ـ1ـ عن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّهِ #:
مَنْ قَرَأَ سُورَةَ الدخَانِ في لَيْلَةٍ أصْبَحَ يَسْتَغْفِرُ لَهُ سَبْعُونَ
ألْفَ مَلَكٍ[. أخرجه الترمذى. وقال: أحد رواته ضعيف.)ـ1(
1. (780)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Kim geceleyin Duhân suresini okursa, yetmiş bin
melek kendisine istiğfar ettiği halde sabaha erer." [Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân
8, (2890).]
ـ2ـ وفي رواية له: ]مَنْ قَرَأ حم الدَّخَانَ في لَيْلَةِ الْجُمُعَةِ غُفِرَ
لَهُ)ـ2([ .
2. (781)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'nin bir diğer rivayetinde şöyle denir: "Hâmim
ed-Duhân suresini cum'a gecesinde kim okursa mağfirete mazhar olur." [Tirmizî,
Sevâbu'l-Kur'ân 8, (2891).]
ـ3ـ وعن مسروق قال: ]كُنَّا جُلوساً عِنْدَ ابنِ مسعُودٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ
وَهُوَ مُضْطَجِعٌ بَيْنََنَا، فأتَاهُ رَجُلٌ فقالَ: يَا أبَا عَبدالرَّحْمنِ:
إنَّ قَاصّاً يَزْعُمُ أنَّ آيةَ الدُّخَانِ تَجئُ فَتَأخُذُ بِأنْفَاسِ
الْكُفَّّارِ وَيَأخُذُ الْمُؤمِنِينَ مِنْهَا كَهَيْئَةِ الزُّكَامِ. فقَالَ
وَجَلَسَ وَهُوَ غَضْبَانُ: يَا أيُّهَا النَّاسُ أتَّقُوا اللّهَ، مَنْ عَلِمَ
مِنْكُمْ شَيْئاً فَلْيَقُلْ بِمَا يَعْلَمُ. وَمَنْ لَمْ يَعْلَمْ فَلْيَقُلْ:
اللّهُ أعْلَمُ)ـ3(. فإنَّهُ أعْلَمُ ‘حدِكُمْ أنْ يَقُولَ بِمَا َ يَعْلَمُ:
اللّهُ أعْلَمُ، فإنَّ اللّهَ تعالى قالَ لِنَبيِّهِ عَلَىْهِ الصَّةُ والسّمُ:
قُلْ مَا أسْألُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أجْرٍ وَمَا أنَا مِنَ الْمُتَكَلِّفِينَ.
إنَّ رسولَ اللّهِ #
______________
)ـ1( في الترمذي: وقال محمد يعني البخاري: هو منكر الحديث.)ـ2( في الترمذي:
هذا حديث يعرفه إ من هذا الوجه، وهشام أبو المقدام يضعف.)ـ3( في الترمذي: فإن
من علم الرجل إذا سئل عما يعلم أن يقول: اللّه أعلم.
لَمّا رأى مِن النَّاسِ إدْبَاراً قالَ: اللَّهُمَّ سَبْعاً كَسَبْعِ يُوسُفَ،
فَأخَذَتْهُمْ سَنَةٌ حَصَتْ كُلَّ شَئٍ حَتَّى أكَلُوا الْجُلُودَ
وَالْمَيْتَةَ مِنَ الْجُوعِ وَينْظُرُ أحَدُهُمْ إلى السَّماءِ فَيَرَى
كَهَيْئةِ الدُّخَانِ؛ فَأتَاهُ أبُو سُفْيَانَ فقَالَ: يَا مُحَمّد إنَّكَ
جِئْتَ تأْمُرُ النَّاسَ بِطَاعَةِ اللّهِ وَبصلَةِ الرَّحْمِ، وَإنَّ قَوْمَكَ
قَدْ هَلَكُوا فَادْعُ اللّهَ تعالى لَهُمْ. قَالَ: فهذَا قولُ اللّهِ تعالى؛
فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأتى السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبِينٍ. إلى قولهِ: إنَّكُمْ
عَائِدُونَ. قَالَ عَبْدُاللّهِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: أفَيُكْشَفُ عَذَابُ
اŒخِرَةِ؟ يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرَى إنَّا مُنْتَقِمُونَ.
