Kütübü Sitte

 

KUR'AN'IN FAZÎLETİNE DÂİR

 

ـ1ـ عن الحارث ا‘عور قال: ]مَرَرْتُ في المَسْجِدِ فإذَا النَّاسُ يخُوضُونَ في ا‘حَادِيثِ فَدَخَلْتُ عَلَى عليٍّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ فأخْبَرْتُهُ فقَالَ: أَوَقَدْ فَعَلُوهَا؟ قُلْتُ نَعَمْ . قالَ أمَا إنِّى سَمِعتُ رسولَ اللّه # يَقُولُ: أمَا إنَّهَا سَتَكُونُ فِتْنَةٌ. قُلْتُ: فَمَا الْمُخْرِجُ مِنْهَا يَا رسُولَ اللّه؟ قالَ كِتَابُ اللّهِ تعالى فيهِ نَبَأُ مَا قَبْلَكُمْ وَخَبَرُ مَا بَعْدَكُمْ وَحُكْمُ مَا بَيْنَكُمْ. هُوَ الْفَصْلُ لَيْسَ بِالْهَزْلِ. مَنْ تَرَكَهُ مِنْ جَبَّارٍ قَصَمَهُ اللّهُ تعالى. وَمنِ ابْتَغَى الْهُدَى في غَيْرِهِ أضَّلهُ اللّهُ تعالى. وهُوَ حَبْلُ اللّهِ الْمَتِينُ، وَهُوَ الذِّكْرُ الحَكِيمُ، وَهُوَ الصِّرَاطُ الْمُسْتَقِيمُ، وَهُوَ الَّذِى َ تَزِيغُ بِهِ ا‘هْوَاءُ، وََ تَلْتَبِسُ بِهِ ا‘لْسِنَةُ، وََ تَشْبَعُ مِنْهُ الْعُلَمَاءُ، وََ يَخْلُقُ عَلَى كَثرَةِ الرَّدِّ، وََ تَنْقَضِى عَجَائِبُهُ، وَهُوَ الَّذِى لَمْ تَنْتَهِ الْجِنُّ إذْ سَمِعَتْهُ حَتَّى قَالوُا »إنَّا سَمِعْنَا قُرآناً عَجَباً يَهْدِى إلى الرُّشْدِ فأمَنَّا بِهِ« مَنْ قَالَ بِهِ صَدَقَ، وَمَنْ عَمِلَ بِهِ أجِرَ، وَمَنْ حَكَمَ بِهِ عَدَلَ، وَمَنْ دُعِىَ إلَيْهِ هُدِىَ إلى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ، خُذْهَا إلَيْكَ يَا أعْوَرُ[. أخرجه الترمذى .

 

1. (412)- Hâris el-A'ver anlatıyor: "Mescide uğramıştım, gördüm ki halk, zikri terkedip malâyanî konulara dalmış, konuşuyor. Hz. Ali (radıyallahu anh)'ye çıkıp durumdan haberdâr ettim. Bana:

- "Doğru mu söylüyorsun, öyle mi yapıyorlar?" dedi, Ben:

- "Evet, dediğim doğrudur" deyince:

- "Ben Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın şöyle  söylediğini işittim:

- "Haberiniz olsun bir fitne çıkacak!" Ben hemen sordum:

- "Bundan kurtuluş yolu nedir Ey Allah'ın Resûlü?" Buyurdu ki:

- "Allah'ın Kitabı (na uymak)dır. O'nda sizden önceki (milletlerin ahvâliyle ilgili) haber, sizden sonra (kıyamete kadar) gelecek fitneler ve kıyâmet ahvâli  ile ilgili haberler mevcut. Ayrıca sizin aranızda (iman-küfür, taat-isyân, haram-helâl vs. nevinden) cereyân edecek ahvâlin de hükmü var. O, hak ile batılı ayırdeden ölçüdür. O'nda herşey ciddîdir, gâyesiz bir kelâm yoktur. Kim akılsızlık edip, O'na inanmaz ve O'nunla amel etmezse, Allah onu helâk eder. Kim O'nun dışında hidâyet ararsa Allah onu saptırır.O Allah'ın sağlam ipidir. O, hikmetli olan zikirdir, O dosdoğru yoldur. O, kendine uyan hevaları koymaktan, kendisini (kıraat eden) delilleri iltibastan korur. Alimler ona doyamazlar. Onun çokca tekrarı usanç vermez, tadını eksiltmez. İnsanı hayretlere düşüren mümtaz yönleri son bulmaz, tükenmez, O öyle bir kitaptır ki, cinler işittikleri zaman şöyle demekten kendilerini alamadılar: "Biz, hiç duyulmadık bir tilâvet dinledik. Bu doğruya götürmektedir, biz onun (Allah kelâmı olduğuna) inandık" (Cin: 72/1). Kim ondan haber getirirse doğru söyler. Kim onunla amel ederse ücrete mazhar olur. Kim onunla hüküm verirse adaletle hükmeder. Kim ona çağrılırsa, doğru yola çağrılmış olur. Ey A'ver, bu güzel kelimeleri öğren."[1]

 

AÇIKLAMA:

 

Mescidde zikir dışında yapılan konuşmalar ahbâr, hikâyât, kıssalar nevinden faydasız şeylerdir. Kur'ân-ı Kerim mükerrer âyetlerinde bu çeşit malâyanî mevzulara dalmaktan yasaklamıştır: "...Onları daldıkları sapıklıkta bırak oynasınlar" (En'âm: 6/91) mealindeki ayette olduğu gibi.

Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin: "Öyle mi yapıyorlar?"  sözü, onların davranışının kötü karşılandığını ifade eder. Yani: "Gerçekten söylediğiniz şen'î işi yaptılar mı?" demektir.

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in haber verdiği "fitne"den maksadın Ashab arasında cereyan eden hâdiseler veya Tatarlar'ın çıkışı, Deccâl veya Dâbbetu'l-Arz'ın zuhûru gibi âhir zaman fitneleri olabileceği belirtilmiştir. Ancak, Aliyyu'l-Kârî: "Birincisi dışındakileri kastedmiş olması makam icâbı mümkün değildir" der.

Kur'ân için "gâyesiz bir kelam değildir" şeklinde gelen tavsifin aslı hezl'dir. Hezl, lügat olarak "arzu edilen mânâdan yoksun olan söz"e denir. Kur'ân'la ilgili bu tavsif şu mealdeki ayetten muktebestir: "Hakikaten o (Kur'ân) hak ile (batılı ayırd eden) kat'î bir sözdür, o hezl (gayesiz bir söz) değildir" (Tarık: 86/13-14).

Tîbî, "Kim akılsızlık edip Kur'ân'ı terkederse..." ibaresini açıklama sadedinde der ki: "Kur'ân'dan, amel edilmesi vâcib olan bir âyet veya bir kelimeyi tekebbür sebebiyle kim amel dışı bırakır veya kıraatını terkederse küfre deşer. Kur'ân'ın yüceliğine inanmakla birlikte acz, tembellik veya zayıflık sebebiyle kıraatı  terketmesinde günah yoktur, ancak sevaptan mahrum kalır."

"O, kendine uyan hevaları kaymaktan korur" ifâdesinden şârihler şu mânaları anlamışlardır:

1- Kişinin hevası Kur'ân'ın getirdiği hidâyete tâbi olursa, düşüklükten kendini korur.

2- Kur'an'a tâbi olan hevâ bid'ate düşmekten, sapıtmaktan kendini korur. Yâni Kur'ân'ın hidâyeti sebebiyle hevâ ehli onu meylettiremez.

3- Hevâ ehli Kur'ân'ı tebdil ve tağyir edemez (mânasını) saptıramaz. Anak bu mananın muhalifinde, gulât denen sapıklıkta aşırı gidenlerin tahrife, mubtıllerin bâtıl iddialara, câhillerin de yersiz te'villere tevessül edeceklerine işâret vardır.

