Kütübü Sitte

FUSSİLET SÛRESİ

 

ـ1ـ عن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]اجْتَمََعَ عِنْدَ الْبَيْتِ ثََثَةُ نَفَرٍ ثَقَفِيَّانِ، وَقُرَشِىٌّ أوْ قُرَشِيَّانِ،وَثَقَفِىٌّ، كَثيرٌ شَحْمُ بُطُونِهِمْ، قِليلٌ فِقْهُ قُلُوبِهِمْ. فقَالَ أحدُهُمْ: أتَرَوْنَ أنَّ اللّهَ تعالى يَسْمَعُ مَا نَقُولُ؟ فقَالَ اŒخَرُ: يَسْمَعُ إنْ جَهَرْنَا وََ يَسْمَعُ إنْ أخْفَيْنَا، وقالَ اŒخَرُ: إنْ كَانَ يَسْمَعُ إذَا جَهَرْنَا فإنَّهُ يَسْمَعُ إذَا أخْفَيْنَا. فَأنزلَ اللّهُ تعالى: وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَتِرُونَ أنْ يَشْهَدَ عَلَيْكُمْ سَمْعُكُمْ وََ أبْصَارُكُمْ اŒية[. أخرجه الشيخان والترمذى .

 

1. (775)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Kâ'be'nin yanında ikisi Sakifli, biri de Kureyşli veya ikisi Kureyşli  biri Sakifli üç kişi biraraya geldi. Bunlar göbek yağları fazla,  anlayışları kıt kimselerdi. Birisi:

"- Ne konuştuğumuzu Allah işitiyor mudur, ne dersiniz?" diye bir lâf attı. Bir diğeri:"- Sesli konuşursak işitir, gizli konuşursak işitmez olmalı" dedi. Üçüncü de:

 "- Sesli konuşmamızı işitiyorsa, gizli konuşmamızı da işitiyordur" dedi. Bunun üzerine şu âyet  nâzil oldu:

"Siz, ne kulaklarınız, ne gözleriniz, ne de derileriniz kendi aleyhinize şahidlik eder diye (düşünüp) sakınmadınız. Bilakis Allah  yapmakta oduklarınızın birçoğunu bilmez sandınız. Rabbinize karşı beslediğiniz şu zannınız (yok mu?) İşte sizi o helâk etti. Bu yüzden hüsrâna düşenlerden oldunuz" (Fussilet, 22-23). [Buhârî, Hâmim Secde (Fussilet) 1, 2, Tevhid 41; Müslim, Sıfatu'l-Münâfikun 5; Tirmizî, Tefsir, Hâmim es-Secde (Fussilet) (3245).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Şarihler bu hadisten, fetanetle şişmanlığın nâdiren biraraya gelebileceği hükmüne varmışlardır. İmam Şafii'den şu söz nakledilir: "Hem şişman hem de akıllı olan tek kimse gördüm: Muhammed İbnu Hasan, ondan başka kimseyi görmedim."

Rivayete dikkat edilirse, cevaplar farklı olduğu ve meselâ üçüncü şahıs daha farklı, daha gerçeğe yakın konuştuğu halde, üçü de aynı kategoriye sokulmuş, anlayışca kıt olmakla tavsif edilmiştir, zira, düşüncesini kesin değil, tereddütlü ifade etmiştir.

Âyet-i kerime, Allah'a karşı hiçbir şeyin perde teşkil etmeyeceğini, duvar, perde, karanlık gibi insanların görmesine engel olan veya fısıldama gibi duymasına engel olan durumların, O'nun görmesine ve işitmesine engel teşkil etmediğini, zira derilerin bile her şeyi kayda geçirip  şehâdette bulunacağını beyan ediyor.[2]

 

ـ2ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنّ النَّبىَّ # قَرَأ: إنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا. قَالَ: قَدْ قَالَ النَّاسُ ثُمَّ كَفَرَ أكْثَرُهُمْ؛ فَمَنْ مَاتَ عَلَيْهَا فَهُوَ مِمّنْ اسْتَقَامَ[. أخرجه الترمذى .

