ـ1ـ عن عليّ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ: ]أنَّ أبَا جَهْلٍ قالَ للنَّبىّ #: إنَّا َ نُكَذِّبُكَ ولكِنْ نُكَذّبُ
مَا جِئْتَ بِهِ. فأنزلَ اللّهُ تعالى: فإنَّهُمْ َ يُكَذِّبُونَكَ وَلكِنَّ
الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ[. أخرجه الترمذى .
1. (598)-
Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: Ebu Cehil mel'un, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e:
"Biz seni yalanlamıyoruz, biz senin getirdiğin şeriatı tekzib ediyoruz" dedi.
Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu âyeti inzal buyurdu:
"(Ey Muhammed!) Onların söylediklerinin seni
üzeceğini elbette biliyoruz, doğrusu onlar, seni yalancı saymıyorlar, fakaz
zalimler Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlar. Senden önce nice
peygamberler yalanlandı ve kendilerine yardımcımız gelene kadar yalanlamalarına
ve sıkıştırılmalarına katlandılar..." (En'âm:
6/32-34).
AÇIKLAMA:
Bu rivayet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ahlâken üstünlüğünü te'yid
eden rivayetlerdendir. Çocukluğundan itibaren muhitinde öylesine bir yüce ahlâk
örneği vermiştir ki, herkes onu "Muhammedü'l-Emin" diye bilmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) kâmil seviyedeki üstün ahlâkında o kadar sâbit kadem olmuş, öylesine
tavizsiz, inhirafsız devam etmiş ki, İslâm davasına girmezden önce zihinlerde
hâsıl olan kanaat bilâhare hiç sarsılmamıştır. Yukarıda Ebu Cehil'den kaydedilen
söz bunun en güzel, en mukni vesikasıdır. Çünkü Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın bilinen en azılı düşmanı Ebu Cehil olmuştur. Bir Arap atasözü
"Gerçek fazilet düşmanın da itiraf ettiği fazilettir" der.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın risâlet hayatında, en ziyade müessir olan
âmillerden birinin bu beşerî ve ahlâkî kemâli olduğunu belirtmek isteriz.
Getirdiği risalet ve vahdaniyet davasının ilk mukni delili de bu olmuştur.
Rivayetlerin te'yid ettiği üzere, ilk vahye mazhar olduğu gün büyük bir heyecan
ve hatta "kâhin mi oluyorum, şair mi oluyorum?" diye korkuya düşen Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ı Hz. Hatice (radıyallahu anhâ) teskin ve teselli
ederken ahlâkî vasıflarını hatırlatmıştır. "Korkma, Allah'a kasem olsun, Allah
seni asla rüsvay etmez, çünkü sen sıla-ı rahmi ihmâl etmezsin, acizin işini
görür, fakirin yerine kazanıverir, misafire ikram eder, hak yolunda musibete
uğrayanlara yardım edersin" der. Böylece anlıyoruz ki, Risâlet-i Muhammediye'nin
hakkaniyeti hususunda ilk ikna olan Hz. Hatice'nin yegâne delili, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın kemal mertebesindeki ahlâkıdır, beşeriyetidir. Hz.
Hatice (radıyallahu anhâ) Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı teskin ve iknada
aynı delilleri kullanmıştır.
Risaleti alenî olarak tebliğ emrini aldığı zaman (Şuara: 26/214) Safa tepesine
topladığı yakınlarına hitab ederken söze:
-
"Size düşmandan haber versem bana inanır mısın?" diye başlamış, cemaatten:
-
"Evet inanırız, çünkü sen Muhammedü'l-Emin'sin, yalan söylemezsin.." meâlinde
te'yid aldıktan sonra risaletiyle ilgili beyanatta bulunmuştur.
Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Kur'an tarafından te'yid edilecek olan
(Kalem: 68/4) Kemal derecesindeki beşerî ahlâkı, davasında hak ve sâdık olduğu
hususunda ilk yıllara ait bir delil olmayıp, günümüze kadar müessiriyetini
muhafaza eden mühim delillerden biridir.
ـ2ـ وعن سعد بن أبى وقاص
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كُنَّا مَعَ رسولِ اللّه # سِتَّةَ نَفَرٍ؛ فقالَ لهُ
الْمُشْرِكُونَ: اطْرُدْ هؤُŒءِ َ يَجْتَرِئُونَ عَلَيْنَا. قَالَ: وَكُنْتُ أنَا
وابنُ مَسْعُودٍ، وَرَجلٌ منْ هُذَيْلِ، وَبَِلٌ، وَرَجَُنِ لَسْتُ
أسَمِّيهِمَا؛ فَوَقَعَ في
نَفْسِ رسولِ اللّهِ # مَا شَاءَ اللّهُ أنْ يَقَعَ؛ فَحَدَّثَ نَفْسَهُ. فأنزل
اللّهُ تعالى: وََ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ
وَالْعَشِىِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ اŒية[. أخرجه مسلم .
