Aslında bu bahsi, itaatle ilgili önceki bahisten tamamen ayırmak gerekmez, onun
mütemmim bir parçasıdır. Zira, "İmam", kelime olarak, hem namaz kıldıranın, hem
de devlet reisinin müşterek adıdır. Hem imam, bir bakıma, devlet reisine
niyabeten vazife yapar. Bu durum cum'a namazlarında pek vâzıhtır. Bu sebeple
cum'anın şartlarından biri, resmî izindir.
İmamda aranan şartları; İslâm uleması, hadislere dayanarak şöyle tesbit
etmiştir: İslâm, büluğ, akl, zükûret (erkek olmak), kıraat, özürlerden selâmet.
Öyle ise bu şartları câmi olanlar imam olabilirler. Şüphesiz, cemaat arasında,
bu şartları taşıyanlardan efdâl olanı, yani başka tâli vasıflarla temâyüz edeni
imamlığa elyaktır ve tercih edilir. Sırayla âlim olmak, kıraati güzel olmak,
muttaki olmak, yaşça büyük olmak; ahlâken üstün olmak, nesebce, sesce, kılık
kıyafetçe, nezâfetçe güzel olmak gibi başka vasıflar da sayılmıştır. Bunlar
gerekli, vâcib şartlar değildir, sıfatlarda eşitlik hâlinde tercih âmilleridir.
Ev sâhibi veya bir mahallin vazifeli imamı, bu vasıfları taşımasa bile tercih
olunur.
Şu halde, hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın koyduğu esasa göre,
tercih ettirici sıfatları taşıyan elyâk bir kimse olmadıkça kebâir işlemiş de
olsa fâsıkın arkasında namaz kılınacak, cemaat teşkil edilecektir. Meseleye
temas eden âlimler, selefin de böyle yaptığını söylerler ve İbnu Ömer ve Enes (radıyallahu
anhümâ) gibi Ashab'ın büyüklerinin Haccâc'ın arkasında namaz kıldıklarını
belirtirler.
Şu hususu da belirtelim ki, Aliyyu'l-Kârî, sadedinde olduğumuz hadisi
açıklarken, buradaki vücubun cevâz mânasında anlaşıldığını yani fâsık ve hatta
ehl-i bid'anın arkasında namaz kılmanın cevâzına delalet ettiğini belirtir.
Cevâz esas ise de Hanefilere göre mekruhtur. İmâm Mâlik ve İmâm Muhammed ise hiç
câiz olamayacağı kanaatindedir.
ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: جَاهِدُوا
الْمُشْرِكِينَ بِأمْوَالِكُمْ وَأنْفُسِكُمْ وَألْسِنَتكُمْ[. أخرجه أبو داود
والنسائى.
2. (1027)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki:
"Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin." [Ebu
Dâvud, Cihâd 18, 2504); Nesâî,Cihâd 1, (6, 7).]
AÇIKLAMA:
1-
Müşriklerle bizzat karşılaşarak cihad yapmanın vâcib olduğuna dair hadiste
delil bulunduğunu âlimler belirtir. Bu vecibe, kendine bedel bir başkasını
göndermekle ücretle birisini tutmakla kişinin uhdesinden düşmez. Keza hadiste
Allah yolunda harcamak suretiyle de cihada iştirak vacibtir. Bu vecibe, daha
ziyade parası olanlarla ilgilidir. Ancak emri yerine getirmek için fazla
çalışarak para kazanıp, cihad maksadıyla harcamaya teşvik mevcuttur. Ashâb'tan
fakir olanların, Allah yolunda nakdî harcamada bulunabilmek için hususî gayret
göstererek para kazanıp sonra harcadıklarına örnekler var. Cihad maksadıyla
yapılacak harcama silah, yiyecek, giyecek, binek veya başka levâzım için
yapılabilir.
