ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، قال: ]قال رسول اللّه #: الْيَوْمُ
الموْعُودُ: يَوْمُ الْقِيَامَةِ، وَالْيَوْمُ الْمشْهُودُ: يَوْمُ عَرَفَةَ،
وَالشَّاهِدُ: يَوْمُ الجُمُعَةِ. قَالَ: وَمَا طَلَعَتِ الشَّمْسُ وََ
غَرَبَتْ عَلى يَوْمٍ أفْضَلَ مِنْهُ، فِيهِ سَاعةٌ َ يُوَافِقُهَا عَبْدٌ
مُؤمِنٌ يَدْعُو اللّهَ تَعالى فِيهَا بِخَيْرٍ إَّ استَجَابَ لَهُ، وََ
يَسْتَعِيذُ مِنْ شَرٍّ إَّ أعَاذَهُ اللّهُ مِنْهُ[. أخرجه الترمذى .
1. (861)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: (Bürûc sûresinin), "İçlerinde burçları bulunan
semaya, vaadedilen güne, şâhidlik edene ve şâhidlik edilene andolsun.."
âyetlerinde (1-3) geçen "vaadedilen gün" den maksad kıyamet günüdür; "şâhidlik
edilen gün"den maksad arefe günüdür; "şâhidlik eden"den maksad da cuma
günüdür." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) devamla buyurdular ki: "Güneş,
cumadan daha hayırlı bir gün üzerine ne doğdu ne de battı. Onda bir an
vardır ki, hayır duası o ana rastlayan bir kulun duası, mutlaka kabul
edilir, bir şerden sakınma (istiâze) talebinde bulunan kimse de mutlaka
ondan sakındırılır." [Tirmizî, Tefsir, Bürûc,(3336).]
AÇIKLAMA:
Kıyamet günü, bu surede yevmü'lmev'ud, yani
vaadedilen gün olarak zikredilmiş olmaktadır. Çünkü Rabbülâlemin o günün
geleceğini vaadetmiş ve tâ Hz. Adem'den itibaren bütün peygamberlere bu
vaadini duyurmuştur. Bu sebeple kıyamet inancı olmayan din yoktur. Hz.
Musâ'nın şeriatını reddeden firavunlar bile, tekrar dirilme, ebediyete erme
inancından uzak kalamamış bu inancın gereği olarak cesetlerini mumyalatmış,
hin-i hâcette kullanmak üzere eşyalarını mezarlarına koydurmuş, mezarlarını
âbidevî bir ihtişamla inşa ettirip, içerisini inancın gereğine uygun olarak
tezyin ve tefriş ettirmişlerdir.
Hz.İsa ve Hz.Muhammed'in şeriatlarını inkâr
ederek aynı yolda giden yirminci asır firavunları da ebediyet inancından
kendilerini kurtaramayarak cesetlerini mumyalatmaktan âbidevi kabirler
inşasına kadar Mısır firavunlarının yolundan gitmişlerdir. Bunun en güzel
örneği Rusya'dır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "şâhidlik
edilen (meşhud)" günün ise arefe günü olduğunu söylemiştir, çünkü o gün çok
sayıda insan Arafat'ta o güne şâhid olmakta, yani o gün hazır olmakta,
biraraya gelmektedir. Cuma gününün "şahid" olarak isimlenmesine gelince, o
gün, namaza katılanlara şâhidlik etmektedir.
Yukarıdaki rivayet cuma gününün faziletini
belirtmek üzere vârid olmuştur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
"mü'minin bayramı" diye tavsif ettiği cuma gününü, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud
gibi sahih kitaplarda gelen, başka hadisleriyle de tebcil etmiştir. Cenab-ı
Hakk'ın semâvat ve arzı yarattığı senede, mahlukatın yaratılışının ikmal
edildiği altıncı gün cuma idi. Hz. Âdem o gün yaratıldı, o gün cennete
sokuldu, o gün cennetten çıkarıldı, o gün öldü, kıyamet o gün kopacaktır.
Selmân-ı Farisî'nin bir rivâyetine göre de yeryüzüne inen Hz.Adem ve Havva o
gün buluşmuşlardır... vs.
Câhiliye dilinde cum'a değil arûbe denmekte
idi. Hz. Peygamber'den sonra değiştirilerek cum'a denmiştir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), haftanın bu gününü tebcil hususunda önceki
kavimlerin de ilâhî emre muhatab olduklarını ancak hiçbirinin cumaya isabet
edemediğini, Cenab-ı Hakk'ın bir lütfu, bir irşadı olarak bugünü tebcilde
Müslümanların isabet ettiğini belirtir. Bir Buharî rivâyetinde Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyuruyor: "Bizler (Yahudi ve Hıristiyanlara
nazaran) en sonra gelmişler olduğumuz halde, kıyamet gününde (faziletce) en
başta gelecek olanlarız. Şu sebepledir ki: Onlara bizden evvel kitap
verildi de Allah'ın onlara (tebcil etmeleri için) farz kıldığı gün bu
(cuma günü) olduğu halde onlar (isabet edemeyip) ihtilâfa düştüler (ve
başka günleri zannettiler). Biz ise o güne isâbet hususunda Cenab-ı Hakk'ın
irşâdına mazhar olduk. Bu meselede diğer insanlar bizden geri kaldılar.
Yahudilerin ibâdet günü yarın, Hıristiyanlarınki de öbür gündür."
Cuma namazının faziletiyle ilgili hadisler
(2848-2862) ayrıca geleceği için o hususa girmiyoruz. Ancak burada, metinde
geçen hadisle ilgili mühim bir hususa dikkat çekeceğiz:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "cuma
gününde duaların kabul olduğu bir saatten" bahsetmektedir. Fakat hangi saat
olduğunu açıklamamaktadır. Allah'ın rızasını aramayı kendine hedef edinen
mü'min o saati yakalayabilmek için gayret gösterecek, yirmi dört saat imkân
nisbetinde müteyakkız ve uyanıklık içinde olacaktır, âzamî nisbette dua,
ibadet ve istiğfarla meşgul olacaktır. Bu saati haftanın birinde gece
vaktinde, bir diğerinde seher vaktinde, bir diğerinde kuşluk, öğle,
öğle-ikindi arası, ikindi-akşam, akşamyatsı arasında vs. arayacaktır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu
hadisini, "cuma gününü mü'minin bayramı ilân eden" hadis-i şerifleriyle
birleştirecek olursak şöyle bir neticeye ulaşırız: Efendimiz (aleyhissalâtu
vesselâm) bize bayram âdâbı vermektedir. Yani "yeme, içme, birleşme" günleri
olarak da tarif edilmiş olan bayram ve tatil günlerimiz -bugün olduğu gibi-
gâfilâne geçirilmemelidir.. İbâdet, ağırlıkla bu günlerde yer almalıdır.
Şimdilerde Batı tarzının hâkim olduğu
anlayışla haftanın iki gününü -bilhassa uygun mevsimler boyunca- piknik adı
altında ve yılın en az bir ayını yaz tatili adı altında heba edişimiz
İslâm'a ne kadar uzak bir tatbikat olmakta! Ebedî hayatın kazanılması için
verilmiş bir sermaye durumunda olan ömrümüzün nasıl içler acısı bir isrâfı
olmaktadır!
Ey akıl, iz'an ve iman sahipleri düşünün!