4- Kaymak diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı izâğa'dır. Bunun metinde "meylettirme" manasına olduğu, binaenaleyh ibâreyi şu şekilde anlatmanın mümkün olduğu söylenmiştir: "Kur'ân-ı Kerîm'i, doğru yoldan sapmış hevalar eğriliğe ve sapıklığa alet edemezler, Yahudilerin Tevrat'ı tahrif edip kelâmın yerlerini değiştirince yaptıkları gibi. Zira Cenâb-ı Hakk, onun hıfzını tekeffül etmiş, üzerine almıştır: "Zikri (Kitabı) biz indirdik, O'nun koruyucusu da biziz" (Hicr: 15/9) buyurmuştur.

"Dillerin iltibastan korunması", Kur'ân Arapça olmasına rağmen, Arap olmayan mü'minler de öğrenmekte, telâffuzda zorluk çekmezler. Zira Cenâb-ı Hakk: "Biz Kur'ân'ı senin dilinde indirerek kolaylaştırdık" (Meryem: 19/97) ve, "Andolsun ki, Kur'ân'ı öğüt olsun diye kolaylaştırdık..." (Kamer: 54/22) buyurmaktadır. Bundan, Kur'ân'dan başka bir sözün, teşvişe sebep olacak, hakla batıl karışacak şekilde araya sızıp karışmaya yol bulamayacağı, çünkü Kur'ân'ı Allah'ın korumakta olduğu mânası da anlaşılmıştır. Kur'ân'ı Kerim'e beşer sözü karışamaz çünkü  onda i'câza delâlet eden ma'sumiyet (korunma) vardır.

"Alimler ona doyamazlar" ibâresi "onun künhüne eremezler, sonuna varıp "tamamen hallettik artık" deyip araştırmaya devamdan geri duramazlar" demektir. Yemek yiyenin doyup elini yemekten tamâmen çekme hâli, böylesi bir doygunluk Kur'ân âlimlerinde hâsıl olmaz. Onun hâiz olduğu hakikatlerden bir sonuncusunu keşfettikçe yenilerini aramaya öncekinden daha fazla bir iştiyak duyar. Bu böyle doymadan, usanmadan devam eder gider.[2]

 

ـ2ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رسولَ اللّه # قالَ: مَا اجْتَمَعَ قَوْمٌ في بيْتٍ مِنْ بُيُوتِ اللّهِ تعالى يَتْلُونَ كِتَابَ اللّهِ وَيَتَدَارَسُونَهُ بَيْنَهُمْ إَّ نَزَلَتْ عَلَيْهِمُ السَّكِينَةُ، وَغَشِيَتْهُمُ الرَّحْمَةُ، وَحَفّتْهُمُ الْمََئِكَةُ، وَذَكَرَهُمُ اللّهُ فِيمَنْ عِنْدَهُ[. أخرجه أبو داود .

 

2. (413)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Bir grup, Kitâbullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte anar"[3]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadis, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Müslümanlar arasında Kur'an bilgisinin yayılması için yaptığı teşviklerden biridir.

Allah'ın evi tâbiri öncelikle mescidleri ifâde ederse de ulema, bu fazileti elde etmek arzusuyla, han, kışla, medrese gibi başka yerlerde de toplanılabileceği görüşünü beyan etmişlerdir. Esas olan Kur'an'ın müzâkeresi olduğuna göre bu maksadla evlerde akdedilen meclislerin de aynı şekilde sevablı olacağı söylenebilir.

Sekinet, esas itibariyle vakar, itminan ve mehâbet mânasına gelir. Ancak Kadı Iyaz, burada rahmet mânasında kullanıldığını söyler. Ancak rahmet kelimesi hemen arkadan buna atfedildiğine göre, Nevevî'nin dediği gibi vakar ve tuma'nine şekline anlamak daha uygun düşüyor.

Zikredenlerin anıldığı yüce cemaat büyük meleklerin teşkil ettiği cemaattir, buna Mele-i Â'la da denir. Allah'ın onların yanında anması, Kur' ân okudukları için teşrif etmek maksadıyla medh u senâda bulunmasıdır.

Müslim ve Tirmizî'nin rivâyetlerinde hadisin sonunda şu cümleye de yer verilir: "Bir kimseyi ameli yavaşlatırsa nesebi hızlandırmaz." Bu şu demektir: "Her kim soy ve sopunun şerefine aldanarak hayır ameller işlemede kusurda bulunursa nesebi, onu, amel edenler seviyesine ulaştırmaz."[4]

 

ـ3ـ وعنه رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رسُولَ اللّه # قالَ: أيُحِبُّ أحَدُكُمْ إذَا رجَعَ إلى أَّّهْله أنْ يَجِدَ ثََثَ خَلِفَاتٍ عِظَامٍِ سِمَانٍ. قُلْنَا: نَعَمْ. قالَ: فَثََثُ ايَاتٍ يَقْرَأُ بِهَا أحَدُكُمْ في صََتِهِ خَيْرٌ لَهُ مِنْ  ثثِ خَلِفَاتٍ عَظَامٍ سِمَانٍ[. أخرحه مسلم. »الخَلِفَةُ« النّافة العشراء .

 

3. (414)- Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Sizden kim evine döndüğü zaman üç adet gebe, iri, semiz deve bulmayı istemez?" diye sordu.

"Hepimiz isteriz" diye cevap verdik.

"Öyle ise, buyurdu, kim namazda üç âyet okusa bu ona, üç iri ve semiz deveden daha hayırlıdır"[5]

 

ـ4ـ وعن عقبة بن عامر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]خَرجَ النبىُّ # وَنَحْنُ في الصُّفَّةِ فقال: أيُّكُمْ يُحِِبُّ أنْ يَغْدُوَ كُلَّ يَوْمٍ إلى بُطْحَانَ؛ أوْ قَالَ إلى الْعَقِيقِ فَيأتِى بِنَاقَتَيْنِ كَوْمَاوَيْنِ في غَيْرِ إثْمٍ وََ قَطِيعَةِ رَحِمٍ؟ قُلْنَا: كُلُّنَا يَا رَسُولَ اللّهِ يُحِبُّ ذلِكَ. قالَ: أفَ يَغْدُو أحَدُكُمْ إلى الْمَسْجِدِ فَيَتَعَلّمَ أوْ يَقْرأَ آيَتَيْنِ مِنْ كتابِ اللّهِ تعالى فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ مِنْ نَاقَتَيْنِ، وَثََثٌ خَيْرٌ لَهُ مِنْ ثََثٍ، وَأرْبَعٌ خَيْرُ لَهُ مِنْ أرْبَعٍ وَمِنْ أعْدَادِهِنَّ مِنَ ا“بِلِ[. أخرجه مسلم وأبو داود. »الكوماء« الناقة العظيمة السنام.

 

4. (415)- Ukbetu'bnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: "Biz Suffa'da iken Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (dışarı) çıkarak:

"Hanginiz hergün hiç günah işlemeden ve akrabalık bağlarını da bozmadan Buthân'a veya Akik'e gidip oradan (zahmete ve masrafa girmeden) iki adet iri hörgüçlü dişi deve tutup getirmeyi ister?" diye sordu. Biz:

"Ey Allah'ın Resûlü bunu hepimiz isteriz" dedik. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):

"-O halde birinizin mescide gidip orada Allah'ın kitabından iki âyeti öğrenmesi veya okuması, kendisi için iki deveden daha hayırlıdır. Üç âyet onun için üç deveden, dört âyet onun için dört deveden ve okunacak âyetler kendi sayılarınca deveden daha hayırlıdır" buyurdular."[6]

 

AÇIKLAMA:

 

1- Hadiste geçen Suffa; Mescid-i Nebevî'nin arka kısmında bekârların yatıp kalktığı kısmın adıdır. Büyük çoğunluğunu Medine'ye hicret eden kimsesiz ve bekârların teşkil ettiği Ehl-i Suffe, boş vakitlerini ilim ve ibadetle geçirirlerdi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bunların başına yazı ve kıraat muallimlerini koymuş idi. Kendisi de sık sık uğrar onların meseleleriyle uğraşırlardı. Bunların iaşeleri diğer Müslümanların yardımlarıyla sağlanıyordu. Civara muallim gönderme ihtiyacı hâsıl olunca Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bunlardan istifade ediyordu.

