Kütübü Sitte

İKİNCİ FASIL

 

KIRAATLAR HAKKINDA ÇEŞİTLİ HADİSLER

 

 

ـ1ـ عن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رسولَ اللّه # وَأبَا بَكْرٍ وَعُمَرَ وَأُرَاهُ قَالَ وَعُثْمَانَ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُم كانُوا يَقْرَءُونَ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ بِا‘لفِ[. أخرجه أبو داود والترمذى.وزاد أبو داود: وَأوَّلُ مَنْ قَرَأ مَلِكِ مروان .

 

1. (923)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), Hz.Ebu Bekir, Hz. Ömer -ve öyle zannediyorum Osman da demişti- (radıyallahu anhüm ecmain) Fâtiha sûresinin dördüncü âyetinde geçen,  مَالِكِ    kelimesini  مَلِكِ    diye değil, elifli olarak    مَالِكِ  diye okuyorlardı." [Tirmizî, Kırâ'at 1, (2929); Ebû Davud, Huruf 1, (4000).][1]

 

AÇIKLAMA:

 

Tirmizî'de tâlik olarak, Ebu Dâvud'da ise müsned olarak kaydedilen bir ziyade Mâlik   مَالِكِ  'i Melik  مَلِكِ  şeklinde elifsiz olarak ilk okuyanın Mervan olduğu belirtilir. Şârihler -Begavî'den  naklen-  şu bilgiyi kaydederler: "Asım, el Kisâî ve Yakub bunu Mâlik   مَالِك   diye, diğer Kurrâ ise Melik   مَلِكِdiye okumuşlardır. Bir kısım âlimler her iki okuyuşun mânaca bir olduklarını söylemiştir."

İmâdu'd-Din İbnu Kesir de Tefsir'inde şu bilgiyi verir: "Kurrâ'lardan bazıları   مَلِك يوْمِ الدّينِ   diye okudu; bir kısmı da    مَالِك   diye okudu. Her ikisi de sahih ve  mütevatir kıraattir, kıraat-ı seb'a'ya dâhildir. Lâm'ı kesra ve sükun üzere okuyan da olmuştur. Keza   مَلِيك   şeklinde de okunmuştur. Nâfi, kef'in  kesresini işbâ edip (uzatıp)   مَلِكِى يوْم الدين  diye okumuştur. Bu okunuşlardan birini tercih eden, mana yönüyle her ikisini de kabul etmiştir. Her iki okuyuş da sahihtir, güzeldir."[2]

 

ـ2ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قال رسولُ اللّه #: قالَ اللّهُ عزّ وَجَلّ لَبَنِى إسْرَائِىلَ: ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّداً وَقُولُوا حِطَّةٌ تُغْفَرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ. يعنى بالتاء المثناة فوق[ .

 

2. (924)- Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Zülcelâl Hazretleri Benî İsrail'e şöyle emretti: "Şu kasabaya kapısından secde ederek girin ve hıtta (20) deyin de günahınız affedilsin" yani   تغفر  şeklinde" (Bakara 58). [Ebu Davud, Huruf 1, (4006).][3]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada, âyette geçen   تُغْفَر   kelimesinin imlâsı ve dolayısıyla okunuşu hakkında farklı bir rivayet görülmektedir. Bu okuyuş İbnu Âmir kıratine uygundur. Nâfi aynı kelimeyi   يُغْفر    diye okumuş, İbnu Kesir, Ebu Amr, Âsım, Hamza ve Kisâî ise   نَغْفِرُ  diye okumuşlardır.  Mâna, sonuncu şekilde "...affedelim" olur,  öncekilerde "...affedilsin" idi.[4]

 

ـ3ـ وعن جابر رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنَّ النَّبىَّ # قرَأ: وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ إبْرَاهِيمَ مُصَلّى: بكسر الخاء[ .

 

3. (925)- Hz.Câbir (radıyallahu anh) anlatıyor, "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): "Siz de İbrahim'in makamından bir  namazgâh edinin" (Bakara, 125) meâlindeki âyette geçen   وَاتَّخِذُوا   kelimesini "hı" harfi kesreli olacak şekilde   وَاتَّخِذُوا  diye okudu." [Ebu Dâvud, Huruf 1, (3969); Müslim, Hac 147, (1218).][5]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu kesreli okunuş, İbnu Kesir, Ebu Amr, Âsım, Hamza ve Kisâî  kıraatine uygundur. Nâfi, İbnu Amir ise   وَاتَّخَذُوا  diye hı'yı fethalı okurlar. Birinci okuyuşta[6] emir sigası sözkonusudur, ikinci okunuş ise mâzi fiildir ve haberdir. Mâna farklılığı, üzerinde  durmaya değmeyecek kadar azdır.[7]

 

Tirmizî ve Ebu Dâvud'da bu rivayet Hz. Enes'in rivâyeti olarak gelmektedir. Teysîr, İbnu Abbas rivâyeti göstermekte hatalıdır.kitapta burası yok.

 

 ـ4ـ وعن زيد بن ثابت رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنّ رسولَ اللّه #: كانَ يَقْرَأُ غَيْرَ أولى الضّرَرِ بنصب الراء[. أخرج الثثة أبو داود .

