1) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
zamanında başkalarından da fetvâ sorulmuştur. Öyle ise, bir âlim kendinden
daha büyük bir kimsenin bulunduğu yerde fetva verebilir.
2) Fâsid antlaşma merduddur. Böyle bir
antlaşma ile mala temellük edilemez, iadesi gerekir.
3) Şer'î haddler fidye ile değiştirilemez.
4) Muhsan (evli) kimseye recm ve celde cezası
beraberce uygulanmaz, sadece recm uygulanır.
5) Şafiî mezhebine göre, bekâr zâni'ye celde
cezası ile birlikte sürgün cezası da verilir. İmam-ı Âzam'a göre sürgün
cezası verilmez.
6- Dışarı çıkmayı âdet edinmeyen kadın
mahkemeye gelmeye mecbur edilmez, hüküm verecek hâkim onun bulunduğu yere
gider.
ـ5ـ وعن مالك رَضِىَ
اللّهُ عَنْه قال: ]بَلَغَنِى أنَّ عُثْمَانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْه أُتِىَ
بِامْرَأةٍ ولَدَتْ في ستّةِ أشْهُرٍ فَأَمَرَ بِرَجْمِهَا، فقَالَ عَلِيٌّ
رَضِىَ اللّهُ عَنْه: إنَّ اللّهَ تَعالى يَقُولُ: وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ)ـ1(
ثََثُونَ شَهْراً، وقَالَ: وَالْوَالِدَاتِ يُرْضِعْنَ أوَْدَهُنَّ حَوْلَيْنِ
كَامِلَيْنِ لِمَنْ أرَادَ أنْ يُتِمَّ الرِّضَاعَةَ، فَالْحَمْلُ سِتَّةُ
أشْهُرٍ، فََأمَرَ عُثْمَانُ بِرَدِّهَا فَوُجِدَتْ قَدْ رُجِمَتْ[ .
5. (1609)- İmam Mâlik diyor ki: "Bana
ulaştığına göre, Hz. Osman (radıyallâhu anh)'a evliliğinin altıncı ayında
doğum yapan bir kadın getirildi. Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz.
Ali (radıyallâhu anh):
"- Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de
وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ
ثَلثُونَ شَهْرًا "(İnsanın anne
karnında) taşınma ve sütten kesilmesi (müddeti) otuz aydır..." (Ahkâf 15)
buyuruyor. Keza bir başka âyette de:
وَالْوَالِدَاتُ
يُرْضِعْنَ اَوَْدَهُنَّ حَوْلَيْنِ كَامِلَيْنِ لِمَنْ اَرَادَ اَنْ يُتِمَّ
الرَّضَاعَةَ "Anneler çocuklarını
iki tam yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yaptırmak isteyenler
içindir..." (Bakara 233) buyurmaktadır. Bu durumda hamilelik müddeti altı
aydır." Bu açıklama üzerine Hz.Osman (radıyallahu anh) kadının geri
gönderilmesini emretmişti, ancak kadın recmedilmiş bulundu." [Muvatta, Hudud
11 (2, 825).]
AÇIKLAMA:
Hz.Osman (radıyallâhu anh)'ı, evliliğinin
altıncı ayında doğum yapan kadın hakkında zinâ hükmünü vermeye sevkeden
husus, doğumların normalde dokuz ayda olmasıdır. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın "İlim şehrinin kapısı" olarak tavsif ve takdir buyurduğu Hz.
Ali (radıyallahu anh), Kur'ân-ı Kerim âyetlerine olan nafiz ve derin
vukufuna dayanarak -pek nadir bile olsa- altı ayda doğum olabileceğini
açıklamış ve Hz. Osman (radıyallâhu anh)'ı da bu hususta ikna etmiştir.
Ancak bu esnada hüküm kadına infaz edilmiştir.
İbnu Ebî Hatim'in rivâyetinin sonunda, Hz.
Ali'nin açıklamasını beğenen Hz. Osman (radıyallâhu anhümâ)'ın:
وَاللّهِ مَا فَطَنْتُ
لِهَذَا "Vallahi ben bunu
kavrayamamıştım" dediği belirtilir.
Abdurrezzak'ın bir rivâyeti, Hz. Osman'dan
önce benzer bir hâdisenin Hz. Ömer'e intikal ettiğini ve Hz. Ömer'in
meseleyi Ashab'la istişare ettiğini, meseleyi, kaydettiğimiz şekilde Hz.
Ali'nin çözdüğünü belirtir.
