Kütübü Sitte

İBRAHİM (ALEYHİSSELAM) SURESİ

 

ـ1ـ عن أبى أمامة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسول اللّه # في قولهِ تعالى: وَيُسْقى مِنْ مَاءٍ صَدِيدٍ يَتَجَرَّعُهُ. قالَ يُقَرَّبُ إلى فيهِ فَيَكْرَهُهُ فَإذَا أُدْنِىَ مِنْهُ شَوَى وَجْهَهُ وَوَقَعَتْ فَرْوَةُ رَأسِهِ فَإذَا شَرِبَهُ قَطَّعَ أمْعَاءَهُ حَتَّى يَخْرُجَ منْ دُبُرِهِ. قالَ اللّهُ تعالى: فَقَطَّعَ أمْعَاءهُمْ؛ وَقال: وَإنْ يَسْتَغِيثُوا يُغَاثُوا بِمَاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِى الْوُجُوهَ بِئْسَ الشَّرَابُ وَسَاءَتْ مُرْتَفَقاً[. أخرجه الترمذى .

 

1. (666)- Ebu Umâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Ardında cehennem vardır, orada kendisine irinli  su içirilecektir" (İbrahim 14, 16) âyeti hakkında şu açıklamayı yaptı: "İrin ağzına yaklaştırılır, ondan ikrah eder, iğrenir. Biraz daha yaklaştırılınca suratı yanar ve başının derisi dökülür. İrini içince kıçından çıkıncaya kadar, (geçtiği yerleri ve bu meyanda) bağırsaklarını param parça eder."

Resûlullah bu açıklama üzerine şu âyetleri okudu: "...Ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimseler..." (Muhammed, 15).

"...Onlar yardım istediklerinde erimiş  mâden gibi, yüzleri kavuran bir su kendilerine sunulur" (Kehf, 29). [Tirmizî, Cehennem, 4, (2586).] [1]

 

ـ2ـ وعن أنس بن مالك رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه # في قوله تعالى: ألَمْ تَرَ كَيفَ ضَرَب اللّهُ مَثًَ كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ. قالَ: هِىَ النَّخْلَةُ. وَقالَ: في الشَّجَرَةِ الخَبِيثَةِ هِىَ الْحَنظَلُ[. أخرجه الترمذى .

 

2. (667)- Enes İbnu  Mâlik (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Allah'ın hoş bir sözü; kökü sağlam, dalları göğe doğru olan -Rabbinin izniyle her zaman meyve veren- hoş bir ağaca benzeterek nasıl misal verdiğini görmüyor musun?" (İbrahim, 24-25) âyetinde zikredilen ağaç hakkında: "O hurma ağacıdır"  buyurdu. Ve müteakip ayette ifade edilen kötü ağacı da hanzale'ye (zakkum, Ebu Cehil karpuzu da denir, mercimek ağacıdır) benzetti. Âyet şöyle: "Çirkin bir söz de yerden koparılmış, hiç bir sebatı olmayan kötü bir ağaza benzer" (İbrahim, 26). [Tirmizî, Tefsir, İbrahim, (3118).][2]

 

AÇIKLAMA:

 

Ayette geçen güzel kelime (kelime-i tayyibe) âlimlerce kelime-i şehâdet, kelime-i tevhid, iman... olarak te'vil edilmiştir. Kötü kelime de, (kelime-i habise) "Allah'ı tanımamaktır" denmiştir. Hayra delâlet eden, hayra götüren  her sözün kelime-i tayyibe'nin; küfür, isyân, gıybet mâlayâniyat gibi hayır yönü olmayan her sözün de kelime-i habise'nin müfredâtına girdiği söylenebilir.

Güzel kelime ile alâkalı olarak yapılan bir yoruma göre, "Burada benzetmenin yapıldığı şey imandır. Yani iman güzel bir ağaçtır. Onun sâbit olan aslı, kökü ondaki ihlâs, gökdeki dalı ise Allah korkusudur. Bu kelime kimin kalbinde tam bir surette ve gerçek haliyle yerleşir, kalb onunla vasıflanır, bu suretle en  güzel boya olan Allah'ın boyasıyla boyanırsa artık o, Allah'ını tanır, dili buna şehâdet eder, uzuvları da bunu tasdik eder. Bu hakikat ve bunun levâzımı, sahibini mâsivâdan (yani Allah'ın rızasına uymayan şeylerden) uzaklaştırır. Onun vicdanı ile lisanını birleştirir. Artık o, bütün uzuvlarıyla Allah'ın yolunda inkıyad ile çalışır... Bir ağacın damarları, gövdesi, dalları meyvesi vardır. İman ve İslâm da böyledir. Onun damarları ilim, mârifet, yakindir. Gövdesi ihlâsdır, dalları iyi amellerdir, meyvesi güzel amellerin gerektirdiği makbûl ve memduh eserler, öğülmüş sıfatlar, temiz huylardır... Bir ağaç diri kalmak için sulanmak, bakılmak ister. Bunlar ihmâl edilirse kurur. Kalbteki iman ağacı da böyledir. Eğer sahibi faydalı ilim, sâlih amel ile, tezekkür ve tefekkür ile her zaman bakıp gözetmezse o da kurumak tehlikesine mâruz kalır. Nitekim bir hadiste: "Elbise nasıl yıpranır,  eskirse, kalbteki iman da öylece yıpranıp eskir. O halde imanınızı daima tazeleyin" buyurulur. Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, Allah'ın emirlerini vakti vaktinde yaparak, sâlih amellerde, bol zikirde bulunarak imanı beslemek, tâze tutmak gerekir."

