Günümüzde, çocuk meselesi, ayrı bir çocuk
antropolojisinden söz edilecek kadar farklı bir yaklaşımla ele alınmıştır.
Bütün dünyada olduğu gibi bizde de çocuk mahkemelerinin kurulması için kanun
çıkarılmıştır. Böylece, çocukla ilgili meseleler güncellik kazanmıştır. Bu
meselede son gelişmelerle insanlığın nasıl İslâmî espriye yaklaştığını, bir
başka ifade ile, İslâmî teşriatın nasıl en modern tesbitlerden daha genç
daha tâze olduğunu göstermek için şunları belirtmede fayda ümit ediyoruz:
Cezaî Ehliyet
Çocuk mevzuunda İslâmiyet'in öncülük ettiği
bir başka mesele, çocuğun cezaî ehliyeti meselesidir. İslâm dini nazarında,
büluğ çağına kadar çocuk cezaî ehliyete sahip değildir, işlediği suç
sebebiyle büyükler gibi cezalandırılamaz. Bu hukukî muamelenin mesnedi Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şu sözüdür: "Büluğa erinceye kadar
çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, sıhhat buluncaya kadar mecnundan
kalem kaldırılmıştır (işledikleri, suç yazılmaz)."
Bu hadisi esas alan âlimler, "çocuk" tâbiriyle
"doğumla büluğ arasında olan herkes"i anlayarak, henüz büluğa ermemiş
bulunan kimseleri cezaî ehliyetten mahrum addetmişlerdir. Ancak temyiz
yaşına basmamış olanlarla, basmış yani mümeyyiz addedilenler arasında
tefrik yaparak iki gruba ayırırlar:
1. Gayr-i bâliğ ve gayr-ı mümeyyiz olanlar:
0-7 (veya 8) yaş arasında olanlar. Bunlara hiçbir ceza uygulanmaz.
2. Gayr-i bâliğ ve fakat mümeyyiz olanlar
(vasatî 15 yaşa kadar). Bunlara, suçları ne olursa olsun ta'zir adı altında
bir nevi te'dib ve terbiye uygulanır. "Çocukların fiilleri, cinâyetle mevsuf
olmadıkları için" uygulanan ceza ukubet tarikiyla değildir, te'dib ve tehzib
tariki iledir ve ıstılahda "te'diben ta'zir" denir. Hukukçularımızdan Prof.
Dr. Naci Şensoy çocuğa uygulanan bu cezanın terbiyevî tabiatını şöyle ifade
eder:"
17'ye baliğ olan ve ta'zir altında toplanan
cezalardan, suç işlemiş mümeyyiz sabi hakkında sadece i'lam, bilcelp i'lam,
va'z ve nasihat, tevbih ve tekdir, sert yüz göstermek gibi hâkimin ahval ve
şeraiti ve hususiyle failin bir mümeyyiz sabi oluşunu gözönünde bulundurmak
mecburiyetinde olduğu ve bir cezadan ziyade küçüğün psikolojisine ve manevî
durumuna hitabı mutazammın ve îfa ettiği fiilin kötülüğünü anlatmaya
matuf ve bir müellifin de işaret ettiği vechile sırf terbiyevî tedbir
nevinden olan kabil-i tatbiktir."
İslâm'ın bu mevzudaki öncülüğünü anlamak için
"kadim Hint, Çin, Mısır, Sümer, Asur, Bâbil, Eti, İbrâni milletlerinin
hukukunda suç işlemiş kimselerin mes'uliyetlerinin muhtelif yaş
derecelerine göre tesbit ve tayin edilmediğini.. bu milletlerden intikal
eden kanunnâmelerde.. yaş küçüklüğünün cezaî mes'uliyeti hafifleteceğine
müteallik bir işarete dahi tesadüf edilmediğini.. bu çok eski devirlerde suç
işlemiş kimselerin yaşları nazar-ı itibara alınmaksızın (büyüklerle) aynı
derecede mes'ul addedildiklerini" bilmek gerek.
