Kütübü Sitte

CİN SÛRESİ

 

ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. قال: ]مَا قَرَأ رَسُولُ اللّه # على الْجِنِّ وََ رَآهُمْ، انْطَلَقَ رسولُ اللّه # في طَائِفَةٍ مِنْ أصْحَابِهِ عَامِدِينَ إلى سُوقِ عُكاظَ، وَقَدْ حِيلَ بَيْنَ الشَّياطِينِ وَبَيْنَ خَبَرِ السَّمَاءِ. وَاُرْسِلَ عَلَيْهِمْ الشُّهُبُ فَرَجَعَتِ الشَّيَاطِينُ إلى قَوْمِهِمْ. فَقَالُوا: مَا لَكُمْ؟ قَالُوا حِيلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَ خَبرِ السَّمَاءِ وَأُرْسِلَتْ عَلَيْنَا الشُّهُبُ. قَالُوا: مَاذَاكَ إَّ مِنْ شَئٍ حَدَثَ، فَاضْرِبُوا مَشَارِقَ ا‘رْضِ وَمَغَارِبَهَا. فَمَرَّ النَّفَرُ الَّذِينَ أخَذُوا نَحْوَ تِهَامَةَ بِالنَّبِىِّ # وَهُوَ يُصَلِّى بِأصْحَابِهِ صََةَ الْفَجْرِ فَلَمَّا سَمِعُوا الْقُرآنَ اسْتَمَعُوا لَهُ وَقَالُوا هذَا الَّذِى حَالَ بَيْنَنَا وبَيْنَ خَبَرِ السَّمَاءِ فَرَجَعُوا إلى قَوْمِهِمْ. وَقَالُوا: إنَّا سَمِعْنَا قُرْآناً عَجَباً يَهْدِى إلى الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَا أحَداً. فَأنْزَلَ اللّهُ تَعَالى عَلى نَبِيِّهِ #: قُلْ أوحِىَ إلىّ أنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ الْجِنِّ[. أخرجه الشيخان والترمذي .

 

1. (846)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), cinlere Kur'ân okumadığı gibi, onları görmedi de. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir grup ashâbıyla Ukâz panayırına gitmek niyetiyle yola çıktı. Bu esnada, şeytanlarla, semâdan gelen haber arasına engel konmuş idi. (Bundan dolayı, mutad olarak semâdan haber getiren) şeytanlar üzerine şahâblar[1] gönderildi. Böylece şeytanlar kavimlerine (eli boş ve habersiz) döndüler. Kavmi:

"- Ne var, niye (boş) döndünüz?" diye sordular. Onlar:

"- Bizimle semâvî haber arasına mânia kondu, üzerimize şahablar gönderildi. (Biz de kaçıp geri geldik)" dediler.

"- Bu, dediler, yeni zuhur eden bir şey sebebiyle olmalı, arzın doğusunu ve batısını dolaşın, (bu engel hakkında  bir haber getirin)."

(Yeryüzünü taramak üzere gruplar halinde yola çıktılar. Bunlardan) Tihâme tarafına giden bir grup, (Ukâz panayırına giderken yolda ashabıyla sabah namazı kılmakta olan Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e (Nehle denen yerde) rastladı. Kur'ân-ı Kerim'in tilâvetini duyunca durup  kulak kabarttılar.

"- Bizimle semavî haber arasına engel olan şey işte bu!" deyip kavimlerine döndüler. Onlara şöyle  dediler:

"- Biz hakiki hayranlık veren bir Kur'ân dinledik ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona imân ettik. Rabbimize (bundan sonra) hiçbir şeyi asla ortak tutmayacağız.." (Cin 1-2)

Bunun üzerine Cenab-ı Hakk Peygamberine (aleyhissalâtu vesselâm) vahyederek durumu bildirdi: "(Habibim) de ki: Bana şu hakikatler vahyolunmuştur: "Cinden bir zümre (benim Kur'ân okuyuşumu) dinlemiş de (şöyle) söylemişler: "Bize, hakiki hayranlık veren bir Kur'ân dinledik ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor..." (Cin 1-.. Cin'in sözü 15. ayette biter). [Buharî, Tesfir, Cinn 1, Ezan 105; Müslim, Salat 149, (449); Tirmizî, Tefsir, Cinn, (3320).][2]

 

AÇIKLAMA:

 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cinlerle görüştü mü, görüşmedi mi? Bu mevzuda iki farklı rivayet var.

Sadedinde olduğumuz İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) rivayetine göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cinlerle karşılaşmamış, onlara Kur'ân tâlim etmemiştir. Ancak cinler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i kendiliklerinden dinleyerek Kur'ân'ı öğrenmişlerdir.

Halbuki İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un rivayet ettiği bir hadise göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) cinleri görmüş ve onlara Kur'ân-ı Kerim okumuştur. (786 numaralı hadise bakın).

İki rivayet arasında teâruz gözükmektedir. Ancak âlimler, rivayetleri te'lif ederek, her bir rivayetin bir başka hâdiseye parmak bastığını belirtmişlerdir. Nevevî'nin ulemâdan nakline göre, İbnu Abbas hadisi bidâyetteki durumu anlatmaktadır. Zira nübüvvetin  bidâyetinde, cinler Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelmişler ve onun    قل اُحِىَ اِلَىَّ اَنه استمع    kıraatini dinlemişlerdir. Ulemâ burada şu meselede ihtilaf eder:

Acaba bu kıraatı cinler  dinlerken Resûlullah, onların kendisini dinlemekte olduklarını biliyor muydu, yoksa sonra mı öğrendi?

İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un rivâyeti ise, başka bir vak'ayı haber vermektedir. Bu ikinci hâdise muahhardır ve İslâm'ın iyice iştiharından sonraya aittir.

İbnu Hacer, cinlerin birinci gelişlerinin sebebi "şahâb hâdisesidir", ikinci gelişlerinin sebebi ise, "Müslüman olmak, Kur'ân dinlemek, din ahkâmından sual sormak arzusudur" dedikten sonra, birinci hâdisenin peygamberliğin başlarında,  ikinci hâdisenin ise hicretten sonra vukua geldiğine kesinlikle hükmeder.

İbnu Sa'd ve İbnu İshâk sadedinde olduğumuz hadiste geçen birinci gelişin, nübüvvetin onuncu yılında Zilkade ayında cereyan ettiğini belirtirler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) amcası Ebu Talib'in ölümünden sonra Taif'e giderek bir himaye aramış idi. Hâdise o sıralara rastlar. Bu durumda, bir müşkil ortaya çıkmaktadır: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e Tâif yolculuğunda Zeyd İbnu Hârise (radıyallahu anh)'den başka kimse refâkat etmemiş idi. Halbuki İbnu Abbâs'ın rivayetinde "bir grup ashab"tan söz edilmektedir. Âlimler bu müşkili Tâif  dönüşü, yolda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashâbından bazılarıyla karşılaşmış ve onların kendisine refakat etmiş  olabileceği ihtimalini ileri sürerek te'lif etmişlerdir.

İbnu Hacer'e göre bu rivayet, şeytanlara karşı semadan haber alma engeli ve üzerlerinde şahap atılma işi, peygamberliğin ilk zamanlarında başlamış olmalıdır.

Cinlerin Kur'ân dinlemek üzere gelişleri ise Tâif'e çıkışlarından iki sene önceye aittir.

Şârihlerimiz bu vesile ile yıldız kayması hadisesi üzerinde genişçe  dururlar, çeşitli görüşler kaydederler. Zira İbnu Abbas (radıyallahu anh) rivayetinden, Kur'ân vahyinden önce yıldız kayması yoktu mânası çıkarılabilir. Bu iddiada bulunan olmuş ise de Süheylî cahiliye devri şairlerinden yıldız kaymasına temas eden örnekler göstererek reddetmiştir. Zührî'ye bu husus sorulunca şu cevâbı verir: "Cahiliye devrinde de yıldız kayması vardı, ancak İslâm'ın gelmesiyle şiddet peyda etti." İbnu Hacer bunu "güzel bir te'lif" olarak değerlendirdikten sonra haberlerdeki ihtilâfı cem'edici bir rivayeti Vehb İbnu Münebbih'ten kaydeder:

"İblis, bütün sema katlarına çıkar, dilediği gibi her katta seyeran ederdi. Hz. Adem'in çıkışından Hz. İsa'nın gelişine kadar bu cevelânda serbest idi. Hz. İsa semaya yükseldikten sonra dört kat ona yasaklandı. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) gönderilince diğer üç sema da yasaklandı. İblis ve askerleri kulak hırsızlığı yaparlar, ancak onlara yıldızlar atılır."

Bu mânâyı te'yid eden başka rivâyetler de mevcuttur. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in vefatından yani vahyin kesilmesinden sonra şeytanlara gizlenecek ne var ki, hâlâ şahabların atıldığına şahid oluyoruz? şeklinde hatıra gelebilecek bir soruya  da Müslim'de gelen Zührî'nin şu rivayeti ile cevap verilmiştir:

"Dediler ki, biz (yıldız kaymalarına dayanarak); "bugün büyük bir adam doğdu, bugün büyük bir adam öldü" derdik. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı: "Yıldızlar hiç kimsenin hayatı veya ölümü için atılmazlar. Ancak Rabbimiz, bir işe hükmetti mi, semâvat ehli birbirine haber verir. Böylece haber  dünya semasına kadar gelir. Burada cinler haberi kapmak için kulak kabartırlar ve onu dostlarına ulaştırırlar." İbnu Hacer ilave eder: "Bu rivayetten anlaşılıyor ki, (semanın) muhafaza ve cinlere karşı şiddetin arttırılma sebebi, Kur'ân vahyinin kesilmesiyle ortadan kalkmamıştır. Zîra Cenab-ı Hakk'ın emriyle meleklere ulaştırılan daima yeni  emirler olmaktadır. Şeytanlar Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in gönderilmesinden sonra kendilerine şiddet artırılmış olmasına rağmen, Hz. Peygamber zamanında kulak hırsızlığı yapma hevesinden geri kalmayınca, vefatından sonra da vazgeçici değillerdir."

İbnu Hacer şeytanların, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in vefatından sonra da haber çalma işine devam ettiklerini gösteren bâzı vak'alar kaydeder.

Muhtelif rivayetlerde, Hz. Peygamber'le karşılaşan cinlerin sayıları ve hatta isimleriyle ilgili teferruat bile gelmiştir. Ancak bu rakamlar farklıdır: 4, 7, 9, 12 bin gibi; bu hususta teferruatı gereksiz görüyoruz.[3]


 

[1] Şahâb: Geceleyin görülen ve yıldız kayması tabir ettiğimiz, kozmoğrafyacıların da "atmosfere düşüp yanan göktaşı" dedikleri şeydir.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/343-344.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/344-347.