Kütübü Sitte

HZ. ZEYNEB'İN HAYATINDAN BAZI SAFHALAR

 

Yeri gelmişken Zeyneb vâlidemizin  hayatından bir iki satır bahsedelim: Zeyneb (radıyallahu anhâ) Hz. Peygamber'in halası Ümeyye bintu Ebu Tâlib'in kızıdır. Ashâb'ın büyüklerinden olan Abdullah İbnu Cahş (radıyallahu anh)'ın kızkardeşidir. Ümmü'l-Hakem diye künyesi vardır. Adı Berre idi, evlendikten sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Zeyneb yaptı.

İlk Müslümanlardan sayılır, Medine'ye hicret edenlerdendir. İbnu'l-Esir Üsdü'l-Gâbe'de, Zeyd (radıyallahu anh)'in, Kur'an ve sünneti öğretmek maksadıyla onunla evlendiğini kaydeder.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le evlenmesi bir rivayete göre hicretin üçüncü bir diğerine göre beşinci yılında olmuştur. İbnu İshak, Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'den sonra Zeyneb'le tezevvüc buyurduğunu belirtir. Zeyneb bu evlilik sırasında 35 yaşındadır.

Zeyd'in anlattığına göre, Zeyneb (radıyallahu anhâ)'le boşanma işi tamamlanınca, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kendisini çağırarak Zeyneb'e gitmesini, evlenme kararını bildirmesini söylemiş, o da gidip, kapıya sırtını çevirerek: "Ey Zeyneb, beni Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) gönderdi, seninle evlenmek istiyor" diye haber verir. Hz. Zeyneb: "Ben Rabb'imden (azze ve celle) istihârede bulunmadan bir şey söyleyemem" der ve istihâre yapmak üzere hânesindeki mescide girer. Bu esnâda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a   زوّجناكها    "Senin nikâhını biz kıydık" meâlindeki ayet nâzil olur ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) herhangi bir izin talebinde bulunmadan Zeyneb (radıyallahu anhâ) validemizin yanına girer. Bu durumda Hz. Zeyneb, diğer hanımlara karşı övünecektir. "Benim nikâhımı Allah kıydı" diye. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) onun düğününde ekmek ve etle ziyâfet vermiştir.

Hz. Zeyneb (radıyallahu anhâ) son derece dindar bir kadındı. Hayra eli pek açıktı. Sadaka vermeyi severdi. Deri işleme san'atını iyi bildiği için deri işler, buradan kazandığı paranın tamamını sadaka olarak muhtaçlara dağıtırdı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bir ara: "Bana ilk kavuşacak olanınız elce  en uzun olanınızdır"  buyurur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevceleri, aralarında kollarını  arşınla ölçerler. Hz. Aişe: "Elce en uzun olanımız Zeyneb'ti. Çünkü eliyle iş yapar ve bol bol sadakada bulunurdu" der ve ilave eder: "Ben dinde, Zeyneb kadar hayırlı bir kadın görmedim. O, Allah'a karşı herkesten daha muttaki, daha doğru sözlü, sıla-i rahme daha sâdık, sıdk  ve emânetce daha ileri idi."

Hz. Ömer (radıyallahu anh) hilâfeti sırasında, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın diğer zevcelerine olduğu gibi, ona da tahsisat ayırır ve 12 bin dirhem para gönderir. Zeyneb validemiz bunu alır ve yakınlarına dağıtır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Veda Haccı zamanında zevcelerine: "Bu haccdan sonra artık hasırların sırtı" buyurarak evlerinden ayrılmamaları gereğine işaret buyurur. Bilâhere Zeyneb ve Sevde (radıyallahu anhümâ) validelerimiz hâriç hepsi haccederler. O ikisi: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın o sözünden sonra bizi hiçbir binek  kımıldatmamalıdır" derler.

Hz. Aişe: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hanımlarından hiçbiri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın nezdindeki itibarın yüceliği hususunda benimle boy ölçüşemezdi, Zeyneb Bintu Cahş hâriç. Zira o, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın diğer zevcelerine karşı: "O'nunla sizleri babalarınız evlendirdi. Benim nikâhımı ise Allah kıydı" derdi (ve cevap veremezdik)."

