Yeri gelmişken Zeyneb vâlidemizin hayatından
bir iki satır bahsedelim: Zeyneb (radıyallahu anhâ) Hz. Peygamber'in halası
Ümeyye bintu Ebu Tâlib'in kızıdır. Ashâb'ın büyüklerinden olan Abdullah İbnu
Cahş (radıyallahu anh)'ın kızkardeşidir. Ümmü'l-Hakem diye künyesi vardır.
Adı Berre idi, evlendikten sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Zeyneb
yaptı.
İlk Müslümanlardan sayılır, Medine'ye hicret
edenlerdendir. İbnu'l-Esir Üsdü'l-Gâbe'de, Zeyd (radıyallahu anh)'in, Kur'an
ve sünneti öğretmek maksadıyla onunla evlendiğini kaydeder.
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'le
evlenmesi bir rivayete göre hicretin üçüncü bir diğerine göre beşinci
yılında olmuştur. İbnu İshak, Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ)'den sonra
Zeyneb'le tezevvüc buyurduğunu belirtir. Zeyneb bu evlilik sırasında 35
yaşındadır.
Zeyd'in anlattığına göre, Zeyneb (radıyallahu
anhâ)'le boşanma işi tamamlanınca, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
kendisini çağırarak Zeyneb'e gitmesini, evlenme kararını bildirmesini
söylemiş, o da gidip, kapıya sırtını çevirerek: "Ey Zeyneb, beni Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) gönderdi, seninle evlenmek istiyor" diye haber
verir. Hz. Zeyneb: "Ben Rabb'imden (azze ve celle) istihârede bulunmadan bir
şey söyleyemem" der ve istihâre yapmak üzere hânesindeki mescide girer. Bu
esnâda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a
زوّجناكها "Senin nikâhını biz
kıydık" meâlindeki ayet nâzil olur ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
herhangi bir izin talebinde bulunmadan Zeyneb (radıyallahu anhâ) validemizin
yanına girer. Bu durumda Hz. Zeyneb, diğer hanımlara karşı övünecektir.
"Benim nikâhımı Allah kıydı" diye. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
onun düğününde ekmek ve etle ziyâfet vermiştir.
Hz. Zeyneb (radıyallahu anhâ) son derece
dindar bir kadındı. Hayra eli pek açıktı. Sadaka vermeyi severdi. Deri
işleme san'atını iyi bildiği için deri işler, buradan kazandığı paranın
tamamını sadaka olarak muhtaçlara dağıtırdı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm) bir ara: "Bana ilk kavuşacak olanınız elce en uzun olanınızdır"
buyurur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevceleri, aralarında
kollarını arşınla ölçerler. Hz. Aişe: "Elce en uzun olanımız Zeyneb'ti.
Çünkü eliyle iş yapar ve bol bol sadakada bulunurdu" der ve ilave eder: "Ben
dinde, Zeyneb kadar hayırlı bir kadın görmedim. O, Allah'a karşı herkesten
daha muttaki, daha doğru sözlü, sıla-i rahme daha sâdık, sıdk ve emânetce
daha ileri idi."
Hz. Ömer (radıyallahu anh) hilâfeti sırasında,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın diğer zevcelerine olduğu gibi, ona da
tahsisat ayırır ve 12 bin dirhem para gönderir. Zeyneb validemiz bunu alır
ve yakınlarına dağıtır. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Veda Haccı
zamanında zevcelerine: "Bu haccdan sonra artık hasırların sırtı" buyurarak
evlerinden ayrılmamaları gereğine işaret buyurur. Bilâhere Zeyneb ve Sevde
(radıyallahu anhümâ) validelerimiz hâriç hepsi haccederler. O ikisi:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın o sözünden sonra bizi hiçbir binek
kımıldatmamalıdır" derler.
Hz. Aişe: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in hanımlarından hiçbiri, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
nezdindeki itibarın yüceliği hususunda benimle boy ölçüşemezdi, Zeyneb Bintu
Cahş hâriç. Zira o, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın diğer zevcelerine
karşı: "O'nunla sizleri babalarınız evlendirdi. Benim nikâhımı ise Allah
kıydı" derdi (ve cevap veremezdik)."
Hz. Aişe, Zeyneb (radıyallahu anhâ)'i ifk
hadisesindeki tutumuyla da çok takdir eder. Aralarındaki bu rekabete
rağmen, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Aişe hakkında kanaatini
sorunca: "Hayırdan başka birşey bilmiyorum" diyerek, hüsn-i şehâdette
bulunmuştur. Halbuki Zeyneb'in kızkardeşi Hamnâ, Hz. Aişe'nin Zeyneb'le olan
rekabet durumunu düşünerek, hissî davranmaktan kendini alamamış ve hadd-i
kazf'e maruz kalanlardan biri olmuştur.
