Kütübü Sitte

İKİNCİ FASIL

 

CİHAD'IN ÂDABI

 

ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كاَنَ رسولُ اللّه # إذَا غَزَا قالَ: اللَّهُمَّ أنْتَ عَضُدِى وَنَصِىرِِى. بِكَ أحُولُ وَبِكَ أصُولُ وَبِكَ أقَاتِلُ[. أخرجه أبو داود والترمذى .

 

1. (1033)- Hz.Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazve yaptığı zaman:

"Ey Rabbim sen benim destekcim ve yardımcımsın. Senin sayende çâre düşünür, senin sayende saldırır, senin sayende mukâtele ederim" derdi. [Tirmizî, Da'avât 132, (3578); Ebu Dâvud, Cihâd 99, (2632).][1]

 

ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّ رسولَ اللّه # كانَ هُوَ وَجُيُوشهُ إذَا عَلوُا الثّنَايَا كَبَّرُوا، وَإذَا هَبَطُوا سَبَّحُوا فَوُضِعَتِ الصََّةُ عَلى ذلِكَ[ .

 

2. (1034)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ve askerleri (sefer sırasında) tepeleri tırmandıkça tekbir getirirler, inişe geçince de tesbihte bulunurlardı. Namaz dahi buna göre vazedildi." [Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2595).][2]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivâyet, sefer sırasında yolun durumuna göre Hz. Peygamber 'in farklı zikirlerde bulunduğunu belirtmektedir: Yamaçlarda tekbir, yâni Allahu ekber demek, inişlerde tesbih, yâni sübhânallah demek gibi. Rivâyet, ayrıca namazdaki tekbir ve tesbihlerin de buna benzeyerek namazda yer aldıklarını belirtmektedir.Yani rükû ve secde hallerine tesbih, rükû ve secdeden doğrulurken tekbir getirilmektedir. [3]

 

ـ3ـ وعن سلمة بن ا‘كوع رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قالَ: ]أمَّرَ عَلَيْنَا رسولُ اللّه # مَرَّةً أبَا بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في غَزَاةٍ فَبَيَّتْنَا أُنَاساً مِنَ المُشْرِكِينَ فَقَتَلَهُمْ فَقَتَلْتُ بِيَدِى تِلْكَ اللَّيْلَةَ سَبْعَةً، هُمْ أهْلُ أبْيَاتٍ، وَكَانَ شِعَارُنَا: يَا مَنْصُورُ أمِتْ أمِتْ[. أخرجه أبو داود .

 

3. (1035)- Seleme İbnu'l-Ekvâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir gazve sırasında başımıza Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh)'i komutan tayin etti. Bu seferde müşriklerden bir gruba gece baskını yaptık. Onlardan çokça öldürüldü. Ben kendi elimle yedi kişi öldürdüm. Bunlar, farklı âilelerdendi. O gün parolamız: "Ey Mansur (yardım gören) öldür, öldür!" idi." [Ebu Dâvud, Cihâd 78, (2596), 102, (2638).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

Ebu Dâvud, bu rivayeti "parola" ile ilgili bir babta zikreder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında, sefere çıkıldığında, her grubun bir komutanı, bir sancağı olduğu gibi müstakil bir de parolası olurdu. Bu  parola ile, bilhassa gece vakti birbirlerini  tanırlardı. Hadislerde  parola, "şiâr" kelimesiyle ifade edilmiştir.

Hz. Ebu Bekir'in komutan tayin edildiği bu seferde parola "emit emit  ya Mansur!" olmuştur. Emit, öldür demektir. Mansûr, tefeül maksadını güder, zafere ulaşmış mânasında ve asıl muhatap askerlerdir. Ancak, gerçek öldüren Allah olması hasebiyle muhatabın Allah olduğu ve ibârenin şu mânaya te'vil edilmesi gerektiği de söylenmiştir: "Ey yardımcı (Nâsır)! düşmanı öldür."[5]

ـ4ـ وعن المُهَلّب ]عَمَّنْ سَمِعَ النَّبىَّ # يَقُولُ: إنْ بَيَّتَكُمُ الْعَدُوُّ فَقُولُوا حم َ يُنْصَرُون[. أخرجه أبو داود والترمذى .

 

4. (1036)- Mühelleb İbnu Ebî Sufre (rahimehullah) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinleyen birisinden, Efendimiz'in şöyle söylediğini naklediyor: "Düşman size gece baskını yaparsa   حم َ يُنْصَرُونَ    Hâ- mim La yunsarûn deyin". [Tirmizî, Cihâd 11, (1682); Ebu Dâvud, Cihâd 78,  (2597).][6]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada âni baskın yapan düşman karşısında söylenmesi gereken parola belirtiliyor.   حم َ يُنْصَرُونَ   ibaresinin bir dua olmayıp, haber olduğu belirtilir. Şayet "yardım görmesinler!" mâ8nasında dua  olsa  idi   َ يُنْصَرُوا  şeklinde cezm halinde olması gerektiği belirtilir. Bu bir ihbar olduğuna göre mana şöyle olmalıdır: "Vallahi onlar yardım görmeyecekler!"

İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'tan yapılan bir rivayete göre Hâ Mim, Allah'ın isimlerinden biridir ve sanki düşmanın yardım görmeyeceğini kasemle ifade etmektedir. Hâ-Mim'in Allah'ın ismi olmasına itiraz edilmiş ve "zira, denmiştir, bunu te'yid eden başka rivayet mevcut olmadığı gibi, Allah'ın bütün isimleri açık bir mâna taşıdığı halde, bunun iki harfe ünvan olmaktan başka  mânası yoktur." Ancak, bu itiraza bunların bazı ilahî isimlere alem olduğu belirtilerek cevap verilmiştir. Nitekim Atâ el-Horasanî demiştir ki: "Hâ harfi, Cenab-ı Hakk'ın şu  isimlerinin baş harfidir: Halim, Hamid, Hayy, Hakîm, Hannân. Mîm harfi de şu isimlerin baş harfini temsil eder: Melik, Mecid, Mennân (Muktedir, Müntakim.)"

Aliyyu'l-Kârî'nin kaydına göre şu da söylenmiştir: "Hâ-Mim'le başlayan sûrelerin ayrı bir hususiyeti var. Bu hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hususiyete Ashab'ın dikkatini çekmekte ve -mezkur sûrelerin şanlarının yüceliği ve makamlarının Allah nezdindeki şerefi sebebiyle- bunların zikrinin Müslümanların kendilerine nusret, düşmanlarına da bela gelmesini taleb ettikleri zaman başvuracakları vesilelerinden olduğunu bildirmek  istemiştir. Bu sebeple onlara Hâ-Mim demelerini emretmiştir."

Aynı açıklamaya göre   َ يُنْصَرُونَ   cümlesi "Pekâla! Hâ-Mim dedikten sonra ne demeliyiz." şeklinde vâki olacak muhtemel bir soruya cevap olarak:   يُنْصَرُونَ  "Onlar yardım görmeyecekler!" deyin" şeklinde cevap cümlesi olmaktadır.Aliyyü'l-Kârî, hadis üzerine geniş açıklamalar sunar.[7]

 

ـ5ـ وعن كعب بن مالك رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كانَ رسولُ اللّه # إذَا أرَادَ غَزْوَةً وَرَّى لِغَيْرِهَا وَيَقُولُ: الْحَرْبُ خِدْعَةٌ[. أخرجه أبو داود .

 

5. (1037)- Ka'b İbnu Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gazveye çıkmaya karar verdiği zaman, şaşırtarak başka bir zan uyandırır ve: "Harb bir hiledir" derdi." [Ebu Dâvud, Cihad 101, (2637); Buharî, Cihad 157; Müslim, Cihâd 18, (1740).][8]

 

AÇIKLAMA:

 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in askerî yönlerinden biri haber almaya önem vermesi ve haber sızdırmamak için gerekli tedbirleri almasıdır. Bu husus, siyaset-i Nebeviye'de mühim bir yer işgal eder. Sadedinde olduğumuz hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın umumî prensibini açıklıyor: Tevriye yapmak. Arapça'da tevriye, asıl gayesini gizlemek üzere yapılan aldatıcı davranışa denir, dilimizde şaşırtmak kelimesi tevriyeyi kısmen karşılar.

İslâm uleması, harpte düşmanı aldatmak için başvurulacak her çeşit hilenin câiz olduğunu söylemekte ittifak eder. Düşman karşısında tecviz etmedikleri tek husus, yapılan anlaşmanın, günü dolmadan bozulması, verilmiş olan emânın ihlâlidir. Bu iki fiile cevaz vermezler ve "haram" derler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yalana fetva verdiği üç yerden biri harptir.

İbnu'l-Münîr der ki: "Harb  hiledir, demenin mânası, harbi yapan için en mükemmel, en iyi harb, hedefine, düşmanla karşılaşarak ulaşılan harp değil, onu aldatarak ulaşılan harptir. Zîra, karşılaşma, muhâtaralıdır (riskli). Halbuki aldatarak neticeye ulaşmada hiçbir risk (muhâtara) mevcut değildir."

Şârihler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın el-Harbu hud'atun cümlesini ilk defa Hendek Harbi'nde telaffuz ettiğini belirtir.[9]

 

ـ6ـ وعن معاذ بن جبل رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: الْغَزْو غَزْوَانِ: فَأمَّا مَنِ ابْتَغَى وَجْهَ اللّهِ تَعالى وَأطَاعَ ا“مَامَ وَأنْفَقَ الْكَرِيمَةَ ويَاسَرَ الشَّريكَ وَاجْتَنَبَ الْفَسَادَ فَإنَّ نَوْمَهُ وَنَبْهَهُ أجْرٌ كُلُّهُ، وَأمَّا مَنْ  غَزَا فَخْراً وَرِيَاءً وَسُمْعَةً وَعصَى ا“مَامَ وَأفْسَدَ في ا‘رضِ فَإنَّهُ لَمْ يَرْجِعْ بِالْكَفَافِ[. أخرجه ا‘ربعة إ الترمذى .