Hz. Aişe, Zeyneb (radıyallahu anhâ)'i ifk hadisesindeki tutumuyla da çok takdir eder. Aralarındaki bu  rekabete rağmen, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Aişe hakkında kanaatini sorunca: "Hayırdan başka  birşey bilmiyorum" diyerek, hüsn-i şehâdette bulunmuştur. Halbuki Zeyneb'in kızkardeşi Hamnâ, Hz. Aişe'nin Zeyneb'le olan rekabet durumunu düşünerek, hissî davranmaktan kendini alamamış ve hadd-i kazf'e maruz kalanlardan biri olmuştur.

Hz. Zeyneb (radıyallahu anhâ) vâlidemiz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerinden Safiyye Bintu Huyey (radıyallahu anhâ)'e: "Yahudi kızı" diye hakaret edince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine kızmış ve Zilhicce, Muharrem ve Sefer ayının bir kısmında terkederek  hiç uğramamak suretiyle cezalandırmıştır.

Zeyneb Bintu Cahş, hicretin 20. yılında Hz. Ömer zamanında vefat etmiştir. Namazını da Hz. Ömer (radıyallahu anh) kıldırır. İslâm'da cenazesi için tabut yapılan ilk kadın odur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan sonra, Ezvac-ı tâhirât (radıyallahu anhünne)'tan ilk vefat eden o olmuştur. Hz. Aişe, Zeyneb'in vefatı üzerine, "O zaman anladık ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in elce en uzun sözündeki uzunluktan maksadı hayır ve tasadduk işleminde cömert olmakmış" der. Çünkü Zeyneb Bintu Cahş kısa boylu  olduğu için kol, boyunu ölçmelerde hep kısa kalırmış.

Hz. Zeyneb (radıyallahu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)' tan bir çok hadis de rivayet etmiştir. Bu rivayetleri ondan daha ziyade yeğeni Muhammed İbnu Abdullah İbni Cahş ve Ümmü Habibe Bintu Ebi Süfyân ve Zeyneb Bintu Ebi Seleme vs. yapmıştır.

Zeyneb vâlidemiz  vefat ettiği zaman, elli -bir rivayete göre de elli üç- yaşında idi. O ölünce, Hz. Aişe (radıyallahu anhümâ): "Hamide (çok hamdedici), Müteabbide (çok ibadet edici), yetim ve dulların mefza'ı (sığınağı) göçtü" demiştir (Radiyallahu anha).[1]

______________NOT: Bizce onun en ziyâde hatırda tutulup, örnek alınması gereken yönü, Hâne-i risaletpenâhi'de el-işi yapmış olmasıdır. İlâ hâdisesi sırasında Resûlullah (aleyhisselâtu vesselâm)'ın çekildiği meşrübe, onun deri işleme atölyesi durumunda idi. İlâ ile alâkalı Hz. Ömer'in tasvirlerinde, işlenmek üzere duvara asılan derilerin sayısı, saldıkları koku, deri işlemede kullanılan selem ağacı meyvesi vs. mevzubahis edilmektedir.

 

ـ9ـ وعن عروة عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَتْ خَوْلَةُ بِنْتُ حَكِيمٍ مِنَ الَّتِى وَهَبْنَ أنْفُسَهُنَّ لِلنَّبىِّ #. فقَالَتْ عَائِشَةُ رَضِىَ اللّهُ عَنْها: أمَا تَستحى الْمَرْأةُ أنْ تَهَبَ نَفْسَهَا لِرَجُلٍ؟ فَلَمَّا نَزَلتْ: تُرْجِى مَنْ تَشَاءُ مِنْهُنَّ وَتُؤوِى إلَيْكَ مَنْ تَشَاءُ. قُلْتُ يَا رَسُول اللّه: مَا أرَى رَبّكَ إَّ يُسَارِعُ في هَوَاكَ[. أخرجه الخمسة إ الترمذى .9.