2. (599)-
Sa'd İbnu Ebî Vakkas anlatıyor: "Biz altı kişi Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) ile birlikte oturuyorduk. Müşrikler ona:
"Şunları huzurundan kov, bizimle sohbete cür'et etmesinler" dediler.
Sa'd devamla diyor ki, orada ben vardım, İbnu Mes'ud, Hüzeyl kabilesinden bir
kişi, Bilal ve ismini hatırlayamadığım iki kişi daha varlardı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın içine Allah'ın dilediği birşeyler
düşmüştü. Kendi kendine içinden mırıldandı. Bunun üzerine Cenâb-ı Hakk şu âyeti
inzal buyurdu:
"Sabah akşam Rabblerinin rızasını isteyerek O'na
yalvaranları kovma. Onların hesabından sana bir sorumluluk yoktur, senin
hesabından da onlara bir sorumluluk yoktur ki onları kovarak zulmedenlerden
olasın" (En'âm: 6/52)
AÇIKLAMA:
Mekkeli müşriklerin Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a itirazlarının
sebepleri araştırılacak olsa, başta gelen hususlardan biri olarak, onlardaki
tekebbür duygusu karşımıza çıkacaktır. Yani, son derece hiyerarşize olmuş Mekke
sosyetesinde içtimâî tabakalaşmanın tepesinde asiller, zenginler vardı. Bunlar
fakirleri, köleleri, âzadlıları, yabancıları hakir görürlerdi. Onlarla
beraberliğe, sohbete tahammülleri yoktu.
İslâm ise herkesi kardeş yapmıştı: "İnananlar kardeştir" (Hucurât: 49/10)
diyordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın etrafını ilk saranlar büyük
çoğunluğu ile bu cebâbire ve bu zengin takımı tarafından horlanan, ezilen
köleler, fakirler, kimsesizler idi. Para ve makamlarına mağrur kimseler bunlarla
eşitliğe, kardeşliğe yanaşmıyorlar, sohbet meclisinde beraberliği bile ar
telakki ediyorlar, zül addediyorlardı. Abese suresinde daha belirgin olarak
görüldüğü üzere Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bile, Kureyş ulularının bu
mütemâdi ve ağır baskıları karşısında onları İslâm'a kazanma ümid ve
gayretiyle, zaman zaman tereddüde düşebiliyordu. İşte bu âyet dahi söylediğimiz
hususa şehâdet olan Kur'ânî delillerden biri olmaktadır.
Kur'ân-ı Kerim'in, dini öğrenmek üzere gelen, Allah ve Resulü'nün sevgisiyle
kaynaşıp birleşen insanlar arasında ayırım yapmayı "zulüm" olarak
vasıflandırması, düşünülmesi gereken bir başka husustur.
ـ3ـ وعن سعد أيضاً رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ: ]قالَ في هذهِ اŒية؛ قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أنْ يَبْعَثَ
عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ أوْ مِنْ تَحْتِ أرْجُلِكُمْ. قالَ: فقالَ
رسولُ اللّهِ #: إنَّهَا كَائِنَةٌ وَلَمْ يَأتِ تَأوِيلُهَا بَعْدَ[. أخرجه
الترمذى.والمراد بالتأويل هنا: الوجود والوقوع، التفسير ونحوه .
3. (600)-
Yine Sa'd İbnu Ebi Vakkas (radıyallahu anh) "(Ey Muhammed! De ki: "Üstünüzden
ve altınızdan size azab göndermeye, sizi fırka fırka yapıp kiminize kiminizin
hıncını tattırmaya kâdir olan O'dur. Anlasınlar diye âyetleri nasıl yerli
yerince açıkladığımıza bak" (En'âm: 6/65) âyeti hakkında Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Haber verilen bu durum ilerde olacaktır, henüz
olmuş değildir."
AÇIKLAMA:
Ayette geçen "üstünüzden..." tabiriyle "gökten taş yağdırma", "altınızdan.."
tâbiriyle hasf denilen "yerin yarılması" kastedilmektedir. Bunlar azan
milletlere geçmişte verilen cezalardandır. Ayet-i kerime, bu ümmete de azdığı
takdirde aynı belâların gelebileceğini haber vermektedir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) da âyette temas edilen durumların istikbalde geleceğini
ihbar etmektedir.