 

4. (926)- Zeyd İbnu Sâbit (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Nisâ sûresinin 95. âyetinde geçen   غيْر اولى الضرر والمجاهدون   ibaresindeki   غير   kelimesini   غََيْرَ şeklinde yâni re'yi üstün olarak okumuştur." [Ebu Davud, Huruf 1, 3975.][8]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu şekilde okunuş, Nâfî, İbnu Âmir, Kisâî vs. bazılarının okuyuşuna uygundur. Ancak İbnu Kesir, Ebu Amr ve Hamza bunu غَيْرُ   diye  ref'le okumuşlardır. Şâz bir rivayette de  غَيْرِ  diye gelmiştir.   غَيْرُolunca âyette geçen   قاعدون   (evde kalanlar) kelimesine sıfat olur. Âyetin mânâsı: "Müminlerden, özür sahibi olmaksızın (evlerinde) oturanlarla Allah yolunda mallarıyla , canlarıyla savaşanlar bir olmaz",   غَيْرَ  olunca, âyette geçen   قاعدون  (evde kalanlar) kelimesine hal veya istisna olur. Bu durumda âyetin mânâsı: "Mü'minlerden, özür sahibi olmadığı halde evde oturanlarla -veya özür sahibi olanlar hâriç, evde oturanlarla- Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar bir olmaz..." şeklinde olur. Görüldüğü üzere mânada fark olmuyor.[9]

 

ـ5ـ وعن معاذ بن جبل رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنَّ النَّبىَّ # كانَ يَقْرَأ هَلْ تَسْتَطِيعُ رَبَّكَ[. أخرجه الترمذى .

 

5. (927)- Hz. Muâz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "O vakit havariler: "Ey Meryemoğlu İsa, Rabbin bizim üstümüze gökten bir sofra indirebilir mi?.." (Maide 112) meâlindeki âyeti,   هل تَسْتَطِيعُ رَبَّك  diye okuyordu." [Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2931).][10]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıda, âyetten kaydedilen ibârenin belirtilen şekilde okunuşu Kisâî'nin kıraatidir. Bu şekli ile ayet, "...Rabbinden (sofra indirmesini) isteyebilir misin?" mânâsına gelir. Diğer kurralar âyeti şöyle okumuşlardır:   هَلْ يَسْتَطِيعُ رَبُّكَ 

"...Rabbin (bize sofra indirmeye) muktedir midir?.." [11]

 

ـ6ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهما ]أنَّ النَّبىَّ #: كَانَ يَقْرَأ وَالعَيْنُ بِالْعَيْنِ بالرفع في ا‘ولى[. أخرجه أبو داود والترمذى .

 

6. (928)- Hz. Enes (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kısas âyetinde geçen   والعين بالعين   ibaresini   وَالعَيْنُ بِالْعَيْن  diye birinci kelimeyi ötüreli okurdu." [Tirmizî, Kırâ'at 1, (2930); Ebu Davud, Huruf 1, (3976, 3977).][12]

 

AÇIKLAMA:

 

Bağavî'nin açıklamasına göre, Kisâî   العَيْن  kelimesini ve âyette ondan sonra sayılan uzuvları hep ref okumuştur.

İbnu Kesîr, İbnu Âmir, Ebu Câfer ve Amr sadece    والجروح  kelimesini merfu okumuştur.

Diğer kurrâlar ise hepsini   النفس  kelimesinde olduğu gibi nasb okumuşlardır. Âyetin tamamı şöyle:

 

 وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَاَنْفَ بِاَنْفِ وَا‘ذُنَ بِا‘ُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ وَالجُرُوحَ قِصَاصٌ

"Orada onlara cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dişle  ve yaralara  karşılıklı ödeşme (kısas) yazdık" (Mâide 45).

Kisâî'yi,  العين  kelimesi ile ondan sonraki gelenleri merfu okumaya götüren husus, kelimenin önündeki vav'ı, âmil'e iştirak'a değil, sonraki cümlelerin atfına hamletmiş olmasıdır.   كَتَبْنَا لهم   "onlar için yazdık" ibaresini, "onlara söyledik ki" şeklinde te'vil edip, cümleleri teker teker sayınca, Kisâî'nin kıraatindeki mânâ, diğerlerinin nasb üzere okumalarındaki mânâya kavuşur, fark kalmaz. Böylece   الجُروحُ   kelimesini merfu okuyanların nokta-i nazarları da anlaşılmış olur."[13]

 

ـ7ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رسول اللّهِ #: كانَ يَقْرَأ قُلْ بِفَضْلِ اللّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذلِِكَ فَلْتَفْرَحُوا بِالتاء[. أخرجه أبوداود .

