ـ1ـ عن عابس بن ربيعة قال: ]رَأيْتُ عُمَرَ رََضِىَ اللّهُ عَنْهُ يُقَبِّلُ
الحَجَرَ وَيَقُولُ: إنِّى ‘عْلَمُ أنَّكَ حَجَرٌ َ تَنْفَعُ وََ تَضُرُّ، وَلَوَْ
أنِّى رَأيْتُ رسولَ اللّه # يُقَبِّلُكَ مَا قَبَّلْتُكَ[. أخرجه الستة.وزاد مسلم
والنسائى في رواية: وَلَكِنْ رَأيْتُ رسولَ اللّه # بِكَ حَفِيّاً؛ وَلَمْ يَذْكُرْ
يُقَبِّلُكَ. »الحفِىُّ« المبالغ في ا“كرام والعناية .
1. (1339)-
Âbis İbnu Rebîa (rahimehullah) anlatıyor: "Ben Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i
Haceru'l-Esved'i öperken gördüm. Onu hem öptü, hem de: "Biliyorum ki sen bir
taşsın, ne bir faydan ne de zararın vardır. Ben Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı seni öper görmeseydim, seni asla öpmezdim" dedi." [Buharî, Hacc 50,
57, 60; Müslim Hacc, 248, 120; Muvatta, Hacc 36, (1367); Tirmizî, Hacc 37,
(860); Ebu Dâvud, Menâsik 47, (1873); Nesâî, Hacc 147, (5, 227); İbnu Mâce,
Menâsik, 27, (2943).]
AÇIKLAMA:
Bu kısımda, Haceru'l-Esved'in istilâmı (selamlanması) ile alâkalı hadisler
kaydedilecek. İlk hadis, görüldüğü üzere, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in
Haceru'l-Esved karşısındaki davranışı ile alâkalıdır. Bu rivayetle ilgili,
ulemânın farklı yorumlarına geçmeden önce Haceru'l-Esved'le ilgili bazı
rivayetleri kaydedeceğiz:
1- Hacer, kelime olarak Arapça'da taş demektir. el-Haceru'l-Esved
siyah taş demektir. Istılah olarak, Ka'be'de yer alan muayyen bir taşa denir.
Hacc ibâdetinde mühim bir yeri vardır.
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan bir
rivayeti şöyledir: "Haceru'l-Esved, cennetten inmiştir. O, indiği zaman sütten
de beyazdı. Ancak âdemoğullarının hataları sebebiyle siyahlaştı."
Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ)'ın merfu bir rivayeti şöyledir:
"Haceru'l-Esved ve Makam, cennet yakutlarından iki yakuttur. Allah celle
celâluhu, onların nurunu örtmüştür. Eğer örtülmemiş olsalardı, meşrikle mağrib
arasını aydınlatırlardı."
Yine İbnu Abbâs'tan (merfu) olarak: "Bu taşın bir lisanı, iki de dudağı vardır.
Kendisine hak üzere istilâmda bulunanlar lehinde kıyamet günü şahidlik
yapacaktır."
Hz. Ali'den yapılan bir rivayette, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Kıyamet
günü, Haceru'l-Esved getirilir. O zaman o, beliğ bir lisanla, kendisine tevhidle
istilâmda bulunanlar lehine şehâdette bulunur."
Hz. Aişe'nin bir rivayeti şöyledir: "Bu siyah taş, yeryüzünden kaldırılmazdan
önce ondan istifade edin. Çünkü cennetten çıkmıştır. Cennetten çıkan bir şeyin
kıyamet gününden önce ona dönmemesi gerekir."
2. Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in bu dinî mantığı izhâr eden davranışı hakkında
Taberî'nin yorumu şöyledir: "Hz. Ömer (radıyallahu anh) böyle söyledi, çünkü
insanlar, putlara tapmaktan daha yeni uzaklaşmışlardı. O, bazı cahillerin,
Haceru'l-Esved'e yapılan istilâmı, cahiliye devrinde Arapların yaptığı şekilde
bazı taşlara gösterilen tâzimin bir devamı zannetmelerinden kortu. Bu sebeple
insanlara, bu istilâmı, cahiliye devrinde zannedildiği üzere, taşın
kendiliğinden bir fayda veya zarar vereceği için değil, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'ın fiiline ittiba (uymak) için yaptığını duyurmak
istedi."
Mühelleb'in yorumu şöyle: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in bu hadisi,
"Haceru'l-Esved Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir. Onunla kullarıyla musafaha
eder" diyenlere bir reddir. Zât-ı İlâhi'ye bir uzuv nisbet etmekten Allah'ı
sığınırız. Haceru'l-Esved'in öpülmesi, mutîlerin itaatlerinin bilmüşahade
görülmesi için teşrî edilmiştir. Tıpkı İblis'in, Hz. Âdem'e secde ile
emredilmesi gibi. İkisi de birer imtihandır."
Hattâbî de şöyle der: "Onun yeryüzünde Allah'ın eli olması, onunla yeryüzünde
iken musâfaha edenin indallah bir ahdi bulunmasının mânası şudur: Âdet olduğu
üzere, melik (kral), kendisine dost olmak, hususiyet kazanmak isteyenlere biat
akdini musafaha ederek gerçekleştirir ve onlara ahdettikleri şeyleri
hatırlatarak hitab eder."
Muhibbu't-Taberî, Haceru'l-Esved'in öpülmesindeki mânayı şöyle açıklar: "Bir
melik için uzaktan ziyarete gelenler onun elini öperler. Hacı da Kâbe'ye gelince
Haceru'l-Esved'i öper. Şu halde bu, melikin elini öpmeye benzetilmiştir. Ve
lillâhi'lmeselü'l-a'lâ."
İbnu Hacer de şunu söyler: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in bu sözünden, dinî
meselelerde, mânasını, hikmetini yeterince anlamasa bile, kişinin şeriat
sahibine hulûsla teslim olmak ve en güzel şekilde ittiba etmek gerektiği
anlaşılmaktadır. Bu husus, Resûlullah'ın fiillerine, hikmeti hiç bilinmese bile
uymak hususunda muazzam bir kaidedir. Kezâ bu söz, bazı cahillerden sâdır olan:
"Haceru'l-Esved'de zâtına rücû eden bazı hassalar vardır" kabilinden sözleri de
reddeder. Keza bu hadis, fiil ve kaville sünnetlerin açıklanmasına güzel bir
örnektir, şöyle ki, imam, şayet bir davranışının yanlış anlaşılarak,
itikadların bozulmasından korkacak olursa meseleyi vakit kaybetmeden ele alıp,
durumu izah etmeli, açıklığa kavuşturmalıdır."
3- Bazıları: "Bu hadiste, şeriatte öpülmesi hususunda ruhsat gelmeyen bir şeyi
öpmenin mekruh olduğu ifade edilmektedir" demiştir. Ancak İmam Şâfiî
"Beytullah'ın her neresi öpülürse hoştur (hasendir), (öpen kınanmaz)" demiştir.
Ahmed İbnu Hanbel'in de Resûlullah'ın kabrini ve minberini öpmede bir beis
görmediği rivayet edilmiştir.
4- Bu rivayet Haceru'l-Esved'i öpmenin sünnet olduğunu göstermektedir. Tirmizî,
ulemânın böyle hükmettiğini belirtir. Şafiî'ye göre öpemeyen, eliyle istilâm
edip elini öper. Hiç yanaşamayanlar, uzaktan ona yönelip tekbir getirir.
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), -1344 numaralı hadiste açıkladığımız üzere-
Haceru'l-Esved'e, yaralanma pahasına da olsa, yaklaşmak için gayret
gösterirmiş.
Cumhûr-u ulemâ, Haceru'l-Esved'e eliyle değip eli öpmeyi meşrû addetmiştir. İmam
Mâlik hariç, dört imam böyle hükmeder. İmam Mâlik'e göre istilâmda el öpmek
yoktur.
ـ2ـ وعن ابن عمر رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]لَمْ أرَ رسولَ اللّه # يَسْتَلِمُ
مِنَ الْبَيعِ إَّ الرُّكْنَيْنِ الْيَمَانِيِّين[. أخرجه الخمسة إ الترمذى .
