Bir kısım naslar nazar-ı dikkate alınınca
insan yaşayışında ehemmiyetli bir yer tutan cinsî hayatla alâkalı bilgilerin
sistemli bir şekilde alınması gereği anlaşılmaktadır. Bu hususa delil olarak
Bakara sûresinde geçen "Kadınlarınız tarlalarınızdır, tarlalarınıza nasıl
isterseniz öyle varın" (Bakara: 2/223) âyeti ile Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'tan daha önce zikretmiş bulunduğumuz, bu mevzuyla alâkalı muhtelif
rivâyetleri gösterebiliriz.
Ancak cinsiyetle ilgili bir kısım bilgiler
eskiden beri utandırıcı (hacâletâver) kabûl edilmiş, sormaktan, anlatmaktan
kaçınılmıştır. Bu durum pek tabî olarak Hz. Peygamber zamanında, Arap
cemiyetinde de mevcuttur. Her şeyi, bu arada cinsiyet gibi ferdin hayâtında
mühim bir yer işgal eden meseleleri de öğretmek durumunda olan Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in bu konudaki tutumunu bilmemiz, konumuz yönünden
ehemmiyetli olsa gerek. Bu bahse, bâzı tekrarlara girme pahasına mezkûr
sünneti belirtmek için yer vermiş bulunuyoruz.
Kısaca söylemek gerekirse, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) ferdin dinî ve dünyevî hayâtında lüzumlu olan, fakat sorulmasından
kaçınılan meselelerde Müslümanları suâl sormada teşvik etmiş, cesâret kırıcı
her çeşit davranıştan kaçınmış, yersiz utangaçlıkla âdetâ mücâdele
etmiştir. Bunu muhtelif misâllerde vâzıh olarak görebiliriz.
Hz. Enes (radıyallahu anh)'in rivâyetine göre:
"Ümmü Süleym, (bir gün) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek:
"Yâ Resûlallah (aleyhissalâtu vesselâm), kadın
rüyâsında erkeğin rüyâda gördüğünü görünce gusül icâb eder mi?" diye sorar.
Orada hazır olan Hz. Aişe:
"Ey Ümmü Süleym, kadınları rezil ettin, Allâh
canını almasın" der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm),
Hz. Aişe'ye:
"Hayır, kadınları rezil eden sensin, Allâh
senin canını almasın, evet ey Ümmü Süleym, gusletmesi gerekir, eğer bunu
görürse" der. Hadisin Bezzâr'da gelen bir vechinde:
"(Ey Aişe) bırak onu, zira Ensâr kadınları
fıkıhtan suâl ediyorlar" demiştir. Bizzat Ümmü Süleym'den gelen bir
rivâyette "bu meseleden utandım" tâbirine rastlarız.
Bâzan kadınları ilgilendiren meselelerde Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in de belli bir ölçüde hayâ ettiğine
şâhid olmaktayız. Bu çeşit durumlarda sual soranlara gerekli açıklamayı
zevceleri yapmaktadır. Hayız kanının nasıl temizleneceğini soran kadın
misâlinde olduğu gibi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in "kinâyeli
izâhını" kadıncağız anlayamayınca Hz. Aişe bir köşeye çekerek anlayacağı
şekilde açık olarak izah eder. Rivâyette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in utandığı bildirilir.
Ancak, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
kadınların bu çeşit suâllerini katiyyen cevâpsız bırakmamış, soranların
cesâretini kırıcı azarlama, surat asma, çekingen davranma gibi davranışlara
da yer vermemiştir. Bu çeşit meselelerin izâhına girerken Kur'ân-ı Kerîm'de
geçen "Allah gerçeği açıklamaktan vazgeçmez" (Ahzâb: 33/53)
âyetini tilâvet ederdi. Huzeymetub'nu Sâbit'in rivâyetinde "Kadınlara
dübüründen temâs etmeyin" emrini vermezden önce mezkûr âyeti üç defa tekrar
etmiştir. Nitekim yukarda verdiğimiz misâlde Ümmü Süleym'in bu cümle ile
suâline başladığı da bâzı vücûhda tasrih edilmektedir.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bu
tutumu -ister erkek ister kadın- Ashâbı, her çeşit problemlerini arzetmeye
teşvik etmiş olmalı. Dinin istihyâyı celbeden hususlardaki inceliklerini
bile sormakta, bilhassa Medineli kadınların daha cesûr davrandıkları
anlaşılmaktadır. Hz. Aişe bu durumu: "Ensâr kadınları ne iyi kadınlardır,
onların dini öğrenmelerine hayâ mâni olmamıştır" diyerek takdir eder. Hem
kadınların hususi mevzûlarda suâl sormadaki rahatlık ve cesâretlerini, hem
de bu suâller karşısında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in tutumunu
göstermek bakımından Hz. Aişe'nin Rifâatu'l-Kurazî'nin hanımıyla ilgili
rivâyeti enteresandır. Rifâa'dan boşanan hanım Abdurrahman İbnu'z-Zübeyr ile
evlenir. Fakat ikinci kocasının cinsî yetersizliğini açık bir şekilde tasvir
ederek eski kocasına dönmek hususunda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'den izin ister.
