Kütübü Sitte

 

EBEVEYNE İYİLİK

 

ـ1ـ عن أبى هريرة رضى اللّه عنه قال: ]جَاءََ رَجُلٌ فقالَ يَا رَسُولُ اللّهِ: مَنْ أحقُّ النّاسِ بِحُسنِ صحابتِى؟ قال أمُّكَ، قال ثم من؟ قال أمك، قال ثمّ من؟ قال أُمُّكَ قالَ ثُّمَّ مَنْ ؟ قالَ اَبُوكَ[. أخرجه الشيخان.وفي أخرى: قال أمّكَ ثمّ أمّكَ ثمّ أباكَ ثمّ أدناكَ أدنَاكَ، هذَا لفظهُما.وزاد مسلم: فقال نعمْ وأبيكَ لتنبأنّ .

 

1. (153)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam gelerek:

"Ey Allah'ın Resûlü iyi davranıp hoş sohbette bulunmama en ziyaâde kim hak sâhibidir?" diye sordu. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"Annen!" diye cevap verdi. Adam:

"Sonra kim?" dedi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)

"Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar:

"Sonra kim?" dedi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yine:

"Annen!" diye cevap verdi. Adam tekrar sordu:

"Sonra kim?" Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu dördüncüyü:

"Baban!" diye cevapladı."

Bir diğer rivâyette Resûlullah şöyle cevap vermiştir.

“Annene, yine annene, sonra babana, daha sonra da bunları takip eden tedrici yakınlarına”[1]

 

AÇIKLAMA:

 

İslâm dini aileye büyük ehemmiyet verir. Ailenin temel unsurları anne-baba evlat ve hizmetçilerdir. Aile efradının karşılıklı hak ve vazifeleri vardır. Aile içerisinde evlat nokta-i nazarından en çok hukuku olan annedir. Çünkü evlada en ziyâde hizmeti geçen annedir. Anne, hâmile kaldığı andan itibaren evlad sebebiyle meşakkatler çekmeye başlar. Doğum da kolay bir hâdise değildir. Hayatî tehlikeyi beraberinde getirir. Doğum sırasında ölen, şifasız dertlere giriftar olan anneler çoktur. Doğum normal cereyan etse bile, doğum sonu ve acıları başlı başına ciddî ve tahammülü zor fevkalâde bir imtihandır.

Annenin esas hizmeti doğumdan sonra başlar. Çocuğun emzirilmesi, giydirilmesi, temizliğinin yapılması, terbiye edilmesi, tedavisi gibi, ardı arası kesilmeden vasatî on beş yıl sürecek hasbî bir hizmet dönemi doğumla başlar.

Cenab-ı Hakk'ın hayvan dâhil bütün annelere koyduğu şefkat duygusu, -sefihleşerek fıtratını bozmamış- anneleri istirahatini, sıhhatini, yeme içme ve giyinmesini düşünmeden bütün imkânlarıyla çocuğuna hizmete sevkeder.

Evladın, bu hizmeti maddî bir karşılıkla ödemesi mümkün değildir. Yapabileceği tek şey, annenin kendisine sunduğu anneliğin idrakinde olması, minnettarlığının şuurunda olduğunu annesine ihsâs etmesidir.

Evlat üzerinde elbette babanın da hukuku vardır. Maddî ihtiyaçlarının temininde gerekli fedakârlıklar ondandır. Doğumdan sonra annenin maruz kaldığı maddî ve mânevî sıkıntılara o da ortak olmuştur. Şu halde evlat ikisine de borçludur, medyun-u şükrandır.

İslâm dini evladın annesine ve babasına karşı olan saygı ve hizmet borcu hususunda ısrar eder, ayrı bir dikkat çeker. Bu meyanda anne hukukunu daha çok söz konusu eder. Annenin evlat üzerindeki hukukunun babanınkine nisbetle en az üç misli olduğunu söyler. Yukarıda kaydettiğimiz hadiste bunu Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) açık şekilde ifade buyurmuştur. Bu hususa yer veren başka rivayetler de mevcuttur. İbnu Mace ve Hâkim'de gelen bir rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kişiye üç sefer annesini tavsiye ettikten sona sırasıyla babasını ve mevlâsını (azadlısını) birer kere tavsiye eder. -el-Edebü'l-Müfred, İbnu Mâce ve el-Müstedrek'te- sahîh olduğu belirtilen bir rivayette Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle açıklar:

"Muhakkak ki Allah size annelerinizi vasiyet etmektedir, sonra yine annelerinizi vasiyet etmektedir, sonra yine annelerinizi vasiyet etmektedir, sonra babalarınızı vasiyet etmektedir. Sonra yakınlık derecelerine göre akrabalarınızı vasiyet etmektedir."