2. (1340)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) şöyle demiştir: "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı Kâbe'den sadece iki rüknü öperken gördüm, bunlar da iki rükn-i
Yemânî'dir." [Buharî, Hacc 59; Müslim, Hacc 242, (1267); Ebu Dâvud, Menâsik 48,
(1874); Nesâî, Hacc 156, (5, 231-232).]
AÇIKLAMA:
1- Haiste geçen iki rükn-i Yemânî'den murad: Haceru'l-Esved'in konmuş olduğu
köşe ile ondan önce gelen köşedir.
Haceru'l-Esved, Kâbe-i Muazzama'nın doğusunda ve kapıya yakın olan köşededir.
Asıl rükn-i Yemânî -tavaf istikametini esas alırsak- Haceru'l-Esved'in bulunduğu
köşeden bir önceki köşedir. Araplar dil kaidesi olarak (tağlib tarikiyle) Ay
ve Güneşi kamereyn, anne ve babayı ebeveyn diye tesmiye ettikleri gibi, bu iki
köşeye de rükneyn-i Yemâniyeyn (= iki Yemânî köşe) demişlerdir.
Haceru'l-Esved'in bulunduğu köşeye Rükn-i Esved dendiği gibi bazan Rükn diye
kısaca söylendiği de olur. Diğer iki rükne de Şâmiyeyn denir.
Bu rükünlerin faziletce birbirinden farklı olduklarını belirteceğiz.
2- Bu riayet Kâbe'nin iki
köşesinin istilâm edilmesi gerektiğini gösterir. Ashab'tan bazılarının dört
rüknünü de istilam ettiği rivayetlerde gelmiştir. Hz. Abdullah İbnu Zübeyr, Hz.
Câbir, Hz. Enes, Hz. Hasan ve Hüseyin (radıyallahu anhüm), hatta İbnu'z
Zübeyr'in bütün köşeleri meshedip, istiğrab edenlere:
ليْسَ شَىْءٍ مِنَ الْبَيْتِ مَهْجُورًا
"Beytullah'ta mühmel bırakılacak hiçbir şey
yoktur" diye cevap verdiği belirtilir.
Hz. Âdem (aleyhisselam)'in de hacc yaptığı zaman bütün rükünleri istilâm
ettiğine, keza Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (aleyhimâsselam) Kâbe'yi inşa ettikleri
zaman yedi kere tavaf edip, her köşeyi istilâm ettiklerine dair rivayetler
gelmiştir. Abdullah İbnu Ömer'den gelen bir rivayet Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ın diğer iki rüknü (rükneyeyn-i Şâmiyeyn) istilâm etmeyişinin
sebebini şöyle açıklar: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) iki Şâmî rüknü
istilâm etmeyi terketmiştir, çünkü Beytullah, Hz. İbrahim (aleyhisselam)'in
koyduğu temeller üzerine tamamlanmamıştır." Bu rivayetten hareket eden bazı
âlimler, İbnu Zübeyr'in bütün rükünleri istilâm etmesini, Kâbe, kendisi
tarafından tâmir edilirken, Hz. Peygamber'in bir hadisine dayanarak aslî
temelleri üzerine oturtmuş olmasıyla izah etmiştir.
Bu hususta İbnu Hacer'in dermeyan ettiği teferruata girmeden, meseleye İmam
Şâfiî hazretlerinin getirdiği bir açıklamayı kaydedeceğiz. Ona göre, iki rüknün
istilâmı, sünnette vâzıh olarak gelmiştir, diğer iki rükünle ilgili rivayetler
münâkaşalıdır ve su götürür.
"Beytullah'ta mühmel bırakılacak hiçbir şey yoktur" diyenlere de şöyle cevap
verir: "Biz, diğer iki köşeyi istilâm etmeyi terketmişsek, bunu Kâbe'yi ihmal
etmek için yapmıyoruz. Kâbe'yi tavaf eden, onu nasıl ihmal etmiş olur? Biz
fiilde de terkde de "sünnet"e uyuyoruz. Eğer o iki rükne istilâmda bulunmayı
terketmek, onları ihmâl etmek olsa, rükünler arasında kalan (duvar) kısımları
terketmek de onları ihmal etmek olur. Ama bunu kimse söyleyemez."
İbnu Hacer bu mevzudaki tahlilini şöyle noktalar: "Bu mülâhazadan şu prensip
ortaya çıkar: Merâtibin (hiyerarşinin) korunarak, her hak sâhibine hakkının
verilmesi, her birinin kendi makamına oturtulması gerekir."
Bu noktada âlimler derler ki: "Beytullah'ın dört rüknü vardır:
Birinci rüknün iki fazileti var:
1- Haceru'l-Esved'i taşıması.
2- Hz. İbrahim'in attığı temel üzerinde olması.
İkinci rükn tek fazilete sahip: Hz. İbrahim'in temeli üzerinde bulunması.
Diğer iki rükün bu faziletlerin ikisinden de mahrum. Bu sebeple birinci rükn
öpülür, ikinci rükn sadece istilâm edilir. Diğer iki rükün ise ne öpülür, ne de
istilâm edilir. Cumhurun görüşü budur. Sadece bir kısım âlimler, rükn-i
Yemânî'nin öpülmesini müstehab addetmiştir."
Ebu Hanîfe, sadece Haceru'l-Esved'in istilâm edileceğini, rükn-ü Yemanî'yi
istilâm etmenin sünnet olmadığını, kişi burayı istilâm ederse bir kusur
sayılmayacağını söyler.
3- Kâbe'nin rükünlerini öpmenin meşrû olması prensibinden hareket eden bazı
âlimler şu hükümlere ulaşmışlardır:
1) İnsan ve insan dışında tâzime müstehak olan her şey öpülebilir.
2) İnsan eli de prensip olarak öpülebilir, ancak bazı kayıtlar var.
3) Ahmed İbnu Hanbel, Resûlullah'ın kabir ve minberinin öpülebileceğini
söylemişse de bazı etbaı, bu rivayetin zayıf olduğunu söylemiştir.
4) Bazı Şafiîler Mushaf'ın, hadis kitaplarının, sulehâ kabirlerinin
öpülebileceğini söylemiştir. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) Hz. Hasan'ın
göbeğini açarak "Resûlullah'ın öptüğü yerden öpmesine müsaade etmesini" rica
etmiş ve öpmüştür. Sabit Bünânî de Hz. Enes (radıyallahu anh)'in elini öpmeden
bırakmaz ve: "Bu el, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın elini tutmuştur"
dermiş.
ـ3ـ وفي رواية: ]مَا تَرَكْتُ اسْتَِمَ هذَيْنِ الرُّكْنَيْنِ اليَمَانِيَّيْنِ
وَالحَجَرِ في شِدَّةٍ وََ رَخَاءٍ مُنْذُ رَأيْتُ رسولَ اللّه # يَسْتَلِمُهُمَا[
.
3. (1341)-
Bir rivayette, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in şöyle dediği belirtilmiştir:
"Ben, şu iki Yemânî rükne ve Haceru'l-Esved'e Resûlullah'ın istilâm ettiğini
göreliden beri rahat halde de olsam, sıkışık halde de olsam istilâmda bulunmayı
hiç terketmedim." [Buharî, Hacc 60; Müslim, Hacc 245, (1268).]
ـ4ـ وفي أخرى للشيخين. قال نافع: ]رَأيْتُ ابْنَ عُمَرَ يَسْتَلِمُ الحَجَرَ
بِيَدِهِ، ثُمَّ يُقَبِّلُ يَدَهُ[ .
4. (1342)-
Şeyheyn'in (Buharî ve Müslimümâ) bir diğer rivayetinde Nâfî der ki:
"Ben İbnu Ömer (radıyallahu anh)'i (tavaf yaparken gördüm. Haceru'l-Esved'i)
eliyle istilâm ediyor, sonra da elini öpüyürdu." [Buharî, Hacc 60; Müslim, Hacc
246, (1268).]
ـ5ـ و‘بى داود والنسائى: ]كَانَ # َ يَدَعُ أنْ يَسْتَلِمَ الرُّكْنَ الْيَمَانِىّ
وَالحَجَرَ في كُلِّ طَوافِهِ[ .
