ـ1ـ عن معقل بن يسار رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: مَنْ قَالَ
حِينَ يُصْبِحُ ثََثَ مَرَّاتٍ: أعُوذُ بِاللّهِ السَّمِيعِ الْعَلِيمِ مِنَ
الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ؛ وَقَرَأَ ثََثَ آيَاتٍ مِنْ سُورةِ الْحَشْرِ وَكَّلَ
اللّهُ تعالى بِهِ سَبْعِينَ ألْفَ مَلَكٍ يُصَلُّونَ عَلَيْهِ حَتّى يُمْسِىَ
وَإنْ مَاتَ في يَوْمِهِ مَاتَ شَهِيداً، وَمَنْ قَرَأَهَا حِينَ يُمْسِى
فَكَذلكَ[. أخرجه الترمذى .
1. (821)-
Ma'kıl İbnu Yesâr (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Kim sabaha erdiği zaman üç kere "Euzubillahi'ssemi'il-alim
mine'şşeytâni'rracim" der ve Haşr suresinden üç âyet okursa, Allah onun için
yetmiş bin meleği vekil tayin eder de onlar, akşam oluncaya kadar kendisine
rahmet okurlar. Şâyet o gün ölecek olsa şehid olarak ölür. Akşam vaktinde
aynı şekilde okuyacak olsa, (keza sabaha kadar aynı şeyler sözkonusudur). [Tirmizî,
Fedâilu'l-Kur'ân 22, (2923).]
AÇIKLAMA:
Burada sabah ve akşamları okunması teşvik
edilen Haşr suresinin üç âyeti, surenin sonunda yer alan ve,
هُوَ اللّهُ الذى diye başlayan üç
ayettir. Umumiyetle sabah ve akşam namazlarından sonra camilerimizde aşır
olarak okunması yurdumuzda âdet olmuştur. Meâl-i âlîsi şöyledir:
"O öyle Allah'dır ki, kendisinden başka
hiçbir ilâh yoktur. O, gizliyi de bilendir, âşikarı da. O çok esirgeyen, çok
bağışlayandır. O öyle Allah'dır ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. O
mülk ve melekûtun yegâne sâhibidir. Noksanı mucib herşeyden pâk ve
münezzehtir. Selâm ve selâmetin tâ kendisidir. Emn ve emân verendir. Görüp
gözetleyendir. Mutlak galibtir. Halkın halini salâha götürendir. Büyüklükte
eşi olmayandır. Allah müşriklerin kendisine katmakta oldukları her ortaktan
münezzehtir. O öyle Allah'tır ki vücuda getireceği herşeyi hikmeti
muktezasınca takdir edendir. Onları var edendir. Varlıklara suret verendir.
En güzel isimler O'nun. Göklerde ve yerde ne varsa (hepsi O'nu tesbih ve
tenzih) eder. O, mutlak gâlibtir. Yegâne hüküm ve hikmet sahibidir." (Haşr,
22-24).
ـ2ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]حَرَّقَ رَسولُ اللّه #: نَخْلَ
بَنِى النَّضِيرِ وَقَطَّعَ، وَهِىَ الْبُوَيْرَةُ فَأنْزَلَ اللّهُ تعالى: مَا
قَطَعْتُمْ مِنْ لِينَةٍ اŒية[. أخرجه الخمسة إ النسائى.»اللِّينَةُ« مادون
العجوة من النخل .
2. (822)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Benî Nadir'in hurmalığını yaktırdı ve kestirdi. Burası (Medine'de
Yahudilerin ikamet ettikleri yer olan) Büveyra (denen mevki) idi. Vak'a
üzerine şu âyet indi: "Herhangi bir hurma ağacını kestiniz, yahud kökleri
üstünde dikili bıraktınızsa (hep) Allah'ın izniyledir. (Bu izin de)
fâsıkları rüsvay edeceği için (verilmiş)tir" (Haşr, 5). [Buharî, Tefsir,
Haşr 2, Hars ve Müzâra'a 6, Cihâd 154; Megâzi 14; Müslim, Cihad 139, (746),
Tirmizî, Tefsir, Haşr (3298); Ebû Dâvud, Cihâd 91, (2615).]