 

(748)- Hz. Urve, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den naklediyor: Hz. Aişe byurmuştur ki: "Havle Bintu Hakim (radıyallahu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir." Aişe (radıyallahu anhâ) devamla dedi ki: "Ben (kıskançlığın sevkiyle): "Kadın kısmı bir erkeğe evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?" (diyerek bu şekilde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e teklifte bulunanları kınardım). Ne zaman ki: "Onlardan kimi dilersen (nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin. (Nevbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine almak)da da sana güçlük yoktur..." (Ahzab, 51) meâlindeki âyet nazil oldu, (kendimi tutamayarak): "Ey Allah'ın Resulü, görüyorum ki, Rabbin seni memnun kılmada gecikmiyor" dedim. [Buharî, Tefsir, Ahzab 7, Nikâh 29; Müslim, Rıdâ' 49, (1464); Ebu Davud, Nikâh 39, (2136); Nesâî, Nikâh 1, (6, 54).][2]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) Buhârî'nin bir başka rivayetinde daha açık konuşur: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e zaman zaman gelip nefsini hibe eden kadınlara karşı kıskançlık hissediyor ve "Bir kadın nefsini hibe eder mi?" diyordum" der.Rivayetin aslında nefsini hibe ederdi denmektedir. Ancak biz burada kastedilen manada tercüme ettik: "...evlenme teklifi yapardı..." şeklinde, çünkü hibe kelimesiyle ifade edilen budur. Ancak, fıkıh nokta-i nazarından ulema: "mehir taleb etmeden" şeklinde anlamıştır. Yani "nikâhın tamamlanması için gerekli olan "mehir"i taleb etmeden, bu hakkını hibe ederek evlenme talebinde bulundu" manasında, mamafih    وهبت نفسها  (nefsini hibe etti) tâbirini bu manada anlayanları teyid eden bir ziyadeyi havi rivayet de mevcuttur. Muhammed İbnu Bişr tarikinde:   اَنْ تهب نفسها بغير صداق  "Kadın, mehir almaksızın nefsini hibe etmekten sıkılmaz mı? derdim."

Alimler, hadisi bu nokta-i nazardan değerlendirip; mehir olmadan nikâhın câiz olup olmayacağını münâkaşa etmişlerdir. Cumhur, mehirsiz nikâhın bâtıl olacağına hükmeder. Hanefiler ve Evzâî caiz görür. Ancak, bunlar da "mehr-i misil" (o kadının emsâli ne miktar mehir alıyorsa buna denk olan mehir) vacib olur" derler. Evzâî şu açıklamayı da ayrıca yapmıştır: "Nikâhı hibe lâfzı ile yaparken "mehirsiz olarak" diye  şart da koyacak olurlarsa bu nikâh sahih olmaz."

Cumhurun hücceti, Peygamberimize helal olan kadınları sayan Ahzab suresinin 50'nci ayetinde geçen şu ibâredir:    خالصةً لك من دون المؤمنين   yani: "... ve Peygamber nikâhlanmayı dilediği takdirde -mü'minlerden ayrı, sırf sana mahsus olmak üzere- kendisini mehrini Peygamber'e hibe eden mü'min kadını almanı helâl kılmışızdır." Şu hâlde Cumhur bu "mü'minlerden ayrı sırf sana mahsus olmak üzere"  şeklindeki istisna cümlesinden hareketle "hibe" ile olan nikâhın hasâis'ten biri olarak Peygamber'e mahsus olduğu hükmüne varmış, diğer mü'minlere böylesi bir nikâhın haram olduğunu söylemiştir.

Caiz görenler bu mülâhazaya şöyle cevap vermişlerdir: "Ayette kastedilen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zamanındaki vâhibe (hibede bulunan kadın)dır, mutlak manada "hibe"nin kendisi değildir, öyle ise hibe kelimesiyle nikah caiz olur ve mehrin tasrihi gerekmez."

Hadisle ilgili ikinci bir mesele, Hibe lafzı ile nikahın sahih olup olmayacağı meselesi: Şafiîler başta, bir kısım âlimler nikâhın "nikâh" veya "tezvic" kelimeleriyle sahih olacağına hükmetmiştir. Çünkü bu iki kelime Kur'ân ve hadisle gelen sarâhate uygundur. Ancak çoğunlukla ulemâ, nikâh ve tezvic manalarını ifade eden kinâyelerin de sahih olacağına hükmetmiştir. Tahâvî, bu meselede talakla kıyasda bulunur, zira talâkın sahih olması için sarih olan talâk kelimesi de kullanılabilir, bu manayı ifade eden  kinâyeler de kullanılabilir, yeter ki talak kasdı da bulunsun.

2- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e sarfettiği söze gelince; Ahzâb suresinin 50'nci ayetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın evlenebileceği kadınları saydıktan sonra, bu sayılanlardan istediğini alabileceğini beyan eden 51'inci âyette geçen: "Onlardan kimi dilersen geribırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin..." meâlindeki âyet gelince Hz. Aişe'nin sarfettiği söz dikkat çekicidir: Şöyle der:    يارسول اللّه ما اَرَى رَبَّكَ ا يُسَارع فى هَواك   Metinde bu ibareyi: "Ey Allah'ın Resûlü, görüyorum ki Rabbin seni memnun kılmaya ehemmiyet veriyor" diye tercüme ettik. Kelime kelime  tercüme edince su-i edeb ifade eden bir mâna çıkar. Kurtubî bu ifadeyi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın -zahiren su-i edeb gibi görünmekle birlikte, söylendiği şartlar çerçevesinde değerlendirerek- normal karşıladığı başka sözlerle ilgi kurarak yanlış anlaşılmayı önler. Der ki: "Bu söz, nazdarlık ve kıskançlık karışımı bir hâlet-i ruhiyenin sevkiyle söylenmiştir. Nitekim, ifk hadisesinde kendisini tebrie eden vahiy geldiği zaman ebeveyni Hz. Aişe'ye: "Kalk, Resûlullah'ın başını öp (teşekkürünü ifade et)!" deyince, Hz. Aişe: "Hayır, size teşekkür etmiyorum, sâdece Allah'a hamdediyorum." demiştir. Hz. Aişe'nin bu sözü de -Resûlullah'ın o sırada normal karşıladığı- mezkur sözü  nezdindedir. Aksi takdirde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, hevâ nisbet etmek, sözün zâhirine hamledilemez. Çünkü O, "Hevasından konuşmaz..." (Necm, 3) ve hevasına göre hareket etmez. Hz. Aişe    ما ارى رَبَّك ا يسارع فى مرضاتك   yani "Görüyorum ki Rabbin, seni mennun etmede gecikmiyor" demiş olsaydı daha muvafık düşecekti. Mamafih kıskançlık sebebiyle söylenen bu çeşit sözler hoş karşılanır."

Kurtubî'nin bu açıklamasına aynen katılmamak mümkün değildir. Çünkü bir sözü değerlendirirken şu soruları sormak belâgat kaidesidir: "Kim söylemiş, kime söylemiş, ne maksadla söylemiş, ne makamda söylemiş?" Aksi takdirde, Hz. Aişe söylemiştir, biz de söyleyebiliriz diye, herhangi bir âyet veya sünnetin değerlendirilmesinde böyle bir tâbir kullanacak olsak, su-i edeb olur, fıska, küfre bile götürebilir.

3- Âyetin muhtevasının anlaşılmasına gelince: Yukarıda meâlini verdiğimiz âyetin muhtevasını kavramak için, bu âyetten önce nâzil olan ve "tahyir" (muhayyer bırakma) âyeti olarak bilinen şu âyeti görmemiz gerekir. (Meâlen): "Ey peygamber, zevcelerine de ki: "Eğer siz dünya hayatını ve onun zinet (ve ihtişam)ını arzu ediyorsanız gelin size boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim. Eğer Allah'ı, peygamberlerini ve âhiret yurdunu diliyorsanız şüphe yok ki, Allah, içinizden güzel hareket edenler için büyük bir mükâfat hazırlamıştır." (Ahzab, 28-29).

Buhârî'nin rivayetine göre, bu âyet nâzil olunca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den başlayarak teker teker kadınlarını ziyaret ederek âyeti okuyup, muhayyer bıraktı. Bütün kadınlar şu meâlde cevap verdiler: "Ben Allah'ı, Resûlullah'ı ve âhiret muradımı isterim."

Ümmühâtu'lmü'minîn'in bu cevapları takdir ve tahsin edilerek, sadedinde olduğumuz (51 numaralı) âyetle bunu tâkip eden, 52 numaralı âyet nâzil oldu. Bu âyetin meâli şöyle:

"Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelere değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl olmaz. Sağ elinin mâlik olduğu (câriyeler) müstesnâ..." (Ahzâb,52).