Bu rivâyet, taş yağması ve yer yarılması (hasf) cezalarının Muhammed ümmetinden
kaldırıldığını haber veren başka rivayetlerle teâruza düşmektedir. Şöyle ki:
İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'ın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan
rivayetine göre şöyle buyurmuşlardır:
"Ümmetimden dört şeyi kaldırması için Allah'a dua
ettim. Rabb Teâla bunlardan ikisini kaldırdı, diğer ikisini kaldırmadı. Ben
ümmetimden gökten taş yağması, yerin yarılması, aralarında ayrılıklara düşüp
parçalanmaları, birbirlerinden sıkıntı azabı çekmeleri şeklinde gelebilecek
cezaların kaldırılmasını dilemiştim. Allah taş yağma ve yer yarılma cezalarını
kaldırdı, diğer ikisini kaldırmaktan imtina etti."
Ayette ifade edilen ilk iki cezanın da gelebileceği ihtimali ile bu hadiste
kaldırılmış olduğunun beyanı nasıl uzlaştırılabilir?
Şârihlere göre şöyle bir te'vil mümkündür: İbnu Abbas (radıyallahu anh)'dan
nakledilen hadiste belirtilen dua muayyen bir zamanla sınırlandırılabilir. Yani
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ilk muhatapları olan Ashâb devriyle veya
onları tâkip edecek olan faziletli insanların (selef) asırlarıyla kayıtlamak
mümkündür. Nitekim o devirlerde mezkûr iki ceza gelmemiştir. Ancak sonraki
asırlarda vuku'u caizdir, hadise muhalefet etmez.
Şu tarz bir te'lif de câizdir: Bu cezalar bütün ümmete şâmil olmayacaktır.
Zamanla kayıtlı olmaksızın, bazı ferdlerin başına bu cezaların geleceği haber
verilmiştir, tıpkı kâfir düşmanın ve umumi kıtlık yıllarının musallat
edileceğinin bildirilmesi gibi: Müslim'de Sevbân (radıyallahu anh)'dan rivayet
edildiğine göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
"Allah bana arzın doğusunu batısına dürerek
gösterdi. Ümmetimin hakimiyeti bana dürülmüş olan yerlere kadar ulaşacak. Bana
kızıl (altın) veya beyaz (gümüş) iki hazine verildi. Ben Rabbimden ümmetimi
kıtlıkla helak etmemesini ve kendilerinden başka düşmanın tasallutuna uğrayarak
ortadan kaldırmamalarını taleb ettim. Rabbim dedi ki: "Ey Muhammed, ben bir şeye
hükmettim mi artık o geri çevrilmez. Ben ümmetinden umumi bir kıtlıkla helak
olmayı kaldırdım, kendilerinden başka bir düşmanın tasallutuyla yok edilmelerini
de kaldırdım..."
Şu halde bu hadis mevziî şekilde kıtlıkların, mahallî olarak düşman
istilalarının olacağını ifade eder, ama toptan helak olmak söz konusu değil.
Öyle ise ayetle hadis arasında teâruz yoktur, âyet kısmı belaları kastedmiş
olabilir, hadis de zaten kısmî belaların değil, umumi belaların gelmeyeceğini
haber veriyor.
ـ4ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ # لمّا نَزَلتْ: قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلَى أنْ
يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَاباً مِنْ فَوْقِكُمْ. قالَ: أعُوذُ بِوَجْهِكَ. أوْ مِنْ
تَحْتِ أرْجُلِكُمْ. قَالَ:
أعُوذُ بِوَجْهِكَ؛ فَلَمَّا نَزَلتْ: أوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعاً وَيُذِيقَ
بَعْضَكُمْ بَأسَ بَعْضٍ. قالَ هَاتَانِ أهْوَنُ أوْ أيْسَرُ[. أخرجه البخارى
والترمذى .
4. (601)-
Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Ey Muhammed!) De ki: üstünüzden ve
altınızdan size azab göndermeye kâdir olan O'dur..." âyeti indiği esnâda
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "...üstünüzden" ibaresinden sonra:
"Ya Rabbi sana sığınırım" dedi. Ne zaman ayetin devamı olan: "... Sizi
fırka fırka yapıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya kâdir olan O'dur"
kısmı nâzil olunca: "Bu iki azab daha hafif, (telafisi) daha kolay"
buyurdu."
ـ5ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ قالَ: ]لَمَّا نَزَلت؛ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا
إيمَانَهُمْ بِظلْمٍ شَقَّ ذلِكَ عَلَى الْمُسْلِمِينَ وَقَالُوا: أيُّنَا َ
يَظْلِمُ نَفْسَهُ فقَالَ رسول اللّه #: لَيْسَ ذَلِكَ إنَّمَا هُوَ الشِّرْكَ.