2- Lisanla yapılan cihada gelince, Münzirî, bundan düşmanı hicvetmeyi
anlamıştır. Delil olarak da Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Hz. Ömer
(radıyallahu anh)'e yaptığı bir müdâhaleyi gösterir. Umretu'l-Kaza sırasında
şâir sahâbilerden Abdullah İbnu Revâha (radıyallahu anh)'nın Resûlullah'ın
huzurunda Kureyş'i hicveder mahiyette şiir okumasını Hz. Ömer, hoş
karşılamayarak mâni olmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) müdâhale
ederek:
خَلَّ عَنْهُ يَا عُمَرُ فَلَهِىَ اَسْرَعُ فِيهِمْ مِنَ النَّبِلَّ
"Ey Ömer! Abdullah'ı serbest bırak, onun hicivleri Kureyş'e oktan daha çabuk,
daha çok tesir etmekte, yaralar açmaktadır." Hassân İbnu Sâbit için Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), aynı düşünce için müşrikleri hicvetmesi, onların şiir
yoluyla yaptıkları taarruzları cevaplaması için Mescid-i Nebevi'de müstakil bir
minber kurdurmuş idi.
Şüphesiz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), "Müşriklere karşı... dilinizle de
cihad edin" derken sadece onları hicvetmeyi kastedmemiştir. İlmî ve edebî nev'e
giren her çeşit telkin ve karşı telkin, tez ve antitez, propaganda ve karşı
propaganda, kelâmî hüccet ve cedel vs. hepsi dahildir.
Lisanla cihâdın mahiyeti zamana ve mekâna göre de farklılıklar arzedebilir.
Kısacası küffârın bu dalda başvurduğu metod ve teknikleri iyi bilip, onlara
aynıyla mukabele etmek gerekir.
Zamanımızda kitle yayın vasıtaları, kitap, mecmua, gazete, radyo, televizyon,
video, plak vs.; edebî nev'e giren roman, hikâye, masal, mizah, karikatür vs.
gibi insanların rağbet gösterdikleri her şeyin Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın irşadlarında geçen "dille cihâd"a dâhil olduğu kanaatindeyiz.
Dil, insanları içten ve gönülden fethedeceği için onun tesiri oktan daha
sür'atli ve daha kuvvetlidir.
ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عنهما ]أنَّ رسولَ اللّه # قالَ يَوْمَ الْفَتْحِ:
َ هِجْرَةَ بَعْدَ الْفَتْحِ. وَلكِنْ جِهَادٌ وَنِيَّةٌ، وَإذَا اسْتُنْفِرْتُمْ
فَانْفِرُوا[. أخرجه الخمسة .
3. (1028)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Mekke'nin fethi günü buyurdular ki:
"Artık bu fetihten sonra hicret yoktur. Fakat cihâd ve niyyet vardır. Öyleyse
askere çağrıldığınız zaman hemen silah altına koşun!" [Buharî, Cihâd 1, 27, 194,
Cizye 22, Hacc 43, Cezâu's-Sayd 10; Müslim, İmâret 85, (1353), Hacc 445, (1353);
Tirmizî, Siyer 33, (1590); Nesâî, Cihâd 15, (7, 146); Ebu Dâvud, Cihad 64,
(2480).
AÇIKLAMA:
Hadiste zikredilen "feth"den murad, Mekke'nin fethidir. Ulemânın açıkladığı
üzere, fetihden önce Müslüman olan herkese Medine'ye hicret etmek farz-ı ayn
idi. Çünkü, Medine'de Müslümanlar sayıca azdı, güçlenmeye muhtaç idiler.
Mekke'nin fethinden sonra, Arabistan müşrikleri kabileler hâlinde İslam'a
girdikleri için, artık sayı artmış, düşman tehlikesi de çok azalmış idi. Bu
durum Medine'ye hicret gereğini de ortadan kaldırmış idi. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm), fetihle birlikte hicreti yasakladı. Hicret şartı ile
biat etmek isteyenler bile oldu, ama müsâmaha göstermedi, bu kimselere:
"Fetihten sonra hicret yoktur, fakat cihâd ve niyet vardır..." diyordu.