AÇIKLAMA:
Hâdise, Uhud Harbi'nden altı ay kadar sonra
Benî Nadir Yahudilerine karşı yapılan gazve sırasında cereyan eder. Onlar
kalelerine hapsedilip kuşatılınca, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
Yahudilerin iyice moralini bozarak, bir an önce sulh şartlarını kabule
zorlamak maksadıyla Büveyra nâm mevkîdeki hurmalıkların yıkılmasını ve
ekinlerinin tahrip edilmesini emretmiştir.
Kâfirler: "Ey Muhammed, dediler, sen bizi
yeryüzünde fesaddan nehyediyorsun. Fakat kendin bunu yapıyorsun, bu
hurmalığı kesip yakmanın mânâsı nedir?" dediler. Bu çeşit dedikodular
mü'minler üzerinde de bazı tereddütler meydana getirdi. Bazıları emri tam
yerine getirirken, bazıları değersiz ağaçları kesiyordu. İşte âyet-i kerime
bu durum üzerine nâzil oldu.
Böylece mü'minlere, bu işin, Allah'ın bilgisi
tahtında cereyân ettiği, fesad için değil, fâsıkların mağlubiyeti(ni tâcil)
için yapılmakta olduğu bildirilmiş oluyordu.
Âyette "hurma" diye tercüme ettiğimiz
kelimenin aslı Lîne'dir. Umumiyetle, acve denen kaliteli hurma dışında kalan
hurma cinslerinin kastedildiği kabul edilmiştir. Kelimenin inşikak ettiği
asıl'la ilgili olarak müfessir ve dilcilerin muhtelif yorumları vardır.
ـ3ـ وعن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قالَ: ]نَزَلَ قَولُهُ تعالى: يُخْرِبُونَ
بُيُوتَهُمْ بِأيْدِيهِمْ في الْيَهُودِ حِينَ أجَْهُمْ رسولُ اللّه # عَلَى
أنَّ لَهُمْ مَا أقَلَّتْ إبِلُهُمْ مِنْ أمْتِعَتِهِمْ وَكانُوا يُخْرِبُونَ
الْبَيْتَ عَنْ عَتَبَتِهِ وَبَابِهِ وَخَشَبِهِ، وَكانَتْ نَخيلُ بَنِى
النَّضِيرِ لِرَسُولِ اللّهِ # خَاصَّةً خصَّهُ اللّهُ تعالى بِهَا[. أخرجه
رزين .
3. (823)-
Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "...O, bunların yüreklerine korku düşürdü.
Öyle ki, evlerini hem kendi elleriyle hem mü'minlerin elleriyle harap
ediyorlardı. İşte ey akıl ve basiret sahipleri bundan ibret alın" (Haşr, 2)
meâlindeki âyet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından
Medine'den sürülen Yahudiler hakkında nâzil oldu. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) mallarından (silah hariç), sadece develerinin
taşıyabileceği kadarını götürmelerine izin vermişti. Onlar, evlerinin
eşiklerinden, kapılarından ve diğer ahşap kısımlarından tutup yıkıyorlardı.
Benî Nadir'in hurmalığı hassaten Resul-i Ekrem'in idi, O'na bunu Cenâb-ı
Hakk tahsis etmişti."
Rezîn'in ilâvesidir. Bu rivâyetin manasında
uzunca bir rivâyeti, Ebu Dâvud tahric etmiştir. [(Harâc, 23, (3004).]
