ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما في قوله تعالى: ]وَمِنَ النَّاسِ مَنْ
يَعْبُدُ اللّه عَلَى حَرْفٍ قَالَ: كَانَ الرَّجُلُ يَقْدُمُ الْمَدِينَةَ
فَإنْ وَلَدَتِ امْرَأتُهُ غَُماً وَنُتِجَتْ خَيْلُهُ. قَالَ: هذَا دِينٌ
صَالِحٌ. فَإنْ لَمْ تَلِدِ امْرَأتُهُ وَلَمْ تَنْتَجْ خَيْلُهُ قَالَ هذَا
دِينُ سُوءٍ[. أخرجه البخارى .
1. (710)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ),
"İnsanlardan bâzısı vardır, Allah'a (dininin) yalnız bir taraf(ın)dan
(tutup, şekk ve tereddüd içinde) ibâdet eder. Eğer kendisine bir hayır
dokunursa ona yapışır. Eğer bir fitne isabet ederse yüzü üstü döner. Dünyada
da, âhirette de hüsrâna uğramıştır o. Bu ise, apaçık ziyanın ta kendisidir."
(Hac, 11) âyetinin iniş sebebini açıklamak maksadıyla şöyle buyurdu:
"Bazıları vardı, Medine'ye gelir, bakardı; bu gelişiyle hanımı oğlan
doğurur, atı da yavrularsa, "Bu din, derdi, sâlih iyi bir dindir." Şayet
hanım oğlan doğurmaz, atı da yavrulamazsa: "Bu din kötüdür" derdi." [Buhari,
Tefsir, Hacc 2.]
AÇIKLAMA:
Bu âyet-i kerime maddî menfaat mülâhazasıyla
İslâm'a girenlerden bahsetmektedir. Şarihler, hadiste haber verilen durumun
daha ziyade bedevîler tarafından ortaya konduğunu belirtirler. Zâten
bedevîlerin çoğunluk itibariyle İslâm'ın vermek istediği asıl mesajı
anlamaktan uzak kalacağını, inandık deseler bile kalbine gerçek imanın
girmeyeceğini, küfre yakın olacağını muhtelif âyetler beyan etmiştir. [Tevbe
98; Feth 11; Hucurat 14].
Bu hadisin, başka vecihlerinde Medine'ye gelen
bedevîlerin neler arayıp da bulamadıkları daha da sarahate
kavuşturulur:"Kişi Medine'ye hicret eder, bakardı; bu gelişiyle vücudca
sıhhate kavuşursa..",
"Kişi Medine'ye gelir bolluk, yağmur ve evlâda
rastlarsa memnun kalır, itminân bulur ve "Bu dinde hayır buldum", veya "Bu
ne iyi din", yahut "Şu dinimiz sâlih bir dindir" derler ve temessük
ederlerdi."
"... Kurak, kıtlık, doğumu kesad bir yıla
rastlarlarsa, "Bu dinimizde hayır yok" derlerdi."
"...Medine'de başı ağırır veya kadını kız
çocuğu doğurur ve de kendisine sadaka gecikecek olursa şeytan ona gelir: "Bu
dinden sana vallahi şerden başka bir şey ulaşmadı, bu fitnedir" derdi.
"...Bedevî hastalanır, sadakadan mahrum kalır
ve bir ihtiyaca düşecek olursa: "Vallahi bu, aradığım din değil, ben hâlâ
bedenen ve hâlen kötüye gitmekteyim" derdi."
Şu halde âyetin iniş sebebiyle ilgili olarak
kaydedilen bu farklı rivayetler bir noktada birleşir: "Bir kısım bedevîler,
İslâm dinini, ondan gördükleri menfaatlerle ölçmüşler, nimete mazhar olunca
iyi olduğunu, nıkmete mâruz kalınca da kötü olduğunu söylemekten
çekinmemişlerdir." Halbuki gerçek iman 708 numaralı hadiste geçtiği üzere,
Habbâb İbnu'l-Eret örneğinde olduğu gibi, ateş üzerinde bile yatırılsa sabır
ve sebatı gerektirir.
ـ2ـ وعن عليّ بن أبى طالب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]أنَا أوَّلُ مَنْ يَجْثُو
لِلْخُصُومَةِ بَيْنَ يَدِىِ الرَّحْمنِ عزَّ وجلَّ يَوْمَ الْقَيَامَةِ. قَالَ
قَيْسُ بنُ عُبَادٍ وَفِيهِمْ نزَلَتْ: هذَانِ خَصْمَانِ اخْتَصَمُوا في
رَبِّهِمْ؛ وَهُمُ الَّذِينَ بَارَزُوا يَوْمَ
بَدْرٍ: عليٌّ، وَحَمْزةُ، وَعُبَيْدةُ بنُ الحَارثِ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُم.