Ancak, hicretin bir diğer sebebi daha var: Müslümanlara, dini sebebiyle eziyet.
Müşrikler, İslâm'a girenleri, dinlerinden çevirebilmek için akla gelebilen her
çeşit işkenceleri yapıyorlardı. İslâm'ı yaşayabilmek için o muhitin terki
gerekiyordu. Bu şartlarda olan Müslüman, yaşayabilmek için dininden taviz vermek
zorunda idi. İslâm dini, mensubuna, dinden taviz üzerine kurulacak bir hayat
düzenini tecviz etmez. Müslüman, mutlaka dinini yaşayabileceği evladını İslâm
üzere yetiştirebileceği bir muhit içerisinde yaşamak mecburiyetindedir. Böyle
bir muhite hicret etmek gerekir. İslâm ulemâsı bu çeşit hicretin kıyâmete kadar
bâki olduğu kanaatindedir. Delilleri de bâzı âyet ve hadislerdir: Bir âyet
şöyle: "Öz nefislerinin zâlimleri olarak canlarını alacağı kimselere melekler
derler ki: "Ne işte idiniz?" Onlar: "Biz yeryüzünde (dinin emirlerini
tatbikten) âciz kimselerdik" derler. Melekler de: "Allah'ın arzı geniş değil
miydi? Siz de oraya hicret edeydiniz ya!" derler. İşte onlar (böyle). Onların
barınakları cehennemdir. O ne kötü bir yerdir" (Nisa 97).
Bu âyetle aynı mealde bir hadis de şöyle:
أَنا بَرئٌ مِنْ كُلِّ مُسْلِمٍ يُقِيمُ بَيْنَ اَظْهُرِ الْمُشْرِكِينَ
"Ben müşrikler arasında yaşamaya devam eden her Müslümandan uzağım."
Şu halde hadisin mânası, İbnu Hacer'in de dediği gibi "Medine'ye hicret"
mânasında vatandan ayrılmak kalkmıştır, ama:
*
Cihad maksadıyla vatandan ayrılmak bâkidir.
*
İyi niyyetle yani küfür dünyasından kaçmak, ilim talebi için memleketi
terketmek, fitne sırasında dinini kurtarmak gibi maksadlarla vatanı terketmek
kıyamete kadar bâkidir.
Nevevî, bu hadise dayanarak, hicretin kalkmasıyla inkıtaya uğrayan hayır ve
sevabın "cihâd" ve "iyi niyet"le kazanılabileceğini söyler. Ebu Bekir
İbnu'l-Arabî, yasaklanan hicretin Medine'de bulunan Resûlullah'ın yanına
sağlığında yapılan hicret olduğunu, Resûlullah'tan sonra, nefsinden korkan
herkese hicret etme ruhsatının devam ettiğini söyler. Bu konu üzerine çok daha
geniş bir tahlili 5775-5779. numaralı hadisler zımnında sunacağız.
ـ4ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: مَنْ مَاتَ
وَلَمْ يَغْزُُ وَلَمْ يُحَدِّثْ نَفْسَهُ بِغَزْوٍ مَاتَ عَلى شُعْبَةٍ مِنَ
النِّفَاقِ[.قال ابن المبارك: فَنَرى أنَّ ذلِكَ كانَ عَلى عَهْدِ رسولِ اللّه #.
أخرجه مسلم وأبو داود والنسائى.
4. (1029)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Kim gazve yapmadan ve gaza yapmayı temenni etmeden ölürse
nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur."
İbnu'l-Mübârek der ki: "Biz bunun Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
sağlığına has bir keyfiyet olduğuna hükmetmiştik." [Müslim, İmâret 158, (1910);
Ebu Dâvud, Cihâd 18, (2502); Nesâî, Cihâd 2, (6, 8).]