ـ4ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قوله تعالى: ]فَمَا أوْجَفْتُمْ
عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍ وََ رِكَابٍ. قَالَ صالح النبىُّ # أهْلَ فَدَكَ وَقُرىً
قَدْ سَمّاها َ أحْفَظُهَا وَهُوَ مُحَاصِرٌ قَوْماً آخَرِينَ. فأرْسَلُوا
إلَيْهِ لِلصُّلْحِ قَالَ: فَمَا أوْجَفْتُمْ عَلَيْهِ مِنْ خَيْلٍٍ وََ
رِكَابٍ، وَكانَ يَقُولُ بِغَيْرِ قتَالٍ، قال الزهرى رحمه اللّه: وَكانَتْ
بَنُو النَّضِيرِ لِلنَّبِىِّ # خَالِصاً لَمْ يَفْتَحُوهَا عَنْوَةً
فَفَتَحُوهَا عَلى صُلْحٍ فَقَسَّمَهَا النَّبىُّ # بيْنَ المُهَاجِرِينَ لَمْ
يُعْطِ ا‘نْصَارَ مِنْهَا شَيْئاً إَّ رَجُلَيْنِ كَانَتْ بِهِمَا حَاجَةٌ[ .
4. (824)-
İbnu Ömer (radıyallahu anh): "Allah'ın onların mallarından Peygamberine
verdiği fey'e gelince, siz bunun üzerine ne ata ne deveye binip
koşmadınız..." âyeti hakkında şunu söyledi: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) Fedek ahâlisi ve ismen belirttiği ancak şu anda hatırlayamadığım
köylerle sulh yaptı. Bu esnada (Hayber'in geri kalan köylerinde yaşayan)
ahaliyi muhâsara etmişti. Bu (muhasara altındaki)ler, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e sulh için hey'et gönderdiler. Ayette geçen"Siz
bunun üzerine ne ata ne de deveye binip koşmadınız" demek, "Siz
savaşmadınız" demektir.
Zührî der ki: Benu'n Nadir münhasıran
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a ait idi. Çünkü orayı zorla
fethetmediler, anlaşarak fethettiler. Bu sebeple Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) buradan elde edilen ganimeti sadece Muhâcirler
arasında taksim etti. Ondan, Ensâr'dan olanlara, ihtiyaç sâhibi iki kişi
hâriç, kimseye bir şey vermedi." [Ebû Dâvud, Harâc 19, (2971).]
AÇIKLAMA:
1- Bu hadisi, sâdece Ebu Davud rivayet eder.
Teysiru'l-Vüsûl'de İbnu Ömer rivayeti olarak sunulduğu halde,
Câmi'ul-Usul'de ve Ebû Dâvud'da Zührî hadisi olarak kaydedilir.
Zührî, Tabiin'den olduğuna göre, hadisi bir
sahabiden dinlemiş olmalıdır. Ancak bu kimdir rivayette belli değildir.
2- FEY': İslâm devletinin gelirlerinden
biridir. Daha ziyade gayr-ı müslimlerden elde edilen bir gelirdir. Savaş
sırasında meşakkatle elde edilene ganimet denir. Sulh yoluyla, vergi
yoluyla, gümrük vergisi vs. şekillerde meşakkatsiz olarak elde edilen
ganimete fey' denmiştir.
Fey' kelime olarak dönmek, rücu etmek manasına
gelir. Gölge döndüğü zaman ona da fey' denmiştir.
3- İslâm harp hukukuna göre, savaşarak
düşmandan elde edilen mal ganimettir. Bunun beşte biri devlete ayrılır, geri
kalan, savaşa iştirak edenler arasında pay edilir. Düşman savaşmadan sulh
yoluyla teslim olursa bu yoldan elde edilen menfaatlere umumiyetle fey'
denmiştir.
Fey' devletin tasarrufuna geçer, bütün
mü'minler için harcanır. Yukarıdaki rivayette görüldüğü üzere Benîi Nadir
Yahudileri sulhla teslim oldukları için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm), onlardan kalan fey'i taksimde serbest davranmış, iktisadî yönden
Ensâr'a bağımlı durumda olan Muhâcirler'e vermiş onların iktisadî
durumlarını düzeltmiştir.
