Kütübü Sitte

 

BİRİNCİ FASIL

 

CİHADIN VACİB OLUŞU VE CİHADA TEŞVİK EDEN HADÎSLER

 

ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسُولُ اللّه #: الجِهَادُ وَاجِبٌ عَلَيْكُمْ مَعَ كُلِّ أمِيرٍ بَرّاً كانَ أوْ فَاجِراً، وَالصََّةُ وَاجِبَةٌ عَلَيْكُمْ خَلْفَ كُلِّ مُسْلِمٍ. بَرّاً كانَ أوْ فَاجِراً وَإنْ عَمِلَ الْكَبَائرَ، وَالصََّةُ وَاجِبَةٌ عَلى كُلِّ مُسْلِمٍ بَرّاً كانَ أوْ فَاجِراً وَإنْ عَمِلَ الْكَبَائِرَ[. أخرجه أبو داود .

 

1. (1026)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Emîriniz, fâzıl veya  fâcir her nasıl  olursa olsun, (onun emri altında) cihad etmeniz size farzdır. Keza, namazı da fâzıl veya fâcir ve hatta kebâir işlemiş bile olsa her Müslümanın, arkasında kılması bütün Müslümanlara farzdır." [Ebu Dâvud, Cihâd 35, (2533).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadiste iki ayrı mesele var:

1- Ulü'l-emre İtaat Mes'elesi,

2- Fâsık İmâm'ın Arkasında Namaz Meselesi.

Ehemmiyetine  binaen ayrı ayrı açıklamaya çalışacağız.

1- ULÜ'L-EMRE İTAAT:

 

Dinimiz, ulü'l-emr yani emir verme yetkisi olanlara itaat etmeyi, İslâmî siyasetin mühim bir prensibi yapmıştır. Ayet-i kerime, itaat edilecek ulü'l-emrin Müslüman olmasını şart koyar (Nisa 4). Sadedinde olduğumuz hadiste de açık şekilde görüldüğü üzere, ulu'l-emre itaat için onda dindarlık aramak şart değildir. Şüphesiz ideal olanı, emir sahiplerinin dindar ve ehl-i takva olmalarıdır. Çünkü  öylelerinin vicdanında Allah korkusu hâkim olduğu için icraatları adilane ve yolları istikâmet üzere olur. Ancak, fiilî vak'a, çoğu kere idealden uzaktır. Makamın yüksekliği, imkânların genişliği gibi  durumlar, nefs-i emmâreleri şımartarak emir sahiplerinin kulluk hadlerini aşıp, tekebbür ve sefâhete düşmelerine ve hatta icraatlarında zulme kaçmalarına sebep olabilmektedir.

Halbuki ümmetin, bilhassa dış düşmanlara karşı birliğe, beraberliğe ve dayanışmaya ihtiyacı var. Üstelik dış düşmana karşı koyma işinde emir sahibi yani lider, ister istemez samimi olacaktır. Ümmetin mâruz kaldığı haricî tehlike, en fâsık bir liderin  de menfaatlerine zıtdır: Makamı, itibarı, maddî gelirleri vs. hep tehdide maruzdur. Öyle ise, dış tehlike meselesinde ümmetin de, fâsık liderin de menfaatleri birleşmiştir. Ümmet, liderin fıskına bakarak cihad işini hafife alacak olursa umumi menfaatler haleldar olacak, İslâm beldesi küfrün istilâsına uğrayabilecektir. Hem Resûlullah "Allah bu dini fâcir bir kimse ile  de  kuvvetlendirir"  buyurmuştur.

İşte bu ve benzeri mülâhazalarla İslâm âlimleri, fâsık da olsa ulü'l-emr'in yanında yer alarak samimiyetle cihada katılmanın vücûbunda ihtilaf etmezler. Esasen bu babta pekçok hadis varid  olmuştur. İmamın fâsık ve günahkâr  oluşunu âlimler "fısk ve günahı kendini ilgilendirir" diye değerlendirirler. Birliğin bozulması, fitneye sebebiyet vermesi endişesiyle "fasık imam  azledilmelidir" diye bir kâide konmamıştır.[2]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/61-62.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:5/61.