5. (1343)-
Ebû Dâvud ve Nesâî'deki bir rivayet şöyledir: "(İbnu Ömer) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), (tavafın) her şavtında rükn-i Yemânî ve
Haceru'l-Esved'i istilâm etmeyi terketmezdi." [Ebu Dâvud, Menâsik 48, (1876);
Nesâî, Hacc 156, (5, 231).]
ـ6ـ وفي أخرى للبخارى والنسائى: ]سَألَ رَجُلٌ ابْنَ عُمَرَ عَنِ اسْتَِمِ
الحَجَرِ. فقَالَ: رَأيْتُ رسول اللّه # يَسْتَلِمُهُ وَيُقَبِّلُهُ؟ فقَالَ
الرَّجُلُ: أرَأيْتَ إنْ زُحِمْتُ أرَأيْتَ إنْ غُلِبْتُ؟ قَالَ ابْنُ عُمَرَ:
اجْعَلْ أرَأيتَ بِالْيَمَنِ؛ رَأيْتُ رسولَ اللّه # يَسْتَلِمُهُ
وَيُقَبِّلهُ[.ومعنى »اجْعَلْ أرأيْتَ بالْيَمَنِ« أى اجعل سؤالك هذا واعتراضك
بعيداً عنك حتى كأنه باليمن وأنت موضعك.
6. (1344)-
Buharî ve Nesâî'de gelen bir diğer rivayet şöyle: "Bir adam İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ)'e Haceru'l-Esved'i istilâm etme hususunda sormuştu. Şu
cevabı aldı:
"Ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı, onu hem istilâm eder, hem de öper
gördüm..."
Adam tekrar sordu:
"Pekâlâ, sıkışacak olsam, bana galebe çalacak olsalar, (ne yapayım)?"
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) kızgın bir eda ile:
"Sorusu Yemen'de batasıca, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı, onu hem
istilâm eder, hem öper gördüm." [Buharî, Hacc 60; Nesâî, Hacc 155, (5, 231).]
AÇIKLAMA:
1- Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Resûlullah'ın sünnetine olduğu gibi
teslimiyet ve bağlılığı ile tanınmış büyük sahabelerden biridir. Resûlullah'tan
ne gördü, ne duydu ise onu ne pahasına olursa olsun aynen tatbik etmeye,
nakletmeye itina gösterirdi. Resûlullah 'tan söylenen birşey hususunda hiçbir
mütâlaa kabul etmezdi. Bu yüce sahabinin mizacını sadedinde olduğumuz rivayette
de görmek mümkündür. Haceru'l-Esved'i Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hem
istilâm etmiş, hem de öpmüştür. Öyleyse, hem istilâm edilecek, hem öpülecek.
Muhatabı, "Sıkışıklıkla karşılaşıp, Hacerü'l-Esved'e yanaşamazsam ne yapayım?"
mânasında sorusunu yenileyince İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ): "Bırak soru
sormayı, ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetini haber verdim!"
mânasında, eski cevabını olduğu gibi tekrar eder. Öfkesini ifade için de
kelimesi kelimesine tercüme edersek: "Sualini Yemen'e koy" mânasında bir ifadede
bulunur. İbnu Hacer, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in öfkelenmesini, adamın
sualinde re'yi ile hadise muârazada bulunma kokusu sezmiş olmasıyla izah eder.
Böylece bunu reddetmiş ve adama bir hadis işitince şahsî re'yi bırakıp hadisin
mûcibi ile amel etmesini ders vermiş olmaktadır.
2- Hadis, İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'in izdihamı, istilâmı terketmeye
yeterli bir özür bulmadığını ifâde etmektedir. Saîd İbnu Mansûr 'un bir
rivayetine göre, İbnu Ömer, Haceru'l-Esved'i öpebilmek için kalabalıkta zahmeti
göze almış ve hatta yaralanmıştır. Bir başka rivayette bu davranışının sebebi
sorulunca şöyle demiştir:
هَوَتِ اْ‘َفْئِدَةُ إِلَيْهِ فَأَرِيدُ اَنْ يَكُونَ فُؤَادِى مَعَهُمْ
"Gönüller hep ona aktı, benim gönlümün de onlarla beraber olmasını
istedim."Ancak, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'tan Haceru'l-Esved'i öpmek için
müzâheme ve sıkışıklık yapmanın kerâheti rivayet edilmiştir.
َيُؤْذِى وََيُؤْذَى
"(Tavafta) ne ezâ verin, ne de ezâ görün"
buyurmuştur.Haceru'l-Esved'i öpme meselesinde esas budur: Başkasına ezâ vermeden
öpmelidir. Ezâ vermek mekruhtur. Sıkışık hallerde uzaktan istilâm yapılır.
3- Şunu da kaydedelim: Haceru'l-Esved'i öpme sırasında gürültü yapmamak gerekir.
ـ7ـ وعن عمرو بن شعيب عن أبيه قال: ]طُفْتُ مَعَ عَبْدِاللّهِ يَعْنِى أبَاهُ
فَلَمَّا جِئْنَا دُبُرَ الْكَعْبَةِ قُلْتُ أ تَتَعَوَّذُ؟ قال أتَعَوَّذُ
بِاللّهِ مِنَ النَّارِ، ثُمَّ مَضَى حَتَّى اسْتَلَمَ الحَجَرَ فأقَامَ بَيْنَ
الرُّكْنِ وَالْبَابِ فَوَضَع صَدْرَهُ وَوَجْهَهُ وَذِرَاعَيْهِ وَكَفَّيْهِ
هكَذَا وَبَسَطَهُما بَسْطاً ثُمَّ قال: هكذَا رَأيتُ رسولَ اللّه # يَفْعَلُهُ[.
أخرجه أبو داود .
7. (1345)-
Amr İbnu Şuayb babası tarikiyle bildiriyor: "Abdullah'la -ki babasıdır-
tavafta bulundum. Kâbe'nin arka kısmına gelince
"istiâzede (sığınmada) bulunmuyor musun?" dedim.
"Ateşten Allah'a sığınırım!" dedi ve yürüdü.
Haceru'l-Esved'e kadar gelip istilâmda bulundu. Rükn ile kapı arasında
(Mültezem'de) durarak göğsünü, yüzünü, kollarını ve avuçlarını şöyle yamadı
-onları iyice açarak gösterdi- ve sonra:
"İşte Resûlullah'ı aynen böyle yaparken gördüm!"
dedi. [Ebu Dâvud, Menâsik 55, (1899).]
ـ8ـ وعن أبى الطفيل قال: ]كُنْتُ معَ ابنِ عَبَّاسٍ رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما
وَمُعَاوِيَةُ َ يَمُرُّ بِرُكْنٍ إَّ اسْتَلَمَهُ. فقَالَ لَهُ ابْنُ عَبَّاسٍ
رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما: إنَّ النَّبِىَّ # لَمْ يَكُنْ يَسْتَلِمُ إَّ الحَجَرَ
ا‘سْوَدَ وَالرُّكْنَ اليَمَانِىَّ. فقَالَ مُعَاوِيَةُ: لَيْسَ شَئٌ مِنَ
الْبَيْتِ مَهْجُوراً. وَكَانَ ابْنُ الزُّبَيْرِ يَسْتَلِمُهُنَّ كُلَّهُنَّ[.
أخرجه الشيخان والترمذى .
8. (1346)-
Ebû't-Tufeyl anlatıyor: "Ben Hz. İbnu Abbas ve Hz. Muâviye (radıyallahu anhümâ)
ile birlikte idim. Muâviye (radıyallahu anh) hazretleri her rükne uğradıkça
istilâmda bulunuyordu. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) kendisine:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sadece Haceru'l-Esved ve rüknü'l-Yemânî'den
başka yeri istilâm etmezdi" dedi. Hz. Muâviye şu cevabı verdi:
"Beytullah'tan hiçbir şey ihmal edilmez."
İbnu'z-Zübeyr bütün rükünlere (köşelere) istilâmda bulunurdu." [Buharî, Hacc
59; Müslim, Hacc 247, (1269); Tirmizî, Hacc 35, (858).]
AÇIKLAMA
için 1340 numaralı hadise bakın.