AÇIKLAMA:
Hadis-i şerif, pek büyük sevap vâdedilmiş olan gazve gibi bir ibadeti temenni
etmemeyi kulluk edebinin dışında ilân etmektedir. Müslüman, kulluğunun idrakinde
olan, daima hayrı ve hayrın en büyüğünü arayan kimse olmalıdır. Öyle ise, içinde
şehâdet gibi en büyük mertebeyi kazandıracak gazveye katılmayı temenni etmemek,
gönlünden samimiyetle geçirmemek, kâmil mânada imanla bağdaşmayan bir durum, bir
eksikliktir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu eksikliği "nifak"
kelimesiyle ifade etmektedir. Hz. Peygamber devrinde münafıkların belli başlı
eylemlerinden biri de "savaşlara katılmamak" idi (Tevbe 81, Feth 11-16).
İbnu'l-Mubârek merhum, bunu Resûlullah devri ile kayıtlı görmüş olsa da, diğer
âlimler, çoğunlukla bu te'vilin muhtemel olduğu, hadisin, her devre baktığı,
hükmünün kıyamete kadar bâki olduğu kanaatini izhâr etmişlerdir. Bu hadis,
herhangi bir hayırlı işe niyet edip de yapamayan kimse ile, hiç niyet etmemiş
kimsenin arasında büyük fark olacağına dikkat çekmektedir.
نِيَّةُ الْمُؤْمِنِ خَيْرٌ مِنْ عَمَلِهِ
"Mü'minin niyeti amelinden hayırlıdır" hadisi bir kere daha hatırlanabilir.
Sadedinde olduğumuz hadis, gazve yapmış olmayı temenni ettiği halde gazve
yapmadan ölen kimseye herhangi bir itab gelmiyeceğine delildir. Bir namazı
vaktinin evvelinde kılmayıp, vaktinin sonlarında kılmaya niyet eden ve fakat
kılma fırsatı bulamadan vefat eden kimse ile, keza, hacc farz olduğu halde
ömrünün sonlarına tehir edip, haccedemeden ölen kimse hakkında âlimler ihtilaf
eder: Bunlar te'hirleri sebebiyle günahkâr oldular mı, olmadılar mı? Şurası
muhakkak ki, böylelerinin sevabtan kayıpları büyüktür.
ـ5ـ وفي رواية ‘بى داود عن أبى أمامة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: ]مَنْ لَمْ يَغْزُ
وَلَمْ يُجَهّزْ
غَازِياً أوْ يَخْلُفْ غَازياً في أهْلِهِ بِخَيْرٍ أصَابَهُ اللّه تعالى
بِقَارِعَةٍ قَبْلَ يَوْمِ الْقِيَامَةِ[ .
5. (1030)-
Ebu Ümâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kim bizzat gazveye katılmaz veya bir
gaziyi techiz etmez veya bir gazinin ailesini hayırlı bir şekilde himaye etmez
ise, Allah kıyamet gününden önce ona hiç beklemediği bir musibet ulaştırır."
[Ebu Dâvud, Cihâd 18, (2503).]
ـ6ـ وعن أبى النضر عن عبداللّه بن أبى أوفى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]إنَّ
رسولَ اللّه # في بَعْضِ أيَّامِهِ الَّتِى لَقِىَ فِيهَا الْعَدُوَّ انْتظَرَ
حَتَّى مَالَتِ الشَّمْسُ فَقَامَ فِيهِمْ فقَالَ: يَا أيُّهَا النَّاسُ َ
تَتَمَنَّوْا لِقَاءَ العَدُوِّ وَاسْألُوا اللّهَ الْعَافِيَةَ، وَإذَا
لَقِيتُمُوهُمْ فَاصْبِرُوا. وَاعْلَمُوا أنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ ظَِلِ السُّيُوفِ.