Bu durum, Hz. Osman'ın önceki yani Hz. Ömer
zamanında cereyan etmiş olan vak'ayı hiç işitmediğini gösterir.
Her hâl u kârda bu hâdiseler, Hz. Ali
(radıyallâhu anh)'nin Kur'ân-ı Kerim'in inceliklerini kavramada Hz. Ömer ve
Hz. Osman gibi Ashab-ı Güzin'in diğer büyükleri arasında nasıl imtiyazlı ve
üstün bir yer tuttuğunu göstermesi bakımından da ayrı bir ehemmiyet taşır.
ـ6ـ وعن أبى إسحاق
الشيبانى رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَألْتُ ابْنَ أبِى أوْفَى هَلْ رَجَمَ
رسولُ اللّه #؟ قالَ: نَعَمْ. قُلْتُ: قَبْلَ سُورَةِ النُّورِ، أوْ بَعْدَهَا؟
قالَ: َ أدْرِى[. أخرجه الشيخان.
6. (1610)-
Ebû İshâk eş-Şeybânî (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu Ebî Evfâ (radıyallâhu
anh)'ya:
"- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hiç
recm tatbik etti mi?" diye sordum. Bana: "Evet!" cevabını verdi. Ben tekrar:
"- Nûr sûresinin nüzûlünden önce mi, sonra
mı?" diye sordum. "Bilmiyorum!" dedi." [Buhârî, Hudud, 21, 37; Müslim, Hudud
29, (1702).]
AÇIKLAMA:
1- Recm tatbikatının Nur sûresinin nüzûlünden
önce olması halinde, bu sûrede, zâniye celde hükmü gelmiş olmakla recmin
bununla neshedildiği söylenebilecektir. Recm, Nur sûresinin nüzûlünden sonra
tatbik edilmiş olma durumunda, celdenin muhsan hakkında neshedilmiş olduğuna
delil çıkarılabilecektir. Böyle bir değerlendirmeye: "Bunda, Kitab'ın
sünnetle neshedilme durumu mevzubahistir, bu ise ihtilaflı bir mevzudur"
diye itiraz edilebilir ise de şöyle cevap verilmiştir: "Ulemânın kabul
etmediği husus, Kitab'ın haber-i vahidle neshidir, haber-i meşhur ile
neshine itiraz edilmemiştir. İbnu Hacer burada nesh değil tahsisin
mevzubahis olduğunu, âyetteki celde hükmünün muhsan olmayanlara tahsis
edildiğini belirtir.
2- İbnu Ebî Evfâ, recm hâdisesinin Nur
sûresinden önce mi, sonra mı vukua geldiğini bilmediğini söylemektedir.
Ancak Nur sûresinden sonra olduğuna dair delil mevcuttur. Zîra sûrenin
nüzûlü ifk hâdisesi sırasında vukua gelmiştir. Gerçi bu hâdise dördüncü
hicri yılda mı, beşinci veya altıncı hicrî yılda mı meydana geldi,
ihtilaflıdır. Ama recm hâdisesinde Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) de hazır
bulunduğuna göre, yedinci yıldan sonra cereyan etmiş olmalıdır, zîra o,
yedinci hicrî yılda İslâm'la müşerref olmuştur.
3- İbnu Ebî Evfâ'nın "bilmiyorum" demesi,
faziletli, büyük kimselerin "bilmiyorum" diye cevap vermekle
faziletlerinden bir şey kaybetmeyeceğine, böyle dediği için
ayıplanamayacağına delildir. Bilakis bu cevap onun araştırıcı olduğuna,
söyledikleri şeylerde titiz davrandığına delildir, övülmesini gerektiren
bir cevaptır.
ـ7ـ وعن الشعبى رَضِىَ
اللّهُ عَنْه ]أنَّ عَلِيّاً رَضِىَ اللّهُ عَنْه حِينَ رَجَمَ المَرْأةَ
ضَرَبَهَا يَوْمَ الخَمِيسِ، وَرَجَمَهَا يَوْمَ الجُمُعَةِ، وَقَالَ:
جَلَدْتُهَا بِكِتَابِ اللّهِ، وَرَجَمْتُهَا بِسُنَّةِ رسولِ اللّهِ #[. أخرجه
البخارى.
7. (1611)-
Şa'bî (rahimehullah) anlatıyor: "Hz. Ali (radıyallâhu anh), kadını remettiği
zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: "Ona
Kitabullah(ın hükmü) ile celde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
sünneti ile de recm tatbik ettim." [Buhârî, Hudud 21.]
