ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. قال: ]مَا قَرَأ رَسُولُ اللّه # على
الْجِنِّ وََ رَآهُمْ، انْطَلَقَ رسولُ اللّه # في طَائِفَةٍ مِنْ أصْحَابِهِ
عَامِدِينَ إلى سُوقِ عُكاظَ، وَقَدْ حِيلَ بَيْنَ الشَّياطِينِ وَبَيْنَ
خَبَرِ السَّمَاءِ. وَاُرْسِلَ عَلَيْهِمْ الشُّهُبُ فَرَجَعَتِ الشَّيَاطِينُ
إلى قَوْمِهِمْ. فَقَالُوا: مَا لَكُمْ؟ قَالُوا حِيلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَ
خَبرِ السَّمَاءِ وَأُرْسِلَتْ عَلَيْنَا الشُّهُبُ. قَالُوا: مَاذَاكَ إَّ
مِنْ شَئٍ حَدَثَ، فَاضْرِبُوا مَشَارِقَ ا‘رْضِ وَمَغَارِبَهَا. فَمَرَّ
النَّفَرُ الَّذِينَ أخَذُوا نَحْوَ تِهَامَةَ بِالنَّبِىِّ # وَهُوَ يُصَلِّى
بِأصْحَابِهِ صََةَ الْفَجْرِ فَلَمَّا سَمِعُوا الْقُرآنَ اسْتَمَعُوا لَهُ
وَقَالُوا هذَا الَّذِى حَالَ بَيْنَنَا وبَيْنَ خَبَرِ السَّمَاءِ فَرَجَعُوا
إلى قَوْمِهِمْ. وَقَالُوا: إنَّا سَمِعْنَا قُرْآناً عَجَباً يَهْدِى إلى
الرُّشْدِ فَآمَنَّا بِهِ وَلَنْ نُشْرِكَ بِرَبِّنَا أحَداً. فَأنْزَلَ اللّهُ
تَعَالى عَلى نَبِيِّهِ #: قُلْ أوحِىَ إلىّ أنَّهُ اسْتَمَعَ نَفَرٌ مِّنَ
الْجِنِّ[. أخرجه الشيخان والترمذي .
1. (846)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) şöyle demiştir: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm), cinlere Kur'ân okumadığı gibi, onları görmedi de. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bir grup ashâbıyla Ukâz panayırına gitmek niyetiyle yola çıktı. Bu
esnada, şeytanlarla, semâdan gelen haber arasına engel konmuş idi. (Bundan
dolayı, mutad olarak semâdan haber getiren) şeytanlar üzerine şahâblar
gönderildi. Böylece şeytanlar kavimlerine (eli boş ve habersiz) döndüler.
Kavmi:
"- Ne var, niye (boş) döndünüz?" diye
sordular. Onlar:
"- Bizimle semâvî haber arasına mânia kondu,
üzerimize şahablar gönderildi. (Biz de kaçıp geri geldik)" dediler.
"- Bu, dediler, yeni zuhur eden bir şey
sebebiyle olmalı, arzın doğusunu ve batısını dolaşın, (bu engel hakkında
bir haber getirin)."
(Yeryüzünü taramak üzere gruplar halinde yola
çıktılar. Bunlardan) Tihâme tarafına giden bir grup, (Ukâz panayırına
giderken yolda ashabıyla sabah namazı kılmakta olan Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e (Nehle denen yerde) rastladı. Kur'ân-ı Kerim'in
tilâvetini duyunca durup kulak kabarttılar.
"- Bizimle semavî haber arasına engel olan şey
işte bu!" deyip kavimlerine döndüler. Onlara şöyle dediler:
"- Biz hakiki hayranlık veren bir Kur'ân
dinledik ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor. Bundan dolayı biz de ona imân
ettik. Rabbimize (bundan sonra) hiçbir şeyi asla ortak tutmayacağız.." (Cin
1-2)
Bunun üzerine Cenab-ı Hakk Peygamberine
(aleyhissalâtu vesselâm) vahyederek durumu bildirdi: "(Habibim) de ki: Bana
şu hakikatler vahyolunmuştur: "Cinden bir zümre (benim Kur'ân okuyuşumu)
dinlemiş de (şöyle) söylemişler: "Bize, hakiki hayranlık veren bir Kur'ân
dinledik ki o, Hakk'a ve doğruya götürüyor..." (Cin 1-.. Cin'in sözü 15.
ayette biter). [Buharî, Tesfir, Cinn 1, Ezan 105; Müslim, Salat 149, (449);
Tirmizî, Tefsir, Cinn, (3320).]
AÇIKLAMA:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
cinlerle görüştü mü, görüşmedi mi? Bu mevzuda iki farklı rivayet var.
Sadedinde olduğumuz
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) rivayetine göre, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) cinlerle karşılaşmamış, onlara Kur'ân tâlim
etmemiştir. Ancak cinler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i
kendiliklerinden dinleyerek Kur'ân'ı öğrenmişlerdir.
Halbuki İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un
rivayet ettiği bir hadise göre Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
cinleri görmüş ve onlara Kur'ân-ı Kerim okumuştur. (786 numaralı hadise
bakın).
İki rivayet arasında teâruz gözükmektedir.
Ancak âlimler, rivayetleri te'lif ederek, her bir rivayetin bir başka
hâdiseye parmak bastığını belirtmişlerdir. Nevevî'nin ulemâdan nakline göre,
İbnu Abbas hadisi bidâyetteki durumu anlatmaktadır. Zira nübüvvetin
bidâyetinde, cinler Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelmişler ve
onun
قل اُحِىَ اِلَىَّ اَنه استمع
kıraatini dinlemişlerdir. Ulemâ burada şu meselede ihtilaf eder:
Acaba bu kıraatı cinler dinlerken Resûlullah,
onların kendisini dinlemekte olduklarını biliyor muydu, yoksa sonra mı
öğrendi?
