Sirkatin dilimizdeki karşılığı hırsızlıktır.
Başkasının malını gizlice almak mânasına gelir. Fakihler hırsızı şöyle tarif
ederler: Başkasının mülkü olduğu kesinlikle bilinen nisab miktarı veya
kıymeti nisab miktarını bulan korunan bir malı gizlice alan akil ve bâliğ
kimsedir. Bu vasıflardan biri olmazsa haddi gerektiren şer'î hırsızlık
tahakkuk etmemiştir. Nisabtan az olan malın alınması, çalanın çocuk olması,
korunmayan bir malın alınması gibi... Cenâb-ı Hakk malın korunmasını
hırsızlığı yasaklayıp, hırsıza ağır müeyyide getirmek suretiyle bağlamıştır.
Hırsızlığın cezası, hudud denen ağır suçlar
sınıfına girer. Müeyyide âyetle tesbit edilmiştir. İnsanlar bunun cezasını
azaltıp çoğaltamazlar, bir başka cezaya çeviremezler, affedemezler. İlgili
âyet şöyle buyurur:
وَالسَّارِقُ
وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا اَيْدِيَهُمَا جَزَاءً بِمَا كَسَبا نَكَاً مِنَ
اللّهِ
"Erkek ve kadın hırsızın -o, irtikâb
ettiklerine bir karşılık ve Allah'tan ibret verici bir ukubet olmak üzere-
ellerini kesin..." (Maide 38).
Âyette sağ veya sol el olduğu belirtilmemiş
ise de ulemâ sağ elin kesileceğinde icma etmiştir. Ancak yanlışlıkla sol el
kesilecek olursa, bu şer'î cezanın yerine geçer mi geçmez mi ihtilâf
edilmiştir. Zinâ ile ilgili âyette kadın önce zikredilirken, hırsızlıkla
ilgili âyette erkek önce zikredilmiştir. Âlimler bunu, hırsızlığı daha
ziyade erkeklerin, zinâyı da kadınların yapmasıyla izah ederler. "Çünkü
derler, zinânın davetçisi kadındır, o rıza göstermese erkek bu işe tevessül
edemez."
İslâm mal emniyetini mühim bir esas kabul
etmiş, malını müdafaa ederken öldürülenin şehid olacağını bildirmiştir.
Hırsıza, elini kesmek gibi ağır bir ceza vermesinin felsefesi, mal
emniyetine verdiği ehemmiyette ifadesini bulur. Mala yapılan gasp, yağma,
kaçırma gibi diğer tecâvüzler hırsızlık sayılmamıştır ve çalanın cezası bu
kadar ağır tutulmamıştır. Zîra bunlar hırsızlığa nazaran daha az vuku bulur.
Ayrıca bunları beyyine ile ispat etmek kolaydır ve hükümete başvurunca geri
alınabilir. Üstelik kişi, daha tedbirli ve dikkatli olmak suretiyle
bunların vuku ihtimalini azaltabilir. Fakat hırsızlık öyle değildir, tedbiri
yok gibidir.
Bu sebeplerle ceza, psikolojik şokla
hissiyatın ve ruhun derinliklerinde caydırıcılık hasıl edecek şekilde ağır
takdir edilmiştir: Elin kesilmesi... Hırsızlığa niyet edecek kimseyi,
yakalanma halinde elinin kesilme ihtimali ciddi şekilde düşündürecek ve
caydırıcı etki yapacaktır. Hanefîlerin el-İhtiyar adlı kitaplarında şu izaha
yer verilir: "Öyle insan vardır ki, onu ne akıl durdurabilir ne de nakil.
Bu kimselere ne diyanet tesir eder, ne de mürüvvet ve emanet gibi yüce
duygular. Şâyet el kesmek, asmak ve benzeri ağır cezalar olmasaydı, bu
kimseler başkalarının mallarını inâd olsun diye aşikâre almaktan veya
gizlice çalmaktan çekinmezlerdi. Bu durumun getireceği fesad açıktır. Şu
halde, fesadın önlenmesi, nizamın sağlanması için hırsıza bu ağır caydırıcı
cezanın verilmesi münasip ve gerekli olmuştur. Kesme emri mutlak
geldiğinden, elin kesilmesi hususunda hür ile köle eşittir..." Çocuk ve deli
cezaya ehil sayılmadıkları için, hırsızlıkları sebebiyle elleri kesilmez.
Hırsızlığa şüphe getiren her şey el kesme
cezasını kaldırır. Çünkü Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hududa giren
dâvalarda "şüphe" nin hafifletici bir sebep olarak hadd cezasını
düşüreceğini belirtmiştir.
إِدْرَأُوا الْحُدُودَ
بِالشُّبُهَاتِ Söz gelimi: Mal
atılmış mı, korunmakta mı şüpheli ise hadd kalkar. Alınan malın başkasına
ait olduğu kesinlikle bilinmelidir. Çalınan malı sahibinin istemesi de
şarttır.
Malın korunması örfe göre değişebilir.
Korunmayan malın çalınması haddi gerektirmez. Nebbâş denen kefen
soyguncusunun eli kesilmez, çünkü kefen korunmaz.
İlk defa çalanın sağ eli bilekten kesilir.
İkincide sol ayağı, üçüncüde sol eli, dördüncüde sağ ayağı kesilir.
Hanefîlere göre ikinci hırsızlıkta sol ayağı kesilir. Bir daha çalarsa artık
el ayak kesilmez; tevbe edinceye kadar hapsedilir.
İmam Mâlik, İmam-ı Âzam, Şâfiî ve Cumhur-u
ulemâ elin bilekten ayağın da topuktan kesileceğine hükmetmişlerdir. Hz.
Ali, İmam Ahmed ve Ebû Sevr ayağın yarıdan kesileceğini söylemişlerdir.
Seleften bazıları elin dirsekten, diğer bazıları da omuzdan kesileceğini
söylemiştir.
ـ1ـ عن عائشة رَضِىَ
اللّهُ عَنْها قالت: ]لَمْ تُقْطَعْ يَدُ سَارِقٍ عَلى عَهْدِ رسولِ اللّهِ #
في أدْنى مِنْ ثَمَنِ المِجَنِّ تُرْسٌ أوْ جَحَفَةُ)ـ1(، وَكَانَ كُلُّ
وَاحِدٍ مِنْهُمَا ذَا ثَمَنٍ[
:______________)ـ1(
المجن. بكسر الميم، وفتح الجيم. وهو مفعل من اجتنان، وهو استتار مما يحاذره
انسان في الحرب، والجحفة: بفتح الجيم والحاء، ثم فاء: هي الدرقة، وقد تكون من
خشب أو عظم، وتغلف بالجلد أو غيره، والترس مثله، ولكن يطابق فيه بين جلدين.
1. (1624)-
Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
zamanında, hırsızın eli, bir deri kalkanın değerinden daha düşük bir eşya
için kesilmezdi. Kalkan, türs veya hacefe diye iki çeşitti, ikisinin de
belli bir değeri vardı." [Buhârî, Hudud 13; Müslim, Hudud 5, (1684);
Muvatta, Hudud 24, (2, 832); Tirmizî, Hudud 16, (1445); Ebû Dâvud, Hudud 11,
(4383); Nesâî, Sârik 9, (8, 77-81).]