Ashâb-ı Suffe hakkında birinci ciltte geniş mâlûmat sunduk, oraya bakılabilir.

2- Hadiste, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kur'ân tilâvetine teşvik hususunda dikkat çekici bir metoda başvurmaktadır: Önce "En kıymetlisinden iki adet deveyi bedâva elde etmeyi kim istemez?" diye sorup  dikkatleri çektikten sonra Kur'ân-ı Kerim'den okunacak iki âyetin, iki kıymetli deveden daha hayırlı olduğunu haber veriyor ve devamla herbir âyetin bir deveden daha hayırlı olduğunu açıklıyor.

İlk nazarda Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın mübâlağalı bir üslûba tevessül ettiği zannına düşülebilir. Ancak burada belâğatlı bir üslûb'a yer verildiği görülmektedir. Çünkü, âhirete bakan bir hayır ne kadar küçük bile olsa, dünyanın en büyük maddî servetinden daha kıymetlidir. Çünkü âhirete ait hayırlar ebediyete mazhardır. Ebedî akan küçük bir çeşme, dünyanın büyük bir denizinden daha zengin, daha kıymetli denebilir. Nitekim bu mânâyı te'yiden bir başka hadiste Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) "Birinizin cennetteki kamçı kadar yeri dünyadan daha hayırlıdır" buyurmuştur.

Şu halde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kur'ân okumanın ehemmiyetine dikkat çekmek için böyle çarpıcı bir üsluba başvurmuş olmaktadır. Hakikat-ı halde tek âyetin tilâvetinden hâsıl olan sevap dünyadan daha hayırlıdır buyursa idi, yine de bu sözde mücâzefe olmayacaktı. Çünkü onun sevabı ebediyete bakar.[7]

 

ـ5ـ وعن ابن مسعود رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: مَنْ قَرَأ حَرْفاً مِنْ كتَابِ اللّهِ تعالى فَلَهُ بِهِ حَسَنةٌ، وَالْحَسَنَةُ بِعَشْرِ أمْثَالِهَا. َ أقُولُ الم حَرْفٌ، وَلكنْ أقُولُ: ألِفٌ حَرْفٌ، وََ مٌ حَرْفٌ، وَمِيمٌ حَرْفٌ[. أخرجه الترمذى وصححه .

 

5. (416)- İbnu Mes'ûd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'i dinledim, şöyle diyordu:

"Kur'ân-ı Kerîm'den tek harf okuyana bile bir sevab vardır. Her hasene on misliyle (kayde geçer). Elif-Lâm-Mim bir harftir  demiyorum. Aksine elif bir harf, lâm bir harf ve mim de bir harftir."[8]

 

AÇIKLAMA:

 

Resul-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselâm) bu hadislerinde, Cenab-ı Hakk'ın mü'minlere büyük bir lütfunu haber veriyor: Tilâvet edilen Kur' ân'ın sevabı âyet âyet veya kelime kelime hesaplanmıyor, harf harf hesaplanıyor. Her harf için bir sevap veriliyor. Her hasenenin en az on misliyle kaydedileceği bir başka ilahî kanun (En'am: 6/160) olduğuna göre, Kur'ân-ı Kerîm'in tilâvetiyle mü'min, her harfi en az on sevab hesabından büyük bir kazanca mazhar olmaktadır. Bu hadis, İbnu Ebi Şeybe ve Taberânî'de biraz farklı olarak "...Ben Elif-Lâm-Mim Zâlike'l-Kitab bir harftir demiyorum. Fakat Elif ve Lam ve Mim ve Zal ve Lam ve Kaf herbiri birer harf diyorum" şeklinde gelir. Beyhakî'nin rivâyetinde Elif-Lâm'ın başına Bismillah getirilerek harf harf sayılır.

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) harf deyince ne anlaşılması gerektiğini belirtmeye de ehemmiyet verir. Bu maksadla Kur'an'dan bazı kelimeleri harf harf sayar. Bu davranışı değerlendirmek için Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'in muhataplarını dikkate almamız gerekir. Ümmî bir cemaatte "harf", "kelime", "cümle" gibi dilbilgisine giren tâbirlerin, herkesin nazarında aynı seviyede ıstılahlaşmamış olduğundan, farklı farklı anlaşılabilir. Bunu önlemek için açıklanması gerekir.

Mirkat'ta belirtildiği üzere, hadis, sevabın  hesaplanmasında, telâffuz edilen harflerden, ziyâde yapılmış olan harfleri esas kılıyor. Zira Bakara'nın başındaki Elif-Lâm-Mim'de dokuz harf telaffuz edildiği halde üç harf sayılmıştır.[9]

 

ـ6ـ وعن أبى هريرة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رَسُول اللّه # قالَ: مَا أذِنَ اللّهُ تعالى لِشَئٍ مَا أذِنَ لِنَبىٍّ يَتَغَنَّى بِالْقُرآنِ: أى يجهَرُ بِهِ[. أخرجه الخمسة إ الترمذى .

 

6. (417)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerim'i (güzel bir sesle açıktan okuyan bir peygamere kulak ver(ip sevabı bol kıl)diği kadar hiçbir şeye kulak ver(ip mükâfaat ihsan et)memiştir." Buhârî, Tevhid: 32, 52, Fedailu'l-Kur'ân: 19; Müslim, Müsâfirin: 232, 233, 234, Ebû Dâvud, Vitr: 20; Tirmizî, Sevâbu'l Kur'ân: 17; Nesâî, İftitâh: 83; İbnu Mâce, İkâmet: 176, (1340).[10]

 

AÇIKLAMA:

 

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Kur'ân-ı Kerîm'in güzel bir sesle, tecvidli olarak cehren okunmasının ehemmiyetini bu şekilde belirtiyor. Hadis, kelimesi kelimesine tercüme edilince şöyledir: "Cenâb-ı Hakk Kur' ân'ı cehrî olarak tegannî eden bir peyamberi dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlememiştir."

Dinlemek olarak tercüme edilen kelimenin hadisteki aslı ezen'dir. Başka mânaları yanında "söylenen bir şeyi yazan kimsenin, kulağını dinleyene doğru çevirmesi" mânasına gelir. Böyle bir mânâ Allah hakkında câiz olmayacağına göre, bunun başka  mânayı ifâde için başvurulan bir mecaz olduğu kabûl edilmiş ve: "Hadisin  te'vîl edilmesi vacibtir"  denmiştir.

Öyle ise, bu, Allah hakkında mecâzî olarak: Tilâvetten, Allah'ın memnun kalıp okuyana bol  ikram ve sevap vermesi mânâsına gelir. Zira dinlemenin neticesi bunlardır. Metnin meâlini verirken lafzî mânayı değil, ulemanın te'vilini esas alıp, onu tesbite ve aksettirmeye çalıştık.[11]

 

ـ7ـ وفي أخرى للبخارى: ]لَيْسَ مِنَّا مَنْ لَمْ يَتَغَنَّ بِالْقُرآنِ: يَجْهَرُ بِهِ[. ومعنى »ما أذن« أى ما استمع. »والتغنى« تحزين القراءة وترقيقها .

 

7.(418)- Buhârî'nin bir rivâyetinde Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmaktadır:

"Kur'ân'ı tegannî etmeyen bizden değildir." (Sahabeden biri, bununla) açıktan okumayı kastediyor demiştir."

Tegannî: "kıraatın hüzünlü ve dokunaklı kılınmasıdır."[12]

 

AÇIKLAMA:

 

Hadiste geçen tegannî farklı yorumlara sebep olmuştur. İbnu'l-Esir, kelimeye verilen çeşitli mânâlardan Kur'ân'ın hüzünlü okunmasını tercih etmiş olmalı ki bu mânayı kaydetmiş. Halbuki şârihler bu kelimeye şu mânâların verildiğini belirtirler:

1- Sesi Kur'ân'la güzelleştirip zinetlemek, bir bakıma san'atlı okumak.