 

7. (929)- Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Yunus sûresinde geçen, "De ki: "Bunlar, Allah'ın bol nimeti ve rahmetiyledir. Buna sevinsinler..." (58. âyet) meâlindeki,   قُلْ بِفَضْلِ اللّهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذَلِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ   

âyetinin   فليفرحوا    kelimesini   فَلْتَفْرَحُوا    şeklinde "te" ile okurdu." [Ebu Davud, Huruf 1, (3981).][14]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu okuyuş Katâde, Ebû Âliye gibi bazılarına aittir. Hafs kıraatında   فليفرحوا هو خير مما يجمعون   şeklindedir.  فليفرحوا    ve   يجمعون  kelimelerinde "ye" harflerinin "te" olması zamirleri değiştirir. Hafs kıraatında mânâ yukarıdaki meâlde görüldüğü üzere, "...sevinsinler... topladıklarından"  iken, Ebû Âliye kıraatında "...sevininiz...topladığınızdan" olur. Mânâ netice itibariyle aynı kalmaktadır.[15]

 

ـ8ـ وعن أسماء بنت يزيد وأم سلمة رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. ]أنَّ رسول اللّه # كانَ يَقْرَأ إنَّهُ عَمِلَ غَيْرَ صَالِحٍ[. أخرجه أبو داود والترمذى .

 

8. (930)- Esma Bintu Yezid ve Ümmü Seleme (radıyallahu anhümâ)' nin anlattıklarına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hud sûresinde geçen   إنَّهُ عملٌ غَيْرُ صَالحٍ   âyetini şöyle okumuşur:     إنَّهُ عَمِلَ غَيْرَصَالِحٍ  [Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2932); Ebu Davud, Huruf 1, (3982, 3983).][16]

 

AÇIKLAMA:

 

Âyet, Hz. Nuh'un oğlunu tavsif eder: "(Allah: "Ey Nuh! O senin âilenden sayılmaz); çünkü kötü bir iş işlemiştir..." (Hud 46). Bu âyeti İbnu Kesir, Nâfi, Ebu Amr ve İbnu Âmir   عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ   şeklinde okumuşlardır. Kisâî ise   عَمِلَ غَيْرُ صَالِح   şeklinde okumuştur. Mâna  değişmez.[17]

 

ـ9ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنَّهُ قَرَأ هِيْتَ لَكَ؛ و: بَلْ عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ يعنى بالنصب[. أخرجه البخارى وأبو داود .

 

9. (931)- İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh)'dan anlatıldığına göre, Yusuf sûresinde geçen "gelsene" mânasındaki   هَيْتَ لَكَ   ibaresini   هِيتَ لَكَ   diye okumuş. Kezâ Saffât sûresinde geçen   بل عجبْت ويسخرون  âyetini de    بل عَجِبْتَ وَيَسْخَرُونَ   diye nasb hâlinde okumuştur. [Buhârî, Tefsir, Yusuf 4; Ebu Davud, Huruf 1, (4005). [18]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıdaki rivayetin muhtelif vecihleri mevcuttur. Birine göre, Abdullah İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'a: "Halk Yusuf sûresindeki 23. âyeti   هِيتُ لَكَ   diye okuyorlar, (sen ne dersin?)" diye soru vâki olmuştur. Bu soru üzerine İbnu Mes'ud: "Ben bana öğretilen şekilde okuyorum, bu daha hoşuma gidiyor, âyet şöyle:   وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ  demiştir.

Rivâyette, ayrıca Saffât sûresinin 12. âyetini okuyuşu da belirtilmiştir. Çünkü   عجبت   kelimesindeki "te" harfinin iki okunuşu var: İbnu Kesir, Nâfi, Asım, Ebu Amr, İbnu Âmir   عَجِبْتَ   şeklinde fetha ile okurken; Hz. Ali, İbnu Mes'ud, Ebu Abdirrahman es-Sülemî, İkrime, Katâde, en-Nehâî, A'mes, İbnu Ebî Leylâ, Kisâî, vs. bir çoğu da merfu olarak   عَجِبْتُ   şeklinde okumuşlardır. İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'un da   عَجِبْتُ  diye okuyanlar arasında ismi zikredilir. Bu durumda Teysir'in nasb olarak göstermesi bir hatadır.[19]

 

ـ10ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْه. ]أنَّ رسول اللّه # قَرَأ قَدْ بَلَّغْتَ مِنْ لَدُنِّى عُذْراً مُثَقّلَةً[ .

 

10. (932)- Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) Kehf sûresinin 76. âyetini   بَلَغْتَ مِنْ لَدُنِّى عُذْراً   şeklinde, (yani   لَدُنّىِ  kelimesindeki "nun"u) şeddeli olarak okudu." [Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2934); Ebû Dâvud, Huruf 1, (3985, 3986).][20]

 

AÇIKLAMA:

 

Bağâvî'nin belirttiğine göre, Ebu Câfer, Nâfi ve Ebu Bekr  مِنْ لَدُنِى   şeklinde "nun"u şeddesiz okumuşlardır. Diğer kurrâlar   مِنْ لَدُنِّى  şeklinde "nun"u şeddeli okumuşlardır. Hz. Übey şeddeli demiştir.[21]

 

ـ11ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْه ]أنَّ رسولَ اللّهِ #: قَرَأ في عَيْنٍ حَمِيئةٍ[ أخرجهما أبو داود والترمذى .