ألمْ تَسْمَعُوا قَوْلَ لُقْمَانَ ‘بْنِهِ: يَا بُنَىَّ تُشْرِكْ بِاللّهِ إنَّ
الشِّرْكَ لَظُلْمٌ عَظِيمٌ[. أخرجه الشيخان والترمذى .
5. (602)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "İmân edenler, bununla berâber
imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte (ancak) onlardır ki korkudan
emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir"
(En'âm: 6/82) âyeti indiği zaman, bu ayet Müslümanlara çok ağır geldi ve:
"Hangimiz nefsine zulmetmiyor? (mahvolduk)" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm):
"Hayır, burada kastedilen o değil, şirktir.
Lokman'ın oğluna olan şu sözünü işitmediniz mi?: "Oğulcuğum, Allah'a şirk koşma,
zira şirk büyük zulümdür" (Lokman:
31/13).
ـ6ـ وعن ابن عباس رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما قال: ]أتَى نَاسٌ إلى رسول اللّه # فقَالُوا يَا رسُولَ اللّهِ:
إنَّا نأكُلُ مَا نَقْتُلُ وََ نَأكُلُ مَا يَقْتُلُ اللّهُ تعالى. فأنزل اللّهُ
تعالى: فَكُلوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ إنْ كُنْتُمْ بِآيَاتِهِ
مُؤْمِنِينَ. إلى
قوله: وَإنْ أطَعْتُمُوهُمْ
إنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ[. أخرجه أصحاب السنن .
6. (603)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Bir grup insan Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelerek:
"Ey Allah'ın Resulü biz kendi öldürdüğümüzü yiyor,
fakat Allah'ın öldürdüğünü yemiyoruz (bu nasıl iş?)"
dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi:
"Allah'ın ayetlerine inanıyorsanız, üzerine
Allah'ın adı anılmış olan şeyden yiyin. Size ne oluyor ki, Allah size darda
kalmanızın dışında, haram olanları genişçe anlatmışken adının üzerine anıldığı
şeyden yemiyorsunuz? Doğrusu çoğunluk, hevâ ve heveslerine uyarak, bilmeden
sapıtıyorlar. Aşırı gidenleri en iyi bilen Rabbindir. Günahın açığını da
gizlisini de bırakın. Günah kazananlar, kazandıklarına karşılık şüphesiz ceza
göreceklerdir. Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin.
Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır. Doğrusu şeytanlar sizinle tartışmaları
için dostlarına fısıldarlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz müşrik
olursunuz" (En'âm: 6/118-122).
AÇIKLAMA:
Ebu Dâvud'un rivayetinde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelip soru
soranların bir kısım Yahudi olduğu tasrih edilir. Sorunun bir müşkili çözmek,
bir bilgi elde etmekten ziyade, muğalata için sorulduğu hemen hissedilmektedir.
Çünkü İslâm dininin meyteyi, yani kendiliğinden ölen hayvanı haram etmesi,
hayvanın yenmesi için "besmele ile kesilmiş olma" şartını koyması ile (Mâide:
5/3) alakalı bir sorudur. "Allah'ın kestiği" tabiriyle kendiliğinden ölen
"meyte" kastedilmektedir.
Hafız İbnu Kesir, tefsirinde hadisin Ebu Dâvud'da gelen vechini kaydettikten
sonra rivayette yer alan "Yahudilerden bir grup" tâbirine itiraz eder ve üç
sebep zikrederek, burada bir yanlışlık, bir iltibas olabileceğini belirtir:
1-
Yahudiler meyteyi helal addetmezler ki, İslâm'ın bu emriyle mücadele etsinler.
2- Ayet
En'am suresine aittir. Bu sure ise Mekke'de nazil olmuştur (Orada Yahudi yoktu).
3- Bu
hadisin Tirmizî'de gelen vechinde "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a bir
grup insan gelerek..." denmektedir. Ayrıca Tirmizî hadisin hasen ve garib
olduğunu belirtir."
İbnu Kesir, Taberânî'nin İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'tan kaydettiği şu
hadisi zikreder: "Üzerine Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanı
yemeyin. Bunu yapmak Allah'ın yolundan çıkmaktır..." (En'am 6/121) ayeti
nazil olduğu zaman, İranlılar, Kureyş'e (bir heyet) göndererek: "Muhammed'e bu
hususta karşı çıkın ve deyin ki: "Sen, kendi elindeki bıçakla kestiğine helal
diyorsun da Allahu Zülcelâl Hazretleri'nin altun kılıçla kestiğine -yani
meyteye- haram diyorsun, (olur mu böyle şey!)". Bu itiraz üzerine şu âyet indi:
"Doğrusu şeytanlar, sizinle tartışmaları için dostlarına fısıldarlar, eğer
onlara itaat ederseniz şüphesiz ki müşrik olursunuz" (En'âm: 6/121).