2- Kur'an'la müstağni olup başka çeşit meşguliyetleri terketmek.

3- Lezzet almak.

4- Zenginlik, yani fakirliğin zıddı.

5- Faydalanmak, istifâde etmek.

6- Kur'ân'la yetinip önceki milletlere gelen kitaplardan, onlarla ilgili rivâyetlerden müstağnî kalmak.

7- Tegannî, hiccîrâ yani yolculukta, boş zamanlarda okunan ezgi. Çünkü, Kur'an nâzil olduğu zaman Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) boş vakitlerinde başkaca nağmeler yerine Kur'ân-ı Kerîm'in ezgi olarak söylenmesini arzu buyurmuştur.

Bu çeşit mânâlardan en ziyade makbul olanı, Kur'ân okuyanın başka dinî kitaplardan Hıristiyan ve Yahudiler arasında mütedâvil olan Kütüb-i Kadime'den müstağni olmak, onlara iltifat etmemektir. Bu mânâyı te'yid eden başka rivayetler de var. Bu te'vile göre hadisin mânâsı şöyle olur: Kur'ân'ı okuyup, ondaki hakikatlarla yetinemeyip diğer dinlerin kitaplarına iltifât eden, onlarda hakikat ve hikmet arayan bizden değildir." mamafih, tegannî, fayda manasına da te'vil edilerek "Kur'ân'ı okuyup ondaki tergîb ve terhîblerle irşad olmayan, istikametini doğrultmakta Kur'ân'dan faydalanmayan kimse bizden değildir" mânâsı, "Kur'ân'ı hüzünlü okumayan bizden değildir" demekten daha makbûl gözükmektedir. Ancak İbnu Hacer'in de belirttiği üzere, hüzün manası da reddedilemez. Çükü, sesi incelterek rikkatli okumak kalbe daha ziyade müessir olur. Keza teganniye verilen "fakirliğin zıddı olan zenginlik" manası da mânevi zenginlik şeklinde kayıtlandığı takdirde makbul bir mâna olmaktadır.

Şu halde, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın telâffuz buyurduğu tegannî kelimesinden, bu kelimenin mutlak kullanılmış olması sebebiyle ulemanın ileri sürdüğü bütün mânalar maksud ve makbul olabilir. Bunlardan birinin umumiyetle tercihi, diğerlerinin butlanını gerektirmez.

Selef Kur'ân'ın lahn ve tercî ile okunması câiz mi, değil mi münakaşa etmiştir. Lahn ve tercî, sesi boğazda tutup oynatmak, titretmek, dalgalandırmak ve sese böylece nağme vermek mânasına gelir. Bu bir bakıma Kur'ân-ı Kerîm'i musiki kaidelerine uydurarak okumak mânasına gelir. İmam Mâlik başta olmak üzere pekçok âlim tilâvetin lahn üzere yapılmasının haram olduğunu söylemiştir. Hanefî, Şâfiî ve Hanbelî pekçok âlim haram dememiş ise de mekruh demiştir. Bu mezheblere mensup muhtelif âlimlerden câiz olduğunu söyleyenler de çıkmıştır. Hattâ bâzı Sahâbe ve Tâbiîn'den de cevazı rivâyet edilmiştir. Şâfiîlerin makbul hükmü de cevazdır. İbnu Hacer bu ihtilafın sebebi, lahn üzere kıraat edilirken harflerden bazılarının mahreçlerinde telâffuz edilmemesi endişesinden ileri geldiğini belirtir. Nevevî, mahrecin değişmesine sebep olan tilâvet tarzının haram olduğunda ulemanın icma ettiğini belirtir. Sözü aynen şöyle: "Ulema, Kur'ân'ı okurken sesi güzelleştirmeyi uygun görmekte (istihbab) icma eder, yeter ki bunu yaparken yersiz uzatmalarla (temdid) normal kıraat hududu tecâvüz edilmemiş olsun. Şâyet bir harf ilâvesi veya ihfası (atılması) gibi bir davranışla kıraatın normal hududunun dışına çıkılacak olursa bu haramdır... Lahn üzere okumaya gelince, Şâfiî hazretleri bir defasında mekruh olduğuna, bir defasında da câiz olduğuna hükmetmiştir. Ashab: "İhtilâflı iki söz değil, ihtilâflı iki hâl mevcuttur: Lahn'la kıraat ederken normal mahâricden dışarı çıkmazsa câizdir, çıkarsa haramdır. Mâverdî ve Şâfiî'den şöyle dediğini rivâyet etmiştir: "Lahn'la kıraat bazı kelimelerin telaffuzunu mehâricinden dışarı çıkarmaya sebep olursa bu haramdır. Hanefilerden Sâhîbu'z-Zahîre de benzer bir rivâyet kaydeder: "Uzatmalarda Kur'ân'ın nazmını bozacak şekilde ifrâta kaçılmazsa caizdir, aksi halde değildir." Ekseriyetin görüşüne şaz düşse ve "garib" karşılanmış olsa da Emâliyü's-Serahsi'ye nisbet ederek Râfiî'nin, kıraat sırasında yersiz uzatmaların (temdid) mutlak olarak câiz olduğuna dâir rivâyetini de -konumuzun bütünlüğü için- kaydetmek isteriz.

Lahn ve tegannî ile okumayı câiz görenler Hz. Dâvud (aleyhisselam)'un okuyuşu ile istidlâl etmişlerdir. Zira İbnu Abbâs (radıyallahu anh)'tan yapılan rivayete göre, Hz. Davud (Aleyhisselam) Zebûr'u yetmiş makamla okur ve okuyuşu ile hastaları coştururmuş. Bu görüşte olanlar, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan yapılan bazı rivâyetlerden de kendilerine delil getirmişlerdir.[13]

 

ـ8ـ وعن أبى أمامة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سَمِعْتُ رسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: مَا أذِنَ اللّهُ تعالى لِشَئٍ: مَا أذِنَ لِعَبْدٍ يَقْرأُ الْقُرآنَ في جَوْفِ اللَّيْلِ، وَإنَّ الْبِرَّ لَيُذَرُّ عَلَى رَأسِ الْعَبْدِ مَادَامَ في مُصَّهُ، وَمَا تَقَرَّبَ الْعِبَادُ إلى اللّهِ تعالى بِمثْلِ مَا خَرَجَ مِنْهُ[.قال أبو النَّضر: يعنى القرآن. منه بدأ ا‘مرُ به، وإليه يرجع الحكم فيه. أخرجه الترمذى .

 

8. (419)- Ebû Umâme (radıyallahu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim:

"Allah, geceleyin Kur'ân okuyan bir kula kulak verdiği kadar hiçbir şeye kulak verip dinlemez. Allah'ın rahmeti namazda olduğu müddetce kulun başı üstüne saçılır. Kullar, ondan çıktığı andaki kadar hiçbir zaman Allah'a yaklaşmış olmaz."

Ebu'n Nadr der ki: "Ondan" tâbiriyle "Kur'an'dan" denmek istenmiştir."

Tirmîzî'de metin biraz farklıdır. "... İki rekat namaz kılan kula kulak verdiği kadar" denmektedir.[14]

 

ـ9ـ وعن عقبة بن عامر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]سمِعْتُ رَسُولَ اللّه # يقُولُ: الْجَاهِرُ بِالٌقُرآنِ كَالْجَاهِرِ بالصَّدَقَةِ، وَالْمُسِرُّ بِالْقُرآنِ كَالْمُسِرِّ بِالصَّدَقَةِ[. أخرجه أصحاب السنن .