AÇIKLAMA:
Hadiste, kolun kesilmesini gerektiren asgarî
nisab belirtilmektedir: Kalkanın fiyatı. Bu miktar kalkandan kalkana
değişir. Normalde en düşük değerde olanın fiyatı esastır. Hz. Aişe iki çeşit
kalkandan söz etmektedir: Türs ve hacefe. Türs tahta veya kemikten yapılıp
üzerine deri ve benzeri bir zar geçirilen korunma aleti olarak ifade edilir.
Hacefe de kalkandır. Bazı âlimler "ikisi aynıdır" demiş, bazıları "bunun
derisinin çift kat olacağını" söylemiştir.
Nisabda kalkan esas alınınca, onun değerinin
de cari olan para biriminden bilinmesi gerekir. Rivâyetlerde, o devirde en
ucuz kalkan fiyatının üç dirhem olarak geldiği belirtilir. Bu sebeple bazı
âlimler bunu esas alarak üç dirhemden daha ucuz bir mal için el
kesilmeyeceğini söylemiştir.
İbnu Hacer, rivâyetlerin ihtilâfı sebebiyle,
ulemânın nisab konusunda, yirmi farklı görüş ileri sürdüklerini belirtir; ne
kadar değersiz bile olsa çalınan her şey için kol kesilebileceğine hükmeden
Zâhirîlerden tek dirhem, iki dirhem, üç dirhem; çeyrek, yarım, dört dinara
kadar çıkan.., daha aşağısı için kol kesilmez diyen görüşler de vardır.
Ulemânın bu meselede yaptıkları ihtilâf,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan gelen rivâyetlerin ihtilâfından ve
bunların değerlendirme ve yorumunda vardıkları farklı neticelerden ileri
gelir. Şerh kitaplarında farklı görüşler beyan edilirken, âlimlerin kendi
mezhep görüşlerinin haklılığını gösterme sadedinde taassuba düşüp mukabil
görüşlerin hatasını belirtmede sert ifadelere yer verdiklerine bile
rastlanır. Biz meselenin o cihetine ve hatta görüşlerin dayandıkları
delillerin tahliline girmeden, başlıcalarını kaydedeceğiz
1- Zâhirîlere göre, el kesmek için, çalınan
malın nisabı aranmaz, azçok müsavidir. Hasan-ı Basrî ve Haricîler ile Şâfiî
âlimlerinden İbnu Bintu'ş-Şâfiî de bu görüştedirler.
2- İmam Şâfiî'ye göre, nisab, çeyrek altın
dinar veya o kıymette maldır. Hz. Aişe, Ömer İbnu Abdilaziz, Evzâî, Leys,
Ebû Sevr, İshak, İmam Mâlik, Ahmed ibnu Hanbel vs. de bu görüştedirler.
3- Hz. Ömer, Süleyman İbnu Yesâr, İbnu
Şübrüme, İbnu Ebî Leylâ ve bir rivâyette Hasan-ı Basrî gibi bir grup selef,
eli kesmeyi gerektiren nisabın beş dirhem olduğunu söylemiştir.
4- Ebû Hanife ve ashabına göre nisab on
dirhemdir, daha az değerdeki çalıntı için el kesilmez.
5- İbrahim Nehâî'ye göre nisab 40 dirhemdir,
yani dört altın dinar.
Müteakip rivâyetlerde bu görüşlerin dayandığı
deliller kısmen beyan edilmiş olacak.
ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما قال: ]قَطَعَ النَّبىُّ # سَارقاً في مَجنٍّ قِيمتُهُ ثَثَةُ
دَرَاهِمَ[. أخرجهما الستة
2. (1625)-
İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) üç dirhem kıymetindeki bir kalkanı çalan hırsızın elini kesti."
[Buhârî, Hudud 13, Müslim, Hudud 6, (1684); Muvatta, Hudud 24, (2, 832);
Tirmizî, Hudud 16, (1445); Ebû Dâvud, Hudud 11, (4484); Nesâî, Sârik 9, (8,
77-82).]
AÇIKLAMA:
Hadiste, hırsızın elini bizzat Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kesmiş gibi bir ifade mevcuttur. Bu, "kestirdi"
veya "kesilmesine hükmetti" demektir. Bu çeşit haddlerin icrasını bizzat
Resûlullah yapmazdı.
ـ3ـ وعن أبى هريرة
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: لَعَنَ اللّهُ السَّارِقَ
يَسْرِقُ الْبَيْضَةَ فَتُقْطَعُ يَدُهُ، وَيَسْرِقُ
الحَبْلَ فَتُقْطَعُ
يَدُهُ. قالَ ا‘عْمَشُ: وَكَانُوا يَرَوْنَ أنَّهَ بَيْضُ الحَدِيدِ، وَإنَّ
مِنَ الحِبَالِ مَا يُسَاوِى دَرَاهِمَ[. أخرجه الشيخان والنسائى .
3. (1626)-
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) şöyle buyurdular: "Allah, bir yumurta çalıp da eli kesilen, bir ip
çalıp da eli kesilen hırsıza lânet etsin."
A'meş der ki: "Buradaki yumurtadan maksadın
demir topağı olduğu, bazı iplerin de üç ve daha fazla dirhem ettiği
kanaatinde idiler." [Buhârî, Hudud 13, 7; Müslim, Hudud 7, (1687); Nesâî,
Sârik 1, (7, 65).]
AÇIKLAMA:
Muhtemelen burada Resûlullah "yumurta" ve
"ip"le elin kesilmesine sebep olan asgarî nisâbı kastetmiştir.Yani ip,
yumurta gibi kıymetsiz şeyleri çalarak hırsızlığa alışan kimse, bu değersiz
şeylerle alıştığı hırsızlık sebebiyle elini kaybedebilir. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bu durumu hatırlatarak daha işin başında,
ehemmiyetsiz gibi görünen bu alışkanlıklara düşülmemesini ikaz
buyurmaktadır.
Hırsıza Allah'tan lanet edilmeye gelince: Bu,
muayyen bir şahıs zikredilerek yapılmış bir lanetleme değildir, mutlaktır.
Muayyen bir şahsa lanet tecviz edilmez ise de, bu hadis mutlak şekilde
lanet okumanın caiz olacağını göstermektedir. Bazı âlimler, hadd icra
edilmezden önce mücrime lanet okumanın caiz olacağını; hadden sonra ise,
-hadd işlenen günaha keffaret olacağı için- lanetin caiz olmayacağını
söylemiş ise de buna da itiraz edenler olmuştur.
ـ4ـ وعن أمية المخزومى
رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]أُتِىَ النَّبىُّ # بِلِصٍّ قَدِ اعْتَرَفَ وَلَمْ
يُوجَدْ مَعَهُ مَتَاعٌ، فقَالَ لَهُ: مَا إخَالُكَ سَرَقْتَ؟ فَقَالَ: بَلى،
فَأعَادَ عَلَيْهِ مَرَّتَيْنِ أوْ ثَثاً كُلُّ ذلِكَ يَعْتَرِفُ، فَأمَرَ بِهِ
فقُطِعَ وَجِئَ بِهِ، فقَالَ #: اسْتَغْفِرِ اللّهَ وَتُبْ إلَيْهِ، فقَالَ:
أسْتَغْفِرُ اللّهَ تَعالى وَأتُوبُ إلَيْهِ، فقَالَ #: اللَّهُمَّ تُبْ
عَلَيْهِ ثَثاً[. أخرجه أبو داود والنسائى .