Bu ve benzeri hadisleri yorumlayan âlimlerden bâzıları anneyi üç kere tekrardan maksadın, çoğu durumlarda evlatların annelerini babalarına nazaran ikinci plana atmalarından, annesinin hukukunu hafife almalarından ileri geldiğini, bunu önlemek için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in tekrarlara yer vererek hukuklarının ehemmiyetini tekid ettiğini söylemiştir. Bazıları da, hâmilelik, doğum, emzirme gibi hizmetleriyle annenin babaya nisbetle evlatta üç kat fazla hakkı bulunduğunu söylemişlerdir.

İrşad-ı Nebevî'de, söylenen bu iki maksad dışında aklımızın bulabileceği başka maslahatların da maksud olmasına bizce bir mâni yoktur.

Anne ve baba hukukunu birçok âyette[2] ele alan Kur'ân-ı Kerîm bir âyette,"onlara iyi muamele"yi Allah'ı bir bilme vazîfesinin ardından zikrederek, bir olan Allah'a îmânın bir gereği olarak mü'minlere duyurur:

"Rabbin, "kendinden başkasına kulluk etmeyin, anne ve babaya iyi muamele edin" diye hükmetti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin nezdinde ihtiyarlığa ererlerse onlara "öf" bile deme. Onları azarlama. onlara güzel (ve tatlı) söz söyle. Onlara acıyarak tevazu kanadını (yerlere kadar), indir ve: "Ya Rab, onlar bana çocukken nasıl merhamet ettilerse sen de kendilerini (öyle) esirge" de" (İsra: 17/23-24).

Annenin ziyâde zahmetlerini hususen dile getiren âyet-i kerîme de mevcuttur. Meâlen:

"Biz insana anne ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Annesi onu güçsüzlükten güçsüzlüğe uğrayarak karnında taşımıştı..." (Lokmân: 31/14).

Âlimler, annenin babaya rağmen üç misli zahmet çektiğine Kur'ân-ı Kerîm'in şu âyette işaret buyurduğunu söylemişlerdir: (Meâlen)

"Biz insana, anne babasına karşı iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Zira annesi onu karnında, zorluğa uğrayarak taşımış, onu güçlükle doğurmuştur. Taşınması ve sütten kesilmesi otuz ay sürer..." (Ahkâf: 46/5).

Ulema der ki: "Hadîste anneye üç misli hak âyette zikredilen üç şeye karşılıktır; hamilelik zahmeti, doğurma meşakkati ve emzirme sıkıntısı." Aynî, iyilik ve itaatte annenin babaya takdim edileceği hususunda İslâm ulemasının icma ettiğini Muhasibî'den naklen kaydeder.

Hasan Basrî'ye: "Anne-babaya iyilik nedir?" diye sorulunca şu cevabı vermiştir: "Mülkünde olan her ne varsa onlar için bezledip harcaman, mâsiyet olmadıkça emirlerine itaat etmendir."

Kadı İyaz, iyilik hususunda anne ve baba hakkının başkalarından önce geldiği hususunda ulemanın ittifak ettiğini belirtir. O ikisinden sonra "en yakın" kimdir? meselesinde İbnu Hacer, ihtilafa dikkat çektikten sonra umumiyetle şu sıranın benimsendiğini söyler: "Dedeler, sonra kardeşler (bir hadiste kız kardeş, erkek kardeşten önce zikredilir, anne baba bir olanlar, sadece anne veya sadece baba bir olanlardan önce gelir) sonra zurahm olanlar (bunların mehârim olanları mahrem olmayana takdim edilir), sonra diğer asebât, sonra hısımlar (sıhriyyet-evlilik sebebiyle- akraba olanlar), sona velâ (azadlık ve akid akrabalığı), en nihâyet komşular gelir.

Bu babta kaydedilen müteâkip hadislerde, bir mü'minin en mühim gayesi, yegâne ideali olan Allah'ın rızası ve cennete giden yolun anne ve babanın rızasından geçtiğini, "anne hukuku"nun cennet ayaklarının altına konacak derecede yüceltildiğini, anne ve babaya hizmetin en yüce amel olarak ifâde edilmiş bulunan "Allah yolunda cihad"dan daha üstün tutulmuş olduğunu göreceğiz.

Müşrik bile olsa anne ve baba haklarının yerine getirilmesi ve hatta nafakalarının ödenmesi gerektiği hususunu 165 numaralı hadiste açıklayacağız.[3]

 

ـ2ـ وعن كليبِ بن منفعة عن جده كليبٍ الحنفيِّ رضى اللّه عنه قال: ]أنّهُ أتَى رَسولَ اللّهِ # فقَالَ يَارَسُولُ اللّه: مَنْ أبَرُّ؟ قالَ أمَّكَ وأباكَ، وأختَكَ وأخاكَ، وموكَ الَّذِى يلى ذلكَ حقّاً واجباً، ورحِماً موصولةً[. أخرجه أبو داود .