Bu âyetler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a yeni evlilikler yapmayı yasaklıyordu. Tefsir kitaplarının ufak tefek ihtilâfları bir tarafa, bu vahiy geldiği sırada dokuz hanımı hayatta idi ve bunlar şunlardı: Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Ümmü Habibe, Sevde Bintu Zemea, Ümmü Seleme, Safiyye, Meymune, Zeyneb Bintu Cahş, Cuveyriye (radıyallahu anhünne ecmain).

4- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin kıskançlık sevkiyle  kınadıkları arasında Hz. Peygamber  (aleyhissalâtu vesselâm)'in zevcesi olanlar var mı idi? Yani acaba, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan mehir istemeden Hâne-i Saâdete dâhil olma şerefiyle yetinerek evlenen ümmühatu'lmü'minîn var mı idi?

Bu soruya bir cevap vermek zordur. Çünkü, bu kaydettiğimiz Buhârî hadisleri böyle bir ihtimale yer vermemektedir. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin kıskançlıkla demesi mühimdir. Çünkü kadın kocasını, daha ziyade, diğer hanımına karşı kıskanır. Mamafih, evlenmek teklifiyle gelenlere karşı da kıskançlık duyması normal sayılabilir.

Ancak Taberî'nin İbnu Abbas'tan kaydettiği sıhhatce hasen kabul edilen bir rivayet: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in nezdinde nefsini hibe eden kadınlardan hiçbiri mevcut değildi" der. Buna göre, böyleleri ile evlenmek mübah olmasına rağmen, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onlardan herhangi biri ile evlenmemiştir. Bu  teklifte bulunanların ismi bellidir. Havle Bintu Hakim, Ümmü Şerik, Fatma Bintu Şureyh, Leyla Bintu'l-Hatim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in zevcelerinden Zeyneb Bintu Huzeyme ile Meymune Bintu'l-Hâris'in mehirsiz olarak evlendiklerine dair bazı rivayetler var ise de zayıftır ve İbnu Abbas'tan kaydettiğimiz rivayetle teâruz ederler ve bu teâruzda sıhhatleri sebebiyle mercuh duruma düşecekleri için hüccet olamazlar. Şu halde bazı kitaplarda, bu babta gelen ifadeleri ihtiyatla karşılamak daha uygundur.[3]

 

ـ10ـ وعن أمُّ هانئ رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: ]خَطَبَنِى رسولُ اللّهِ # فاعْتَذَرْتُ إلَيْهِ فَعَذَرَنِى، ثُمَّ أنْزَلَ اللّهُ تعالى: إنَّا أحْلَلْنَا لَكَ أزْوَاجَكَ الَّتِى آتَيْتَ أجُورَهُنَّ اŒية. قالتْ فَلَمْ أكُنْ أُحلُّ لَهُ ‘نِّى لَمْ أُهَاجِرْ: كُنْتُ مِنَ الطُّلَقَاءِ[. أخرجه الترمذى.»الطّليقُ« ا‘سير إذا خُلَى سبيلُه .

 

10. (749)- Ümmü Hâni (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) beni istemişti. Kendisine özür beyan ettim, özrümü kabul etti. Sonra Cenâb-ı Hakk şu âyeti indirdi.

"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevcelerini ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin mâlik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikâhla almak isterse onu (fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalınız sana has olmak üzere senin için helal kıldık..." (Ahzab, 50). Ümmü Hâni (radıyallahu anhâ) devamla der ki:

Bu âyet üzerine (kendi kendime): "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a helâl kılınmadım, çünkü hicret etmedim, ben Fetih günü hürriyeti bağışlananlardanım" dedim." [Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3211).][4]

 

AÇIKLAMA:

 

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) amcasının kızı Ümmü Hâni Bintu Ebu Tâlib'i cahiliye devrinde istetmişti. Ancak Ebu Talib, Ümmü Hâni (radıyallahu anhâ)'yi diğer taliblisi olan Hübeyre İbnu Ebi Vehb'e verdi. Bilâhare, Ümmü Hâni Müslüman olunca Hübeyre'den ayrıldı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ümmü Hâni'ye talebini yeniledi. Ümmü Hâni bu sefer de: "Ben çok çocuğu olan bir kadınım" diye özür beyan etti. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da ısrar etmedi. Rivayette kabul edildiği belirtilen özür bu olsa gerektir.

