Kütübü Sitte

KASAS SÛRESİ

 

ـ1ـ عن سعيد بن جبير قال: ]سألتُ ابنَ عبّاسٍ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. أىّ ا‘جَلَيْنِ قَضَى مُوسى؟ فقَالَ: قَضى أكْثَرَهُمَا وَأطْيَبَهُمَا، إنَّ رسولَ اللّه #: إذا قالَ فَعَلَ[. أخرجه البخارى.

 

1. (729)- Sâid İbnu Cübeyr  anlatıyor: İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ)'a: "Hz. Musa iki müddetten hangisini ödedi?" diye sordum da, bana şu cevabı verdi:"O en çok, en güzel olanı ödedi (tamamladı). Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) söyledi mi yapardı." [Buharî, Şehâdât 28.][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Rivayetin Buhârî'deki aslında belirtildiği üzere bu soruyu Hireli bir Yahudi, Said İbnu Cübeyr'e sorar, cevap veremez. Mekke'ye gidip İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ)'a sorar. Burada sorulan iki ecelden maksat şu âyette işaret edilen eceldir: "(O zât Musa'ya) dedi ki: Bu iki kızımdan birini -sen bana sekiz yıl ecirlik etmek üzere- sana nikâhlamak istiyorum. Eğer (hizmetini) on yıla tamamlarsan o da kendinden. (Bununla beraber arzu etmem ki sana zorluk çektireyim. İnşaallah beni sâlihlerden bulacaksın. (Mûsa) dedi ki; "O seninle benim aramdadır. Bu iki müddetten hangisini ödersem demek ki bana karşı bir husumet yok. Allah da şu dediğimizin üstünde bir vekil" (Kasas 27-28).

İbnu Abbâs'ın verdiği cevap şahsî açıklaması, yani mevkuf hadis gözükmektedir. Halbuki temas ettiği mesele ictihâda, şahsî kanaata müteallik bir mesele değildir. Bu durumda iki ihtimal var:

1- Ya Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den duymuş olduğu bir  açıklamadır.

2- Ya da Ehl-i Kitap'tan işitiği bir rivayete dayanmaktadır.

Bu noktada ulemâ der ki: İbnu Abbas'ın bu ve benzeri sözleri ref'e hamledilir, yani hükmen merfudur, yani Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'den işitmiş bulunduğu bir yorumdur. Çünkü, İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) Ehl-i Kitab'ın rivayetlerine itimad etmez, israiliyata yer vermez, iltifat etmezdi. Başkalarını da bu hususta uyarmıştır. Bununla ilgili mevsuk rivayetler Buharî ve diğer kitaplarda mevcuttur.

Mamâfih bu cevabın merfu olduğunu te'yid eden bir rivayet Taberanî'nin Mu'cemu'l-Evsat'ında gelmiştir. Orada bu meseleyi Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Cebrail'e sormuş, cevabı ondan almıştır. Bu rivayette "en çok.." yerine "en tam olanı, on yılı (tamamladı)" denilmektedir.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) söyledi mi yapardı" ifadesinde, Resûl'le herhangi bir peygamber kastedilmemiştir, mutlaktır. Yani şöyle anlamak gerekir: "Allah'ın herhangi bir resûlü söz verdi mi yapar, artık sözünde durur mu durmaz mı diye hakkında şüphe caiz değildir."

Bazı rivayetlerde gelen ziyadeye göre Said İbnu Cübeyr, bu cevabı soru sahibi Yahudiye ulaştırınca, O: "Arkadaşınız gerçekten âlimmiş" der.[2]

 

ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. في قوله تعالى: ]إنَّكَ َ تَهْدِى مَنْ أحْبَبْتَ. قَالَ: نَزَلتْ في رسولِ اللّه # حَيْثُ يُرَاوِدُ عَمَّهُ أبَا طَالِبٍ عَلَى ا“سْمِ[. أخرجه مسلم والترمذى .