 

11. (933)- Hz. Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Kehf sûresinin 86. ayetinde geçen   فى عين حمئة   ibaresindeki   حمئة   kelimesini   حمئة  şeklinde, hafif olarak okumuştur." [Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2935); Ebu Davud, Huruf 1, (2976).] [22]

 

AÇIKLAMA:

 

Ebu Davud'un rivayetinde İbnu Abbas şöyle der: "Übey, bana bunun okunuşunu Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın kendisine öğrettiği şekilde öğretti."

Tirmizî der ki: "Sahih olanı, bunun, İbnu Abbas'ın kendi kıraatı diye rivâyet edilmiş olanıdır. Zîra, rivâyet edildiğine göre, İbnu Abbâs ile Amr İbnu'l-As (radıyallahu anhümâ), bu âyetin okunuşunda ihtilâfa düştüler ve bu yüzden Ka'bu'l-Ahbâr'a müracaat ettiler. Eğer İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) da, Hz. Peygamber'den bir rivâyet olsaydı onunla yetinir, Ka'b'a muhtaç olmazdı."   حمئة  'nin okunuşuna gelince, İbnu Abbas bunu  حمئة   şeklinde okumuştur. İbnu Âmir, Hamza, Kisâî, Ebu Bekr (an Âsım)   حامية  diye okumuşlardır. Amr, Ali, İbnu Mes'ud, Zübeyr, Muâviye, Ebu Abdirrahman, Hasan, İkrime, Nehâî, Katâde, Ebû Ca'fer, Şeybe, A'meş hemze koymazlar.

Zeccâc der ki: "Kim   حمئة   okursa "kara balçıklı bir su kaynağı" anlar, kim de   حامية  okursa "hârre (sıcak)" anlar: Nitekim su  kaynağı, sıcak ve balçıklı olabilir."

İmâduddin İbnu Kesîr, tefsirinde her iki okuyuşla ortaya çıkan mânânın birbirine muvafık düştüğünü belirtir ve gerekli açıklamayı yapar.[23]

 

ـ12ـ وعن عمران بن الحصين رَضِىَ اللّهُ عَنْهما ]أنَّ رسولَ اللّه #: قَرَأ وترى النَّاسَ سَكَارَى وَمَا هُمْ بِسَكَارَى[. أخرجه الترمذى .

 

12. (934) İmrân İbnu'l-Husayn (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hacc sûresinin ikinci âyetini şöyle okudu:    وَترَى الناسَ سُكارَى وَمَاهُمْ بِسُكارَى  [Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2942).][24]

 

AÇIKLAMA:

 

İmrân (radıyallahu anh)'ın rivayet ettiği yukarıdaki kıraat Cumhur'un kıraatıdır. Bu âyetin bir de   وترى الناس سُكْرَى وَمَاهُمْ بِسُكْرَى  şeklinde İbnu Mes'ud'dan rivayet edilen okunuşu vardır. Hamza ve Kisâî kıraatleri bu okunuşu benimsemişlerdir. Ferra bu okuyuşun helkâ (helâk olmuşlar) ve cerhâ (yaralılar) örneğinde bir cemi şekli olduğunu belirtir. [25]

 

ـ13ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها. قالَتْ: ]قَرَأ عَلَيْنَا رسول اللّه # سُورةٌ أنْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا، يعنى محففة الراء[. أخرجه أبو داود .

 

13. (935)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) validemiz, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Nur sûresinin 1. âyetini, kendilerine  سُورَةٌ انْزَلْنَاهَا وَفَرَضْنَاهَا   şeklinde -yani   فرضناهاkelimesinde şedde olmaksızın- okuduğunu söylemiştir. [Ebu Davud, Huruf 1, (4008).][26]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu âyeti, kurrânın ekseriyeti rivayette görüldüğü şekilde şeddesiz olarak   فرضْناها  diye okumuştur: İbnu Mes'ud, Ebu Abdirrahman es-Sülemî, Hasan, İkrime, Dahlâk, Zührî, Nâfî, İbnu Âmir, Asım, Hamza, Kisâî... vs.

Ancak İbnu Kesîr ve Ebû Amr da  فرّضناها diye şeddeli okumuşlardır.

Zeccâc der ki: "Şeddeli okuyunca iki durum sözkonusudur:

1- Çokluk ifade eder, yani; "Biz bu sûrede pekçok farzlar kıldık."

2- "Biz bu sûredeki helâl ve haram nev'inden bulunan şeyleri açıkladık."

Şeddesiz okuyunca mânâ şöyle olur: "Bu sûrede farzedilenlerle  amel etmeye sizi mecbur kıldık."

Zeccâc'dan başkası da şöyle demiştir: "Şeddeli okuyunca: "Bu sûredeki farzları tafsil edip (açıkladık)", şeddesiz okuyunca: "Bu sûrede bulunanları farz kıldık" manası anlaşılır."[27]

 

ـ14ـ وعنها رَضِىَ اللّهُ عَنْها ]أنّها كَانَتْ تَقْرَأ: إذْ تَلِقُونَهُ بِألْسِنَتِكُمْ، وتقول: الولْقُ الكذبُ[. أخرجه البخارى .