Kötü ağaca gelince, bu Allah'ı tanımamaktır. Bu her çeşit âfetin kaynağı, tehlikelerin ünvanı, bedbahtlığın başıdır. Âyet-i kerimede bu kötü ağaç (şecere-i habise) şu üç vasıfla tavsif edilmiştir:

1- Habis, yani pis ve kötü olması: Bu hâl, ağacın kokusu, tadı, manzarası, zararı itibariyle husûle gelebilir.

2- Gövdesinin kopuk olması: Bu, iyi ağacın vasfı olan kökü sâbit'in mukabilidir. Toprağın üstünde koparılıvermiş demek ne kökü, ne de kökü tutan damarları yoktur demektir. Allah'a eş tutmak da böyledir. Çünkü o da asılsızdır, hüccetsizdir, sebatsızdır, kuvvetsizdir.

3- Hiç bir sebatı yoktur: Bu vasıf ikinci vasfı tamamlar. Mânası, onun istikrara, tutunmaya iktidarı yoktur, demektir.

Kelime-i habise grubuna gren küfür, yalan, gıybet, nemime, dedikodu, iftira vs.'den hiçbirinin bir dayanağı, bir delili, hiçbir sâlim vicdanda bir te'yid ve takdiri yoktur.[3]

 

ـ3ـ وعن البراء بن عازب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما أن رسولَ اللّه # قال: الْمُسْلِمُ إذَا سُئِلَ في القَبْرِ يَشْهَدُ أنْ َ إلَه إَّ اللّهُ وَأنَّ مُحَمّداً رسولُ اللّهِ. فَذَلِكَ قولهُ تعالى: يُثَبِّتُ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُوا بِالْقَوْلِ الثّابِتِ اŒية[. أخرجه الخمسة .

 

3. (668)- el-Berâ İbnu'l-Âzib (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Müslüman, kabirde suâle mâruz kalınca: "Allah'tan başka ilah bulunmadığı ve Muhammed'in O'nun kulu olduğuna şehâdet eder." Bunun delili şu âyettir: "Allah inananları dünya hayatında ve âhirette sağlam bir söz üzerine tutar; zâlimleri de saptırır..." (İbrâhim, 27). [Buhârî, Cenâiz 87, Tefsir, İbrahim 2; Müslim, Sıfatu'l-Cenne, 13, (2871); Tirmizî, Tefsir, İbrahim (3119); Ebû Dâvud, Sünne 27, (4750); Nesâî, Cenâiz 114, (4, 101); İbnu Mâce, Zühd 32, (4269).] [4]

 

AÇIKLAMA:

 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in hadislerinde  kabirdeki hayatla ilgili bazı açıklamalar gelmiştir. Buna göre ölen bir kimse, kabirde ilk iş olarak çok ciddi bir hesaba çekilecek ve bu hesap amelden çok imanla ilgili olacak. Bir Buhârî hadisi şöyle: "Kul kabrine konduğu ve onu getirenler geri döndüğü zaman, daha teşyicilerin ayak sesleri kaybolmadan kendisine iki melek gelip onu oturturlar. Ve derhal: Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm) denen zât hakkında ne demekte idin?" diye sorarlar. Eğer mü'min biri ise: "Şehâdet ederim ki o Allah'ın kulu ve Resûlüdür"  diye cevap verir. Kâfir ve münâfık kimseler ise aynı soruya: "Bilmiyorum, herkesin söylediğini söylüyordum" der." Resûlullah  kabirdeki bu ilk sorgulamaya cevap veremeyenlerin mâruz kalacakları azabın şiddetini tasvir ettiği zaman, dinleyenler bağıra bağıra ağlarlar.

İşte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) mü'minlerin bu korkunç hesapta Cenâb-ı Hakk'ın yardımına mazhar olacağını müjdeliyor ve bu müjdeli haberi, bir âyetle delillendirip te'kid ve te'yid ediyor.[5]

 

ـ4ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. في قوله تعالى: ]ألَمْ تَرَ إلى الَّذِينَ بَدّلُوا نِعْمَةَ اللّهِ كُفْراً وَأحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوارِ. قالَ: هُمْ واللّهِ كُفّارُ  قُرَيْشٍ، وَمُحَمّدٌ نِعْمَةُ اللّهِ وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوارِ. قَالَ النَّارَ يَوْمَ بَدْرٍ[. أخرجه البخارى .