Âyetten başlıca şu hükümler çıkarılmıştır:

* Mü'min kadınla evlenilebilir, kâfirle evlenmek haramdır, hür dahi olsa. Şârihler, ümmet-i Muhammed'e Ehl-i Kitap kadınlarının nikâhı helâl de olsa Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e onların da haram olduğunu belirtirler.

* Mehir istemeksizin nefsini bağışlayan kadınlarla ilgili hükmü önceki hadis zımnında açıkladık. Burada şunu belirtelim: Bu çeşit kadınlarla, velisiz, şâhitsiz, mehirsiz evlenme hakkı sâdece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e helâl kılınmıştır[5].

 

ـ11ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قالَ: ]نَهَىَ رسولُ اللّهِ # عَنْ أصْنَافِ النِّسَاءِ إَّ مَا كَانَ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ الْمُهَاجِرَاتِ بِقَوْلِهِ: َ يَحِلُّ لَكَ النِّسَاءُ مِنْ بَعْدُ وََ أنْ تَبَدَّلَ بِهِنَّ مِنْ أزْوَاجٍ وَلَوْ أعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إَّ مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ. فَأحَلَّ اللّهُ تَعَالى فَتَياتِكُمُ الْمُؤمِنَاتِ، وامْرَأةً مُؤْمِنَةً إنْ وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِىِّ؛ وَحَرَّمَ كُلَّ ذَاتِ دِينِ غَيْرِ ا“سْمِ، ثُمَّ قَالَ: وَمَنْ يَكْفُرْ بِا“يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ في اŒخِرَةٍِ مِنَ الْخَاسِرِينَ؛ وَقَالَ يَا أيُّهَا النَّبىُّ إنَّا أحْلَلْنَا لَكَ أزْوَاجَكَ الَّتِى آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا أفَاءَ اللّهُ عَلَيْكَ. إلى قولهِ: خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤمِنِينَ. وَحَرَّمَ مَا سِوَى ذلِكَ مِنْ أصْنَافِ النِّسَاءِ[. أخرجه الترمذى .

 

11. (750)- İbnu Abbâs, (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) muhâcir olan mü'min kadınlar dışında kalanlarla evlenmekten men edildi. Âyet şöyle buyurur:

"Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl olmaz. Sağ elinin mâlik olduğu (cariyeler) müstesna. Allah her şeye nigâhbândır" (Ahzâb 52). Kezâ Allah, "Mü'min câriyelerinizi.." (Nisâ, 25); "Nefsini peygambere bağışlayan mü'min kadın"ı (Ahzâb, 50) helâl kıldı. İslâm'dan başka bir dinde olanların hepsini haram kılıp sonra da şöyle buyurdu. (Meâlen):

"... Kim imanı tanımayıp kâfir olursa her halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, âhirette en çok ziyâna uğrayanlardandır" (Maide, 5).

Yine âyet-i kerime şöyle buyurur:

"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin mâlik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikâhla almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız sana has olmak üzere- senin için helâl kıldık..." (Ahzâb, 50).

İşte bunlar dışında kalan bütün kadınlar Hz. Peygamber'e haram edilmiştir. [Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3213).][6]

Açıklamalar önceki son iki hadiste geçmiştir.

 

ـ12ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]مَامَاتَ رسولُ اللّه # حَتَّى أُحِلَّ لَهُ النِّسَاءُ[. أخرجه الترمذى وصححه، والنسائى .

 

12. (751)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) diyor ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmezden önce bütün kadınlarla  nikâh kendisine helâl kılındı." [Tirmizî, Tefsir, Ahzâb, (3214); Nesâî, Nikâh 2 (6, 56).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

Hz. Aişe'nin bu rivayeti, bir önceki rivayette İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın belirttiği  nikâhla ilgili kayıtların Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hayatının sonlarına doğru kaldırıldığını belirtmektedir. İbnu Ebi Hatim'in, Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'den yaptığı bir rivayet de bunu teyid eder. Der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ölmezden önce, mahremi olanlar hariç, dilediği  kadınla evlenmek kendisine helâl kılındı. Bu husus şu âyette açıktır: "Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin..." (Ahzâb, 51).