4. (1627)-
Ümeyye el-Mahzûmî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a bir hırsız getirildi. Suçunu itiraf etmişti. Ancak çaldığı eşya
beraberinde bulunmadı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (hadden
kurtarmak maksadıyla): "Senin çaldığını zannetmiyorum" dedi. Hırsız: "Hayır
çaldım" diye te'yid etti. (Resûlullah) sözlerini aynı şekilde iki veya üç
kere tekrar etti.
Sonunda, elinin kesilmesini emretti ve kesildi. Sonra hırsız Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a getirildi. Efendimiz:
"- Allah'a tevbe ve istiğfarda bulun!" diye
nasihat etti. Adamcağız:
"- Allah'a tevbe ediyor, O'ndan mağfiret
diliyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da:
"- Allahım, onu mağfiret et!" diyerek üç kere
duada bulundu." [Ebû Dâvud, Hudud 8, (4380); Nesâî, Sârik 3, (8, 67).]
AÇIKLAMA:
1- Rivâyette, hırsız yakalanmış ve suçunu
itiraf da etmiş olmasına rağmen, çaldığı eşya fiilen görülmediği için,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a "çalmadım" dese hadden kurtulma şansı
mevcuttur. Bu sebeple, Hz. Peygamber, adamı hadde maruz kalmaktan kurtarmak
maksadıyla, "Senin çaldığını zannetmiyorum" diyerek telkinde bulunur. Ancak
adam, belki de dinin bu meseledeki esprisini bilmediği için gerçeği
itiraftan ayrılmıyor.
2- Âlimler, bu hadisten hareketle, mücrime onu
hadden kurtaracak telkinin caiz olduğu hükmünü çıkarmışlardır.
3- Hadisten anlaşılan diğer bir husus,
mücrime, tevbe etmesini söyleme gereği. O, bu sözü dinleyerek istiğfarda
bulunacak olursa, Allah'tan mağfireti için dua edilecektir.
ـ5ـ وعن عائشة رَضِىَ
اللّهُ عَنْها ]أنَّ قُرَيشاً أهمَّهُمْ شَأنُ المَخْزُومِيَّةِ الَّتِى
سَرَقَتْ، فقَالُوا: مَنْ يُكَلِّمُ فِيهَا رسولَ اللّهِ #؟ فقَالُوا: وَمَنْ
يَجْتَرِئُ عَلَيْهِ إَّ أُسَامَةُ بْنُ زَيْدٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. حِبُّ
رسولِ اللّهِ #، فَكَلَّمَهُ أُسَامَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فََقَالَ:
أتَشْفَعُ في حَدٍّ مِنْ حُدُودِ اللّهِ تَعالى؟ ثُمَّ قَامَ فَاخْتَطَبَ،
ثُمَّ قَالَ: إنَّمَا أهْلَكَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ أنَّهُمْ كَانُوا إذَا
سَرَقَ فِيهِمُ الشَّرِيفُ
تَرَكُوهُ، وَإذَا
سَرَقَ فِيهِمُ الضَّعِيفُ أقَامُوا عَلَيْهِ الحَدَّ، وَايْمُ اللّهِ لَوْ
أنَّ فَاطِمَةَ بِنْتَ مُحَمَّدٍ سَرَقَتْ لَقَطَعْتُ يَدَهَا[. أخرجه
الخمسة.وفي رواية أبى داود والنسائى عن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما ]أنَّ
امْرَأةَ مَخْزُومِيَّةً كانَتْ تَسْتَعِيرُ المَتَاعَ[.زاد النسائى: ]عَلَى
ألْسِنَةِ جَارَاتِهَا وَتَجْحَدُهُ فَأمَرَ النَّبىُّ # بِقَطْعِ يَدِهَا[ .
5. (1628)-
Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Hırsızlık yapan Mahzumlu kadının
durumu Kureyşlileri fazlasıyla üzdü.
"- Bu kadın hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) nezdinde kim müessir bir şefaatte bulunabilir?" diye adam
aradılar.
"- Bu işe, sadece Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın çok sevdiği Üsâme İbnu Zeyd (radıyallâhu anhümâ) cür'et
edebilir" dediler. Üsâme (huzura çıkarak), Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a şefaat talebinde bulundu. Efendimiz:
"Allah'ın hududundan bir hadd hususunda şefaat
mi taleb ediyorsun?" diye çıkıştı. Sonra kalkıp cemaate şu hitabede bulundu:
"- Sizden öncekileri helâk eden şey şudur:
İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terkedip (ceza
vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona
hadd tatbik ederlerdi. Allah'a yemin olsun! Muhammed'in kızı Fatıma
hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim." [Buhârî, Hudud 11,
12, 14, Şehâdat 8, Enbiyâ 50, Fedâilu'l-Ashâb 18, Megâzî 52; Müslim, Hudud
8, 1688; Tirmizî, Hudud 9, (1430); Ebû Dâvud, Hudud 4, (4373, 4374); Nesâî,
Sârik 5, (8, 74, 75).]
Ebû Dâvud ve Nesâî'nin, İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ)'den kaydettikleri bir rivâyette şöyle denmiştir: "Mahzum
kabilesinden bir kadın, mal istiâre ederdi."
Nesâî'de şu ziyade mevcuttur: "Mahzumlu kadın
(tanınmış komşularının) diliyle bazı malları âriyet olarak almıştı."
AÇIKLAMA:
1- Nesâî'nin rivâyetindeki bir açıklamaya göre
bu kadın, Mekke Fethi Seferi sırasında hırsızlık yapmıştır. Bazı zinet
eşyalarını, tanınmış kimseleri araya koyarak iâreten almış, sonra satıp
parasını temellük etmek istemiş, ancak, bu ihaneti açığa çıkartılarak
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a götürülmüştür. Resûlullah hadde
hükmedince kadını kurtarmak isteyenler, Resûlullah nezdinde şefaati muteber
birisini aramışlar, Resûlullah'ın çokca sevgi ve takdirlerine mazhar Üsâme
(radıyallâhu anh)'yi uygun bulup göndermişlerdir.
Üsâme maksadını ifade edince, Hz. Peygamber
öylesine öfkelenir ki, vech-i mübarekleri renklenir.
2- Rivâyetler, sonradan kadının samimiyetle
tevbe edip, İslâm'ı tam yaşadığını, evlenip aile kurduğunu belirtir. Hz.
Aişe: "Bu işten sonra bana gelir, ben de onun hacetini Resûlullah'a intikal
ettirmede aracı olurdum"der.
3- Bazı rivâyetler de, kadının âriyet olarak
aldığı zinetleri sattığı, bu yüzden elinin kesildiği ifade edilir. Bir kısım
alimler, bundan hareketle, emaneten alınan eşya, değerce nisap miktarında
ise, inkârı halinde elinin kesileceğini söylemiştir. Ahmed İbnu Hanbel ve
İshak İbnu Râhuye bu görüştedir. Fakat Medine ve Kûfe ulemâsı ile cumhur ve
Şâfiîler: "Emaneten alınan malın inkârı ile el kesilmez" derler. Nevevî bu
görüşü te'yiden şu açıklamayı yapar: "Hadis kadının elinin, hırsızlığı
sebebiyle kesildiğini ifade eder. Emaneten alıp inkar, bu ayrı bir durumdur.