 

2.(154)- Küleyb İbnu Menfa'a ceddi bulunan Küleyb el-Hanefî (radıyallahu anh)'den anlattığına göre, kendisi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek sormuştur:

"Ey Allah'ın Resûlü kime karşı iyilik yapayım?" Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şu cevabı vermiştir:

"Annene, babana, kızkardeşine, oğlan kardeşine, bunu takip eden azadlına. Bu iyiliği de, üzerine vâcib olan bir hakkın ödenmesi, yani, sıla-ı rahmin yerine getirilmesi olarak yapacaksın. (Nafile, ihtiyarî, hasbî bir davranış tatavvu grubuna giren bir amel olarak değil)".[4]

 

ـ3ـ وعن بهز بن حكيم عن أبيه عن جده معاوية بن حيدة القشيرى رضى اللّه عنه قال: ]قُلْتُ يَا رَسُولُ اللّهِ مَنْ أبرُّ؟ قالَ أمَّكَ. قُلْتُ ثمّ مَنْ؟ قالَ أمَّكَ. قلتُ ثمّ مَنْ؟ قَالَ أمَّكَ. قلتُ ثمّ مَنْ؟ قالَ أباكَ ثمّ ا‘قْرَبَ فَا‘قْربَ[. أخرجه أبو داود والترمذى.وزاد أبو داود في رواية ]أَ يسألُ رجلٌ موهُ من فضلٍ هوَ عِنْدَهُ فيَمْنَعَهُ إياهُ إّ دُعِىَ لهُ يومَ القِيامةِ فضلُهُ الَّذِى منعهُ شُجَاعاً أقرَعَ[.قالَ أبو داود: »ا‘قرع« الَّذى قد ذهب شعر رأسه من السمِّ .

 

3. (155)- Behz İbnu Hakîm babası tarikiyle dedesi Mu'aviye İbnu Hayde el-Kuşeyrî (radıyallahu anh)'den naklediyor. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e:

"Ey Allah'ın Resûlü, kime iyilik yapayım? diye sordum. Bana:

"Annene" diye cevap verdi.

"Sonra kime?" diye tekrar ettim.

"Annene" dedi.

"Sonra kime?" dedim.

"Annene" dedi.

"Sonra kime?" dedim, bu dördüncüde

"Babana, sonra da tedrici yakınlarına" diye cevap verdi."

Ebu Dâvud bir rivayette şu ziyadeyi kaydeder:

"Haberiniz olsun, kişi azatlısından bir fazlasını istese, azadlı (mevlâ) bu (ihtiyaç fazlası)na sâhib olduğu halde yerine getirmese kıyamet günü vermemiş olduğu bu fazlalık bir engerek yılanı olarak kendisine getirilir."[5]

 

ـ4ـ وعن ابن عمرو بن العاص رضى اللّه عنهما ]أنّ رجً قالَ: يَا رَسُولُ اللّهِ إنّ لِى ماً وَوَلداً، وإنَّ أبى يجتاحُ مالِى. فَقَالَ: أنتَ ومَالُكَ ‘بِيكَ؟ إنَّ أودَكُمْ منْ أطيبِ كسبِكمْ فكُلُوا من كسبِ أودِكمْ[. أخرجه أبو داود .

 

4. (156)- Abdullah İbnu Amr İbnu'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam:

"Ey Allah'ın Resûlü benim malım ve bir de çocuğum var. Babam malımı almak istiyor" (ne yapayım?) diye sordu. Resûlulluh (aleyhissalâtu vesselâm):

"Sen ve malın babana aitsiniz. Şunu bilin ki, evladlarınız kazançlarınızın en temizlerindendir. Öyle ise evladlarınızın kazançlarından yiyin" buyurdu."[6]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste şikâyet mevzuu olan babanın iki durumu sözkonusu: Ya ihtiyacı miktarınca almak istemiştir veya ihtiyacı olsun olmasın tamamında tasarruf etmek istemiştir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) "Senin varlığına baban sebeptir, malın varlığına da sen sebepsin. Öyle ise sen de malın da babanın kazancı sayılırsınız" buyurarak, evladın malında babasının hakkı bulunduğunu belirtmiştir. Şârih Hattabî, belirtilen bu hakkın, ihtiyaç hâlinde, nafaka hakkı olduğunu belirtir. "Evlat, malsız mülksüz olsa dahi, çalışarak babasının nafakasını te'minle mükelleftir" der. Ayrıca şu noktayı da belirtir: "Baba, evlâdın malı üzerinde sınırsız yetki sahibi değildir, istediği gibi tasarruf edemez, nafakadan fazlasını almaya yetkisi yoktur. Hadisten hiçbir fakih söylenene aykırı hüküm çıkarmamıştır."[7]

 

ـ5ـ وعن أبى هريرة رضى اللّه عنه أنّ رَسُولُ اللّهِ # قال: ]رَغِمَ أنفُهُ رغمَ أنفُهُ رغمَ أنفُهُ، قيلَ مَنْ يَا رَسُولُ اللّهِ ؟ قال: مَنْ أدركَ والدِيهِ عندَ الكِبرِ أو أحَدَهُمَا ثمّ لم يدخلْ الجنّةَ[. أخرجه مسلم والترمذى، واللفظ لمسلم .