 

1. (730)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), "(Ey Muhammed) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, ama Allah dilediğine hidayet verir" (Kasas 56) âyeti hakkında şunu söylemiştir: "Bu âyet Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, amcası Ebu Talib'in İslâm'a girmesini ısrarla istemesi üzerine nazil oldu." [Müslim, İman 41 42, (25); Tirmizî, Tefsir, Kasas (3187).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu ayetin, Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in amcası ile alakalı olarak nazil olduğunda müfessirler icma ederler.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm),  amcası Ebu Tâlib'i çok seviyordu ve bunun da sebepleri vardı. Şöyle ki: Ebu Talib, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i daha dedesi Abdulmuttalib'i kaybettiği günden beri koruyup himaye etmiş idi. Yani sekiz yaşında, yetim iken onun müşfik ve samimi himayesinden istifadeye başlamıştı. Amcasına gönlünde müstesna bir sevgi ve hürmet ayırması için bu yeterli bir sebepti. Halbuki, onun esas himayesi, risalet  hayatından sonra başlayacaktır. Ebu Talib, Kureyş'in ileri gelen itibarlı büyüklerinden biri olarak Mekke'de herkesten saygı görüyordu ve hatırı sayılıyordu. Onun an'ane icabı âlî olan hatırına hürmeten müşrikler, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in irşadî faaliyetlerinden son derece rahatsız olsalar da fazla ses çıkaramıyorlardı. En ziyade feveran ettikleri anlarda gelip Ebu Talib'e şikâyet ediyorlardı.

Hamisi olmayan ilk Müslümanlara en ağır hakaret ve işkenceler uygulanırken Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Ebu Talib'in himayesi sayesinde bu safhayı daha hafif atlatıyordu.

Mekkeli müşriklerin, "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i kendilerine teslim edinceye kadar devam etmek üzere aldıkları boykot kararına Ebû Talib'in boyun eğmeyip direnmesi ayrı bir civanmertlik örneğidir ve Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) tarafından samimiyetle sevilmesine bir başka ciddi sebeptir. Hiçbir başka şey olmasa bile bu başlı başına yeterli bir sebepti. Yıllarca süren alışveriş, evlenme, konuşma, gidipgelme gibi her çeşit beşerî münasebetleri yasaklayan bu boykot fevkalade büyük sıkıntılara sebep olmuştu. Meselâ maruz kalınan kıtlık öylesine had bir safhaya ulaşmıştı ki, insanlar yolda  buldukları kurumuş deri parçalarını tavlayıp, kaynatıp yiyorlardı.

İşte Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bu, himayecisi olan amcasının Müslüman olmasını istiyordu.

O, İslâm'a yanaşmıyordu. Onun himayesi dinî hamiyetten değil, akrabalık gayretinden geliyordu.

Sonunda hastalandı ve ölüm döşeğine düştü. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) başucundan ayrılmıyor ve her fırsatta: "Ey amcacığım, Lâilahe illallah de, ben onunla, kıyamet günü senin için şehâdet edeyim" diye tekrar etti.

Ancak, Ebu Tâlib'in başından ayrılmayan Ebu Cehil ve Abdullah İbnu Ebi Umeyye de arkadan:

"- Ey Ebû Talib, Abdulmuttalib'in dininden dönmek mi istiyorsun?" diye müdahale edip ayıplıyorlardı.

Ebu Talib: "Kureyş beni ayıplayarak, Ebu Talib'i buna korku sevketti demeseler, seni mutlaka memnun ederdim" dedi. Fakat imanı ikrar etmedi, sahih rivayetler onun; Abdulmuttalib'in dini üzere olduğunu söyleyerek öldüğünü belirtir.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in bu durum karşısında ızdırabı, üzüntüsü büyük olmuş ve şöyle demiştir: "İyi bil, vallahi, yasaklanmadığım müddetçe senin kurtuluşun için istiğfardan geri kalmayacağım".

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu sözü üzerine Cenab-ı Hakk: "Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, Allah dilediğine hidayet verir" meâlindeki âyeti inzal buyurur.

Bir başka rivayette Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) amcasına şöyle hitabetmiştir:

"Ey amcacığım! Şurası muhakkak ki, üzerimde en ziyade hakkı bulunan insan sensin. Ben en son senden nimet gördüm. Senin, üzerimdeki hakların,  babamınkinden daha çoktur. Öyle ise bir kelime söyle ki, kıyamet gününde onun vesilesiyle şefaatim sana vacib olsun."[4]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/156.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/156-157.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/157.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/157-159.