Kütübü Sitte

ÜÇÜNCÜ FASIL

 

CİHADA NİYETTE SIDK VE İHLÂS

 

ـ1ـ عن أبى موسى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قالَ: ]سُئِلَ رسولُ اللّه # عَنْ الرَّجُلِ يُقَاتِلُ شَجَاعَةً، وَيُقَاتِلُ حَمِيَّةً، وَيُقَاتِلُ رِيَاءً، أىُّ ذلِكَ في سَبِيلِ اللّهِ؟ فقَالَ: مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللّهِ هِىَ الْعَلْيَا فَهُوَ في سَبِيلِ اللّهِ[. أخرجه الخمسة .

 

1. (1041)- Ebu Musa  (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e, şecaat olsun diye veya hamiyyet (kavmi, ailesi, dostu) için  veya gösteriş için mukâtele eden  kimseler hakkında sorularak bunlardan hangisi "Allah yolunda"dır? dendi. Resûlullah: "Kim, Allah'ın kelamı yücelsin diye mukâtele ederse, o Allah yolundadır" diye cevap verdi." [Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149, (1904); Tirmizî, Fedâilu'l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadisin muhtelif vecihlerinde, savaşa sevkeden başka maksadların da zikredildiği görülmektedir: Ganimet elde etmek, intikam almak (gadab). Böylece rivayetlerin tamamında mukâtelede beş gâye güdüldüğü görülmektedir: Ganimet arzusu, şecâat, riyâ, hamiyyet, gadab.

Bunların her birinin iyi ve kötü taraflarını söylemek mümkündür. İbnu Battâl'a göre gadab ve hamiyet için yapılan mukâtele bazan Allah  yolunda olabilir. Bu sebeple Resûlullah  bunları ne red ne de kabul etmeden, altıncı bir maksad zikretmiştir: "

Allah'ın kelâmı yüce olsun maksadıyla mukâtele eden Allah yolundadır."Allah'ın kelâmı'ndan maksad Allah'ın İslam'a  davetidir. Öyle ise sırf Allah'ın kelâmı yüce olsun gayesiyle savaşan Allah yolundadır, bu yüce maksada diğer beş maksaddan birini daha katan ihlâsı kaybeder ve asıl gâyesini ihlâl eder. Ancak mukâtelesine asıl maksad yapmamakla birlikte zımnî olarak yani tâli şekilde onlardan biri daha husûle gelse, bu ihlâsına zarar vermez, Cumhûr bu görüştedir.[2]

 

ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رَجًُ قالَ يارَسُولَ اللّهِ: رَجُلٌ يُريدُ الجِهَادَ في سَبِيلِ اللّهِ وَهُوَ يَبْتَغِى عَرَضاً مِنَ الدُّنْيَا؟ فقَالَ َ أجْرَ لَهُ. فَأعَادَ عَلَيْهِ ثَثاً كُلُّ ذلِكَ يَقُولُ َ أجْرَ لَهُ[. أخرجه أبو داود .

 

2. (1042)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam gelerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e:

"Ey Allah'ın Resûlü, bir kimse Allah yolunda cihad arzu ettiği halde bir de dünyalık isterse durumu nedir?" diye sordu. Şu cevabı verdi:

"Ona hiçbir sevab yoktur!"

Adam aynı soruyu üç sefer tekrar etti, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da her seferinde:

"Ona sevab yoktur!" diye cevap verdi." [Ebu Dâvud, Cihâd 25, (2516).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivâyet, önceki hadisi daha da açıklayıcı mahiyettedir. Mukâtelenin, Allah yolunda olması için ihlâs esastır, sırf Allah rızası için yapılması esastır. Gönlün derinliklerinde ganimet veya şöhret veya hamiyet gibi başka maksadların husulü de geçecek olursa, ihlâs kaybolacak ve yapılan amel Allah yolunda cihad olmaktan çıkacaktır. Bu hadisin Ebu Ümâme tarafından rivayet edilen vechinde, üçüncü sefer,    َشَىْءَ لَهُ  "Ona herhangi bir sevab yoktur" dedikten sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şunu ilâve  etmiştir:

  إنَّ اللّهَ َ يَقْبَلُ مِنَ الْعَمَلِ إَّ مَا كَانَ لَهُ خَالِصاً وَابْتَغَى بِهِ وَجْهَهُ

"Allah, hâlis olmayan, sadece kendi rızasını taleb etmek için yapılmamış olan ameli kabul etmez."

