KUR'ÂN VE HADÎSE UYMAYA DAİR
ـ1ـ عن مالك أنهُ بلغَهُ
أنّ النبى # قال: ]تركتُ فِيكُمْ أمرينِ لَنْ تَضِلُّوا ما تَمَسّكتُمْ
بِهِمَا: كِتَابَ اللّهِ تَعالَى، وَسُنّةَ رَسُولِهِ #[ .
1. (53)-
İmam Malik'e ulaştığına göre, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) şunu
söylemiştir:
"Size iki şey bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz
müddetce asla sapıtmayacaksınız: Allah'ın Kitab'ı ve Resûlünün sünneti."
AÇIKLAMA:
Hâkim'in el-Müstedrek'te kaydettiği üzere,
Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Veda Hutbesi sırasında, bu hatırlatmayı
yapmıştır. Hadis'te İslâmiyetin asliyeti üzere korunması ve kurtuluşa ermek
için tek muteber yolun Kur'ân'ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye'ye uymak olduğunu
bildiriyor. Bunlara uymayan bütün yollar çıkmaz sokaktır, aldatmacadır.
ـ2ـ وَعنْ يَزِيدِ بنِ
أرقمَ رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: قال رسولُ اللّهِ #: ]إنّى تاركٌ فِيكُمْ مَا إنْ
تَمَسّكتُمْ بِهِ لَنْ تَضِلُّوا بَعْدِى: أحَدُهُمَا أعظَمُ مِِنَ اŒخرِ،
وَهُوَ كِتَابُ اللّهِ تَعَالى حبلٌ ممدودٌ مِن السّماءِ إلى ا‘رضِ،
وَعتْرَتِى أهلُ بَيْتِى لنْ يَفْتَرِقَا حتّى يردَا علَىّ الحوضَ فانْظُروا
كيْفَ تَخْلِفُونِى فِيهمَا[ أخرجه الترمذى .
2. (54)-
Yezid İbnu Erkam (radıyallahu anh) anlatıyor:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Size, uyduğunuz
takdirde benden sonra asla sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum. Bunlardan
biri diğerinden daha büyüktür. Bu, Allah'ın Kitabı'dır. Semâdan arza
uzatılmış bir ip durumundadır. (Diğeri de) kendi neslim, Ehl-i Beytim'dir.
Bu iki şey, cennette Kevser havuzunun başında bana gelip (hakkınızda bilgi
verinceye kadar) birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Öyleyse bunlar hakkında,
ardımdan bana nasıl bir halef olacağınızı siz düşünün"
AÇIKLAMA:
Tîbî, bu hadiste, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu
vesselâm)'in Kur'ân-ı Kerîm'le Ehl-i Beyt'ini birbirinden ayrılmaz ikiz
kardeşler olarak takdim edip, ümmettten her ikisi hakkında da iyi muâmele
taleb ettiği, "Onların hakkını kendi nefislerinize tercih edin" demek
istediğini belirtir. Tîbî şu noktaya da dikkat çeker. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) bu tavsiye ile, ümmetini, Cenab-ı Hakk'ın emri olan
şükür vazifesini edâya çağırmış olmaktadır. Çünkü şu âyet, mü'minlere olan
in'am ve ihsanına mukâbil edâ edilmesi gereken şükran borcunu Resul-i Ekrem
(aleyhissalâtu vesselâm)'in Al-i Beyti'ne muhabbet ve sevgi şartına
bağlamaktadır: "(Habibim) de ki: "Ben bu (tebliğime) karşı akrabalıkta
sevgiden başka hiçbir mükâfaat istemiyorum" (Şûrâ: 42/23).
Âyette geçen ve akrabalık diye tercüme
ettiğimiz el-Kurbâ kelimesinden çıkarılan mânalardan biri Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)'in yakınları, yâni Âl-i Beyt'idir. Yukarıda
belirtilen hadis-i şerif'in bu âyeti tefsir edici mahiyette olduğu, bu
maksatla îrad buyrulduğu ulemâmızca belirtilmiştir.
"Öyle ise, demiştir ulemâ, Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) ümmeti, nimete karşı nankörlük etmemeye çağırıyor.
Kim bu vasiyeti yerine getirir, mezkûr iyiliğe -Kur'ân ve Âl-i Beyt hakkında
iyi davranmak suretiyle- şükran borcunu öderse, Havz-ı Kevser'in başına
gelinceye kadar kıyamet safhalarında birbirlerinden hiç ayrılmayacak olan bu
ikizler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a o şahıs hakkında
davranışlarıyla ilgili lehte şehâdette bulunacaklar. O zaman Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) onu bizzat mükâfatlandıracağı gibi, Cenab-ı Hakk da
en uygun mükâfaatla mükâfaatlandıracaktır. Kim de Resûl-i Ekrem
(aleyhissalâtu vesselâm)'in bu vasiyetini yerine getirmez, Kur'ân ve Al-i
Beyt'inin hukukuna saygılı olmamak sûretiyle mazhar olduğu iman ve İslâm
nimetinin şükrünü ödemezse, hakkında, bu açıklananın aksi bir hüküm
verilecek, nankör muâmelesine mâruz kalacaktır.