AÇIKLAMA:
1- Burada zikri geçen kadın
Şürâhetü'l-Hemdaniyye'dir. Zinâ suçuyla Hz. Ali'ye getirilmiştir. Hz. Ali
(radıyallâhu anh) çocuğunu doğurması için geri çevirmiş, sonra ona kadın
akrabalarından en yakın olanını getirtip çocuğu teslim etmiş ve kadını
recmetmiştir.
2- Bazı rivâyetlerde Hz.Ali'nin, bu durumu
tavzih için bir kısım sualler sorduğunu görmekteyiz:
"- Belki de erkek seni zinâya zorlamıştır?"
"- Hayır!"
"- Sen uyurken, (rızan olmadan) sana
gelmiştir?"
"- Hayır!"
"- Kocan düşmanlarımızdan biridir?"
"- Hayır!"
Bu cevaplardan sonra Hz. Ali (radıyallâhu anh)
kadının hapsedilmesini emretti. Doğum yapınca bir perşembe günü çıkarttı,
yüz deynek vurdurdu. Sonra tekrar hapse gönderdi. Cuma günü bir çukur
kazdırıp taşlattı."
3- Burada Hz. Ali (radıyallâhu anh)'nin kadına
önce celde, sonra recm tatbik ettiği görülmektedir. Übey İbnu Ka'b
(radıyallâhu anh)'ın da bu görüşte olduğu rivâyet edilmiştir. Hazimî'nin
kaydına göre, Ahmed, İshâk, Dâvud-ı Zâhirî ve İbnu'l-Münzir muhsan olan
zâniye, önce celde sonra recm tatbik edileceğine hükmetmişlerdir. Cumhur ise
iki haddin birleştirilmeyeceğine hükmetmiştir. Bu görüş Ahmed İbnu
Hanbel'den de rivayet edilmiştir. Cumhur bu görüşe Mâizle ilgili hadisi
delil yapar ve bunun, hem celde hem de recm ifade eden Ubâde hadisini
neshettiğini söyler. Ubâde hadisi şöyledir:
اَلثَّىِّبُ
بِالثَّىِّبِ جَلْدُ مِائَةٍ وَالرَّجْمُ وَالْبِكْرُ بِالْبِكْرِ جَلْدُ
مِائَةٍ وَالنَّفْىُ "Dul dulla zinâ
yaparsa yüz sopa ve recm, bekâr bekârla zinâ yaparsa yüz sopa ve sürgün
cezası uygulanır." (Bu hadis Müslim'de gelmiştir.)
ـ8ـ وعن أبى هريرة
رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]زَنَى رَجُلٌ وَامْرَأةٌ مِنَ الْيَهُودِ. فقَالَ
بَعضُهُمْ لِبَعْضٍ: اذْهَبُوا بِنَا إلى هذَا النَّبىِّ، فَإنَّهُ نَبىٌّ
بُعِثَ بِالتَّخْفِيفِ، فإذَا أفْتَانَا بِفُتْيَا دُونَ الرَّجْمِ
قَبِلْنَاهَا، وَاحْتَجَجْنَا عِنْدَ اللّهِ تَعالى بِهَا، قُلْنَا فُتْيَا
نَبىٍّ مِنْ أنْبِيَائِكَ، فَأتَوُا النَّبىَّ # وَهُوَ جَالِسٌ في المَسْجِدِ
في أصْحَابِهِ، فَقَالُوا يَا أبَا الْقَاسِمِ: مَا تَرَى في رَجُلٍ وَامْرَأةٍ
زَنَيَا، فَلَمْ يُكُلِّمْهُمْ كَلِمَةً حتَّى أتَى بَيْتَ مِدْرَاسِهِمْ،
فقَامَ عَلى الْبَابِ فقَالَ: أنْشُدُكُمُ اللّهَ الَّذِى أنْزَلَ التَّوْرَاةَ
عَلى مُوسى، مَا تَجِدُونَ في التَّوْرَاةِ عَلى مَنْ زَنَى إذَا أحْصَنَ؟
قَالُوا: يُحَمَّمُ وَيُجَبَّهُ ويُجْلَدُ، وَالتَّجْبِيهُ: أنْ يُحْمَلَ
الزَّانِيَانِ عَلى حِمَارٍ، وَتُقَابَلَ أقْفِيَتُهُمَا وَيُطَافُ بِهِمَا.