Rivâyette bunun da zikri, kadını tavsif ve tarif etmek içindir, elinin o
yüzden kesildiğini belirtmek için değildir. Nitekim rivâyetin bazı
vecihlerinde: "Kadın hırsızlık etti ve eli hırsızlık sebebiyle kesildi" diye
sarih olarak ifade edilir. Binaenaleyh rivâyetleri te'lif etmek için bu
rivâyeti de nazar-ı dikkate almak gerekir, çünkü anlatılan hâdise, aynı
hâdisedir."
Bu rivâyetten âlimler şu hükmü çıkarmışlardır:
Hududa giren bir suç işlenir, bu da imama (veya naibi, kadı gibi resmî
makamlara) ulaşırsa bunu örtbas ettirmek, affettirmek için yapılacak her
çeşit teşebbüs haramdır. Ama resmiyete intikal etmeden yapılırsa caizdir.
Hadd dışında kalan suçlar için şefaat her
zaman ve şartlarda caizdir.
ـ6ـ وعن ابن عمرو بن
العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]سُئِلَ النَّبىُّ # عَنِ الثَّمَر
المُعَلّقِ)ـ1( فقَالَ: مَنْ أصَابَ بِفيهِ مِنْ ذِى حَاجَةٍ غَيْرَ مُتَّخِذٍ
خُبْنَةً فََ شَئَ عَلَيْهِ[. أخرجه أصحاب السنن، وهذا لفظ الترمذى .
وزاد أبو داود والنسائى:
]وَمَنْ خَرَجَ مِنْهُ بِشَئٍ فَعَلَيْهِ غَرَامَةُ مِثْلِهِ وَالْعُقُوبَةُ
وَمَنْ سَرَقَ مِنْهُ شَيْئاً بَعْدَ أنْ يُؤْوِيهُ الجَرِينَ)ـ2( فَبَلَغَ
ثَمَنَ المِجنِّ)ـ3( فَعَلَيْهِ الْقَطْعُ، وَمَنْ سَرقَ دُونَ ذلِكَ
فَعَلَيْهِ غَرَامَةُ مِثْلِهِ وَالْعُقُوبَةُ[.وزاد النسائى: ]وََ قَطْعَ في
حَرِيسَةِ الجَبَلِ، فَإذَا ضَمّهَا المُرَاحُ قُطِعَتْ في ثَمَنِ
المِجَنِّّ[.»الخُبنَةُ« مَا يُحْمَلُ في الحضن، وقيل: مَا يؤخذ في خبنة الثوب،
وهو ذيله.»وَالحَريسَةُ« السرقة.»وَحَريسَةُ الجَبَلِ« أيضاً: الشاة التي
يدركها الليل قبل أن تصل إلى مأوَاها.»وَالَمُرَاحُ« بضم الميم: الموضع الذي
تأوى إليه الماشية لي .
)ـ1( الثمر المعلق: هو
الشجر قبل قطعه.
)ـ2( الجرين: موضع يجمع
فيه التمر للتجفيف كالبيدر الحنطة.
)ـ3( ثثة دارهم، أو اربع
دينار كما ورد في رواية الترمذي، أو عشرة دراهم، أو دينار كما جاء في رواية بي
داود.
6. (1629)-
Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a dalındaki meyveden sorulmuştu. Şu cevabı verdi:
"- İhtiyaç sahibi olmak kaydıyla, eteğine
almaksızın, sadece yiyene bir şey gerekmez." [Tirmizî, Büyû 54, (1289); Ebû
Dâvud, Hudud 12, (4390); Nesâî, Sârik 11-12, (8, 84-86).]
Ebû Dâvud ve Nesâî'de şu ziyade mevcuttur:
"Kim ağaçtan beraberinde meyve götürürse, aldığının bedelini iki katıyla
borçlanır ve ayrıca ceza da çeker. Kim de kurutma yerine getirilmiş olan
meyveden bir şeyler çalar ve bunun miktarı da bir kalkanın değerine ulaşırsa
kolunun kesilmesi gerekir. Kim de bu miktardan az çalarsa aldığı miktarın
iki misli borç öder ve ayrıca ceza çeker."
Nesâî'de şu ziyade vardır: "Meradan çalınan
koyun için el kesilmez. Eğer bu hayvan ağılda idiyse kalkan değerinde olanı
için el kesilir.
AÇIKLAMA:
1- Metinde
غَرَامَةُ مِثْلِهِ
"...bir mislini borçlanır" ibaresi,
aslında
غَرَامَةُ مِثْلَيْهِ "...iki misli
borçlanır" şeklindedir. Tercümede düzelttik.
2- Meyve henüz toplanıp işlenme mahalline
getirilmemiş ise, ihtiyaç sahibinin ondan yemesine bu hadiste ruhsat
verilmektedir, yeter ki eteğine veya sepetine de almamış olsun.
3- Ahmed İbnu Hanbel'in bir rivâyetinde durum
biraz daha açıklanarak ifade edilmiştir:
وَمَنِ احْتَمَلَ
فَعَلَيْهِ ثَمَنُهُ مَرَّتَيْنِ وَضَرْبُ نِكَالٍ
"Kim beraberinde taşırsa değerini iki katıyla
öder, ayrıca ibret dayağı atılır." Böylece hadiste zikredilen ukubetten
(cezadan) ne kastedildiği anlaşılmış olmaktadır.
Bagavî'nin Şerhu's-Sünne'de belirttiğine göre,
İmam Mâlik ve Şâfiî (rahimehumallah): "Meyve, ağaçtan toplanmış, korunma
altına alınmışsa bundan almak haramdır, alınan nisab miktarını bulursa el
kesmeyi gerektiren hırsızlık olur" diye hükmetmişlerdir. Ebû Hanife bu
meselede Râfi' İbnu Hudeyc'in -Ebi Dâvud'da- rivâyet ettiği,
َقَطْعَ فِى ثَمَرٍ وََ
كَثَرٍ "Meyve ve hurma özü
sebebiyle el kesilmez" hadisinin zâhirini esas alarak, taze meyve sebebiyle
el kesilemeyeceğine hükmetmiştir. Meyve ağacın başında olsun, korunma altına
alınmış olsun farketmez, çünkü hadiste "meyve" mutlak gelmiştir.
Ebû Hanife merhum, et, süt ve içecekleri de
buna kıyas ederek, tazelerinden el kesilmeyeceğine hükmetmiştir.
Sübülü's-Selâm'da bu hadisten çıkarılan
hükümler şöyle hülâsa edilir:
1- Muhtaç kişinin, açlığını gidermek için
yiyecek miktarda meyve alması mübahtır.
2- Beraberinde meyve götürmesi haramdır.
Götürmek üzere aldığı, şu durumlardan biriyle olur:
a) Meyve toplanıp işlenme mahalline konmadan
önce alınmıştır, bu durumda borçlanma ve ceza vardır.
b) Meyve toplanıp, işlenme yerine
getirildikten sonra alınmıştır. Bu durumda alınan miktar nisaba ulaşırsa eli
kesilir.