ـ9ـ وعن حنظلة قال: ]رَأيْتُ طَاوُساً يَمُرُّ بالرُّكْنِ فإنْ وَجَدَ عَلَيْهِ
زِحَاماً مَرَّ وَلَمْ يُزَاحِمْ، وَإنْ رَآهُ خَالِياً قَبَّلَهُ ثَثاً؛ ثُمَّ
قالَ: رَأيْتُ ابنَ عَبَّاس فَعَلَ مِثْلَ ذلِكَ. وَقالَ ابنُ عَبَّاسٍ رَأيْتُ
عُمَرَ فَعَلَ مِثْلَ ذلِكَ. وَقاَلَ عُمَرُ رََضِىَ اللّهُ عَنْهُ: رَأيْتُ رسولَ
اللّه # فَعَلَ ذلِكَ[. أخرجه النسائى .
9. (1347)-
Hanzala (İbnu Ebî Süfyân İbni Abdirrahman) (rahimehumullah) anlatıyor: "Tâvus
merhumu (tavaf yaparken) gördüm. Rükne gelince (Haceru'l-Esved) üzerinde izdiham
bulursa sıkışıklık yapmaz, geçer giderdi; boş ve müsait bulursa üç sefer öperdi.
Sonra şunu söyledi:
"Ben İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'ı aynen böyle yaparken gördüm." İbnu Abbas
da:
"Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i aynen böyle yaparken gördüm" dedi. Hz. Ömer
(radıyallahu anh) de:
"Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı böyle yaparken gördüm" dedi." [Nesâî,
Hacc 148, (5, 227).]
ـ10ـ وعن عروة قال: ]قال رسولُ اللّه # بن عَوْفٍ. يَا أبَا مُحَمّدٍ كَيْفَ
صَنَعْتَ في اسْتَِمِ الرُّكْنِ ا‘سْوَدِ؟ قالَ: اسْتلَمتُ وَتَركْتُ! قال:
أصَبْتَ[. أخرجه مالك .
10. (1348)-
Urve İbnu'z-Zübeyr (rahimehullah) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm) İbnu Avf (radıyallahu anh)'a:
"Ey Ebû Muhammed! Rüknü'l-Esved'i nasıl istilâm ettin?" diye sordu.
"İstilâm ettim ve bıraktım!" deyince, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Doğru yapmışsın!" dedi." [Muvatta, Hacc 113, (1, 366).]
AÇIKLAMA:
Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) şunu demek istemiştir: "Muktedir olunca
istilâmda bulundum. Kalabalık sebebiyle âciz kalınca terkettim." Nitekim, Saîd
İbnu Mansûr'un kaydettiği bir rivayette şöyle denir: "(İbnu Avf, tavaf yaparken)
rükne geldiği vakit halkın izdiham ettiğini görürse, Haceru'l-Esved'e yönelir,
tekbir getirir, dua eder sonra tavafına devam ederdi. Şayet boş bulursa istilâm
ederdi."
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın "Doğru yapmışsın" diye tasdik etmesi,
tavaf sırasında Haceru'l-Esved'e yakınlaşmak için sıkışıklık yapmanın mekruh
olduğunu ifade eder.
Rivayete göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Ömer'e şu tenbihte
bulunmuştur: "Ey Ebu Hafs! Sen güçlü kuvvetli bir kimsesin. Sakın rükn'e
yüklenip sıkışıklık yapma. Bu durumda zayıf olana ezâ verirsin. Ancak boş
bulursan yakından istilâm et. Aksi halde, tekbir getir ve geç!"
ـ11ـ وعن ابن عمر رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما ]أنَّهُ أُخْبِرَ بِقَوْلِ عَائِشَةَ:
إنَّ الحِجْرَ بَعْضُهُ لَيْسَ مِنَ الْبَيْتِ. قَالَ: وَاللّهِ إنْ كانَتْ
عَائِشةُ سَمِعَتْ هذا مِنْ رسولِ اللّه # إنِّى ‘ظُنُّ أنَّ رسولَ اللّه # لَمْ
يَتْرُكِ اسْتََمَ هذَيْنِ الرُّكْنَيْنِ إَّ أَنَّهُمَا لَيْسَا عَلى قَواعِدِ
الْبَيْتِ وََ طَافَ النَّاسُ مِنْ وَرَاءِ الحِجْرِ إَّ لذلِكَ[. أخرجه أبو داود .
11. (1349)-
İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Kendisine Hz. Aişe (radıyallahu
anhâ)'nin: "Hıcr'ın bir kısmı Beytullah'tan değildir" dediği haber verilince
şunu söyledi:
"Allah'a kasem olsun, şayet Aişe bunu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan
işitmiş ise, kanaatım o ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu iki rüknün
istilâmını, bunlar Beyt'in temelleri üzerinde olmadıkları için terketmiş
olmalıdır. Keza halk da bu sebeple tavafı Hıcr'ın gerisinden yapmaktadır." [Ebu
Dâvud, Menâsik 48, (1875).]
AÇIKLAMA:
1- Hıcr: Kâbe'nin kuzeybatı duvarının karşısında yerden 1m. kadar yüksek,
yarım daire şeklinde bir duvar vardır. Bu duvarla Kâbe arasında kalan sahaya
Hıcr denir. Burası Kâbe'nin içinden sayılır. İşte Hz. Aişe'den Abdullah İbnu
Ömer'e Hıcr'in tamamının değil, bir kısmının Kâbe'den olduğuna dair sözü
geliyor. Bu sözü işiten Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) bir sünnetin
sebebini anlamış, bir problemini çözmüş oluyor. Şöyle ki İbnu Ömer,
Resûlullah'ın iki rükne istilâmda bulunmadığını biliyordu, ama sebebini
bilmiyordu. Bu haberi duyunca sanki sebebini kavramış gibi oluyor. Şu halde bu
iki rükün aslî temel üzerinde olmadıkları için Resûlullah onlara istilâmda
bulunmamıştır.
2- Görüldüğü üzere, Hıcr üzerinde bâzı ihtilâflar mevcuttur. Sadedinde olduğumuz
hadis Hıcr'ın bir kısmının Beytullah'a dahil olduğunu te'yid eder, ancak bir
kısmının Beytullah'tan olmadığını belirtir. Bu mânada gelmiş olan başka
rivayetleri de nazar-ı dikkate alan bir kısım âlimler (Râfiî, Bagâvî vs.)
Hıcr'ın Kâbe'ye muttasıl altı zira'lık kısmının Betullah'a dahil olduğunu, geri
kısmın hariç olduğunu söylemişlerdir.
Öte yandan, Hıcr'ın tamamının Beytullah'ın içinden olduğunu te'yid eden
rivayetler de vardır. Bu rivayetleri esas alan Abdullah İbnu Abbâs, Şâfiî, İbnu
Salâh, Nevevî gibi bir çok âlim de Hıcr'ın tamamının Kâbe'nin içinden
sayıldığına hükmederler. Bu meseleye giren bir hadis Hz. Aişe'den rivayet
edilir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) elimden tutup beni Hıcr'a soktu ve:
"Kâbe'ye girmeyi arzu edersen burada namaz kıl" dedi."
ـ12ـ وعن عبيد بن عمير: ]أنَّ ابْنَ عُمَرَ رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما: كانَ
يُزَاحِمُ عَلى الرَّكنَيْنِ زِحَاماً. فقُلْتُ: يَا أبا عَبْدِالرَّحْمنِ إنَّكَ
تُزَاحِمُ عَلى الرُّكْنَيْنِ زِحَاماً مَا رَأيْتُ أحَداً مِنْ أصْحَابِ رسولِ
اللّه # يُزَاحِمُهُ؟ فقَالَ: إنْ أفْعَلْ فإنِّى سَمِعْتُ رسول اللّه # يَقُولُ:
إنَّ مَسْحَهُمَا كَفَّارَةٌ لِلخطَايَا. وَسَمِعْتُهُ يَقُولُ: مَنْ طَافَ بِهذَا
الْبَيْتِ أسْبُوعاً فأحْصَاهُ كانَ كَعِتقِ رَقَبَةٍ، وَسَمِعْتُهُ يَقُولُ: مَنْ
طَافَ وََ يَرفَعُ قَدَماً وََ يَضَعُ قَدَماً إَّ حَطَّ اللّهُ عَنْهُ بِهَا
خَطيئَةً وَكَتَبَ لَهُ بِهَا حَسَنَةً[. أخرجه الترمذى والنسائى.»ا‘سبوع« سبع
مرات، ومنه أسبوع ا‘يام شتماله على سبعة أيام.