 

5. (157)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün:

"Burnu sürtülsün, burnu sürtülsün, burnu sürtülsün" dedi.

"Kimin burnu sürtülsün ey Allah'ın Resulü?" diye sorulunca şu açıklamada bulundu:

"Ebeveyninden her ikisinin veya sâdece birinin yaşlılığına ulaştığı halde cennete giremeyenin."[8]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) anne ve babaya iyi muamelenin ehemmiyetini dile getirmiş olmaktadır. Anne ve babası veya ikisinden biri evladının sağlığında ihtiyarladıkları takdirde, bu evlada, cennetin yolu onlar sâyesinde son derece kolaylaşmış olmaktadır. Zira onlara gereken alâkayı, hizmeti gösterip onları memnun kılmak zor bir iş değildir. Bu kadarını yapamayarak kendini helâk eden kimseler, burunları sürtülmeye layıktırlar. Hadîsin Tirmizî'deki vechinde: "Ebeveyni tarafından cennete sokulmayanın burnu sürtülsün" diye gelmiştir.[9]

 

ـ6ـ وعن أبى هريرة رضى اللّه عنه قال: قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]لَنْ يَجْزِىَ وَلَدٌ والِدَهُ إّ أنْ يَجدَهُ ممْلُوكاً فيشْتَريَهُ فيعْتقَهُ[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى .

 

6. (158)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor Resûlulluh (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu:

"Hiçbir evlad, babasının hakkını, bir istisna durumu dışında ödeyemez. O durum da şudur: Babasını köle olarak bulur, satın alır ve âzad eder."[10]

 

ـ7ـ وعن ابن عمرو بن العاص رضى اللّه عنهما قال: قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]رِضى الربِّ في رِضى الْوَالِدِ، وسخطُ الربِّ في سخطِ الوَالِدِ[. أخرجه الترمذى مرفوعاً وموقوفاً، وصحح وقفه .

 

7. (159)- Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu:

"Allah'ın rızası babanın rızasından geçer. Allah'ın memnuniyetsizliği de babanın memnuniyetsizliğinden geçer."[11]

 

ـ8ـ وعنه رضى اللّه عنه قال: ]اسْتَأذَنَ رَجُلٌ رَسُولُ اللّهِ # في الجِهَادِ فقال: أحىٌّ والدَاكَ؟ قال نعَمْ: قالَ فَفِيهِمَا فجاهد[. أخرجه الخمسة.وفي أخرى لمسلم رحمه اللّهُ تعالى: ]أُبَايعُكَ عَلى الهجرةِ والْجِهَادِ أبْتَغى ا‘جرَ منَ اللّهِ تعالَى. قال: فَهَلْ من وَالديْكَ أحَدٌ حىٌّ؟ قال نعمْ، بلْ كَِهُمَا حىٌّ. فقالَ: فتبتَغى ا‘جرَ مِنَ اللّهِ تعالى؟ قال نعم. قال فارجعْ إلى والديْكَ فأَحْسِنْ صحبتَهما[.وفي أخرى ‘بى داود والنسائى ]وَتَرَكْتُ أبَوىَّ يَبْكِيانِ. قال فارْجِع إلَيْهِمَا فأَضْحِكْهُمَا كَمَا أبْكَيْتَهُمَا[.و‘بى داود في أخرى عن أبى سعيد رضى اللّه عنه قال ]أنّ رجًُ مِنْ أهلِ اليمنِ هَاجَرَ إلى رسُولِ اللّهِ #

 

فقال لهُ: هَلْ لَكَ أَحَدٌ باليَمنِ؟ فقال أبَوَاىَ: قال: أذِنَا لَكَ؟ قال  قالَ فارجعْ إلَيْهِمَا فاستأذِنْهُمَا، فإنْ أذِنَا لكَ فجاهدْ وإّ فبِرَّهُمَا[ .

 

8. (160)- İbnu Amr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam, cihada iştirak etmek için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den izin istedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Annen baban sağlar mı?" diye sordu. Adam:

"Evet" deyince:

"Onlara (hizmet de cihad sayılır), sen onlara hizmet ederek cihad yap" buyurdu.

Müslim'in bir diğer rivayetinde adam:

"...Sana, hicret ve cihad etmek ecrini de Allah'tan istemek şartı üzerine biat ediyorum" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Anne ve babandan sağ olan var mı?" diye sorar. Adam:

"Evet, her ikisi de sağ" deyince:

"Yani sen Allah'tan ecir istiyorsun?" der. Adamın "evet"i üzerine: "Öyleyse vâlideyn'in yanına dön. Onlara iyi bak, (Allah'ın rızası ondadır)" emreder.

Ebu Dâvud ve Nesâî'de gelen bir diğer rivayette adam:

"Ağlamakta olan ebeveynimi de geride bıraktım" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Öyleyse onların yanına dön, onları nasıl ağlattı isen öyle güldür, (Allah'ın rızası bundadır)" buyurur."