Şunu da ilâve edelim: İbnu Ebî Cemre'ye göre, "Cihâdın asıl sâiki,  Allah'ın kelâmını yüceltme maksadı olunca,  bu meyanda ikinci bir maslahatın da husule gelmesi, ameldeki ihlâsa zarar vermez", âlimler bu görüştedir. [4]

 

ـ3ـ وعن شَدَّاد بن الهاد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رَجًُ مِنَ ا‘عْرَابِ جَاءَ فَآمَنَ بِالنَّبىِّ # ثُمَّ قَالَ: أهَاجِرُ مَعَكَ؟ فَأوْصَى بِهِ النَّبىُّ # بَعْضَ أصْحَابِهِ فَكَانَتْ غَزَاةٌ غَنِمَ النَّبىُّ # فِيهَا شَيئاً فَقَسَّمَ وَقَسَمَ لَهُ. فقَالَ مَا هذَا؟ فقَالَ: قَسَمْتُهُ لَكَ. قَالَ: مَا عَلى هذَا اتَّبَعْتُكَ، وَلَكِنْ اتَّبَعْتُكَ عَلى أنْ أرْمَى إلى ههُنَا، وَأشَارَ بِيَدِهِ إلى حَلْقِهِ بِسَهْمٍ فَأمُوتَ فَأدْخَلَ الْجَنَّةَ. فقَالَ إنْ تَصْدُقِ اللّهَ يَصْدُقْكَ، فَلَبِثُوا قَليً ثُمَّ نَهَضُوا في قِتَالِ الْعَدُوِّ فَأتِىَ بِهِ النَّبِىُّ # مُحْمُوً قَدْ أصَابَهُ سَهْمٌ حَيْثُ أشَارَ. فقَالَ النَّبىُّ #: أهُوَ هُوَ؟ قَالُوا: نَعَمْ. قالَ: صَدَقَ اللّهَ فَصَدَقَهُ. ثُمَّ كُفِّنَ في جُبَّةِ النَّبىِّ # ثُمَّ قَدَّمَهُ فَصَلَّى عَلَيْهِ فَكَانَ مِمَّا ظَهَرَ مِنْ صََتِهِ: اللَّهُمَّ هذَا عَبْدُكَ خَرَجَ مُهَاجِراً في سَبِيلِكَ فقُتِلَ شَهِيداً وَأنَا شَهِيدٌ عَلى ذلِكَ[. أخرجه النسائى .

 

3. (1043)- Şeddâd İbnu'l-Hâd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir bedevî gelerek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a iman etti. Sonra da sordu:

"Seninle hicret edeyim mi?"

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu ashabından birine teslim edip meşgul olmasını söyledi. Sonra yapılan gazvede Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir miktar ganimet elde etmişti. Bunu taksim etti ve bedevîye de bir pay ayırdı. Bedevî:

"Bu nedir?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Bu payı sana ayırdım" dedi. Adam:

"Ben bunun için sana tâbi olmuş değilim, ben -eli  ile boğazını göstererek- şuraya bir ok atılıp ölmem ve cennete gitmem için sana tâbi oldum" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:

"Sen Allah'a sâdık oldun mu o da sana sâdık olur (dilediğini verir)" dedi.

Askerler bir müddet durdular. Sonra düşmanla mukâtele etmek üzere kalktılar. Adamcağızı, az sonra sırtlayıp Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e getirdiler. Tam gösterdiği yere bir ok isabet etmiş ve ölmüştü. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Bu, o adam mı?" diye sordu:

"Evet, odur!" dediler.

"Öyleyse o Allah'a doğru söyleyip sadâkat gösterdi, Allah da ona sadâkat gösterdi" dedi.

Adam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın cübbesi ile kefenlendi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) cenazeyi öne çıkardı, üzerine namaz kıldı. Okuduğu duadan  işitilenler arasında şu  da vardı: "Ey Allahım, bu senin bir kulundur. Senin yolunda hicret etmek üzere memleketinden ayrıldı. Şehid olarak öldürüldü. Ben buna şâhidlik ediyorum." [Nesâî, Cenâiz 61, (4, 60, 61).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şehid üzerine cenâze namazı kılması mevzubahis olmaktadır. Halbuki Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre şehide namaz kılınmaz,  şehid yıkanmaz da; şehid olduğu elbise ile birlikte olduğu gibi defnedilir. Bu sebeple hadisteki   فَصَلَّى عَلَيْهِ  tâbiri biraz münakaşa edilmiştir. Nevevî: "Burada salâttan maksad, namaz değil dua dır." der. Böyle olunca, şehide namaz kılmamış, ölüler için yaptığı mutad dualarından birini yapmıştır. Nevevî,  buna delil olarak Buharî'nin bir rivayetini gösterir. Mezkur rivayette Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Uhud şehidleri için sekiz yıl sonra dua ettiği belirtilir ve bu dua salât (= namaz) kelimesiyle ifade edilir:[6]