Şârihler, yardıma muhtaç üç ensâra bu maldan
pay verildiğini kaydeder: Ebu Dücâne Simâh İbnu Harise, Seyl İbnu Huneyf,
el-Hâris İbnu's-Simme (radıyallahu anhüm ecmain).
4- Hz. Peygamber'in Medine'deki Şahsî Mülkü:
Bu vesile ile, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Medine'de edindiği
şahsî mülkü ile ilgili olarak Nevevî'den naklen Avnu'l-Ma'bud'da kaydedilen
bir açıklamayı aynen iktibas etmek istiyoruz:
"Hadislerde Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a ait olduğu belirtilen emval (sadakat) üç kısımdır:
A) Hz. Peygamber'e hibe edilenler: Bu Muhayrik
isminde bir Yahudinin Uhud günü, Müslüman olduğu zaman yaptığı vasiyetle
intikal etmiştir. "Ölürsem emvalim Resûlullah'ındır" demişti ve Uhud'da
öldürüldü. Bu Benî Nâdir arazisi içinde yedi ayrı bahçe idi.
Ensâr'dan da Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e arazi bağışlayanlar olmuştu. Bunlara su ulaşmazdı. Bunlar Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şahsî mülkü idi.
B) Benî Nadir'in sürülmesi sonucu elde edilen
arazi: Bu silah kullanılmadan, sulh yoluyla alındığı için, sâdece
Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e aitti. Bunlar menkul mallarından
silah hariç -develerinin taşıyabileceği kadarını- götürmüşlerdi. Kalanları,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Müslümanlara taksim etti. Kendisine ait
olan Beni'n-Nadir arazisini, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
Müslümanların maruz kaldığı darlıklar için kullandı.
Fedek Arazisi'nin yarısı da böyle idi.
Hayber'in fethinden sonra, ora ahalisi, yarısı Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın olmak şartıyla sulh yapmış, dolayısı ile burası da Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in zâtî mülkleri arasında idi.
Vadi’l-Kura’nın üçte bir arazisi de böyle idi:
Vatih ve Sülalim kaleleri. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bunları da
sulhla almıştı.
Hayber kalelerinden iki tanesi de böyle idi:
Vatih ve Sülâlim kaleleri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunları da
sulhla almıştı.
C) Hayber'den alınanın humsu (beştebiri) ve
Hayber'den savaşla fethettiği yerlerden (elde edilen ganimetin) humsu:
Bunlar da, başkasının hiçbir hakkı bulunmayan, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a ait mallardı. Ancak Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
bunları kendisi için tasarruf etmemiş, ehline, Müslümanlara ve ammenin
maslahatlarına harcamıştır. Bütün bu malların (sadakât) kendisinden sonra
temellük edilmesi haramdır."
ـ5ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ ]أنَّ أمْوَالَ بَنِى النَّضِيرِ كَانَتْ مِمَّا
أفَاءَ اللّهُ عَلى رسوله # مِمَّا لَمْ يُوجِفِ الْمُسْلِمُونَ عَلَيْهِ
بِخَيْلٍ وََ ركابٍ، فَكَانَتْ لرسولِ اللّهِ # خَاصَّةً قُرَى عُرَيْنَةَ
وَفَدَكَ وَكذَا وَكذا يُنْفِقُ عَلَى أهْلِهِ مِنْهَا نَفَقَةَ سَنَتِهِمْ
ثُمَّ يَجعَلُ مَا بَقِى في السََّحِ وَالْكُرَاعِ عُدَّة في سَبيلِ اللّهِ
تعالى. وَتََ: مَا أفَاءَ اللّهُ علَى رَسُولِهِ مِنْ أهْلِ الْقُرى فَلِلّهِ
وَلِلرَّسُولِ اŒية؛ وَقَالَ اسْتَوْعَبَتْ هذِهِ اŒيةُ هؤَُءِ:
وَلِلْفُقَرَاءِ المُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهمْ
وَأمْوَالِهمْ؛ وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُا الدَّارَ وَا“يمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ؛
وَالَّذِينَ جَاءُوا مِنْ بَعْدِهِمْ فَاسْتَوْعَبَتْ هذِهِ النَّاسَ فَلَمْ
يَبْقَ أحَدٌ مِنَ المُسْلِمِينَ إَّ لَهُ فِيهَا حَظٌّ وَحَقٌّ إَّ بَعْضَ
مَنْ يَمْلِكُونَ مِنْ أرَقَّائِهِمْ[. أخرجهما أبو داود .