Hz. Zeyneb (radıyallahu anhâ) vâlidemiz,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerinden Safiyye Bintu Huyey
(radıyallahu anhâ)'e: "Yahudi kızı" diye hakaret edince, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) kendisine kızmış ve Zilhicce, Muharrem ve Sefer
ayının bir kısmında terkederek hiç uğramamak suretiyle cezalandırmıştır.
Zeyneb Bintu Cahş, hicretin 20. yılında Hz.
Ömer zamanında vefat etmiştir. Namazını da Hz. Ömer (radıyallahu anh)
kıldırır. İslâm'da cenazesi için tabut yapılan ilk kadın odur. Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'tan sonra, Ezvac-ı tâhirât (radıyallahu
anhünne)'tan ilk vefat eden o olmuştur. Hz. Aişe, Zeyneb'in vefatı üzerine,
"O zaman anladık ki, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in elce en uzun
sözündeki uzunluktan maksadı hayır ve tasadduk işleminde cömert olmakmış"
der. Çünkü Zeyneb Bintu Cahş kısa boylu olduğu için kol, boyunu ölçmelerde
hep kısa kalırmış.
Hz. Zeyneb (radıyallahu anhâ), Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)' tan bir çok hadis de rivayet etmiştir. Bu
rivayetleri ondan daha ziyade yeğeni Muhammed İbnu Abdullah İbni Cahş ve
Ümmü Habibe Bintu Ebi Süfyân ve Zeyneb Bintu Ebi Seleme vs. yapmıştır.
Zeyneb vâlidemiz vefat ettiği zaman, elli
-bir rivayete göre de elli üç- yaşında idi. O ölünce, Hz. Aişe (radıyallahu
anhümâ): "Hamide (çok hamdedici), Müteabbide (çok ibadet edici), yetim ve
dulların mefza'ı (sığınağı) göçtü" demiştir (Radiyallahu anha).
______________NOT: Bizce onun en ziyâde
hatırda tutulup, örnek alınması gereken yönü, Hâne-i risaletpenâhi'de el-işi
yapmış olmasıdır. İlâ hâdisesi sırasında Resûlullah (aleyhisselâtu
vesselâm)'ın çekildiği meşrübe, onun deri işleme atölyesi durumunda idi. İlâ
ile alâkalı Hz. Ömer'in tasvirlerinde, işlenmek üzere duvara asılan
derilerin sayısı, saldıkları koku, deri işlemede kullanılan selem ağacı
meyvesi vs. mevzubahis edilmektedir.
ـ9ـ وعن عروة عن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كَانَتْ خَوْلَةُ بِنْتُ
حَكِيمٍ مِنَ الَّتِى وَهَبْنَ أنْفُسَهُنَّ لِلنَّبىِّ #. فقَالَتْ عَائِشَةُ
رَضِىَ اللّهُ عَنْها: أمَا تَستحى الْمَرْأةُ أنْ تَهَبَ نَفْسَهَا لِرَجُلٍ؟
فَلَمَّا نَزَلتْ: تُرْجِى مَنْ تَشَاءُ مِنْهُنَّ وَتُؤوِى إلَيْكَ مَنْ
تَشَاءُ. قُلْتُ يَا رَسُول اللّه: مَا أرَى رَبّكَ إَّ يُسَارِعُ في هَوَاكَ[.
أخرجه الخمسة إ الترمذى .9.
(748)-
Hz. Urve, Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'den naklediyor: Hz. Aişe byurmuştur
ki: "Havle Bintu Hakim (radıyallahu anhâ), Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a kendisi gelip evlenme teklif edenlerdendir." Aişe (radıyallahu
anhâ) devamla dedi ki: "Ben (kıskançlığın sevkiyle): "Kadın kısmı bir erkeğe
evlenme teklifi yapmaktan sıkılmaz mı?" (diyerek bu şekilde Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'e teklifte bulunanları kınardım). Ne zaman ki:
"Onlardan kimi dilersen (nevbetinden) geri bırakır, kimi de dilersen yanına
alabilirsin. (Nevbetinden) geri bıraktıklarından kimi istersen (nezdine
almak)da da sana güçlük yoktur..." (Ahzab, 51) meâlindeki âyet nazil oldu,
(kendimi tutamayarak): "Ey Allah'ın Resulü, görüyorum ki, Rabbin seni memnun
kılmada gecikmiyor" dedim. [Buharî, Tefsir, Ahzab 7, Nikâh 29; Müslim, Rıdâ'
49, (1464); Ebu Davud, Nikâh 39, (2136); Nesâî, Nikâh 1, (6, 54).]