Bu sırada huzurda Hz. Ebû Bekir vardır. Kapıda
da Hâlid İbnu Sa'îd İbni'l-Âs oturmaktadır. Hâlid, kadını bu müstehcen
konuşmadan men etmesi için, içeride bulunan Hz. Ebû Bekir'e seslenir ve:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in huzurunda bu çeşit konuşmaktan
kadını niye men etmiyorsun?" der. Râvi bu durum karşısında Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in tebessümünü ziyâdeleştirmekten başka bir
aksül-amelde bulunmadığını ve: "Herhalde sen Rifâa'ya geri gitmek
istiyorsun. Hayır, sen onun balcığından o da senin balcığından tatmadıkca
gidemezsin" diyerek meselenin fıkhî hükmünü beyân ettiğini belirtir.
İbnu Hacer: "Bu rivâyette Kitâbu'l-Libâs'da İkrime'den tahriç edilen
vechinde Rifâa ile hanımının, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
huzurunda münâkaşa ettikleri de kaydedilir.
Burada kayda değer bir misâl, bizzât Müslim'de
tahric edilmiş olan Ömer İbnu Ebî Seleme'nin rivâyetidir. Der ki: "Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e oruçlu olan kimse hanımını öpebilir
mi?" diye sordum. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) zevcesi Ümmü
Seleme'yi işaret ederek:
"Buna sor"
dedi. Ümmü Seleme Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yaptığını haber
verince:
"Yâ Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
(senin yapmanda bir beis yok, zira) Allâh senin geçmiş ve gelecek
günahlarını affetti" dedim. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Hayır, Allah'a kasem ederim ki (memnû olanı
yapmada) Allah'tan en çok korkanınızım"
cevabını verdi."
Cinsî hayatla ilgili meselelerin Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e fazla tereddüt edilmeden intikâl ettirildiğini
te'yid eden bir diğer rivâyet Hz. Ömer'le ilgili. Hz. Ömer, bir gün gelerek:
"Ya Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) helâk
oldum" der.
"Seni helâk eden şey de ne?"
diye sorunca, kinâyeli bir şekilde: "Geceleyin, bineğimi ters çevirdim" der.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in anladığı ve şârihlerin de
açıkladığı üzere Hz. Ömer, zevcesine değişik istikâmetten yanaşmıştır, bu
hususta sormaktadır. Bunun üzerine: "Kadınlarınız tarlalarınızdır,
tarlalarınıza (ön tarafa), nasıl isterseniz öyle varın" (Bakara: 2/223),
âyeti nâzil olur. Müfessirler âyette "tarla" kelimesine yer verilmekle
kadına, sâdece cinsî uzvundan temâs edilebileceğini, hiç bir hâl ve şartta
diğer uzvundan temâs edilemeyeceğini açıklamışlardır. Ancak cinsî uzuvdan
yapılacak temâsın, muhtelif şekillerde olabileceğine dâir âyette ruhsat
gelmiş olmaktadır.
Diğer uzvundan temâsı şiddetle yasaklayan:
"Hayızlı kadına arka uzvundan temâs eden, kâhine giden, Muhammed'e ineni
inkâr etmiştir", "Hanımıyla arka uzvundan cimâ edenin yüzüne Allah bakmaz",
"Hanımına arka uzvundan temâs eden "mel'ûndur", gibi pek çok hadislerden
başka "...hayızdan temizleninceye kadar kadınlara yaklaşmayın,
temizlendikleri vakit de Allah'ın size emrettiği yoldan onlara gelin"
(Bakara: 2/222) mealindeki âyet de bu yasağa delil olmaktadır. Burada
"emredilen yer" tâbiriyle kadının cinsî uzvunun kastedildiği müfessirlerce
belirtilmiştir. (Hemen kaydedelim ki sıkca kullandığımız ve kullanacağımız
"arka cihet" tâbiriyle kadının arka uzvunu kastetmiyoruz.)
