Kütübü Sitte

Hz. Peygamber'in Münafıklara Karşı Takip Ettiği Siyaset

 

1- Münafıkların Tavsifi

 

Münâfık kelimesi, Arapça'dan dilimize geçmiştir. Bu geçiş sırasında diğer bazı kelimelerde olduğu gibi, aslî manasını değiştirmemiştir. Münâfık kelimesi, kalbi ile kâfir olduğu halde diliyle Müslüman gözüken kimseye ıtlâk olunur. Dilimizde bu manadan başka bir de beşerî münasebetlerinde iki yüzlülük edenlere de münafık denmektedir. Her hal ü kârda bizim için kelimenin semantik tahlili çok ehemmiyetli değildir.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) hicretle Medine'ye geldiği zaman orada başlıca üç grup insan vardı:

1- Müslüman Araplar.

2- Müşrik Araplar.

3- Ehl-i Kitap olan Yahudiler ve çok az miktarda Hıristiyanlar.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Medine'ye yerleşip oradaki Müslümanları siyasi bir teşkilata  kavuşturarak, devlet reisliği pozisyonunu fiilen kazanmasından itibaren, yeni bir grubun daha, yavaş yavaş teşekkül ettiğini görüyoruz. Bu sonuncu grup münâfıklardır ve esas konumuzu teşkil etmektedir.

Şu halde, burada dikkati çekeceğimiz ilk mühim nokta, münâfıkların ortaya çıkmasına sebep olan asıl âmildir ki, kaynaklarımızın ifadesinden bu âmilin, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in Medine'de kazandığı siyasî nüfuz ve kurduğu siyâsî hakimiyet olduğunu anlıyoruz. Nitekim başta Buhârî ve Müslim olmak üzere, tarihî kaynaklarımızın ittifakla belirttiklerine göre, dahilî kavgalardan yorgun ve bitkin düşen Medineliler, aralarında anlaşarak Abdullah İbnu Übey İbni Selûl'ü Medine'ye kral yapmaya karar vermişler, başına koyacakları altından mâmül krâliyet tâcını kuyumculara sipariş bile etmişlerdi. Ancak, Abdullah'ın tahta geçme hayalleri, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hicreti ile ebedî olarak suya düştü. Zira Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Medine'ye geline, Muhâcir ve Ensâr'dan bütün Müslümanlar O'nun etrafında toplanmışlardı. İbnu Hişâm'ın tasrihine göre, Abdullah İbnu Übey, Müslüman olan çevresinin kendini terkederek Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in yanında yer alması sonucu, yalnız kaldığını görünce istemiye istemiye  o da Müslüman oldu. Buhârî' nin bir rivayetinde, Abdullah İbnu Übey ve adamlarının ihtidâsı Bedir harbinden sonra  vukua gelmiştir.

Kaynaklarımızda bunların sayısı hakkında kesin bir  rakama rastlanmaz ise de, Uhud Harbi sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in 1000 kişilik  ordusunun üçte birî, Abdullah İbnu Übey'e tâbi olarak savaş meydanını terketmesi, Medine siyasî hayatında ağırlıkları hakkında bir fikir verebilir ki, bu küçümsenmeyecek bir durumdur.

Şüphesiz, münâfıkların hepsinin durumu aynı değildi. Bunlardan bir kısmı liderlik pozisyonları ve oynadıkları faal rolleriyle şöhret kazanmış olmasına rağmen, büyük ekseriyet akrabalık, müttefiklik, mevlalık gibi çeşitli sebeplerle, körü körüne bunlara uyan sıradan kimselerdi.

İçi ile dışı bir olmayan kimseler için, kullanılan umumi manasıyla Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) devrindeki münâfıklar, sâdece Abdullah İbnu Übey  tarafında toplanmış olan, Medine'nin yerli Araplarının teşkil ettiği mâlum grup anlaşılmamalıdır. Münâfıkların büyük kısmını bunlar teşkil etmekle berâber, Yahudiler ve bedeviler arasında  da münâfıklar mevcuttur. İbnu Hişâm,  Yahudi münâfıkların (İslâm'ı küçük düşürmek, Müslümanların moralini bozmak, müşriklerin ihtidâlarını önlemek gayesiyle) sabahleyin Müslüman olup, ("biz bunu beğenmedik, iş yokmuş" vs. diyerek) akşama tekrâr eski dinlerine rücu ettiklerini bildirir. Bedevi; yâni göçebe hayatı yaşayan çöl Arapları arasındaki münâfıklardan da, Kur'ân-ı Kerim söz etmektedir: "Çevrenizdeki bedevilerden birtakım münâfıklar vardır ki, onlar nifak üzerinde idman yapmışlardır. Sen bunları bilmezsin, onları biz biliriz..." (Tevbe, 101).

Her hâl ü kârda, hangi  gruptan olursa olsun, bütün münafıklar, hemen hemen aynı vasıfları taşımaktdır. Kur'ân'ın ifadesiyle bunlar, "ağızlarıyla kalplerinde  olmayanı söyleyen" (Âl-i İmrân 167), Müslümanlarla birlikte olunca mü'min olduklarını beyân edip şeytanlarıyla başbaşa kalınca da, onlara: "Emin olun biz sizinle berâberiz, biz (Müslümanlarla) alay edicileriz" (Bakara 14) diyen kimselerdir. Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e muhâlefetlerini, atalarından intikâl eden dinî ve kültürel değerleri sözkonusu ederek yürüttükleri halde, bunlar daha ziyade kaybedilmiş siyasî nüfuzun özlemi ile hareket ediyorlardı. Az sonra kaydedeceğimiz misallerden bu husus anlaşılacaktır.[1]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/521-523.