ثُمَّ قَالَ: اللَّهُمَّ مُنْزِلَ الْكِتَابِ وَمُجْرِىَ السِّحَابِ وَهَازِمَ
ا‘حْزَابِ اهْزِمْهُمْ وَانْصُرْنَا عَلَيْهِمْ[. أخرجه الشيخان وأبو داود .
6. (1031)-
Ebu'n-Nadr merhum Abdullah İbnu Ebî Evfâ (radıyallahu anh)'dan naklen anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanla karşılaştığı günlerden birinde,
güneşin meyletmesini bekledi. Sonra kalkıp yanındakilere şöyle dedi: "Ey
insanlar, düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, Allah'tan afiyet dileyin. Ancak
karşılaşacak olursanız sabredin, bilin ki cennet kılıçların gölgesindedir."
En sonda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözlerini şöyle tamamladı:
"Ey Kitab'ı indiren, bulutları yürüten, (Hendek Savaşı'nda düşman müttefikler
olan) Ahzâb'ı hezimete uğratan Rabbimiz, bunları da hezimete uğrat ve onlar
karşısında bize yardım et!" [Buharî, Cihâd 156, 22, 32, 112, Temennî 8; Müslim,
Cihâd 20, (1742), Ebu Dâvud, Cihâd 98, (2631).]
AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşmanla mukâteleyi güneşin tepe
noktasından batı cihetine meyletmesinden sonra yapmayı tercih ederdi. Sadedinde
olduğumuz hadisin belirttiği hususlardan biri budur.
2- Hadiste temas edilen mühim hususlardan biri düşmanla karşılaşmayı temenni
etmemek. "Cennet kılıçların gölgesindedir" diyecek kadar cihada ve mukâteleye
ehemmiyet veren Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, "düşmanla karşılaşmayı
temenni etmeyin" demesi, ilk nazarda mütenâkız bir durum gözükebilir. Bunu
açıklama sadedinde İbnu Battâl merhum: Buradaki yasaklamanın hikmeti şudur:
Kişi, neticenin neye müncer olacağını bilemez. Bu tıpkı fitneden selâmet taleb
etmeye benzer" demiştir. Nitekim Hz. Sıddik (radıyallahu anh):
‘َنْ أُعَافِى فَأشْكُرَ أُحَبُّ إلَىَّ مِنْ أنْ اُبْتَلِىَ فَأصْبِرَ"Afiyette
olup şükretmeyi, imtihanda olup sabretmeye tercih ederim" demiştir.
İnsan kazanacağından emin olduğu imtihana şevkle girer. Ya netice meşkuk olursa,
hangi savaşın neticesinden emin olunabilir?
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyi
yasaklamasını şu şekilde izah eden de olmuştur: "Çünkü karşılaşma temennisinde
bir nevi kendini beğenme, mevcut asker adedine güvenme, kuvvetine itimad etme ve
düşmanı mühimsememe mevcuttur. Bütün bu düşünceler ihtiyatlı ve basiretli olma
esasına aykırıdır." Mamafih, bu nehyi "düşmanla karşılaşmanın faydalı ve
gerekli olduğunda şüpheye düşer veya zararlı olacağı hususunda kanaat hasıl
ederse" şeklinde kayıtlara hamledip, bu durumlar mevzubahis olmadıkça
mukâtelenin faziletli olduğu, emre itaat olduğu da söylenmiştir.
Birinci te'vili te'yid eden bir husus, düşmanla karşılaşma temennisini
nehyettikten sonra, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Allah'tan âfiyet
dileyin" demiş olmasıdır. Saîd İbnu Mansur'un bir tahrici de bu te'vili te'yid
etmektedir:
َ
تَمَنَّوْا لِقَاءَ الْعُدُوِّ فَإنَّكُمْ تَدْرُونَ عَسى اَنْ تَبْتَلُوا بِهِمْ
"Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin, bilemezsiniz, belki de onlarla musibete
uğrayacaksınızdır."