12. (1350)-
Ubeyd İbnu Umeyr anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) iki rükne geldiği
zaman (öpmek için) bunlar üzerine abanır, sıkışıklık yapardı. Kendisine:
"Ey Ebu Abdirrahmân, dedim, sen Resûlullah'ın diğer ashabının hiçbirinde
görmediğim şekilde bu rükünlere abanıp sıkışıklık yapıyorsun (sebebi nedir)?"
Bana şu cevabı verdi:
"Ben böyle yapıyorsam, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan şunu işittiğim
içindir: "Bu iki rüknü meshetmek günahlara kefarettir." Keza Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm)'tan şunu da işittim: "Kim şu Beytullah'ı bir hafta boyu
tavaf eder ve sayarsa bir köle âzad etmek gibidir." Keza şunu da söylediğini
işittim: "Kişi tavaf için bir ayağını koyup diğerini kaldırdıkça her adımı
sebebiyle Allah onun bir hatasını siler ve bir sevap yazar." [Tirmizî, Hacc 111,
(959); Nesâî, Hacc 134, (5, 221).]
AÇIKLAMA:
1- Tavaf sırasında Haceru'l-Esved'i öpmek, elle meshederek istilâmda bulunmak
tavafın sünnetlerindendir. Kalabalık olmadığı, izdihama meydan verilmediği hal
ve fırsatlarda bunun yapılması gerekir. Hacerü'l-Esved'in öpülmesini veya
meshedilmesini normal şartlarda -şu veya bu mülâhaza ile- terketmek câiz
değildir. Uzaktan istilâm bir tercih değil, bir cevazdır.
2- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ), sünnete bağlılıkta tâviz vermeyen bir
sahabidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Haceru'l-Esved'in normal
şartlarda öpülmesine teşvik için ehemmiyetini belirten hadislerini kulaklarıyla
işitmiş, Hz. Peygamber'in bunu bizzat yaptığını gözleriyle görmüş olan İbnu Ömer
(radıyallahu anhümâ) bu sünneti tatbik etmek için hususî bir gayret göstermiş,
müzâhameye, sıkışıklığa bile yer vermiştir. 1344 numaralı hadisin açıklamasında
belirtildiği üzere yaralanmayı bile göze almıştır.
3- "Bir hafta boyu tavaf edip, saymak" ifadesi, "haftada hergün bir olmak üzere
yedi kere tavaf etmek, ne fazla ne de eksik yapmamak" şeklinde anlaşılmıştır.
Suyûtî "saymak"dan, "ne eksik ne de fazla yapılmasını, tam yedi tavaf
yapılması"nı anlarken, Aliyyü'l-Kârî, tavaf'ın şartlarına ve âdâbına eksiksiz
riâyet edilmesini, bilhassa şavtların yedi yapılmasına dikkat edilmesini
anlamıştır.
Şunu da belirtelim ki, hafta mânasına gelen Usbu'
اُسْبُوع kelimesi
Tirmizî nüshalarında çoğunlukla baştaki elifi düşmüş olarak Sübû
سُبُوعْ şeklinde gelmiştir. Bu
takdirde yedi mânası galebe çalar. Nitekim bazı şârihler yedi kere diye
anlamışlardır. Bu takdirde, mâna şöyle olur: "Kim şu Beytullah'ı yedi sefer
tavaf eder ve (şartlarını âdâblarını eksiksiz) sayarak yerine getirirse, bu ona
bir köle âzad etmiş sevabını kazandırır."
Kanaatimizce iki mâna da sahihtir. Şartları ve imkânları müsâid olanların, hafta
esnasında yerine getirmeleri daha muvafık gözüken bu tavsiyeyi, şartları uygun
olmayan âfakîler, bu niyetle bir iki günde yerine getirebilirler, Cenâb-ı
Hakk'ın rahmetinden aynı mükâfatı umabilirler.
ـ13ـ وعن ابن عباس رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّهُ كَانَ يَقُولُ: مَا بَيْنَ
الرُّكْنِ وَالبَاب المُلْتَزَمُ[. أخرجه مالك .
13. (1351)-
Abdullah İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) demiştir ki: "Mültezem, rükn ile kapı
arasıdır." [Muvatta, Hacc 81, (1, 424).]
AÇIKLAMA:
Mültezem, Kâbe'nin kısımlarından bir yerin adıdır. İbnu Abbâs (radıyallahu
anhümâ), sadedinde olduğumuz rivayette Mültezem'in yerini tarif etmektedir:
Haceru'l-Esved'in bulunduğu rükün (köşe) ile Kâbe' nin kapısı arasında kalan
kısım. Bazı rivayetlerde, Mültezem'in yerinin daha değişik şekillerde tavsif
edildiği görülür. Ancak, ümmetçe kabul edilen yer, İbnu Abbâs (radıyallahu
anhümâ)'ın belirttiği yerdir.
Mültezem, hacıların baş, göğüs, kol ve avuçlarını yapıştırarak dua edecekleri
yerdir. Buradaki duanın makbuliyeti hususunda merfu rivayet vardır:
مَا بَيْنَ الرُّكْنِ وَالْبَابِ مُلْتَزَمٌ مَنْ دَعَااللّهَ عِنْدَهُ مِنْ ذِى
حَاجَةٍ اَوْذِى كَرْبَةٍ اَوْذى غَمٍّ فُرِجَ عَنْهُ
"Rükn ve kapı arası Mültezem'dir. İhtiyaç sahibi, sıkıntı veya gam sahibi her
kim, onun önünde Allah'a dua ederse kabul edilir."
1345 numaralı hadiste, Mültezem'de Resûlullah ve Ashab'ın ne şekilde dua
ettikleri tarif edilmiştir.
ـ14ـ وعن ابن عوف قال: ]سَمِعْتُ رَجًُ يَقُولُ. قالَ رسول اللّه #
لِعُمَرَ بْنِ الخَطَاب رََضِىَ اللّهُ عَنْهُ: يَا أبَا حَفْصٍ إنَّكَ فِيكَ
فَضْلُ قُوَّةٍ فََ تُؤذِ الضَّعِيفَ إذَا رَأيْتُ الرُّكْنَ خِلْواً فاسْتَلِمْ
وَإَّ فَكَبِّرْ وَامْضِ. ثُمَّ قَالَ سَمِعْتُ عُمَرَ رََضِىَ اللّهُ عَنْهُ
يَقُولُ لِرَجُلٍ: َ تُؤذِ النَّاسَ بِفَضْلِ قُوَّتِكَ[. أخرجه رزين .
14. (1352)-
Abdurrahman İbnu Avf (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir adamın şöyle söylediğini
işittim: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu
anh)'a: "Ey Ebu Hafs, sende fazla kuvvet var. (Haceru'l-Esved'i öpeceğim diye)
zayıfa eziyet vermeyesin. Rüknü boş görürsen yanaşarak istilâm et, değilse
tekbir getirip geç" dedi. Sonra adam şunu söyledi: "Hz. Ömer (radıyallahu
anh)'in bir adama şunu söylediğini işittim: "İnsanlara fazla kuvvetinle eziyet
verme."
[Rezîn'in ilâvesidir. Bu rivayeti Şâfiî hazretleri Müsned'inde (2, 43)
kaydetmiştir. Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde, hadisi bizzat Hz. Ömer rivayet
eder (1, 23).]
ـ15ـ وعن نافع قال: ]كانَ ابنُ عُمَرَ رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما يُصَلِّى لِكُلِّ
أسْبُوعٍ رَكْعَتَيْنِ[. أخرجه البخارى تعليقاً .
15. (1353)-
Nâfi' anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) her yedide iki rek'at namaz
kılardı." [Buharî, Hacc 69; Muallak (senetsiz) olarak kaydetmiştir.]