Tarihî gelişmeyi tasvir ederek sırayla Roma,
Justinyen, Kilise ve Cermen hukuklarında hâkim olan espriyi kısa kısa
belirten Naci Şensoy, sözü Avrupa'ya getirerek şu açıklamayı sunar:
"Fransa'da ilk defa 1791 kanunudur ki cezayı tahfif eden sebepler meyanında
küçüklerin durumunu da tesbit etmiş, 1910 kanunu ve küçüklüğe müteallik
diğer bazı kavanin (kanunlar) bu duruma bugünkü şeklini vermiştir."
İngiltere'de "19. yüzyıla gelinceye kadar bir
suç işleyen büyüklerle küçükler ve çocuklar arasında hiçbir fark
gözetildiğine rastlanmadığını, hapiste, büyüklerle küçükler, hatta cins
farkı bile gözetilmeksizin aynı yerde yatıp kalkmakta olduklarını" belirten
bir diğer hukukçumuz: "18. yüzyılda bile, eve girmek ve hırsızlıktan suçlu
sayılan 8-12 yaş arasındaki çocukların bile, ölüm cezasına çarptırıldığını"
kaydeder.
Amerika Birleşik Devletleri'nde de bu
husustaki kanunî tatbikatın Fransa ve İngiltere'den farkı olmadığı, hatta
"ilk çocuk mahkemesinin kurulduğu şehir olan İllinois'de 1899'dan önce, ceza
kanununun, suçlu çocuk mevzuunda tesis ve tesbit eylemiş olduğu bazı
suçlardan dolayı takip ve muhakeme olunduğu, bu yaştan sonra da cezaî
ehliyet bakımından yaşlı bir insan gibi telakki edilerek, kendisi için
hiçbir hafifletici sebep kabul olunmadığı ve büyük suçluların tâbi bulunduğu
takip ve muhakeme usullerine tâbi bulunduğu" belirtilir.
Çocuk Mahkemesi
Çocuğu himâye meselesinde, Batı medeniyetinin
, son asırda tesis ettiği takdire şayan müesseselerden biridir. İslâm
tarihinde böyle bir müesseseye rastlanmaması tabiidir. Zîra cezaî ehliyet
meselesinde, İslâm'ın çocuğa bakış zâviyesi farklıdır. Nitekim, batılı
insana bu mahkemelerin lüzumunu duyuran başlıca âmil, çocuğun büyükten
farklı olduğunun kabul edilmesi, onların da büyükler gibi aynı hapishanelere
konmalarındaki mahzurların, bir kısım araştırma ve müşahedeler sonunda,
zamanımızda idrak edilmesi olmuştur. Bu hususu bir müellifimiz aynen şöyle
dile getirir:
19. asrın başında, küçüklerin işledikleri
suçların çoğalması, Amerika'da fikirleri işgal eylemeye başladı. Yapılan
tetkikler küçüklerin fena muhitlerde yetişmeleri ve âilelerin fakir olması
ve işlenen suçlara ait neşriyat ve çocuklarda taklit ve kendinden
bahsettirmek zaafının fazla olması hususları ve câniler gibi muhakeme olarak
bütün gazetelerin kendilerinden bahseylemesini meziyet olarak saymak
temayülleri ve bunlara benzer bir çok içtimâî, ruhî amiller, onları yalnız
başına ve hatta çeteler kurarak suç işlemeye zorladığı sonucunu vermiştir.
Bu incelemeler umumî efkâra ve kanun vazı'larına "küçükler için ayrı
kanunlar vaz'ı ve adliyeden ayrı yerlerde, basit döşenmiş mahkemeler
kurulması ve mahkemelerin gizli cereyan etmesi ve adliyedeki hâkimlerden
başka vasıfları bulunan hâkimler tayin edilmesi" düşüncelerini ilham
eylemiştir.
Çocukların, yargı işlerinde büyüklerle bir
tutulmasının mahzurlarını, Prof. Dr. Rasim Adasal da şöyle dile getirir:
"Klasik adalet mekanizmasına göre, suçlu çocuğu da yargılamak ve ondan sonra
da diğer vatandaşlar gibi genel ceza evlerine göndermek icab eder. Fakat bu
safhalara kadar çocuk, jandarmaların elinde ve karakollarda bir müddet
sürünür. Cezaevlerinde cinâyetler işlemiş, büyük dolandırıcılıklarda
bulunmuş bir sürü profesyonel ve tehlikeli suç hareketleri ile karşılaşılır.