5. (825)-
Hz. Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: "Benî Nadir'in emvali, Cenab-ı Hakk'ın
Resulüne (aleyhissalâtu vesselâm) fey' kıldığı, üzerine at ve deve
koşulmayan (yani savaşsız elde edilen) mallardandı. Ureyne köyleri, Fedek,
tıpkı (Kureyza ve Nadir'in emvali gibi) sırf Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a ait yerlerdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buralardan
elde edilen gelirlerden ailesinin bir yıllık nafakasını ayırırdı. Geri
kalanı da Allah yolunda hazırlık olmak üzere silah ve binek için sarfederdi.
(Nitekim ayette şöyle buyrulmuştur): "Allah'ın (fethedilen diğer küffâr)
memleketleri ahalisinden Peygamberine verdiği fey'i, Allah'a, Peygamberine,
hısımlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara aittir. Tâ ki bu mallar
içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın..." (Haşr,
7). (Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e intikal eden) bu pay, bu
sayılanlara ve ayrıca "evlerinden ve mallarından çıkarılmış olan fakirlere,
onlardan önce (Medine'yi) yurt ve iman evi edinmiş olan kimselere,
kendilerinden sonra gelenlere aittir." Bu âyet, (kıyamete kadar gelecek)
mü'minlerin tamamına şâmildir. Tek istisnayı köle olarak sahib olduklarınız
teşkil ediyor. Köleleriniz dışındaki her Müslüman bu payda hisse ve hak
sahibidir." [Ebu Dâvud, Harâc 19, (2965, 2966).]
AÇIKLAMA:
Teysir müellifi, aslında (Ebu Dâvud'da) iki
ayrı rivayet halinde gelmiş olan Hz. Ömer hadisini birleştirerek tek bir
rivayet gibi sunmuştur.
Önceki rivayette belirtildiği üzere, Benî
Nadir savaşsız fethedilmişti. Bunlar Medine'den sürülünce Müslümanlar,
onlardan kalan mal ve arazinin, Hayber'den elde edilen ganimet gibi taksim
edilmesini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den taleb ettiler.
Bu taleb üzerine gelen vahiy, sulh yoluyla
gayr-ı müslimlerden elde edilen ganimetin -ki buna umumiyetle alimler fey'
demişlerdir- tasarrufunda farklı bir metod getirdi: Bu çeşit mallar,
münhasıran Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e ait (yani devlete ait)
olacaktı, dilediği gibi tasarruf edecekti.
Ayette, Allah tarafından Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e fey' olarak verildiği belirtilen yerler hususunda
bazı farklı yorumlar olmuştur. Onu Nevevî'den naklen önceki rivayette
açıkladık. İbnu Abbas'tan gelen bir beyana göre bunlar: Kureyza, Nadir,
Fedek, Hayber ve Ureyne köyleridir.
Âyette geçen hısımlar (zi'lkurbâ)'dan Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yakınları, yani "Benî Hâşim" ve "Benî
Abdilmuttalib" anlaşılmıştır.
Âyet, bu fey'in diğer sarf yerlerini
(yetimler, yoksullar, yolda kalanlar) saydıktan sonra, "Ta ki bu mallar
içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir devlet olmasın" buyurur.
Bununla bir câhiliye geleneğinin kaldırıldığı belirtilmiştir. Zira, cahiliye
Arapları, ganimet elde edince, reis dörtte birini kendisi alır, sonra da
bunu dilediği gibi kullanırdı. Âyet-i kerime Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'e harcama yerlerini gösteriyor.