AÇIKLAMA:
1- Teysir'in metninde ve diğer bazı rivayetlerde
اسبوع
şeklinde gelmiştir. Buharî metninde
سبوعşeklinde elifsizdir. Birinci şekilde
hafta mânası esastır. Esasen hafta yedi gün olduğu için üsbû'da da "yedi"
mânası mevcuttur. 1350 numaraya da bak.
2- Bu hadisi, Abdurrezzak, Musannaf'ında mevsul (senetli) olarak kaydetmiştir:
عَن
اِبْنِ عُمَرَ اَنَّهُ كَانَ يَطُوفُ بِالْبَيْتِ سَبْعاً ثُمَّ يُصَلِّى
رَكْعَتَيْنِ
Yani: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) Beytullah'ı tavaf eder, her yedide iki
rek'at namaz kılardı."
Bir başka rivayette, "Tavafları, (araya iki rek'at namaz koymadan)
birleştirmeyi kerih bulurdu" denir.
Bir başka ifade ile, kişi tavafa başlayınca her biri yedi şavt olan tavaflardan
peş peşe birkaç tane yapabilir. Sadedinde olduğumuz hadis, İbnu Ömer'in her yedi
şavtta yâni tavaf tamamlanınca iki rek'at namaz kıldıktan sonra bir diğer tavafa
geçtiğini ifade ediyor.
Esasen Hz. Peygamber'in sünneti de budur:
ـ16ـ وعن عروة قال: ]كانَ ابنُ الزُّبَيْرِ يَقْرِنُ بَيْنَ ا‘سَابِيعِ وَيُسْرِعُ
المَشى وَيَذْكُرُ عَنْ عَائِشَةَ رََضِىَ اللّهُ عَنْها أنَّها كَانَتْ تَفْعَلُهُ
ثُمَّ تُصَلى لِكُلِّ أسْبُوعٍ رَكْعَتَيْنِ[ .
16. (1354)-
Urve (rahimehullah) anlatıyor: "İbnu'z-Zübeyr yedilerin arasını birleştirir ve
yürüyüşü hızlandırırdı ve Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin de böyle yaptığını
söylerdi. Ancak en sonda her yedi için iki rek'at (tavaf) namazı kılardı."
[Rezîn'in ilavesidir.]
ـ17ـ وفي رواية: ]أنَّهُ كانَ يَطُوفُ بَعْدَ الْفَجْرِ وَيُصَلى رَكْعَتَيْنِ
فَكَانَ إذَا طَافَ يُسْرِعُ المَشْىَ[. أخرجه رزين
17. (1355)-
Bir diğer rivayette: "İbnu Zübeyr'in "Fecirden sonra tavafta bulunduğu, iki
rek'ât namaz kıldığı, tavaf edince hızlı yürüdüğü" belirtilir." [Rezîn
ilavesidir.]
ـ18ـ وعن امرأة كانت تخدم عائشة رََضِىَ اللّهُ عَنْها. ]أنَّهَا طَافَتْ مَعَهَا
أرْبَعَةَ أسَابِيعَ مَقْرُونَةً ثُمَّ رَكَعَتْ لِكُلِّ أسْبُوعٍ رَكْعَتَيْنِ.
قَالَتْ: وَتَسْتَحِبُّ اسْتَِمَ الرُّكْنِ في كُلِّ وِترٍ[. أخرجه رزين .
18. (1356)-
Hz. Aişe'ye hizmet eden bir kadının rivayetine göre: "Hz. Aişe (radıyallahu
anhâ) kendisiyle birlikte kesintisiz, yedili dört tavaf yapmış, her bir yedinin
ardından kılınması gereken iki rek'atlik tavaf namazlarını en sonda ard arda
kılmıştır. Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) ilâveten demiştir ki: "Her bir şavtın
sonunda rükn-ü istilâm müstehabdır." [Rezîn ilâvesidir.]
ـ19ـ وعن عبدالرحمن بن عبدالقارى. ]أنَّهُ طَافَ مَعَ عُمَرَ بْنَ الخَطَابِ
رََضِىَ اللّهُ عَنْهُ بَعْدَ صََةِ الصُّبْحِ فَلمَّا قَضَى عُمَرُ طَوَافَهُ
نَظَرَ فَلَمْ يَرَ الشَّمْسَ فَرَكِبَ حَتَّى أنَاخَ بِذِى طَوَى وَصَلَّى
رَكْعَتَيْنِ[. أخرجه مالك .
19. (1357)-
Abdurrahmân İbnu Abdi'l-Kâri anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattâb (radıyallahu anh)
ile, sabah namazından sonra tavaf ettik. Hz. Ömer tavafı tamamlayınca güneşe
baktı ve (doğduğunu) göremedi. Devesine binip Zu-Tavâ nam mevkiye kadar geldi.
Orada devesini durdurarak iki rek'at (tavaf sünnetini) kıldı." [Muvatta, Hacc
38, (1, 369).]
AÇIKLAMA:
1- Teysîr'in metninde, Muvatta metnine nazaran açıklayıcı mahiyette olan bir kaç
kelime eksiktir. Tercümede parantez içerisinde gösterdik.
2- Zürkânî, Hz. Ömer (radıyallahu anh)'in yaptığı bu tavafın veda tavafı
olduğunu belirtir.
Hz. Ömer (radıyallahu anh), sabah namazı kılındıktan sonra, güneş doğmadıkça,
hiçbir nafile namazın kılınmayacağı kanaatinde olduğu için, güneşe bakıyor,
henüz doğmamış görünce, kılması gereken iki rek'atlik tavaf namazını kılmadan
yola çıkıyor ve Zu-Tavâ denen mevkide devesinden inip kılıyor. Hadisin bir başka
vechi şöyle: "...Sonra Medine'ye hareket etti. Zu-Tavâ'ya gelince güneş
doğmuştu, iki rek'at namaz kıldı."
3- Bu mevzû üzerine Muvatta'nın bir diğer rivayeti İbnu Abbâs (radıyallahu
anh)'la ilgili. Ebu'z-Zübeyr el-Mekkî diyor ki: "İbnu Abbâs (radıyallahu
anhümâ)'ı ikindi namazını kıldıktan sonra tavaf yapar gördüm. Tavafı bitirince
odasına çekildi, orada ne yaptığını (tavaf namazını kılıp kılmadığını)
bilmiyorum."
İmam Mâlik bu mevzuyu şöyle hükme bağlar: "Bir kimse tavafa başlar, yedi şavtını
tamamlamadan sabah veya ikindi namazı kılınmaya başlarsa hemen imama uyar. Namaz
bitince tavafının diğer şavtlarını yaparak yediye tamamlar. İki rek'atlik tavaf
namazını hemen kılmaz, güneşin doğmasını veya batmasını bekler. Bu iki rek'ati
akşam namazından sonraya da te'hir etse bir beis yoktur."
4- Şu hususu da belirtelim: İkindi ve sabah namazlarından sonra tavaf yapmayı
bazı âlimler mekruh addetmişlerdir. Ancak büyük ekseriyet bunda bir beis
görmemiştir.
Hanefî âlimlerden bazılarının da ikindi ve sabah namazından sonra tavafı mekruh
addettiği rivayet edilmiştir. Ancak mezhepce benimsenen asıl görüşe göre bunda
bir beis yoktur, mekruh olan tavaf değil, tavaf namazıdır.
İbnu'l-Münzir der ki: "Sahabe veTâbiîn'in cumhuru, tavaftan sonra, her vakitte
namaz kılmayı câiz addetmiştir. Ancak bazıları da sabah ve ikindi namazlarından
sonra namaz kılmayı nehyeden hadisin âmm oluşunu nazar-ı dikkate alarak, bunu
mekruh addetmiştir. Hz. Ömer (radıyallahu anh), Sevrî, İmam Mâlik, Ebu Hanife ve
bir tâife bu kanaattedir."