 

14. (936)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ)'nin, Nur sûresinin 15. âyetini şöyle okuduğu   إذْ تَلِقُونَهُ بِاَلْسِنَتِكُمْ   ve  تَلِقُونَ  kelimesinin kizb (yalan) mânasını taşıyan  اَلْوَلْق  masdarından geldiğini "söylediği" rivayet edilmiştir. [Buhârî, Tefsir, Nur 8; Meğâzî 33.][28]

 

AÇIKLAMA:

 

Âyette geçen   تلقونه  kelimesi Cumhur'un kıraatinde   تَلَقَّوْنَهُ  şeklindedir. Sâdece Übey İbnu Ka'b, Hz. Aişe (radıyallahu anhümâ), Mücâhid ve Ebû Hayve'nin kıraatlerinde   تَلِقُونَهُ  şeklindedir. [29]

ـ15ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهما. ]أنَّهُ قَرَأ عَلى رسولِ اللّهِ # مِنْ ضِعْفٍ: فقالَ مِنْ ضُعْفٍ[. أخرجه أبو داود والترمذى .

 

15. (937)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ)'den yapılan rivayete göre Rum sûresinin 54. ayetinde geçen   من ضعف   kelimesini Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e   منْ ضِعْفٍ   diye okumuş, ancak Resûlullah, kendisine, "   مِنْ ضُعْفٍ  olacak" demiştir. [Ebu Dâvud, Huruf 1, (3938, 3979); Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2937).][30]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu âyet, Kur'ân-ı Kerim'de şöyle geçer:

  اللّه الَّذي خَلَقَكُمْ مِنْ ضَعْفٍ ثمّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ ضَعْفٍ قُوَّةً ثُمّ جَعَلَ مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ ضَعْفاً وَشَيْبَةً

"Sizi güçsüz olarak yaratan, güçsüzlükten sonra kuvvetli kılan, sonra da kuvvetliliğin ardından güçsüz ve ihtiyar yapan Allah'tır."

Âyette geçen   من بعد ضعف ، من ضعف   ve   ضعفا   kelimelerinin okunuşlarında ihtilâf edilmiştir. Kurrâdan Asım ve Hamza her üçünde de dad harfini fetha okumuşlardır:   ضَعف   şeklinde Hafs'ın okuyuşunda ihtilâf edilmiştir. Ubeyd ve Amr onun Âsım'a muhalif olarak her üçünü de damme okuduğunu rivâyet ederler. Başka rivayetlerde ise fetha okuduğu belirtilmiştir. Hülasa Hafs'tan  hem  fetha ve hem de  damme sahih rivayetlerle sübût bulmuştur:   ضعف    Geri kalan kurrâ ise üçünü de damme  ضُعف okumuştur.

Her ikisi de "zayıf olmak" mânasında mastardır, mâna yönünden fark mevzubahis değildir.[31]

 

ـ16ـ وعن يعلى بن أمية رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]سَمِعْتُ رسول اللّه # يَقْرَأ عَلى المِنْبَرِ وَنَادَوْا يَا مَالِكُ. قَالَ أبو داود يعنى ب ترخِيمٍ. قال سفيان في قراءة عبداللّهِ. ونَادَوْا يَا مَالٍ مُرَخّماً[. أخرجه ا‘ربعة إ النسائى .

 

16. (938)- Ya'lâ İbnu Ümeyye (radıyallahu anh) anlatıyor: "(Zuhrûf sûresinin 77. âyetini) Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) minberde hutbe verirken   وَنَادَوْايَا مَالِكُ   şeklinde okurken işittim."

Ebu Davud der ki: "Yani (mâlik kelimesinde kısaltma) terhim olmaksızın."

Süfyân dedi ki: "Abdullah'ın kıraatında (mâlik kelimesi şöyle) kısaltmalı olarak gelmiştir:   وَنَادَوْا يَا مالِ   [Buhârî, Tefsir, Zuhruf 1, Bed'u'l-Halk 6, 10; Müslim, Cum'a 49, (871); Ebu Dâvud, Huruf 1, (3992); Tirmizî, Salât 365, (508).][32]

 

AÇIKLAMA:

 

Zuhrûf sûresinin 77. âyeti şöyledir:   وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَ قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ "Cehennemde (suçlular) şöyle seslenirler: "Ey nöbetçi (mâlik)! Rabbin hiç değilse canımızı alsın." Nöbetçi: "Siz böyle kalacaksınız" der" (Zuhruf 77).

Yukarıdaki rivayette görüldüğü üzere, âyette geçen mâlik   مالك   kelimesi bâzı kıraatlarda kısaltmaya uğramış ve sondaki "ke" harfi düşmüş ve   مَالِ  olarak okunmuştur. Böyle okuyanlar arasında Hz. Ali, İbnu Ya'mur, A'meş, Abdullah İbnu Mes'ud, Süfyan İbnu Üyeyne zikredilir.