İbnu Dakiku'l-Îd şöyle demiştir: "Ölümle karşılaşmak, nefse, en zor gelen bir
şey olması ve gaybî işler, gaybî olmayan kesin işler gibi olmaması sebebiyle,
karşılaşma anında, arzu edilen şeyin cereyan edeceğinden emin olunamaz. Bu
sebeple karşılaşmayı temenni etmek mekruh addedilmiştir. Keza, karşılaşmanın
vukûu halinde, önceden kendi kendine verdiği söze muhalif hareket etme ihtimali
de mevzubahistir, bu da nehyi gerekli kılan bir husustur. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) karşılaşma ister istemez vukûa geldiği takdirde,
sabredip metânet göstermeyi emretmektedir."
3- Hadiste "Cennet kılıçların gölgesi altındadır" denmektedir. İbnu'l-Cevzî:
"Bundan murâd, cennetin kılıçla kazanılacağını belirtmektir" der. Hadisin
bazı vecihlerinde ise:
إنَّ الْجَنَّةَ تَحْتَ بَارِقَةِ السُّيُوفِ
"Cenet kılıçların parıltısı altındadır" denmiştir.
Kurtubî, hadisi açıklarken, bu vechini esas alır. Ona göre, bu ifade, vecizliği
ve lafzî tatlılığından başka, ihtiva ettiği birçok belağat incelikleriyle en
nefis müciz kelamlardan birini teşkil etmektedir: Zira bu söz:
*
Cihada teşvik etmekte,
*
Cihada mukabil büyük bir sevabın verileceğini bildirmekte,
*
Düşmanla yakından vuruşmaya teşvik etmekte,
*
Kılınç kullanmaya teşvik etmekte,
*
Hücum anında askerlerin -kılınçların gölgesinde olacak şekilde- biraraya
gelmelerine teşvik etmektedir.
4- Bu hadisten, bazı selef, düşmanı mübârezeye (teke tek vuruşmaya) çağırmanın
yasaklandığı hükmünü çıkarmıştır. Hasan Basrî merhum bu görüştedir. Hz. Ali
(radıyallahu anh) de: "Kimseyi mübârezeye çağırma. Çağrılırsan icâbet et, o
zaman yardıma mazhar olursun, zira mübârezeye çağıran bâğîdir (haksız, âsi)"
demiştir.
5- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hutbesinin sonunda dua ederken, Cenâb-ı
Hakk'a hitab etmekte ve Rab Teâla'nın bazı vasıflarını zikretmektedir.
Zikredilen bu vasıflarla Müslümanların mazhar oldukları yardım çeşitleri dile
getirilmiştir. İbnu Hacer şu açıklamayı kaydeder:
a)
مُنْزِلُ الْكِتَابِ "Kitabı indiren"
ibaresiyle şu âyete işaret buyurulmuştur. (Meâlen): "Onlarla savaşın ki, Allah
sizin elinizle onları azablandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de
mü'minlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki öfkeyi gidersin" (Tevbe
14-15).
b)
مُجْرِى السَّحَابِ "Bulutları yürüten"
ibaresiyle Allah'ın dileğine uygun olarak, bulutların bâzan rüzgârla tahriki,
bazan rüzgârın esmesine rağmen yerinde durması, bazan yağmur yağarken bazan
yağmaması gibi bulutların teshiriyle ilgili olarak ortaya çıkan kudret-i
zâhirîye işaret etmektedir. Bulutların hareketiyle, mücâhidlere savaşırken
hareketleri esnasında ulaştırılan yardıma işaret edilmiştir. Keza bulutun
durması ile küffârın ellerinin mücâhidler karşısında tutulmasına, yağmurun
inmesiyle, katledildikleri zaman elde edilecek ganimete, bulutun yokluğu ile
onlardan hiçbir şey elde edilemediği zamanki hezimetlerine işaret etmektedir.