ـ7ـ وعن جابر رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: َ قَطْعَ في كَثَرٍ، وََ ثَمَر
مُعَلّقٍ، وََ حَرِيسَةِ جَبَلٍ، وََ على خِيَانَةٍ، وََ في انْتِهَابٍ، وََ
خَلِيسَةٍ[. أخرجه رزين.»الْكَثَرُ« جمار النخل.»والخَلِيسَةُ« الشئ المختلس
المسلوب المنهوب .
7. (1630)-
Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Hurma özü için, ağacın başındaki meyve için, dağda otlayan
(ağıla girmemiş) koyun için, ihanet edilen emânet için, yağmalanılan için,
kapıp kaçırılan için el kesilmez." [Rezin ilavesidir.]
AÇIKLAMA:
Rezin'den kaydedilen bu rivâyet lafzan olmasa
da mânen Kütüb-i Sitte'de yer alır. Nitekim ilk kısmında temas edilen hurma
özü, ağacın başındaki meyve, dağda otlayan koyunla ilgili hüküm önceki
hadiste geçti. Geri kalan kısımla ilgili olarak Hz. Câbir (radıyallâhu
anh)'den Tirmizî ve Nesâî'de gelen bir rivâyet şöyle:
لَيْسَ عَلَى خَائِنٍ
وََ مُنْتَهِبٍ وََ مُخْتَلِسٍ قَطْعٌ
"Hâine, yağmacıya, kaçırana el kesme yoktur".
Hâini, İbnu'l-Hümam şöyle izah eder:
"Kendisine itimâd edilerek âriyet veya emânet yoluyla verilen bir mala el
koyarak zayi olduğunu iddia eden veya bu malın kendisine âriyet veya emânet
olarak intikal etmiş olduğunu inkâr eden kimsedir. Hâini: "Mal sahibine
hayırhah görünerek malını gizlice alan kimse" diye de tarif etmişlerdir.
Müntehib: Göz göre göre alan, yağmalayan
kimseye denir.
Muhtelis: Bu da, bir malı el çabukluğu ile,
evden veya sahibinin elinden kapıp alan demektir.
Mutarrızî, el-Muğrib'de ihtilâsı: "Bir şeyi
âşikâre yani açıktan açığa sür'atle almak" diye tarif eder, kapmak
kelimesiyle ifade edilir. Dolayısıyla muhtelis'e de kapkın diyebiliriz,
ancak kapkın tâbirimiz bu mânada dilimizde ıstılahlaşmış değildir.
Nevevî, Müslim Şerhi'nde -bahsin bidâyetinde
de belirttiğimiz üzere-Kadı İyâz'dan şu açıklamayı iktibas eder: Allahu
Zülcelal hazretleri el kesme cezasını sadece hırsız için vacib kılmıştır.
Kapma, yağma, gasb gibi diğer merdud amellere el kesme hükmü koymamıştır.
Çünkü, bunlar hırsızlığa nisbetle nadirattandır. Ayrıca, devlet makamlarına
müracaatla bunların geri alınmasını taleb etme imkânı da vardır, hırsızlığın
aksine bunlar için beyyine (ıspatlayıcı delil) ikâme etmek de kolaydır. Bu
sebeplerle hırsızlığı daha büyük bir suç kıldı, çok ağır bir ceza takdir
etti, tâ ki onu men etmede, ona tevessülden caydırmada daha müessir
olunsun".
ـ8ـ وعن جابر رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ قال: ]جِئَ إلى النَّبىِّ # بِسَارِقٍ فقَالَ: اقْتُلُوهُ،
فقَالُوا يَارسولَ اللّهِ: إنَّمَا سَرَقَ، فقَالَ: اقْطَعُوهُ فَقطِعَ، ثُمَّ
جِئَ بهِ الثانِيَةَ؟ فقَالَ: اقْتُلُوهُ، فقَالُوا يَا رسولَ اللّهِ: إنَّمَا
سَرَقَ؟ فقَالَ: اقْطَعُوهُ، ثُمَّ أُتِىَ بِهِ الرَّابِعَةَ، فقَالَ:
اقْتُلُوهُ، فقَالُوا يَا رَسُولَ اللّهِ: إنَّمَا سَرَقَ، فقَالَ: اقْطَعُوهُ،
فَأُتِىَ بِهِ الخَامِسَةَ، فقَالَ: اقْتُلُوهُ. قَالَ جَابِرٌ رَضِىَ اللّهُ
عَنْهُ: فَانْطَلَقْنَا بِهِ فَقَتَلْنَاهُ، ثُمَّ اجْتَرَرْنَاهُ
فَألْقَيْنَاهُ في بِئْرٍ، وَرَمَيْنَا عَلَيْهِ الحِجَارََةَ[. أخرجه أبو داود
والنسائى .
8. (1631)-
Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm)'a
bir hırsız getirilmişti.
"-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine:
"-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam sadece çaldı"
denildi. Bunun üzerine
"-Öyleyse (elini) kesin!" dedi ve derhal eli
kesildi. Sonra aynı adam ikinci sefer getirildi. Yine:
"-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine:
"-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı"
dendi. Bunun üzerine
"-Öyleyse kesin!" dedi ve derhal (sol ayağı)
kesildi. Sonra üçüncü sefer getirildi ve hırsızlık yaptığı söylendi. Hz.
Peygamber:
"-Öldürün onu!" diye emretti. Kendisine:
"Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı"
denildi. Bunun üzerine:
"-(Sol elini) kesin!" diye emretti. Sonra aynı
adamı dördüncü kere getirdiler.
"-Öldürün onu!" buyurdu. Kendisine:
"-Ey Allah'ın Resûlü, bu adam hırsızlık yaptı"
dediler. Bunun üzerine
"-(Sağ ayağını da) kesin!" diye emir buyurdu.
Aynı adam beşinci sefer getiririldi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"Öldürün onu" diye emretti. Hz. Câbir
(radıyallâhu anh) der ki: "A-damı götürüp öldürdük. Sonra sürüyerek götürüp
bir kuyuya attık. Üzerini de taşla doldurduk." [Ebû Dâvud, Hudud 20, (4410);
Nesâî, Sârik 15, (890, 91)
AÇIKLAMA:
Muhaddisler, bu hadisin, senette yer alan
Mus'ab İbnu Sâbit sebebiyle zayıf olduğunu belirtirler. Esasen şeriatte
hırsızlık sebebiyle ölüm cezası yoktur. Tîbî merhum hadisin zayıflığı
meselesine girmeden, mâkul bir açıklamasını yapar. Kütüb-i Sitte hadislerini
za'fı sebebiyle reddetmektense, makul açıklamasını yapmanın daha faydalı
olacağı inancındayız. Bu sebeple, Tîbî'nin yorumunu kaydediyoruz: "Herifin
kuyuya atılması, hakaret ve alçaklığı sebebiyle öldürülmüş olduğuna delil
olur. Çünkü, davranışı hiçbir surette Müslümana yakışmaz. Büyük günah
irtikab etse bile mücrimin hurmeti korunur ve namazı kılınır, hususen hadd
tatbik edilip günahından temizlenmesinden sonra. Mamafih bu adamın irtidat
etmiş olması, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, buna vâkıf olmuş
bulunması da muhtemeldir. Nitekim irtidât etmiş olan Ureynelilere de böyle
şiddetli davranmış ve hatta müsleye yer vermişti. Herifin, kesimden sonra
öldürmeyi gerektiren (küfür ve isyan dolu) sözler sarfetmiş olması da
muhtemeldir".