قَالَ: وَسَكَتَ شَابٌّ مِنْهُمْ، فَلَمَّا رَآهُ النَّبِىُّ # سَكَتَ ألظَّ
بِهِ النِّشْدَةِ، فقَالَ: اللَّهُمَّ إذْ نَشَدْتَنَا فَإنَّا نَجِدُ في
التَّوْرَاةِ الرَّجْمَ، فقَالَ النَّبِىُّ #: فَمَا أوَّلُ مَا ارتَخَصْتُمْ
أمْرَ اللّهِ تَعالى؟ قالُوا: زَنَى ذُو قَرَابَةٍ مِنْ مَلِكٍ مِنْ مُلُوكِنَا
فَأخَّرَ عَنْهُ الرَّجْمَ، ثُمَّ زَنَى رَجُلٌ آخَرُ في أُسْرَةٍ مِنَ
النَّاسِ، فأَرَادَ رَجْمَهُ فَحَالَ قَوْمُهُ دُونهُ وَقَالُوا: َ يُرْجَمُ
صَاحِبُنَا حَتَّى تَجِئَ بِصَاحِبِكَ فَتَرْجُمَهُ، فاصَّلَحُوا هذِهِ
الْعُقُوبَةَ بَيْنَهُمْ، فقَالَ #: فَإنِّى أحْكُمُ بِمَا في التَّوْرَاةِ،
فأمَرَ بِهِمَا فَرُجِمَا فقَالَ الزُّهْرِىُّ: فَبَلَغَنَا أنَّ هذِهِ اŒيَةَ
نَزَلَتْ فِيهِمْ: إنَّا أنْزَلْنَا التَّوْرَاةَ فِيهَا هُدىً وَنُورٌ
يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أسْلَمُوا، وَكَانَ النَّبِىُّ #
مِنْهُمْ[ أخرجه أبو داود.ومعنى »ألَظ به«: أى ألح في سؤاله وألزمه إياه .
8. (1612)-
Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Yahudilerden bir kadınla bir
erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: "Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir
kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar
verirse kabul eder, Allah indinde O'nun hükmünü kendimize delil kılarız ve:
"Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdiği fetvalar(la amel ettik,
hevamıza uymadık) deriz" dediler.
Mescidde ashabıyla birlikte oturmakta olan Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e gelerek:
"- Ey Ebû'l-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek
hakkında kanaatin nedir?" dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i
Midrâslarına geldi. Kapıda durarak:
"- Hz. Musa (aleyhisselam)'ya kitabı indiren
Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zinâ yapacak olursa bunun
Tevrat'taki hükmü nedir?" diye sordu.
"- Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters
bindirilir ve dayak atılır." -Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri
birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda
dolaştırılmasıdır- Râvi devamla der ki: "Yahudilerden bir genç (bu cevaba
katılmayap) susmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onun suskunluğunu
görünce sualinde ısrar etti. Bunun üzerine genç: "Madem ki sen bize Allah'ın
adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): "Biz Tevrat'ta recm emrini
görüyoruz" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"- Allah'ın emrini hafifletmenizin başlangıcı
nasıl oldu?" diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi:
"- Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası
zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir
aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna
mani olup:
"- Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de
adamımızın recmedilmesine müsaade etmeyeceğiz!" dediler. Bunun üzerine,
aralarında şimdiki cezayı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar.
(Bu açıklama üzerine) Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm):
"- Ben Tevrat'taki âyetle hükmediyorum!" dedi
ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler. Zührî (rahimehullah)
der ki: "Bana ulaştığına göre şu âyet bunlar hakkında nazil olmuştur:"
Şüphesiz ki Tevrat'ı biz indirdik. Ki onda bir
hidâyet, bir nur vardır. Kendisini (Allah'a) teslim etmiş olan (İsrail)
peygamberleri, Yahudilere ait (dâvalarda) onunla hükmederlerdi..." (Ma-ide
44). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlardan biri idi." [Ebû Dâvud,
Hudud 26, (4450, 4451).]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadis, Yahudilerin kitaplarındaki zinâ
ile ilgili recm hükmünden kaçmak maksadıyla Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a müracaat edişlerini göstermektedir. Ancak, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) niyetlerini azçok sezmiş olacak ki, sorularına
cevap vermede isti'cal göstermemiştir. Hatta rivâyetten, zinâ ile ilgili
İslâmî hükmün henüz vahyedilmediği de anlaşılmaktadır. Nitekim bâzı
şarihler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in, recmi ilk defa bu
hadiste görüldüğü üzere, Yahudilere tatbik ettiğini, Müslümanlara tatbik
edilen recm vak'alarının bundan sonra cereyan ettiğini söylemişlerdir.
