'nun getirdiği nura şiddetle muhtaç idiler. Yağmur indiği, ölü araziyi hayata kavuşturduğu gibi, din ilimleri de ölmüş kalpleri diriltir.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Kur'ân'ın muhataplarını da yağmurun düştüğü çeşitli evsaftaki topraklara benzetmiştir. Bir kısmı bilir, amel eder ve öğretir de. Bunları suyu emen münbit toprağa benzetmiştir: Hem kendisi istifade eder, hem de bitirdiği bitkilerle başkalarının da istifadesini sağlar. Bir kısım muhataplar vardır, devrinin ilmini câmidir, ancak bildikleriyle amel etmez, veya öğrendiği ilimleri kendisi idrak etmeksizin başkasına öğretir. Bu kimse, tuttuğu su ile halkın faydalanmasını sağlayan toprak gibidir. Buna Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu hadisleriyle işaret buyurmuşlardır: "Allah, sözlerimi işitip de işittiği şekilde edâ eden (öğreten) kimsenin yüzünü (kıyamet günü) taze kılsın..."

Bazı muhataplar ne ilim dinler, ne onunla amel eder, ne de başkasına nakleder. Bunlar suyu tutmayan veya başkasına zararlı kılan kaygan toprağa benzer.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) verdiği misâlde ilk iki övülen grubu, faydalı olmada müştereklik arzettikleri için birleştirmiştir. Üçüncü mezmum grubu ise, hiçbir fayda sağlamadığı için öbürlerinden ayrı mütâlaa etmiştir."[3]

 

ـ6ـ وَعنهُ رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]إنّ مثلِى ومِثَلَ مَا بَعَثَنِى اللّهُ بِهِ كَمثلِ رجلٍ أتَى قومَهُ فقالَ: إنِّى رأيتُ الجيشَ بعينىَّ، وأنَا النذيرُ العُريانُ فالنجاءَ: فأطاعهُ طائفةٌ من قومِهِ فأدْلَجُوا وانطلقوا على مَهلهمْ فنجوْا، وكذَّبتْ طائفةٌ منهم فأصبحُوا مكانهم فصبحهمُ الْجَيشُ فأهلكهم واجتاحهمْ، فذلكَ مثلَ من أطاعَنِى واتبعَ ما جِئتُ بهِ، ومثلُ مَنْ عَصَانِى وكذّبَ بِمَا جِئْتُ بِهِ مِنَ الحقِّ[. أخرجهما الشيخان .

 

6. (58)- Yine aynı sahâbe (Ebu Musa) (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:

"Benim misalimle Cenab-ı Hakk'ın benimle göndermiş bulunduğu şeyin misâli şu adamın misali gibidir: "Bir adam kendi kavmine gelip: "Ben gözlerimle düşman ordusunu gördüm, tehlikeyi haber veriyorum, tedbir alın!" der. Kavminden bir kısmı tavsiyesine uyup, geceleyin, telaşa düşmeden oradan uzaklaşır. Bir kısmı da bu haberciyi yalanlar ve yerinden ayrılmaz. Ancak sabahleyin ordu onları yakalar ve imha eder. İşte bu temsil bana itaat edip getirdiklerime uyanlarla, bana isyan edip Cenab-ı Hakk'tan getirdiklerimi tekzip edip yalanlayanları göstermektedir."[4]

 

ـ7ـ وعن أبى هريرة رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]إنِّمَا مثلِى ومثلُكُمْ كمثلِ رجلٍ استَوْقَدَ ناراً فَلمّا أضاءتْ ما حَوْلَهُ جعلَ الفَراشُ وهذِهِ الدوابُّ التى تقعُ في النَّارِ تقعُ فِيهَا فجعلَ ينزعُهنّ ويغْلِبْنَهُ فيقتحمنَ فبهَا فأنا آخذُ بحُجزِكمْ عنِ النارِ، وأنتمْ تقْتَحِمُونَ فِيهَا[. أخرجه الشيخان والترمذى، واللفظ للبخارى .

 

7. (59)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Benim misâlimle sizin misâliniz, şu temsile benzer: Bir adam var ateş yakmış. Ateş etrafı aydınlatınca, pervaneler (gece kelebekleri) ve aydınlığı seven bir kısım hayvanlar bu ateşe kendilerini atmaya başlarlar. Adamcağız onları kurtarmaya (mâni olmaya) çalışır. Ancak hayvanlar galebe çalarak çoklukla ateşe atılırlar. Ben (tıpkı o adam gibi) ateşe düşmememiz için belinizden yakalıyorum, ancak siz ateşe ateşe koşuyorsunuz"[5]

 

ـ8ـ وعن ابنِ مسعودٍ رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]إنّ أحسنَ الحديث كابُ اللّهِ، وَأحسنَ الهَدْىِ هَدْىُ محمّدٍ #، وشرَّ ا‘مُورِ محدَثاتُها، وإنّ ماتُوعدُونَ Œتٍ وَمَا أنْتُمْ بِمِعْجِزِينَ[. أخرجه البخارى .