 

6. (1038)- Muâz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

Gazve iki çeşittir: Birincisi kişinin Allah'ın rızasını aramak için yaptığı gazvedir. Bu maksadla gazve yapan imama da itaat eder, en kıymetli şeyini harcar, ortağına kolaylık gösterir, fesaddan kaçınır. Bunun uykusu da uyanıklığı  da tamamen kendisi için ücret olur. Bir de övünmek, riyâkârlıkta bulunmak ve kendini satmak için savaşan, imama isyan eden,  arzda fesad çıkaran kimse vardır. Böyle gazveden asgarî ücreti bile elde edemez." [Ebu Dâvud, Cihad 25, (2515); Nesâî, Cihad 46, (6, 49); Muvatta Cihad 18 (2, 466).][10]

 

AÇIKLAMA:

 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cihada her katılan mücâhid için vâdedilen yüksek ücrete ulaşamayacağını belirtmekte, gerçek mücâhidin sırf "Allah rızası" için savaşması gerektiğini bildirmektedir. Hatta bu da yetmemekte, komutanlara itaatkâr olmaya, savaş sırasında başta canı olmak üzere, nazarında kıymetli olan her şeyi harcamakta cömert olmaya, arkadaşlarıyla iyi geçinip huzursuzluk çıkarmamaya dikkat etmesi gerekmektedir.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu ve benzeri beyanları, mücâhidlerin  tâbi  olmaları gereken iç disiplini ortaya koymaktadır. Bu çeşit açıklamalar,  yapılan amelin "cihad" sayılabilmesi için uyulması gereken ciddî esaslar olduğunu ifade ederler. Bunlara uyulduğu takdirde asker, gerçek mücahid olacak, sadece mukâtele ânı değil, uyku ve istirahat anları da Allah indinde büyük ücret vesilesi olacaktır.

İkinci çeşit gazinin vasıfları da sayılmıştır; dünyevî maksadlarla savaşmak, itaatsizlik, geçimsizlik vs. Bu da ücretsiz dönecek veya ölecek ama şehid olmayacaktır.

Hadis, Allah rızası  için savaşırken, disiplinsizlik yapanları, geçimsizlik çıkaranları ciddi şekilde uyarmaktadır. Demek ki, sâdece niyyet yeterli olmuyor, bunun gereği olan iyi amellerle niyetin ikmal edilmesi gerekmektedir.[11]

 

ـ7ـ وعن قيس بن عبّاد قال: ]كانَ أصْحَابُ رسول اللّه # يَكْرَهُونَ الصَّوْتَ عِنْدَ الْقِتَالِ[ أخرجه أبو داود .

7. (1039)- Kays İbnu Abbâd anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabı (radıyallahu anhüm) savaş sırasında ses çıkarmayı sevmezlerdi." [Ebu Dâvud, Cihad 112, (2656).][12]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Kays İbnu Abbâd, Ebu Abdillah el-Basrî, muhadramundandır, sîkadır. Hz. Ömer, Hz. Ali ve Hz. Ammâr (radıyallahu  anhüm)'dan rivayetleri var. Kendisinden oğlu Abdullah ve Hasan Basrî rivayette bulunmuştur.

2- Ashab'ın hoşlanmadığı şey, zikrullah  dışındaki gereksiz bağırıp çağırmalar, faydasız lakırtılar. Fukaha, savaş sırasında bağırıp çağırmanın, gereksiz yere  ses yükseltip, lakırtı  etmenin mekruh olduğuna  bu  hadisten delil çıkarmışlardır. Savaş esnasında  ses çıkarmanın korku alâmeti sayılıp atâlete, gevşemeye sebep olacağı için yasaklanmış olabileceği belirtilmiştir. Sükût ise sebat ve metânete, kendinden emin olmaya delildir.[13]

 

ـ8ـ وعن أبى الدرداء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّهُ كانَ يَقِفُ حِينَ يَنْتَهِى إلى الدَّرْبِ في مَمَرِّ النَّاسِ إلى الْجِهَادِ فَيُنَادِى نِدَاءً يُسْمِعُ النَّاسَ: يَا أيُّهَا النَّاسُ مَنْ كانَ عَلَيْهِ دَيْنٌ وَيَظُنُّ أنَّهُ إنْ أصِيبَ في وَجْهِهِ هذَا لَمْ يَدَعْ لَهُ وَفَاءً فَلْيَرْجِعْ وََ يَتْبَعْنِى فَإنَّهُ َ يَعُودُ كَفَافاً[ أخرجه رزين .

 

8. (1040)- Ebu'd-Derdâ (radıyallahu anh)'nın anlattığına göre, cihâda giderken, yola çıkıp, halkın geçeceği yere durarak, herkese duyuracak şekilde şöyle bağırırmış: "Ey insanlar: Kimin üzerinde bir borç olduğu halde, cihada katılır ve bilirse ki, öldüğü takdirde bu borç ödenmeyecektir, hemen geri dönsün, sakın peşime takılmasın. Zîra, o, bu haliyle cihâdın karşılığını alamaz." [Rezîn'in ilavesidir.][14]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/77.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/77.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/77.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/78.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/78.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/78.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/79.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/79-80.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/80.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/80-81.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/81.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/81.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/82.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/82.