2- Hadiste geçen Beyt-i Midrâs, Yahudilerin o
zaman tedrisatta bulundukları binadır. Bir nevi kültür merkezi ve kulüp
durumunda bir toplanma yeri olduğu anlaşılmaktadır. Nihaye'de midras için:
"(Yahudilerin), kitaplarını (halka) ders verip öğreten kimse" açıklaması
kaydedilir. Ayrıca, bu kelimenin "tedrisat yaptıkları yer", "tedrisat
mahalli", "medrese" mânasına da kullanıldığına dikkat çeker ve mif'al
bâbının mekân için kullanılmasının garib olduğunu belirtir.
3- Hadis metninde, tecbih üzerine yapılan
açıklama, İbnu Hacer'e göre Zührî'ye ait bir derctir. Nihâye'nin sunduğu
açıklamaya göre tecbih, bir merkebin üzerine, birinin sırtı diğerinin
sırtına bakacak şekilde iki kişinin binmesidir. Tecbihin, cebhe (= yüz )
kelimesinden alındığı tahmin edilmiştir.
4- Rivâyette geçen genç, başka rivâyetlerde
gelen sarahate göre Abdullah İbnu Selâm'dır. Yani, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'i gördüğü zaman: "Bu simada yalan yoktur" diyerek
Müslüman olan genç bir Yahudi âlimi.
5- Şu halde Abdullah İbnu Selâm'ın
açıklamasına göre, recm hükmünün Yahudiler arasında tatbikattan kaldırılışı,
adaletin, mevki ve itibar sahiplerine tatbik edilmek istenmeyişinden
kaynaklanmaktadır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), muhtelif
hadislerinde içtimâî felâketlerin, medenî yıkımların hep buradan
kaynaklandığını, yani kanunların gözde ve güçlü insanlara tatbik edilmeyip
avamdan olan zayıflara tatbik edilmesinden ileri geldiğini söyler ve
adaletin tatbikinde hiç bir kayırmaya yer vermemesinde ısrar eder. Bir
seferinde çok itibarlı bir kadının, hırsızlık sebebiyle kolunun kesilmesine
hükmedilince, kadını kurtarmak için şefaatte bulunanları şiddetle tevbih ve
reddetmiş: "Allah'ın hududunda mı şefaatçi oluyorsunuz! Allah'a kasem
olsun, Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı mutlaka elini
keserdim" demiştir.
6- Âyet-i kerime, Tevrat'ın Hz. Musa'dan
sonra gelmiş bulunan peygamberler için de ahkâmı tatbik edilen şeriat kitabı
olduğunu belirtmektedir.
Âyet-i kerimede, Tevrat'ı tatbik eden İsrail
peygamberlerinin "Kendisini (Allah'a) teslim etmiş olanlar" yani Müslümanlar
olarak tavsif edilmiş olmaları, Müslümanlara teşrif ve Yahudilere ta'rizdir.
Çünkü onların peygamberleri de, Allah indinde makbul yegane din olan İslâm
dinini uygulamışlardır. Kendileri ise şahsî değişiklikler yaparak,
tahriflerde bulunarak bu asıldan yani İslâm'dan uzaklaşmışlardır, recm
meselesindeki tahrifatlarında olduğu gibi.
Resûlullah, tıpkı önceki İsrail peygamberleri
gibi recmi aynen tatbik ederek, onlardan biri olmaktadır. Şu halde,
Yahudilikle Müslümanlık arasında hâl-i hazırda bir fark var ise de bu fark,
Yaudilerin tahrifatından ileri gelmekte, onların -Allah'ın emirlerine uymuş
bulunan peygamberlerin- seviyesinde fark bulunmamaktadır.
