Kütübü Sitte

FETİH SÛRESİ

 

ـ1ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]نَزلَ عَلى النَّبىِّ #: إنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُبِيناً لِيَغْفِرَ لَكَ اللّهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذنْبِكَ ومَا تَأخَّرَ. مَرْجِعَهُ مِنَ الْحُدَيْبِيةِ. فَالْفَتْحُ الْمُبِينُ هُوَ فَتْحُ الْحُدَيْبِيّةِ. فقَالُوا: هَنِيئاً لَكَ مَرِيئاً يَا رَسُولَ اللّهِ، لَقَدْ بَيَّنَ اللّهُ تَعالى لَكَ مَاذَا يَفْعَلُ بِكَ، فَمَاذَا يَفْعَلُ بِنَا؟ فنَزَلَتْ: لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِى مِنْ تَحْتِهَا ا‘نْهَارُ اŒية[. أخرجه الشيخان والترمذى .

 

1. (787)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ey muhammed! Doğrusu biz sana apaçık bir zafer sağlamışızdır. Allah böylece senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir" (Feth, 1-2) âyetleri Hudeybiye dönüşü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e nâzil oldu. Ayette geçen "apaçık zafer (Feth-i Mübin)" Hudeybiye zaferidir.

Âyet inince: "Ey Allah'ın Resulü, ne mutlu, kutlu olsun, saadetli olsun, Allah Teâla hazretleri senin için ne yapacağını sana açıkladı. Acaba bize ne yapacak?" dediler. bunun üzerine şu âyet indi:

"İman eden erkek ve kadınları, içinde ebedî kalacakları, içlerinde ırmaklar akan cennetlere koyar, onların kötülüklerini örter. Allah katında büyük kurtuluş işte budur" (Feth, 5). [Buhari, Meğâzi 35, Tefsir, Feth 1; Müslim, Cihâd 97 (1786); Tirmizî, Tefsir, Feth (3259).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Rivayet Fetih suresinin baş tarafındaki âyetlerin iniş vaktini bildirmekte ve surede geçen feth-i mübin tâbiriyle kastedilen tarihi vak'ayı açıklamaktadır. Hemen belirtelim ki rivayette geçen "Hudeybiye Zaferi" tâbiri hem doğru, hem yanlış bir tabirdir. Yanlıştır, çünkü "zafer", daha çok savaş kazanılınca kullanılan bir tabirdir. Halbuki Hudeybiye'de bir savaş yapılmamış, sulh anlaşması yapılmıştır.

Buna rağmen tabir doğrudur. Çünkü İslâm'ın müteâkip zaferlerini bu sulh anlaşması sağlamıştır. Hem de öyle bir anlaşma ki, sefere katılan bütün Ashab, anlaşma şartlarını çok ağır, şereflerine bir darbe olarak değerlendirmede müttefik idiler. Sadece Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) sıddîkiyetin verdiği teslimiyetle sesini çıkarmadığı, neticeden fazla endişe etmediği halde onun dışında kalanlar, -başta Hz. Ömer (radıyallahu anh)- hiç mi hiç memnun değillerdir. Âdeta isyan edecek bir halde idiler. Hatta Hz. Ömer'le, Resûlullah arasında şu konuşma geçer:

"- Ey Allah'ın Resûlü, biz hak üzere, onlar da bâtıl üzere değiller mi?"

"- Şüphesiz öyle!"

"- Bizim ölülerimiz cennetlik, onlarınki cehennemlik değil mi?"

"- Şüphesiz öyle!"

"- Öyleyse dinimizde niye bu zilleti kabul ediyoruz? Allah bizimle onlar arasında (savaşla tayin edilecek) hükmünü vermezden önce umre yapmaktan geri mi döneceğiz? (olmaz böyle şey!)"

"- Ey Hattâb'ın oğlu, ben Allah'ın Resûlüyüm (ve O'nun emrine muhalif de değilim). Ve Allah da ebediyyen bizi terketmiyecektir."

Hz. Ömer bundan sonra Ebu Bekir'in yanına giderek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e söylediklerini ona da tekrar eder. Hz.Ebu Bekir de: "Onun emrine uy. Zira şehadet ederim ki, O, Allah'ın Resûlüdür ve Allah O'nu ebediyyen terketmiyecektir" cevabını verir.