Bütün bunlar, Müslümanlar için iyi olan hallerdir.
c)
هَازِمُ ا‘حْزَابِ "Ahzâb'ı (müttefikleri)
hezimete uğratan" ibaresiyle geçmiş nimetleri zikrederek tevessülde bulunmaya
(yani ilticaya tutunmaya, mânevî sığınmaya) ve bütün hayırların Allah'dan
geldiğini beyana işaret etmektedir.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu duasında sayılan üç nimetin
büyüklüğüne bir uyarı mevcuttur. Zira, Kitab, yani Kur'ân'ın inmesiyle uhrevî
nimet hasıl olmuştur: Bu İslâm'dır; bulutların yürütülmesi ile dünyevî nimetler
hâsıl edilmektedir; bu rızıktır; Ahzâb'ın hezimetiyle (yani Hendek Savaşı'nın
kazanılmasıyla) bu iki nimetin korunması sağlanmıştır. Şu halde bu dua ile
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle demiş olmaktadır: "Ey Rabbim! nasıl
ki, bizi dünyevî ve uhrevî iki nimet ile perverde ettin ve onları korudu isen
öyle de bunları ibka et, ebedî kıl."
6- Bu hadisten şu hükümler de çıkarılmıştır:
*
Düşmanla karşılaşınca Allah'a dua edip yardım taleb etmek müstehabdır.
*
Mücâhidlere nasıl savaşacakları, nasıl hareket edecekleri hususunda talimatta
bulunmak bilgi vermek müstehabdır.
*
Cenâb-ı Hakk'a dua ederken esma-ı hüsnasını, geçmişte verdiği nimetleri
zikrederek onların yüzü suyu hürmetine istemek müstehabdır.
*
Vazife verirken, ahlâk ve edebe uymaya teşvik ederken, insan fıtratını gözönüne
alarak uyanık ve canlı anları yakalamak, uyuşukluk ve gafletli anlardan
sakınmak müstehabdır. Resûlullah bu sebeple güneşin meyil anından sonra hitapta
bulunmuştur.
* Müslümanların maktülleri için umumî olarak "cennetlik" demek câizdir, fakat
ferdî olarak "falanca cennetlik" diye ismen söylememek gerekir.
ـ7ـ وعن سلمة بن نفيلٍ الكندى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. قال: ]قال رسولُ اللّه #: َ
يَزَالُ مِنْ أُمَّتِِى أمَّةٌ يُقَاتِلُونَ عَلى الحَقِّ وَيُرِيعُ اللّهُ تعالى
لَهُمْ قُلُوبَ أقْوَامٍ وَيَرْزُقُهُمْ مِنْهُمْ حَتَّى تَقُومَ السَّاعَةُ،
وَحَتَّى يَأتِىَ وَعْدُ اللّهِ. الخَيْلُ مَعْقُودٌ في نَوَاصِيهَا الخَيْرُ إلى
يَوْمِ الْقِيَامَةِ. وَهُوَ يُوحِى إلىَّ أنِّى مَقْبُوضٌ غَيْرُ مُلَبَّثٍ،
وَأنَّكُمْ تَتْبَعُونِى، أَ فََ يَضْرِبْ بعْضُُكُمْ رِقَابَ بَعْضٍ. وَعُقْرُ
دَارِ الْمُؤمِنِينَ الشَّامُ[. أخرجه النسائى.»عُقْرُ الدَّار« بضم العين المهملة
وفتحها: أصلها. وأشار بذلك إلى أن الشام تكون عند ظهور الفتن آمنة، والمسلمون بها
أسلم .