İmam Şâfiî ve bir kısım ashâbu'ssünen, Cübeyr İbnu Mut'im tarafından rivâyet
edilen ve 1375 numarada gelecek olan şu hadisi esas alarak her vakitte tavaf
namazının kılınabileceğini söylemiştir:
يَابَنِى عَبْدِ مَنَافٍ! مَنْ وَلَّى مِنْكُمْ مِنْ اَمْرِ النَّاس شَيْئاً فََ
يَمْنَعَنْ اَحَدًا طَافَ بِهَذَا الْبَيْتِ وَصَلَّى ايَّةَ سَاعَةٍ شَاءَ مِنْ
لَيْلٍ اَوْ نَهَارٍ
"Ey Abdumenâfoğulları, sizden kim, halkı idarede bir sorumluluk deruhte ederse,
Beytullah'ı gündüz veya gece herhangi bir saatte ziyaret edip namaz kılanı sakın
men etmesin." (1375 numarada fazla açıklama gelecek).
ـ20ـ وعن إسماعيل بن أميّةَ قال: ]قُلْتُ لِلزُّهْرِىِّ: إنَّ عَطَاءً يَقولُ
تُجْزِئُهُ المَكْتُوبَةُ مِنْ رَكْعَتِى الطَّوافِ. فقَالَ: اتِّبَاعُ السُّنَةِ
أفْضَلُ، لَمْ يَطُفْ رسول اللّه #قَطُّ أسْبُوعاً إَّ صَلَّى لَهُ رَكْعَتَيْنِ[.
أخرجه البخارى تعليقاً .
20. (1358)-
İsmâil İbnu Ümeyye (merhum) anlatıyor: "Zührî'ye, "Atâ: "Farz namaz, iki
rek'atlik tavaf namazının yerini de tutar" diyor, (ne dersiniz)?" dedim. Şu
cevabı verdi:
"Sünnete uymak daha iyidir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) yedi şavtlık bir
tavaf yaptı. Mutlaka onun için iki rek'atlik bir tavaf namazı kılmıştır."
[Buharî,Hacc 69.]
AÇIKLAMA:
1- Tavafa bağlı olarak kılınan iki rek'atlik namazın yerini, bir başka namazın
tutamayacağı belirtilmektedir. Sözgelimi, ikindinin farzından sonra yapılan
tavafın namazı, vakit mekruh olduğu için, akşam vaktine girilse, akşam namazı
vaktin girmesiyle hemen cemaatle kılınmış olacağından, acaba kılınan bu farz,
tavaf namazının uhdeden düşmesini sağlar mı? Zührî merhuma bu mânada soru
tevcih ediliyor. Zührî'nin cevabı: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), tavaf
için ayrı namaz kılmıştır, sünnete uymak gerekir" şeklinde olmuştur.
2- Yeri gelmişken, Aynî'nin kaydettiği bir açıklamaya dikkat çekelim: "Tavaftan
sonra Makam'ın gerisinde iki rek'at kılınır. Buna "sünnet" diyen, "vacib" diyen
olmuştur. Bu tavafa tâbidir, tavaf sünnet ise namaz da sünnettir, vacibse namaz
da vacibtir.
ـ21ـ وعن جابر رََضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قَرَأ رسول اللّه # في رِكْعَتَى
الطَّوَافِ بِسُورتِى ا“خَْصِ: قُلْ يَا أيُّهَا الْكَافِرُونَ، وقُلْ هُوَ اللّهُ
أحَدٌ[. أخرجه الترمذى .
21. (1359)-
Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), iki
rek'atlik tavaf namazında iki İhlâs sûresini yani: Kul yâ eyyuhe'lkâfirûn ve Kul
hüvallahü ehad sûrelerini okudu." [Tirmizî, Hacc 43, (869).]
AÇIKLAMA:
1- İki sûreye de "İhlâs" sûresi diye isim verilmesi, aradaki irtibat sebebiyle
tağlib tarikiyledir. Anne (ümm) ve baba'ya (eb) ebeveyn, Güneş (şems) ve Ay'a
(Kamer) kamereyn denmesi gibi. İkisi de tevhidden bahsettiği için aralarında
benzerlik mevcuttur.
2- Bu rivayet sebebiyle tavaf namazının birinci rek'atinde Kâfirûn, ikinci
rek'âtinde ise İhlâs sûresinin okunması müstehab addedilmiştir. Bunların
okunmasındaki istihbabın sebebini sûrelerin tevhidden bahsetmesinde arayanlar
olmuştur. Zîra tavaf da sırf Allah için yapılmakta, ihlâs bulunmaktadır.
ـ22ـ وعن كثير بن جمهان قال: ]رَأيْتُ ابنَ عُمَرَ رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما يَمْشى
في المَسْعَى فَقُلْتُ أتَمْشِى في المَسْعَى؟ فقَالَ: لئنْ سَعَيْتُ لَقَدْ
رَأيْتُ رسولَ اللّهِ # يَسْعَى ولئن مَشَيتُ لَقَدْ رأيْتُ رسولَ اللّه # يَمْشِى
وَأنَا شَيْخٌ كَبِيرٌ[. أخرجه أصحاب السنن.
22. (1360)-
Kesir İbnu Cemhân anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'i, sa'y mahallinde
(mes'a) yürürken görüp kendisine: "Koşma mahallinde yürüyor musun?" dedim. Bana:
"Koşsaydım, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı koşuyor görmüşüm demektir.
Yürüdüysem Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı yürür gördüm demektir. Şimdi
ben yaşlı bir insanım." [Tirmizî, Hacc 39, (864); Ebu Dâvud, Menâsik 56,
(1904); Nesâî, Hacc 174, (5,241-242); İbnu Mâce Hacc 43, (2988).]
AÇIKLAMA:
1- Hadiste geçen mes'a "koşma yeri" demektir. Sa'yden gelir. Bu kelime lügat
olarak koşmak demektir. Mes'a ism-i mekândır, yani koşulan yer. Bundan maksad
Safâ ile Merve tepeleri arasındaki vâdidir. Ancak günümüzde vadiden
bahsedilemez.
2- Tirmizî şu açıklamayı kaydeder: "Alimler Safâ ile Merve arasında koşmayı
müstehab addetmişler, koşmaya gücü yetmeyenin yürümesi caizdir demişlerdir."
3- Sa'yin hükmü hususunda ihtilâf edilmiştir. Cumhûr farz olduğuna hükmeder,
terki halinde hacc tamam olmaz, "dem"le de telâfî edilemez. Ebu Hanîfe'ye göre
vâcibtir, terki hâlinde dem (kurban) telâfî eder.
Hz. Enes ve Atâ'dan: Sünnettir, terki hâlinde herhangi bir ceza gerekmez"
mânasında rivayet yapılmıştır.
ـ23ـ وعن جابر رََضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كانَ رسولُ اللّه # إذَا نَزَلَ مِنَ
الصَّفَا مَشَى حَتَّى إذَا انْصَبَّتْ قَدَمَاهُ في بَطْنِ الوَادِى سَعَى حَتَّى
يَخْرُجَ مِنْهُ[. أخرجه مالك والنسائى.ومعنى »انْصَبَّتْ قَدَمََاهُ« انحدرت في
المسعى .
23. (1361)-
Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
Safâ'dan indiği zaman normal yürürdü. Ayakları vâdinin tabanına değince de
koşardı. Koşması vâdi tabanının bitimine kadar devam ederdi." [Muvatta, Hacc 42,
(1, 374); Nesâî, Hacc 178, (5, 243).]
AÇIKLAMA:
Son iki hadis sa'yin nasıl olması gerektiğini açıklamaktadır. Anlaşılacağı
üzere, Safâ ile Merve karşılıklı iki küçük tepedir. Bu tepelerin ikisini,
arasında düzce bir vâdi tabanı ayırmaktadır. Tepelerin yamaçlarından aradaki
düzlüğe inip çıkarken normal yürüyüşle yürünmekte, vâdi içerisindeki düz kısım
koşarak geçilmektedir. Zamanımızda sâdece tepeler korunmuş, tepelerin arası
hemen hemen düz bir koridorla birleştirilmiştir. Ancak, vâdi tabanına tekabül
eden kısım yeşil sütunlarla belirlenmiştir. Gerek Safâ cihetinden ve gerekse
Merve cihetinden bu yeşil sütunlara kadar normal yürüyüşle yürünerek gelinir.
Yeşil sütunlardan itibaren bu sütunların bitimine kadar hervele denen, hızlı,
canlı ve çalımlı bir yürüyüş yapılır. Herveleyi erkekler yapar, kadınlara
gerekmez.