AÇIKLAMA:
1- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) Buhârî'nin bir
başka rivayetinde daha açık konuşur: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'e zaman zaman gelip nefsini hibe eden kadınlara karşı kıskançlık
hissediyor ve "Bir kadın nefsini hibe eder mi?" diyordum" der.Rivayetin
aslında nefsini hibe ederdi denmektedir. Ancak biz burada kastedilen manada
tercüme ettik: "...evlenme teklifi yapardı..." şeklinde, çünkü hibe
kelimesiyle ifade edilen budur. Ancak, fıkıh nokta-i nazarından ulema:
"mehir taleb etmeden" şeklinde anlamıştır. Yani "nikâhın tamamlanması için
gerekli olan "mehir"i taleb etmeden, bu hakkını hibe ederek evlenme
talebinde bulundu" manasında, mamafih
وهبت نفسها (nefsini hibe etti)
tâbirini bu manada anlayanları teyid eden bir ziyadeyi havi rivayet de
mevcuttur. Muhammed İbnu Bişr tarikinde:
اَنْ تهب نفسها بغير صداق "Kadın,
mehir almaksızın nefsini hibe etmekten sıkılmaz mı? derdim."
Alimler, hadisi bu nokta-i nazardan
değerlendirip; mehir olmadan nikâhın câiz olup olmayacağını münâkaşa
etmişlerdir. Cumhur, mehirsiz nikâhın bâtıl olacağına hükmeder. Hanefiler ve
Evzâî caiz görür. Ancak, bunlar da "mehr-i misil" (o kadının emsâli ne
miktar mehir alıyorsa buna denk olan mehir) vacib olur" derler. Evzâî şu
açıklamayı da ayrıca yapmıştır: "Nikâhı hibe lâfzı ile yaparken "mehirsiz
olarak" diye şart da koyacak olurlarsa bu nikâh sahih olmaz."
Cumhurun hücceti, Peygamberimize helal olan
kadınları sayan Ahzab suresinin 50'nci ayetinde geçen şu ibâredir:
خالصةً لك من دون المؤمنين yani: "...
ve Peygamber nikâhlanmayı dilediği takdirde -mü'minlerden ayrı, sırf sana
mahsus olmak üzere- kendisini mehrini Peygamber'e hibe eden mü'min kadını
almanı helâl kılmışızdır." Şu hâlde Cumhur bu "mü'minlerden ayrı sırf sana
mahsus olmak üzere" şeklindeki istisna cümlesinden hareketle "hibe" ile
olan nikâhın hasâis'ten biri olarak Peygamber'e mahsus olduğu hükmüne
varmış, diğer mü'minlere böylesi bir nikâhın haram olduğunu söylemiştir.
Caiz görenler bu mülâhazaya şöyle cevap
vermişlerdir: "Ayette kastedilen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
zamanındaki vâhibe (hibede bulunan kadın)dır, mutlak manada "hibe"nin
kendisi değildir, öyle ise hibe kelimesiyle nikah caiz olur ve mehrin
tasrihi gerekmez."
Hadisle ilgili ikinci bir mesele, Hibe lafzı
ile nikahın sahih olup olmayacağı meselesi: Şafiîler başta, bir kısım
âlimler nikâhın "nikâh" veya "tezvic" kelimeleriyle sahih olacağına
hükmetmiştir. Çünkü bu iki kelime Kur'ân ve hadisle gelen sarâhate uygundur.
Ancak çoğunlukla ulemâ, nikâh ve tezvic manalarını ifade eden kinâyelerin de
sahih olacağına hükmetmiştir. Tahâvî, bu meselede talakla kıyasda bulunur,
zira talâkın sahih olması için sarih olan talâk kelimesi de kullanılabilir,
bu manayı ifade eden kinâyeler de kullanılabilir, yeter ki talak kasdı da
bulunsun.
2- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e sarfettiği söze gelince; Ahzâb
suresinin 50'nci ayetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın
evlenebileceği kadınları saydıktan sonra, bu sayılanlardan istediğini
alabileceğini beyan eden 51'inci âyette geçen: "Onlardan kimi dilersen
geribırakır, kimi de dilersen yanına alabilirsin..." meâlindeki âyet gelince
Hz. Aişe'nin sarfettiği söz dikkat çekicidir: Şöyle der:
يارسول اللّه ما اَرَى رَبَّكَ ا يُسَارع فى هَواك
Metinde bu ibareyi: "Ey Allah'ın Resûlü,
görüyorum ki Rabbin seni memnun kılmaya ehemmiyet veriyor" diye tercüme
ettik. Kelime kelime tercüme edince su-i edeb ifade eden bir mâna çıkar.