Hattâbî der ki: "Ben, kişinin ne kadar tekrar
etse bile hırsızlığı sebebiyle kanını mübah addeden tek bir fakih görmedim.
Ancak İmam Mâlik'in mezhebinde denir ki, yeryüzünde fesad çıkaranların teczi
yerinde imamın içtihad yetkisi vardır, dilerse had'de ziyadede bulunabilir,
öldürülmesini uygun gördüğü taktirde öldürtebilir. Bu nokta-i nazardan,
hadiste durumu beyan edilen ve ölümüne hükmedilen hırsız, yeryüzünde fesad
çıkaranlardan biri telâkki edilmiş olabilir. Bu hususu te'yid eden karine,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hırsız için, birinci gelişinde:
"Öldürün" demiş olmasıdır. Demek ki, adam fesadıyla meşhur birisi idi.
Değilse ilk gelişinde "öldürün!" diye emir vermezdi.
İmam Şâfiî: "Bu ve başka hadiste geçen,
(dördüncü seferde) öldürme hükmü mensûhtur. Bu hususta ulemâ arasında
bildiğim kadarıyla ihtilâf mevcut değildir" der.
Bazı şârihler: "Şâyet hadis sahihse, bu
tatbikat, Allah'ın vahyi ile Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a has bir
fiil kabul edilmelidir" demiştir.
Hulâsa hadisle ilgili bu ve başka bir kısım
yorumlar, hadisin ulemânın ittifakla benimsediği hükme uymayan bir muhtevâ
taşıması sebebiyle yapılmıştır. Hiçbir âlim, hırsızlık sebebiyle ölüme
hükmetmemiştir.
ـ9ـ وعن أبى هريرة
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ #: إذَا سَرَقَ الْعَبْدُ
فَبِيعُوهُ وَلَوْ بِنَشٍّ)ـ1([. أخرجه أبو داود والنسائى.»النَّشُّ« النصف من
كل شئ .
______________
)ـ1( النش بفتح النون، وتشديد الشين عشرون درهما نصف أوقية،
والمعنى بعه ولو بثمن بخس.
9. (1632)-
Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûllah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Köle hırsızlık yaparsa, onu bir mangıra da olsa satın gitsin"' buyurdular."
[Ebû Dâvud, Hudud 22, (4412); Nesâî, Sârik 16, (8,91).]
AÇIKLAMA:
1- Hırsızlık, köle için değerini düşüren bir
kusurdur. Satılırken kusurunun belirtilmesi gerekir.
2- Bir mangır diye tercüme ettiğimiz kelimenin
aslı neşş'dir. Neşş, "yarım" mânasına gelir. 40 dirhem ağırlığında olan bir
okiyyenin yarısına da neşş denmiştir. Bu durumda, lügat olarak 20 dirhemlik
bir ağırlığı ifade eder ise de, hadiste "ne kadar ucuza gitse de" mânasında
kullanılmıştır. Bu mânada dilimizde, bir mangır veya bir pul tâbirleri
kullanılmaktadır. Eskiler, gâvur parasıyla bir paraya derlerdi.
Aliyyu'l-Kârî, Şerhu's-Sünne'den naklen şu
bilgiyi kaydeder: "Âlimler dediler ki: "Bir köle hırsızlık yaptı ise, kaçmış
da olsa, kaçmamış da olsa eli kesilir". İbnu Ömer'den rivâyet edildiğine
göre, onun bir kölesi kaçakken hırsızlık yapmıştı. Bunu Saîd İbnu'l-Âs'a
göndererek elini kesmesini istedi. Saîd: "Kaçak kölenin hırsızlığı sebebiyle
eli kesilmez" diye bu işten imtina etti. Abdullah İbnu Ömer (radıyallâhu
anhümâ): "Bu hükmü hangi kitapta bulmuşsun?" diyerek kesilmesini emretti ve
eli kesildi."
Ömer İbnu Abdilaziz'in de hırsızlık yapan
kölenin elini kestirdiği rivâyet edilmiştir. İmam Mâlik, İmam Şâfiî ve
fukahanın kâhir ekseriyeti böyle hükmetmiştir.
ـ10ـ وعن أزهر بن
عبداللّه الحرازى ]أنَّ قوْماً مِنَ الْكَِعِيِّينَ سُرِقَ لَهُمْ مَتَاعٌ
فَاتَّهَمُوا أُنَاساً مِنَ الحَاكَةِ، فَأتَوْا بِهِمُ النُّعْمَانَ بْنَ
بَشِيرٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ: فَحَبَسَهُمْ أيّاماً، ثُمَّ خَلَّى
سَبِيلَهُمْ، فَأتَوُا النُّعْمَانَ فقَالُوا: خَلَّيْتَ سَبِيلَهُمْ بِغَيْر
ضَرْبٍ وََ امْتِحَانٍ، فقَالَ لَهُمْ النُّعْمَانُ: مَا شِئْتُمْ. إنْ
شِئْتُمْ ضَرَبْتُهُمْ، فإنْ خَرَجَ مَتَاعُكُمْ فَذَاكَ، وَإَ أخَذْتُ لَهُمْ
مِنْ ظُهُورِكُمْ مِثْلَ مَا أخَذْتُ مِنْ ظُهُورهِمْ، فقَالُوا هذَا حُكْمُكَ؟
فقَالَ هذَا حُكْمُ اللّهِ، وَحُكْمُ رسُولِهِ #[. أخرجه أبو داود والنسائى .
10. (1633)-
Ezher İbnu Abdillah el-Harâzî anlatıyor: "(Yemenli) Kelâ' kabilesinden bir
grubun malı çalındı. Bunlar, bir kısım dokumacıları itham ettiler.
Dokumacıları alarak Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselam)'in ashabından
olan Nu'mân İbnu Beşîr'e getirdiler. Nu'mân onları bir kaç gün hapsetti,
sonra salıverdi. (Şikâyetçiler), Nu'mân'a gelip: "Sen onları dayaksız,
azarsız salıverdin, olur mu?" dediler. Nu'mân onlara:
"-Ne istiyorsunuz? Onları dövmemi istiyorsanız
döverim. Malınız çıkarsa alırsınız. Ama dövdüğüm halde malınız çıkmazsa,
onlara vurduğum kadar da size vururum" dedi.
"-Yani hükmün bu mu?" dediler. Nu'mân
(radıyallâhu anh):
"-(Hayır bu benim değil), Allah ve Resûlü'nün
(aleyhissalâtu vesselam) hükmüdür'" cevabını verdi." [Ebû Dâvud, Hudud 10,
(4382); Nesâî, Sârik 2, (8, 66).]
AÇIKLAMA:
Töhmet durumunda hapsetmek dinimizde caizdir.
Şârihler töhmet üzerine, Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in
bazılarını hapsettiğini kaydederler.