Hadisin Müslim'de gelen bir vechi şöyledir:
"Ey insanlar, bilesiniz ki: Ben bir beşerim.
Rabbim'in elçisinin (Azrail aleyhisselam) gelmesi ve davetine icabet etmem
zamanı yakındır. Ben size iki kıymetli şey bırakıyorum: Birincisi
Kitabullah'tır, içerisi nur ve hidâyet doludur. Allah'ın Kitabı'nı alın ve
ona dört elle sarılın." -Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) Kur'ân-ı Kerîm'e birçok teşviklerde bulunduktan
sonra devamla dedi ki: "Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı
hatırlatıyorum. Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum. Ehl-i
beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum..."
ـ3ـ وَعَنْ العرباض بنِ
ساريةَ رضِىَ اللّهُ عنهُ قال: ]صلّى بِنَا رسولُ اللّهِ # ذاتَ يَومٍ ثمّ
أقبلَ علَيْنَا بِوجْهِهِ فَوَعظَنَا موْعِظَةً بَلِيغَةً ذَرَفتْ مِنْهَا
العيونُ ووَجِلَتْ مِنْهَا القُلُوبُ، فقالَ رجُلٌ: يا رسُولَ اللّهِ كأنّ
هذِهِ مَوْعِظَةُ مودِّعٍ فََماذَا تَعهَدُ إلَيْنَا؟ فقَالَ أُوصِيكُمْ
بِتَقْوَى اللّهِ تَعالَى وَالسّمعِ وَالطّاعةِ وإنْ كَانَ عبداً حبشيّاً
فإنّهُ مَنْ يعشْ مِنْكُمْ بَعْدِى فسَيَرى اخْتِفاً كَثِيراً، فَعَلَيْكُمْ
بِسُنّتِى وَسُنةِ الخلفاءِ الراشِدينَ المهدِيينَ تَمَسّكُوا بِهَا وَعَضُّوا
عَلَيْهَا بالنواجذ، وإياكمْ ومحدَثاتِ ا‘مورِ فإنّ كلَّ محدَثةٍ بدعةٌ، وكلَّ
بدعةٍ ضَلَةٌ[ أخرجه أبو داود والترمذى.ومعنى »عَضُّوا علَيْهَا بالنَواجِذ« أى
تمسكوا بها كما يتمسكُ العاضُّ بِجَميعِ أضْراسِهِ .
3. (55)-
İrbâz İbnu Sâriye (radıyallahu anh) dedi ki: "Bir gün Resûlullah
(aleyhissalâtu vesselâm) bize namaz kıldırdı. Sonra yüzünü cemaate çevirerek
çok beliğ, çok mânidar bir vaazda bulundu. Öyle ki dinleyenlerin gözleri
yaşla, kalpleri de heyecanla doldu. Cemaatten biri:
"Ey Allah'ın Resûlü, sanki bu, bir veda
konuşmasıdır, bize ne tavsiye ediyorsunuz?" dedi.
"Size,
buyurdu, Allah'a karşı takvada bulunmanızı,
başınızda Habeşli bir köle olsa bile emirlerini dinleyip itaat etmenizi
tavsiye ederim. Zira, sizden hayatta kalanlar benden sonra nice ihtilaflar
görecek. Öyle ise size sünnetimi ve hidayet üzere olan Hülefâ-i Râşidîn'in
sünnetini hatırlatırım, bunlara uyun ve dört elle sarılın. Sonradan
çıkarılan şeylere karşı da son derece dikkatli ve uyanık olun. Zira
(sünnette bulunana zıt olarak) her yeni çıkarılan şey bir bid'attır, her
bid'at de dalalettir, sapıklıktır."
AÇIKLAMALAR:
Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in
vefatına yakın yaptığı konuşmalardan biri görülmektedir. Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm) kendinden sonra ümmetin dalâlete, fitneye,
ihtilaflara düşmemesi için tek çıkar yol olarak Kur'ân'a ve sünnetine
uyulmasını vasiyet ediyor. Daha önceki hadiste sünnet yerine "Ehl-i
Beytime uyun" buyurmuştu. Şu halde Allah'tan gereğince korkmak ve
Kur'ân'ın emirlerini ölçü olarak almak ümmetin vahdeti, dinin bozulmalara
karşı muhafaza edilmesi için şart olduğu gibi, sünnete uymak, Ehl-i Beyte
mensup olanlara saygı göstermek de bir o kadar ehemmiyet taşımaktadır.
Osmanlılar döneminde -Abbasîler döneminde
başlatılan bir geleneğe uyularak- Ehl-i Beyt'e mensup olanlar, bu çeşit
hadislerin teşvikiyle hususî alâkaya mazhar olmuşlardır. Devlet bu kimseler
için hususî defterler tutmuş, maaşlar bağlamıştır. devlete sadâkatları
sağlanan bu kitle sayesinde, İslâm âleminin tamamında, samimî bir devlet
taraftarlığı, siyasî birlik taraftarlığı temîn edilmiştir. Maceraperest
ayrılıkçılar halkın itibar ve hürmet ettiği eşraf zümresinin temâyülüne zıt
tecrübelere girmekten çekinmiş olmalıdırlar. Böylece Âl-i Beyt'e saygının
içtimaî ve siyasî ehemmiyeti anlaşılmış olmaktadır.