Kurtubî bu ifadeyi, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın -zahiren su-i
edeb gibi görünmekle birlikte, söylendiği şartlar çerçevesinde
değerlendirerek- normal karşıladığı başka sözlerle ilgi kurarak yanlış
anlaşılmayı önler. Der ki: "Bu söz, nazdarlık ve kıskançlık karışımı bir
hâlet-i ruhiyenin sevkiyle söylenmiştir. Nitekim, ifk hadisesinde kendisini
tebrie eden vahiy geldiği zaman ebeveyni Hz. Aişe'ye: "Kalk, Resûlullah'ın
başını öp (teşekkürünü ifade et)!" deyince, Hz. Aişe: "Hayır, size teşekkür
etmiyorum, sâdece Allah'a hamdediyorum." demiştir. Hz. Aişe'nin bu sözü de
-Resûlullah'ın o sırada normal karşıladığı- mezkur sözü nezdindedir. Aksi
takdirde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a, hevâ nisbet etmek, sözün
zâhirine hamledilemez. Çünkü O, "Hevasından konuşmaz..." (Necm, 3) ve
hevasına göre hareket etmez. Hz. Aişe
ما ارى رَبَّك ا يسارع فى مرضاتك yani
"Görüyorum ki Rabbin, seni mennun etmede gecikmiyor" demiş olsaydı daha
muvafık düşecekti. Mamafih kıskançlık sebebiyle söylenen bu çeşit sözler hoş
karşılanır."
Kurtubî'nin bu açıklamasına aynen katılmamak
mümkün değildir. Çünkü bir sözü değerlendirirken şu soruları sormak belâgat
kaidesidir: "Kim söylemiş, kime söylemiş, ne maksadla söylemiş, ne makamda
söylemiş?" Aksi takdirde, Hz. Aişe söylemiştir, biz de söyleyebiliriz diye,
herhangi bir âyet veya sünnetin değerlendirilmesinde böyle bir tâbir
kullanacak olsak, su-i edeb olur, fıska, küfre bile götürebilir.
3- Âyetin muhtevasının anlaşılmasına gelince:
Yukarıda meâlini verdiğimiz âyetin muhtevasını kavramak için, bu âyetten
önce nâzil olan ve "tahyir" (muhayyer bırakma) âyeti olarak bilinen şu âyeti
görmemiz gerekir. (Meâlen): "Ey peygamber, zevcelerine de ki: "Eğer siz
dünya hayatını ve onun zinet (ve ihtişam)ını arzu ediyorsanız gelin size
boşanma bedellerini vereyim de hepinizi güzellikle salıvereyim. Eğer
Allah'ı, peygamberlerini ve âhiret yurdunu diliyorsanız şüphe yok ki, Allah,
içinizden güzel hareket edenler için büyük bir mükâfat hazırlamıştır."
(Ahzab, 28-29).
Buhârî'nin rivayetine göre, bu âyet nâzil
olunca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Aişe (radıyallahu
anhâ)'den başlayarak teker teker kadınlarını ziyaret ederek âyeti okuyup,
muhayyer bıraktı. Bütün kadınlar şu meâlde cevap verdiler: "Ben Allah'ı,
Resûlullah'ı ve âhiret muradımı isterim."
Ümmühâtu'lmü'minîn'in bu cevapları takdir ve
tahsin edilerek, sadedinde olduğumuz (51 numaralı) âyetle bunu tâkip eden,
52 numaralı âyet nâzil oldu. Bu âyetin meâli şöyle:
"Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları
herhangi zevcelere değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl
olmaz. Sağ elinin mâlik olduğu (câriyeler) müstesnâ..." (Ahzâb,52).
Bu âyetler, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'a yeni evlilikler yapmayı yasaklıyordu. Tefsir kitaplarının ufak
tefek ihtilâfları bir tarafa, bu vahiy geldiği sırada dokuz hanımı hayatta
idi ve bunlar şunlardı: Hz. Aişe, Hz. Hafsa, Ümmü Habibe, Sevde Bintu Zemea,
Ümmü Seleme, Safiyye, Meymune, Zeyneb Bintu Cahş, Cuveyriye (radıyallahu
anhünne ecmain).
4- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin kıskançlık
sevkiyle kınadıkları arasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
zevcesi olanlar var mı idi? Yani acaba, Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'tan mehir istemeden Hâne-i Saâdete dâhil olma şerefiyle yetinerek
evlenen ümmühatu'lmü'minîn var mı idi?
Bu soruya bir cevap vermek zordur. Çünkü, bu
kaydettiğimiz Buhârî hadisleri böyle bir ihtimale yer vermemektedir. Hz.
Aişe (radıyallahu anhâ)'nin kıskançlıkla demesi mühimdir. Çünkü kadın
kocasını, daha ziyade, diğer hanımına karşı kıskanır. Mamafih, evlenmek
teklifiyle gelenlere karşı da kıskançlık duyması normal sayılabilir.
Ancak Taberî'nin İbnu Abbas'tan kaydettiği
sıhhatce hasen kabul edilen bir rivayet: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'in nezdinde nefsini hibe eden kadınlardan hiçbiri mevcut değildi"
der. Buna göre, böyleleri ile evlenmek mübah olmasına rağmen, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onlardan herhangi biri ile evlenmemiştir. Bu
teklifte bulunanların ismi bellidir. Havle Bintu Hakim, Ümmü Şerik, Fatma
Bintu Şureyh, Leyla Bintu'l-Hatim Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in
zevcelerinden Zeyneb Bintu Huzeyme ile Meymune Bintu'l-Hâris'in mehirsiz
olarak evlendiklerine dair bazı rivayetler var ise de zayıftır ve İbnu
Abbas'tan kaydettiğimiz rivayetle teâruz ederler ve bu teâruzda sıhhatleri
sebebiyle mercuh duruma düşecekleri için hüccet olamazlar. Şu halde bazı
kitaplarda, bu babta gelen ifadeleri ihtiyatla karşılamak daha uygundur.
ـ10ـ وعن أمُّ هانئ رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالتْ: ]خَطَبَنِى رسولُ اللّهِ #
فاعْتَذَرْتُ إلَيْهِ فَعَذَرَنِى، ثُمَّ أنْزَلَ اللّهُ تعالى: إنَّا
أحْلَلْنَا لَكَ أزْوَاجَكَ الَّتِى آتَيْتَ أجُورَهُنَّ اŒية. قالتْ فَلَمْ
أكُنْ أُحلُّ لَهُ ‘نِّى لَمْ أُهَاجِرْ: كُنْتُ مِنَ الطُّلَقَاءِ[. أخرجه
الترمذى.»الطّليقُ« ا‘سير إذا خُلَى سبيلُه .
10. (749)-
Ümmü Hâni (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
beni istemişti. Kendisine özür beyan ettim, özrümü kabul etti. Sonra Cenâb-ı
Hakk şu âyeti indirdi.
"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin
zevcelerini ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin
mâlik olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın
kızlarını, halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de
eğer mü'min bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de
nikâhla almak isterse onu (fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil,
yalınız sana has olmak üzere senin için helal kıldık..." (Ahzab, 50). Ümmü
Hâni (radıyallahu anhâ) devamla der ki:
Bu âyet üzerine (kendi kendime): "Ben
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a helâl kılınmadım, çünkü hicret
etmedim, ben Fetih günü hürriyeti bağışlananlardanım" dedim." [Tirmizî,
Tefsir, Ahzâb (3211).]
AÇIKLAMA:
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) amcasının
kızı Ümmü Hâni Bintu Ebu Tâlib'i cahiliye devrinde istetmişti. Ancak Ebu
Talib, Ümmü Hâni (radıyallahu anhâ)'yi diğer taliblisi olan Hübeyre İbnu Ebi
Vehb'e verdi. Bilâhare, Ümmü Hâni Müslüman olunca Hübeyre'den ayrıldı.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ümmü Hâni'ye talebini yeniledi. Ümmü
Hâni bu sefer de: "Ben çok çocuğu olan bir kadınım" diye özür beyan etti.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da ısrar etmedi. Rivayette kabul
edildiği belirtilen özür bu olsa gerektir.
Âyetten başlıca şu hükümler çıkarılmıştır:
* Mü'min kadınla evlenilebilir, kâfirle
evlenmek haramdır, hür dahi olsa. Şârihler, ümmet-i Muhammed'e Ehl-i Kitap
kadınlarının nikâhı helâl de olsa Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e
onların da haram olduğunu belirtirler.