Yâni: İranlı şeytanlar, Kureyşli dostlarına fısıldarlar" demektir.
İbnu Kesir şunu ilâve eder: "Taberî, muhtelif tarikten bu hadisi İbnu Abbas
rivayeti olarak kaydeder, hiçbirinde Yahudiler zikredilmez. İşte bu rivayet
mahfuzdur (sıhhatce daha üstün), çünkü âyet Mekkîdir, Yahudiler de meyteyi
sevmezler."
ـ7ـ وفي رواية ‘بى داود في
قوله تعالى: ]وَإنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إلَى أوْلِيَائِهِمْ
لِيُجَادِلُوكُمْ. قالَ يَقُولُونَ مَا ذَبحَ اللّهُ: يَعْنُونَ الْمَيْتََةَ لِمَ
َ تأكُلونَهُ؟ فأنْزَلَ اللّهُ تعالى: وَإنْ أطَعْتُمُوهُمْ إنَّكُمْ
لَمُشْرِكُونَ. ثُمَّ نزلَ: وََ تَأكُلُوا مِما لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّهِ
عَلَيْهِ[ .
7. (604)-
Ebu Dâvud'un bir rivayetinde: "...Doğrusu şeytanlar, sizinle tartışmaları
için dostlarına fısıldarlar..." (En'âm: 6/121) âyetiyle ilgili olarak, İbnu
Abbas şu açıklamayı yapar: Yani "Allah'ın öldürdüğü" diyerek meyteyi
(kesilmeksizin, kendiliğinden ölen hayvanı) kastederek: "Onu niye yemiyorsunuz?
derler." İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hakk: "Eğer onlara itaat ederseniz,
şüphesiz siz müşrik olursunuz" âyetini indirdi. Bundan sonra da: "Üzerine
Allah'ın adının anılmadığı kesilmiş hayvanları yemeyin..." ayeti indi."
ـ8ـ وله في أخرى: ]فَكُلُوا
مِما ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ علَيْهِ؛ وََ تَأكُلُوا مِمَّا لَمْ يُذْكرِ اسْمُ اللّهِ
عَلَيْهِ. فَنُسِخَ، وَاسْتَثْنَى مِنْ ذلكَ فقَالَ: وَطَعَامُ الَّذِينَ أوتُوا
الْكِتَابَ حِلٌّ لَكُمْ وَطَعَامُكُمْ حِلٌّ لَهُمْ[ .
8. (605)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın bir diğer rivayetinde şöyle buyrulur:
"Üzerine Allah'ın ismi zikredilen (hayvan etinden) yiyin" (En'âm: 6/118).
"Üzerine Allah'ın ismi zikredilmeyenden yemeyin" (En'âm: 6/121) emri
neshedilip, ehl-i kitabın kestiği, yasaktan istisna edilerek şöyle dendi:
"...Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir..."
(Maide: 5/5)
AÇIKLAMA:
Yukarıda kaydedilen ayette geçen "kitap verilenlerin yemeği" tabirinden maksad
Beyhakî'nin Sünen'de İbnu Abbâs'tan kaydedilen açıklamaya göre, onların
kestikleri hayvandır. Bu vesile ile şarihler Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'tan şu hadisi de kaydederler:
"Biz ehl-i kitabın kadınıyla evlenebiliriz, ancak
onlar bizim kadınlarımızla evlenemezler."
Bir rivayette de Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuştur:
"Yahudi ve Hıristiyanların teâmı, Tevrat ve
İncil'e inandıkları için bize helaldir."
Yahudi ve Hıristiyanlar hayvanlarını Allah'tan başka bir şeye kestiklerine
inanmadıkları, bir de keserken Allah'tan başka birinin ismini anmadıkları için,
kestiklerinin yenebileceği hususunda İslâm uleması ittifak ederler. Onların
Allah hakkında, Allah'ın münezzeh olduğu şeylere itikad etmeleri kestiklerinin
yenmesine mâni değildir. Yahudi ve Hıristiyan dışındaki müşriklerin kestikleri,
keserken Allah'ın ismini zikretmedikleri için, yenmeleri helal değildir.
