Kütübü Sitte

İKRA' (ALAK) SÛRESİ

 

ـ1ـ عن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]كانَ النَّبىُّ # يُصَلِّى فَجَاءَهُ أبُو جَهْلٍ فَقَالَ أَلَمْ أنْهَكَ عَنْ هَذَا؟ ألَمْ أنْهَكَ عَنْ هذَا؟ فَانْصَرفَ النَّبىُّ # فَزَبَرَهُ. فَقَالَ أبُو جَهْلٍ: إنَّكَ لَتَعْلَمُ مَا  بِهَا نَادٍ أكْثَرُ مِنّى، فنَزَلَ: فَلْيَدْعُ نَادِيَهُ سَنَدْعُ الزَّبَانِىَةَ، قَالَ ابْنُ عَبَّاسٍ: وَاللّهِ لَوْ دَعَا نَادِىَهُ ‘خَذَتْهُ زَبَانِيَةُ اللّه تعالى[. أخرجه الترمذى وصححه

 

1. (867)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılarken Ebu Cehil gelip, hiddetle:

"- Ben seni bundan yasaklamadım mı? Ben seni bundan yasaklamadım mı? Ben seni bundan yasaklamadım mı?" dedi. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) namazdan çıkıp, Ebu Cehil'i (davranışı sebebiyle) sertce azarladı. Bunun üzerine Ebu Cehil:

"- Biliyorsun ki Mekke'de adamı en çok olan benim (bana baskın çıkmaya gücün yetmez)" dedi. Onun bu sözüne mukâbil Cenab-ı Hakk şu âyeti inzal buyurdu: "Haydi meclisini çağırsın, biz de zebânileri çağırırız" (Alâk 17-18.)

İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) der ki: "Allah'a kasem olsun adamlarını çağırsaydı, herifi, Allah'ın zebânileri anında yakalayacaklardı." [Tirmizî, Tefsir, İkra (Alâk), (3346); Müslim, Sıfâtu'l-Münâfıkîn 38 (2797).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hâdise, Müslim'de Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) rivayeti olarak kaydedilir. Biraz farklı olan rivayete göre, Ebu Cehil: "Lât ve Uzza'ya yemin ederim ki, Muhammed'i secde ederken görürsem mutlaka boynuna basacağım" diye yemin eder.

Az sonra Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) namaz kılmaya başlarken boynuna basmak niyetiyle yanına gelir. Ancak hiçbir şey yapmadan geri döner. Üstelik elleriyle korunma hareketleri yapar. Kendisine: "Sana ne oldu?" diye sorulunca: "Onunla benim aramda ateşten bir hendek ve korkunç bir şey ve bir takım kanatlar vardı" cevabını verir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Eğer bana yaklaşmış olsaydı melekler onun uzuvlarını birer birer koparırlardı"  demiştir.

Müslim'in rivayetinde, bu hâdise üzerine Alâk suresinin sâdece 17-18. âyetleri değil, 6-19. âyetlerinin de indiği anlaşılmaktadır. Bu ayetler, para ve adamlarının çokluğuyla kendini her şeyden müstağni sayarak Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a pervasızca sataşan Ebu Cehil'in hâline de çok uygundur. (Meâlen):

"İnsanoğlu kendini müstağni sayarak azgınlık eder. Ey insanoğlu! Dönüş şüphesiz Rabbinedir. Bir kulu namaz kılarken men eden kimseye ne dersin? Ya hidâyet üzere ise veya takvayı emrederse ne dersin? (Öbürü de -Ebu Cehl-) yalanlayıp dönüp gitti ise ne dersin? Bu bilmez mi ki Allah görüyor!

Hayır! Eğer vazgeçmezse mutlaka alnına yapışacağız. Yalancı,  günahkâr alına!

O meclisini çağırsın. Biz zebanileri çağıracağız! Hayır, ona itaat etme!"

Bu âyet-i kerime,  her devirde, elinde tuttuğu imkânlarla kendini  milletten tamamen müstağni sanarak istediğini yapabileceği vehmiyle, namaz kılmaktan başka suçu olmayan insanları, bu sebeple cezalandıran, işten, mesleğinden atan, dayak atan, hapse atan kimselere sonunda ilâhî cezânın geleceğini haber vermekte, musallî mü'mine bu zalimler itaat etmemeyi, namaz ve ibadetten vazgeçmemeyi emretmekte, onların acı sonlarını müjdelemektedir.     كل آت قريب  "Ve Allah herşeye kâdirdir."

Bu âyet-i kerimede geçen "nâdiyeh" kelimesinin "meclisi" mânasına geldiğini müfessirler belirtir. Ancak "oturulan yer" manasına meclis olmayıp, oturuma iştirak eden kimseler, meclis üyeleri manasına, cemaat manasına gelmektedir. "Kavmini" diye de açıklanmıştır. [2]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/389.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/389-390.