* Mehir istemeksizin nefsini bağışlayan
kadınlarla ilgili hükmü önceki hadis zımnında açıkladık. Burada şunu
belirtelim: Bu çeşit kadınlarla, velisiz, şâhitsiz, mehirsiz evlenme hakkı
sâdece Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e helâl kılınmıştır.
ـ11ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما قالَ: ]نَهَىَ رسولُ اللّهِ # عَنْ
أصْنَافِ النِّسَاءِ إَّ مَا كَانَ مِنَ الْمُؤْمِنَاتِ الْمُهَاجِرَاتِ
بِقَوْلِهِ: َ يَحِلُّ لَكَ النِّسَاءُ مِنْ بَعْدُ وََ أنْ تَبَدَّلَ بِهِنَّ
مِنْ أزْوَاجٍ وَلَوْ أعْجَبَكَ حُسْنُهُنَّ إَّ مَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ.
فَأحَلَّ اللّهُ تَعَالى فَتَياتِكُمُ الْمُؤمِنَاتِ، وامْرَأةً مُؤْمِنَةً إنْ
وَهَبَتْ نَفْسَهَا لِلنَّبِىِّ؛ وَحَرَّمَ كُلَّ ذَاتِ دِينِ غَيْرِ ا“سْمِ،
ثُمَّ قَالَ: وَمَنْ يَكْفُرْ بِا“يمَانِ فَقَدْ حَبِطَ عَمَلُهُ وَهُوَ في
اŒخِرَةٍِ مِنَ الْخَاسِرِينَ؛ وَقَالَ يَا أيُّهَا النَّبىُّ إنَّا أحْلَلْنَا
لَكَ أزْوَاجَكَ الَّتِى آتَيْتَ أُجُورَهُنَّ وَمَا مَلَكَتْ يَمِينُكَ مِمَّا
أفَاءَ اللّهُ عَلَيْكَ. إلى قولهِ: خَالِصَةً لَكَ مِنْ دُونِ الْمُؤمِنِينَ.
وَحَرَّمَ مَا سِوَى ذلِكَ مِنْ أصْنَافِ النِّسَاءِ[. أخرجه الترمذى .
11. (750)-
İbnu Abbâs, (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) muhâcir olan mü'min kadınlar dışında kalanlarla evlenmekten men
edildi. Âyet şöyle buyurur:
"Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları
herhangi zevcelerle değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl
olmaz. Sağ elinin mâlik olduğu (cariyeler) müstesna. Allah her şeye
nigâhbândır" (Ahzâb 52). Kezâ Allah, "Mü'min câriyelerinizi.." (Nisâ, 25);
"Nefsini peygambere bağışlayan mü'min kadın"ı (Ahzâb, 50) helâl kıldı.
İslâm'dan başka bir dinde olanların hepsini haram kılıp sonra da şöyle
buyurdu. (Meâlen):
"... Kim imanı tanımayıp kâfir olursa her
halde bütün yaptığı boşuna gitmiştir ve o, âhirette en çok ziyâna
uğrayanlardandır" (Maide, 5).
Yine âyet-i kerime şöyle buyurur:
"Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin zevceleri
ve Allah'ın sana ganimet (olarak nasib) ettiklerinden sağ elinin mâlik
olduğu kadınları, seninle beraber (Medine'ye) hicret eden amcanın kızlarını,
halanın kızlarını, dayının kızlarını, teyzenin kızlarını, bir de eğer mü'min
bir kadın kendisini Peygamber'e bağışlayıp da eğer Peygamber de nikâhla
almak isterse onu -(fakat bu sonuncusunu) diğer mü'minlere değil, yalnız
sana has olmak üzere- senin için helâl kıldık..." (Ahzâb, 50).
İşte bunlar dışında kalan bütün kadınlar Hz.
Peygamber'e haram edilmiştir. [Tirmizî, Tefsir, Ahzâb (3213).]
Açıklamalar önceki son iki hadiste geçmiştir.
ـ12ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]مَامَاتَ رسولُ اللّه # حَتَّى
أُحِلَّ لَهُ النِّسَاءُ[. أخرجه الترمذى وصححه، والنسائى .
12. (751)-
Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) diyor ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
ölmezden önce bütün kadınlarla nikâh kendisine helâl kılındı." [Tirmizî,
Tefsir, Ahzâb, (3214); Nesâî, Nikâh 2 (6, 56).]