Ebû Dâvud, rivâyetin sonuna açıklayıcı
mahiyette şu notu ekler: "Nu' mân (radıyallâhu anh), onları bu sözüyle
korkutmuştur. (Hadis, ithama mâruz kalan kimsenin) suçu itiraf etmedikçe
dövülemeyeceğini ifade eder"
Sindî'ye göre, Ebû Dâvud hazretleri, bu
açıklayıcı notla, hırsızlık suçuyla ittiham edilenleri dövmenin helâl
olmayacağına işaret etmiş olmaktadır. Çünkü, Nu'mân İbnu Beşîr: "Onları
dövmek caiz olsaydı, itham edilen suçu ispatlanmaması halinde, kısas olarak
sizin de dövülmeniz gerekirdi" mânasında ifadede bulunmuştur.
Hülâsa, fukaha bu hadisten, hırsızın
konuşturulması için dövülemiyeceği, ancak hapsedilebileceği hükmünü
çıkarmıştır.
ـ11ـ وعن أبى ذرّ رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ قال: ]دَعَانِى رسولُ اللّه # فقالَ: كَيْفَ أنْتَ إذَا أصَابَ
النَّاسَ مَوْتٌ يَكُونُ الْبَيْتُ فِيهِ بِالْوَصِيفِ، يَعْنِى الْقَبْرَ؟
قُلْتُ اللّهُ وَرسُولُهُ أعْلَمُ، أوْ مَا خَارَ لى اللّهُ ورسولُهُ؟ قَالَ:
عَلَيْكَ بِالصَّبْرِ، أوْ قَالَ تَصْبِرُ. قَالَ حَمَّادٌ: فَبِهذَا أخَذَ
مَنْ ذَهَبَ إلى قَطْعِ النَّبَّاشِ ‘نَّهُ دَخَلَ عَلى المَيِّتِ بَيْتَهُ[.
أخرجه أبو داود.»الْبَيْتُ« القبر، والمراد أن الموت يكثر حتى يباع موضع قبر
بعبد .
11. (1634)-
Hz. Ebû Zerr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "(Bir gün) Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) beni çağırarak:
"-İnsanlara (kitleler halinde) ölüm gelip, ev,
yani kabir köle mukabilinde temin edilince halin ne olacak?" buyurdu. Ben:
"-Allah ve Resulü bilir- veya Allah ve Resulü
benim için neyi (uygun bulup) seçerlerse olur-" diye cevap verdim.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"-Sana sabır tavsiye ederim -veya sabret-"
buyurdu."Hammâd der ki: "Nebbâşın (yani mezarları açarak kefenleri
çalanların) eli kesilmelidir" diye hükmedenler bu hadisle amel ettiler.
Çünkü, nebbâş ölünün evine girmiş olmaktadır". [Ebû Dâvud, Hudud 19 (4409).]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm),
vefatından sonra ve Ebû Zerr-i Gıfârî hazretleri henüz sağ iken, fitne çıkıp
pek çok insanın öldürülmesine sebep olacağını mucizâne haber vermiştir.
Hadiste geçen vasîf köle demektir. İnsanların
çokça ölmesi sebebiyle kabir yerinin ancak bir köle mukabilinde satın
alınabilecek kadar kıymetleneceği ifâde edilmiştir, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) beyt (ev) kelimesiyle kabri kasdetmiştir. Nitekim,
bu husus metin içerisinde açıklanmıştır. Bu açıklayıcı cümlenin Ebû Zerr
veya bir başka râvi tarafından yapılmış olabileceği belirtilmiştir.
Hammâd, hadiste kabre beyt denmiş olmasından
hareketle, kabrin kefeni koruduğunu, korunan bir şeyi çalanın eli kesilir
kaidesince nebbâşın elinin kesilmesi gerektiği hükmünü çıkarmıştır. Ancak
Aliyyu'l-Kârî bu görüşü reddeder ve der ki: "Kabre, hükmen veya hakikaten
Ô"beyt (ev)" denmesinin cevazından onun korunmuş olduğu hükmü çıkmaz.
Malumdur ki, kapalı kapısı veya bekçisi olmayan evden bir şey alan kimsenin
eli kesilmez. Ne var ki, örfen korunmuş addedilen her şey için korunmuş
tâbiri kullanılır. Bu sebepledir ki, nebbâşın elini kesme meselesinde
âlimler ihtilâfa düşmüştür.
İbnu'l-Hümâm der ki: "Nebbâş adı verilen ve
definden sonra ölülerin kefenlerini soyan kimsenin eli kesilmez. Ebû Hanife
ve İmam Muhammed böyle hükmederler. Ebû Yusuf ve geri kalan üç imam
"kesilir" demişlerdir. Hz. Ömer, İbnu Mes'ud ve Hz. Aişe de (radıyallâhu
anhüm) böyle hükmetmişlerdir. Ulemâdan Ebû Sevr, Hasan Basrî, Şafiî, Şa'bî,
Nehâî, Katâde, Hammâd ve Ömer Abnu Abdilaziz de bu görüştedirler. İbnu
Abbâs, Sevrî, Evzâî, Zührî'nin kavilleri de İmam-ı Âzam'ın kavline benzer".
ـ12ـ وعن عبدالرحمن بن
عوف رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّهِ # َ يُغَرَّمُ صَاحِبُ
سَرِقَةٍ إذَا أُقِيمَ عَلَيْهِ الحَدُّ[ .
12. (1635)-
Abdurrahman İbnu Avf (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesslâm) :"Hırsız , kendisine hadd tatbik edildi ise borçlandırılamaz"
buyurdu". [Nesâî, Sârik 17 (8, 93).]
AÇIKLAMA:
Hırsıza hadd tatbik edilince çalmış olduğu mal
aynıyla bulunmuş ise alınır. Bulunamadı ise, hadd icrasından sonra
terkedilir. Artık tazmin de ettirilemez. İmam-ı Âzam bu hadisle amel
etmiştir.
Cumhur, hadisin mürsel oluşundan hareketle
amele elverişli bulmaz. Nitekim mürsel hadis bazı fakihler nazarında
hüccettir, bazıları nazarında değildir. İmam Âzam nazarında mürsel hadis
hüccettir. İmam Âzam'ın görüşüne katılmayanlar "Müslümanın malı ismete
sahiptir ve bu sabittir" derler.
ـ13ـ وعن أسيد بن حضير
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ أنَّ النَّبىَّ #: ]قَضى أنَّهُ إذَا وَجَدَهَا: يَعْنِى
السَّرِقَةَ. في يَدِ الرَّجُلِ غَيْرِ المُتَّهَمِ، فإنْ شَاءَ أخَذَ بِمَا
اشْتَرَاهَا، وَإنْ شَاءَ اتَّبَعَ سَارقَهُ، وَقضى بِذلِكَ أبُو بَكْرٍ
وَعُمَرُ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما[. أخرجهما النسائى .
13. (1636)-
Üseyd İbnu Hudayr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vessâlam) şöyle hükmetti: "Kişi çalınan malını, hırsızlık ittihamı
yapılmayan kimsenin elinde görünce dilerse malını hırsıza ödemiş olduğu
bedeli ona ödeyerek alır, dilerse, hırsızın peşine düşer".
Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman
(radıyallâhu anhüm) böyle hükmettiler. " [Nesâî, Büyu' 96 (7,313).]