Ebu Dâvud'un, Ebu Said (radıyallahu anh)'den yaptığı bir başka rivayetinde şöyle denir: "Yemen ahalisinden bir adam, Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e hicret ederek geldi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ona: "Yemen'de bir kimsen var mı?" diye sordu. Adam:

"Ebeveynim var" deyince

"Peki, onlar sana izin verdiler mi?" diye tekrar sordu.

"Hayır" cevabı üzerine:

"Öyleyse onlara geri dön, onlardan izin iste. Şâyet izin verirlerse cihada katıl, vermezlerse onlara hizmet et!" emretti."[12]

 

ـ9ـ وعن معاوية بن جاهمة ]أنّ جاهمة رَضِىَ اللّهُ عنهُ أتى رَسُولُ اللّهِ # فقال: يَا رَسُولُ اللّهِ أرَدْتُ أنْ أَغْزُوَ، وَقَدْ جِئْتُ أستَشِيرُكَ فقال: هَلْ لَكَ مِنْ أمٍّ؟ قال نَعَمْ. قال فالزمْهَا، فإنَّ الجنةَ عندَ رجلِهَا[. أخرجه النسائى .

 

9. (161)- Muâviye İbnu Câhime'nin anlattığıa göre; Câhime (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelir ve:

"Ey Allah'ın Resûlu, ben gazveye (cihad) katılmak istiyorum, bu konuda sizinle istişâre etmeye geldim" der. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Annen var mı?" diye sorar.

"Evet" deyince,

"Öyleyse ondan ayrılma zira cennet onun ayağının altındadır" buyurur.[13]

 

ـ10ـ وعن ابن عمر رضى اللّه عنهما قال: ]كَانَتْ تَحتِى امرأةٌ أُحِبُّهَا، وَكَانَ عُمَرُ رضى اللّه عنه يَكْرهُهَا. فقال لى طَلِّقْهَا؟ فأبَيْتُ فَأتى عمر رَضِى اللّهُ عنهُ إلى رَسُولِ اللّهِ # فَذَكَر ذلكَ لهُ. فقال لِى رَسُولُ اللّهِ # طلِّقْهَا[. أخرجه أبو داود والترمذى وصححه .

 

10. (162)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Nikâhım altında bir kadın vardı ve onu seviyordum da. Babam Ömer ise, onu sevmiyordu. Bana:

"Boşa onu" dedi. Ben itiraz ettim ve boşamadım. Babam Ömer (radıyallahu anh) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek durumu arzetti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bana:

"Boşa onu" dedi.[14]

 

AÇIKLAMA:

 

Baba emrettiği takdirde hanımın boşanması gereğine bu hadis delil olarak değerlendirilmiştir. Keza anne emredecek olsa yine boşamak gerekmektedir. Zira 153, ve 154 numaralı hadislerde de görüldüğü üzere annenin evlâd üzerindeki hakkı babanın hakkından daha fazladır. Hanımı sevmek, boşamamak için yeterli bir mazeret değildir.[15]

 

ـ11ـ وعن أبى الدرداء رضى اللّه عنه قال: سَمِعْتُ رَسُولُ اللّهِ # يَقُول: ]اَلْوَالِدُ أوسَطُ أبوابِ الجنّةِ، فإنّ شِئْتَ فأضِعْ ذلكَ البابَ أو احفظهُ[. أخرجه الترمذى وصححه .

 

11. (163)- Ebu'd-Derda (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Baba cennetin orta kapısıdır. Dilersen bu kapıyı terket, dilersen muhafaza et" dediğini işittim."[16]

 

ـ12ـ وعن بريدة رضِىَ اللّهُ عنهُ: ]أنّ امرأةً قالتْ يَا رَسُولُ اللّهِ: إنّى تَصَدّقْتُ عَلى أمِّى بجاريةٍ وإنّهَا ماتتْ. قال وجبَ أجْرُكِ وردَّهَا علَيْكِ الميراثُ، وقالت إنّهُ كانَ عَلَيْهَا

صومُ شهرٍ: أفأصومُ عنها؟ قال: صُومِى عنها. قالت: إنّها لمْ تَحُجَّ: أفأَحُجُّ عنها؟ قال: حُجِّى عنها[. أخرجه مسلم، وأبو داود، والترمذى .

 

12. (164)- Büreyde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir kadın:

"Ey Allah'ın Resûlü, ben anneme bir cariye tasadduk etmiştim. Şimdi annem öldü" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"(Sadaka yapmış olmanın) ecrini mutlaka alacaksın. Miras yoluyla cariye sana geri gelecek (tekrar senin olacak)" buyurdu. Kadın:

"Ey Allah'ın Resûlü annemin bir aylık oruç borcu vardı, onun yerine tutabilir miyim?" diye sordu.