AÇIKLAMA:
Hz. Aişe'nin bu rivayeti, bir önceki rivayette
İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ın belirttiği nikâhla ilgili kayıtların
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın hayatının sonlarına doğru
kaldırıldığını belirtmektedir. İbnu Ebi Hatim'in, Ümmü Seleme (radıyallahu
anhâ)'den yaptığı bir rivayet de bunu teyid eder. Der ki: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ölmezden önce, mahremi olanlar hariç, dilediği
kadınla evlenmek kendisine helâl kılındı. Bu husus şu âyette açıktır:
"Onlardan kimi dilersen geri bırakır, kimi de dilersen yanına
alabilirsin..." (Ahzâb, 51).
İbnu Kesir, bu âyeti zikrettikten sonra der
ki: "Bu sonuncu ayet, tilâvet itibariyle hemen arkasından gelen âyeti
neshetmiştir. Bu mensuh âyet meâlen şöyledir:
"Bundan sonra kadınlar(ı alman) ve bunları
herhangi zevcelere değiştirmen, güzellikleri hoşuna gitse de, sana helâl
olmaz. Sağ elinin mâlik olduğu (cariyeler) müstesna..." (Ahzâb, 52).
Bunun bir benzeri de Bakara suresinde
geçmiştir. Orada iki âyetten önce okunan, sonra okunanı nesheder ki bu
âyetlerden birincisi yâni nasih olan şudur:
"İçinizden ölenlerin (geride) bıraktıkları
zevceler kendi kendilerine dört ay on (gün) beklerler. İşte bu müddeti
bitirdikleri zaman artık onların kendileri hakkında meşru vech ile
yaptıkları şeyden dolayı da size günah yoktur..." (Bakara, 234).
Neshedilmiş olan müteakip ayet de şudur:
"Sizden zevceler(ini geride) bırakıp ölecek
olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar
faidelenmesini (bakılmasını) vasiyyet (etsinler). Bunun üzerine onlar
(kendiliklerinden) çıkarlarsa artık onların bizzat yaptıkları meşru işlerden
dolayı size mesuliyet yoktur..." (Bakara, 240).
Bu sonuncu âyet İslâm'ın bidâyetindeki durumu
açıklamaktadır. O zaman kocası ölen kadın miras alamaz, yalnız bir yıl
kocasının evinde kalırdı ve bu esnada kendisine bakılırdı. Bu durumda iddet
de bir yıldı. Kadın bu esnada çeker giderse bakılma hakkını kaybederdi.
Bilâhere yukarıda kaydettiğimiz (Bakara 234'üncü) âyet bunu neshetti.
ـ13ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه #: إنَّ مُوسى
عليهِ السّمُ كانَ رَجًُ حَيِيّاً سِتِّيراً َ يُرَى شَئٌ مِنْ جِلْدِهِ
اسْتِحْيَاءً مِنْهُ فآذَاهُ مَنْ آذَاهُ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ. فقَالُوا مَا
يَسْتَتِرُ هذَا التَّسَتُّرَ إَّ مِنْ عَيْبٍ بِجِلْدِهِ؟ إمَّا بَرَصٌ،
وَإمَّا أُدْرَةٌ، وَإمَّا آفَةٌ، وَإنَّ اللّهَ تعالى أرَادَ أنْ يُبَرِّئَهُ
مِمَّا قَالُوا. فَخَ يَوْماً وَحْدَهُ
فَوَضَعَ ثِيَابَهُ عَلَى الْحَجَرِ ثُمَّ اغْتَسَلَ، فَلَمَّا فَرغَ أقْبَلَ
إلى ثِيَابِهِ لِيَأخُذَهَا، وإنَّ الْحَجَرَ عَدَا بِثَوْبِهِ فَأخَذَ مُوسى
عَلَيْهِ السّمُ عَصَاهُ وَطَلَبَ الْحَجَرَ وَجَعَلَ يقُولُ: ثَوْبِى حَجَرُ
ثَوْبِى حَجَرُ حَتَّى انْتَهى إلى مَ‘ مِنْ بَنِى إسْرَائِيلَ فَرَأوْهُ
عُرْيَاناً أحْسَنَ مَا خَلَقَ اللّهُ تعالى وَأبرَأهُ مِمَّا يَقُولُونَ،
وَقَامَ الْحَجَرُ. فأخَذَ ثَوْبَهُ فَلبِسَهُ وَطَفِقَ بِالْحَجَرِ ضَرْباً
بِعَصَاهُ، فَوَاللّهِ إنَّ بِالْحَجَرِ لَنَدَبَا مِنْ أثَرِ ضَرْبِهِ ثَثاً
أوْ أرْبَعاً أوْ خَمْساً. فذلِكَ قولهِ تعالى: يَا أيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا
َ تَكُونُوا كَالَّذِينَ آذَوْا مُوسى فَبرَّأهُ اللّهُ مِمَّا قَالُوا وَكانَ
عِنْدَ اللّهِ وَجِيهاً[. أخرجه الشيخان والترمذى.»ا‘دَرَةُ« انتفاخ الخصية.