Arkadan sadedinde olduğumuz Fetih sûresi iner. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) sûreyi baştan sona Hz. Ömer'e okur. Hz. Ömer (radıyallahu anh): "Yani bu bir fetih mi?" diyerek hâlâ devam eden üzüntü ve endişesini dile getirir.

Isrardaki hatasını bilâhare anlayarak keffâreti için yıl orucu tutup, köleleri azad edecek olan Hz. Ömer başta olmak üzere, Hz. Ebur Bekir ve diğer pek çok sahabe ittifakla Hudeyiye Sulhü'nün "İslamın en büyük zaferi" olduğunu ifade etmişlerdir.

Ashabı belirttiğimiz şekilde üzen husus, umre yapmak niyetiyle Medine'den çıkıldığı halde, o yıl umre yapmadan geri dönmenin, anlaşma şartları arasında yer alması ile, müşriklerden Müslüman olarak Medine'ye iltica edeceklerin Mekkelilere geri  verilmesi maddesi idi.[2]

 

ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ ثَمَانِينَ رَجًُ نَزَلُوا عَلَى رَسُولِ اللّه # مِنْ جَبَلِ التَّنْعِيمِ عِنْدَ صََةِ الصُّبْحِ يُرِيدُونَ قَتْلَهُ. فَأخِذُوا: فَأعْتَقَهُمْ رسولُ اللّه # فنَزَلَتْ وَهُوَ الَّذِى كَفَّ أيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَأيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ أنْ أظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْ اŒية[. أخرجه مسلم وأبو داود والترمذى .

 

2. (788)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Sabah namazı sırasında Ten'im dağından seksen kişi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın üzerine geldiler. Niyetleri onu öldürmekti. Yakalandılar. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onları serbest bıraktı. Bunun üzerine şu âyet indi. (meâlen): "Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri tutan, savaşı önleyen O'dur..." (Feth, 24). [Müslim, Cihad 133 (1808); Tirmizî, Tefsir, Fetih (3260); Ebu Dâvud, Cihad 130, (2677).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıda kaydedilen âyetin iniş sebebiyle ilgili farklı rivayetler kitaplarımıza intikal etmiştir. Enes'ten yapılan yukarıdaki rivayet bunlardan biridir. Ahmed İbnu Hanbel'in rivayetinde bu ani baskın hadisenin Hudeybiye Günü'nde vukua geldiği tasrih edilir. İbnu İshak'ın bir rivayetinde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ashabından bir kişiyi kaçırmak üzere Kureyş'in gönderdiği 40 veya 50 kişilik bir grubun yakalanması ve sonra da serbest bırakılmaları üzerine bu âyet inmiştir. Keza Mekke'nin savaşsız fethi üzerine indiğine dair rivayet de yapılmıştır.[4]

 

ـ3ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]عن النَّبىّ # في قولهِ تعالى: وَألْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوَى. قَالَ النَّبىُّ #: َ إلَهَ إَّ اللّهُ[. أخرجه الترمذى .

 

3. (789)- Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh), "Allah, peygamberine ve inananlara huzur indirdi. Onların takva sözünü tutmalarını sağladı" (Feth, 26) ayetinde geçen "takva sözü"nden, Lailahe illallah'ın kastedildiğini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den işittiğini söylemiştir. [Tirmizî, Tefsir, Feth, (3261).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Âyette işaret edilen takva kelimesi nedir? Bunu alimler farklı şekillerde cevaplamışlardır. Cumhur buna Lailahe illallah demiştir. Bazıları buna Muhammedu'r-Resûlullah'ı da eklemiştir. Bazıları ise Vahdehu lâ şerike leh kelimesini eklemiştir.

Zührî ise takva kelimesinin Bismillahirrahmanirrahim olduğunu söylemiştir. O, delil olarak, Hudeybiye Sulhü  sırasında müşriklerin anlaşma metnine bu kelime ile başlamayı reddetmiş olmalarını gösterir.

Rivayetlerde belirtildiği üzere Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bunda ısrar etmez, cahiliye besmelesi olan, bismikallahümme formülüne razı olur. Allah mü'minleri bu kelimeye mecbur eder ve bununla hususiyet kazanırlar vs.

Sahih görüş ilk kaydedilendir. Zira kelime-i tevhid ile Allah'a şirk koşmaktan kaçınılmaktadır. Üstelik kelimetü'ttakva'nın lâilahe illallah kelimesi olduğunu te'yid eden yukarıdaki merfu rivayet de mevcuttur.[6]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/245.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/245-247.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/247.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/247.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/247-248.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/248.