وَشَيْبَةُ بنُ رَبِيعَةَ، وعُتْبَة بنُ رَبِعيةَ، وَالْوَلِيدُ ابنُ
عُتْبَةَ[. أخرجه البخارى .
2. (711)-
Ali İbnu Ebî Talib (radıyallahu anh) buyurdular ki: "Kıyamet günü, Rahmân'ın
önüne, dava açmak üzere ilk diz çökecek olan benim."
Kays İbnu Ubâd der ki: "Onlar hakkında şu âyet
indi: "İşte Rabbleri hakkında tartışmaya giren iki taraf; O'nu inkâr
edenlere ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarına da kaynar su dökülür de
bununla karınlarındakiler ve deriler eritilir. Demir topuzlar da onlar
içindir" (Hacc 19-21). Kays devamla der ki: "Onlar Bedir savaşında
karşılıklı mübâreze eden kimselerdir. Bir tarafta, Hz. Ali, Hz. Hamza ve
Ubeyde İbnu'l-Hâris (radıyallahu anhüm), karşı tarafta da Şeybe İbnu Rebî'a,
Utbe İbnu Rebî'a ve el-Velid İbnu Utbe varlardı." [Buhârî, Tefsir, Hacc 3,
meğâzi 3, 7.]
AÇIKLAMA:
Rivayette Hz. Ali, Bedir Savaşı'yla alakalı
bir durumu ima etmektedir. Allah'ın huzurunda kâfirlerle hesaplaşmada ilk
görünecek olan benim, demekle; "mücahid olarak ilk ben çıkacağım" demek
istemektedir. Çünkü ima etmek istediği vak'a Bedir savaşı sırasında, Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in emriyle teke tek mübârezeye çıkanın
ilki Hz. Ali (radıyallahu anh)'dir.
Küffâra karşı Bedir'den önce bazı seriyyeler
çıkarılmış ve hatta karşılaşma bile olmasına rağmen, ciddi bir Savaş ilk
defa Bedir'de olmuş ve burada ilk mübarezeye çıkan ve hasmına galibiyetle
neticelendiren Hz. Ali olmuştur.
Ebu Dâvud'un bir rivayetine göre, Bedir'de iki
ordu karşılaşıp harp düzenini alınca Mekkeli küffârdan Utbe İbnu Rebî'a teke
tek vuruşmak üzere ileri atılır, onu takiben oğlu Velid İbnu Utbe ile
kardeşi Şeybe İbnu Rebi'a meydana çıkarlar. Bunlarla vuruşmak üzere
Ensâr'dan bazı gençler ileri atılırlar. Ancak Utbe: "Sizinle vuruşmaya
ihtiyacımız yok, biz amcamızın evlâtlarını istiyoruz, onlar karşımıza
çıksın!" der. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ey Hamza
kalk, Ey Ali kalk, Ey Ubeyde kalk!" diye ismen üç kişiye seslenir. Hamza,
Utbe'ye; Ali, Şeybe'ye doğru yürürler...
Rivayetler kim kiminle karşılaştı meselesinde
ihtilâf etse de teferruat burada mühim değil.
İşte Hz. Ali, bu mübârezeyi İslâm'da ilk
gerçekleştiren kendisi olduğunu bildirmektedir. Ayrıca rivayette meâlini tam
olarak kaydettiğimiz, "İşte Rabbleri hakkında tartışmaya giren iki taraf..."
diye başlayan âyetlerin (Hacc 19-21) bunlar hakkında indiği
belirtilmektedir.
Bazı rivâyetler Ehl-i Kitap'la Müslümanlar
hakkında indiğini kaydeder.
"Küffârla mü'minler hakkında indiğini"
söyleyenler de olmuştur.
Hattâ: "Ba's hususunda mü'minlerle kâfirler
arasında cereyan eden münâkaşa" üzerine indiğini söyleyen rivayet de
mevcuttur.
Taberi, söylenen bütün bu sebeplerin temelde
mü'minlerle kâfirler arasında cereyan eden hadiseler olması sebebiyle,
birine tahsis etmektense, hepsine ta'mim etmenin daha muvafık olacağını
belirtir ve "Bu sebeplerden biri için inmiş bile olsa, bu sebebin benzerleri
için âm olmasına mâni yoktur" der.
ـ3ـ وعن ابن الزبير رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قال رسولُ اللّه #: إنَّمَا
سُمّىَ الْبَيْتَ الْعَتِيقَ ‘نَّهُ لَمْ يَظْهَرْ عَلَيْهِ جَبَّارٌ[. أخرجه
الترمذى .