فَالْبَطْشَةُ يَوْمُ بَدْرٍ[. أخرجه الشيخان والترمذى .
3. (782)-
Mesruk (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un yanında
oturuyorduk, o da aramızda yatmış vaziyette idi. Kendisine bir adam geldi
ve:
"- Ey Ebû Abdirrahman! Bir kıssacı (Kinde
kapıları yanında), Duhân mûcizesi gelerek kâfirlerin nefislerini alıp
götüreceğini, mü'minlerin ondan nezle şeklinde (çok hafif müteessir olarak)
geçiştireceğini anlatıyor" dedi. Bunun üzerine İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)
kızarak oturdu ve şunları söyledi:
"- Ey insanlar Allah'tan korkun. İçinizden bir
şeyler bilenler bildiklerini söylesin. Bilmeyenler de, "Allahu a'lem (Allah
bilir)" desin. Zira birinizin bilmediği bir şey için "Allah bilir" demesi
en büyük ilimdir. Zira Allahu Teâla Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm)'i
için şöyle buyurmuştur:
"Ben bu hizmetim için sizden bir ücret
istemiyorum, kendiliğinden bir şey teklif edenlerden de değilim, de!" (Sâd,
86).
Şüphesiz, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm), insanlarda bir gerileme gördüğü zaman:
"Rabbim, Hz. Yusuf'un yedi (senesi) gibi yedi
(kıtlık) senesi ver" diye bedduada bulunmuştu. Bu beddua üzerine Mekkeli
müşrikleri öyle bir kıtlık yakalamıştı ki her şeyi silip süpürmüş, açlıktan
lâşelerin derilerini bile yemek zorunda kalmışlardı. Onlardan biri semaya
bakınca, duman gibi birşeyler görür olmuştu. Bu durum karşısında,
(Mekkelilerin lideri olan Ebû Süfyan) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e müracaat ederek:
"- Ey Muhammed, sen Allah'a taat ve
yakınlarına yardım emrederek geldin. Kavmin helâk oldu. Onlar için Allah'a
dua et!" dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu âyeti indirdi:
"Göğün, insanları bürüyecek ve gözle görülecek
bir duman çıkaracağı günü bekle. Bu can yakan bir azabtır. İnsanlar:
"Rabbimiz bu azabı bizden kaldır, doğrusu artık biz inananlarız" derler.
Nerede onlarda öğüt almak? Kendilerine gerçeği açıklayan bir peygamber
gelmişti ve ondan yüz çevirmişler "belletilmiş bir deli" demişlerdi. Biz
sizden azabı az süre için kaldıracağız, siz yine de eski inkarcılığınıza
döneceksiniz" (Duhan, 10-15).
Abdullah İbnu Mes'ud şöyle dedi:
"- Haklarında: "Onları çarptıkça çarpacağımız
gün intikamımızı mutlaka alırız" (Duhan 16) buyurulanlardan hiç âhiret azabı
kaldırılır mı?" Âyette geçen batşa (çarptıkca çarpma), Bedir Savaşı' dır."
[Buharî, Tefsir, Hamim ed-Duhân (Duhan) 1, İstiskâ 2, 13, Tefsir, Yusuf 4,
Rum, Sâd; Müslim, Sıfatu'l-Münâfikun 39, (2798); Tirmizî, Tefsir, Duhan
(3251).]
AÇIKLAMA:
Bu hadisle ilgili bir çok mesele 739. hadiste
izah edilmiştir, oraya bakılsın.
Kinde kapıları, hadisin Teysir'e alınan
veçhinde yok. Ancak vak'anın yerini anlamada faydalı bir açıklama olduğu
için başka rivayetlerden alarak ekledik. Bu Kûfe'de bir kapının ismidir.