 

  صَلَّى رَسُولُ اللّهِ # عَلى قَتْلَى اُحدٍ بَعْدَ ثَمَانِى سِنِينَ

ـ4ـ وعن عبدالرحمن بن أبى عُقْبة عن أبيه.  »وكان مولى من أهل فارس« قال: ]شَهِدْتُ معَ النَّبىِّ # أحُداً فَضَرَبْتُ رَجًُ مِنَ المُشْرِكِينَ فَقُلْتُ خُذْهَا وَأنَا الْغَُمُ الفَارِسىُّ. فَالْتَفَتَ إلىَّ النّبىُّ # فقَالَ: هًَّ قُلْتَ وَأنَا الْغَُمُ ا‘نْصَارِىُّ إنَّ ابنَ أخْتِ الْقَوْمِ مِنْهُمْ، وَإنَّ مَوْلى الْقَوْمِ مِنْهُمْ[. أخرجه أبو داود .

 

4. (1044)- Abdurrahman İbnu Ebî Ukbe, babasından naklediyor. Babası İran asıllı bir azadlı idi. Der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile birlikte Uhud Savaşı'na katıldım. Müşriklerden bir adama darbeyi indirdim ve: "Al, bu  sana benden, ben İranlı bir köleden!" dedim. (Sözlerimi işitmiş  bulunan) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana doğru baktı ve: "Niye, ben Ensarî bir köleyim demedin?  Bir kavmin kızkardeşlerinin oğlu o kavimden sayılır" dedi. [Ebu Dâvud, Edeb 121, 5/23; İbnu Mâce, Cihâd 13, (2784).] Bu hadisin son cümlesi yani,   اِبْنُ اخْتِ الْقَوْمِ مِنْهُمْ   ibaresi diğer kitaplarda da yer  alır. [Buharî, Ferâiz 24, Tirmizî, Menâkıb 85, (3897); Nesâî, Zekât 96, (5, 106); Müslim, Zekat  133, (1059).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

Ebu Davûd, merhum, bu rivayeti, Asabiyet Babı adını verdiği bir başlık altında kaydeder. Asabiyet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın aynı babta kaydedilen bir hadisinde, "kişinin kavmine zulümde  yardımcı olmasıdır" diye tarif edilir. Bugünkü karşılığı ırkçılıktır. İslâm, ırkçılığı reddeder. Bu sebeple, bir cemiyette bulunan ırkî azınlıkların, milliyet  yönüyle kendilerini bulundukları cemiyetten saymaları prensibini vazetmiştir. Burada mezkur prensibin tatbikatına canlı bir örnek görmekteyiz: Kendisini İranlı bilen bir köle Müslüman, Müslümanlarla birlikte Uhud Savaşı'na katılır. Mekkeli bir müşriğe kılıcıyla darbesini  indirirken, o zamanın âdeti üzerine kendisini tanıtır: "Ben İranlı bir köle falanca!"

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müdâhale ederek, kendini Ensârî olarak tanıtmasını söyler ve prensip vazeder: "Bir kavmin kızkardeşinin oğlu o kavimden sayılır." Burada "kızkardeşinin oğlu" tâbiriyle, kavim içinde yer alan, kan bağı bulunmayan azınlıkların kastedildiği açıktır.

Hemen belirtelim ki, düşmanına öldürücü darbeyi indirirken kişinin kendisini tanıtması, o devirde câri olan bir âdettir; böylece Secâat arzederek iftihar etmiş, övünmüş olmaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buna karşı çıkmıyor. Kendisini Ensarî olarak  tanıtmamış olmasına  karşı çıkıyor. Çünkü bir kavmin içinde yaşayıp, bir kısım hukukî, içtimâî,  örfî bağlarla bağlanan kişi artık onlardandır. Bu keyfiyet   مَوْلَى الْقَوْمِ مِنْهُمْ  "Bir kavmin azadlısı onlardandır" şeklinde de ifade edilmiştir. Yanında sır ifşâsından, yardımlaşma, sevgi, meşveret gibi pek çok bağlarla bağlanarak kederde ve sevinçte müştereklik sebebiyle aralarında kader birliği hâsıl olan kimselerin, kendilerini, kan farklılığı sebebiyle ayrı hissetmelerini İslâm tecviz etmiyor. İslâm'da madde değil mâna, kan değil ideal birliği, -temel prensiplerini  iman esaslarının oluşturduğu- kültür birliği mühimdir. [8]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/83.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/83-84.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/84.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/84.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/85-86.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/86.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/86-87.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/87.