Rivayette geçen, "Evlerinden ve mallarından
çıkarılmış olan fakirlere" diye başlayıp devam eden ifade yine aynı Haşir
suresindeki şu âyetten iktibas edilmiştir: "(O fey', bilhassa), hicret eden
fakirlere aiddir ki onlar, Allah'tan fazl (ve inâyet) ve hoşnudluk ararlar
ve Allah'a ve Peygamberine (mallarıyla, canlarıyla) yardım ederlerken
yurtlarından ve mallarından (mahrum edilerek) çıkarılmışlardır. İşte bunlar
sâdıkların tâ kendileridir" (Haşr, 8).
Böylece Benû Nadir'den elde edilen fey'de
öncelikle Medine'ye hicretle gelmiş Müslümanların hak sahibi oldukları
belirtildikten sonra, âyet-i kerimede diğer hak sahipleri sayılır:
* Mezkur Muhacirlerden önce Medine'yi iman
yurdu haline çeviren Ensar.
* Onlardan sonra gelenler.
ÖMER'İN GÖRÜŞÜ: Bu âyet, bilahare Ashab
arasında çıkacak bazı ihtilaflarda Hz. Ömer'in azimli bir karar almasında
delil olacaktır. Yukarıdaki rivayette mezkur kararı gözükmektedir.
Ebu Yusuf'un Kitabu'l-Harac'ında genişçe
açıklandığı üzere, Irak fethedildiği zaman ganimet ve arazinin taksimini
taleb eden Hz. Zübeyr, Bilâl, Selmân-ı Farisî gibi (radıyallahu anhüm) bazı
Sahâbe'yi bu meselede ikna eder.
Hz. Ömer âyet-i kerimeye dayanarak: "Bu
arazilerden elde edilecek fey'de (yani gelirlerde) kıyamete kadar gelecek
her Müslümanın hakkı vardır" hükmünü çıkarmıştır.
Hz. Ömer'e göre, fey', beşe bölünerek taksime
tâbi tutulmaz. Fey'in tamamı"bütün Müslümanlar"a aittir. Fey'de bütün
Müslümanların hakkı vardır. Hz. Ömer (radıyallahu anh) bu hükmü verirken
-rivayette görüldüğü üzere-
ما افاء اللّه على رسوله diye başlayan
âyet-i kerimeyi,
والّذين جاءُوا من بعدهم kısmına
kadar (Haşr suresinin altıncı ayeti) okur ve:
هذه اسْتَوْ عَبَتْ المُسْلِمِينَ عَامةً
yani "Bu âyet bütün Müslümanlara şâmildir,
hepsini içine alır" der ve ilave eder: "Yeryüzünde mevcut her Müslümanın bu
fey'de mutlaka hakkı var. Bu hakka sadece sağ ellerinizin sâhip oldukları
(köleleriniz) sahip değiller."
Unutmamak lâzımdır ki, Hz. Ömer (radıyallahu
anh) bu hükme vardığı zaman pekçok sahâbe hayatta idi ve onların huzurunda
bu yorumu ve buna göre tatbikatı yaptı, kimse de kendisine itiraz etmedi.
Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in etrafındakileri bu telakkide birleştirmiş,
onları ikna etmiş olması Müslümanlar tarafından fethedilen arazilere
uygulanacak statüyü tesbit etmiş oldu.
Buna göre, kıyamete kadar gelecek mü'minler de
dahil, bütün mü' minlerin menfaatları adına, fethedilen yerlerin ahalisi:
* Hür olacaklardı.
* Arazileri de arazi-i haraciye, yani
beytü'lmâl hesabına vergi alınacak arazi olarak ellerinde kalacaktı.
Şunu da kaydedelim ki: Fey'in sarfında fukaha
bazı farklı görüşlere zâhip olmuştur. Şöyle ki: İmam Malik'e göre fey' ve
hums müştereken beytü'lmal'a konur. İmam Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın akrabalarına, dilediği şekilde verir.