İbnu Hacer, cehennemdekilerin terhimle meşgul olmaya vakitleri yok diyen seleften birine şu lâtif cevabın verildiğini kaydeder: "Cehennemlikler öylesine perişan ve zayıf haldedirler ki  kelimeleri kesik kesik telaffuz ederler: Mâlik deyinceye kadar Mâli der bırakırlar."[33]

 

ـ17ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]أقْرَأنِى رسولُ اللّه #: إنِّى أنَا الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ[ .

 

17. (939)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Zâriyat sûresinin 58. âyetini bana şöyle okuttu:   إنِّى أنَا الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ  "Şüphesiz ben, güç ve kuvvet sahibi, rızık vericiyim." [Tirmizî, Kırâ'ât 1, (2941); Ebû Dâvud, Hurûf 1, (3993).][34]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıdaki âyetin Cumhur'ca  benimsenmiş olan kıraatı şöyledir:

  إنَّ اللّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ

Burada, İbnu Mes'ud'un kıraatına göre mâna aynı kalsa da lafzî farklılık var. Bunun meâl-i münifi şöyledir: "Şüphesiz rızık veren, o pek çetin kuvvet sahibi Allah'ın kendisidir." Önceki kıraatta, Cenab-ı Hakk kendisini böyle tanıtmaktadır. Dikkat çekilecek bir diğer husus, A'meş'in   المتين  kelimesiniاَلْقُوَّةِ kelimesine sıfat yaparak mecrur okumuş olmasıdır. Halbuki Cumhur'un -ve de İbnu Mes'ud'un- kıraatlarında   المتين   kelimesi   ذُوص   ya sıfattır ve harekesi reftir:   المتين  şeklinde. [35]

 

ـ18ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]كانَ رسولُ اللّه # يَقْرَأ فَرُوحٌ وَرَيْحَانُ[. أخرجهما أبو داود والترمذى، وصحح ا‘ول .

 

18. (940)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Vâkıa sûresinin 89. âyetini şöyle okurdu:  فَرُوحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةٌ نَعِيمٍ 

[Tirmizî, Kırâ'ât, 1, (2939); Ebu Davud, Hurûf 1, (3991).][36]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu ayette geçen  فروح   kelimesini Cumhur   فَرَوْحٌ   diye okumuş olduğu halde, rivayette görüldüğü üzere Hz. Aişe  فَرُوح   diye okuyup re'yi merfu  kılmıştır. Ebu Bekr, Ebu Zerrîn, Hasan, İkrime, İbnu Ya'mur, Katâde, Ruveys ani'l-Ya'kub ve İbnu Ebî Süreyc ani'l-Kisâî re'yi ötüreli olarak okumuşlardır:   فَرُوحٌ    şeklinde.[37]

ـ19ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَرَأتُ على النَّبىِّ # مُذَّكِرٍ فَرَدَّهَا عَلىَّ مُدَّكِرٍ بِالدَّالِ الْمُهْمَلةِ[. أخرجه الخمسة إ النسائى .

 

19. (941)- İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: "Ben, (Kamer sûresinin 15. âyetinde geçen)   مدِّكر   kelimesini Hz.Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'e   مُذكر   diye okumuştum, düzeltip   مُدَّكِر diye okumamı söyledi." [Buhârî, Tefsir, İkterebeti's-Sâ'a 3; Müslim, Müsâfirin 280, (823); Tirmizî, Kırâ'at 1, (2938); Ebû Dâvud, Huruf 1, (3994).][38]

 

AÇIKLAMA:

 

Buradaki ihtilâf bir telaffuz ihtilâfıdır. Kelimenin aslı   ذَكَرَ   'dir. Buradan ifti'âl babına geçip    اِذْتَكَرَ   'nin ism-i fâili elde edilince   مُذْتَكِر  'e ulaşılıyor. Bunun telaffuzunu kolaylaştırmak arzusuyla idgama başvurulunca, "t" harfi ona en yakın olan "d" harfine kalbedilir. Böylece   مُذْدَكِر    kelimesi ortaya çıkar. Dal ve zâl harflerinin telâffuz yerlerinin yakınlığı sebebiyle ikisini aynı cinse çevirmek düşünülünce iki ihtimâl ortaya çıkıyor: Her ikisi de ya dal olarak, ya da zâl, yani ya   مُذّكَر   yahut da   مُدَّكِّر  denecek.

Arapça'da bu çeşit durumlara sıkça rastlanabilir. Şu  halde, âyette zikredilen kelimenin okunuş ihtilâfı bu durumdan kaynaklanıyor. Mânâya müessir değildir. Bu rivayete göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) İbnu Mes'ud (radıyallahu anh)'a   مُدَّكِّر  şeklinde okumasını söylemiştir. [39]

 

ـ20ـ وعن ابن شهاب: ]أنَّ عُمَرَ رَضِىَ اللّهُ عَنْه كانَ يَقْرَأ إذَا نُودِىَ لِلصََّةِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ فَامْضُوا إلى ذِكْر اللّهِ[. أخرجه مالك .