Rivayetten şu anlaşılmaktadır: İbnu Mes'ud
hazretlerine (radıyallahu anh) bir hikâyecinin Duhân sûresini kendine konu
yaptığı, bu meyanda duhanla ilgili âyeti kıyamet alâmetleri arasında
zikrettiği haber verilir. Yüce sahabi, böylesi bir izahın gerçeğe
uymadığını, âyette temas edilen duman ve batşa (azablı, şiddetli yakalama)
gibi durumların kıyamet alametleri olarak istikbalde zuhur edecek şeyler
olmayıp, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in sağlığında vukua gelen
bazı hadiseler olduğunu açıklar. O'nun bilgisine göre Duhan, Mekkelilerin
maruz kaldığı kıtlıkla ilgili olarak nazil olmuştur ve onlar bu şiddetli
kıtlığa Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bedduası sonucu maruz
kalmışlardır.
Yine aynı surede geçen Batşa, müşriklerin
Bedir Harbinde duçar oldukları mağlubiyettir. 739. hadiste açıklandığı
üzere, İbnu Mes'ud diğer bazı şeyleri de hep
vukua gelmiş hadiselerle izah eder, kıyamet
alâmeti saymaz. Ancak bu hususta Ashab ihtilâf eder. Zira İbnu Abbas, İbnu
Ömer ve Zeyd İbnu Ali ve Hasan Basrî hazretlerinden gelen rivayetler
kıyametten önce bir duman çıkacağını haber verir. Müslim'de kaydedilen bir
rivayet şöyle:
تقوم الساعة حتى تَرَوْا عشر اَياتٍ طلوعِ الشمس من مغربها والدخان والدابة ..
"Siz on alameti görmedikçe kıyamet kopmaz:
Güneşin battığı yerden doğması, Duman, Dabbetu'l-arz..." Taberî'nin bir
rivayetinde Huzeyfe (radıyallahu anh):
"- Ey Allah'ın Resûlü, Duman nedir?" diye
sorar. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Duhân âyetini okur ve:
"- Mü'min ondan nezle şeklinde bir
rahatsızlıkla geçiştirir, Ancak kâfirin burunlarından, kulaklarından ve
dübüründen çıkar" buyurur.
İbnu Hacer Duhan'ı kıyamet alametleri arasında
zikreden muhtelif rivayetlerin -zayıf da olsa- mevcudiyetine bakarak bunun
sahih bir aslı vardır diyerek, İbnu Mes'ud'a muhalefetin ciddiyetine ima
eder.
Duman görülmesi meselesini, şârihler açlık ve
susuzluğun fazlalığı sebebiyle görülebilecek bir hayal olduğu, bunun bir
ucunun gökte olacak şekilde görülmüş olabileceği ihtimali üzerinde durarak,
rivayetlerde gelen "yerden çıktı", "kendisi ile gök arasında idi" gibi
farklılıkları te'lif ederler.
İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un: "Birinizin
bilmediği bir şey için, "Allah bilir" demesi en büyük ilimdir." sözü,
Buharî'nin bir rivayetinde: "Kişinin bilmediğine "bilmiyorum"demesi
ilimdendir" şeklinde gelmiştir. Bu da zamanla,
َ اَدْرِى نِصْفُ الْعِلْمِ
"Bilmiyorum ilmin yarısıdır" şeklinde vecizeleşecektir.
ـ4ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه #: مَا منْ مُؤْمِنٍ
إَّ وَلَهُ بَابَانِ: بَابٌ يَصْعَدُ مِنْهُ عَمَلُهُ، وَبَابٌ يَنْزلُ مِنْهُ
رِزْقُهُ. فإذَا مَاتَ بَكَيَا عَلَيْهِ، فذَلِكَ قولُهُ تعالى: فَمَا بَكَتْ
عَلَيْهِمُ السَّماءُ وَا‘رْضُ اŒية[. أخرجه الترمذى .
4. (783)-
Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Bir mü'min için mutlaka (semadan) iki kapı vardır:
Birinden ameli yükselir, diğerinden de rızkı
iner. Bu mü'min ölünce, her iki kapı da ağlarlar. Şu âyet bu duruma işaret
eder: "Ne gök ne yer onların üzerine ağlamadı..." (Duhân 29). [Tirmizî,
Tefsir, Duhân, (3252).]
AÇIKLAMA:
Mü'mine has olan sema kapısından biri, hayırlı
amellerinin dünyada kaydedilmesinden sonra, semadaki kayıt yerine gitmesine
mahsustur. Amel kelimesinin salih diye kayıtlanmamış olmasından, mü'minin
bütün amellerinin sâlih olduğuna bir iş'âr, bir işâret anlaşılmıştır. İkinci
kapıdan da hissî ve manevî rızkının yeryüzündeki müstekarına (muhafazaya,
bekleme erine) indiği belirtilir.