 

8. (60)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Muhakkak ki, en güzel söz Allah'ın kitabıdır. En güzel yol da Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'in yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılanıdır. Size vâdedilen mutlaka yerine gelecektir. Siz Allah'ı aciz bırakamazsınız"[6]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadis, zâhirde İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un sözü gibi görünmekte yâni mevkuf hadis olduğunu hükmetmeye sevkedecek bir üslubta ise de İbnu Hacer'in belirttiği üzere hadis merfudur. Çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şemâiline giren bir vasfını bildirmektedir.

Hadiste medarı bahsedilen bid'a ile ilgili açıklamayı daha önce yaptığımız için (Bak. 35. hadis) burada tekrar etmeyeceğiz.[7]

 

ـ9ـ وعن عائشة رضِىَ اللّهُ عنها قالت: قال رسولُ اللّهِ #: ]مَنْ أحدثَ في أمْرِنَا هذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ[. أخرجه الشيخان وأبو داود.وفي رواية ]مَنْ عَمِلَ عَمً لَيسَ عَلَيْهِ أمْرُنَا فَهُوَ ردٌّ[ .

 

9. (61)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) validemiz anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Kim şu dine uymayan bir şey uyduracak olursa, bu, merduddur kabul edilemez"

Bir rivayette de şöyle denmektedir: "Bizim sünnetimize uymayan bir amel işleyenin yaptığı amel de merduddur."[8]

 

ـ10ـ وعن أبى ذرٍّ رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]مَنْ فَارقَ الجَمَاعةَ شِبْراً فقدْ خَلَعَ رِبْقَةَ ا“سْمِ من عُنقِِهِ[. أخرجه أبو داود .

 

10. (62)- Ebu Zerr (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdular:

"Kim cemaat'(imiz)den bir karış uzaklaşırsa (kendini dine bağlayan) İslâm bağını boynundan çıkarıp atmış olur"[9]

 

ـ11ـ وعن علي رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]اِقْضُوا كَمَا كُنْتُمْ تَقْضُونَ فإنِّى أكرهُ الخِفَ حتّى تَكُونَ النَّاسُ جَمَاعةً أو أموتَ كَمَا مَاتَ أصْحَابِى[. وَكَانَ ابنُ سيرينَ رحمهُ اللّهُ تعالى يَرى عامةَ مايروونَ عن علي رضِىَ اللّهُ عنهُ كذباً. أخرجه البخارى .

 

11. (63)- Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle demiştir: "Daha önce hükmettiğiniz şekilde hükmedin. Zira ben (kargaşaya, nizâya götürecek) muhalefeti sevmem, tâ ki halk tek bir cemaat teşkil etsinler veya arkadaşlarımın öldüğü gibi ben de öleyim."

İbnu Sîrîn merhum, Hz. Ali (radıyallahu anh)'den yapılan rivayetlerin çoğunun uydurma ve yalan olduğu görüşünde idi."[10]

 

AÇIKLAMA:

 

Hz. Ali bu sözü Irak ahalisine söylemiştir. Daha önce Hz. Ömer gibi ümmü'lveledin (efendisinden hamile kalıp çocuk doğuran köle kadın) satılamayacağı kanaatinde olan Hz. Ali (radıyallahu anh) Irak'a gelip, aksine kanaat izhar edince Ubeyde kendisine: "Sizin ve Hz. Ömer'in cemaate uyan (eski görüşünüz, bana, tefrikaya kaçan (bugünkü şahsî görüşünüzden daha hoştur" der. Bu itiraz üzerine Hz. Ali (radıyallahu anh) yukarıdaki sözünü söyler.

İbnu Sîrîn'le alakalı ithamın mahiyetine gelince: Hz. Ali'den Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e muhalefet ettiğine dair rivayetlerin Râfıza ve Şia'dan kaynaklandığını söylemiştir. Ahkâma müteallik rivayetler bu sözün dışındadır, sîkalardan alınmıştır.[11]

 

ـ12ـ وعن أنس رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]مَا أعرفُ شيئاً ممّا كَانَ على عهدِ رسُولِ اللّهِ #، قيلَ الصةُ؟ قال أليْسَ صَنَعْتُمْ مَا صَنَعْتُمْ فِيهَا[ أخرجه البخارى والترمذى .