İbnu Kesir, bu âyeti zikrettikten sonra der ki: "Bu sonuncu ayet, tilâvet itibariyle hemen arkasından gelen âyeti neshetmiştir. Bu mensuh âyet meâlen şöyledir:

"Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları herhangi zevcelere değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl olmaz. Sağ elinin mâlik olduğu (cariyeler) müstesna..." (Ahzâb, 52).

Bunun bir benzeri de Bakara suresinde geçmiştir. Orada iki âyetten önce okunan, sonra okunanı nesheder ki bu âyetlerden birincisi yâni nasih olan şudur:

"İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıkları zevceler kendi  kendilerine dört ay on (gün) beklerler. İşte bu müddeti bitirdikleri zaman artık onların kendileri hakkında meşru vech ile yaptıkları şeyden dolayı da size günah yoktur..." (Bakara, 234).

Neshedilmiş olan müteakip ayet de şudur:

"Sizden zevceler(ini geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar faidelenmesini (bakılmasını) vasiyyet (etsinler). Bunun üzerine onlar (kendiliklerinden) çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru işlerden dolayı size mesuliyet yoktur..." (Bakara, 240).

Bu sonuncu âyet İslâm'ın bidâyetindeki durumu açıklamaktadır. O zaman kocası ölen kadın miras alamaz, yalnız bir yıl kocasının evinde kalırdı ve bu esnada kendisine bakılırdı. Bu durumda iddet de bir yıldı. Kadın bu esnada çeker giderse bakılma hakkını kaybederdi. Bilâhere yukarıda kaydettiğimiz (Bakara 234'üncü) âyet bunu neshetti.[8]

 

ـ13ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: إنَّ مُوسى عليهِ السّمُ كانَ رَجًُ حَيِيّاً سِتِّيراً َ يُرَى شَئٌ مِنْ جِلْدِهِ اسْتِحْيَاءً مِنْهُ فآذَاهُ مَنْ آذَاهُ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ. فقَالُوا مَا يَسْتَتِرُ هذَا التَّسَتُّرَ إَّ مِنْ عَيْبٍ بِجِلْدِهِ؟ إمَّا بَرَصٌ، وَإمَّا أُدْرَةٌ، وَإمَّا آفَةٌ، وَإنَّ اللّهَ تعالى أرَادَ أنْ يُبَرِّئَهُ مِمَّا قَالُوا. فَخَ يَوْماً وَحْدَهُ

فَوَضَعَ ثِيَابَهُ عَلَى الْحَجَرِ ثُمَّ اغْتَسَلَ، فَلَمَّا فَرغَ أقْبَلَ إلى ثِيَابِهِ لِيَأخُذَهَا، وإنَّ الْحَجَرَ عَدَا بِثَوْبِهِ فَأخَذَ مُوسى عَلَيْهِ السّمُ عَصَاهُ وَطَلَبَ الْحَجَرَ وَجَعَلَ يقُولُ: ثَوْبِى حَجَرُ ثَوْبِى حَجَرُ حَتَّى انْتَهى إلى مَ‘ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ فَرَأوْهُ عُرْيَاناً أحْسَنَ مَا خَلَقَ اللّهُ تعالى وَأبرَأهُ مِمَّا يَقُولُونَ، وَقَامَ الْحَجَرُ. فأخَذَ ثَوْبَهُ فَلبِسَهُ وَطَفِقَ بِالْحَجَرِ ضَرْباً بِعَصَاهُ، فَوَاللّهِ إنَّ بِالْحَجَرِ لَنَدَبَا مِنْ أثَرِ ضَرْبِهِ ثَثاً أوْ أرْبَعاً أوْ خَمْساً. فذلِكَ قولهِ تعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا َ تَكُونُوا كَالَّذِينَ آذَوْا مُوسى فَبرَّأهُ اللّهُ مِمَّا قَالُوا وَكانَ عِنْدَ اللّهِ وَجِيهاً[. أخرجه الشيخان والترمذى.»ا‘دَرَةُ« انتفاخ الخصية. »وَالنَّدَبُ« بالتحريك: أثر الجرح إذا لم يرتفع عن الجلد. شُبَّه أثر الضرب في الحجر به .