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu kısımda koşmaya ehemmiyet vermiştir.
Dârekutnî'nin Safiyye Bintu Şeybe'den yaptığı bir rivayete göre, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) sa'y yaparken, izarı koşunun şiddetinden dönermiş.
Şöyle tavsiye buyurmuştur:
اِسْعَوْا فَإِنَّ اللّهَ كَتَبَ عَلَيْكُمُ السَّعْىَ
"Koşun, zîra Allah size koşmayı emretti."
Herşeye rağmen vâdi tabanında koşmak Cumhur'a göre sünnettir, terkinde herhangi
bir şey gerekmez.
ـ24ـ وعنه رََضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسول اللّه # يَقُولُ حِينَ خَرَجَ
مِنَ المَسْجِدِ وَهُوَ يُريدُ الصَّفَا: نَبْدأُ بِمَا بَدَأَ اللّهُ بِهِ فَبَدأَ
بِالصَّفَا[. أخرجه مالك والترمذى والنسائى.وزاد رزين عن أبى هريرة رََضِىَ اللّهُ
عَنْهُ: فَلَمَّا عََ عَلى الصَّفَا حَيْثُ يَنْظُرُ إلى الْبَيْتِ رَفَعَ يَدَيْهِ
فَجَعلَ يَذْكُرُ اللّهَ تَعالى مَا شَاءَ .
24. (1362)-
Yine Hz. Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Mescid-i Haram'dan çıkıp Safâ'ya
yönelirken: "Allah'ın başladığı ile başlayalım" deyip (sa'ye) Safâ' dan
başladığnı gördüm." [Muvatta, Hacc 42, (5, 374); Tirmizî, Hacc 38, (862); Nesâî,
Hacc, 163 (5/235), 168 (5/237). Bu mânâda Müslim'de de gelmiştir: Hacc 147,
(1218). Keza Ebû Dâvud'da Menâsik 57, (1905); ibnu Mâce, Menâsik 84, (3074).]
Rezîn, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh)'den naklen şu ilâvede bulundu: "Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm), Safâ'ya çıkınca oradan Beytullah'a baktı, ellerini
kaldırıp dilediği şekilde Allah'ı zikretmeye koyuldu."
AÇIKLAMA:
Hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Veda haccını anlatırken, Tavaf'tan
sonra "Sa'y" safhasına geçiş ânını tasvir etmektedir. Rivâyetin Tirmizî'deki
vechi daha açıktır: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Mekke'ye gelince
Beytullah'ı yedi kere tavaf etti. Sonra:
َواتَّخَذَوا مِنْ مَقَامِ اِبْرَاهِيمَ مُصَلَّى
"Makam-ı İbrahim'den bir namazgah edinin." (Bakara 125) âyetini okudu. Makam'ın
gerisinde namaz kıldı. Sonra Haceru'l-Esved'e gelip istilâmda bulundu. Sonra da:
"Allah'ın başladığı ile başlıyoruz" dedi ve Safâ'dan başlayıp şu âyeti okudu:
اِنَّ الصَّفَا وَالْمَرْوَةَ مِنْ شَعَائِرِ اللّهِ
"Şüphesiz Safâ ve Merve, Allah'ın
şeâirindendir" (Bakara 158)
*
"Allah'ın başladığı" ifadesinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) âyet-i
kerimeye işaret buyurmuştur. Zîra âyette önce "Safâ" zikredilmiştir.
* Şeâir, Şaîre kelimesinin cem'idir. Alâmet mânasına gelir.
Allah'ın şeâiri: Allah'a ibadet etmeye vesile olan nişane ve alâmetler demektir.
Mü'minler onlara gösterecekleri hürmetle kâfirlerden ayrılır.
ـ25ـ وعن ابن عباس رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]لَيْسَ السَّعْىُ في بَطْنِ
الْوَادِى بَيْنَ الصَّفَا وَالمَرْوَةِ سُنَّةً، إنَّمَا كانَ أهْلُ الجَاهِليَّةِ
يَسْعَوْنَهَا وَيَقُولونَ: َ نُجِيزُ الْبَطْحَاءَ إَّ شَدّاً[. أخرجه البخارى.
»الشَّدُّ« العدو. والمراد »بِالبَطْحَاءِ« ههنا: بَطْن المسعى .
25. (1363)-
İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Safâ ile Merve arasında, vâdinin
dibinde koşmak sünnet değildir. Burada cahiliye ehli koşar ve şöyle derdi:
Bathâ'yı (vadinin dibini) biz ancak koşarak geçeriz." [Buhârî, Menâkıbu'l-Ensar
26.]
AÇIKLAMA:
İlk bakışta, İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) burada, sa'yin sünnet olmadığını
söylemektedir. İbnu't-Tîn gibi bazı şârihler, bu ifadesiyle İbnu Abbâs'ın
Cumhur'a muhalefet ettiğini belirtirler. Nitekim 1360 numaralı hadisin
açıklamasında da belirttiğimiz üzere sa'y Cumhu'ra göre farzdır. Vacibve sünnet
diyen de olmuştur.
Ancak İbnu Hacer der ki: "İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) burada sa'yin aslını
inkâr etmiyor, hızlı koşmanın olmadığını söylemek istiyor. Bu da zâten farz
değildir....
Safâ ile Merve arasındaki sa'yin esası Hz. Hacer'e dayanır. Bununla ilgili
rivayet de İbnu Abbâs'a ait. Öyle ise, İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'ın,
cahiliye devrine nisbet ettiği başlangıç, "hızlı koşma"nın başlangıcıdır. Eğer
İbnu Abbâs, "Sünnet değildir" hükmüyle "Sa'y müstehab değildir" demek istemişse
bu sözüyle Cumhur'un ittifak ettiği bir hususa muhalefet etmiştir, tıpkı
tavafta remelin müstehab oluşunu inkâr etmesi gibi. İbnu Abbas (radıyallahu
anhümâ)'ın sünnet'le, şer'î yolu (ettarikatu'şşer'iyye) kastedmiş olması da
muhtemeldir. Nitekim "sünnet" kelimesi, sıkca farz kılınan şeye (mefruz) ıtlak
olunur. Öyle ise İbnu Abbâs usulcülerin ıstılahındaki "sünnet"i kasdetmiştir.
Usulcüler sünnet deyince matlub olduğu bir delille sâbit olmakla birlikte
terkeden kimseye günah terettüp etmeyen şeyi anlar."
ـ26ـ وعن صَفِيَّةِ بنت شيبة. ]أنَّ امْرَأةً قَالَتْ: رَأيْتُ رسول اللّه #
يَمْشِى في بَطْنِ المَسِيلِ يَقُولُ: َ يُقْطَعُ الْوَادِى إَّ شَدّاً[. أخرجه
النسائى .
26. (1364)-
Safiyye Bintu Şeybe anlatıyor: "Bir kadın dedi ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu
vesselâm)'ı, Safâ ve Merve tepeleri arasındaki vâdinin dibinde "Vadi ancak
koşularak katedilir" diyerek yürürken gördüm." [Nesâî, Hacc 177, (5, 242);
İbnu Mâce, Menâsik 43, (2987).]
ـ27ـ وعن الزهرى قال: ]سَألُوا ابْنَ عُمَرَ رََضِىَ اللّهُ عَنْهُما. هَلْ رأيْتَ
رسول اللّه # رَمَلَ بَيْنَ الصَّفَا وَالْمَرْوَةِ؟ فقَالَ: كانَ في جَمَاعَةٍ
ِمِنَ النَّاسِ فَرَمَلُوا فَمَا أَرَاهُمْ رَمَلُوا إَّ بِرَمَلِهِ[. أخرجه
النسائِى .
27. (1365)-
Zührî (merhum) anlatıyor: "İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'e sordular:
"Sen Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı Safâ ile Merve arasında remel
yaparken (hızlı koşarken) gördün mü?"
"Evet, dedi. İnsanlardan bir cemaatle birlikteydi. Hep birlikte koşuyorlardı.
Ben onları onun koşusuyla koşuyor görüyordum." [Nesâî, Hacc, 175, (5, 242).]