AÇIKLAMA:
Bu rivâyet, çalınan malı mal sahibi, çalanda
değil de hırsızın sattığı müşteride gördüğü taktirde, müşteriyi mağdur
etmemek için, ödediği parayı vererek kurtarmayı mal sahibine tavsiye
etmektedir. Ancak, bu mevzuda Semüre İbnu Cündeb tarafından rivâyet edilen
bir diğer hadis, çalınan malı, eski sahibi, müşteride bulduğu taktirde
almasını, parasını hırsızdan müşterinin aramasını tavsiye etmektedir. Ulemâ
çoğunlukla kaydedeceğimiz bu ikinci hadisle amel etmeye meyletmiştir.
اَلرَّجُلُ اَحَقُّ
بِعَيْنِ مَالِهِ إِذَا وَجَدَهُ وَيَتْبَعُ الْبَائِعُ مَنْ بَاعَهُ
"Kişi (çalınan) malını aynıyla bulursa onu
alma hakkına sahiptir. Müşteri, ödediği parayı satandan (hırsızdan) geri
alır".
Hattâbî gasbedilen, çalınan, kapıp kaçırılan
vs. malların hep bu hükme tabi olduğunu belirtir.
ـ14ـ وعن جنادة بن أمية
عن بسر بن أرطاة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يَقُولُ:
َ تُقْطَعُ ا‘يْدِى في السَّفَرِ[. أخرجه أصحاب السنن، وعند الترمذى: في
الْغَزْوِ .
14. (1637)-
Cünâde İbnu Ümeyye'den rivâyete göre, Büsr İbnu Ertât (radıyallâhu anh)
demiştir ki: "Resûlullah (aleyissalâtu vesselâm)'ı dinledim: "Seferde eller
kesilmez" diyordu." Tirmizî'deki rivâyette "gazvede." denmiştir. [Tirmizî,
Hudud 20, (1450), Ebû Dâvud, Hudud 18, (4408); Nesâî, Sârik 16, (8,91).]
AÇIKLAMA:
1- Ebû Dâvud'daki rivâyet, hadisin vürud
sebebini de göstermektedir: "Biz, denizde Büsr İbnu Ertât ile beraberdik.
Misdar adında bir hırsız getirildi, bir deve çalmıştı. Büsr: "Ben Resûlullah
(aleyhissâlatu vesselâm)'ın: "Gavze sırasında eller kesilmez" dediğini
işittim" dedi. Eğer bu rivâyet olmasaydı hırsızın elini kesecektik".
2- Görüldüğü gibi, bazı rivâyetlerde
"gavzede", bazı rivâyetlerde "seferde" denmektedir. Şârihler seferden de
maksad gazve seferidir, yani askerî sefer kastedilmiştir derler.
3- Gazve sırasında el kesmenin yasaklanması,
mücrimin düşman tarafına kaçma korkusuna dayanmaktadır. Bu sebeple sefer
dönüşü kesilmesi uygun görülmüştür.
Evzâî, bu hükmün sâdece hırsızlık haddine has
olmayıp, aynı mânayı taşıyan zinâ haddi, kazf haddi vs.'ye şamil olduğunu
söylemiştir. Ancak Cumhûr'un görüşü bunun hilâfınadır: Hadler hazerde de
seferde de uygulanmalıdır.
Aliyyu'l-Kârî, Türbüştî'nin: "Belki de Ezvâî,
kolu kesilenin fitneye düşerek dar-ı harbe geçeceği ihtimalini düşündü veya,
emir gazveye giderken hırsızın elinin kesilmesi, düşmana karşı gücü
zayıflatır ve bir fayda sağlamaz diye değerlendirerek, ordunun dönme
zamanına kadar tehirini uygun gördü" dediğini kaydeder.
Kadı İyaz: "Resûlullah (aleyhisalâtu vesselâm)
bu yasakla, ganimetten çalanın elinin kesilmesini yasaklamayı arzu etmiş
olabilir" diyerek meseleye bir başka buud getirmiştir.
Cumhur'un görüşü Ubâde (radıyallâhu anh)'nin
şu rivâyetine dayanır:
جَاهِدُوا النَّاسَ فِى
اللّهِ الْقَرِيبِ وَالْبَعِيدِ وََ تُبَالُوا فِى اللّهِلَوْمَةَ َئِمٍ
وَأَقِيمُوا حُدُودَ اللّهِ فِى الْحَضَرِ وَالسَّفَرِ
"Allah yolunda, insanlarla uzakta da yakında
da cihad edin. Allah yolundaki bu cihadınızda kınayanların kınamalarına
aldırmayın. Allah'ın hududunu hazerde ve seferde ikâme edin".
ـ15ـ وعن الشعبى رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُ: ]أنَّ رَجُلَيْنِ: شَهِدَا عَلى رَجُلٍ أنَّهُ سَرَقَ
فقَطَعََهُ عَليٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ، ثُمَّ ذَهَبَا وَجَاءَا بِآخَرَ
وَقاَ: أخْطَأنَا في ا‘وَّلِ فأبْطَلَ عَليٌّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ
شَهَادَتَهُما، وَغَرَّمَهُمَا دِيَةَ ا‘وَّلِ، وَقالَ: لَوْ عَلِمْتُ
أنَّكُمَا تَعَمَّدْتُمَا لَقَطعْتُكُمَا[. أخرجه البخارى ترجمة .
15. (1638)-
Şâ'bî (rahimehullah) anlatıyor: "İki kişi, üçüncü bir şahsın hırsızlık
yaptığına dair şahitlikte bulundular. Bunun üzerine Hz. Ali (radıyallâhu
anh) adamın kolunu kesti. Bu iki kişi gidip bir müddet sonra diğer bir adamı
getirip: "Biz hata etmişiz, hırsızlığı yapan o değilmiş (bu imiş)" dediler.
Hz. Ali (radıyallâhu anh) bunların şahidliğini iptal ederek (getirdikleri bu
şahıs aleyhinde kabul etmedi. Ayrıca) onlara, önceki adamın diyetini yükledi
ve: "Bilsem ki siz bu işi bilerek yaptınız, kollarınızı keserdim" dedi".
[Buharî, Diyât 21 (Bab başlığında senetsiz olarak kaydedilmiştir).]
AÇIKLAMA:
Buhârî, bu eseri, "Bir cemaat bir şahsa
zulmetseler (yaralasalar, öldürseler, çalsalar, iftira etseler vs.)
bunlardan bir tanesi mi cezalandırılır, yoksa cürme iştirak edenlerin hepsi
aynı cezaya eşit şekilde çarptırılırlar mı (yani hepsine kısas mı
uygulanır)?" diye başlayan uzun bir babın başlığı zımnında kaydeder. Aynı
başlıkta "hepsine kısas uygulanır" hükmünü teyid eden çeşitli tatbikat
örnekleri kaydeden Buhârî, bab başlığına şöyle devam eder: "İbnu Ömer der
ki: "Bir köle gizlice öldürülmüştü. Ömer İbnu'l-Hattâb: "Bilsem ki, bunun
öldürülmesine Sana ahalisi iştirak etti, hepsini öldürtürdüm" dedi."
Muğire İbnu Hakim babasından naklediyor: "Dört
kişi bir çocuğu müşterek öldürmüşlerdi. Hz. Ömer dördünün de öldürülmesini
emretti..."
İbnu Hacer, Buharî'nin senetleri atarak,
özetleyerek kaydettiği bu vak'aların kaynaklarını, hâdiselerin mahiyetini
vs. Fethu'l-Bârî'de uzun uzun kaydeder.