7. (1032)-
Seleme İbnu Nüfeyl el-Kindî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Ümmetimden bir grup, hak yolunda mücadeleye (hiç ara vermeden) devam edecek,
Allah da, onlar(la mücâdele sebebi) ile bazı kavimlerin kalplerini saptıracak ve
bunlardan (alınanlarla) onların rızkını sağlayacaktır, bu hal kıyamet gününe,
Allah'ın va'dinin gelme anına kadar devam edecektir. Atın, kıyamete kadar
alnında hayır bağlıdır. Rabbim bana, aranızda kalıcı değil, gidici olduğumu,
ruhumu kabzedeceğini, sizin de beni, (birbirinizin boynunu vuran gruplar olarak)
takib edeceğinizi bildirdi. Sakın birbirinizin boynunu vurmayın. Mü'minlerin
(fitne sırasında emniyette olacakları) asıl yerleri Şam'dır." [Nesâî, Hayl 1,
(6, 214-215).]
AÇIKLAMA:
1- Hadis, biraz özetlenerek alınmış. Resûlullah bu sözü, bir kimsenin kendisine
gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, insanlar atları kaldırdı, silahları da terketti,
"Artık cihad bitmiştir, harbler de sona ermiştir" diyorlar" demesi üzerine
söyler. Kendisine böyle söylenince cemaate yönelen Resûlullah: "Yalan
söylüyorlar, asıl şimdi harb(in zamanı) geldi" diyerek söze başlar ve
"Ümmetimden bir grup Hakk yolunda mücâdeleye kıyâmete kadar devam edecektir..."
diye açıklamasını devam ettirir.
2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadiste, Müslümanlar ne kadar kötü
şartlar yaşayıp, mağlubiyetlere düşseler, idarede müessiriyetlerini kaybetseler
bile, Hakk'ın galebesi için çalışan grupların, her tarafta mevcut olacağını
bildirmektedir. Bazı rivayetlerde, bu mücâdelenin, gizlilik içinde değil,
açıktan açığa yapılacağı tasrih edilir. Bildiğimiz kadarıyla bütün baskılara,
yasaklara, nefes kesen tedhişe rağmen, Rusya'da bile Hakk adına yapılan
mücâdele gizliden gizliye devam etmiştir. Hadisler bunun açıktan olacağını da
tasrih eder. Bir bölgede sindirilip gizliliğe itilse veya İspanya'da olduğu gibi
tamamen söndürülse bile, bir başka yerde veya yerlerde İslâm mücâdelesi canlı
kalacak, Hâlık için yapılan cihâdın sancağı gönderde dalgalanmaya kıyamete
kadar devam edecektir. Hadis bunu haber vermektedir.
3- Atın alnına bağlanmış olan "hayr"ı âlimler "sevap", "ganimet", "izzet",
"makam", "zafer" olarak te'vil etmişlerdir.
4- Hadisin, Nesâî'deki aslı "...Sizin de beni, birbirinizin boynunu vuran
gruplar olarak takib edeceğinizi bildirdi" şeklinde devam eder. Teysir, bu
kısımda bazı özetlemeler yapmış. Biz tercümede atılan kısımları parantez
içerisinde gösterdik.
Hadisin devamında da bazı tasarruf var ise de mühim değil.
5- "Mü'minlerin asıl yerleri Şam'dır" ibaresini âlimler, "fitne zamanında" diye
kayıtlayarak açıklığa kavuştururlar. Şâm eski metinlerde Suriye bölgesinin
adıdır, bugünki Şam şehri değil. Şam şehrine Dımeşk denilir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) devrinde Suriye henüz fethedilmiş değildir. Böylece
hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın istikbali doğru olarak haber veren
bir mucizesi olarak karşımıza çıkmaktadır: Kendisinden hemen sonra Suriye
fethedilecektir. Bu sıralarda patlak verecek fitne hareketleri sırasında Irak ve
Hicâz bölgeleri fitne hareketlerinden huzursuz olurken, Suriye bölgesi
kargaşanın dışında kalacaktır. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in şehâdeti ile
başlayıp, Hz. Osman'ın şehadetiyle kızışıp Sıffin ve Kerbelâ hâdiseleriyle
gelişen fitne hareketleri Suriye'ye sıçramamış, bazı sahabeler, fitnenin dışında
kalmak için Suriye'ye hicret bile etmiştir.