"Annene bedel tut!" dedi. Kadın:

"Ey Allah'ın Resûlü, annem hiç haccetmedi, onun yerine hac yapabilir miyim?" diye sordu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Evet, ona bedel haccet" buyurdu."[17]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadis, annesine bağışlanan bir şey sebebiyle evladın bağışlama sevabını alacağını annenin ölmesiyle, bu mal verâset yoluyla evlada intikal ettiği takdirde bu mala temellük edebileceğini ifade ediyor. Burada, bağışlanan (tasadduk edilen) bir şeyi, -bağıştan vazgeçerek- geri alma yasağının ihlâli mevzubahis değildir. Zikri geçen kadın bağıştan dönme yasağını bildiği için ortaya çıkan bu yeni durum karşısında tereddüde düşerek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e müracat etmiş olmalı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir akrabaya tasadduk ettiği mala, tevârüs yoluyla temellük edebileceğini kesin bir ifade ile beyan eder. "Bu artık Allah için bir hak olmuştur, fakire sarfı gerekir" diyen de olmuştur. Ancak bu değerlendirme nassa dayanmadığı için bir hüküm ifade etmez.

2- Mirkat'ta kaydedildiğine göre ölenin yerine oruç tutma meselesinde Ahmed İbnu Hanbel (rahimehullah), ölü üzerindeki Ramazan orucu veya nezir orucu veya kefâret orucu borçları bulunduğu takdirde, velîsinin ona bedel tutabileceğini söylemiştir. İmam Mâlik, Şâfiî ve Ebu Hanîfe (rahimehullah) hazeratı bunu caiz görmemişlerdir. Ebu Hanîfe'ye göre ölünün velîsi, her bir oruç için bir sa' arpa veya yarım sa' buğday tasadduk etmelidir. Keza her bir namaz (veya bir günlük namaz) için de aynı miktar mal tasadduk etmelidir. Çoğunluk, bedenî ibadetlerin niyabeten başkası tarafından îfâ edilemiyeceğini söylemiştir. Cumhur, acz şartıyla, sâdece hacc farîzasının bir başkası tarafından ifasını câiz görmüştür. Acz'den murat kişinin ölmüş olması veya hac yapamayacak derecede hasta olması ve iyileşme ümidinin kesilmesidir, kötürüm bir kimse âcizdir.

Bâzı alimler, ölü adına nafile hac yapılabileceğini de söylemişlerdir.[18]

 

ـ13ـ وَعَنْ أسماء بنت أبى بكر رَضِى اللّهُ عنهما قالت: ]قَدِمَتْ عََلَىَّ أمِى وهى مشركةٌ فاستفتيتُ رسُولَ اللّهِ # فقلتُ: قدمتْ عَلَىَّ أمى وهىَ رَاغِبَةٌ؛ أفأَصِلُ أمِّى قال نَعمْ: صِلىِ أمَّكِ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .

 

13. (165)- Esma Bintu Ebî Bekr (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Henüz müşrik olan annem yanıma geldi. (Nasıl davranmam gerekeceği hususunda) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den sorarak:

"Annem yanıma geldi, benimle (görüşüp konuşmak) arzu ediyor, anneme iyi davranayım mı?" dedim.

"Evet" dedi, ona gereken hürmeti göster."[19]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste zikri geçen, Esma'nın annesi hakkında birçok münâkaşalar var. Bizim için hadisin ifade ettiği ahkâm mühimdir. Anne ve baba kâfir bile olsa onlara karşı insanî vazîfelerimizi, evladlık alâka ve hürmetini göstermek gerektiği anlaşılmaktadır. Hattâ bu hadisten kâfir bile olsa anne ve babaya nafaka vermenin vâcib olduğu hükmü çıkarılmıştır.

Kâfir bile olsa anne ve babaya karşı hürmet etmek ve nafaka vermek meselesinin ehemmiyeti şuradan da anlaşılmaktadır ki, yukarıdaki hadis üzerine vahiy gelmiş ve mesele Kur'ân-ı Kerîm'de hükme bağlamıştır: "Sizinle din hususunda muhârebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik, onlara adalet (le muâmele) etmenizden Allah sizi menetmez. Çünkü Allah adâlet yapanları sever" (Mümtahine: 60/8)

Müşrik bile olsa annebabaya hürmet hususunda şu âyet daha açıktır: (Meâlen):

"Eğer onlar (ebeveyn) sence ilimde (yeni) olmadık herhangi bir şeyi bana eş tutman üzerinde seni zorlarlarsa kendilerine itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin. Bana dönenlerin yoluna uy..." (Lokmân: 31/15).

 

ـ14ـ وعن ابن عمر رضى اللّهُ عنهما قال: ] أتَى رجلٌ رسُولَ اللّهِ # فقال: إنّى أصبتُ ذنباً عظيماً فهلْ لِى من توبةٍ؟ قال: هلْ لكَ منْ أمّ! قال : قال: فهل لكَ من خالةٍ! قال نعم. قالَ فَبِرَّهَا[. أخرجه الترمذى وصححه.وزاد في أخرى عن البراء بن عازب: الخالةُ بمنزلة ا‘مِّ .

 

14. (166)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek:

"Ben büyük bir günah işledim, buna tevbe imkanım var mı?" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"Annen  var mı?" diye sordu. Adam:

"Hayır yok" dedi.