 

9. (420)- Ukbe İbnu Âmir (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ı dinledim şöyle diyordu:

"Kur'ân'ı cehren (açıktan) okuyan, sadakayı açıktan veren gibidir. Kur'ân'ı gizlice okuyan, sadakayı gizlice veren gibidir."[15]

 

AÇIKLAMA:

 

Bu hadiste, Kur'ân'ın hususi ve kimsenin işitmeyeceği bir şekilde okunması tavsiye edilmektedir. Daha önceki hadislerde ise açıktan ve yüksek sesle okunmasının faziletli olacağı ifade edilmişti. Alimlerimiz, aradaki farklılığı şöyle izah  ederler: Riyâya düşmesinden korkulanlar için gizli okuması daha iyidir. Riya korkusu olmayanlar için, namaz kılan, uyuyan veya başka meşguliyeti olanları rahatsız etmemek şartıyla cehrî ve alenî okuması daha iyidir. Denir ki, cehrî okunduğu zaman, başkaları da anlamak, dinlemek, mânevî haz almak suretiyle istifâde ederler. Ayrıca Kur'ân'ın cehrî okunması dinimize has bir şiârdır. Üstelik cehrî okunduğu zaman, okuyanın kalbi uyanık kalır, okuma gayret ve arzusu kamçılanır, uykusu da dağılır. Başkası da ibadet hususunda şevke gelir. Öyle ise, bu mülahazalardan birini düşünerek, şartlara göre, cehrî tilâvet tercih edilmelidir.

Nasıl ki, açıktan açığa sadaka ve zekât verilirken başkasını da teşvik düşünülür ve bu  yarışmaya herkesin iştirak etmesi kastedilir. Aynen öyle de: Açıktan okunan Kur'ân ile, başkalarının da bu işe sahip çıkması teşvik edilmektedir. Gecenin karanlığında Kur'ân'la başbaşa kalmak da, sadakayı gizli vermek gibidir. İnsan yakaladığı bu gizlilikte Kur'ân içindeki yerini araştırır ve kendisine Kurân'da bir yer bulmaya çalışır. Bir mü'min için Kur'ân'da yer aramak ve kendini Kur'ân'a göre ayarlamak çok mühimdir. Mühimdir, çünkü insan bu ölçüde mü'mindir. Ömer b. Abdülaziz, Muhammed İbn Ka'bi'l-Kurazî ve daha  niceleri, Kur'ân'ı hep bu mülahaza ile sabahlara kadar tilavet etmiş ve onun hakiki mana ve  derinliğine ancak bu yolla ulaşabilmişlerdir.

İçten, samimi ve güzel bir edâ ile okunan Kur'ân, insanın ruh, kalb ve hissiyatına hayat bahşeder. Bilhassa Efendimiz (s.a.v.)'in fem-i güher-i mübâreklerinden dökülüyor gibi Kur'ân'ı dinlemek, insanı sonsuz huzura garkeder. Bir derece üste çıkarak Cibril'e misafir olma ve bizzât Kur'ân'ı ondan dinleme, ruha, tarifi imkânsız esintiler kazandırır. Bütün bunların verasında Kur'ân'ı bizzat kelâmın esas sahibi olan Mütekellim-i Ezelî'den dinliyor gibi O'na muhatap olmak.. kalbin buna tahammülü var mıdır bilemem, insanı âdeta semavîleştirir...[16]

 

ـ10ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ رَجُلٌ يَا رسُولَ اللّهِ: أىُّ ا‘عْمَال أحَبُّ إلى اللّهِ تعالى؟ قالَ: الْحَالُّ الْمُرْتحلُ. قال: وَمَا الحَالُّ المُرتحلُ؟ قالَ: الَّذِى يَضْرِبُ مِنْ أوَّلِ القُرآنِ إلى آخِرِه. كُلَّما حَلَّ ارْتَحَلَ[ .

 

10. (421)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor:

"Bir adam: "Ey Allah'ın resulü, Allah'a hangi amel daha sevimlidir?" diye sordu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):

"Yolculuğu bitirince tekrar yola başlıyan" cevabını verdi.

"Yolculuğu bitirip tekrar başlamak nedir?" diye ikinci sefer sorunca:

"Kur'ân'ı başından sonuna okur, bitirdikçe yeniden başlar" cevabını verdi."[17]

 

AÇIKLAMA:

 

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada, Kur'ân'ı hatmettikten sonra baş kısmına geçip bir miktar daha okuyarak yeni bir hatme başlamayı, yolculuğu bitirip tekrar yolculuğa başlamaya teşbih buyurmuştur. Mekke kurrâları böyle yaparlarmış: Hatim tamamlanınca başa geçip Fatiha suresini okurlar, Bakara'dan da ilk beş ayeti okuyup öyle dururlarmış. Böylece yeni bir hatme başlamış olurlardı.

Hadise başka yorumlar da yapılmıştır.[18]

 

ـ11ـ وعن أبى سعيد رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رَسُولُ اللّه #: يَقُولُ: اللّه تبَارَكَ وَتَعالى: مَنْ شَغَلَهُ الْقُرآنُ عَنْ مَسْألتِى أعْطَيْتُهُ أفْضَلَ مَا أُعْطِى السَّائِلِينَ[. أخرجهما الترمذى .

 

11. (422)- Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm). buyurdular ki:

"Aziz ve celîl olan Allah diyor ki: "Kim, Kur'ân-ı Kerîm'i okuma meşguliyeti sebebiyle benden istemekten geri kalırsa, ben ona, isteyenlere verdiğimden fazlasını veririm."[19]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıdaki hadis şöyle anlaşılmıştır:

"Kim Kur'ân-ı Kerîm'in kıraatıyla meşguliyet sebebiyle zikir ve dua edemezse, Allah onun, ihtiyaçlarını arzedenlerden daha fazla şekilde isteklerini, arzularını yerine getirir."

Yani, Cenâb-ı Hakk'a, çeşitli şekillerde dua ve zikirler ederek ibadet yapılabilirse de, Allah indinde en makbul ibadet, Kur'an okuyarak yapılan ibadet olmaktadır. Yukarıdaki hadiste müellifimiz tarafından terkedilen bir cümle daha var ki, söylenen hususa açıklık getirir: "Allah'ın kelamının diğer kelamlara üstünlüğü, Allah'ın mahlûkatına üstünlüğü gibidir."[20]

 

ـ12ـ وعن سهل بن معاذ الجهنى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ رسُولَ اللّهِ # قالَ: مَنْ قَرَأ القُرآنَ وَعَمِلَ بِهِ أُلْبِسَ وَالدُهُ تَاجاً يَوْمَ القِيامَةِ، ضَوْؤُهُ أحَسَنُ مِنْ ضَوْءِ الشَّمْسِ في بَيْتٍ مِنْ بُيوتِ الدُّنْيَا لَوْ كَانَتْ فِيهِ، فَمَا ظَنُّكُمْ بِالَّذِى عَمِلَ بِهِ[. أخرجه أبو داود .

 

12. (423)- Sehl İbnu Muâz el-Cuhenî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kim Kur'an'ı okur ve onunla amel ederse, kıyamat günü babasına bir tâç giydirilir. Bu tâcın ışığı, güneş dünyadaki herhangi bir evde bulunduğu takdirde onun vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse, Kur'ân'la bizzat amel edenin ışığı nasıl olacak, düşünebiliyor musunuz?"[21]

 

ـ13ـ وعن عليّ رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسُولُ اللّهِ #: مَنْ قَرَأ القُرآنَ فاسْتَظْهَرهُ فَأَحَلَّ حََلَهُ وَحَرَّمَ حَرَامَهُ أدْخَلهُ اللّهُ تعالى بِهِ الْجَنَّةَ، وَشَفَّعَهُ في عَشَرَةٍ مِنْ أهْلِ بَيْتِهِ كُلُّهُمْ قَدْ وَجَبَتْ لَهُ النَّارُ[. أخرجه الترمذى.ومعنى »استظهره« حفظه عن ظهر قلبه .