ـ9ـ وعند النسائى قال:
]خَاصَمَهُمُ الْمُشْرِكُونَ فَقَالُوا مَاذَبحَ اللّهُ َ تَأكُلُونَهُ، وَمَا
ذَبَحْتُمْ أنْتُمْ أكَلْتُمُوهُ[ .
9. (606)-
Nesâî'den gelen rivayette İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) Cenâb-ı Hakk'ın
"Üzerine Allah'ın isminin zikredilmediği (kesilmiş hayvan eti)nden yemeyin"
âyeti ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmaktadır: "Müşrikler, bu meselede
müminlerle ihtilâf ederek (alayvârî) şöyle dediler: "Allah'ın kestiğini
yemiyorsunuz, fakat kendi kestiğinizi yiyorsunuz."
AÇIKLAMA:
İnsanlığın eskiden beri te'yid ettiği bir husus var: Kişinin aldığı gıda, ona
maddî ve mânevî bir kısım te'sirlerde bulunmaktadır. Bütün insanlarda müştereken
mevcut olan bu inancı günlük müşâhedelerimiz te'yid ettiği gibi, ilmî
araştırmalara dayanan günümüz tıbbı da teyid eder.
Yukarıda kaydedilen ayetlerden anlaşılacağı üzere İslâm dini de mensuplarının
gıdası üzerinde hassasiyetle durmuş, "temiz" olanların, helâl olanların
yenmesini emretmiş, haram olan, yenmemesi gereken gıda maddelerini ayrı ayrı
belirtmeye bilhassa ehemmiyet vermiştir. Böylece İslâm dini de, aldığı gıdaların
insana, maddî-manevî her yönden te'sir ettiğini kabul etmiş olmaktadır.
Yeri geldikçe teferruatlı bilgi vereceğimiz gıda bahsinin konumuzla ilgili kısmı
şudur: Mü'min gıdasını helâl kılınan şeylerden seçmekle kalmayacak,
hazırlanmasında da muayyen âdaba riâyet edecektir. Bunlardan biri, hayvanların
kesiminde tesmiyedir. Yâni, hayvan keserken Allah'ı zikretmek. Dinimiz
vurularak, süsülerek, düşerek, boğularak veya kendiliğinden ölen hayvanların
yenmesini haram etmekle kalmaz, kesimin Müslüman tarafından yapılmasını, bilerek
tesmiyenin terkedilmemesini emreder.
Müşrik veya dinsiz kimsenin kestiği hayvanın haram olması umumi prensiptir.
Yukarda kaydedilen âyet Ehl-i Kitab'ı istisna eder. Onlar da, kesimde,
Müslümanlarınkine yakın âdaba riayet ettikleri için onlar betahsis zikredilerek
istisna edilmişlerdir.
Günümüzde Hıristiyan âlemi kesiminde değişik metodlara başvurduğu, hayvanı
kesmezden önce elektrik şokuna tâbi tutarak bayılttıktan sonra kestiği için,
onların etinin yenip yenmeyeceği bir problem olarak ortaya çıkmıştır. Bilhassa
Avrupa'da çalışan Müslüman işçiler ve tahsil yapan talebeler bu konuda sıkıntı
çekmektedirler. Mesele karşısında müsbet veya menfi kanaat izhâr edenlere
rastlamak mümkündür. Ciddi araştırmaya dayandırılmadan "yenebilir" fetvasının
mahzurlu olacağı açıktır. Herşeyden önce şüpheli şeylerden kaçmak, ihtiyatlı
davranmak temel prensiplerimizden biridir. Bu meselede ise -şu veya bu şekilde
fetva veren çıksa bile- şüphenin izâlesi mümkün değildir. O halde mü'min
vicdanları rahatlatacak en geçerli yol; problemi, İslâmî kesimi mümkün kılacak
istikamette çözmektedir. Nitekim cemaatleşen ve teşkilatlanan Müslümanlar, Batı
devletlerinde umumi manada olmasa bile mahallî ve mevziî olarak bu meseleyi yer
yer çözmüşler, Müslüman kasaplara, mezbahalara kavuşmuşlardır.
Söylemek istediğimiz şudur: Mü'min, gıdasını te'min ederken gâfilâne hareket
etmemelidir. Maddî temizliği yanında mânevî temizliğine de hassasiyet
göstermelidir. Aksi takdirde "gıdamı alıyorum" diye eline her geçeni hayvan gibi
yutarsa, ibadetinden zevk alamaz, hayır göremez, çünkü kabul edilmez.