»وَالنَّدَبُ« بالتحريك: أثر الجرح إذا لم يرتفع عن الجلد. شُبَّه أثر الضرب في
الحجر به .
13. (752)-
Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) buyurdular ki: "Hz. Musa (aleyhi'sselam) son derece haya sahibi ve
sıkı örtünen birisi idi. İstihyası (haya duygusunun fazlalığı) sebebiyle
bedeninden hiçbir yer görülmezdi. Benî İsrail'den bazıları ona eziyette
bulundu. (Şöyle ki: Bir gün aralarında): "Onun bu şekilde sıkı giyinmesine
bedenindeki bir kusur sebep olmasın? Muhakkak ki o, ya abraştır, ya da
debbelidir (hayasında şişme vardır)
veya bir başka âfete maruzdur" diye dedikodu yaptılar.
Cenab-ı Hakk Hz. Musa'yı bu dedikodularından
tebrie etmek diledi.
Yine
bir gün Hz. Musa (aleyhi'sselam) bir tenhada, elbiselerini bir taş üzerine
bırakıp tek başına suya girmiş yıkanıyordu. Yıkanması tamam olunca, giyinmek
üzere çamaşırlarına doğru yürüdü.Tam bu sırada, üzerinde giyecekler olduğu
halde taş yuvarlanmaya başladı. Hz. Musa (aleyhi'sselam) değneğini eline
alıp taşı yakalamaya çalıştı. Bu sırada "Elbisem ey kaya! Elbisem ey kaya!"
diye de bağırıyordu. (Taşın peşinden koşarken) Benî İsrail'den bir cemaatın
yanına kadar vardı. Hz. Musa'yı çıplak vaziyette gördüler, yaratılışca
herkesten güzel (ve kusursuz) ve dedikodulardan beri idi. Kaya durdu. Hz.
Musa (aleyhi'sselam) çamaşırını alıp giydi. Sopasıyla taşa vurmaya başladı.
(Ebu Hüreyre der ki): "Allah'a kasem olsun, o
taşta sopa darbeleri sebebiyle üç veya dört tane bere izi var." Şu âyet bu
hâdiseye işaret etmektedir: "Ey iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi
olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah indinde
yüzü (itibarlı bir zât) idi" (Ahzâb, 69). [Buhârî, Gusl 20, Enbiya 27,
Tefsir, Ahzâb 11, Müslim, Hayz 75 (339), Fezail, 55 (339); Tirmizî, Tefsir,
Ahzâb (3219).]
AÇIKLAMA:
Bu rivayet Yahudilerin çırılçıplak beraberce
yıkandıklarını, birbirlerinin avretine baktıklarını göstermektedir. Onların
bu hayasızlığına katılmayan Hz. Musa'yı bir kısım dedikodularıyla rahatsız
ediyorlar. Anlatıldığı şekilde, Cenab-ı Hakk Hz. Musa'yı tebrie ediyor.
Ayet-i kerime, bu çeşit davranışlarla Peygamberlerini üzmemeyi mü'minlere
ihtar etmektedir. Ancak, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı da bu şekilde
üzenler çıkmıştır. Bir ganimet dağıtımı sırasında Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in taksimatından memnun kalmayan bir kimse: "Bu,
Allah'ın rızası aranarak yapılan bir taksim değildir" demiş, bu söz
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı son derece öfkelendirmiş ve üzmüştür.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle diyerek teselli olmaya çalışır:
"Allah, Musa'ya rahmet buyursun, o bundan daha ziyade eziyete maruz
kalmıştı da sabretmişti."
Şüphesiz Hz.Musa'nın kavminden çektiği eziyet
bundan ibaret değildi. Bu anlatılan, pek çok eziyetten sadece bir
tanesidir.
Hadisin sonunda (muhtemelen) Ebû Hüreyre'nin
izahı diye kaydettiğimiz derc, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan
dinlenmiş bir açıklama olmalıdır. Zira bu gibi gaybtan ihbarı, sahabi
yapamaz. Böyle ifadeler hükmen merfu kabul edilir.
Aslı, üdre'dir. Kâmus, debbe-taşak diye tercüme etmiş; halk arasında
kasık fıtığı sebebiyle olan haya şişmesine guldur denir. Bu daha
uygun olabilir.