 

13. (752)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hz. Musa (aleyhi'sselam) son derece haya sahibi ve sıkı örtünen birisi idi. İstihyası (haya duygusunun fazlalığı) sebebiyle bedeninden hiçbir yer görülmezdi. Benî İsrail'den bazıları ona eziyette bulundu. (Şöyle ki: Bir gün aralarında): "Onun bu şekilde sıkı giyinmesine bedenindeki bir kusur sebep olmasın? Muhakkak ki o, ya abraştır, ya da debbelidir (hayasında şişme vardır)[9] veya bir başka  âfete maruzdur" diye dedikodu yaptılar.

Cenab-ı Hakk Hz. Musa'yı bu dedikodularından tebrie etmek diledi.

Yine bir gün Hz. Musa (aleyhi'sselam) bir tenhada, elbiselerini bir taş üzerine bırakıp tek başına suya girmiş yıkanıyordu. Yıkanması tamam olunca, giyinmek üzere çamaşırlarına doğru yürüdü.Tam bu sırada, üzerinde giyecekler olduğu halde taş yuvarlanmaya başladı. Hz. Musa (aleyhi'sselam) değneğini eline alıp taşı yakalamaya çalıştı. Bu sırada "Elbisem ey kaya! Elbisem ey kaya!" diye  de bağırıyordu. (Taşın peşinden koşarken) Benî İsrail'den bir cemaatın yanına kadar vardı. Hz. Musa'yı çıplak vaziyette gördüler, yaratılışca herkesten güzel (ve kusursuz) ve dedikodulardan beri idi.  Kaya durdu. Hz. Musa (aleyhi'sselam) çamaşırını alıp giydi. Sopasıyla taşa vurmaya başladı.

(Ebu Hüreyre der ki): "Allah'a kasem olsun, o taşta sopa darbeleri sebebiyle üç veya dört tane bere izi var." Şu âyet bu hâdiseye işaret etmektedir: "Ey iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah indinde yüzü (itibarlı bir zât) idi" (Ahzâb, 69). [Buhârî, Gusl 20, Enbiya 27, Tefsir, Ahzâb 11, Müslim, Hayz 75 (339), Fezail, 55 (339); Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3219).][10]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu rivayet Yahudilerin çırılçıplak beraberce yıkandıklarını, birbirlerinin avretine baktıklarını göstermektedir. Onların bu hayasızlığına katılmayan Hz. Musa'yı bir kısım dedikodularıyla rahatsız ediyorlar. Anlatıldığı şekilde, Cenab-ı Hakk Hz. Musa'yı tebrie ediyor. Ayet-i kerime, bu çeşit davranışlarla Peygamberlerini üzmemeyi mü'minlere ihtar etmektedir. Ancak, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı da bu şekilde üzenler çıkmıştır. Bir ganimet dağıtımı sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in taksimatından memnun kalmayan bir kimse: "Bu, Allah'ın rızası aranarak yapılan bir taksim değildir" demiş, bu söz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı son derece öfkelendirmiş ve üzmüştür. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle diyerek teselli olmaya çalışır: "Allah, Musa'ya rahmet  buyursun, o bundan daha ziyade eziyete maruz kalmıştı da sabretmişti."

Şüphesiz Hz.Musa'nın kavminden çektiği eziyet bundan  ibaret değildi. Bu anlatılan, pek çok eziyetten sadece bir tanesidir.

Hadisin sonunda (muhtemelen) Ebû Hüreyre'nin izahı diye kaydettiğimiz derc, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan dinlenmiş bir açıklama olmalıdır. Zira bu gibi gaybtan ihbarı, sahabi yapamaz. Böyle ifadeler hükmen merfu kabul edilir.[11]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/189-191.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/192.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/192-196.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/196.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/196-197.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/197-198.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/198.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/198-199.

[9] Aslı, üdre'dir. Kâmus, debbe-taşak diye tercüme etmiş; halk arasında kasık fıtığı sebebiyle olan haya şişmesine guldur denir. Bu daha uygun olabilir.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/200-201.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/201.