 

13. (424)- Hz. Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kim Kur'ân'ı okur, ezberler, helâl kıldığı şeyi helâl kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabûl ederse Allah, o kimseyi cennete koyar. Ayrıca hepsine cehennem şart olmuş bulunan âliesinden on kişiye şefaatçi kılınır."[22]

 

ـ14ـ وعن عبداللّه بن عمرو بن العاص رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما قال: ]قالَ رسُولُ اللّهِ #: يُقَالُ لصاحِبِ القُرآنِ؛ اقْرَأْ وَارْقَ وَرَتِّلْ كَمَا كُنْتَ تُرَتِّلُ في الدُّنْيَا، فإنَّ مَنْزِلَتَكَ عِنْدَ آخرِ آيةٍ تَقْرَؤُهَا[. أخرجه البخارى والترمذى .

 

14. (425)- Abdullah İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kur'ân'ı okuyup ona sâhip çıkan kimseye (âhirette): "Oku ve (cennetin derecelerine) yüksel, dünyada nasıl ağır ağır okuyor idiysen öyle oku. Zirâ senin makamın, okuduğun en son âyetin seviyesindedir" denir." [23]

 

AÇIKLAMA:

 

Şerhlerde geldiğine göre, cennetin dereceleri, Kur'ân-ı Kerîm'in âyetlerinin adedine uygundur. Kur'ân okuyana: "Okuduğun âyet sayısınca yüksel" denir. Böylece Kur'ân-ı Kerim'i tamamıyla okuyan âhirette en yüksek dereceyi ihraz eder. Bir parça okuyan okuduğu âyetler sayısına uygun bir mertebeye kadar yükselir ve orada kalır. Şu halde sevâbın en yüce mertebesi, hatm-i şerifle elde edilebilir.[24]

 

ـ15ـ وعن عائشة رَضِىَ اللّهُ عَنْها قالت: ]قالَ: رسُولُ اللّه #:

المَاهِرُ بِالقُرآنِ مَعَ السَّفَرةِ الْكِرامِ الْبَرَرَةِ، وَالَّذِى يَقْرأُ الْقُرآنَ وَيَتَتَعْتَعُ فِيهِ وَهُوَ عَلَيْهِ شَاقٌّ لَهُ أجْرَانِ[. أخرجه الخمسة إ النسائى .

 

15. (426)- Hz. Aişe (radıyallahu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu:

"Kur'ân'da mâhir olan (hıfzını  ve okuyuşunu güzel yapan), Sefere  denilen kerîm ve mutî meleklerle berâber olacaktır. Kur'ân'ı kekeleyerek zorlukla okuyana iki sevap vardır."[25]

 

AÇIKLAMA:

 

Kur'ânda mahir olmak, işlek hafız olmaktır. Kur'ân'ı güzel okumak için hâfız olmak yeterli değildir. Çok okuyup fazla mümârese yapanlar mahâretlerini ilerletip hiçbir takılmaya meydan vermeden okuyacak hâle gelirler. Mahâretin derecesine göre, âyetlerin yerlerini derhal hatırlayabilenler vardır.

Sefere, "safir"in cem'idir, resûl demektir. Hadiste geçen sefere'yi "peygamberler", "melekler" diye anlayanlar olmuştur.

Kur'ân'ı kekeliyerek okumak, okurken zorlanmak, meşakkat çekerek okumaktır. Bu ifâde daha ziyade yeni başlayanlar, okuma işinde henüz mahâret sâhibi olamayanlara bakar. Bu müjde, yeni başlayanları şevklendirerek, hızla mahâret kesbetmede yardımcı olur. Bu safhayı atlayarak suhûletle okumaya geçenler "mahir"lere vaadedilmiş olan mükâfaatla teşvik göremeseler bile, 416 numaralı hadiste, Kur'ân-ı Kerîm'in her harfi için vaadedilen sevabla teşvik görürler.

Âlimler, mâhirden hâfızları anlayarak sefere ile beraber olma mükâfaatını hafızlara has görürler. Şüphesiz hâfızu'l-Kur'ân'ın bu mevzudaki sevaplarıyla kimse yarışamaz, ancak hadiste mâhir mutlak geldiğine göre, bu ıtlaka Kur'ân'ı çok okuyarak sûhulete ermişleri dahil etmek mümkündür.[26]

 

ـ16ـ وعن أسيد بن حُضير رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]بَيْنَمَا هُوَ يَقْرأُ مِنَ اللَّيْلِسُورَةَ الْبَقَرةِ وَفَرَسُهُ مَرْبُوطَةٌ عِنْدَهُ إذْ جَالَتِ الْفَرَسُ فَسَكَتَ فَسَكَتَتْ، فَقَرأ: فجَالَتْ الْفَرسُ فَسَكَتَ فَسَكَنَتِ الْفَرَسُ. ثُمَّ قرأ فَجَالَتْ، وَكَانَ ابْنُهُ يَحْيى قَريباً مِنْهَا فانْصَرفَ فأخَّرَهُ؛ ثُمَّ رَفَعَ رأسَهُ إلى السَّماءِ فإذَا مثْلُ الظُّلّةِ فِيهَا أمْثَالُ الْمَصَابِيح فَلَمَّا أصْبَحَ حَدَّثَ النَّبِىَّ #

فَقَالَ: وَتَدْرِى مَاذَاكَ؟ قالَ َ. قالَ: تِلْكَ الْمََئِكَةُ دَنَتْ لِصَوْتِكَ، وَلَوْ قَرَأتَ ‘صْبَحتْ يَنْظُرُ إلَيْهَا النَّاسُ َ تََتَوارَى مِنْهُمْ[. أخرجه البخارى ولمسلم عن الخدرى بمعناه .

 

16. (427)- Üseyd İbnu Hudayr (radıyallahu anh)'ın anlattığına göre: "Geceleyin, (hurma harmanında iken) Kur'ân'dan Bakara suresini okuyordu. Hemen yakınında da atı bağlı idi. Birden bire atı şahlandı. Bunun üzerine sükût ederek okumayı bıraktı. At da sükûnete geldi. Üseyd tekrar okumaya başlayınca at yine şahlandı. Üseyd yine sükût edince at da sükûnete erdi. Az sona yine okumaya başlayınca at da şahlanmaya başladı. Oğlu Yahya, ata yakındı. Ona bir zarar vermesin diye attan uzaklaştırmak için yanına gitti. Bir ara başını göğe kaldırınca bir de ne görsün! Gökte  şemsiye gibi bir şey ve içerisinde kandilimsi nesneler var.

Sabah olunca koşup gördüklerini Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a anlattı. Hz Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) kendisine:

"O gördüklerin neydi bilir misin?" diye sordu.

"Hayır!" cevabı üzerine açıkladı:

"Onlar melâike idi. Senin sesine gelmişlerdi. Sen okumaya devam etseydin onlar seni sabaha kadar dinleyeceklerdi. Öyle ki, sabahleyin herkes onları seyredebilecekti, çünkü halktan gizlenmiyeceklerdi."[27]

 

AÇIKLAMA:

 

Yukarıdaki rivâyet Buhârî ve Müslim'de geçmektedir. Hadis burada özetlenerek kaydedilmiş ve hadisenin özüne girmeyen bazı teferruat terkedilmiş. Tercümeyi yaparken teferruata biz de yer vermedik.

Üseyd İbnu Hudayr Medineli Müslümanların ilklerinden sayılır. Ensâr'ın ileri gelenlerindendir. Kur'ân'ı sesce güzel okuyanların başında gelir.

Bu vak'a bir yönüyle Kur'ân-ı Kerim'in güzel bir sesle tilâvetinin ehemmiyetini gösterdiği gibi bir yönüyle de Ashâb-ı Kirâm'ın mazhar olduğu kerâmetlere bir örnek olur. Alimler, geceleyin Bakara sûresini okumanın, dinlemenin faziletine de buradan delil çıkarmışlardır[28].

 

ـ17ـ وعن البراء رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]كانَ رَجُلٌ يقْرَأُ سُورَةَ الْكَهْفِ وَعِنْدَهُ فَرَسٌ مَرْبُوطَةٌ بِشَطَنَيْنِ فَتَغَشَّتْهُ سَحَابَةٌ فَ

جَعَلَتْ تَدْنُوا وَجَعلَ فَرَسُهُ يَنْفُرُ مِنْهَا، فَلَمّا أصْبَحَ أتى النَّبِىَّ # فَذَكَر لَهُ ذلِكَ فقَالَ: تِلْكَ السَّكِينَةُ تَنَزَّلَتْ لِلْقُرآنَ[. أخرجه الشيخان والترمذى. »والشطَن« الحبل. 