3. (712)-
İbnu'z-Zübeyr (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:"Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "(Kâbe'ye) Kur' ân-ı Kerim'de, Beytu'l-Atik denmiş
olması (Hacc 29, 33) ona hiç bir cebbârın galebe çalmamış olmasındandır."
[Tirmizî, Tefsir, Hâcc (3169).]
AÇIKLAMA:
Kur'ân-ı Kerîm'de Kâbe'ye iki ayrı âyette
Beytu'l-Atik denmektedir. Lügat olarak atik, kadim (eski), nefis, kıymetli,
şerefli demektir. Kâbe-i Şerife'ye bu manaların hepsini izafe ederiz.
Eskidir, çünkü bizzat Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle: "Yeryüzünde ibadet için
inşa olunan ilk beyt'tir" (Âl-i İmrân, 96).
Atik, bir de "azad edilmiş" manasına gelir.
Nitekim bir rivayette: "Allah onu cebbarların galebesinden azad etmiştir"
buyurulmaktadır.
Cebbâr; zâlim, öfke sebebiyle cana kıyan,
öldüren demektir. Şu halde ta bidayetlerden beri hiçbir devirde kahırla,
zorla zâlimler Kâbe üzerinde hâkimiyet kuramamışlardır. Bunun en güzel
misâli, Ebrehe ordusunun bozgunudur. Fil suresinde Ebâbil kuşlarının havadan
bıraktıkları küçük parçacıklarla Kâbe'yi istilâya gelen Habeş ordusunun
nasıl perişan edildiği anlatılır.
İkrime hazretleri: "Kâbe'ye Beytu'l-Atik
denmesinin sebebi, onun, Nuh tufanı sırasında yıkılmaktan azad edilmiş
olmasıdır" demiştir.
Şu halde bütün rivayetler Kâbe'nin eskiliği,
şerefi ve korunmuşluğu hususlarında ittifak ederler.
ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]لَمَّا أخْرِجَ النَّبىُّ #
مِنْ مَكَّةَ قالَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: آذَوْا نَبِيَّهُمْ
حَتَّى خَرَجَ لَيَهْلِكُنَّ فأنْزلَ اللّهُ تعالَى: أُذِنَ لِلَّذِينَ
يُقَاتلُونَ بِأنَّهُمْ ظُلِمُوا وَإنَّ اللّهَ عَلَى نَصْرِهِمْ لَقَدِيرٌ:
قالَ أبُو بَكْرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: لَقَدْ عَلِمْتُ أنَّهُ سَيَكُونُ
قتَالٌ[. أخرجه الترمذى والنسائى .
4. (713)-
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Mekke'den çıkarıldığı zaman Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) şöyle
söyledi: "Peygamberlerine eziyet ettiler, o da (dayanamayıp) oradan çıktı.
Mutlaka helâk olacaklar." Bunun üzerine şu âyet indi: "Haksızlığa
uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselerin karşı koyup savaşmasına
izin verilmiştir. Allah onlara yardım etmeye elbette kâdirdir" (Hacc 39).
Hz. Ebû Bekir (radıyallahu anh) der ki: "Bu âyet üzerine anladım ki,
(müşriklerle) savaş olacak." [Tirmizî, Tefsir, Hacc, (3170); Nesâî, Cihâd 1,
(6, 2).]
AÇIKLAMA:
Daha önce de belirttiğimiz gibi Mekke
döneminde Müslümanlara cihad izni verilmemiştir. Müşriklerin her çeşit
zulmüne sabretmek veya başka taraflara hicret etmekten başka yol
gösterilmemiştir.
İşte bu âyet cihâda izin veren ilk vahiy
olmaktadır. Bu sebepledir ki, Hz. Ebû Bekir: "Artık bunda böyle
savaşılacağını, savaşa Allah'tan izin çıkmış oduğunu anladım" demektedir.
Âyeti o zamanın şartlarında anlarsak ne kadar mühim bir merhaleyi ifade
ettiğini kavrarız.
Ve âyete dikkat edilirse mühim bir hususiyet
daha var: Savaş izni, bütün mü'minlere değil, Muhâcirleredir; yani
"haksızlığa uğratılarak kendilerine savaş açılan kimselere"dir. Nitekim,
daha önce de temas ettik, ilk seriyyelere katılanlar hep Muhacirler
olmuştur. Bu hâl Bedir Savaşına kadar devam edecektir. İlk defa Bedir'e
Ensâr da katılacaktır. Ama unutmayalım: "Bedir'e çıkarken Müslümanlar
savaşmak için değil, Kureyş ticaret kervanının önünü kesmek için yola
çıkmışlardı. Ancak gelişen şartlar karşısında savaşa karar vermek zorunda
kalınca, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Ensar'ın ileri
gelenlerinden, savaşa kendi rızalarıyla iştirakları hususunda söz almıştır.