İbadetlerimizin kabule mazhar olmasının öncelikle aldığımız gıdalara bağlı
olduğunu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Sa'd (radıyallahu anh)'a
yaptığı şu tavsiye vesilesiyle beyan etmiştir:
"Ey Sa'd, daima temiz ye, duası müstecab kimse
olursun. Muhammed'in nefsini elinde tutan (Allah)a yemin ederim ki, kişi karnına
haram lokma atınca ondan kırk gün (hiçbir ibadet ve dua) kabul edilmez. Hangi
kulun eti zulüm ve fâiz(den gelen gıdalar) ile teşekkül ederse onun için ateş
elzem olur."
Şeriatımızın, gerek cins, gerek kazanç, gerek hazırlanma yönleriyle yasakladığı
her gıdanın kirli ve haram olduğunu unutmayalım.
ـ10ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ قال: ]إذَا سَرَّكَ أنْ تَعْلَمَ جَهْلَ الْعَرَبِ فاقْرَأْ مَافَوْقَ
الثََّثِينَ وَالْمِائَةِ مِنْ سُورَةِ ا‘نْعَامِ: قَدْ خَسِرَ الَّذِينَ قَتَلُوا
أوَْدَهُمْ سَفَهاً بِغَيْرِ عِلْمٍ إلى قولِهِ قَدْْ ضَلُّوا وَمَا كَانُوا
مُهْتَدِينَ[. أخرجه البخارى .
10. (607-
İbnu Abbas (radiyallahu anhuma) anlatıyor: "Arab'ın (cahiliye devrindeki)
cehâletini öğrenmek seni memnun ederse En'âm suresinin 130'lu âyetten sonra
gelen şu âyetini oku: "Beyinsizlikleri yüzünden, körü körüne çocuklarını
öldürenler ve Allah'ın kendilerine verdiği nimetleri -Allah'a iftira ederek-
haram sayanlar mahvolmuşlardır; onlar sapıtmışlardır, zâten doğru yolda da
değillerdi" (En'âm: 6/140)
AÇIKLAMA:
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) hazretleri burada câhiliye devri Araplarının
belli başlı vasıflarından iki tanesini nazar-ı dikkatlere arzediyor: 1-
Çocuk öldürme vak'ası, 2- Allah'ın nimetlerini haram addetme hâdisesi.
Cahiliye devrinde çocuk öldürme âdeti çok yaygındı. Bunun vüs'atini anlamak için
iki rakam vereceğiz: Kays İbnu Asım (radıyallahu anh) Müslüman olduktan sonra
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek kendi kızlarından 12 tanesini
elleriye diri diri gömdüğünü itirafla tevbe olup olmadığını sormuştur. İkinci
rakam Sa'sa'a İbnu Nâciye (radıyallahu anh) ile ilgili. Bu zat da Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek müşrik iken diri diri toprağa gömülecek
çocuklardan 360 tânesini parayla satın alarak ölümden kurtardığını, bu amelinin
âhirette mükâfaatı olup olmayacağını sorar.
Kur'ân-ı Kerîm, pek çok âyetinde çocuk öldürme geleneği üzerinde durmuştur:
En'am: 6/137, 151; İsra: 17/31; Saff: 61/12; Tekvir: 81/8-9.
Ayetler tetkik edildiği zaman kız çocuklarının ar duygusuyla gömüldüğünü, hem
kız ve hem de erkek çocuklarının açlık korkusuyla öldürüldükleri görülür.
"Açlık korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, onları da, sizi de rızıklandıran
biziz" (İsra: 17/31) mealindeki âyet daha müreffeh hayat sürmek için çocuk
aldıranlara da bir ihtar, bir irşad olmalıdır.
Dinimiz haram olanları helal addetmeyi yasakladığı gibi, birçok âyetinde de
helal olanları haram addetmeyi yasaklamıştır. Bu cümleden olarak Tahrim suresi
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bir vesile ile çok sevdiği "bal"ı yememek
üzere yemin edince "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını gözeterek, Allah'ın sana
helal kıldığı şeyi niçin kendine yasak ediyorsun?" diye, te'dib edici bir
üslubla nazil olmuştur. (Tahrim: 66/1). Şu ayetler de Allah'ın helal kıldığı
şeyleri haram edenlerle ilgilidir. En'âm: 6/140, 150; A'raf: 7/32; Maide: 5/37.
ـ11ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ: ]قالَ مَنْ سَرَّهُ أنْ يَنْظُرَ إلى الصَّحِيفَةِ الَّتِى
عَلَيْهَا خَاتَمُ مُحَمّدٍ #: فَلْيَقْرأ هَؤَُءِ اŒيَاتِ قُلْ تَعَالَوْا أتْلُ
مَا حَرَّمَ رَبُّكُمْ عَلَيْكُمْ إلَى قولهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ[. أخرجه
الترمذى .