Yine aynı âyetin nüzûlüyle ilgili daha uzun
bir rivâyeti, Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde görmekteyiz. Bu rivâyet,
cinsî hayâtla ilgili müşkillerin sâdece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e arz edilmeyip Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan sonra
Müslümanlardan bilmeyenlerin, bilenlere, kadın-erkek tefrik etmeden
sorduğunu ve bunun da normal karşılanarak rahatça cevaplandırıldığını
göstermesi bakımından enteresandır ve burada kayda değer: Abdurrahmân İbnu
Sâbit anlatıyor: "Hafsa İbnetu Abdirrahmân'a girdim, dedim ki: Sana bir şey
soracağım, fakat sormaktan utanıyorum. Bunun üzerine:
"Ey kardeşimin oğlu, sor, utanma" dedi. Ben
de:
"Kadınlara arka cihetlerinden temâs etme
husûsunda sormak istiyorum" dedim. Söze başlayarak:
"Ümmü Seleme'nin anlattığına göre Ensâr
(Medine'de bulunan Yahudilerin te'siriyle) kadınlara arka cihetinden temâs
etmezlerdi. Zira Yahudiler:
"Kim zevcesine arka cihetten temas ederse,
çocuğu şaşı olur" derlerdi. Muhâcirler Medine'ye geldikleri vakit Ensâr
kadınlarıyla evlendiler ve (Mekke'deki âdetleri üzere) onlara arka
istikâmetten temâs ettiler. Bir ensâriyye buna karşı gelerek:
"Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
gidip soruncaya kadar bunu yapma" der. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'i görmek üzere gidince Ümmü Seleme'nin yanına girer, durumu ona
anlatır. Ümmü Seleme:
"Otur, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
gelsin" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gelince ensâriyye meseleyi
bizzât arzetmekten utanır ve odadan dışarı çıkar. Hz. Ümmü Seleme meseleyi
vaz'eder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
"ensâriyeyi çağır"
der ve kadıncağız gelince: "Kadınlarınız tarlanızdır, tarlanıza nasıl
isterseniz öyle (istediğiniz cihetten) gelin" mealindeki âyeti okur."
Bu âyetin tefsirinde İbnu Kesîr'in zikrettiği
çeşitli misallerden birine göre de Mesrûk yola çıkıp Hz. Aişe'ye kadar
gelip, selâmdan sonra: "Ben size birşey sormak istiyorum ancak utanıyorum"
der. Hz. Aişe'nin:
"Ben senin annenim, sen de benim oğlumsun
(sor)" demesi üzerine:
"Kadın hayız halinde iken kocasına helâl olan
nedir?" Hz. Aişe:
"Cimâ hâriç her çeşit mübâşeret" cevâbını
verir.
Beyhâkî'nin bir tahricinde Hz. Muaviye İbnu
Ebî Süfyân'ın Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in zevcesi ve aynı
zamanda kendi kızkardeşi olan Ümmü Habibe'ye "(...) cimâ yaptığı elbise
içerisinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in namaz kılıp kılmadığını
sorduğuna şâhit olmaktayız. Ümmü Hâbibe:
"Evet, eğer elbisede meni bulaşığı görmedi
ise" der. Aynı meâlde olmak üzere Hz. Aişe'ye de:
"Kişinin ehliyle cimâ yaptığı elbise
içerisinde namaz kılıp kılamayacağı" sorulur. Cevâbında aynı şeyi söylemekle
birlikte, kadının kocası için bir bez parçası hazırlayarak elbiseye
bulaşmadan "ezâ"yı silmesine imkân hazırlamasını tavsiye eder.
Cinsî hayatın bir kısım teferruatına inen
meselelerde bile mü'minlerin bilgi sâhibi olmaları için, gerek Kur'ân ve
gerekse Sünnet'te gelmiş olan önem hususunda misâl çoktur. Burada hepsini
tâdâd etmek imkânsızdır. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in davranışı
sebebiye bu hususlarda gerek sormak gerek sorulduğunda cevâp vermekte
"utanma" gerekçesiyle fazla sıkıntıya düşülmemiştir. Bu konuda âlimler
arasında hâkim olan espriyi aksettirmesi bakımından haya hususunda
Nevevî'nin şu sözleri şâyân-ı dikkattir: "(Hakkı öğrenme meselesinde hayâ
etmek, dinin talep ettiği) hakiki hayâ değildir. Zira hayânın tamâmı
hayırdır, hayâ hayırdan başka bir şey getirmez. Dini ilgilendiren ve fakat
utandırıcı meselelerde suâlden vazgeçmek hayır değil şerdir. Öyle ise şer
getiren şey nasıl hayâ olur?"
Cinsî meselelerin tavzihindeki İslâm
âlimlerinin bu rahatlığı, en azından Batı'daki teâmüle uymayan bir hususiyet
olsa gerek. Bousquet, İslâmiyet'e karşı taşıdığı aşırı taassubuna rağmen, bu
husustaki takdirlerini zaptedemeyerek, "Medenî kanun yapıcı Batı
hukukçularının meskût geçtiği evliliğin şehvânî tarafını, İslâm fukâhasının
tam bir açıklıkla ele aldığını, bunun amelî hayatta çok daha tatbikî
olduğunu" belirttikten sonra, bu tarzı, "gerek Hıristiyanlık ve gerekse
marksizmin görüşüne tercih ettiğini" söyler.