Bu kapılar, mü'minin ölümüyle ağlıyorlar,
çünkü kişinin onlar vasıtasıyla mazhar olduğu hayrı kesilmiş olmaktadır. Bu
ifade Ehl-i Sünnet inancına muvafıktır. Çünkü, Begavî'nin kaydettiği üzere:
Bütün eşya Cenab-ı Hakk'ı bilmekte, O'na tesbihte bulunmakta ve haşyet
duymaktadır. Bunu ifade eden âyetler vardır: "O'nu yedi kat sema ve arz ve
bunlarda bulunan her şey tesbih eder, hiçbir şey bu tesbihten hariç
değildir. Ancak siz onların tesbihini anlayamazsınız." (İsra, 44) gibi...
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın delil
olarak zikrettiği ayet görünüşte kâfirlerle ilgili, yani kâfirlerin ölümüne
"arz ve sema ağlamaz" buyurulur. Ancak, muhalif manası düşünülürse, "arz ve
semanın mü'mine ağladığı" manası tabii olarak ortaya çıkar. "Buraya çocuklar
giremez" cümlesi, "Buraya sadece büyükler girer" cümlesini de ihtiva eder.
Bu ayetle ilgili olarak merhum Bediüzzaman şu
açıklamayı yapar:
"Mefhum-u sarihiyle ferman ediyor ki: "Ehl-i
dalâlenin ölmesiyle insan ile alâkadar olan semavat ve arz, onların
cenazeleri üstünde ağlamıyorlar, yani: Onların ölmesiyle memnun oluyorlar.
"Ve mefhum-u işarisiyle ifade ediyor ki: "Ehl-i hidâyetin ölmesiyle semavat
ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar."
Çünkü: Ehl-i iman ile bütün kâinat alâkadardır, ondan memnundur. Zira iman
ile Hâlık-ı kâinatı bildikleri için, kâinatın kıymetini takdir edip, hürmet
ve muhabbet ederler. Ehl-i dalâlet gibi tahkir ve zımnî adâvet etmezler.
Ey insan, düşün! Sen alâ külli hal öleceksin.
Eğer nefis ve şeytana tâbi isen, senin komşuların, belki akrabaların, senin
şerrinden kurtulmak için mesrûr olacaklar. Eğer euzu billahi
mineşşeytanirracim deyip Kur'ân'a ve Habib-i Rahmân'a tabi isen o vakit
semâvat ve arz ve mevcudat, herkesin derecesine nisbeten, senin derecene
göre senin firakından müteessir olup mânen ağlarlar. Ulvi bir mâtem ile ve
haşmetli bir teşyi ile, kabir kapınızla girdiğin bekâ âleminde senin
derecene nisbeten senin için bir hüsn-i istikbal var olduğuna işâret
ederler."
ـ5ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. في قوله تعالى: ]كالْمُهْلِ. قال: قال
رسول اللّه #: كَعَكَرِ الزّيتِ إذَا قَرَّبَهُ إلى وَجْهِهِ سَقَطَتْ فَرْوَةُ
وَجْهِهِ فِيهِ[. أخرجه الترمذى.»عَكَرُ الزّيتِ« بالتحريك: دُبْسُه، وَدَرَنُه
الذى يرسُب في أسفله. »وفروة الوجه« جلدته .
5. (784)-
Ebu Sa'id (radıyallahu anh), "Doğrusu günahkârların yiyeceği zakkum
ağacıdır. Karınlarında, suyun kaynaması gibi kaynayan erimiş mâden gibidir"
(Duhan, 43-46) âyetinde geçen mühl (erimiş maden) tâbiri hakkında şu
açıklamayı yaptı: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdu ki: "Bu (mühl)
sıvı yağın dibine çöken tortu gibidir, adamın yüzüne yaklaştırılınca,
yüzünün derisi derhal içine düşer." [Tirmizî, Sıfatu Cehennem 4,
(2584-2587), Tefsir, Sâil (Meâric) 3319).]