Cinsî terbiyenin başlıyacağı yaş hususunda kesin bir rakam vermek şüphesiz
zordur. Daha doğumla bâzı tedbirlerin nazar-ı itibâra alınacağı söylenebilirse
de teksifî bir şekilde ele alınması, onlardaki cinsî duygunun başlamasına
bağlıdır. Terbiyeciler cinsî tecessüsün ikibuçuk-üç yaşlarından itibaren
başladığını ve bu devreden sonradır ki çocuğun kendi cinsini mukâbil cinsten
tefrik ettiğini söylerler. Ancak bu hâl (cinsî tecessüs), cinsî terbiye
çerçevesinde mütâlaa edilen cinsler arası münâsebet, cinsî bilginin verilmesi
gibi bütün meselelerin teksîfî olarak ele alınması için yeterli bir sebep
değildir. Zira cinsî tecessüsün uyanması, cinsî duygunun da belli bir seviyede
uyanıp geliştiğini ifâde etmez.
Cinsî tecessüsle cinsî duygu ayrı ayrı şeylerdir.Cinsî tecessüs, cinsî duygudan
ayrı olarak, daha erken yaşlarda, aklî kuvvetin gelişmesiyle ortaya çıkmaktadır.
Çocuk belli bir yaşa geldiği zaman, kendini eşyâdan ayırmaya başladığı gibi,
hâricî eşyâları da birbirinden ayırmaya, aralarındaki farkları temyiz etmeye,
her birinin hususiyetleri üzerinde tecessüs etmeye başlamaktadır. İşte bu ruhî
ve aklî gelişme vetiresinin tabii sonuçlarından biri olarak kendindeki zâhire
akseden cinsî farklılıkların şuuruna ermekte, tecessüse başlamaktadır.
Cinsî duygu ise, daha ziyâde fizyolojik gelişmeye tâbi olarak, daha ileriki
yaşlarda ortaya çıkmakta ve gittikçe gelişerek bülûğ çağında kemâle ermektedir.
Burada hemen belirtelim ki cinsî terbiye kesin olarak cinsî duyguya bağlı
değildir. Cinsî terbiye bâzı hususlarda doğumla başlayabilir. Cinsî tecessüs ve
cinsî duyguların başladığı yaşlarda, cinsiyetle ilgili terbiyevî faaliyetleri
kesâfet kazanarak değişik safhalara geçer.
Sünnetin tutumu bu söylediklerimizden farklı değildir. Nitekim, doğumun ilk
gününde çocuğa yapılacak muamelelerle ilgili bahiste zikri geçmiş olan, bebeğin
sarıldığı kundağın rengi sebebiyle, Hz. Peygamber tarafından değiştirilmesi
hâdisesi, bu istikâmette yoruma tâbi tutulacak olursa -müteâkiben Kızların
Terbiyesi bahsinde görüleceği üzere- cinsî terbiyede mühim bir yer tutan
kıyâfetle ilgili tefrîk (ve terbiye) doğumla başlatılmış olur.
Cinsî duygunun uyandığı safha ise, cinsî terbiyede, çocuğa cinsine has
davranışları sistemli olarak kazandırma, karşı cinsle münâsebetlerini tanzim,
cinsî duygunun çocukta hâsıl etmesi muhtemel menfi davranışları, zararlı
tezâhürleri önleyici tedbirleri alma safhasıdır. Nitekim bu safhadan itibâren
çocuğun terbiyesini üzerine alacak kimsenin (mürebbî veya velî) cinsine bile
ehemmiyet verilmektedir. Çocuk kızsa annesi, erkekse babası onun terbiyesinde
birinci derecede rol oynamalıdır. Aksi takdirde kendi cinsine has bilgi ve
davranışları kazanmayarak marazî bir terbiye almış olacaktır.
Meselenin münâkaşasını o bahse bırakarak, bu mühim safhanın sünnete göre ne
zaman başlaması gerektiğini belirtelim.
Sünnette, çocukların yataklarının ayrılmasıyla ilgili emrin, bu safhanın
başlangıcına delâlet ettiğini anlıyoruz ki, bu 7-10 yaşlarıdır. Yâni bâzı
rivâyetlerde 7 yaşında, bâzı rivâyetlerde de 10 yaşında çocukların yataklarının
ayrılması emredilmektedir. Bu safhanın ehemmiyetine binâen mezkûr hadisler ve
bunlar hakkında bir kısım âlimlerin yapmış olduğu îzahlar üzerinde bir nebze
duracağız.
Ebu Râfi'den gelen bir rivâyette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
vefâtından sonra, kılıncının kabzasında bulunan bir sahifede besmeleden sonra:
"Yedi yaşındaki oğlan ve kız çocuklarının, oğlan ve kız kardeşlerin
yataklarını ayırın" ibâresi okunmuştur. Müslim'in şartı üzerine Müstedrek'te
tahric edilen bir başka rivâyette, kezâ Dârakutnî'nin bir tahricinde de yatak
ayırma yaşı olarak yedi zikredilir.
Diğer bir kısım rivâyetlerde ise, bu tedbîre, namazı terki hâlinde dövülme yaşı
olan onuncu yaşta tevessül edilmesi emredilmektedir:
Aliyyü'l-Kârî, çocuğa yaş durumuna göre verilmesi gereken terbiyeyi tâdâd
ederken: "Yedi yaşında yataktan uzaklaştırılır" hükmünü kor ve şerhini yaparak:
"Yâni annesinin, kız kardeşinin ve diğerlerinin yatağından. Zira bu yaş, onun
kadın ve diğerlerini temyiz yaşıdır" izâhını getirir.