 

12. (64)- Enes (radıyallahu anh) şöyle der: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrinde mevcut olan şeylerden (kelime-i şehadet dışında) hiçbirini artık göremiyorum." Kendisine

"namazı da mı?" diye itiraz edilince:

"Namaza da ne yaptığınızı bilmiyor musunuz, (öğleyi akşama yakın kılmadınız mı)?" cevabını verir.[12]

 

AÇIKLAMA:

 

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devrinin özlem ve hasretiyle yanan Hz. Enes (radıyallahu anh) Emevî idarecilerinin nâhoş tutumlarının da te'siriyle karamsar bir havaya düşerek, o mahz-ı nur devrine nazaran pekçok şeyin değişikliğe uğradığını yukarıdaki sözleriyle ağlayarak dile getirir. Fazla mübâlağa ettiğini göstermek maksadıyla "Nasıl olur, işte namaz, olduğu gibi duruyor" derler. O, Haccâc'ın namaz vakitlerinde yaptığı değişikliği îma ederek "Onda neler yaptığınızı bilmiyor musunuz, öğleyi akşama yakın kılmıyor musunuz, bu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında böyle mi idi?" cevabını verir.[13]

 

ـ13ـ وعن أبى هريرة رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]أنه دخلَ السوقَ فقالَ: أراكُمْ ههنَا وَمِيراثُ محمدٍ # يُقسَمُ في المسجدِ، فذَهَبُوا وقالوا: مَا رأينَا شيئاً يُقسَمُ؟ رأيْنَا قوماً يقرؤنَ القرآنَ. قالَ: فذلكمْ ميراثُ نبيكمْ #[.

 

13. (65)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den rivâyet edildiğine göre bir gün kendisi çarşıya uğrar ve:

"Mescidde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası taksim edilirken ben sizleri burada görüyorum (Bu ne biçim iş, siz de koşun) buyurur. Herkes mescide koşuşur, bir şey göremeyince:

"Taksim edilen bir şey göremedik, sâdece bazıları Kur'ân okuyordu" derler. O cevabı yapıştırır.

"İyi ya, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mirası zaten bu değil mi?"[14]

 

AÇIKLAMA:

 

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) mîzaç itibariyle, şakacı, nüktedan bir zattır. Yukarıda görüldüğü üzere, Kur'ân-ı Kerîm'in ehemmiyetine bir kısım kimselerin dikkatini çekmek maksadıyla yarı şaka yarı ciddi bir davranışta, bir nüktede bulunmuştur. Bu çeşit davranmaların yalan sayılmayacağı, câiz olacağı hükmü çıkarılır.[15]

 

ـ14ـ وعن ابن مسعود رضِىَ اللّهُ عنهُ أنه قال: مَنْ كَانَ مُسْتنّا فليستنّ بمن قَدْ مَاتَ فإنّ الْحَيَّ  يؤمَنُ عليْهِ الفتنةُ، أولئكَ أصحابُ محمدٍ # كَانُوا افضَلَ هذهِ ا‘مةِ أبرّها قلُوباً، وأعمقها علماً، وأقلّها تكلفاً، اخْتارَهُمْ اللّهُ تعالى لصحبة نبيهِ # و“قامةِ دينهِ، فاعرِفُوا لَهُمْ فَضْلَهُمْ واتّبِعُوهُمْ عَلَى أثَرِهِمْ وَتَمَسّكُوا بِمَا اسْتطَعْتُمْ مِنْ أخْقِهِمْ وَسِيَرِهِمْ فإنهُمْ كَانُوا عَلَى الهدَى المسْتقِيمِ .

 

14. (66)- İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre, şöyle buyurmuştur: "Bir yol takip etmek isteyen, bu yolu, ölmüş olanların yolundan seçsin. Zira hayatta onların fitnesinden emin olunamaz. Ölmüş olanlar ise Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Ashâbıdırlar. Onlar bu ümmetin en efdalidir. Kalpçe en temizleri, ilimce en derînleri, amelce en ihlaslıları yine onlardır. Allah, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sohbeti ve dininin yerleşmesi için onları seçmiştir. Öyleyse sizler onların üstünlüğünü idrak edin, onların yolundan gidin, elinizden geldikçe onların ahlâkını ve yaşayış tarzlarını kendinize örnek kılın. Zira onlar en doğru yolda idiler."[16]

 

ـ15ـ وعن ابن عباس رضِىَ اللّهُ عنهُما قال: ]مَنْ تَعلّمَ كِتَابَ اللّهِ تعَالى ثمّ اتبَعَ مَا فيهِ هَدَاهُ اللّهُ تَعالَى مِنَ الضّلَةِ في الدّنيَا ووقاهُ سوءَ الحِسَابِ في اŒخِرَةِ[ .