11. (608)-
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) buyurmuşlardır: "Kim üzerinde Muhammed
(aleyhissalâtu vesselâm)'in mührü bulunan sahifeyi görmek isterse şu âyetleri
okusun:
"De ki: "Gelin size Rabbinizin haram kıldığı
şeyleri söyleyeyim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın.
Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin" -sizin ve onların rızkını veren
biziz- "Gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah'ın haram kıldığı cana
haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır. Yetim
malına, erginlik çağına erişene kadar en iyi şeklin dışında yaklaşmayın; ölçüyü
ve tartıyı doğru yapın. Biz kimseye ancak gücünün yeteceği kadar yükleriz.
Konuştuğunuz vakit -akraba bile olsa- sözünüzde âdil olun. Allah'ın ahdini
yerine getirin. Allah size bunları öğüt almanız için buyurmaktadır"
(En'âm: 6/151-153)
AÇIKLAMA:
"Mühürlü sahife" tabiriyle râvi işâret ettiği âyetlerin muhkem olup mensuh
olmadığına dikkat çekmek istemiştir. Hatta İbnu Abbas bu âyetlerin önceki
dinlerde de neshedilmediğini söyler: "Bu âyetler bütün kitaplarda muhkemdirler.
Onları hiçbir şey neshetmemiştir. Bunlar, insanların hepsine haramdır. Ve bunlar
Ümmül-Kitaptır (Kitabın anası, muhkemât), kim bu âyetlerle amel ederse cennete
girer" der.
Kaydedilen ayette, ergenlik çağı tabiri geçmektedir. Bunun Kur'ânî aslı eşüd
kelimesidir. Eşüd lügat açısından kuvvet mânasına gelen şiddet kelimesinin
cem'idir. 18-31 yaş arasını ifade eder. Müfessirler eşüd'le 20 yaşın, 30 yaşın,
33 yaşın kastedilmiş olduğu hususunda ihtilaf ederler. Hâzin: "Bu rakamlar
eşüd'ün nihâî hududunu ifâde eder, başlangıç hududunu değil. Ayette ise
kastedilen başlangıç hudududur, o da rüşd'ün görülmesine tesadüf eden bülûğun
başlangıcıdır" der ve ayette muhtar görüşün bu olduğunu belirtir.
ـ12ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #: ثََثٌ إذَا خَرَجْنَ: لَمْ يَنْفَعْ
نَفْساً إيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِنْ قَبْلُ؛ طُلُوعُ الشَّمْسِ مِنْ
مَغْرِبِهَا، وَالدَّجَّالُ، وَدَابَّةُ ا‘رْضِ[. أخرجه مسلم والترمذى.. أخرجه
الترمذى .
12. (609)-
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki:
"Kıyametin üç alâmeti vardır, onlar zuhur edince,
"Daha önce inanmamış olanların artık inanmaları da onlara fayda vermez" (En'âm:
6/158) Güneşin battığı yerden doğması, Deccâl, Dâbbetu'l-arz."
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) En'âm suresinin 158'inci ayetinde geçen
"...Rabbinin bir takım mucizeleri geldiği gün, bir kimse daha önce inanmamışsa
veya imânıyla bir iyilik kazanmamışsa, imanı ona fayda vermez..." ibâresinde
zikredilen "mucizeler"le, kıyamet alâmetleri olarak zûhur edeceği bildirilen
güneşin batıdan doğması, Deccâl ve Dabbetu'l-arz'ın çıkması hâdiselerinin
kastedildiğini belirtmektedir.
Kıyametin büyük alâmetleri arasında zikredilen bu üç şey hakkında gerekli
malumatı kıyametle ilgili bölümde (5004 hadisten sonra) açıklayacağız.
ـ13ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ عنِ النَّبِىّ # في قوله تعالى: ]أوْ يَأتِىَ بَعْضُ آياتِ رَبِّكَ.
قالَ طُلُوعُ الشَّمْسِ مِنْ مَغْرِبِهَا[. أخرجه الترمذى .
13. (610)-
Ebu Sa'id (radıyallahu anh) "Onlar kendilerine... Rablerinden birtakım
delillerin gelmesini mi bekliyorlar. Rabbinin birtakım mucizeleri geldiği gün,
bir kimse daha önce inanmamışsa veya imanıyla bir iyilik kazanmamışsa imanı ona
fayda vermez.." (En'âm: 6/158) âyetinde geçen "Rabblerinden birtakım
deliller" ile "güneşin battığı yerden doğması" kastedilmiştir demiştir.