 

17. (428)- el-Berâ (radıyallahu anh) anlatıyor: "Bir zat Kehf suresini okuyordu. Yanında da iki uzun iple bağlı olan atı duruyordu. Derken etrafını bir bulut kapladı. Ve bu bulut ona yaklaşmaya başladı. At da bu durumdan huysuzlanmaya, ürkmeye koyuldu. Sabah olunca adam Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a gelip vak'ayı anlattı. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ona şu açıklamada bulundu:

"Bu sekinet idi, Kur'ân için inmişti."[29]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada da önceki hadiste geçen hadise hikaye olunmaktadır. Yani hadiseye şâhid olan sahâbi Üseyd İbnu Hudayr'dır.

Resûlullah (aleyhissâlatu vesselâm), gördüklerinden hayrete düşerek ne olduğunu soran Üseyd (radıyallahu anh)'e "Bu sekinetti" demiştir. Alimler Sekînet'in ne olduğu meselesinde ihtilaf  ederler: Bazı alimler "insan yüzü gibi simaya sahip bir rüzgardır" derken, bazıları "üzerinde  sekinet (vakar) bulunan meleklerdir" demiştir. Başka tahminler de ileri sürülmüştür. Ancak, muhtar görüşe göre, sekinet, kendisinde sükûnet ve rahmet olan bir mahluktur, berâberinde, Kur'ân'ı dinleyen melekler vardır. Nitekim önceki rivâyet bunu te'yid eder. Zira Üseyd göğe bakınca içinde kandilimsi nesneler bulunan şemsiyeye benzeyen birşey görmüş idi. Bu ikinci rivayetin açıklamasına göre, Üseyd'in şemsiyeye benzettiği şey Sekinet, kandilimsi şeyler de Kur'ân-ı dinleyen Sekînet dışındaki meleklerdir.[30]

 

ـ18ـ وعن أبى موسى رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: ]قالَ رسولُ اللّه #: مَثَلُ الْمُؤمِنِ الَّذِى يَقْرَأُ الْقُرْآنَ مَثَلُ ا‘تْرُجَّةِ: رِيحُهَا طَيِّبٌ وَطَعْمُهَا طَيِّبٌ، وَمَثَلُ الْمُؤمِنِ الَّذِى  َيَقْرَأُ الْقُرآنَ مَثَلُ التَّمْرَةِ طَعْمُهَا طَيِّبٌ وََ رِيحَ لَهَا، وَمَثَلُ الْفَاجِرِ الَّذِى يَقْرأُ الْقُرآنَ كَمَثَلِ الرَّيْحَانَةِ رِيحُهَا طَيِّبٌ وَطَعْمُهَا مُرٌّ، وَمَثَلُ الْفَاجِرِ الَّذِى َ يَقْرأُ الْقُرآنَ كَمَثَلِ الحَنْظَلَةِ طَعْمُهَا مُرٌّ وََ رِيحَ لَهَا[. أخرجه الخمسة.

 

18. (429)- Ebu Musa (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kur'ân okuyan mü'minin misâli portakal gibidir. Kokusu güzel tadı hoştur. Kur'ân okumayan mü'minin misâli hurma gibidir. Tadı hoştur fakat kokusu yoktur. Kur'ân'ı okuyan fâcir misâli reyhan otu gibidir. Kokusu güzeldir, tadı acıdır. Kur'an okumayan fâcirin misali Ebu Cehil karpuzu gibidir, tadı acıdır, kokusu da yoktur."[31]

 

ـ19ـ وعن عثمان رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. ]أنَّ النبىَّ # قالَ: خَيْرُكُمْ مَنْ تَعَلّمَ الْقُرآنَ وَعَلَّمَهُ[. أخرجه البخارى، وأبو داود، والترمذى .

 

19. (430)- Hz. Osman (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Sizin en hayırlınız Kur'ân'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir."[32]

 

ـ20ـ وعن ابن عباس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ عنهمَا. أنَّ النَّبِىَّ # قالَ: ]إنَّ الَّذِى لَيْسَ في جَوْفِهِ شَىْءٌ مِنْ القُرآنِ كَالْبَيْتَ الخَرِبِ[. أخرجه الترمذى وصححه .

 

20. (431)- İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Hâfızasında Kur'ân'dan  hiçbir ezber bulunmayan kişi harab olmuş bir ev gibidir."[33]

 

ـ21ـ وعن سعد بن عبادة رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أنَّ النَّبِىَّ # قالَ: ]مَا مِنِ امْرِئٍ يَقْرَأُ الْقُرآنَ ثُمَّ يَنْسَاهُ إَّ لَقِىَ اللّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أجْذَمَ[. أخرجه أبو داود .

 

21. (432)- Sa'd İbnu Ubâde (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah buyurdular ki:

"Kur'ân-ı Kerîm'i okuyan bir kimse sonradan (terkeder ve okumayı) unutursa kıyâmet günü cüzzamlı olarak Allah'a kavuşur."[34]

 

AÇIKLAMA:

 

Ebu Dâvud, bu hadisi: "Kur'ân'ı ezberledikten sonra unutanın feci hâli" başlığıyla sunar. Böylece hadisin, aslında "kıraat eden (okuyan)" tâbirinden "ezberleyen"i anlamış olmaktadır. Ancak alimler bunun "bakarak" veya "ezberden" veya "mânâ yönüyle" olabileceğini belirtirler. Keza tehdid "okumayı bırakana"dır, ister fiilen unutmuş olsun isterse unutmamış olsun farzketmez. Hadiste: "Allah'a eczem olarak kavuşur" denmektedir. Eczem "cüzzâma yakalanmış" demek olduğu gibi "elleri olmayan" veya "dişleri dökülmüş" veya "unutma kabahatini örtecek bir özrü olmaksızın" mânâlarına da gelmektedir. Çünkü cüzzâm hastalığı dişlerin, azaların, ellerin dökülmesine sebep olmaktadır. Dolayısıyla "Allah karşısında konuşamayacak, delil getiremeyecek, kusurunu affettiremeyecek..." gibi mânalar anlaşılmıştır[35].

 

ـ22ـ وعن أنس رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ. أنّ النبىّ # قال: ]عُرِضَتْ عَلَىَّ أُجُورُ اُمَّتِى حَتَّى الْقَذَاةُ يُخْرِجُهَا الرَّجُلُ مِنَ المَسْجِدِ، وَعُرِضَتْ عَلَىَّ ذُنُوبُ أُمَّتِى فَلَمَ أَرَ فيهَا ذَنْباً أعْظَمَ مِنْ سُورَةٍ مِنَ الْقُرآنِ أوْ آيةٍ أوتِيَها رَجُلٌ ثُمَّ نَسِيَهَا[. أخرجه أبو داود والترمذى .

 

22. (433)- Hz. Enes (radıyallahu anh)  anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Ümmetime verilen ücretler bana arzedildi. Bunlar arasında bir kimsenin mescidden kaldırıp attığı bir çöp için verilmiş olanı da vardı. Keza ümmetimin işlediği günahlar da bana arzedildi. Bunlar arasında, bir kimsenin lütf-i İlâhî olarak öğrenip de sonradan unuttuğu bir sûre veya âyet sebebiyle kazandığından daha büyüğünü görmedim."[36]

 

AÇIKLAMA:

 

Burada ezberlenmiş olan âyetlerin unutmayı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın büyük günah olarak ifâde etmesi, büyük günahları belirten hadislere münâfi değildir. Belki mânayı bazı kayıtlarla sınırlamak gerekir. Unutmayı böyle ağır müeyyideye bağlamak, şeriatımızın temelini Kur'ân'ın teşkil etmesindendir. Kur'ân'ın, istihfaf edilerek unutulmaya terki, dinin yıkılması, harab edilmesi demektir. Dinimiz," unutmayı özür kabul etmiştir" diye yapılacak itiraza: "Din kasdî olmayan unutmayı mâzur addeder, kasdî olanı tembellik, istihfâf ve gafletten geleni değil" diye cevap verilir.