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un rivâyeti ise,
başka bir vak'ayı haber vermektedir. Bu ikinci hâdise muahhardır ve İslâm'ın
iyice iştiharından sonraya aittir.
İbnu Hacer, cinlerin birinci gelişlerinin
sebebi "şahâb hâdisesidir", ikinci gelişlerinin sebebi ise, "Müslüman olmak,
Kur'ân dinlemek, din ahkâmından sual sormak arzusudur" dedikten sonra,
birinci hâdisenin peygamberliğin başlarında, ikinci hâdisenin ise hicretten
sonra vukua geldiğine kesinlikle hükmeder.
İbnu Sa'd ve İbnu İshâk sadedinde olduğumuz
hadiste geçen birinci gelişin, nübüvvetin onuncu yılında Zilkade ayında
cereyan ettiğini belirtirler. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) amcası
Ebu Talib'in ölümünden sonra Taif'e giderek bir himaye aramış idi. Hâdise o
sıralara rastlar. Bu durumda, bir müşkil ortaya çıkmaktadır: Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e Tâif yolculuğunda Zeyd İbnu Hârise (radıyallahu
anh)'den başka kimse refâkat etmemiş idi. Halbuki İbnu Abbâs'ın rivayetinde
"bir grup ashab"tan söz edilmektedir. Âlimler bu müşkili Tâif dönüşü,
yolda, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashâbından bazılarıyla
karşılaşmış ve onların kendisine refakat etmiş olabileceği ihtimalini ileri
sürerek te'lif etmişlerdir.
İbnu Hacer'e göre bu rivayet, şeytanlara karşı
semadan haber alma engeli ve üzerlerinde şahap atılma işi, peygamberliğin
ilk zamanlarında başlamış olmalıdır.
Cinlerin Kur'ân dinlemek üzere gelişleri ise
Tâif'e çıkışlarından iki sene önceye aittir.
Şârihlerimiz bu vesile ile yıldız kayması
hadisesi üzerinde genişçe dururlar, çeşitli görüşler kaydederler. Zira İbnu
Abbas (radıyallahu anh) rivayetinden, Kur'ân vahyinden önce yıldız kayması
yoktu mânası çıkarılabilir. Bu iddiada bulunan olmuş ise de Süheylî cahiliye
devri şairlerinden yıldız kaymasına temas eden örnekler göstererek
reddetmiştir. Zührî'ye bu husus sorulunca şu cevâbı verir: "Cahiliye
devrinde de yıldız kayması vardı, ancak İslâm'ın gelmesiyle şiddet peyda
etti." İbnu Hacer bunu "güzel bir te'lif" olarak değerlendirdikten sonra
haberlerdeki ihtilâfı cem'edici bir rivayeti Vehb İbnu Münebbih'ten
kaydeder:
"İblis, bütün sema katlarına çıkar, dilediği
gibi her katta seyeran ederdi. Hz. Adem'in çıkışından Hz. İsa'nın gelişine
kadar bu cevelânda serbest idi. Hz. İsa semaya yükseldikten sonra dört kat
ona yasaklandı. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) gönderilince diğer üç
sema da yasaklandı. İblis ve askerleri kulak hırsızlığı yaparlar, ancak
onlara yıldızlar atılır."
Bu mânâyı te'yid eden başka rivâyetler de
mevcuttur. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in vefatından yani vahyin
kesilmesinden sonra şeytanlara gizlenecek ne var ki, hâlâ şahabların
atıldığına şahid oluyoruz? şeklinde hatıra gelebilecek bir soruya da
Müslim'de gelen Zührî'nin şu rivayeti ile cevap verilmiştir:
"Dediler ki, biz (yıldız kaymalarına
dayanarak); "bugün büyük bir adam doğdu, bugün büyük bir adam öldü" derdik.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu açıklamayı yaptı: "Yıldızlar hiç
kimsenin hayatı veya ölümü için atılmazlar. Ancak Rabbimiz, bir işe hükmetti
mi, semâvat ehli birbirine haber verir. Böylece haber dünya semasına kadar
gelir. Burada cinler haberi kapmak için kulak kabartırlar ve onu dostlarına
ulaştırırlar." İbnu Hacer ilave eder: "Bu rivayetten anlaşılıyor ki,
(semanın) muhafaza ve cinlere karşı şiddetin arttırılma sebebi, Kur'ân
vahyinin kesilmesiyle ortadan kalkmamıştır. Zîra Cenab-ı Hakk'ın emriyle
meleklere ulaştırılan daima yeni emirler olmaktadır. Şeytanlar Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in gönderilmesinden sonra kendilerine
şiddet artırılmış olmasına rağmen, Hz. Peygamber zamanında kulak hırsızlığı
yapma hevesinden geri kalmayınca, vefatından sonra da vazgeçici
değillerdir."
İbnu Hacer şeytanların, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in vefatından sonra da haber çalma işine devam ettiklerini
gösteren bâzı vak'alar kaydeder.
Muhtelif rivayetlerde, Hz. Peygamber'le
karşılaşan cinlerin sayıları ve hatta isimleriyle ilgili teferruat bile
gelmiştir. Ancak bu rakamlar farklıdır: 4, 7, 9, 12 bin gibi; bu hususta
teferruatı gereksiz görüyoruz.