Son olarak bir noktaya daha parmak basmak
isteriz. İslâm uleması, bazı kimselere karşı hasedin meşru olabileceğini
söylemiştir. Onlar kâfirlerle, mazhar oldukları nimetleri, Allah'a isyan ve
birkısım günah işlerde harcayan fasıklardır. Bunların ellerindeki nimetten
mahrum kalmalarını temenni etmek günah değildir.
ـ1ـ عن ابن مسعود رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسُولُ اللّهِ #: َ حَسَدَ إَّ
في اثنَتَيْنِ رَجُل آتَاهُ اللّهُ الحِكْمَةَ فَهُوَ يَقْضِى بِهَا
وَيُعَلِّمُهَا، وَرَجُل آتَاهُ اللّهُ مَاً فَسَلّطَهُ عَلى هَلَكَتِهِ في
الحَقِّ[. أخرجه الشيخان .
1. (1662)-
İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz
değildir: Biri, Allah'ın kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu
başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah'ın kendisine
verdiği malı hak yolda sarfeden zengin kimse." [Buhârî, İlm 15, Zekât 5,
Ahkâm 3, İ'tisam 13; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirin 268, (816).]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste gıbta diye tercüme ettiğimiz
kelimenin aslı haseddir. Ancak, Umumî Açıklama kısmında belirttiğimiz üzere,
hased kelimesi zihnimizde öncelikle mezmum olan mânaları uyandırdığı için,
tercümede o kelimeyi kullanmamayı uygun bulduk. Zaten hased, Arapça'da
mecazi olarak gıbta mânasında da kullanılmaktadır. Öyle ise, sadedinde
olduğumuz hadiste, hased, "gıbta" mânasını taşımakta ve: "İki kişiye
Allah'ın verdiği nimetin kendinize de verilmesini temenni etmeniz caizdir.."
diye anlaşılması gerekmektedir. Maamafih müteakip hadiste, hased kelimesinin
kullanılmasıyla ilgili bir başka te'vil kaydedeceğiz.
Meşru kılınan bu temenni, başkasındaki nimetin
zevalini temenni etmemek şartıyla kayıtlıdır. Bu hususta gösterilecek hırsa,
Arapça'da münafese denir, dilimizde yarışmak diyebiliriz. Münâfese, ibâdet
hususunda memduhtur, zîra âyette:
وَفِى ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ
"İyi şeyler için yarışanlar, bunun için
yarışsınlar" (Mutaffifîn 26) buyurulmuştur. Ma'siyette yarış mezmumdur. Caiz
olan amellerde yarış mübahtır. Bu noktadan hadisi şöyle kayıtlamak uygun
görülmüştür: "Bu iki hususta yapılacak gıbtadan daha efdal, daha büyük gıbta
yoktur."
2- Mezkur iki nimetten biri hikmet, diğeri
maldır. Ancak her ikisi de Allah yolunda sarfediliyorsa memduhdur, gıbtaya
değmektedir. Nefis ve şer hesabına kullanılacak malın da, ilmin de kişiye
getireceği ziyade bir sorumluluk olduğu için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) bunun temennisini tavsiye etmiyor.
3- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in,
cevazı sadece iki nimetle sınırlamasına gelince: Allah için îfa edilen
taatler, ya bedenîdir, ya malîdir, yahut bunlardan birinin yerine geçecek
bir şeydir. Hadiste, bedenî olan hikmet, hikmetle hüküm ve hikmetin
öğretilmesi ile işaret edilmiştir. İbnu Ömer'den kaydedeceğimiz müteakip
hadiste, bu husus biraz farklı kelimelerle ifade edilmiştir: "...Allah bir
kimseye Kur'an vermiştir, o da onu gece ve gündüz ikâme eder." Ulemâ
"ikame"yi "namazın içinde ve dışında okumak, onunla amel etmek, onu
öğretmek, muktezasıyla hüküm ve fetva vermek.." şeklinde anlar ve sadedinde
olduğumuz vechi ile bu vechi arasında fark görmez.
Hadisin başka vecihleri de var.
4- Hadisin başka sahabeler tarafından rivayet
edilen vecihlerinde farklı ziyadeler var. Bunlara göre Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu sözünü işiten bir adam: "Keşke bana da
falancaya verilen kadar mal verilmiş olsaydı da ben de onun gibi hayır
ameller işleseydim" temennisinde bulunur. Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) bu temenniye : "Hak yolda amel edenlerle, hak yolda amel etmeyi
temenni edenlerin sevapta eşit olacaklarını" belirterek cevap verir:
عَبْدٌ
رَزَقَهُ اللّهُ عِلْمًا وَلَمْ يَرْزُقهُ مَاً فَهُوَ صَادِقُ النّيَّةِ
يَقُولُ لَوْ اَنَّ لِى مَاً لَعَمَلْتُ مِثْلَ مَا يَعْمَلُ فَُنٌ فَاَ جْرُ
هُمَاسَوَاءٌ
"Allah bir kimseye ilim verir ve fakat mal
vermezse, bu kimse sıdk ile "Benim malım olsaydı falanca gibi hayırda
harcardım" diye temenni etse, her ikisi sevapta eşit olur." Keza bir başka
hadiste de:
اَلطَّاعِمُ الشَّاكِرُ كَالصَّائِمِ الصَّابِرِ
"Şükreden yiyen, sevapca, sabreden oruçlu
gibidir" buyurmuştur.
ـ2ـ وعن ابن عمر رضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يَقُولُ:
َ حَسَدَ إَّ عَلى اثْنَتَيْنِ: رَجُل آتَاهُ اللّهُ القُرآنَ، فَهُوَ يَقُومُ
بِهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ، وَرَجُل أعْطَاهُ اللّهُ تَعَالى
مَاً فَهُوَ يُنْفِقُهُ آناءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ[. أخرجه الشيخان
والترمذى .