 

20. (942)- İbnu Şihâb anlatıyor: "Cum'a sûresinin 9. âyetini Hz. Ömer'in şu şekilde okuduğunu söylemiştir:   إذَا نُودِىَ لِلصََّةِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ فَامْضُوا إلى ذِكْرِ اللّهِ  

[Muvatta, Cum'a 5, (1, 106).][40]

 

AÇIKLAMA:

 

Rivâyetin, Muvatta'daki aslına göre İmam Mâlik, İbnu Şihâb'tan,

  يا ايُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذا نُودِىَ لِلصََّةِ مِنْ يَوْمِ الجُمُعَةِ فَاسْعَوْا اِلى ذِكْرِ اللّهِ

(meâlen): "Ey iman edenler! Cuma günü, namaz için ezan okununca, Allah'ı zikretmeye koşun" (Cum'a 9) âyeti hakkında sorunca İbnu  Şihâb, Hz. Ömer'in ayeti yukarıda kaydettiğimiz şekilde, yeni   فَاسْعَوْا   kelimesi yerine   فامضُوا  kelimesini koyarak okuduğunu söylemiştir.

Muvatta'da gelen açıklamaya göre, İmam Mâlik, sa'y   سعى  kelimesinin Kur'ân-ı Kerim'de hep amel ve fiil (iş) mânasında kullanıldığı kanaatindedir, gelmek (ikdâm) veya acele etmek (iştidâd) mânasında kullanmamıştır. Bu rivâyeti İmam Mâlik'in, sa'y'dan "koşma"yı anlayanlara karşı delil olarak kullandığı anlaşılmaktadır.Nitekim   فَامْضُوا   gidin, gelin mânasını ifade eder. Übey İbnu Ka'b ve İbnu Mes'ud'un da Hz. Ömer gibi okuduğu rivayetlerde vardır. Hattâ İbnu Mes'ud'un şöyle söylediği belirtilir: "Şayet ben   فَاسْعَوْا  diye okuyacak olsam öyle koşar, öyle koşardım ki, sırtımdaki ridâm düşerdi."

İbnu Abdilberr bu rivayetten hareketle: "Hz. Osman'ın tertibindeki Mushaf'a girmeyen şeyle, tefsirde ihticâc etmeye delil var, her ne kadar "Kitabullah için âhad'ın nakliyle ortaya çıkan sünen gibidir" denmemiş bile olsa" der.

Ebu'l-Velid el-Bâci de şunu söylemiştir: "Mushaf'a girmeyen kıraatlar, usul ulemâsından bir cemaat nezdinde âhad rivayetler durumundadır, müsned olsa da olmasa da hüküm aynıdır." Ancak diğer bir kısım âlimler: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a isnad edilenler âhad rivâyet sayılsalar da isnad edilmeyenler kârînin şahsî sözü kabul edilir, çünkü bunu tefsir maksadıyla söylemiş olma ihtimali  mevcuttur" demiştir.

Ebû Bekr İbnu't-Tîb daha açık konuşmuştur: "Onlarla kıraat câiz olmadığı gibi muhtevasıyla (şu veya bu maksadla) amel de câiz olmaz."

Daha önce 922 numaralı hadiste de bu konuda açıklama geçti.[41]

 

ـ21ـ وعن أبىّ بن كعب رَضِىَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ رسول اللّه # قال لَهُ: إنَّ اللّهَ اَمَرَنِى أنْ أقْرَأ عَلَيْكَ الْقُرآنَ، فَقَرأ عَلَيْهِ: لَمْ يَكُنِ الَّذِينَ كَفَرُوا، وَقَرَأ فِيهَا: إنَّ الدِّينَ عِنْدَ اللّهِ الحَنِيْفِيَّةُ المُسْلِمَةُ َ اليَهُودِيَّةُ وََ الْمَجُوسِيَّةُ، وَمَنْ يَفْعَلْ خَيْراً فَلَنْ يُكْفَرَهُ، وَقَرَأ عَلَيْهِ: لَوْ أنَّ بْنِ آدَمُ وَادِياً مِنْ مَالٍ َبْتَغى إلَيْهِ ثَانياً، وَلَوْ أنَّ لَهُ ثَانياً بْتَغى إلَيْهِ ثَالثاً، وََ يَمْ‘ُ جَوْفَ ابن آدَمَ إَّ التُّرَابُ، وَيَتُوبُ اللّهُ عَلى مَنْ تَابَ. أخرجه الترمذى وصححه .

 

21. (943)- Übey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine: "Allah, sana Kur'ân okumanı emretti" demiş ve Lem yekunillezîne keferû'yu ve bu sûreden olmak üzere şunu okumuştur: "Allah indindeki din muvahhid İslâm dinidir, ne Hıristiyanlık, ne Yahudilik ne de Mecûsilik değildir. Kim bir hayır yaparsa asla zâyî olmayacak."