Cumhur'a göre, ganimetin beşte biri ile fey'
ayrıdır, karıştırılmaz. Hums, Enfâl suresinde geçen humusla ilgili âyette
Cenab-ı Hakk'ın belirlediği mü'min sınıflar içindir. Söz konusu âyette humus
için: "Allah'ın, Resulünün, hısımların, yetimlerin, yoksulların, yolcuların"
denir (Enfâl, 41). Bu sayılan sınıfların dışında kalanlara humus'tan
verilemez. Fey'in tasarrufu, imamın re'yine kalmıştır, maslahata göre
harcar.
İmam Şâfiî hazretleri bu görüşe katılmaz. Ona
göre fey' de beşe bölünür, beşte dördü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
aittir. Ayrıca humsun da humsu ona aittir, humsun geri kalan dört
hissesini de muhtaç ve müstehak olanlara harcar, ganimette olduğu gibi.
Şâfii hazretleri Hz. Ömer'in sözünü te'vil ederek: "O humsun, geri kalan
dört hissesini kasdetmiş olmalı" der.
Bu mevzu, devlet bütçesinin kaynakları,
harcanması, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hısımlarından maksat
gibi teknik teferruata şâmildir. Biz bu kadar bilgiyi yeterli buluyoruz.
Mevzuya ilgi duyanlar Elmalılı Tefsiri'ne müracat etmelidir (7, 4820-4838).
ـ6ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قولهِ تعالى: ]وَيُؤْثِرُونَ عَلى
أنْفُسِهِمْ وَلَوْ كانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ اŒية. أنَّ رَجًُ مِنَ ا‘نْصَارِ
بَاتَ بِهِ ضَيْفٌ وَلَمْ يَكُنْ عِنْدَهُ إَّ قُوتُهُ وَقُوتُ صِبْيَانِهِ.
فقَالَ مْرَأَتِهِ: نَوِّمِى الصِّبْيَةَ وَأطْفِئِى السِّرَاجَ وَقَرِّبِى
لِلضَّيْفِ مَا عِنْدَكِ فنزَلتْ اŒية[. أخرجه الترمذى .
6. (826)-
Ebû Hüreyre (radıyallahu anh), "Kendilerinde fakirlik ve ihtiyaç olsa bile
(onları, Muhacirleri) öz canlarından daha üstün tutarlar.." (Haşr, 9)
meâlindeki âyetle ilgili olarak şu açıklamayı yaptı: "Ensar'dan birinin
evine misafir geldi ve geceyi yanında geçirdi. Ev sâhibinin evinde
kendisinin ve çocuklarının yiyeceğinden başka yiyecek bir şey yoktu.
Hanımına: "Çocukları uyut, ışığı söndür ve mevcut yiyeceği misafire
yaklaştır" diye emretti. Bunun üzerine âyet indi. [Tirmizî, Tefsir, Haşr,
(3301).]
AÇIKLAMA:
Burada "bir kimse" diye zikredilip ismi müphem
bırakılan ensârî'nin Müslim'in rivayetinde adı geçer: Ebu Talha'dır. Mevcut
yiyecekleri sofraya koyup, odayı da karattıktan sonra misafire buyur
ederler. Yemeğe kendisi de iştirak ediyormuş gibi davranır, fakat
yiyecekten almaz, ışığı da, bu davranışının gözükmemesi için karartmıştır.
Bu davranışta, misafire ikrâm ederek sevab
kazanma düşüncesi olduğu gibi, kendisi muhtaç olduğu halde kardeşini
kendine tercih etme fazileti de mevcuttur. Cenab-ı Hakk, bu davranıştan razı
olarak, Ashab'ın ve hususen Ensârî olanların mühim bir faziletini kıyamete
kadar gelecek mü'minlere taklide şâyân ideal bir örnek olarak kılıyor.
ـ7ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ في قولهِ تعالى: ]ألَمْ تَرَ
إلى الَّذِينَ نَافَقُوا يقُولُونَ “خْوَانِهِمْ. هُوَ ابنُ أُبَىٍّ قالهُ
لِيَهُودِ بَنِى النَّضِيرِ إذْ أرَادَ النَّبىَّ # إجَْءَهُمْ فنزلت[. أخرجه
رزين .