2. (1663)-
İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "İki kişiye karşı hased caizdir:
Birincisi o kimsedir ki, Allah kendisine Kur'ân-ı Kerim'i nasib etmiştir, o
da onu, gece ve gündüz boyu ikame eder. İkincisi de o kimsedir ki, Allah
Teâla ona mal vermiştir de o da gece ve gündüz (hak yolda) infak eder."
[Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 20, Tevhid 45; Müslim, Müsâfirin 266 (815);
Tirmizî, Birr 24, (1937).]
AÇIKLAMA:
1- Hased ve gıbta kelimelerinin kullanılışları
ve aralarındaki farkla ilgili açıklama daha önce geçtiği için burada o
hususlara temas etmeyeceğiz. Ancak, burada hased kelimesinin kullanılmış
olmasıyla ilgili İbnu Hacer'in serdettiği bir te'vili kaydetmek isteriz. Der
ki: "...Yahud da hased kelimesi, iki hasletin tahsiline teşvik hususunda
mübâlağa için kullanılmıştır. Sanki şöyle denmektedir: Bu iki haslet,
sadece mezmun bir yolla tahsil edilebilecek olsa bile, onlardaki fazilet
sebebiyle, onların bu mezmum yoldan tahsili sevablı ise bunların meşru ve
memduh yoldan tahsilleri ne kadar sevablı olur! Bu teşvik şu âyetin üslûbuna
uygunluk arzetmektedir:
فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتُ "Hayırlı
işlerde birbirinizle yarışın..." (Bakara 148). Zîra, "yarış"ın hakikati ,
arzu edilen şeyde başkasının önüne geçmektir."
2- Kur'an'ın ikamesi, önceki hadisin
açıklanmasında geçtiği üzere, Kur'ân'la -hem okuyarak, hem de onun
emirlerini yerine getirerek- ameldir.
ـ3ـ وعن أبى هريرة رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّهِ #: إيَّاكُمْ
وَالحَسَدَ، فإنَّهُ يَأْكُلُ الحَسَنَاتِ كَمَا تَأكُلُ النَّارُ الحَطَبَ،
أوْ قالَ العُشْبَ[. أخرجه أبو داود .
3. (1664)-
Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlulah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu -râvi
dedi ki: Veya kuru otu- yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir."
[Ebu Dâvud, Edeb 52, (4903).]
AÇIKLAMA:
1- İbnu Mâce'de Enes (radıyallâhu anh)'ten
rivayet edilen bir hadis şöyledir: "Hased hasenatı yer tüketir, tıpkı ateşin
odunu yiyip tükettiği gibi. Sadaka da hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi
söndürmesi gibi."
2- Hasedden kaçınmak, başkasının malı mevkii
vs. dünyevî bir şeyinde çekememezliğe düşmemek demektir. Uhrevî umurda gıbta
caiz ise de dünyevî umurda hased câiz değildir. Çünkü, hased, hasidi mahsud
hakkında gıybete ve yıkıcı gayretlere sevkederek zulme ve haksızlığa atar.
Gıybet, zulüm ve haksızlık ise bunları yapanın hasenatının yok olmasına
müncer olur. Bütün bu durumlar mahsudun nimetçe, sevabça artmasına, hasidin
de hüsran ve zararlarda batmasına sebep olur. Böylelerinin durumu âyet-i
kerimede:
خَسِرَ الدُّنْيَا وَاْŒخِرَةَ
"Dünyayı da âhireti de kaybeder" (Hacc 11) diye ifade edilmiştir.
ـ4ـ وعن الزبير رضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول للّه #: دَبَّ إلَيْكُمْ
دَاءُ ا‘مَمِ قَبْلَكُمُ: الحَسَدُ وَالْبَغْضَاءُ، وَهِىَ الحَالِقَةُ)ـ1(،
أمَا إنِّى َ أقُولُ تَحْلِقُ الشَّعْرَ، وَلكِنْ تَحْلِقُ الدِّينَ، وَالَّذِى
نَفْسِى بِيَدِهِ َ تَدْخُلُونَ الجَنَّةَ حَتَّى تُوْمِنُوا، وََ تُؤْمِنُوا
حَتَّى تَحَابُّوا، أَ أدُّلُّكُمْ عَلى مَا تَحَابُّونَ بِهِ؟ أفْشُوا
السََّمُ بَيْنَكُم[. أخرجه الترمذى .
4. (1665)-
Hz. Zübeyr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
buyurdular ki: "Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve
buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O
dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim,
sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman
etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi:
Aranızda selâmı yaygınlaştırın." [Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme 57, (2512).]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
önceki ümmetlerin yıkılmasına sebep ______________
)ـ1( الحالقة: الخصلة التي من شأنها أن تحلق: أي تهلك وتستأصل الدين كما يستأصل
لموسى الشعر.
olan içtimâî bir marazı dâu'l-ümem diye
isimlendiriyor. Bu hastalık hased ve buğzdur. Bazı şârihler bunu, eski
milletlerin âdeti diye anlarlar.
2- İmandan murad hem Allah'a inanmak, hem de
peygamberlerin getirdiklerine inanmakdır. Cennette götürecek hakikî iman
budur. Değilse sırf Allah inancı veya Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in getirdiğinin bazısına inanıp bazısını reddetmek veya şüpheyle
karşılamak, kişiyi kurtuluşa götürmez.
3- Selâm, karşılıklı muhabbetin mühim
âmillerinden biridir. Zîra selâmlaşmalar kalplerdeki kırgınlıkları bertaraf
ettiği gibi muhabbeti de uyandırmaktadır.Selâmla ilgili geniş açıklama
3376-3390 numaralı hadislerde gelecek.