Cinsî bilgi mevzuunda, yukarıda sünnetten
anlatılanlar ışığında şu sonuçları çıkarabiliriz:
1-
Ferdin hayatında cinsiyet mühim bir yer tutmaktadır, onunla ilgili meseleler
ihmâl edilemez.
2- Bu
meseleler bâzan birini, bazân da kadın erkek her ikisini birden
ilgilendirir.
3-
Cinsî meselelerle ilgili problemlerin vaz'ında ve lüzumlu bilgilerin elde
edilmesinde "utanma" sebebiyle ihmâl câiz değildir. Ancak hayâ perdesini
yırtıp, müstehcenlik havasına bürünmek de uygun değildir. Mümkün mertebe
kinâye, teşbîh, îma yollarından biriyle her problem ele alınmalıdır.
4-
Kadın veya erkek, problemini karşıt cinse, anne-baba gibi yakın akrabaya vs.
vaz'edebilir, kadının kadına, erkeğin erkeğe açması âdâba daha uygundur,
anlaşmada kolaylık sağlar.
1-
Temel Eğitim bahsinde belirtildiği üzere, mükellefin bilmesi gereken her
çeşit bilgiyi önceden çocuğa vermek bir vecibe olması hasebiyle, gerek kıza
ve gerek oğlana, cinsî bilgilerin, yukarıda belirtilen şartlar dâhilinde
verilmesi gerekmektedir. Bülûğdan itibaren çocukların evlendirilmesiyle
ilgili dinî prensip, bu bilgilerin bülûğla birlikte vukua gelecek biyolojik
değişikliklere terettüp edecek ve buna müteallik bilgilere münhasır olmayıp,
karı ve kocanın karşılıklı hak ve vazifeleri, cinsî münâsebet ve âdâbı,
cinsî sağlık, çocuk bakımı, erkek ve kadının âile içerisindeki rolleri, her
birinin kendi rolleriyle ilgili bilgi ve mahâret vs. her şeye şâmil olduğunu
göstermektedir.
Günümüzde, bilhassa memleketimizde, her
nedense, orta tedrisatta pek çok tâlî şeyler öğretilirken bu hayâtî
bilgilere yer verilmemektedir. Kız olsun erkek olsun bütün çocuklar,
hazırlıksız olarak bülûğ çağının bedenî ve hissî değişmelerine mâruz
bırakılmakla büyük hata edilmektedir. O kadar ki hayız kanaması başlayan
genç kızlarımızın bir çoğu bu husustaki bilgisizliği sebebiyle "kanser
olduğu" vehmiyle dehşete düşmektedir.
Yukarıda kaydettiğimiz bilgilerin ışığında,
gençlerimize, belli bir sistem dâhilinde, cinsî bilginin verilmesi
kanaatindeyiz. Cinsî terbiyenin bir bölümünü teşkil edecek bu bilgi nasıl
verilmeli, müfredâtı ne olmalı gibi teferruat mevzumuzun dışına çıkar. Ancak
hemen şunu söyleyebiliriz: Bu maksatla müstakil bir ders de konmayabilir.
Çeşitli yaşlara göre verilmesi gereken bilgi müfredâtı tesbit edildikten
sonra bunlar en ziyâde ilgisi olan muhtelif derslere şuurlu bir şekilde
serpiştirilebilir. Sözgelimi, bâzı bilgiler din derslerine, bâzıları ahlâk,
bâzıları biyoloji ve hatta edebiyat derslerine konabilir. İçtimâî bilgilerle
ilgili derslerden de istifade edilebilir.
Bir kısım bilgilerin bülûğa eren veya ermek
üzere olanlara daha sistemli olarak verilmesi de düşünülebilir.
Son olarak şu noktayı belirtmemiz gerekir.
Zamanımızda bazı çevrelerde söz konsu edilen "okul öncesi" devreden itibâren
cinsî bilgiler vermek, cinsiyetle ilgili sahneler göstermek fikrine
katılmıyoruz. Esâsen böyle bir davranış günümüzde hâkim olan "yeni terbiye"
anlayışına da zıttır. Zira önce de belirttiğimiz gibi yeni terbiye çocuğa,
tecessüs ve merâkına göre, öğrenmek istediği şeyler istikametinde tâlimde
bulunmayı esas almaktadır. Cinsiyet meselesindeki bu aceleciliğe ihtiyaç
nereden geliyor? Anlaşılmaz şey. Bizzât birçok Batılı terbiyeciler bunun
zararlı olacağına dikkat çekmektedirler.
Nevevî bu âyete ulemânın "Allah hakkı beyândan çekinmez", "Hakkı
(öğrenmede, sormada) Allah size haya etmenizi emretmez" mânâlarını
verdiğini kaydeder (Ş.M. 3, 224). (İbrahim Canan)