 

15. (67)- İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'dan rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'ın Kitabını öğrenir ve sonra da onda bulunanlara uyarsa, Allah onu, dünyada dalâletten çıkarıp doğru yola sevkeder, âhirette de kötü hesabtan korur."[17]

 

AÇIKLAMA:

 

İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'ın "Allah'ın Kitabı'na uyan dünyada sapıtmadığı gibi âhirette de kurtuluşa erer" deyip sözüne delil olarak şu âyeti okuduğu da rivayet edilmiştir. "Kim hidâyetime uyarsa ne sapıtır ne de hüsrâna uğrar" (Tahâ: 20/123).[18]

 

ـ16ـ وعن عمرَ بن الخطاب رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]تُرِكتُمْ علَى الواضِحةِ، ليلُهَا كَنَهارِهَا. كُونُوا عَلى دين ا‘عرابِ والغلمانِ في الكُتَّابِ.[

 

16. (68)- Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)'dan rivayet edilir ki, şöyle buyurmuştur: "Gecesi gündüz gibi olan çok aydınlık bir şeriat üzere terkedildiniz. Çöldeki bedevîlerin ve mahalle mekteplerindeki çocukların dini üzere olun. (Âyet ve hadisten öğretilenleri olduğu gibi takib edin, kendinizden katıp karıştırmadan taklid edin.)[19]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada dinî tatbikatta, çöl bedevîsi ve çocuklar gibi olmaktan maksad dinin zahiriyle amel etmektir. Bedevî ve çocuğun ruhî yapılarında saflık esastır. Kendilerine verileni alırlar. Şu halde dinî mevzularda selef-i sâlihin'den intikal eden farzlar, haramlar, sünnetler ne ise onlarla iktifa etmek tavsiye edilmektedir. Müteşabihleri, sapıkların sözlerini araştırmaya kalkmak kişiyi çıkmaza sokar. Nitekim merfu rivayetlerde de buna benzer olarak "Size koca karıların dindarlığını tavsiye ederim" hadisi rivayet edilmiştir.[20]

 

ـ17ـ وعن عَليٍّ رَضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]تُرِكْتُمْ على الجادّةِ، منهجٌ علَيْهِ أُمُّ الكِتَابِ[ أخرجَ هذه اŒثارَ الخمسةَ رزين رحمه اللّه تعالى .

 

17. (69)- Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur: "Sizler geniş bir caddeye bırakıldınız. Bu, üzerinde Ümmü'l-Kitap olan (yâni Allah'ın kesin hükümlü âyetleriyle istikameti tesbit edilmiş) bir yoldur."

[Ashâb'ın büyüklerine ait son beş rivayeti Rezîn merhum tahric etmiştir].[21]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/334-335.

[2] Buhârî, İlm: 20; Müslim, Fedail: 15 (2282); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/336.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/336-337.

[4] Buhârî, Rikak 26; Müslim, Fezâil 15, (2283); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/337.

[5] Buhârî, Rikâk: 26, Enbiya: 40; Müslim, Fezâil: 17, (2284); Tirmizî, Emsâl: 7, (2877); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/338.

[6] Buhârî, İ'tisam: 2, Edeb: 70; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/338.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/338.

[8] Buhârî, İ'tisam: 5, Büyü: 60, Sulh: 5; Müslim, Akdiye: 18 (1718); Ebu Dâvud, Sünnet: 6, (4606); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/339.

[9] Ebu Dâvud, Sünne: 30, (4758); Tirmizî, Emsâl: 3, (2867); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/339.

[10] Buhârî, Fedâilu'l-Ashâb: 9; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/339.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/339-340.

[12] Buhârî, Mevâkît: 7; Tirmizî, Kıyâmet: 17, (2449); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/339-340.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/340.

[14] Heysemî, Mecma'u'z-Zevâid'de, Taberânî'nin el-Mu'ce'mu'l-Evsat'ından nakleder (1, 123, 124); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/341.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/341.

[16] İbnu Abdilberr, Câmi'ul-Beyâni'l-İlm ve Fadlihi'de kaydetmiştir 2, 9; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/341.

[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/342.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/342.

[19] Bunun benzerini merfu olarak Ahmed İbnu Hanbel (Müsned 4, 126) ve İbnu Mace [Sünen, Mukaddime: 6, (43)] rivayet etmişlerdir. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/342.

[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/342-343.

[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/343.