Übey İbnu Ka'b: "Bana şunu da okudu" dedi: "Ademoğlunun bir vâdi dolu malı olsa ikincisini de arar. İkincisiyi de elde etse üçüncüsünü arar. Ademoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder." [Tirmizî, Menâkıb (3894).][42]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Bu hadis Tirmizî'nin teferrüd ettiği rivâyetlerden biridir. Tirmizî rivâyeti hasensahih olarak vasıflar. Hadis, Übey İbnu Ka'b'ın faziletiyle ilgili babta kaydedilmiştir. Übey (radıyallahu anh) Ashab içerisinde Kur'ân-ı Kerim'i en iyi okuyanların başında gelir. Hz. Ömer  عَلِىُّ أقْضَانَا وَاُبَىُّ أقْرَؤُنَا  buyurmuştur: "Ali İbnu Ebi Tâlib kadılığı (hüküm verme işini) en iyi becerenimizdir, Übey de Kur'ân'ı en iyi okuyanımız."

Übey İbnu Ka'b'ın bu yönünü Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) da takdir buyurmuş, kıraatla ilgili meselelerde Übey'e müracaat edilmesini tavsiye etmiştir. Bu rivayet, kıraat hususunda  Übey (radıyallahu anh)'in bazı eksikliklerinin giderilmesi için ilahî bir irşadla bizzat Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın ilgilendiğini göstermektedir. Yani Übey'in kıraat sahasında parlaması, otorite olması tesadüfi bir  durum olmayıp, şuurlu, sistemli bir terbiye, terbiye-i nebevî sonucudur. Ne var ki bu nebevî alâkaya liyakati hak ettirecek fıtrî kabiliyet ve alâkası var idi. Nitekim, Übey hazretleri, Resûlullah'ın sağlığında Kur'ân'ı cem'eden (baştan sona ezberleyen) mahdud  kişilerden biri idi.

Hadisin bir başka vechinde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "Allah sana Kur'ân okumanı emretti" deyince Übey hazretleri: "Allah beni andı mı?" demiş, "Evet!" cevabını alınca: "(Ben buna lâyık mıyım? veya ben  bu nimetin şükrünü ödeyebilir miyim?" diye veya sevincinden) ağlamıştır.

2- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Übey İbnu Ka'b'a okuduğu sûre 98. sûre olan Beyyine sûresidir. Ancak, Hz. Übey'in "sûreden"  diyerek, rivayet metninde kaydettiği kısım sûrede mevcut değildir. Öyle bir metin Kur'ân'ın herhangi bir sûresinde de mevcut değildir.  Ebu Bekir İbnu'l-Arabî, burada zikri geçen ibârelerin lafzı neshedilen ve fakat mânası sahih ve bâki kalan metinlerden olduğunu belirtir. Bilindiği üzere, nesh  mevzuu İslâm alimleri arasında münâkaşalı bir konudur. Neshin vak'a olarak varlığında ittifak edilmiş olmakla birlikte, "miktarı" ve "hangi ayetlerin  mensuh olduğu" hususlarında ihtilâf edilmiştir.

Bu konuda benimsenen görüşlerden biri de, "Bazı ibârelerin, hükmen bâki olmakla birlikte lâfzen neshedilip Kur'ân'dan çıkarıldığı" dır. Meselenin münakaşasına burada girecek değiliz. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz. Bu mevzu, sahih senetlerle gelen rivayetlerden hareketle en  yetkili ulemânın ulaştığı bir neticedir. Vak'a, bizzat Resûlullah'ın sağlığında cereyan etmiştir. Lâfzen neshin varlığını söylemek Kur'ân'dan eksiltme yapıldığını iddia mânasına gelmez. Böyle bir  bahsin münâkaşasına imkân veren âyet ve hadislerin mâkul bir izahı ve te'lifi olur. Kur'ân-ı Kerim, muhtevâ itibariyle, elimizdeki bugünkü şeklini Resûlullah'ın sağlığında binlerce sahabinin huzurunda almış ve mütevatiren gelmiştir. Nâsihmensuhla ilgili meseleler, Hz.Ömer ve İbnu Abbas, Übey İbnu Ka'b gibi Kur'ân-ı Kerim hususunda en yetkili ashabtan, sahih tariklerle gelmiştir. Nesh'i bazı mugâlatalarla inkâr edenler bu rivayetleri nasıl izah edecekler? İslâm uleması bunu mâkul bir izahla  halletmiştir. [43]


 

[1] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/463.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/463-464.

[3] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/464.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/464.

[5] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/464.

[6] Hıtta: (Dileğimiz, kusurlarımızın) dökülmesi mânâsına gelir

[7] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/464-465.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/465.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/465.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/465.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/465.

[12] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/466.

[13]Tirmizî ve Ebû Dâvud’da bu rivâyet Hz. Enes’in rivâyeti olarak geçmektedir. Teysir, İbnu Abbas rivâyeti göstermekte hatalıdır.

[14] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/466-467.

[15] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/467.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/467.

[17] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/467.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/467.

[19] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/468.

[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/468.

[21] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/468.

[22] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/468.

[23] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/469.

[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/469.

[25] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/469.

[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/470.

[27] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/470.

[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/470.

[29] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/470.

[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/471.

[31] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/471.

[32] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/471-472.

[33] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/472.

[34] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/472.

[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/472.

[36] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/473.

[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/473.

[38] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/473.

[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/473.

[40] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/474.

[41] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/474-475.

[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/475.

[43] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/475-476.