Ve bunların menfi telkinleri altında, bunların ruhlarını benimser ve birçok
ahlâksızlıklara alışır. Mahkemenin azametli kuruluşu ve ciddiyeti,
hâkimlerin giyinme tarzları, avukatların münakaşaları ve çok defa dinleyen
halk kalabalığı da çocuk ruhuna derece derece tesirler yapar."
Artık iyice anlaşılmıştır ki, cemiyetin
vazifesi, muayyen bir devre içinde bulunan çocukları cezalandırmak değil,
ıslah etmektir. Islah için de meselenin hukukun sahası dışına çıkarılması,
ceza telakkisinden uzak bulundurulması iktiza etmektedir.
Cürüm yapmış çocuğun bir büyük gibi suçlu
sayılmaması istikametinde gelişen bu fikir, birçok münakaşalardan sonra, ilk
defa Amerika'da, Massachussets, İllinois ve Chicago'da 1899 yılında çocuk
mahkemelerinin kurulmasını netice verdi.
Bundan sonra, 1908'de İngiltere ve Almanya'da,
1912'de Fransa ve Belçika'da, 1914'de İtalya'da bu mahkemeler kurulmaya
başladı.
Bu mahkemelerle birlikte cezaî ehliyet yaşı da
söz konusu olmaya başlamış, çocukların hangi yaşa kadar ceza konusu
olmayacağı, hangi yaşa kadar hafif ceza verileceği, hangi yaştan sonra da
tam cezaya ehil olacağı tesbiti işi ele alınmıştır. Bu duruma göre, muhtelif
memleketlerde ceza dışı bırakılan yaş hudutları şöyledir.
Belçika: 16; Almanya, Danimarka, İtalya,
Rusya: 14; Fransa: 13; Macaristan, Norveç: 12; Türkiye: 11; Yunanistan,
Bulgaristan: 10; İspanya: 9; İngiltere: 8.
Bu yaşlara kadar olan çocuklar suçsuz
sayılmış, daha ileri yaşlarda da nâkıs mesuliyet esası kabul edilmiştir.
Meselâ Fransa'da nâkıs mesuliyet yaşları 13-16, 16-18 yaşları arasıdır.
İngiltere'de 8-14,14.-17 yaşlarıdır. Almanya'da da 1923, 1933, 1935 ve 1939
yıllarında yapılan muhtelif tadillerle çocuklarla alâkalı hükümler ıslâh
edilmiştir. Meselâ 18 yaşına kadar işlenen suçların cezası hafiftir.
Naci Şensoy, İslâm'da cezaî ehliyet hududu
olarak tesbit edilen büluğ için şu değerlendirmede bulunur: "Cezaî
mesuliyete esas alınan büluğ, kadim garb memleketlerine nisbetle, bir
taraftan, bu mesuliyete sebep gösterilmek bakımından çok daha mukni, diğer
taraftan, tesbit edilmiş yaş hadleri itibariyle çok daha ihâtalı ve dakik
tetkiklere tabi tutulmuş bulunmaktadır."
Son olarak şunu belirtmek isteriz ki, çocuk,
cürmünden dolayı cezaya ehliyet meselesinde büyükle bir tutulmamakla
beraber, kendisine karşı işlenen cürümlerde büyükle bir telâkki edilmiştir
ve mücrim, o cürmü aynen bir büyüğe karşı işlemiş gibi ceza görmektedir. Bu
hususu, İmam-ı Muhammed (rahimehullah) şöyle hülâsa eder: "Kişinin nefsine
ve uzuvlarına terettüp eden diyet meselesinde çocuk, bâliğ gibidir. Dil, el,
ayak ve benzeri bir uzvun kesilmesi ile ondan hasıl olan menfaat ortadan
kalkıyorsa, mücrim bunun diyetini tam olarak ödemek zorundadır."