7. (827)-
Hz. Enes (radıyallahu anh), "Ehl-i Kitap'tan o kafir kardeşlerine:
"Andolsun, eğer siz yurtlarınızdan çıkarılırsanız biz de muhakkak sizinle
beraber çıkarız, sizin aleyhinizde hiçbir kimseye ebedî taat etmeyiniz. Eğer
sizinle harp ederlerse muhakkak ve muhakkak biz, size yardım ederiz" diyen o
münafıkları görmedin mi? Halbuki Allah şâhidlik eder ki, onlar hakikaten ve
katiyyen yalancıdırlar" (Haşr, 11), meâlindeki âyette zikri geçen kimsenin
münâfıkların başı Abdullah İbnu Übey olduğunu, bu sözü Benî Nadir
Yahudilerini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Medine'den çıkarmak
istediği zaman, onları Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e karşı tahrik
etmek için söylediğini belirtir."Rezîn'in ilavesidir.
AÇIKLAMA:
823 numaralı rivayette temas edilen,
Beni'n-Nadir Yahudilerinin Medine'den sürülme hâdisesinin gelişme
vetiresinde mühim bir safha, bu rivayette aydınlatılmaktadır. Meseleyi
mühim görüyoruz, zira Kur'an-ı Kerim'e aksedebilmiştir. Hâdisenin iç yüzü
şudur:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm),
Bi'r-i Maûna felâketinden canını kurtarabilen Amr İbnu Ümeyye'nin dönüşte,
yanlışlıkla öldürdüğü Benî Amr'e mensup iki kişinin diyetine iştirak
etmeleri için Beni'n-Nadir'e uğradı. Çünkü, onlarla yapılan bir antlaşmaya
göre bu çeşit durumlarda yardımlaşacak idiler. Bunlar ise, Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in, kendi yurtlarına gelmiş olmasını iyi bir fırsat
bilerek, öldürmeye ve ortadan kaldırmaya azmedip derhal bir plân
hazırlarlar: Önünde oturduğu evin damından üzerine bir değirmen taşı atmak.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e: "Hay hay bizden istediğin bu
hususta sana yardım edelim" dedikten sonra bu planın tatbiki için harekete
geçince, Cenab-ı Hakk durumu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a vahyen
bildirir.
Ve planları akim kalır.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onları
cezalandırmak üzere emir verir. Hazırlık yapılır ve kuşatılırlar. Medine'yi
terk veya savaş teklif edilir.
İbnu Hişâm'da açıklandığı üzere, bu sırada
Benî Nadir'in müttefiki durumunda olan -ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e düşmanlıkta ve şirkte kardeşleri olan- Medine'nin münâfık
takımı (başta Abdullah İbnu Übey İbnu Selül olmak üzere Vedia, Mâlik İbnu
Ebî Kavkal, Süveyd Dâis) elçi göndererek, Benî Nadir'e: "Sebat edin,
kendinizi müdâfaa edin, biz asla sizi yalnız bırakıp, Muhammed'e teslim
etmeyiz. Şâyet savaşırsanız sizin yanınızda yer alır, biz de savaşırız, siz
çıkarılacak olursanız, biz de çıkarız..." gibi sözlerle bunları direnmeye ve
savaşmaya teşvik ederler.
Ancak iş ciddiye binince bu vaadlerinden
hiçbirini yerine getirmezler. Sonunda, tek başlarına netice alamayacaklarını
anlayınca silah hâriç, develeriyle taşıyabilecekleri eşyalarını alıp
gitmeleri şartıyla sulh yapılır.
İşte sadedinde olduğumuz rivayet, bu vak'a
ile ilgili olarak gelen vahiyde kastedilen şahsın, Medine'deki münafıkların
lideri olan Abdullah İbnu Übey İbnu Selül olduğunu belirtiyor.