Ayrıca, buradaki "en büyük" tâbiri, "küçük günahların en büyüğü"  diye de yoruma tâbi tutulmuştur. Bu sonuncu te'vil, dediğimiz gibi kasdî olmayan, istihfaftan gelmeyen unutmalarla ilgilidir. Kasdî olan terk ve unutmalar dînin yıkımına ve küfre götüreceği için elbette ki büyük günahlar sınıfına girecektir.[37]

 

ـ23ـ وعن عمران بن حصين رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. ]أنَّهُ مَرَّ عَلَى قَارِئٍ يَقْرَأُ القُرآنَ ثُمَّ يَسْألُ النَّاسَ بِهِ فاسْتَرْجَعَ، وَقالَ: سَمِعْتُ رسولَ اللّهِ # يقُولُ: مَنْ قَرَأ الْقُرآنَ فَليَسْألِ اللّهَ تعالَى فإنَّهُ سَيَجِئُ أقْوَامٌ يَقْرَؤُنَ الْقُرآنَ وَيَسألُونَ بِهِ النَّاسَ[ .

 

23. (434)- İmrân İbnu Husayn (radıyallahu anhümâ)'ın anlattığına göre, İmrân, Kur'ân okuyan, arkasından  da buna mukabil halktan dünyalık taleb eden birisine rastlamıştı. "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'un, deyip arkasından şu açıklamayı yaptı: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in şöyle söylediğini işittim:

"Kim Kur'ân okursa (isteyeceğini) Allah'tan istesin. Zira bir takım insanlar zuhur edecek, onlar Kur'ân okuyup, okudukları mukabilinde halktan (dünyalık) isteyecekler."[38]

 

AÇIKLAMA:

 

Kur'ân tilâveti, herşeyden önce bir zikir ve ibâdettir. Zikir ve ibâdetin ihlâsla yapılması yani sırf Allah rızası için yapılması gerekir, hiçbir dünyevî gaye araya girmemelidir. İmran (radıyallahu anh) Kur'ân okuyup arkasından dünyalık istemek gibi şenî bir davranışı musibet telakki ettiği için ölüm haberi gibi ciddi musibetlerle karşılaşıldığı zaman söylenmesi sünnet olan innâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn (Hepimiz Allah'ın kullarıyız, O'ndan geldik, O'na döneceğiz) cümlesini okur.

Alimler hadiste geçen "Kim Kur'ân okursa (isteyeceğini) Allah'tan istesin" irşadından şunu da anlamışlar: "Kur'ân tilâvet eden kimse, okurken, rahmet âyetine rastlayınca Allah'tan rahmet taleb etsin, ukubet ayetine rastlayınca da ukubetten Allah'a sığınsın. Kıraatin sonunda ise, me'sur (âyet ve hadiste gelen) dualarla dua etsin. Bu duaların da âhirete müteallik olması, Müslümanların dünyevî ve uhrevî hayırlarıyla ilgili olması gerekir."[39]

 

ـ24ـ وعن صُهيب رَضِىَ اللّهُ عَنْهُ قال: قال رسوُلُ اللّه #: ]مَا آمَنَ بِالْقُرآنِ مَن اسْتَحَلَّ مَحَارِمَهُ[. أخرجهما الترمذى .

 

24.(435)- Süheyb (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

"Kur'ân'ın haram kıldığı şeyleri helâl addeden kimse Kur'ân'a inanmamıştır."[40]

 

ـ25ـ وعن ابن عمر رَضِىَ اللّهُ عَنْهُما. أنَّ رسول اللّه #: ]نَهَى أنْ يُسَافَرَ بالْقُرآنِ إلى أرضِ الْعَدُوِّ[. أخرجه الثثة وأبو داود .

 

25. (436)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) düşman arazisine Kur'ân-ı Kerîm'le birlikte askerî seferi yasakladı."[41]

 

AÇIKLAMA:

 

Alimler düşmanın eline geçmesi ihtimali olan küçük seferlerde Kur'ân-ı Kerim'in bulundurulmaması gereğine hükmederler. Bu ihtimalin bulunmadığı büyük seferler hususunda ihtilâf ederler. İmâm Mâlik mutlak olarak yasaklama, Ebû Hânife tefrikte bulunma cihetine gitmişlerdir. Şâfiî de korkunun varlığı veya yokluğuna göre kerâhete hükmeder.[42]


 

[1] Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân: 14, 2908; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/224-225.

[2] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/225-226.

[3] Ebû Dâvud, Salât: 349, 1455. H.; Tirmizî, Kırâ'at: 3, 2946 H.; Müslim, Zikir: 38, 2699 H; İbnu Mâce, Mukaddime: 17, 225. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/227.

[4] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/227-228.

[5] Müslim, Salâtu'l-Müsâfirin: 250 (802); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/228.

[6] Müslim, Salatû'l-Müsâfirin: 251; Ebû Dâvud, Salât: 349, 1456 H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/229.

[7] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 16, 2912. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/229-230.

[8] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/230.

[9] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/230-231.

[10] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/231.

[11] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/231.

[12] Buhârî, Tevhid: 32, 44; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/232.

[13] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/232-234.

[14] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 17. (2913); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/234.

[15] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 20, 2920; Ebu Davud, Salât: 315, 1333; Nesâî, Zekât: 68; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/234-235.

[16] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/235.

[17] Tirmizî, Kırâat: 4, 2949. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/235.

[18] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/235.

[19] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 25, 2927 H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/236.

[20] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/236.

[21] Ebu Dâvud, Salât: 349, 1453 H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/236.

[22] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 13, 2907 H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/237.

[23] Ebû Dâvud, Vitr: 20, 1464; Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 18, 2915, H; İbnu Mâce, Edeb: 52, 3780 H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/237.

[24] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/237.

[25] Buhârî, Tevhid: 52; Müslim, Müsafirîn: 244; Ebu Dâvud, Vitr: 14, (1454); Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 13 (2906); İbnu Mâce, Edeb: 52, (3779); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/237.

[26] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/238.

[27] Buhârî, Fedailu'l-Kur'ân: 15; Müslim, Müsâfirîn: 242, (796); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/239.

[28] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/239.

[29] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân: 11; Müslim, Müsafirin: 240, 241, (795); Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 6, 2887. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/240.

[30] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/240.

[31] Buhârî, Et'ime: 30, Fedâilu'l-Kur'ân: 17, 36, Tevhid: 57; Müslim, Müsâfirin: 243; Ebu Dâvud, Edeb: 19, 4329; Tirmizi, Edeb: 79; Nesâî, İman: 32; İbun Mâce, Mukaddime: 16, 214 H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/241.

[32] Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân: 21; Tirmizi, Fedâilu'l-Kur'ân: 15, 2909; Ebu Dâvud, Salât: 349, 1452 H.; İbnu Mâce, Mukaddime: 16,211. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/241.

[33] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 18, 2914. H. Tirmizî hadisin sâhih olduğunu söylemiştir. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/241.

[34] Ebu Dâvud, Vitr: 21, 1474. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/241.

[35] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/242.

[36] Ebû Dâvud, Salât: 16, 461. H; Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 19, 2917. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/242.

[37] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/242-243.

[38] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 20, 2918; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/243.

[39] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/243.

[40] Tirmizî, Sevâbu'l-Kur'ân: 20, 2919. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/244.

[41] Buhârî, Cihâd: 129; Müslim, İmâmet: 92, 93, 94, (1869); Ebu Dâvud, Cihâd: 88, (2610); İbnu Mâce, Cihâd: 45, (2879); Muvatta, Cihad: 7, (2, 446); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/244.

[42] İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/244.