Görüldüğü üzere, Kârî, burada yedi yaşı esas almakta ve illet olarak da temyiz
meselesini vaz' etmektedir. Kezâ, meseleyi temyiz nokta-i nazarından
illetlendiren Muhammed İbnu Allân da ilgili hadisi zikrettikten sonra: "Mümeyyiz
olan kimse yatakta başkasıyla mübâşerette bulunmamalıdır" der. Ancak müellifin
buradaki bir dikkatsizliğine parmak basmak isteriz. Zira şerhini yaptığı hadis,
ayırmanın on yaşında olmasını emreden Ebû Dâvud hadisidir ve temyiz yaşı ise on
yaş değil, -ilgili bahiste incelendiği üzere- ortalama yedi yaştır.
Bu farklı rivâyetlerin te'lifinde Nevevî'nin bir ibâresi bize yardımcı olabilir.
Der ki: "Kız ve erkek çocuklar on yaşına basınca onların yataklarını anne, baba,
kız ve oğlan kardeşlerininkinden ayırmak vâcibtir." Şu hâlde yedi yaşından
itibaren ayırmak gerekli ise de on yaşından itibaren bir vücûb ifâde etmektedir.
Kâbisi'nin bir kaydında mezkûr ayırmadan murâdın tebeyyünü için İmâm Mâlik'e
"Erkeklerle kızların mı?" diye sorulunca "evet" demiş olmasına rağmen Nevevî,
erkeğin erkekle, kadının kadınla aynı yatakta yatmalarının aslâ câiz
olmayacağına hükmeder, her birisi yatağın birer kenarında olsa bile. Şiî
kaynaklarda daha şiddetli bir üslûbla Hz. Ali'nin: "Bir kadının, yedi yaşına
basmış olan kızıyla (bile) mübâşereti, zinâdan bir şûbedir" dediğine dâir
rivâyetlere rastlanmaktadır.
Çocukların cinsî terbiyeleri için gerek anne-babadan ve gerekse kız ve erkek
kardeş ve akranlarından yatak (ve hattâ odalarıyla) ayrılması meselesine
ehemmiyet veren günümüz terbiyecileri, bu ayırmayı bâzan "bir yaşından itibâren"
başlatmayı teklif ederek ifrâta düşmekle sünnetin prensibinden ayrılmaktadır. Bu
görüş bâzı müşâhede ve araştırmalar sonucu ileri sürülmüşse üzerinde teemmüle
değer, böyle değil de bir kısım terbiyeciler tarafından tenkid ve redde uğramış
olan ve cinsiyet duygusunu çocukta doğumla başlatan Freud'cü telakkinin bir
sonucu olarak ortaya atılmışsa kanaatimizce fazla bir değeri yoktur.
Cinsiyetle ilgili bilgilerin verilmesi gereken yaşa gelince, bu hususta da kesin
bir rakam vermek imkânsızdır. Ancak bunlar çocuk tarafından sorulmaya başlandığı
anlara bırakılabilir. Sorulara baştan savıcı cevâplar verilmemelidir. İbâdete
müteallik cinsî bilgiler -zira bir kısım cinsî hâller dinî hayatı yakînen
ilgilendirmektedir- namaz ve oruçla ilgili ahkâm öğretilirken, keza karı-koca
hayâtına âit bilgiler, bülûğa yaklaşma (mürâhik) sıralarında verilmesi daha
uygun olur.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sünneti bu söylediklerimizi te'yid
eder. Kadınları ilgilendiren bilgileri, onlar sordukça doğru olarak sunmuştur.
Kezâ evlenme çağına gelenlere, evli olup olmadıklarını sorduğu kimselere
evlilikle, kadınlarda aranacak evsafla ve hattâ hanımlarıyla aralarında câiz
olan bir kısım münâsebetlerle ilgili mâlumat veriyor. Karı-koca münâsebetleriyle
ilgili bir kısım bilgiler doğrudan doğruya veriliyor. Bâzan, dolaylı olarak,
başka bilgiler, anlatılan herhangi bir hikâye zımnında cinsî bilgiler veriliyor.
Her çeşit bilginin mü'minlere sunulma mahalli olan câmiler, sohbet halkaları,
bayram içtimâları, cuma hutbeleri, düğünler vs. büyük küçük, kadın erkek herkese
açık olması hasebiyle, cinsî hayatla ilgili bilgiler buralardan zaman zaman
sunuldukça, çocuklar bunları yavaş yavaş, sindire sindire alacaklar, anlayışları
nisbetinde kavrayacaklardır, tıpkı Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
zamanında olduğu gibi.
Çocuğun gelişme seyrine tâbi olarak, tedricen tâlimi gereken cinsî bilgileri
vermede acele davranıp "daha okul öncesi devrede" bunları vermeye kalkmanın,
hele film vs. vâsıtalarla husûsî cinsiyet sahne ve seansları tertiplemenin
marazî bir tecessüs uyandırmaktan öte, hiçbir fayda sağlamayacağı kanaatindeyiz;
sünnetin tâlimâtından bunu anlamaktayız.