 

2. (776)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Rabbimiz Allah'tır deyip de sonra doğru yolda gidenler var ya! Onların üzerlerine "Korkmayın tasalanmayın, vaadolunduğunuz cennetle sevinin!" diye diye melekler inecektir.." (Fussilet, 30) meâlindeki âyeti okudu ve şöyle buyurdu: "İnsanlar, bunu hep söylediler. Ancak, sonradan ekserisi  küfre düştü, kim bu söz üzere ölürse, o kimse istikameti doğru olanlardandır." [Tirmizî, Tefsir, Hâ-Mim, Secde (Fussilet) (3247).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

Doğru yol üzere olmaktan maksad tevhid üzere sebât ve devam etmek, Allah'tan başka bir ilâha meyletmemektir. Sahâbe ve Tabiin'den birçokları, âyette geçen istikâmetin mânâsını, "ameli Allah rızası için yaparak ihlâsa ermek" olarak açıklamıştır. Katâde ve İbnu Zeyd: "Yani Allah'a taatte istikametli olmak" demişlerdir. Hasan Basrî, "Allah'ın emrine uymakta istikametli olup, farzları yapıp haramlarından kaçmaktır"  demiştir. İbnu Abbas, Mücahid ve İkrime: "Ölünceye kadar Lailâhe illallah diye şehâdetten sapmamak" diye açıklamıştır. Vs...

Dikkat edilirse,  bu açıklamaların hepsi sadedinde olduğumuz Hz. Enes (radıyallahu anh)  hadisinin zâhirine muvafıktır.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) pek çok hadislerinde dini, veciz ve özlü ifadelerle tanıtarak insanlara mergub ve kolay kılmıştır. Burada kurtuluşa ermek için iki şarta uymak gerekiyor:

1- Allah'a inanmak

2- İstikametli olmak.

Aslında iki kelimeden ibâret olan birinci şartın içinde bütün iman esasları, tek kelimeden ibâret olan ikinci kelimede de amel esasları mündemiçtir.

Rabbim Allah diyen nice insanlar, istikâmeti muhafaza edememişlerdir, edememektedirler, diye haber veriyor Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm). İhlâsa mâni olan, şirk-i hafi denen her şey kulu istikametin dışına atıyor; mal mülk sevgisi, makam sevgisi, halk korkusu, cimrilik, kibir, riya şirk-i hafi'nin şubelerine giriyor. Bunlardan kurtulabilen, birine bulaştığı takdirde  tevbeyle tekrar dönebilen, kulluk çizgisini istikâmet üzere koruyabilen azınlıktadır buyuruyor Resûlullah.[4]

 

ـ3ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: ]ادْفَعْ بِالَّتِى هِىَ أحْسَنُ. قالَ: الصّبْرُ عِنْدَ الْغَضَبِ، وَالْعَفْوُ عِنْدَ ا“سَاءَةِ. فَإذَا فَعَلُوهُ عَصَمَهُمُ اللّهُ تعالى وَخَضَعَ لَهُمْ عَدُوُّهُمْ[. أخرجه البخارى معلقاً .

 

3. (777)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), "Ne (her) iyilik, ne de (her) kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel yol ne ise onunla önle. O zaman görürsün ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile, sanki yakın dost(un olmuş)tur. Bu (en güzel haslete),  sabredenlerden başkası kavuşturulmaz. Buna büyük bir hisseye mâlik olandan gayrisi eriştirilmez" (Fussilet,34-35) âyetiyle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: "(Ayette kastedilen en iyi yol) öfke anındaki sabır, kötülüğe maruz kalındığı andaki aftır. İnsanlar bunları yaptıkları takdirde, Allah onları korur, düşmanları da kendilerine eğilir. Sanki samimi dost olur." [Buharî, Tefsir, Hâmim, es-Secde (Fussilet) 1.][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet, âyet-i kerimede haber verilen "kötülüğü bertaraf edecek" en güzel yolun ne olduğu  sorusunu cevaplıyor. Âyet-i kerime bu yolun ne olduğunu açıklamamıştır. Şartlara, zemine, zamana, kötülüğün cinsine göre değişebilecek "en iyi yol"un ne olduğunu her mü'min arayacak, soracaktır. İbnu Abbas (radıyallahu anh) bu soruyu: "Öfke ânında sabır,  kötülük anında af!" diye cevaplıyor. Şu halde kâhir ekseriyetle, kötülüğü en iyi bertaraf etme yolu öfke ânındaki sabır ve kötülük ânındaki af olmaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından Kur'ân'ın açıklanması için tavzif edilen ve Tercümânu'l-Kur'ân şerefli ünvanını alan İbnu Abbas (radıyallahu anh) bu meselede kesin kanaat sahibidir, öyle ki bir başka rivayette biraz farkla şöyle söylediği belirtilir: "Allah mü'minlere öfke ânında sabrı, kötülük ânında da affı emretti..."

Mücâhid'den gelen rivayette, kötülüğü en güzel defetme yolu olarak "selâm" gösterilmiştir.[6]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/228.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/228-229.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/229.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/229-230.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/230.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/230-231.