"Peki teyzen de mi yok?" dedi. Adam:

"Hayır, var" deyince Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Öyle ise ona iyilik  yap!" diye emretti."

Tirmizî el-Berâ'dan kaydettiği diğer bir hadiste şu ziyadeye yer verir: "Teyze anne makamındadır."[20]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadis, bize birçok hüküm getirmektedir. Âlimler, burada "büyük olduğu" belirtilerek itiraf edilen günahın, adam nazarında büyük addedilmiş olmakla birlikte din açısından segâirden (küçük günahlardan) sayılan bir günah olabileceği gibi gerçekten din açısından da "büyük" (kebire) sayılacak bir günah olabileceğini ifade etmişlerdir. Her hâl u kârda Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm)'in; günahın ne olduğunu sorup şer'î cezasını verme cihetine gitmeyişi mühim bir husustur. Bunun başka örnekleri de var. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu çeşit sünnetinden, dinimizin pek mühim ahlâkî bir prensibi ortaya çıkmıştır: Gizli kalan günahların itiraf edilmemesi, tevbe edilerek Allah'tan af ve mağfiret dilenmesi.

Hadiste görüldüğü üzere, hayırlı işler büyük günahların bile affına vesiledir. Hususan sıla-i rahm denen akraba hukukunun yerine getirilmesi, çok daha mühim bir amel olmaktadır. Zira insanlar arasındaki içtimaî bağlar bu şekilde kuvvetlenir, yardımlaşma, sevgi-saygı hisleri böylece artar.

Hadis, ayrıca teyzenin anne yerine geçeceğini de ifade etmektedir. Nitekim Tirmizî bu hadisi, "Teyze'ye iyi davranma" babında zikreder. Bundan önce kaydedilen hadiste "Teyze anne yerindedir" buyurulur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bazı fırsatlarda da amcanın baba yerine geçeceğini belirtmiştir.[21]

 

ـ15ـ وعن أبى أسيد مالك بن ربيعة الساعدى ]أنّ رَجً قال يَا رسُولَ اللّهِ: هَلْ بَقِىَ مِنْ برِّ أبَوَىَّ شَئٌ أبَرُّهُمَا بهِ بَعْدَ موتِهِمَا[. فقال نعم: الصةُ عليهمَا، واسْتغفَارُ لهُمَا، وإنْفَاذُ عَهْدِهمَا من بعْدِهِمَا، وصِلَةُ الرَّحمِ التى  توصلُ إّ بِهِمَا، وَإكْرامُ صَدِيقِهمَا[. أخرجه أبو داود .

 

15. (167)- Ebu Üseyd Mâlik İbnu Rebî'a es-Sâidî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adam:

"Ey Allah'ın Resûlü, anne ve babamın vefatlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Evet vardır" dedi ve açıkladı: "Onlara dua, onlar için Allah'tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) taleb etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babasının akrabalarına karşı da sıla-i rahmi ifa etmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak."[22]

 

ـ16ـ وعن ابن عمر قال: سمعتُ رَسُولُ اللّهِ # يقول: ]إنَّ من أبرِّ البرِّ أنْ يَصلَ الرجلُ أهلَ ودِّ أبيهِ بعدَ أن يولَى[. أخرجه مسلم، وأبو داود، والترمذى .

 

16. (168)- İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı işittim, şöyle diyordu:

"Kişinin yapacağı en üstün iyiliklerden biri, ölümünden sonra babasının dostlarına sıla-ı rahimde bulunmasıdır."[23]

 

AÇIKLAMA:

 

Âlimlerimiz, babanın sağlığında mendub ve müstehab olan baba dostlarının hatırını almak onlara ikramda bulunmak gibi davranışların, babanın vefatından sonra da devam ettirilmesinin dinimizce müstehab addedildiğine bu ve benzeri rivayetlerden delil çıkarmışlardır.[24]

 

ـ17ـ وعن عمر بن السائب ]أنّهُ بلغهُ أنّ رسُولَ اللّهِ #:

كَانَ جالِساً فأقبَلَ أبُوهُ من الرضَاعةِ فوَضَعَ لَهُ بعضَ ثَوْبِهِ فقعدَ علَيْهِ، ثمّ أقْبلتْ أمُّهُ من الرِّضَاعَةِ فوَضَعَ لَهَا شِقّ ثوبِهِ من جانبِهِ اŒخرِ فجلستْ عليه، ثمّ أقبل إليهِ أخوهُ من الرضاعةِ فقام رسولُ اللّهِ # فأجلسهُ بين يديهِ[. أخرجه أبو داود .