 

4. (669)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ), "Allah'ın verdiği nimetleri nankörlükle karşılayanları ve milletlerini helâk yurduna, yaslanacakları cehenneme götürenleri görmüyor musun?" (İbrahim, 27-28) âyetini açıklama sadedinde: "Onlar vallahi Kureyş kâfirleridir. Nankörlükle karşılanan nimet de Muhammed (aleyhissalâtu vesselâm)'dir. "Helâk yurduna... götürdüler"in mânası, "Bedir günü ateşe... götürdüler" demektir. [Buharî, Megâzî 7, Tefsir, İbrahim 3.][6]

 

ـ5ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. قالت: ]سألتُ رسولَ اللّهِ #: عن قولهِ تعالى: يَوْمَ تُبَدَّلُ ا‘رْضُ غَيْرَ ا‘رْضِ وَالسَّمَواتُ. قُلتُ يَا رسُولَ اللّهِ: أينَ يَكُونُ النَّاسُ يَوْمَئِذٍ؟ قَالَ عَلَى الصَّرَاطِ[. أخرجه مسلم والترمذى.

 

5. (670)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e şu ayetten sordum: "Yerin başka bir yerle, göklerin de başka göklerle değiştirildiği, her şeye üstün gelen tek Allah'ın huzuruna çıktıkları günde sakın, Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma..." (İbrahim, 47-48). Ve dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü,o gün insanlar  nerede olacaklar?"

"- Sırat üzerinde" cevâbını verdi. [Müslim, Münâfikun 29, (2791); Tirmizî, Tefsir, İbrahim,(3120).][7]

 

AÇIKLAMA:

 

Kur'an-ı Kerim sadece ibadet hayatımızı, içtimâî hayatımızı, beşerî münasebetlerimizi tanzim eden bir kitap değildir. Rabbimiz hazretleri insanın en mühim zaaflarından olan istikbâl endişesi ve yarın merakı gibi ihtiyaçlarını da ihmâl etmemiştir. Kur'an-ı Kerim bu sebeple, pekçok teferruata inerek âhiret âlemini tanıtır.

Yukarıda, kısmen açıklığa kavuşturulan âyet, âhiretle ilgili bir safhayı, merak edeceğimiz bir hususu aydınlatmaktadır: Âhiret âlemi tekrar bu dünya üzerinde mi kurulacak? "Evet!"se, dar olmayacak mı? "Hayır!"sa, bu dünya ne olacak? Ya semâvat? vs.

Ayet-i kerime, arz ve semâvâtın değişeceğini, yerine başka bir arz ve başka bir semânın geleceğini ifâde ediyor. Bu meseleyi aydınlatan bir kısım hadiselerde, "Üzerinde hiç haram ve haksız kan dökülmemiş, hiçbir günah işlenmemiş, hata yapılmamış, gümüş gibi beyaz, yeni bir arzın yaratılacağı" ifade edilmiştir.

Müslim'den gelen bir rivayette ise arzın çöreğe dönüşeceği ifâde edilmiştir: "Kıyamet gününde yer bir çörek olacak.Onu Cebbâr (celle şanuhu) kendi kudret eliyle, sizden birinizin seferde çöreğini elden ele çevirdiği gibi cennetliklere ikrâm olmak üzere çevirecektir."

Bu farklı rivayetleri, başka hadis ve karinelerin yardımıyla telif eden bâzı alimler, yerin mâruz kalacağı iki ayrı  tebdilden söz etmişlerdir. Bu  kavillerden birine göre:

"Arz birinci tebeddülünde gümüş gibi beyaz, üzerinde haram kan dökülmeyen düz bir hâl alacak ve bu sırat'tan önce olacak.

İkinci tebeddülü sırat'tan sonradır ve arzın çörek halini almasıdır. İşte bu sırada mahlûkat sırat üzerindedir. Arz bu ikinci durumda, cennete girmeleri ânında sâdece mü'minlere hastır."

Şunu da belirtmede fayda var: Gayba ait, uhrevî hakikatlere ait ihbârat-ı diniyeyi kabûl etmek esastır. Ancak mâhiyetin, kelimelerin ifade ettiği dünyevî şekilde olacağında ısrâr etmek gerekmez. Tercümanu'l-Kur'an olan İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ), ahirette, dünyadaki şeylerin sâdece isimlerinin var olduğunu, mâhiyetlerinin ise tamamen başka olacağını söyler.[8]

 


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/34.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/35.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/36.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/36.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/37.

[6] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/37.

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/38.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/38-39.