ـ9ـ وعن ابن عمر رَضِىَ
اللّهُ عَنْهُما: ]أنَّ الْيَهُودَ جَاءُوا إلَى رسولِ اللّهِ # فَذَكَرُوا
لَهُ أنَّ أمْرَأةً مِنْهُمْ وَرَجًُ زَنَيَا، فقَالَ لَهُمْ #: مَا تَجِدُونَ
في التَّوْرَاةِ في شَأنِ الرَّجْمِ؟ فقَالُوا: نَفْضَحُهُمْ وَيُجْلَدُونَ،
فقَالَ عَبْدُاللّهِ بْنُ سََمٍ: كَذَبْتُمْ إنَّ فِيهَا الرَّجْمَ فأتَوْا
بِالتَّوْرَاةِ فَنَشَرُوهَا فَوَضَعَ أحَدُهُمْ يَدَهُ عَلى آيَةِ الرَّجْمِ،
ثُمَّ جَعَلَ يَقْرَأُ مَا قَبْلَهَا وَمَا بَعْدَهَا، فقَالَ عَبْدُ اللّهِ
بْنُ سََمٍ: ارفَعْ يَدَكَ فَرَفَعَ يَدَهُ فإذَا فيهَا آيَةُ الرَّجْمِ،
فقَالُوا: صَدَقَ يَا مُحَمَّدُ فِيهَا آيَةُ الرَّجْمِ فَأمَرَ بِهِمَا
فَرُجِمَا. قَالَ ابْنُ عُمَرَ: فَرَأيْتُ الرَّجُلَ يَحْنِى عَلى المَرْأةِ
يَقِيهَا الحِجَارَةَ[. أخرجه الستة إ النسائى .
9. (1613)-
İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "Yahudiler, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zinâ
yaptığını söylediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlara:
"- Recm hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?"
diye sordu. Onlar:
"- Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız"
dediler. Abdullah İbnu Selam (radıyallâhu anh):
"- Yalan söylüyorsunuz. Zinânın Tevrat'taki
cezası recmdir" dedi. Hemen Tevrat'ı getirip açtılar. İçlerinden (Abdullah
İbnu Surya adında) biri elini recm âyetinin üzerine koydu. Sonra, âyetten
önceki kısımlardan okumaya başlayıp (kapadığı kısmı atlayarak arka kısmını
okumaya devam etti. Abdullah İbnu Selam (radıyallâhu anh) müdahale edip:
"- Kaldır elini!" dedi. Adam elini çekti, tam
orada recm âyeti mevcut idi. Bunun üzerine:
"- Ey Muhammed, Abdullah doğru söyledi.
Tevrat'ta recm âyeti mevcuttur!" dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) derhal o iki zâninin recmedilmesini emretti ve recmedildiler."
İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) der ki:
"Erkeğin, atılan taşlara karşı korumak için, kadının üzerine eğildiğini
gördüm." [Buhârî, Hudud 37, 24, Cenâiz 61, Menâkıb 26, Tefsir, Âl-i İmran 6,
İ'tisâm 16, Tevhid 51; Müslim, Hudud 26, (1699); Muvatta, Hudud 1, (2, 819);
Tirmizî, Hudud 10; Ebû Dâvud, Hudud 26, (4446, 4449).]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen rezil etmekten maksad, önceki
hadiste zikredildiği üzere, zânilerin yüzünü kömürle kararttıktan sonra bir
merkebe sırt sırta gelecek şekilde bindirip sokaklarda dolaştırıp teşhir
etmektir.
2- Hadis, Yahudilerin Tevrat'ta olmayan şeyi
ona nisbet ettiklerini, Tevrat'a dayanarak yalan söylemekten
çekinmediklerini göstermektedir.
3- Bu rivâyet, kişinin muhsan sayılması için
Müslüman olmasının şart olmadığını ifade eder. Nitekim İmam Şafiî ve
Abdullah İbnu Hanbel bu görüştedirler. Malikîler ve Hanefîlerin büyük
çoğunluğu kişiyi muhsan addetmek için Müslüman olmayı şart koşarlar ve
derler ki: Bu hadiste Resûlullah İslâm'a göre değil, Tevrat'a göre
hükmetmiştir. Ancak, "Tevrat'ta muhsan olmayana recm vardır" diyenler isabet
etmezler, zîra, Taberânî'de Hz. Ebû Hüreyre'den gelen bir rivâyet
Tevrat'taki recm âyetinden bahsederken şöyle demektedir:
اَلْمُحْصَنُ
وَالْمُحْصَنَةُ إِذَا زَنَيَا فَقَامَتْ عَلَيْهِمَا الْبَيِّنَةُ
رُجِمَا... "Muhsan ve muhsane olan
erkek ve kadın zinâ edecek olurlar, bu da beyyine ile ispatlanırsa her ikisi
de recmedilirler. Kadın hamile ise çocuğu doğuruncaya kadar mühlet tanınır."
4- Rivâyet, ehl-i zimmetin birbirine
şahidliğinin kabul edileceğine delildir.
5- Hâkim, güvenilir durumundaki tek bir
tercümanla iktifa edebilir.