 

17. (169)- Ömer İbnu's-Sâib'den rivayet edildiğine göre, şu haber kendisine ulaşmıştır: "Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) bir gün otururken süt babası çıkagelir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hürmeten, onun için, giydiği şeylerden birini serer ve üzerine oturtur. Az sonra süt annesi gelir. Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm) bunun için de elbisenin diğer tarafını serer, kadın üzerine oturur. Biraz sonra süt-oğlan kardeşi gelir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kalkarak onu da önüne oturtur."[25]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in süt akrabalarının da sıla-ı rahim'de bulunduğunu göstermektedir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın süt annesi Halime-i Sa'diyye'dir. Müslüman olmuş ve birkaç hadis rivayet etmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın süt kız kardeşi Şeymâ Bintu'l-Hâris İbni Abdi'l-Uzza'dır. Şeymâ da Müslüman olmuştur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın süt kardeşi Abdullah İbnu'l-Hâris'tir. Bir diğer kız süt kardeşi de Üneyse Bintu'l-Hâris'dir. Süt babası ise Hâris İbnu Abdi'l-Uzzâ İbnu Rifâ'ati's-Sa'dî'dir. Cenab-ı Hakk bunu da hidâyetiyle müşerref kılmıştır, radıyallahu anh.[26]

 

ـ18ـ وعه زيد بن أرقم رضى اللّه عنه قال: قالَ رَسُولُ اللّهِ #: ]مَنْ حَجَّ عن أحدِ أبَوَيْهِ أجزأَ ذلكَ عنهُ، وبُشِّرَ رُوحُهُ بذلكَ في السّماءِ، وكُتبَ عنداللّهِ ولَوْ كَانَ عاقّاً[.وفي أخرى: كُتبَ ‘بيهِ بحَجٍّ، وله بسبعٍ. أخرجه رزين .

 

18. (170)- Zeyd İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki:

"Kim ebeveyninden birine bedel haccederse, bu haccla onun borcunu ödemiş olur. Bu durum semâdaki ruhuna müjdelenir. Kişi, anne ve babasına karşı isyankâr (âkk) bile olsa (bu iyiliği sebebiyle) Allah'ın nezdinde (iyi kullar meyanında) yazılır."

Diğer bir rivayette ise: "Babası için bir hacc, kendisi için yedi hacc yazılır" denmiştir.[27]


 

[1] Buhârî, Edeb: 2; Müslim, Birr: 1, (2548). Bu ifade Buhâri ve Müslim’de aynen gelmiştir. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/478.

[2] Şu ayetler görülebilir: Bakara: 2/83, 180, 215; Nisa: 4/7, 33, 36; En'âm: 6/6, 151; İbrahim: 14/41; Meryem: 19/14: Neml: 27/19: Ankebut: 29/8: Lokman: 31/14 Ahkâf: 46/15. 17.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/478-481.

[4] Ebu Dâvud, Edeb: 129, (5140); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/481.

[5] Ebu Dâvud, Edeb: 129, (5141); Tirmizî Birr: 1, (1898); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/482.

[6] Ebu Dâvud, Büyü: 79, (3530); İbnu Mâce, Ticârât: 64, (2291-2292); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/482.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/483.

[8] Müslim, Birr: 9, (251); Tirmizî, Daavât: 110 (3539). Rivayetin yukarıdaki metni, Müslim'deki metindir. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/483.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/483.

[10] Müslim, Itk: 25, (1510); Ebu Dâvud, Edeb: 129, (5137); Tirmizî, Birr: 8, (1907); İbnu Mâce, Edeb: 1, (3659); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/484.

[11] Tirmizî, Birr: 3 (1900).Tirmizî bu hadisi hem Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sözü (merfu) olarak, hem de sahâbî sözü (mevkuf) olarak rivayet eder. Ayrıca mevkuf olarak rivayet eden tarîkin sahih olduğunu söyler. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/484.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/485.

[13] Nesâî, Cihad 6, (6, 11). İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/485-486.

[14] Ebu Dâvud, Edeb: 129, (5138); Tirmizî, Talâk: 13, (1189). Tirmizî hadisin sahih olduğunu da belirtti. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/486.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/486.

[16] Tirmizî, Birr: 3, (1901). Tirmizî, hadise "sahih"  dedi. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/486.

[17] Müslim, Sıyam 157, (1149); Tirmizî, Zekât 31 (667); Ebu Dâvud, Vesâyâ 12, (2877), Zekât 31, (1656); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/487.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/487-488.

[19] Buhârî, Hibe: 28, Edeb: 8; Müslim, Zekat: 50 (1003); Ebu Dâvud, Zekât: 34, (1668); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/488.

[20] Tirmizî, Birr: 6, (1905); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/489.

[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/489.

[22] Ebu Dâvud, Edeb: 129, (5142); İbnu Mâce, Edeb: 2, (3664); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/490.

[23] Müslim, Birr: 11-13 (2552); Tirmizî, Birr: 5 (1904); Ebu Dâvud, Edeb: 129, (5143); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/490.

[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/490.

[25] Ebu Dâvud, Edeb: 129, (5145); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/491.

[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/491.

[27] Bu rivayeti Rezîn tahric etti.

Bu rivayet Heysemî'nin Mecmau'z-Zevâid'inde, Taberâni'nin Mu'cemu'l-Kebir'inden kaydedilmiştir (3, 282). İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 2/492.